BULGARİSTAN”IN TAZMİNAT TALEPLERİ VE DEĞİŞİM SÜRECİNDE OLAN TÜRK-BULGAR İLİŞKİLERİ - Kader Özlem - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









BULGARİSTAN”IN TAZMİNAT TALEPLERİ VE DEĞİŞİM SÜRECİNDE OLAN TÜRK-BULGAR İLİŞKİLERİ - Kader Özlem
Tarih: 07.01.2010 > Kaç kez okundu? 4696

Paylaş


*



Bulgaristan”ın Dış Bulgarlardan Sorumlu Devlet Bakanı Bojidar Dimtrov, geçtiğimiz günlerde Bulgaristan”ın 1913 yılından sonra Türkiye”den göç eden Bulgarların, Türkiye”de bırakmak zorunda kaldıkları mal ve mülkleri için 10 milyar dolar tazminat ödenmesine yönelik resmi bir başvuruya hazırlandıklarını açıklamıştı. Bununla birlikte, Bulgar Bakan şu ana kadar söz konusu başvuru için 306 mirasçıya ulaştıklarını ifade ederken; Türkiye”den talep edecekleri tazminatın ise Ankara”nın AB üyelik sürecinin ön koşulu olduğunu da dile getirmişti.



Bunun üzerine, Ankara ile Sofya arasında diplomasi trafiği hızlandı. Özellikle Bulgar resmi kaynaklarından Dimitrov”un Ankara-Sofya ilişkilerine zarar verecek nitelikteki sözlerini yalanlayan bir dizi açıklama yapıldı. Çalışmamız kapsamında, son dönemde gündeme gelen tazminat talepleri ve değişen Türk-Bulgar ilişkileri değerlendirilecektir.



Tazminat Taleplerinin Hukuki Dayanağı



Bulgaristan”ın tazminat taleplerini dayandırdığı temel, 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan ve 1926”da yürürlüğe giren Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması”dır. Ankara”da imzalanması dolayısıyla, buna Ankara Antlaşması da denmektedir. Ankara Antlaşması temelde dostluk antlaşması niteliğinde olup, o dönemde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti”nin komşularıyla yaptığı karşılıklı iyi niyet, saygı ve eşitlik ilkelerine dayanan bir dizi antlaşmadan Bulgaristan ile yapılmış olanıdır. Antlaşmaya bağlı olarak, ekli bir Protokol ve İkamet Sözleşmesi de taraflarca imzalanmıştır.



Günümüzde halen yürürlükte olan ve Türk-Bulgar ilişkilerinin en temel çerçeve belgesi niteliğindeki antlaşmada, Bulgarlar tazminat taleplerini ekli protokole dayandırmaktadır. Söz konusu protokolün içeriğinde, 1912–1925 yılları arasında Türkiye”den Bulgaristan”a göç eden Bulgarlar ile Bulgaristan”dan Türkiye”ye göç eden Türklerin geride bıraktıkları mallarına ilişkin bir takım hükümler yer almaktadır. Burada dikkati çeken en önemli husus, Türkiye”deki Bulgarların Lozan Antlaşması”nın azınlık hakları hükümlerinden, Bulgaristan”daki Türklerin ise Neuilly Antlaşması”nda azınlık hakları ile ilgili hükümlerden yararlandırılacak olması ve bu noktada bir “karşılıklılık” (mütekabiliyet) prensibinin tesis edilmesidir. İkamet Sözleşmesi ise, 1926 yılından itibaren iki ülke arasında gerçekleşecek göçleri belli bir düzene bağlamaktadır.



