İlhan KARAÇAY’dan Nisan bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY’dan Nisan bülteni
Tarih: 30.04.2016 > Kaç kez okundu? 2017

Paylaş


1-Başkonsolosluktan muhbirlik mesajı ve gazeteci Ebru Umar’ın tutuklanma olayı

2-İstanbul’da Sivil Global Zirvesi Göç Konferansı’nda Veyis Güngör, Emine Bozkurt ve

Zeki Baran konuştular..

3-İlhan Karaçay soruyor: Hollanda Türk diasporası içinde neler oluyor?

4-Türk Sivil Toplum Kuruluşları, İşadamları ve medya arasındaki

çatışmanın nedeni nedir?

5-İlhan Karaçay soruyor: Neden kavgacı bir toplum olduk?

6-AB yolundan geri dönüş yok

7-Bülent Türker’den büyük fedakarlık…

8-Amsterdam’da Erol Güngör’le Biyografi Okumaları



Başkonsolosluktan muhbirlik mesajı ve gazeteci Ebru Umar’ın tutuklanma olayı

Konuların en objektif ve sağlıklı analizini eski Başkonsolos Orhan Ertuğruloğlu yaptı

Hollanda son iki haftadır iki ilginç olay ile kaynıyor.

Bunlardan birincisi, Rotterdam Başkonsolosluğumuzun yurttaşlara göndermiş olduğu muhbirlik çağırısı, diğeri de Türk asıllı gazeteci Ebru Umar’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanması.

Rotterdam Başkonsolosluğumuz, Hollanda'da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerden, e-posta

ya da sosyal medya aracılığıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye hakkında hakaret içerikli paylaşımlar yapanları ihbar etmelerini istedi.

Hollanda'daki Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşları bir elektronik posta adresinden (info.cgrotterdam@mfa.gov.tr) birer e-mail aldılar.

Başkonsolosluk; kuruluşların çalışanları, üyeleri ve onların yakınları ile ilişkide bulundukları vatandaşlara; kendilerine Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Türk toplumuna yönelik aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren mesajlar ulaşıp ulaşmadığını sordu.

Eğer bu yönde e-posta ya da sosyal medya mesajı ulaşmış ise, bunları yazanların isimleri ve kullandıkları ifadelerin başkonsolosluğa iletilmesi istendi.

Türk vatandaşlarına gönderilen elektronik postadaki bildiri şöyleydi:

“Sayın Yetkili,

E-posta, posta veya sosyal medya hesapları yoluyla; Sayın Cumhurbaşkanımıza, Türkiye’ye veya genel olarak Türk toplumuna yönelik aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren ifadeler kullanan kişilerden, Sivil Toplum Kuruluşunuzun çalışanlarının, üyelerinin ve yakınlarının ya da çevrenizde bulunan vatandaşlarımızın sosyal medya adreslerine (facebook, twitter gibi ) veya Sivil Toplum Kuruluşunuzun kurumsal posta ya da e-mail adresinlerine bu yönde mesajlar ulaşmış ise,

Sözkonusu mesajların kimlerden geldiği, gönderenlerin isimleri ve yazdıkları ifadeler tespit edilip e-posta yoluyla Rotterdam Başkonsolosluğumuza, yarın (21.04.2016 Perşembe mesai bitimine kadar) gönderilmesini önemle rica ederiz.

Saygılarımızla,

T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu

Başkonsolosluğun bu istek çağrısından sonra Hollanda’daki sol görüşlü kuruluşlar isyan bayrağı açtı. Bunu Hollanda medyasındaki tepkiler takip etti. Daha sonra da Hollandali siyasetçiler kınama mesajları yayınlamaya başladı. Tabii ki hükümet yetkilileri de harekete geçti ve Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi de Dışişleri bakanlığımızdan bir açıklama istedi.

Rotterdam başkonsolosluğumuz, Türkiye’yi çok rahatsız eden bu tepkiler üzerine bir açıklama yaptı ve eposta çağrısının bir personel tarafından şehven yapıldığını bildirdi.

Başkonsolosluğumuzun bu açıklaması tepki koyanları tatmin etmedi ve tartışma günlerce sürdü.

Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosluğu tarafından Türk toplumuna yapılan muhbirlik çağrısı, Hollanda Parlamentosu tarafından tepkiyle karşılandı. Bu girişimi hayal kırıklığı olarak değerlendiren parlamento, T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu'nun çağrısını kınadı. İktidar ortağı Liberal Sağ Parti (VVD), Dışişleri Bakanı Bert Koenders'dan Türkiye'nin Lahey Büyükelçisi'ni çağırarak bilgi almasını istedi. Parlamentodaki hemen hemen bütün partiler bu öneriye destek verdi. Koalisyonun diğer ortağı İşçi Partisi (PVdA) da gelişmeyi "kaygı verici" olarak değerlendirdi. Ana muhalefetteki Sosyalist Parti ise, "Ankara'nın uzun kolunun yeni bir girişimi" değerlendirmesini yaptı.

Dinmek bilmeyen bu tepkiler üzerine, ‘Sen neden yazmıyorsun’ soruları karşısında bir şeyler yazmayı kaçınılmaz buldum. Ne var ki, bir yanda benim devletimin tutumu, diğer yanda da hem sol görüşlü yurttaşlarımızın ve hem de Hollanda tarafının tepkileri vardı. Tabii ki, Ak Parti’ye gönül vermiş olanların olayı sahiplenmeleri ve savunmaları da cabasıydı.

Yazacağım yorum, taraflar arasında hem memnun edici hem de üzücü ifadeler içerecekti.

Renksizlikle ve korkaklıkla suçlanmak istemiyorum ama, yine de bir şeyler yazmam gerektiğine inanıyordum..

Çareyi, devletimize 40 yıl diplomat olarak hizmet etmiş bir Türkiye sevdalısı ile konuşmakta buldum. Devletimize Başkonsolos olarak hizmet etmiş olan Mustafa Orhan Ertuğruloğlu ile konuştum.

Çok iyi bir dostum olan Ertuğruloğlu’na, ‘Sen, ülkemizin ve devletimizin bir ferdi olarak ve de Başkonsolosluk görevi yapmış bir kişi olarak son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun’ diye sordum. O da açık yüreklilik ile şu görüşleri aktardı:

-‘39 yıl 9 ay devlete hizmetim var. Bunun 36 yıl 4 ay Dışişleri Bakanlığında geçti. Deventer’de 2 kez, İran Urumiye’de 2 kez, Naçıvan’da 2 yıl Birinci Sınıf Başkonsolos olarak görev yaptım. Konsolosluk tarafından Türk kuruluşlarına yazı gönderildiğini duyduğum zaman inanamadım. Yazının çok talihsiz bir biçimde kaleme alındığını ve yanlış anlamaya neden olabileceğini düşünüyorum.

Nitekim Konsolsolukta çalışan küçük bir memurun hatası sonucu böyle bir yazının gitmiş olabileceğini sanıyorum. Aksini düşünmek istemiyorum.



Deventer Eski Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu



Başbakan Rutte,Türk Hükümetinin neyi amaçladığının anlaşılamadığını, bu konuda Ankara’dan açıklama isteyeceğini söylemiş.

Öte yandan Gazeteci Ebru Umar, Metro’daki köşe yazısında Konsolosluk çağrısını, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Hollanda Nazi Partisi “NSB”nin uygulamalarına benzetmiş. ‘İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında internet ve twitter varmıydı?’ sorusu aklıma takılıyor.

Ebru Umar, Metro gazetesindeki köşesinde Başkonsolosluğun muhbirlik çağrısını sert dille eleştirmiş ve : “Türk konsolosluğunun çağrısını destekleyenler, Naziler gibi muhbirlik yapsın. Hollanda’da Sultan Erdoğan, 1923 yılında, cumhuriyetin kurulmasından bu yana tanıdığım en megaloman diktatör hakkında ihbarda bulunsunlar” demiş.

Söz ve basın Hürriyetine inanan bir insan olarak, istediğini yazmakta serbesttir diye düşünüyorum. Kendi fikridir. Paylaşırız paylaşmayız, o başka.

-Peki, Ebru Umar konusunda neler söylemek istersin?

‘Bizler, birinci kuşak olarak,Hollanda'da yetişen 3'ncü ve 4'ncü kuşak Türk göçmenlerini kendi kızımız, kendi oğlumuz gibi görürüz. Kimilerinin buraya genç, dişlerinde çürük bile olmadan, sapsağlam gelen annelerinin, kimilerinin babalarının pasaportunda, kimilerinin doğum tutanağında, kimilerinin annelerinin evlendirme belgesinde, kimilerinin dedelerinin ölüm tutanağında imzam var. Sen de onların ana-babalarını, dedelerini tanıdın. Doğumlarına, ölümlerine, düğünlerine tanık oldun. Bizler, oğullarımızın, kızlarımızın iyi olmasını isteriz. Onlarla güler,onlarla ağlar,onların başarılarıyla seviniriz. Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle gözaltına alınan Türk kökenli Hollanda tebası Ebru kızımız serbest kaldıktan sonra "Türkiye'de olduğumu unutmuşum. Vatanımda kendimi Suriyeli gibi his ediyorum" demiş. İçimden haberi okurken "Aman Hollanda'ya dönene kadar Türkiye'de olduğunu bir daha sakın unutmasın" diye geçirdim.



Ayrıca ana vatanına karşı Hollanda Krallığı'nın koruması altında olduğundan şanslıdır. Acıdır. Ama şanslıdır. O yüzden Atatürk'ün dediği gibi Türklüğüyle övünmeye devam etsin. Güven konusuna gelince, Hollanda tabiyetinde olduğuna oturup kalkıp şükretsin.

