Sarı Saltuk ve Şah-ı Şehit’ten Ertuğrul’a, Edebali’ye, Dursun Fakih’a Selam Olsun… - Dr. Ergin JABLE - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Sarı Saltuk ve Şah-ı Şehit’ten Ertuğrul’a, Edebali’ye, Dursun Fakih’a Selam Olsun… - Dr. Ergin JABLE
Tarih: 21.08.2016 > Kaç kez okundu? 1937

Paylaş


Yazı, Balkanlarda farklı dillere tercüme edileceği için farklı kavimlerin Türk’ü tanıma fırsatı bulmaları sebebiyle, Türklerin bildiği konular yazılmıştır. Türk olmayan okuyucular internetten “Google” arama motorundan isimlerin üzerine tıklayarak ulaşabilirler. Saygılarımla…





Peygamber Efendimiz (SAV) Miraç’ta Cebrail aleyhisselam’a sorar:

- Yeryüzünde gördüğüm bu beyaz atlılar hangi millettendir?

Cebrail aleyhisselam cevap verir:

- Ya Resulallah, onlar Türkler’dir, Allah’ın süvarileridir…

Türkler o dönemde İslamiyet’i kabul etmiş kavim değildi.

(Bkz. Şecere – i Türk)





Tek tür kılıfına yerleştirilmeye çalışılan küreselleşme süreci, 15 Temmuzda Türk duvarına çarparak, yeni bir tarih sayfasının açılması gerektiği hatırlatılmıştır. Yıkılmayan, İSLAM değerleriyle yoğrulan dev bir TÜRK kültürü, bir MEDENİYET, Batı kültürü karşısında dimdik durmaya devam etmektedir. Türkiye’de, 15 Temmuz akşamı yapılan “darbe girişimini” püskürten Türk Milleti, bundan böyle “küreselleşme” hadisesini dolduracak bir TÜRK kültürünün var olduğunu, bu sürecin gelecekteki akıbetine YÖN verecek bir İSLAM MEDENİYETİ’nin var olduğunu dünyaya göstermiştir. Batı emperyalizminin jandarmalığını yapan devletlerin yıllarca oynadığı oyundan bıkmış, usanmış, dünya ahalisine ve dünyanın küreselleşen patronlarının büyücülüğünün dibe vurduğunu göstermiştir. Türk’ün geçmişten bu yana din kültürü, Kök Tengri / Gök Tanrı’dan güç alarak, inancıyla hareket ederek, elde ettiği kazanımları, bu milletin dik duruşunu tarih belirlemiştir. Sadece bu mu? Tabii ki hayır. İslam’ı bağrına basarak TÜRK Milletinde kuvvetleşen iman ile 1389’da Kosova Meydan Muharebesi’nde de 8 saatte zafere ulaşmıştır. Biz biliyoruz. Ancak batılılar da tarihlerine kaydetmeden kaçamamışlardır (Bkz. J. Von Hammer). “Üst akıl” ve deşifre olmuş istihbaratları değil, FETÖ olarak isimlendirdikleri maskeyi düşürerek, dünyanın tamamında cisimli ama isimsiz, resimsiz ve resmiyetsiz “en üst akılı” dünya milletlerine ve devletlerine Türk Milleti deşifre etmiştir. Gücün ve kuvvetin silah ve teknoloji ile üstün olmadığına Batı’nın inanmayışı, bizi merak içinde bırakmaya devam etmektedir. Dualarımız, 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşananlar, akıl sahibi insanlara ve insanlığa son uyarı olsun. Bir milleti dik tutan, ona güç ve kuvvet veren adalettir, imandır. Hak ve hukuk, keyfi düzenlemelerin normlarında değil, Hakka olan inançta yatır…

(Refki Taç, “Kültürel Değerlerin Savunması,” 2013, Kosova, eserin okunmasını tavsiye ederim)