Sofya yönetimi antlaşmaya istinaden, 1912–1925 yılları arasında Trakya”dan göç eden (İstanbul hariç) Bulgarların geride bıraktıkları mallarına ilişkin tazminat talebinde bulunabilir. Ancak, antlaşmanın mütekabiliyet ilkesine dayanması nedeniyle, Türkiye”nin de böyle bir hak talebinde bulunabileceği unutulmamalıdır. Bulgarlar şu an itibariyle, 306 mirasçıya ulaşmış durumdalar. Peki, Türkiye”nin ulaşabileceği kişi sayısı nedir? Bu noktada net bir sayı verilemiyor. Son dönemde, bazı sayısal ifadeler kullanıldı. Ancak, bunlar gerçeği tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Örneğin 2 milyon sayısı üzerinde duruldu. Bu sayı, tüm zamanlarda Bulgaristan”dan gerçekleşen göçler ile birlikte gelen Türklerin yaklaşık sayısıdır. Antlaşmada ise, Balkan Savaşları”ndan (1912) sonra gelen Türklerin esas alınması gerekliliği anlaşılmaktadır. Bu tarihten itibaren gelenlerin sayısına ilişkin, Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi müdürü Hamdi Bey, 24 Mart 1918 tarihli Meclis-i Ayan toplantısında Balkan Harbi”nden sonra gelenlerin sayısını 450.000 olarak tespit ettiklerini söylemiştir. 1926”ya kadar olan göçler ile birlikte bu rakamın 500.000”i aşması mümkündür. Türkiye”nin bugün ciddi bir çalışma yapması halinde, ulaşabileceği kişi sayısının bu rakam olacağını söyleyebilmek güçtür. En azından yüz binlere ulaşılabilir; ancak bunun için çok ciddi bir çalışma yapılmasının zarureti ortadadır. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri bu noktada tıpkı, Sofya yönetiminin Bulgaristan”daki Trakya Dernekleri”nden aldığı yardım gibi; Türkiye”deki Balkan kökenli derneklerden tabana ulaşmak için destek isteyebilir. Bu noktada, Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek statüsüne geçmiş; özelde Bulgaristan, genelde ise Balkan odaklı derneklerden (BAL-GÖÇ gibi) efektif yardım alınabilir. Şu ana kadar Dışişleri yetkililerinin “şeklen” böyle bir çalışma yaptığı; ancak içerik açısından yeterli olmadığı, güvenilir olmayan STK”larla bunu yürüttüğü ve ortada bazı rant çarklarının döndüğü bize gelen bilgiler arasındadır.





Tazminat Taleplerinin Ardından Ortaya Çıkan Yankılar



Dimitrov”un açıklamalarının ardından, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da sorulan bir soruya konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Türk-Bulgar ilişkilerinin Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgede model olabilecek nitelikte geliştiğini, Türk-Bulgar dostluğunun ve ilişkilerdeki işbirliği anlayışının devam etmesinin her iki ülkenin de yararına olduğunu söyleyen Davutoğlu, göç konusunun tek taraflı olmadığını ve tazminat talepleri ile ilgili olarak Türkiye”ye henüz resmi bir başvurunun yapılmadığını vurguladı. Diğer bir deyişle, “Bulgaristan”a bu işten zararlı çıkarsın” uyarısında bulundu.



Türk basını ise, Bulgaristan”ın 10 milyar dolarlık tazminat talebine büyük ilgi gösterdi. Anadolu Ajansı”nın yayınladığı haber, Türk medyasına bomba gibi düşerken; gayri resmi platformlarda “vaktiyle Kapıkule”den geçince çorba parası isteyen komşu, şimdi 10 milyar dolar istiyor” değerlendirmelerinin yapılmasına da neden oldu. Türkiye”deki medyanın böylesi konularda genel bir hastalığı bulunmaktadır. Dış Türklerle ilgili konular, hele hele İstanbul”a İzmir”den daha yakın olan Bulgaristan”daki başta Türk azınlık konusu olmak üzere, yaşanan siyasi gelişmelere ilgi göstermek için mutlaka bir krizin gündeme gelmiş olması gerekir veya en azından 2 dakikalık haber yapmak için o ülkede seçimlerin olması gerekir. Maalesef bu hastalığın Türk dış politikasında da geçerli olduğu görülmektedir. Temel sorun, Türk-Bulgar diplomatik ilişkilerinin iyi ya da kötü olması değildir. Sorun, Türk Devleti”nin ve Türk medyasının Dış Türkler perspektifinin olmamasıdır.