İngilizler ve Hollandalılar, Fransızları -arogant- kibirli, Almanlar'ı ise espriden yoksun bulur. Doğrudur. Bunu Böhmermann'ın pespaye klibinde bir kez daha gördük. Ben ne Böhmermann'ın karamela dörtlüklerini andıran, hiciv yönü olmayan aygın baygın manisini beyendim, ne de Umar'ın bazı düşüncelerine katılıyorum. Ama her iki olayın da ifade ve basın hürriyeti çerçevesine çekilmesini savunuyorum. Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü hepimize lazım. Nitekim Kemal Gönültaş davasında, Cumhurbaşkanı'nın bile basın özgürlüğüne sığınmak zorunda kaldığını okuyorum.’

-Peki, Başkonsoloslar ve konsolosların dokunulmazlığı var mıdır? Bunlar Büyükelçiler gibi ayrıcalıklı mıdır?

-‘Hollanda’da 1976-80 yılları arasında Muavin Konsolos, 1996-2000 ve 2002-2006 yıllaır arasında Birinci sınıf Başkonsolos olarak görev yaptım. Hollanda’da Başkonsoloslukarın, Büyükelçilik çalışanları gibi diplomatik muafiyetleri yoktur. Bizlere, yani Başkonsoloslara ve Konsolosluk çalışanlarına B tipi veya 2’nci sınıf kimlik verilir. Diplomatik değil, Konsüler muafiyetimiz vardır. Park cezalarını bile ödemekle mükelleftik. Bir anımı anlatayım. Sanıyorum 1986 yılıydı. Rotterdam’da Alev Selamoğlu isimli bir meslekdaşımız Maiyette Başkonsolos olarak görev yapıyordu. Kendisine Park yeri tahsis edilmemişti. O da arabayı, boş bulduğu yere bırakır ve ceza yerdi. Sonuçta biriken ödenmemiş park cezası faturaları 1000 Gulden gibi bir yekuna ulaşınca polis birkaç uyarıdan sonra durumu Lahey Buyükelçişiği’ne bidlrdi. Büyükelçi Benler rahmetli, Selamoğlu’na, Konsolsolukların, Büyükelçilikler gibi siyasi muafiyetleri olmadığını, park cezasını ödemesi gerektiğini söyledi. Selamoğlu “Ödemem” dedi. Nihayet bir Pazar günü polis, Selamoğlu’nun evine giderek Selamoğlu’na para cezasını hemen ödemesi gerektiğini söylemiş. Selamoğlu itiraz edince “tutuklanarak nezarethaneye” görütüldü. Sene 1987. Ben o vakit Ankara’ya dönmüştüm. Selamoğlu, nezaretten, Kamuran Sümercan’a telefon ediyor. Kamuran derhal karakola gidiyor, para cezasını ödüyor ve Alev’i kurtarıyor. Alev karakoldan çıkarken de fotoğrafını çekiyor. Ertesi gün Alev’in nezaretten çıkarken çekilmiş fotoğrafı Milliyet gazetesinde yer alınca Selamoğlu derhal merkeze alındı.

Bu hikayeyi anlatmamın nedeni şu ki, Hollanda’daki Başkonsolosluklar, pasaport uzatma, Noter İşlemleri,Cenaze Nakli, doğum bildirimi, ölüm tutanağı gibi Konsuler görevleri dışındaki konulara el atarken son derecede dikkatli olmak zorundadırlar. Ülkenin kanunlarına uymak, saygı göstermek durumundadırlar. Hollanda, bu ülkede yaşayan insanlarımızı, kendi vatandaşı olarak görüyor ve yabancı büyükelçiliklerin ve konsoloslukların onlara karışmasına sıcak bakmıyor. Bunu defaatle hissetirdiler. Nitekim, eskiden konsolosluklarda nikah kıyardık. Artık, insanımızın çoğu Hollanda vatandaşı olduğundan, konsolosluklar nikah da kıyamıyor.

Bizlerin diplomat olarak görevimiz, Türk-Hollanda ilişkilerini bozmak değil, iyileştirmek ve geliştirmektir. Zira yaratılan her diplomatik kriz, yapılan her siyasi gaf, sonuçta Hollanda'daki insanımızın birbir Hollandalılar ile, Hollanda makamları ile olan günlük ilişkilerine yansıyor. Bundan da sonuçta kendi insanımız zarar görüyor. Kısacası, vatandaşımızın menfaatleirni korumak yerine, onları mağdur etmiş olmuyor muyuz?

Ama şimdi olan olmuş. Cin şişeden, diş macunu tüpten çıkmış.

İlhancığım, sen eski bir gazetecisin. Sana tepki olarak söyleyebileceklerim bunlar.

Ben, 36 yıllık dışişleri görevimi, alnımın akıyla tamamlamış bir insan olarak, takdir edersin ki çalıştığım kurum hakkında bir şey yazmadım ve yazmak da istemem. Bu benim mizacıma ters bir durum. Görev sürem sırasında, bana gelen saçma talimatları uygulamadan önce, olabilecek sakıncalarını bildirmekten korkmadım ve kendi vatandaşımın, iş icabı vakıf olduğum sırları dolayısıyla ne kendi makamlarıma, ne de yabancı makamlara ispiyon etmedim. Biz öyle yetiştik veya yetiştirildik’.

*****



Hollanda’dan 3 konuşmacı vardı: Veyis Güngör, Emine Bozkurt ve Zeki Baran

İstanbul’da Sivil Global Zirvesi Göç Konferansı



Türkiye’den ve Dünya’dan resmî, sivil, özel, her düzeyde katılımcı ile Kamu, STK, özel sektör ve medya temsilcileri ile araştırmacı, uzman ve akademisyenlerden oluşan seçkin ve öncü bir topluluğu bir araya getiren, Sivil Global Göç Konferansı Pullman İstanbul Otel’de düzenlendi.

Bu konferansa Hollanda’dan Veyis Güngör, Emine Bozkurt, Zeki Baran ve Ahmet Akgündüz konuşmacı olarak katıldılar.

Zirve kapsamında, TASAM Stratejik Vizyon Ödülleri Takdim Töreni, 4 Kıtasal Etkinlik, 6 Bölgesel Etkinlik ve 3 Tematik Toplantı gerçekleştirildi. Ayrıca sektörel başlıklar altında yeni diplomasi kanalları ve ağları oluşturulması hedefi ile 19 Sektörel Diploması Çalıştayı da düzenlendi.

TASAM Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Süleyman Şensoy, Zirvenin açılış konuşmasında; dünyanın son 10 yıl içerisinde ciddi bir türbülansın içine girdiğini ve bunun her geçen gün şiddetlendiğini belirterek, ‘’Artık ülkeler hem iç hem dış politikada çoğu zaman hedeflediklerinin aksiyle karşı karşıya kalabiliyorlar. Çünkü sahada çok fazla değişken var. Bu değişkenlerin kontrol edilmesi büyük güçler için bile artık imkansız hale gelmiş durumda.’’ dedi. Başkan Şensoy bu yaklaşımın Türkiye’de bir ilk olarak gerçekleştiğini ve bundan sonra farklı konu başlıklarıyla devamının gelebileceğini söyledi. Yerli ve yabancı birçok konuşmacının iki gün boyunca atölye çalışmalarıyla Türkiye ve dünyadaki pek çok konuyu tartışacaklarını ifade eden TASAM Başkanı, ‘’Son 10 yılda güçlü bir biçimde şekillenen Doğu-Batı parametrelerini paylaşmak istiyorum. Çünkü özellikle son 10 yılda Batı Avrupa ve Amerika lehine inşa edilmiş olan uluslararası sistemden yeni ve güçlü pay alan Çin gibi aktörlerin ortaya çıkması, dünyadaki temel bazı standartların değişmeye başlamasına neden oldu. Artık yeni güç dengeleri oluşuyor. Dünyamız son 10 yıl içinde ciddi bir türbülansın içinde yer alıyor. Her geçen yıl, ay hatta gün bu türbülans daha da şiddetleniyor. Dolayısıyla Doğu-Batı arasındaki küresel rekabet şartlarını mikro milliyetçilik, entegrasyon ve öngörülemezlik olarak üç başlıkta topluyorum.’’ diye konuştu.

TASAM'ın Türkiye'de yükselen problem alanlarından biri olarak gördüğü uluslararası göç konusunu, "Göç Veren Ülkeden Güç Alan Ülkeye Fırsat ve Risklerin Dönüşümü" ana teması ile gerçekleşen uluslararası nitelikli ‘Türkiye'de Göç Konferansı'nda, UNHCR, IOM gibi kurumların da dahil olduğu, alanlarında uzman geniş bir kitleyi buluşturarak kapsamlı görüş alışverişi imkânı sundu. Konferansın alt temaları 'Avrupa'daki Türkler ve Türkiye, Köprü Ülke Türkiye, Hedef Ülke Türkiye ve Türk Devleti Göç Politikaları' oldu.

Düzenlenen konferans,Türkiye ile AB ve komşu ülkeler arasındaki ilişkilerini etkileyebilecek politikaların geliştirilmesinde, bu konuda yapılacak akademik çalışmalara bir rota çizilmesinde etkili olabilecek çıktıların oluşturulması amaçlanmakta ve Türkiye'nin iç ve dış politikasında yer alan önemli konulardan biri olan göç olgusunun tartışmalara katılması ile; ikili ve çok taraflı ilişkilerin realist tabanına katkı sağlamayı hedefliyor.

Çalışmalarına 13 yıl önce STK tüzel kişiliğinde bir düşünce kuruluşu olarak başlayan TASAM, 10 dış politika alanında, global ölçekte kurumsal bir yapı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. TASAM, Dünya'daki gelişmeleri takip ederek, Türkiye'nin ikili, bölgesel ve çok taraflı uluslararası ilişkilerine dinamik, yaratıcı ve etkin çözümler üretmeye devam ediyor.



Hollanda’dan 3 konuşmacı

İstanbul’da gerçekleştirilen bu dev konferansa Hollanda’dan 4 konuşmacı katıldı. Veyis Güngör, Emine Bozkurt ve Zeki Baran’ın katıldıkları konferans iki gün sürdü.