Tarih boyunca bayraklardaki semboller, zamana ve mekâna uygun milletlerin benliğini, inancını, haysiyetini ve birçok özelliklerinin bütününü ifade etmektedir. Şanlı TÜRK tarihinin geçmişinde de dünya milletlerinin bayraklarında hayvan sembolleri olduğu gibi, Türklerin sembolü - simgesi Kurt’tur. Kurt’un çeşitleri (Bozkurt, Koca Kurt, Kızıl Kurt, Elma Kurt’u gibi) onların farklı özellikleriyle tanımlanırlar, tanımlandıklarına göre de betimlenirler, betimlendikleri gibi de tasvir edilirler. Peki, Türk bayrağındaki vahşi hayvanlardan niye KURT simgesi seçilerek yer almıştır?! Elbette bu bir tesadüfe dayatılarak anlamlandırılamaz. Asıl güç büyüklükte, genişlikte, ağırlıkta olsa, o zaman belki sembol Fil veya Aslan olacaktı. Ama ecdat bu vahşilerin sirklerde oynatıldıklarını bilerek onları kendilerine simge olarak kabul etmemişlerdir.

Ecdadın vatan edindiği toprak üzerinde diktiği bayrağın simgesi Kurt’tur. Çünkü onu dar bir alana kapatırsanız, can sıkıntısından ölür. Özgürlük pahasına ölümü tercih eden bir varlık ancak Türk milletinin simgesi olabilir de ondan bayrağına mal etmiştir. Hareketlidir, ailesine tam bağımlıdır, boyun eğmez, heybetlidir, bağımsızdır. Bağımlı kılmaya çalışırsan ya öldürür, ya ölür. Kurt’un “Asena” ismiyle zikredilen dişisi de var. Hem içişlerinde yavrularını yetiştirir, hem dışişlerinde erkek Kurt’u yönlendirir. Türk milletine has bir simge.

Dünya üzerinde Türkiye Bayrağı olarak bilinen “al sancak” Türk Dünyasında Türkiye’nin dahil Türk’ün Bayrağı’dır. Balkan Türkleri ona sadece bir devlet bayrağı olarak değil, Milletimizin bayrağı olduğu inancını taşır. Bir çok teori ileri sürülmüştür. Osmanlı Devlet Bayrağının değişik biçimi, Ay – Yıldız Orta Asya’dan gelen Türklüğü, zemin Vatanı, Savaşta şehit düşen askerlerden oluşan kan gölünden Ay ve Yıldız’ın gösterilişidir, Hilal İslamiyet’i, Yıldız Türklüğü, kırmızı renk ise toprağa karışan kanı temsil etmektedir…

Köktürk Yazıtlarında “Umay Hatun’dan” bahsedilir. Kül Tigin (Gül Tekin) yazıtında Bilge Kağan “babam kağan öldüğü vakit küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında idi. Umay gibi anam hatun sayesinde küçük kardeşim Kül Tigin er – kahraman adını aldı” … Köktürkler yahut yaygın kullanımla Göktürkler, Büyük Hun imparatorluğundan sonra, Asya'da kurulan ikinci büyük Türk devletidir. "Türk" sözcüğü ilk defa bunlar zamanında bir devletin resmi adı olmuş ve Türklük değerleri her bakımdan yüceltilmiştir. Köktürkler, hakimiyetleri boyunca (MS 552-745) Doğu Sibiryadaki Saha (Yakutlar) Türkleri ile Karadeniz'in kuzey-batısındaki Bulgar Türkleri hariç bütün Türk asıllı kitleleri kendi idareleri altında birleştirmişlerdir. Bu bakımdan Hunlardan sonra Asya'da Türk birliğini en geniş manada gerçekleştiren Köktürkler olmuşlardır. Köktürkler miladi 6. yüzyılda Altay dağlarının doğu eteklerinde toplu bir halde geleneksel sanatları olan demircilikle uğraşıyorlardı. 552'de Avarların çökmesi ile Bumın il-kagan unvanı ile tahta çıktı. Merkez olarak da Hunların Orhon ırmağının batısında yer alan başkenti Ötüken'i tayin etti.