Davutoğlu”nun açıklamalarına istinaden, Bulgar mevkidaşı Marin Raykov da konuya ilişkin bir açıklama yaptı. Raykov, göçmenlerinin tazminat konusunun çözümünü Türkiye”nin AB üyeliği için bir ön şart olarak görmediklerini ifade ederken; Türkiye ile Bulgaristan arasında ciddi bir politik sorunun bulunmadığından ve bazı çözümlenmemiş problemler olduğundan bahsetti. Raykov, Bulgaristan”ın resmi tutumunun Türkiye”deki reform çalışmalarını ve AB”nin Brüksel-Ankara hattında alacağı kararları desteklemek olacağını da sözlerine ekledi. Onun hemen ardından Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ise, Dimitrov”un yaptığı açıklamaların Bulgaristan”ı zor durumda bırakmasından dolayı Devlet Bakanı”nı sert bir dille eleştirdi ve görevden alabileceği uyarısında bulundu.



Yaşanan bu gelişmelerin ışığında bazı sonuçlar da ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, Bulgaristan”ın dış politikası Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarındaki Rus dış politikasını çağrıştırmaktadır. Hatırlanacağı üzere, her Bakan çıkıp farklı bir şey söylemekte, Genelkurmay Başkanı onları yalanlamakta; Rus Devlet Başkanı ise hepsini yalanlamaktaydı. Özetle, Bulgar dış politikasında da buna benzer bir “çoksesliliğe” doğru gidildiği görülmektedir. Gelinen noktada, Dimitrov”un yaptığı açıklama ve Bulgaristan”a Türkiye”den ve kısmen de olsa Avrupa”dan yükselen tepkiler, Sofya yönetiminin U dönüşü yapmasına ve çözülmesine neden olmuştur. Ancak bu durum, Sofya yönetiminin tazminat taleplerinden vazgeçeceği anlamına da gelmemektedir. Aksine, gayri resmi kaynaklar, Bulgaristan”ın bu süreci büyük bir gizlilik içerisinde hızlandıracağını vurguluyor. Türkiye”nin ise, konuya daha ciddi bir biçimde eğilmesinin zarureti ortaya çıkmaktadır.



Konuyla ilgili, Türkiye”nin AB üyelik sürecinde tazminat meselesinin ön şart olabileceği her ne kadar Bulgar Dışişleri Bakanı tarafından yalanlansa da, bu parametreden hareketle farklı bir sonuca doğru da gidilebilmektedir. AB”nin motor güçleri olarak ifade edilen ve Türkiye”nin AB üyeliğine sıcak bakmayan, ancak Ankara yönetimi ile olan ekonomik ilişkileri dolayısıyla bu karşı çıkışını açıkça gündeme getirmekten çekinen ülkeler, AB içerisindeki küçük ve orta ölçekli üyeleri taşeron olarak kullanarak, bu niyetlerini ortaya koymaktadırlar. Yakın zamanda bunun örnekleri defalarca görülmüştür. Bu noktada, Bulgaristan”ın da taşeron bir ülke olarak AB”nin motor güçleri tarafından kullanılabileceği ortaya çıkmaktadır. Sofya yönetiminin kendi kamuoyuna mesaj vermek için, dış politik meseleleri alet olarak kullanması ve bunun yol açtığı tahribat şimdilik geri adım atılmasına neden olmuştur.





Türk-Bulgar İlişkilerinde Kötüye Gidiş Başlıyor



Türk-Bulgar ilişkileri genel anlamda Türk azınlığın durumuna bağlı olarak değişen bir grafiği ifade etmektedir. İkili ilişkilerde yaşanan sorunlar ise, yine Türk azınlığa negatif bir geri dönüşümde bulunmuştur. Hatırlanacağı üzere, Türk azınlığa Jivkov döneminde yıllardır tatbik edilen baskı ve asimilasyon politikaları, 1984–89 yılları arasında açıkça uygulanmaya başlanmış ve 1989 yılında 350.000 Bulgaristan Türk”ü anavatanları Türkiye”ye göç etmişti. Bu süreçte, Ankara yönetimi Sofya ile savaşın eşiğine gelirken; Bulgaristan”da demokratik rejimin tesisi ve 90”lı yıllarda Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarında gerçekleşen kısmi bir iyileşme sonucu ikili ilişkiler normale dönmüş ve pozitif bir ivmede seyretmeye başlamıştır. İki ülke arasında artan ticaret hacmi, “Türk azınlığın hak ve özgürlüklerini gözetmekle mükellef olan” HÖH”ün Bulgaristan siyasetinde etkin bir konuma gelmesi, Türkiye”nin Sofya yönetiminin NATO üyelik perspektifini desteklemesi ve örgüte alınmasında etkin bir rol üstlenmesi, iki ülkenin AB üyelik süreçlerinin karşılıklı desteklenmesi, Soğuk Savaş sonrası dönemde Balkanlar”da yaşlanan krizlerde Sofya”nın yapıcı bir tutum içerisinde olması gibi bir dizi faktör Türk-Bulgar ilişkilerinde Soğuk Savaş sonrası dönemde meydana gelen iyileşmenin başlıca nedenleri olarak sıralanabilir.