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı sıfatıyla konuşan Veyis Güngör’ün konuşması şöyleydi:

‘Avrupa Türk Diasporası Aktörleri ve Sivil Diplomasi’

Türkiye’de ve Türkler arasında ‘diaspora’ kavramına uzun yıllar pek sıcak bakılmasa da, (Veyis Güngör burada başta benim gibi düşünenleri kastediyor. Zira şahsen ben diaspora vurgulamasını Türkler için kullanmaktan yana değilim. Diaspora, ülkesinden siyasi nedenlerle göçe zorlanmışlar için kullanılan bir vurgudur. Türklerin çoğunluğu siyasi değil, ekonomik yönden göçe zorlanmıştır. Ama Veyis Güngör’ün dediği gibi) artık hem Türkiye’deki karar vericiler, akademisyenler, yazarlar hem de konunun muhataplarından biri olan Avrupalı Türkler ‘diaspora’ kavramını kullanmaya ve ifade etmeye başlamışlardır. Türkiye dışında yaşayan, Türkiye’den duygusal ve maddi anlamda kopamayan, Türkiye’ye aidiyet hissi duymaya devam eden ve sayıları milyonlara ulaşan bir Türk diasporası dünyanın değişik kıtalarında varlıklarını sürdürmektedir. Söz konusu Türk diaspora grubunu, en somut bir şekilde ifade eden ve sayıları 5 milyonu geçen bir nüfusla hiç şüphesiz Avrupa Türk diasporası oluşturmaktadır. Avrupalı Türk girişimciler, Türk kökenli siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları, üniversite ve yüksek okullarda okuyan üçüncü nesil Avrupalı Türkler, Türk kökenli sanatçılar, kültür insanları gibi diaspora aktörleri (bir çok alanda olduğu gibi) sivil diplomasi alanında da stratejik öneme sahiptirler.



Konuşmamı, Türk diasporası (teori), Avrupa Türk diasporası tanımı, aktörleri, Avrupa Türk diasporası vizyonu ve sivil diplomasi gibi başlıklarla sınırlı tutmak istiyorum.

Türk diasporası (teori)

Biraz önce ifade edildiği üzere, diasporanın olmazsa olmazı ‘aidiyet’tir. Diasporaların aidiyeti için genel anlamda, her ne kadar iki farklı ülke veya toplum gerekiyor olsa da, bizdeki, yani Türk diasporasındaki aidiyet biraz daha farklıdır. Türk diasporası ile ilgili çeşitli tanımlar bulunmaktadır. Söz konusu tanımlamalar tarih içinde ortak kültüre ve tecrübeye sahip olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Buradan hareketle; Tür diasporasına var olan diaspora tanımlamalarından daha geniş bir ifade kullanmak kaçınılmaz oluyor. Bir başka ifadeyle, ‘Türk diasporası denildiği zaman illa da etnik anlamda Türklerden oluşmak zorunda değil. Anavatana, bu topraklara aidiyet duygusuyla bağlı olan herkes bu kapsamda değerlendirilir. Hatta Türkiye’de şu veya bu şekilde bulunan ve bu topraklara ve topluma sadakati oluşan yabancılar, başka ülke vatandaşları da Türk diasporası içinde değerlendirilirler.” (Prof. O. Kutlu; NEÜ Rektör Yardımcısı).

Türk diasporasına bu perspektiften bakıldığında, diğer diasporalara göre çok daha geniş, kapsayıcı, kuşatıcı, sorumluluk getiren bir diaspora tanımıyla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir.



Avrupa Türk Diasporası

Avrupa Türk Diasporası, öncelikle Avrupa’yı Türkiye’ye, Türkiye’yi de Avrupa’ya bağlayan ve köprü olan, devamla tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu ve gönül coğrafyamızın ulaştığı ülke ve topluluklar, hatta yeryüzündeki mazlumlar için de sorumluluk hisseden bir topluluktur. Bu tanımlama Avrupalı Türklerin içinde yaşadıkları ülkelerin sağlamış olduğu siyasi, sosyal ve ekonomik şartlar ve imkanlar doğrultusunda ifade edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tarif veya tanımlama, birazdan Avrupa Türk diasporası aktörleri ve yaptıkları faaliyetlerle daha somutlaşmış olacaktır.

Avrupa Türkleri diasporası aktörleri

Hepimizin bildiği gibi, yarım asır önce, ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş Anadolu Türkleri, zaman içerisinde yerleşik hayata geçmişlerdir. Yerleşik hayata geçiş süreci hala devam eden bir süreçtir. Yerli olma süreci, Avrupalı Türklerin farklı alanlarda organize olmalarını da beraberinde getirmiştir. Söz konusu organizasyon veya yapılanma daha doğrusu kurumlaşma aslında Avrupa Türk diasporasının da kaçınılmaz aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu yapıların etkiledikleri kurum ve kişiler ya da tarihsel ve kültürel olarak bir şekilde Türkiye ve Türklerle temas edenler de diaspora aktörleri olarak sayılabilir. Avrupa Türk diaspora aktörlerini genel anlamda şu şekilde sayabiliriz:

Avrupalı Türk girişimciler, Türk kökenli siyasetçiler, Sivil toplum kuruluşları,

Üniversite ve yüksek kullarda okuyan üçüncü nesil Avrupalı Türkler, Türk kökenli sanatçılar, kültür insanları, Toplumda başarı elde etmiş bireyler, Türkiye dostu Avrupalılar,

Tarihsel, kültürel olarak Türkiye’ye bir şekilde aidiyet duyan kişi ve gruplar.

Diasporanın yaşadığı ülkeye yönelik faaliyetleri:

Avrupa Türk diasporası yaşadıkları Avrupa ülkelerine aşağıdaki alanlarda katkılar sağlamaktadırlar: Ekonomik canlılık, Sosyal değişim, Çok kültürlü toplumun oluşmasına katkı, Algı değişimi, Kültür diplomasisi, Kamu diplomasisi, Batı ile Doğu arasında köprü görevini üstleniyorlar.

Diasporanın aidiyet duyduğu ülkeye yönelik faaliyetleri:

Türk diasporasının özelde Türkiye olmak üzere kısmen de olsa Türk ve Akraba topluluklar ve tarihte bir şekilde temas kurduğumuz mazlum milletlere de aşağıdaki alanlarda farklı ölçütlerde katkı yaptıkları bilinmektedir:

Para aktarımı, Ekonomik yatırım, Zihniyet değişimi, Bilgi, tecrübe, uzmanlık aktarımı,

Avrupa’da yaşadığı ülkenin diasporanın ulaştığı toplum ve ülkelerde tanıtımı,

Uluslararası platformlarda aidiyet duyduğu ülkeyi de temsil etmesi,

Tersine beyin göçü.

Avrupa Türk Diasporası Vizyonu ve Bilinci:

Diaspora aktörleri bu faaliyetlerini kendiliğinden ya da farkında olmadan, çoğu zaman adına diaspora demeden yapmaktadırlar. Ancak bu aktörlerin öncelikle yaptıkları işlerin diaspora faaliyeti olduğunu hatırlamaları, devamla söz konusu faaliyetlerin daha etkin, planlı ve bilinçli halde sürdürülebilmesi için ‘Avrupa Türk Diasporası Vizyonu’ diye adlandırabileceğimiz bir ‘vizyon’a, bir ‘şuur’a, bir ‘ortak akla’ ihtiyaç bulunmaktadır.

Böyle bir vizyonun oluşturulması, hayata geçirilmesi, proje ve programlarla somut olarak icra edilmesi için hem bireysel hem kurumsal olarak yapılacak bir takım değişiklikler ya da atılması gereken bir dizi adımlar vardır.

Bunlar, özetle şu şekilde ifade edilebilir:

‘Avrupalı Türk diaspora vizyonunun ilk şartı, bireylerin ya da toplum ve kanaat önderlerinin göçmenlik ve azınlık psikolojisinden sıyrılmaları ve küresel bir Pazar olan diaspora topluluğu bilincinin yerleşmesi yönünde orijinal fikirler ve faaliyetler düşünmeleridir.

Avrupa Türk diasporası vizyonu, Doğu’nun hikmeti ile Batı’nın realistliğini kapsamalıdır. Bir başka ifadeyle, bin yıl önceden geliştirdiğimiz ‘TÖRE’, yani ‘birlikçi inanç ve hikmet algıları’, sonraki yüzyıllarda “kanun-u kadim” adıyla ortaya çıkan ve ‘hak, hukuk, adalet, merhamet, iyilik, vahdaniyet’ olarak ifade edilen kavramlar ve değerler, bu vizyonun olmazsa olmazları olmalıdır. (Erol Cihangir)

Avrupalı Türkler içinde bulundukları ülkelerde başarılı ve etkin olmak için yerli halkla tam bir uyum içinde olarak, eğitim seviyelerini geliştirerek, bulundukları toplumun sosyal ve siyasi hayatı içine girip, aktif bir şekilde rol oynamayı amaç edinmelidirler.

Avrupa’da yetişen ve çifte aidiyeti olan genç nesillerden oluşacak yönetim kadrolarıyla, diasporatik vizyonu olan yeni ekonomik birlikler, sivil oluşumlar, stratejik partnerler, platformlar oluşturulmalıdır.

Diğer taraftan da; Anavatanın, Avrupa ülkelerindeki mevcut akımlar (siyasi ve dini) üzerindeki etkisi yeniden değerlendirilmeli ve bu etkinin yeni oluşturulacak Avrupa Türk diasporası yani kütür birliği ve ortak akıl vizyonuna etkisi minimuma indirilmelidir.

Sonuç

Netice olarak diyebiliriz ki; Avrupa Türk diasporası, yukarıda ifade edilmeye çalışılan diasporatik bir vizyon bilincine sahip olduğu takdirde, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri başta olmak üzere, öncelikle içinde yaşadıkları Avrupa ülkelerinin mülteci ve göç krizi, terör krizi ve bu doğrultuda artan ırkçılık, güvenlik ve içe kapanma sorununa bir soluk aldıracak potansiyele sahiptirler.