Geçmişten bu yana biriktirilen değerlerimizi altüst etme çabasını göstererek, gerçekleri ters tanıtarak suçlamaya çalışan emperyalist güçlerin ilk attıkları adım, “geçmişimizden vazgeçtirmek” olduğu bilinir. Tarihe destan yazan, birleşen boylar üzerinde Göktürk devletiyle dünyaya adını yazdıran, geçmişini sahiplenerek basamak basamak yükselen Osmanlı’yı, Cihan Devletine yükselten ve diğer özellikleriyle örnek olan Türk Milletine karşı her zaman kıskançlık duyulmuş, komplo kurmaktan hiç vazgeçilmemiştir. Dolayısıyla, ecdadın yükselişine tahammül edemeyen bu zihniyet, onun ilerlemesini engellemek için kuyu kazıyarak milletimizin aleyhine yapılmayan iş kalmamıştır. Daha kötüsü, geçmişte olduğu gibi, bu Türk karşıtı eylemler bugün de tüm boyutuyla, bütün hızıyla ve derinlikleriyle devam etmektedir. ( daha geniş bilgi için bkz. Refki Taç, ‘Geçmişin Geleceğe Akımı’ TKCC 023, Kongre kabul bildirisi).



Bugün, kişiliksiz - haysiyetsiz, kendine pay çıkarmaya çalışan öyle denilen / öyle adlandırılan bazı köşe yazarları, yalakalar, kendilerini şahsiyetlerine değil, haysiyeti olmayan paraya ve buna benzer dar çıkarlı, ufak kazanımlı maddiyat peşinde, düşmana göğsünü siper etme yerine, birine zevk ile maşa olup boyun eğenler, parasını alıp çakallık görevini yapanlar, medya ve sosyal medya üzerinden, Türk Devlet elçisine karşı karalama kampanyası başlatanlar (bu metnin tamamını okurlarsa tahminen % 1’de olsa anlayabilirler), anavatanı temsilen elçilik yapan Büyükelçilik makamından nazik sesine kulak vermeyen, diplomatik hassasiyetiyle üsluplu yazısını tavuk beyniyle okuyanlara şu hatırlatmada bulunalım; bu hanımefendi yukarıda Asena ve Umay Hatun’un örneklerinden biridir.

Türk beden yapısıyla değerlendirilmemeli, çünkü bedeninde göğsüne yerleştirilen ve gözle görülmeyen bir iman vardır. Bunu bilmeyenlere, MİLLİ şair mertebesine yükselen hemşerimiz Mehmet Akif Ersoy şu mısralarla göstermiştir: “Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz ve Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.” Yıllar önce üstadın dile getirdiği iman duygusu, Asena, Umay Hatun’da iş gördüğü gibi, Kıvılcım Kılıç ve onun gibilerinde birkaç ismin iman ile birleşimi günümüzde de boy göstermiştir. Türk olmayanlar, Türkiye’ye gidemeyenler, Türk’ü tanımayanlar, Priştine’de, Türk Devlet elçiliğinde, görme fırsatı ve şansı yakalayabilirler. Kosova’ya bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm elçilere fark atan Büyükelçi Kıvılcım Kılıç’ı tebrik eder, farklı kavimlere sahip olan diğer kadınların örnek alması dileğiyle, dimdik ve yanında olduğumuzu bildiririz.

Türkler, Yunan veya Ermeni gibi küçük halklara dişini göstermeden hakim olur. Derin mücadele kabiliyetini büyüklere saklarlar. Türklerin tarihinde Çinlilerle, Ruslarla savaşları ya da birkaç milletin birleşip Türklere karşı savaşları vardır. Küçük milletlerin fertlerinin sosyal medyadan taş atmaya devam etmeleri Türklerde hedefi saptırmaz, bir şey değiştirmez. Küçük her zaman küçük veya ufak olmakla meşguldür. Uydudan bakmaktansa, mahalleden görürler. Oysaki uydudan bakmak değil, görmek lazım. Yarın, Batı Türkiye’ye hak verdiği zaman (bugün İngiltere’nin ve AB Genel Sekreterinin konuştuğu gibi) bu küçük kuşların nasıl bir hal alacaklarını hep birlikte göreceğiz.