Bulgaristan Soğuk Savaş sonrası döneme büyük sorunlar ve ekonomik krizlerle “merhaba” derken, diğer Doğu Avrupa ülkeleri gibi dış politik rotasını Avro-Atlantik eksene çevirmişti. Bu noktada, Türk azınlık sorunu nedeniyle ikili ilişkilerini bozduğu Türkiye”yi kazanmak ve onu Batı ile ilişkilerinde köprü olarak kullanmak Sofya yönetiminin öncelikli konularından birisi olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk azınlığın durumunda meydana gelen kısmi iyileşmeyi de bu kapsamda değerlendirmekte fayda vardır. Bilindiği gibi, Bulgaristan 2004”te NATO, 2007”de ise AB üyesi oldu. Bu yıllardan itibaren, Sofya yönetimi, Türkiye”ye tanıdığı ayrıcalıkları birer birer kaldırma arayışına girdi. Bu kapsamda, önceki yıllarda son derece kolaylaştırılan vize rejimi daha sonra ortadan kaldırıldı ve 2008 yılı itibariyle, AB”nin Türk vatandaşlarına uyguladığı vize rejimine endekslendi. Bulgaristan”daki seçimlerde, Türkiye”de yaşayan “çifte vatandaşlık” statüsünde bulunan Bulgaristan Türklerinin oy kullanmalarını engellemek için bu nüfus kitlesinin çifte vatandaşlığını ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin olduğu da belirtilmelidir. Buna benzer nitelikte, başka konular da bulunmaktadır. Özetle, Bulgaristan”ın Soğuk Savaş dönemin hemen başında Türkiye”ye duyduğu ihtiyaç, Sofya”nın Avro-Atlantik kurumlara üyeliğinden sonra ortadan kalkmış ve daha önce Türkiye”ye ve Türklere sağladığı imtiyazlar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.



Bulgaristan siyasetinde özellikle son 5 yıllık periyotta milliyetçi bir rüzgâr esmektedir. En son 5 Temmuz 2009 tarihinde yapılan parlamento seçimlerinde Bulgar milliyetçilerinin desteklediği, Türk azınlık karşıtı söylem ve eylemlerin odak noktası haline gelmiş GERB partisi oyların yüzde 39,6”sını almış ve azınlık hükümeti kurmuştu. Geçen 6 aylık süre zarfında hükümetin en fazla ses getiren icraat girişimleri, Türkler üzerinde olmuştur. Hatırlanacağı üzere, resmi kanalda günde 10 dakika yapılan Türkçe haber yayını kaldırılmak istenmiş ve ülkede bununla ilgili büyük bir kampanya başlatılmıştı. Hatta Türkçe yayını protesto etmek için, küçük çaplı bir Bulgar partisinin genel başkanı Sofya”da kendisini yakmıştı. Konu bununla da kalmamış, geçtiğimiz ay Bulgaristan Başbakanı Türkçe yayın konusunda aşırı milliyetçi partinin gündeme getirdiği referandum talebini destekleyeceğini açıklamış; daha sonra ise Türkiye”den ve Avrupa”dan yükselen tepkiler sonucu geri adım atmıştı. Böylesi politik davranışların uluslar arası ilişkiler literatürünün ilginç modellerinden birisi olan “Sarhoş”un Yürüyüşü”nü çağrıştırdığını da belirtmek gerekir. Bunlara ilave olarak, Bulgaristan”ın Ankara Büyükelçisi Mladenov, 5 Temmuz seçimlerinde Türkiye”deki sandıklarda şaibe olduğu gerekçesiyle, Sofya merkeze çağrılmış ve Mladenov”un Dışişleri Bakanlığınca görevden alınması kararlaştırılmıştı. Ancak Bulgar Cumhurbaşkanı Pırvanov tarafından Dışişleri”nin bu kararı veto edilse de, Mladenov yine de istifa etmişti. Kısacası, son 1–2 yıldır Türk-Bulgar ilişkileri Soğuk Savaş sonrası dönemde hiç olmadığı kadar dalgalanmakta ve olumsuz bir seyir izlemektedir.