Avrupa Türk diasporası özellikle ‘Açık Avrupa’ düşüncesini savunan Avrupa sağduyusu ile ortak hareket ederek, kültür ve medeniyetimizin referans değerleri, korku içinde olan ve her geçen gün ümitsizliğe sevk edilen bireylere birer can simidi gibi sunulmalıdır. Bu bizim, sivil diplomasi alanında Avrupa’ya ve insanlığa sunabileceğimiz en güzel bir katkı ve hediye olacaktır.

Zeki Baran’ın konuşması:

Öncelikle tüm katılımcıları Sevgi ile selamlıyorum,

Bana bu fırsatı verdiği İçin Tasam Vakfı’na çok teşekkür ediyorum.

Saygı değer katılımcılar,

Konuşmama önce kısaca Avrupa’ya işçi göçünün tarhiçesini ve o zamanki göçün amacını, misafir işçi diye adlandırdığımız birinci kuşağın hayallerini anlatmaya çalışacağım.

Sonra 60’lı yıllardan 80 yılına kadar olan zaman dilimindeki gelişmeleri babamın hayatından kesitler sunarak anlatmaya çalışaçağım.

80 ihtilali ve aile birleşimi, onun ortaya koyduğu yeni ve kalıcı sorunlarla yapılan mücadeleyi ve Avrupa’daki Türk toplumunun örgütlenmesi konusunda sizleri bilgilemdirmeyi arzu ediyorum.

90’lı yıllar ve Avrupa’daki Türk toplumun uyum sorunları, eğitimde, siyasette ve girişimcılkte geldiği noktayı anlattıktan sonra, konuşmamı 2000’li yıllarda gelinen son durumu ve bundan sonra neler olması gerektiğini belirterek toparlamak istiyorum.



Saygı değer katılımcılar, birinci kuşağın Hollanda serüveni 1964 yılında başlar. Hollanda Konsolosluğu Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumu ile birlikte ortak bir çalışma yaparak Hollanda'nın istediği işçileri seçerler. Hollandalı işverenler özellikleri genç, sağlıklı ve okuma yazma bilmeyenleri tercih ederler. Çünkü burda ağır ve pis işleri yapabilecek insanlardır bunlar. Manidardır, Hollanda Türkiye’den misafir işçi istediği zaman, Hollanda'da yaklaşık 100.000 işsiz vardı. Yerliler pis ve ağır işlerde çalışmak istemediklerinden dışardan misafir işçi getirmek durumda kalmışlar. Gelen işçiler de 2 yıl çalışıp bir traktör almak veya bir işyeri açıp biran önce dönmeyi hayal etmişler ama olmamış.

Benim babam davetsiz gidenlerden. 1968’de yola çıkar. Yozgat'lı Saso, babam gibileri toplar ve onlara turist pasaportu aldırır, yol paralarını ellerinden alır ve İstanbul'da kayıplara karışır. Tıpkı Şener Şeni’in ‘Banker Bilo’ filimindeki gibi. Babam tekrar köye döner, bir kaç koyun satar, biraz da borçlanır ve tekrar yola düşer. Sirkeci’den trene biner. Yolculuk iyi geçmektedir. Yugoslavya’nın bir yerinde tren durur. Babam su şişesini doldurmak ister. Fakat tren hareket etmiştir. Koşar kapısından yapışır tren istasyona yaklaşırken biri görür ve treni durdurur. Donmak üzere imiş. Avusturya Viyana’ya gelir. Orada çayır biçer ve iyi para kazanır. Daha fazla kazanıp bir traktör ve 50 köyün parası biriktirmek için akrabaların aracılığı ile Hollanda'daya gelir. Traktör parasını da kazanır, 50 köyün parasınıda ama önüne yeni hedefler koyar. ‘Hele oğulum da Üniversitesi bitirsin’ der ama dönemez.



Saygı değer katılımcılar,

Bu ve buna benzer çok hikaye var. Birinci generasyon dönemedi. 1980 ihtilali Avrupa’daki Türkler’in dönüm noktasıdır. İhtilalle birlikte en hızlı aile birleşmesi yaşanmıştır. Artık Avrupa’da yaşayan Türk toplumu örgütlenmeye başlamıştır. Daha doğrusu, Türkiye’den üniversite ve liselerden gelen bilgili ve örgütlenmeyi bilen insanlar, Avrupa’daki Türk toplumunu örgütlemişlerdir. Bunun yanısıra Avrupalılar da Türkler’in kalıcı olduğunu görüp uyum için yüksek bütçeler ayırmışlardır. Hollanda'da hükümetin isteği üzerine, dünya görüşleri farklı olan 9 Federasyon bir araya gelerek, Hollanda hükümetinin resmi danışma kurulunu oluşturmuşlardır. Bu oluşum aynı zamanda Türkler’in siyaset arenasında ve eğitimde önünü açmıştır. İlk Türk kökenli Belediye Meclis Üyesi, benim bulunduğum bölgeden Rotterdam'ın Charlois ilçesinden 1986 yılında seçilmiştir.



Bu durum 90’lı yılların sonunda ve ve 2000’li yılların başında, Avrupa Türk toplumu Avrupa’nın, üniversitelerinde, parlementolarında ticaret odalarında yani hayatın her katmanında yerini almıştır. 2000’li yılların başlarında, Hollanda parlementosunda çeşitli partilerden 5 Milletvekili, İl genel Meclisleri’nde 12 üye, 230 Belediye Meclis Üyesi, Belediye Başkan Yardımcıları ve bir de Devlet Bakanı çıkmıştır aramızdan.



Değerli katılımcılar,

Bilindiği üzere, Avrupa’daki Türkler, vatanları ile bağlarını hep sıkı tutmuşlardır. Türkiye’de birinin ayağına diken batsa, başta bizim canımız acır. Türkiye’de alınan kararlar da bizi birebir etkiler. Bir zaman dünyanın en pahalı pasaportunu taşımak zorunda kaldık. Askerlik çok büyük bir sorundu çok sayıda gencimiz vatandaslıkan çıkmak zorunda kaldı. Şükür bunlar çözüldü.

Şu anda Hollanda parlementosunda 6 Turk kokenli milletvekili var, 5 İl Genel Meclisi üyesi var. 150’yi aşan Belediye Meclis Üyemiz var. Belediye Baskan Yardımcılarımız var. Bunun yanında geçlerimizin yuzde 10’u diploma almadan okullarını terk ediyor. Gençlerimizin yüzde kırkı üniversitelerde eğitim görüyor ama çesitli nedenlerden dolayı, geçlerimizdeki işsizlik oranı yüzde 18. Bu oran Hollandalılarda yüzde sekiz. Tabii ki bu sorunları da aşacağız. Yeter ki biz yönümüzü yaşadığımız ülkeye dönelim. Burada ortak sorunlar cercevesinde birbirimizin dünya görüşünne saygi göstererek çözüm üretelim.



İznizle tekrar birinci kuşağa dönüp konuşmamı toparlıyorum. Bu insanlar tüm yatırımlarını vatanlarına yaptılar. Bu insanların paraları vatanımızdaki yakınları veya yöneticiler ve holdingler tarafından mağdur edildiler.

Hollanda hükümeti, Rotterdam'ın göbeğine bir göçmen işçi anıtı diktirerek tüm ilk kuşağa teşekkür etti.

Babam ölmeden Sirkeci’de tren garının etrafında bir yere, mahellenin kültürel yapısına uygun bir anıt yapılıp bu insanlara bir teşekkür edilmesini arzu ediyoruz.

Avrupa’daki Türk toplumu, Avrupa’nın bir parçası olmuştur. Bulunduğu ülkenin dilini en az bir Avrupalı gibi konuşması gerekir. Haklarını ve sorumluklarnı iyi bilmelidir. Hayatın her katmanında yerini almalıdır. Türk hükümetlerinin Avrupalı Türkler’in hayatını kolaylaştırmak için istişare içinde elinden geleni yapmalıdır. Avrupalı Türkler, Avrupa’da siyaset yapmalıdır. Türkiye hükümetleri hangi görüşte olursa olsun, Avrupalı Türkler’e eşit mesafade durmalıdır. Bizler bulunduğumuz ülkelerde güçlü olduğumuz taktirde ülkemize daha faydalı olabiliriz.

Hepinizi Saygı ile selamlıyorum.

Avrupa Parlamentosu eski milletvekili Emine Bozkurt da ingilizce bir konuşma yaptı.

Bozkurt, göçmen işçilerin sosyal güvenlik hakları konusunda yıllardır yoğun çaba sarf ettiğini belirterek, AB ülkelerinde canını dişine takarak çalışmış Türk vatandaşlarının büyük mücadele vererek kazanmış oldukları haklarında bir geriye gidişin olmamasının kendisinin çok önem verdiği bir konu olduğunu ifade etti. Avrupa’da çalışan Türk işçilerinin ve ailelerinin hakları, temelini AB-Türkiye Ortaklık Anlaşması’ndan aldığı için, bu anlaşmadan kaynaklanan hakların korunmasını isteyen Bozkurt, “Şimdi 500 milyon AB vatandaşını temsil eden Avrupa Parlamentosu’nun da bu konuda desteğinin alınmış olması, göçmen işçilerin sahip oldukları hakların geri alınmaması konusunda üye devletlere güçlü bir mesaj vermektedir. Avrupa’daki Türk vatandaşı işçilerin sosyal güvenlik hakları mücadelesi, pek çok kulvarda verilmesi gereken çetrefilli bir mücadeledir. Bugünkü gibi olumlu adımlar sonuca ulaşmada son derece önemlidir” ifadesini kullandı.

*****

İlhan KARAÇAY’ın analizi:

Hollanda Türk diasporası içinde neler oluyor?

Türk Sivil Toplum Kuruluşları, İşadamları ve medya arasındaki çatışmanın nedeni nedir?

Bir süredir pek çok okurum ve dostum, ‘Hollanda’da yaşanan son gelişmeleri neden yazmıyorsun?’ diye soruyorlar.