Batının bugünkü gücü tartışılmazdır. Sanayileşmede, teknoloji ve üretimde bildiğimizden, duyduğumuzdan, gördüğümüzden daha güçlü, kısacası Batı tahmin edemeyeceğimiz kadar güçlüdür. Bunu inkâr edenin aklından şüphelenmemek mümkün değil. Ama eksikleri de var. Batının Türk’ü çözemeyişinin eksiklerden bir tanesi, Batı’da, kişi, bilmediği bir evin kapısına yaklaşmış olsa, o evin sahibi silahını veya tüfeğini hazırlayarak tanımadığı kişiyi karşılar. Çünkü “beni öldürmeye gelebilir” anlayışı Batı’nın genetik yapısında vardır. Türk kültüründe bilinmeyen kişi de olsa (kötü amaçlı da olsa), Türk’ün evine geliyorsa “Tanrı Misafiri” olarak genetik yapısına yerleştirilmiştir. Bunu sadece Türkiye olarak demiyorum, Mamuşa Belediyesi (her evde bir misafir odası vardır) dahil olmak üzere, Türk kültürüyle kaynaşmış olan, Türk kültüründen etkilenerek milli değerleri hala yaşayan ve yaşatan diğer milletlerde de (Arnavut, Boşnak, Goralı vb.) görünmektedir. Refki Taç’ın deyimiyle, “Batı dünyasının bir zamanlar Turqie d’Europe olarak adlandırdıkları bu günün Balkanlarında misafirperverlik görüntüsü her yerde yaşanmaktadır. Fakat içten hainlik ve namus meselesi olursa, cevabı 15 Temmuz’daki gibi olur.”

Yüksek teknolojisini büyük bir marifet sayan Batı, ürettiği silah ile dünyaya korku saçan ve her istediğini yapacak gibi bir gösterge yanılgısından, Türksüz bir Türkiye oluşumundan ilelebet vazgeçmelidir. Türkiye’ye aşağılık muamelesi göstermek bir yana, ona saygı duyarak içine alma gerekçesini hissetmelidir. Buna eklemek bir şey gerekirse, adının değerini aşmadan, adını bilerek, Batı, “Bat-mak’tan” gelir, Doğu ise “Doğ-mak’tır.” Güneş Doğu’dan dünyayı aydınlatmaya başlar, Anadolu üzerinde parlar, görülen gücü üretip kendi gücüne inanan Batı, batıl görünüşünden bir an önce vazgeçmesi kendi yararınadır. Çünkü unutulan, sürekli akıllara (samimiyetle inananlar hariç) getirilmeyen, unutturulmaya çalışılan bir gerçek var, her şeyden güçlü olan Yüce Allah vardır. “En üst Akılın” mücadelesini verirken, bir zamanlar “Allah’tan Resulünü Ayırmak” niyetiyle pazarlanmış “bilim adamlarını” pazarladıkları bilinir. Şimdi ise ‘Müslümanı Kur-an’dan Ayırmak” niyetiyle son darbeyi indirmeye çalışmıştır. Hâlbuki Kur’anı okumayan ve okuyup da anlamayan, anlayıp da iman etmeyenlerin bilmedikleri veya bilmek istemedikleri bir şey var. Yüce Rabbi olan Allah, kendi kitabını koruma altına almıştır ve biz Müslümanları bununla haberdar etmiştir. Bu imanla hareket eden Müslüman dünyası, Allah’ın Türkleri FETÖ’süz bırakacağına canı gönülden inanır, ama Türk Milletini Kur - an’sız ve Peygambersiz, kıyamete kadar kalmayacağını kendi adı gibi bilir.

Bugün Türkiye’de yaşanmış olan darbe girişimini püskürten Türk ve İslam ülküsü inancını taşıyanlar, tarihte olduğu gibi, elindeki gücü Batınınki kadar olmasa bile, İslam Sancaktarlığını, Türk’ün İslamsız, İslam’ın Türksüz olamayacağını yani sınırını, 40 yıl hazırlanmış senaryonun bozulmasıyla tekrar ortaya çıkarmıştır. “İşte o Batının yapısında eksik olan ve Batının çözemediği ve sürekli karşısında zafer elde edemediği, dünyada da, ahrette de kaybettiği, bir türlü kavrayamadığı, imandır.” İmanın kimde ne kadar olduğunu bilen de sadece Allah’tır. Araplar da Müslüman’dır. Allah “sizi farklı kavimlerde yarattım” dediyse, burada bir iş vardır diye Batı çok iyi oturup düşünmelidir. “Şehitler Ölmez” diye diye, ölmeye güler yüzle giden “Türkleri” ise, Batı yine oturup kara kara düşünmelidir. Şehitler bize görünmezlerse, bizlerle olmadıkları anlamına gelmez.