Tazminat Konusuna İlişkin Değerl



Tazminat talebi konusuna geri dönersek; Bulgaristan 1913 yılında Trakya”dan göç eden Bulgarlar ile ilgili tazminat talebi yeni ortaya çıkmış bir konu değildir. Bulgar tarafı bunu son 5–10 yıldır özellikle gündeme getirmektedir. Hatta en son, Erdoğan”ın Mart 2008”deki Sofya ziyareti ve ardından Bulgar mevkidaşı ile düzenlediği basın toplantısında ATAKA tarafından provokatif bir şekilde gündeme getirilmek istenmişti. Bunun üzerine, eski Başbakan Stanişev Erdoğan”dan özür dilemek zorunda kalmıştı. Balkan Göçmenleri kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Emin Balkan”dan aldığımız bilgiler, bunun son 10 yıldır özellikle gündeme getirildiği doğrultusunda… Balkan, Türkiye ile Bulgaristan arasında sosyal güvenlik anlaşmasının imzalanmasıyla ilgili girişimlerde Bulgar tarafının “1913 yılında göç eden Bulgarlara tazminat ödeyin” şartını ileri sürdüklerini vurguluyor. Bu noktada, Bulgarların konuyla ilgili sistematik bir çalışma yaptıkları sonucuna ulaşılmaktadır. Türk Devleti de Türkiye”deki ciddi Balkan kökenli STK”lar ile bu çalışmayı bir an önce gerçekleştirmelidir.



Türkiye cephesinden ileri sürülen tezler, tazminat konusunda Bulgaristan”ın zararlı çıkacağı doğrultusundadır. Hatta Türkiye”nin karşı tazminat olarak 200 milyar isteyebileceğidir. Kanaatimizce, Bulgaristan”ın durduk yere, kendi kalesine gol atmasını beklemek yanlış olunacaktır. Meselenin altında başka argümanlarının olduğu kanısı kuvvetlenmektedir. Bu noktada, tarafımızca ileri sürülen ve halen tartışılan, 1950 yılında BM”nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi”nde alınan bir kararın Ankara Antlaşması”na etkilerini iyi incelemek lazımdır. Konuyla ilgili çakışmalar devam ettiğinden, bu noktada değerlendirmede bulunmak yanlış olacaktır. Ancak şurasını özellikle vurgulamak gerekir ki; halen yürürlükte olan Ankara Antlaşması ve antlaşmada atıfta bulunulan, Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarını garanti altına alan Neuilly Antlaşması Bulgaristan tarafından 1926”dan 2010”a kadar defalarca ihlal edilmiştir. Ekli protokolde yer alan tazminat konusu dışında, Bulgaristan Türklerine çeşitli tarihlerde Bulgar rejimlerce uygulanan asimilasyon politikaları da –ki, “kültürel soykırım” boyutuna kadar varmıştır- çeşitli uluslar arası mahkemelerce tazminat konusu haline getirilebilir. Bu konuda Türk tarafının eli kuvvetlidir.



Türkiye”nin dış politikasında Dış Türkler vizyonunun tesis edilmesinin ve Türk azınlıkların yaşadığı ülkelere kapsamlı ve sistematik politikalar geliştirilmesinin zarureti ortaya çıkmaktadır. Kriz döneminden kriz dönemine bu konuların dolaylı veya doğrudan tartışılması Türkiye”nin “stratejik derinlik” anlayışına tezat oluşturmaktadır. Son dönemde Dış Türklerden Sorunlu Devlet Bakanı Faruk Çelik”in “Dış Türkler Başkanlığı”nı” kurmaya yönelik girişimleri ve Bakanlar Kurulu”ndan çıkan karar, ivedilikle uygulanmalıdır. Çünkü Dış Türkler meselesinde kaybedilecek zaman yoktur. Türk hükümeti Fırat”a ve Dicle”ye açıldığı kadar, Tuna”ya ve Arda”ya da açılmak mecburiyetindedir. Türkiye”nin sahip olduğu tarihsel miras bunu emretmektedir.