‘Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları, İsadamları ve medya arasındaki çatışmanın nedenini araştır ve yaz’ diyorlar.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Aslında ‘Türk diasporası’ deyimine başından beri karşıyımdır. Zira, diasporanın asıl anlamı şudur: Ülkesinden siyasi nedenlerle göçe zorlanmış olanlar.

Eee, bizim ülkemizden hiç kimse siyasi bakımdan göçe zorlanmadığına göre, bizim yurtdışındaki toplumlarımıza neden diaspora diyelim ki?

Ne var ki, bu deyimi artık Başbakanlarımız ve Bakanlarımız da benimsediğine göre, bize düşen de bu deyimi kabullenmek olur.

Şimdi gelelim asıl konularımıza:

Hollanda’daki Türkler arasında, daha doğrusu bazı Türk kuruluşları arasında bir sürtüşme sürüp gitmektedir. Geçen ayki bültenimde belirtmiş olduğum gibi, önce bir ‘Üst Kurul’ kurma rekabeti başlamıştı. Devletimizin bilgisi dahilinde kurulmuş olan bir ‘Üst Kurul’ var ama, şimdilerde o Üst Kurul dahil, birkaç kuruluş, yeni kurulması özlenen yeni ve değişik bir Üst Kurul için birbirleriyle yarışa girmişlerdir.

Bu konuda bilen ve bilmeyen çok kişi ahkam kesmektedir. Kaldı ki konunun ana hatlarını çok açık ve samimi bir şekilde dile getirmiştim.

Bu konudaki tartışma ve planlar uzunca süreceğe benziyor.



Bu konuyu müteakip, İstanbul’da yapılan DEİK toplantısına giden Hollandalı Türk üyeler, DEİK’in eski Avrupa Başkanı Turgut Torunoğulları’nı yüzüstü bıraktılar. Bu konuda Yavuz Nüfel esprili bir yorum yazmıştı. Turgut Torunoğuulları’nın bu kez başkanlığa seçilemeyişinin ardında, Türk STK’ları ile bazı işadamlarının rolü olduğu söyleniyor.

Son günlerin en önemli ve ciddi tartışması ise, yine STK’lar içinde yaşanıyor.

Konu, terörü lanetleme konusuydu. Türkiye’de patlayan ve yüzlerce cana malolan patlamalardan sonra, Brüksel’de patlayan bombalar dünya gündemine oturmuştu. Türkiye ve Türkler ile Avrupalılar arasında ‘Seninki can da, benimki patlıcan mı?’ tartışması başlamıştı.

Hollanda’da aktif olan bazı kuruluşlar Brüksel’deki terör saldırıları sonrası bir araya gelerek her türlü terörü lanetleyen bir ortak bildiri yayınladılar. Bildirinin hazırlanma sürecinde ülke çapında aktif olan tüm federasyon ve kurumlar davet edildikleri halde, ne bildirinin hazırlanmasına katkıda bulundular ne de toplantıya katıldılar. Bazıları çağrılara cevap verme zahmetinde bile bulunmadılar.

Hal böyleyken bildiriden 1 hafta sonra bazı yayın organlarında bildiriye imza atan kuruluşlardan CPD’ye ve onun başkanı Emin Ateş’e ağır suçlamalar yöneltildi. Suçlamanın gerekçesi, bildirinin altında FED-KOM ve KOMKAR gibi terör örgütü PKK ile ilişkilendirilen örgütlerin de imza atmış olmasıdır. Ancak bildiriyi okuyan aklı selim herkes eleştirilerin maksadının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu görecektir.

“Terör bir insanlık suçudur” başlıklı bildiride terör, hangi gerekçeyle olursa olsun lanetlenmektedir. Sanki sadece Brüksel saldırıları lanetlenmiş algısı yaratmak art niyetten başka bir şey değildir. Brüksel saldırısı en aktüel saldırı olduğu için bildirinin giriş kısmını oluşturmuştur. Bildiriyi okuyanlar (Altta Türkçe ve orijinal Hollandacasını yayınlıyorum), genel anlamda terörün kınandığını göreceklerdir. Böylesi bir içeriği olan bir bildiriye imza atanları eleştirmek her bakımdan anlaşılır bir durum değildir. Aslında eleştiri değil, takdir edilmesi gereken bir tavırdır yapılan. Zira her türlü terörü reddedip kınayan bir bildiriye terörle ilişkilendirilen kuruluşların da imza koyması bir kazançtır. Bunu anlayamayanlar yayın organları ve haber portallarındaki yayınları ile kutuplaşmaya çanak tuttuklarının farkında olamadılar.

Hele bazıları vardı ki, İsimlerini burada zikretmek istemediğim, Hollanda’daki Türk toplumuna yıllarca çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmuş insanlarımıza kara leke çalmaya çalıştılar. Kara leke çalmakla kalmayıp aşırı iftiralarda bulundular.

Dostum Yavuz Nufel’in kaleme aldığı bir yorumu çarpıtarak, alladılar, pulladılar ve acımasızca saldırgan bir rol aldılar.

Bu konuları muhatapların hemen hemen tamamı ile konştum. Bir muhatap, ‘Bana yazarlık teklif ettiler. Yoğun işlerim nedeniyle kabul etmeyince bozuldular. Daha sonra bir başka yayın organına ayda bir defa yazdığım için kızdılar ve aleyhime yayın yapma fırsatı kolladılar’ dedi.

Bir başka muhatap telefonda, ‘Benim Federasyon’umu 2 dernekli Federasyon olarak aşağılıyorlar. Bir zamanlar 64 derneği çatımız altında toplamıştık. O günler çabuk unutuldu ve bizi şu anda gereksiz bir Federasyon gibi göstermeye çalışıyorlar’ dedi.

Önemli muhataplardan biri de, ‘Yayınladığımız bildirinin altına imza atan bazı kuruluşların PKK yandaşı oldukları belirtilerek bildirinin içeriği de aşağılanıyor. Kaldı ki o bildiriyi biz istediğimiz gibi yazdık, bazılarınca tasvip edilmeyen kuruluşlar da altına imzalarını attılar.’ diye konuştu.

Bir başka muhatap, ‘Ne diyeyim vallahi, eline kalem alan değil, önünde tuş gören herkes şimdi yazmaya başladı. Birden bire yazarlar takımı türedi. Geçmişine bakmayan bu yazar takımı şimdi bize çamur atma yarışında.’ diye kızgın konuştu.

Muhatapların ortak görüşleri ise şöyleydi:

‘Amaçları bir Kürt devleti kurmak olsa da, uzun yıllar Almanya'da kaçak yaşayan ve AK Parti tarafından Turkiye'ye törenle getirilen Kemal Burkay gibi silahlı mücadeleye karşı kişiler ile temasta olmak suç mu? Bu gibi adamlar ile terörü lanetlemek suç mu?

Durumu ve ortamı tam olarak kavrayamayanlar önüne gelene ve haliyle bize saldırıyorlar. Ayıptır ve günahtır. Hollanda’daki Türk toplumuna her konuda hizmet eden ve hizmet etmeye devam edecek olan kuruluşları batırmak hiç kimseye bir kazanç sağlamaz. Aksine, Türk toplumunun önü tıkanmış olur.’

Çok uzun olacak ve de bazı meslektaşlarımı üzecek olan aşağıdaki görüşü de yazıma eklemek istiyorum.

Bir STK temsilcisi olan ve bildirinin hazırlanmasında büyük payı olan bu arkadaşın kimliğini de açıklamıyorum.

STK temsicisinin görüşü şöyle:

Milleti aptal sanmasınlar, işkembeden atmasınlar...

‘Hollanda’da yaşanan ve STK’ların merkezinde olduğu üzücü gelişmelerin her haliyle, kişisel bir kavganın uzantısı olduğu açıkca sırıtmaktadır. Hal böyleyken, bazı internet gazetelerinin yayın yönetmenleri ve köşe yazarlarının bu kirli oyuna alet olmaları da Hollanda Türk medyası açısından utanç vericidir. Özellikle yıllardır dürüst gazetecilik yaptığına inanılan isimlerin birilerine duydukları ‘kin’ yüzünden Hollanda Türk toplumunu yönlendirmeye çalışmaları son derece etik dışıdır.

Kimse kusura bakmasın. Hollanda Türk halkının sağduyusu sağlamdır. Üç, dört gündür Hollanda Türkçe medyasına yansıyan gelişmeler, geçen hafta sonu İstanbul’daki DEIK seçimlerinde yaşanan nahoş hareteklerin Hollanda’da devamıdır. Kimse Hollanda Türk halkını aptal yerine koymasın. Hollanda’da aklıselim olayların öncesini, yaşanışını ve devamında neler olduğunun farkındadır.

Meydan boş değildir beyler. Kimse öyle işkembeden atmasın. Ismarlama haber yapmasın. Masa başında senaryolar üretip köşesinde bunları olmuş gibi yazmaya kalkmasın. Birileri çıkar, bunların hepsini altüst eder ve yıllarca kazandığınız gazetecilik itibarınızı yer ile yeksan eder.

Bildiri bahane, ya okumadılar ya da art niyetliler…

Durup, dururken ‘Terör bir insanlık suçudur’ başlığı ile geçtiğimiz günlerde çeşitli kuruluşlar tarafından imzalanıp medyaya dağıtılan bildirinin bahene edilerek, bir kurum üzerine gidilmesi de DEIK seçimleri kavgasının bir uzantısıdır. Ya bildirinin içeriğini anlamadılar veya okumadılar ya da art niyetle hedef aldıkları kişiyi vurmak ve yıpratmak için bir kurum ‘CPD’ üzerinden savaş yürütüyorlar. CPD üzerinden HOTIAD vurulmak isteniyor. Bu çok açık ve net bir şekilde sırıtıyor.