Batı, bu iman meselesini tahminlerle, rasyonel bilimsel araştırmalarla anlayamaz. Anlamadığı üzere elde edilen zaferin çözümünü üretemez. Sıradan bir insan gözüyle seyrettiği Seyit Onbaşı’nda, 276 kg yer çekiminden ayıran kuvveti anlayamaz. Bu nedenle “Çanakkale” misali yeteri ders alınmamıştır, alınmadığı müddetçe de daha çok ders görecekleri bellidir. 15 Temmuz darbe girişimi neticesinde TÜRK milletinin zaferinden hüsrana uğrayanlar, hüsranlarına son vermeleri için bundan sonra Türklerle oynamayı denememeliler. Halk dilinde kullanılan, anlayacağınızı umarak, Yüce Allah “ben sana öyle bir güç veririm ki, sen bile o gücün nerden geldiğine inanamazsın” diyorsa, gönül gözü olmayan, her şeye çıkarla bakan, maddi olarak gören Batı’nın sınıfta kaldığı meselesi, işte çözülmeyen bu “iman” meselesidir.

FETÖ ismiyle adlandırdıkları bu terör örgütü başta Fethullah Gülen olmakla en büyük zararı İslam dini görmüştür. Fethullah Gülen bir parti lideri değil, bir istihbarat başkanı değil, din hocası sıfatıyla çalışmalarında kılcal damarlara kadar girmiş, Atatürk adını ve Gençliğe hitabesinden cümleleri seçerek darbe girişiminde bulunmasıyla Atatürk’ü Müslüman kesime iyice düşman edip, sanki kendilerini adil İslam dininin savunucuları olarak hem İslam dinine, hem de Atatürk ve Türk’e en büyük zararı yapmış oldular. Yıllarca, İslam’ı Atatürk’e düşman göstererek, Atatürk’ü de İslam düşmanı göstererek, 40 yıl bıkmadan, usanmadan, durmadan körüklemelerine rağmen başarılı olamadılar. Bunu Türkiye’ye karşı kullananlar kontrolden çıkıp kendilerine karşı dönerse o zaman Türkiye’den ve Türk’ten FETÖ örgütünü yok etmek için yardım isteyeceklerinden eminiz…

Garbın (Batının) afakını sarmış olan çelik zırhlı duvar’ı durdurduğunu, bir kez daha tarihinden taviz vermediğini, 40 yıl yediği gıdalara GDO karıştırmakla bile yumuşatmaya çalıştıkları, göğsüne yerleştirilmiş iman ile tankların arkasından koşan Türk Milletini gördük…



Metehan’a, Bilge Kaan’a, Kül Tigin’e, Cengiz Kaan’a, Karaoğlan’a, Alpaslan’a… Edirne’ye, Sakarya’ya, Samsun’a, Erzurum’a, Kars’a, Van’a, Urfa’ya, Denizli’ye… Marmara’ya, İç Anadolu’ya, Karadeniz’e, Ege’ye, Doğu’ya, Güneydoğu’ya, Akdeniz’e… Cevdet’e, Cengiz’e, Gürer’e, Ahmet’e, Recai’ye, Zafer’e, Mehmet’e… Hacı Bayram Veli’ye, Akşemseddin’e, Fatih’e, Süleyman’a, Atatürk’e… Uygur’a, Kırgız’a, Kazak’a, Azeri’ye, Türkmen’e… Erdoğan’a, Yıldırım’a, Bahçeli’ye, Kılıçdaroğlu’na… Altay’a, Çağatay’a, İdil’e, Hazar’a… Yesevi’ye, Mevlana’ya, Yunus’a, Akif’e, Beyatlı’ya… Kaşgar’a, Semerkand’a, Horasan’a… AB’den (Avrupa Birliği’nden) Uyguristan’a - Türk Dünyasına selam olsun…



Dr. Ergin JABLE

Kosova