Sorumluluk almayan STK’lar…

Hollanda’nın ırkçı ve yabancı düşmanı partisi PVV başkanı Wilders’in Brüksel terör olayları ve hemen sonra ‘müslümanlar sınır dışı edilsin’, ‘sınırlar kapatılsın’gibi açıklamalarından da hareketle Hollandaca bir basın bildirisi hazırlanıyor. HTIB başkanı Mustafa Ayrancı Hollanda genelinde bir çok sağ ve sol STK’ları arayarak bir toplantıya davete diyor. Hepsi ‘tamam geleceğiz, ya da Amsterdam’daki temsilcimizi göndereceğiz’ sözü vermelerine rağmen, muhafazakar kesimideki STK’ların çoğu toplantıya katılmıyor. Toplantı esanasında da telefonlara çıkmıyorlar. Bildiri yayınlanıyor ve sonra biz o toplantıda filan kuruluş vardı da onun için gelmedik diye açıklama yapıyor. Bu nasıl bir mantık. Bu nasıl bir sorumluluk. Bu resmen kaypaklık.

Bildiri tam bir diplomasi ürünüdür…

Bir bildirinin, hem de çok imzalı, farklı kesimlerin olurunu alarak hazırlanan bir bildirinin ne kadar zor olduğunu bu işi bilenler bilir. Bazen bir cümle, bir kelime üzerinde saatlerce tartışılır. Silinir, tekrar yazılır. Son bildiri de öyle oldu. Tam bir dilplomasi yaşandı. Belki beş, altı kez bildiri metni değiştirildi. Uzmanlardan, akil kişilerden görüş alındı. Bir çok kişinin katkısıyla o bildiri yani ‘Terör bir insanlık suçudur’ bildirisi yayınlandı. Şimdi mangalda kül bırakmayanlar, o zorlu dilpomaside verilen mücadeleyi nerden bilsinler. Masa başında, alınları terlemeden, kolayca eleştiriyorlar. El insaf.

İlginç bir olay…

Bildirinin hazırlandığı toplantı esnasında, müslüman kuruluş temsilcilerinin orada olmayışları üzerine, toplantıya katılan sol STK temsilcisi şunları söyledi: ‘Wilders’in açıklamasına baksınlar, ilk hedef müslümanlar, camiler, ilk saldırı bu mekanlara yapılacak, biz bir derneğiz, bize sıra en son gelir. Ama tehdidin direk hedefi olan mülslüman kuruluşlar burada yoklar. Bu anlaşılır bir şey değil’.

Haksız mı? Irkçılar Hollanda’da camilere yakıcı aletlerle, cami bahçesine bilmem ne kafası bırakarak, duvarlarına ırkçı yazılar yazarak müslümanlara saldırmıyorlar mı? Bu gaflet niye?’

Şimdi gelelim bildirinin içeriğine.

Aşağıda orijinal Hollandacası ve Türkçesini bulacağınız bildiriye imza atmayacak olan bir tek kişinin çıkacağını sanmıyorum. Buna rağmen, ‘Bu bildirinin altında şu yaramaz adamın da imzası var’ diye karşı çıkanlara da hayret etmemek elde değil.

İşte orijinal bildirinin Hollandacası:

Terreur is misdaad tegen mensheid

Door aanslagen op het vliegveld Zaventem en op metrostation Maalbeek in Brussel zijn meer dan 30 mensen om het leven gekomen en honderden mensen gewond geraakt. Bovendien werd het openbare leven door deze aanslagen volledig ontwricht.

De aanslag in Brussel volgde op eerder aanslagen in onder meer Madrid, Londen, Parijs, Ankara en Istanbul.

Mensen die onderweg naar huis of naar hun werk waren, mensen die aan het winkelen waren, een concert bijwoonden of gewoon aan het slenteren waren, werden slachtoffers van gruwelijke daden van doorgaans zelfmoordterroristen. Terroristen trachten hun moordzuchtige fantasieën verwezenlijken door het zaaien van angst en vijandschap. Zij willen bevolkingsgroepen tegen elkaar opzetten en hopen dat hun boodschap van haat en onverdraagzaamheid in steeds bredere kringen de harten van medeburgers vergiftigt. Het antwoord daarop is dat wij eensgezind de waarden van onze open, democratische samenleving hooghouden. Wij hopen dat een ieder zich zal onthouden van het aanwijzen van zondebokken of het maken van inbreuk op de mensenrechten.

De organisaties van migranten uit Turkije in Nederland veroordelen deze laffe daden met afschuw. Wij leven mee met het Belgische volk. Onze gedachten gaan uit naar de slachtoffers en de nabestaanden.

Wij beschouwen het terrorisme, op welke grond dan ook, als een misdaad tegen de mensheid, waar ook ter wereld. Door het terrorisme worden de samenlevingen ontwricht, bevolkingsgroepen tegen elkaar opgezet, mensen angst en schrik aangejaagd en een fatsoenlijk leven ontnomen. Wij vinden dan ook dat elk beschaafd individu zich tegen elke vorm van terreur stelling hoort te nemen.

We roepen al onze landgenoten op onze godsdienst niet te laten kapen, de harten van onze kinderen niet te laten ontvreemden en niet toe laten dat vijandschap wordt gezaaid tussen ons en andere Europeanen. Wij zijn niet verantwoordelijk voor de wandaden van extremisten die zich onze godsdienst proberen toe te eigenen, maar wij nemen wel verantwoordelijkheid voor de weerbaarheid van de Nederlandse samenleving tegen extremisme en terrorisme.

Wij roepen middels deze weg een ieder op om met grotere eensgezindheid dan voorheen stelling te nemen tegen alle vormen van terrorisme, waar en tegen wie dan ook! Terroristen die in het ene land aanslagen plegen mogen niet in andere landen de gelegenheid krijgen zich te hergroeperen. Wij roepen hen ook op om alle vormen van steun zowel direct als indirect stop te zetten. Alleen dan is het mogelijk terrorisme met succes te bestrijden.

Wij zijn tenslotte van mening: Krachten te bundelen ter voorkoming van haat, terreur, oorlogsgeweld, agressie en pesterijen;

Om zo met elkaar samen een samenleving op te bouwen waar meer vrede is, waar angst verdwijnt en waar geen haat kan wortelen.

Namens de ondergetekende organisaties,

Mustafa Ayranci

CPD Centrum voor het Publieke Debat, DSDF Federatie van Sociaal Democratische Verenigingen, FED-KOM Federatie Koerden in Nederland, HAK.DER Federatie van Alevitische Verenigingen in Nederland, HOTIAD Nederlands-Turkse Ondernemingsvereniging, HTIB Turkse Arbeidersvereniging in Nederland , HTIKB Nederlandse Unie van Turks-Islamitische Organisaties , HTKB Turkse Vrouwen Vereniging in Nederland , H.T.S.K.F. Federatie van Turkse Sport en Cultuur in Nederland, KOMKAR Koerdische Arbeiders Unie, TOF Stichting Turkse Ouderen Federatie, Turkevi Gemeenschap

Bu da bildirinin Türkçesi:

Terör insanlığa karşı işlenen bir suçtur

Brüksel Zaventem Havaalanına ve Maalbeek metro istasyonuna yapılan bombalı saldırılarda 30’dan fazla insan öldü ve yüzlerce insan yaralandı. Bunun yanısıra bu saldırılarla insanların yaşamı altüst oldu.

Brükseldeki saldırı, daha önceki Madrid, Londra, Paris, Ankara ve İstanbul saldırılarının devamıdır.

Evine giden veya işine giden, alış verişe giden veya bir konser için yolda olan veya sadece dolaşmaya çıkmış insanlar, intihar teröristlerinin hunharca cinayetlerinin kurbanı oldular. İnsanları katletmeye susamış teröristler, canice hayallerini korku ve düşmanlık saçarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Teröristler saldırıları yaptıkları ülkelerdeki insanları birbirlerine düşürerek, nefret ve tahammülsüzlük mesajlarını yayarak tüm vatandaşlarımızın vicdanlarını gittikçe zehirlemek istiyorlar. Buna verilecek en iyi cevap açık ve demokratik yaşamımızın yüksek değerlerine hep birlikte sarılmak ve onları yaşatmaktır. Ümid ediyoruz ki, herkes birilerini günah keçisi gösterme veya insan haklarını çiğnemeye yol açacak davranışlardan uzak durur.

Türkiye’den gelen göçmen kuruluşları olarak, bu alçakca eylemleri şiddetle telin ediyoruz.

Belçika halkına ve kurbanların aile ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

Hangi nedenle olursa olsun terörizmi dünyanın her yerinde bir insanlık suçu olarak görüyoruz.

Terör yüzünden hayatlar kararıyor, insanlar birbirlerine karşı düşmanlaşıyor, içlerine korku doluyor ve düzgün yaşam hakları ellerinden alınıyor. Biz, medeni insanların terörün her türlüsüne karşı çıkmasını bekliyoruz.

Vatandaşlarımıza çağrımız; dinimizi başkalarının rehin almasına izin vermeyelim, çocuklarımızın kalplerinin yabancılaşmasına ve bizler ve diğer Avrupalılarla aramıza düşmanlık tohumları ekilmesine engel olalım. Dinimizi kendi emellerine alet eden aşırı gurupların zulmünden bizler sorumlu tutulamayız. Ancak, radikallik ve terörizmle mücadelede bizler de üzerimize düşeni yapmaktan kaçınmamalıyız.

Bu bildiriyle herkesi şimdiye kadar olandan çok daha büyük bir birliktelikle ve tek ses olarak, nerede ve kime karşı olursa olsun terörün her türlüsüne karşı çıkmaya davet ediyoruz!

Bir ülkede saldırılar yapan teröristlerin, başka bir ülkede toplanıp tekrar organize olmalarına izin verilmemelidir!

Bu nedenle teröre, doğrudan veya dolaylı her türlü desteğin derhal durdurulması çağrısını yapıyoruz. Ancak bu şekilde terörle mücadele başarılı olacaktır.

İnancımız şudur ki: Nefret, terör, savaş şiddeti, saldırı ve kötülüklere karşı kuvvetlerimizi birleştirmeliyiz;

Ancak bu birliktelikle korkunun yok olduğu, nefretin kök salamayacağı barış dolu bir yaşam kurabiliriz

Aşağıdaki kururluşlar adına,

Mustafa Ayranci.

CPD Centrum voor het Publieke Debat, DSDF Federatie van Sociaal Democratische Verenigingen,FED-KOM Federatie Koerden in Nederland, HAK.DER Federatie van Alevitische Verenigingen in Nederland, HOTIAD Nederlands-Turkse Ondernemingsvereniging, HTIB Turkse Arbeidersvereniging in Nederland , HTIKB Nederlandse Unie van Turks-Islamitische Organisaties, HTKB Turkse Vrouwen Vereniging in Nederland , H.T.S.K.F. Federatie van Turkse Sport en Cultuur in Nederland, KOMKAR Koerdische Arbeiders Unie, TOF Stichting Turkse Ouderen Federatie, Turkevi Gemeenschap

*****

İlhan KARAÇAY yazdı…

Neden kavgacı bir toplum olduk?

Sevgili, değerli ve de anlayışlı okurlarım / dostlarım,

Belki, sayısı çok az da olsa, içinizden bazıları, benim bu sesleniş tarzıma itiraz edecektir.

Hollanda’ya ilk geldiğim 1967 yılında Türkler’in sayısı 20 bin kadardı.

Gazeteci etiketim ile dolaştığım Hollanda’da hemen hemen tüm yurttaşlarımı tanıma fırsatım oldu. Yurttaşlarımın sosyal, kültürel ve sportif dernekleşmelerinin tamamına şahit oldum, yardım ettim, yazdım ve yayınladım.

Birbirimizi ne kadar çok seviyorduk bilseniz…

Sonra ne mi oldu?

Hiiiç !

Sayımız 100 bini geçti, derneklerimiz çoğaldı ve hatta federasyonlarımız kurulmaya başlandı.

Çok kötü siyasi çekişmelerin yaşandığı 1970-1980 dönemini yaşamamıza rağmen, sağcısı, solcusu, futbolcusu ile birbirimizi seven ve saygı duyan bireyler olmaktan vazgeçmedik.

Sayımız 400 bine geldiği zaman da önemli bir değişiklik olmadı.

Ama ne var ki, sayımız, ikamet izni olmayanlar ve ilticacılar ile birlikte 500 bini geçince, Hollanda’daki yurttaşlarımız arasında bir sürtüşme başladı.

Naçizane şahsım, sağcısı, solcusu, futbolcusu, dincisi ve dinsizi ile hep diyalog içinde oldum.

Hiç kimseye düşmanlık beslemedim ve bana düşmanca tavır alanlar ile konuşurken ve yazışırken hep ‘Kardeşim, dostum’ sıfatını başta söylemeye çalıştım.

Şimdilerde ise birbirimize saygı duymaz bir hale geldik. Özellikle Türkiye’deki siyaset uğruna buralarda kavgalar başladı. Tabii ki ‘post kapma’ sevdası bu gelişmenin baş faktörü oldu. Bir baktınız, sosyal demokrat görüşlü bir adam sağ görüşlü partiye bel bağladı, bir de baktınız ki bunun tam tersi oldu.

Görüş ayrılığı ve hatta çekişme aynı parti içinde faaliyet gösterenler arasında da yaşanmaya başlandı. İnsanlar birbirlerini suçlamaya başladı.

Sivil Toplum Kuruluşları STK’lar arasında menfaat rekabeti başladı.

Aynı durum medya içinde de boy gösterdi.

Kaldı ki, 1967 ve sonrasında şahsım (Hürriyet), Şadi Tatlı (Tercüman) ve Kamuran Sümercan (Milliyet) rakip olmamıza rağmen hep birlikte hareket ettik. Türk toplumu için yararlı yayınları paylaştık. Hürriyet (Liberal), Tercüman (sağcı) ve Milliyet (Sosyal Demokrat) politikasıyla yayın yapıyordu ama, biz 3 meslektaş asgari müştereklerde hep haber paylaşıyorduk.

Ne yazık ki şimdilerde o meslek dayanışmasını göremiyoruz.

Bunun nedenlerinden biri, sosyal medyanın doğuşudur.

Önünde tuş bulan yazar ve çizer oldu. Yazar ve çizer olmayı bırakın, yıllarca gazetecilik yapan bizleri de beğenmez yazılar yayınlamaya başladılar.

Ben şahsen, yazar çizer takımının çoğalmasından mutluluk duyarım. Ama sonradan olma yazar ve çizerlerden de, mesleğimize saygı beklerim.

Daha önce de yazmıştım: Her yazılı ve sözlü tartışmaya ‘Kardeş veya dost’ sıfatı ile başlarım. Bana yazanları ‘okur’ olarak kabul ettiğim için, onların görüşlerine saygı duyarım. Asma ne zamanki bu okur denen kişi saygı kurallarının dışına çıkar ve kudurursa, ona da ‘Kardeş’ ile başlayan cevap yazarım ve yanlışını belirtirim.

Çoğu, savunmalarımdan memnun kalır. ‘Sizi yanlış anladım, pardon’ der. Ama art niyetli olanlar saygısızlıklarını sürdürür.

Hollanda’daki son tartışma savaşı ‘Üst Kurul’ diyebileceğimiz bir ‘Akil Adamlar Komisyonu’nun kurulmak istenmesi aşamasında yaşandı. Bu konuda dostlarıma gereken bilgi ve nasihatları verdiğim halde, savaş durulmadı. Bu gidişle de duracağa benzemiyor. Tartışmalar düşmanlığa kadar uzandı.

Ben şimdi Mersin’deyim. 50 yıllık gazetecilik yorgunluğumu gideriyorum.

Ama yine de yazmadan olmuyor.

Bundan sonra ne yapacağım biliyor musunuz?

Hollanda’ya döndüğüm zaman, sözü edilen ‘Üst Kurul’ veya ‘Akil Adamlar Komisyonu’nu ben kuracağım. Tabii ki yanıma, siyasi, sosyal, kültürel ve sportif yönde çok ılımlı dostları alacağım. Ben kesinlikle görev almayacağım. Her zaman yaptığım gibi, sadece bir deneyimli gazeteci sifatıyla inisiyatifi ele alacağım ve arzulanan oluşumu gerçekleştireceğim.

Bunu yaparken, tabii ki Ankara’daki tüm siyasi partilerin desteğini de arkama alacağım.

Bekle beni Hollanda !!!

*****

AB yolundan geri dönüş yok



Amsterdam Tartışmaları’nın 46’ncısında, AB Türkiye ilişkileri tartışıldı.

Avrupa Parlamentosu’nda Hollanda’yı 10 yıl temsil eden ilk Türk kökenli milletvekili Emine Bozkurt’un misafir konuşmacı olarak katıldığı tartışmada, ilişkilerin tarihi seyri mercek altına alındı.

1963 yılında başlayan AB macerası, 2005 yılında üyelik sürecinin somut olarak başlamasıyla yeni bir boyut kazanmıştı. AB ile Türkiye arasında 35 fasıldan oluşan bir pazarlık süreci başlamış, ancak aradan geçen 11 yılın sonunda dişe dokunur bir ilerleme kaydedilememiştir. Süreç bazen üye ülkelerin ayak diretmesi bazen de Türkiye’deki iç politik gelişmeler yüzünden tıkanmaktadır. İşte, tam da pazarlıkların tıkandığı bir anda Avrupa’nın mülteci krizi sayesinde yeni bir gelişme oldu. Zira Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun krizi çözmek için Avrupa’ya sunduğu tekliflerden birisi pazarlıkların hızlandırılması idi. Bu da AB liderleri tarafından uzun müzakereler sonucu kabul edildi. Haliyle tıkanan sürecin yeniden ivme kazanması, teorik de olsa, mümkün oldu.

Emine Bozkurt milletvekili olarak 2005 yılındaki müzakereleri yakından takip ettiğini ve Avrupalı Türkler’in o günkü heyecanını büyük bir memnuniyetle takip ettiğini, hatta kendisinin de onlarla aynı heyecan içinde gelişmeleri takip ettiğini belirtti. Hem bazı ülkelerin tutumu hem Türkiye’deki bir takım politik gelişmeler hem de Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğine yönelik bir tabanın olmayışı süreci olumsuz etkiledi diyen Bozkurt, Türkiye’nin Avrupa’da çok politize edildiğini ve bu yüzden de sağduyulu hareket edilmediği söyledi.



Bozkurt, Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olmadığı, AB’nin de zaten pek istekli olmadığından hareketle artık bu sevdadan vazgeçilmesi gerektiği şeklindeki değerlendirmeye katılmadığını, artık bu yolun bir dönüşü olmadığını söyledi. Özel statülü üyelik fikirlerini de anlamsız bulduğunu söyleyen Bozkurt, Türkiye’nin zaten şu an Ankara Antlaşması, Gümrük Birliği üyeliği gibi bir çok ikili ilişki dolayısıyla özel bir statüsünün olduğunu, haliyle böyle bir teklifin bir anlamının olmadığını söyledi. Bozkurt’a göre bundan sonra yapılması gereken karşılıklı suçlamaları bırakıp fasılların hızla sonuca bağlanmasıdır.

Emine Bozkurt, diasporanın müzakerelere konu olmamasının bir kayıp olduğunu ve bunun diğer 35 fasıla ilave olarak 36. Fasıl olarak görülmesi gerektiğini söyledi. Bozkurt, hiçbir (aday) ülkenin böyle bir özelliği olmadığını, 5 milyona yakın nüfusa sahip Türk diasporasının bir çok bakımdan dikkate alınmak durumunda olduğunu söyledi. Onları hesaba katmadan göç ve güvenlik başta olmak üzere bir çok sorunun çözümünün mümkün olmadığını söyleyen Bozkurt, mülteci krizi konusunda Türkiye’nin daha etkin rol oynadığını belirtti. Bozkurt ayrıca, AB ile Türkiye arasında yapılan anlaşmayı mülteciler açısından olumlu bulmamasına rağmen, mevcut durumda daha iyi bir çözümün mümkün görülmediği söyledi.

Bozkurt son olarak hem AB’nin Türkiye’ye hem de Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olduğunu, bunun salt ekonomik değil, Türkiye’nin jeo stratejik konumu sebebiyle de gerekli olduğunu söyleyen Bozkurt, Türkiye’siz göç, güvenlik ve aşırılıklar gibi bir çok sorunun çözümünün mümkün olmayacağını söyledi.

Er is geen weg terug!

Tijdens het 46ste Amsterdam Debat is de relatie tussen de EU en Turkije in historisch perfectief aan de orde gekomen. Het eerste parlementslid met een Turkse komaf vanuit Nederland in het Europees Parlement Emine Bozkurt heeft dit debat ingeleid met een historische blik op de ontwikkelingen.

Turkije wacht sinds 1963 in de wachtkamer van de EU. Pas in 2005 heeft Turkije echter de deur op een kier gekregen. Helaas staat de deur na 11 jaar nog steeds op een kier. Soms gaat de deur iets open, maar heel vaak wordt hij dichtgeklapt door toedoen van sommige lidstaten. Ook de (politieke) ontwikkelingen in Turkije spelen hierbij een belangrijke rol. Nu, precies op het moment waarop men geen hoop meer had, lijkt daar een verandering in te komen, in elk geval theoretisch gezien, door de vluchtelingencrisis. Om het vluchtelingenprobleem van Europa op te lossen heeft Turkije een aantal voorstellen gedaan naar de EU. Een van de voorwaarden is het snel hervatten van de onderhandelingen. Omwille van eigen problemen hebben de EU-leiders inmiddels met het Turks voorstel ingestemd.

Emine Bozkurt begon haar inleiding met haar ervaringen tijdens het begin van de onderhandelingen in Brussel. Zij gaf aan dat zij als lid van het Europees Parlement namens Nederland met haar Turkse achtergrond het begin van de onderhandelingen in Brussel van dichtbij met veel plezier en vreugde meegemaakt heeft. Zij heeft ook gezien hoe enthousiast de Turken waren die uit alle delen van Europa naar Brussel waren gekomen om de ontwikkelingen van dichtbij mee te mogen maken. Volgens Bozkurt werden de onderhandelingen aanvankelijk vooral door Frankrijk en Cyprus verstoord puur voor electoraal en politiek gewin. Bozkurt vindt dat het ontbreken van de draagvlak in Europe ook een rol speelt bij de onderhandelingen. Politici zijn bang dat zij stemmen verliezen als zij openlijk voor de toetreding van Turkije zouden zijn, aldus Bozkurt.

Wat als Turkije niet meer bij de EU wil?

Op de stelling “Gezien het feit dat de EU enorm moeilijk doet tegen Turkije en telkens ‘smoesjes’ zoekt om het land buiten de EU te houden is er misschien verstandig dat Turkije afstand moet nemen van haar wens en een andere alternatief moet zoeken” reageert Bozkurt met de opmerking dat er geen 0-optie bestaat. Turkije is nauw verbonden met de EU door allerlei verdragen op uiteenlopende terreinen en er is geen weg meer terug, aldus Bozkurt. Het voorstel dat door sommige Europese leiders wordt genoemd om Turkije een aparte status binnen de EU te geven, vind Bozkurt dan ook niet relevant omdat Turkije deze status al lang heeft. Volgens Bozkurt moeten zowel Turkije als Europa serieus werk maken om door te gaan met de onderhandelingen zonder elkaar te beschuldigen.

Turkse diaspora als Hoofdstuk 36

Emine Bozkurt gaf ook aan dat zij het buitengewoon jammer vindt dat er geen aandacht voor de Turkse diaspora in de onderhandelingen is. Volgens haar hoort de Turkse diaspora als hoofdstuk 36 opgenomen te worden. Geen enkel (kandidaat) lidstaat heeft zo’n grote groep in de EU als Turkije. Met dit hoofdstuk kan Europa allerlei vraagstukken met betrekking tot migratie aanpakken, aldus Bozkurt.

Over het recente akkoord Tussen de EU en Turkije over de vluchtelingencrisis merkte Bozkurt op dat Turkije meer leiderschap heeft getoond dan Europa. Ondank het feit dat zij niet blij is met deze oplossing voor vluchtelingen vindt Bozkurt dat dat op dat moment de meest haalbare optie was, omdat Europa met deze crisis ook te maken heeft met het extremistisch geweld tegen zowel vluchtelingen als migranten en hun organisaties zoals moskeeën en verenigingen.

Tot slot gaf Bozkurt aan dat Turkije en Europa bij elkaar horen. Zij hebben elkaar nodig, niet alleen in economisch opzicht, maar ook geostrategisch. Zonder Turkije kan Europa huidige problemen op het gebied van migratie, veiligheid en extremisme niet bestrijden, aldus Bozkurt.

*****

Bülent Türker’den büyük fedakarlık…

Hollanda’nın Rotterdam şehrinde, hiç bir kişi ve kuruluştan yardım almadan kurulan ve gecen yıldan beri binlerce Türk ve Hollandalı’ya, Çanakkale’yi anlatan ‘Bülent Buğra Türker Çanakkale Barış Müzesi’ bu yıl özel olarak 23 ve 24 Nisan da çocuklar için özel gün düzenledi.



Müzeyi topluma kazandıran Bülent Türker yaptığı açıklamada şunları söyledi: ‘Çocuklara bu yıl özel ay yıldızlı bayrak ve balonlar, Atatürk bayrakları ve bir çok hediyeler yaptırdık. Ayrıca gelen çocuklara Çanakkale kitaplarını imzalayarak hediye olarak verdik. Bu kadar büyük ilgi olacağını beklemiyorduk.

Ayrıca 23 Nisan günü Radyo Deniz program yapımcısı Sibel Gökkuşağı ile sokak ve caddelerde ayrıca okullarda yüzlerce bayrak ve balon ile Atatürk bayrakları dağıttık Çocuklarımıza 23 Nisanı unutturmamalıyız. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya çocuklarına armağan ettiği bu güzel bayram, her çocuğun Türkiye ve ülke sevdasını arttırmaktadır. Hele hele yurt dışında bir çok şeyden mahrum olan bu çocuklarımıza sahip çıkmalıyız.



Müzemize 2 gün boyunca gelen çocuklar çok mutlu oldular. Hollanda’nın bir çok uzak şehirlerinden duyarlı annelerin gelmesi ve çocuklarını getirmesi, Hollandalıların da gelmesi bizi mutlu etti.



Müzemizde park sorunu olmadığı gibi, giriş ücretsiz , çay kahve ve ikramlar da ücretsiz dağıtılmakta. Ayrıca, her gelen çocuğa Türk ve Atatürk bayrakları, ay yıldızlı balonlar kitaplar ve müze ziyaret belgesi hediye olarak veriyoruz. Çocuklar bizim her şeyimiz.

Onlar Türkiyen’in geleceğidir. Bu iş gönül ve yürek işi. Bugüne kadar kimseden en ufak bir destek almadım. Dünyanın değişik yerlerinden topladığım obje ve malzemeleri vatandaşlarımıza anlatmak büyük bir zevk. Bu iş ten büyük haz duyuyorum . Çanakkale ve Türkiye sevdası olmadan bu iş olmaz’





*****

Amsterdam’da Erol Güngör’le Biyografi Okumaları

Yeni bir medeniyet tasavvuru için kültür tarimize yolculuk düşüncesiyle, Amsterdam merkezli Türkevi Topluluğu tarafından organize edilen "Biyografi Okumaları"nın ilki 29 Nisan Cuma günü gerçekleşti.





Amsterdam Türkevi’nde yapılan toplantıda; 20. yüzyıl Türk bilim alanında, -sosyal psikoloji’de- olduğu gibi, kültür, tarih ve medeniyet alanında da ortaya koymuş olduğu fikirlerle kendini kabul ettirmiş ve Türk düşüncesinde adeta bir ekol oluşturmuş Erol Güngör’ün hayatı, kişiliği, eserleri ele alındı.



Konuyla ilgili bir açıklama yapan Türkevi Topluluğu Başkanı Veyis Güngör: ‘Hem Erol Güngör’ün vefatının 33. yıldönümü vesilesiyle hem de uzun zamandır üzerinde çalıştığımız Amsterdam Biyografi Okumaları projesinin de startını vermiş olduk. 33 yıl önce çok genç yaşta aramızdan ayrılan fikir ve bilim adamı Erol Güngör'ü ilk defa 30 yıl önce 17 haziran 1986 yılında genç bir üniversite öğrencisi iken yine Amsterdam’da Hollanda Türk Dostluk Derneği’nde anlatmıştım. Yıllar sonra Erol hocayı tekrar anlatmaktan büyük bir heyecan duyacağımı ifade etmek isterim. Tabii ki olay sadece Erol Güngör’ün hayatını anlatmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda günümüz meselelerine de farklı yaklaşabilmeyi denemektir. Örneğin, tarih içinde farklı kültürlerle bir defa daha karşılaşan Avrupa müslümanları, yeni bir zihniyet geliştirebilecekler mi? Sorusuna da cevap aramaktır, Erol Güngör’ü okumak.

Zira 'düşünce veya zihniyet yenilikle gelişir; çünkü bugün müslümanlar zihne meydan okuyan yeni sorunlarla' uğraşmaktadırlar diyor Erol Güngör’.

Aylık devam eden “Amsterdam Tartışmaları” ve “Mesnevi Okumaları” etkinliklerine "Biyografi Okumaları"nı da ekleyen Türkevi Topluluğu, 20. Yüzyılda kültür ve medeniyet hayatımıza etki eden isimleri ele almaktadır.

Kültür ve medeniyetimizdeki şahsiyetlere ilgi duyanlar, info@turkevi.nl adresine müracaat edebilirler.

*****