Ahıska Türkleri - Feyzullah Budak - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Ahıska Türkleri - Feyzullah Budak
Tarih: 07.12.2008 > Kaç kez okundu? 6933

Paylaş


Ahıska Türklerini, Türkiye’de herkes az çok duymuştur. Çoğumuz, Stalin yönetimi zamanında yurtlarından sürülerek eski Sovyetler Birliği’nin çeşitli bölgelerine dağıtılmış olduklarını biliriz. Acaba onlara yaklaşık 60 yıldır yaşatılan ızdırabı layıkıyla ve ayrıntılarıyla biliyor muyuz? Ben bildiğimi sanırdım. Ta ki Orta Asya’da bir çok Ahıska Türk’ü ile görüşüp, yaşadıklarını kendilerinden dinleyinceye kadar. Burada, sürgün günlerini yaşamış pek çok Ahıskalı ile görüşüp, başlarından geçenleri kendi ağızlarından dinledikten sonra, bizim bildiklerimizin, onların yaşadıkları yanında ancak denizde damla kaldığını anladım.

Sürgün zamanından beri, birbirinden yüzlerce-binlerce kilometre uzak yerlerde yaşamış ve birbirlerini hiç görmemiş birçok yaşlı Ahıskalı’dan aynı olayları dinledim. Anlatılanları birbirleriyle muhakeme ettim. Dinlediklerimde hiçbir abartma olmadığını anladıktan sonra, onlara bu zulmü yapabilenlerin, dünyamıza insan suretinde gelebilmiş olmaları karşısında dehşete düştüm. Bırakınız uygulamayı, bir devlet yetkilisi, yönetimi altındaki insanlar için böyle bir zulmü nasıl planlayabilir? Bu hangi tür bir yüreğe, ne çeşit bir vicdana sığar? Çünkü bu sürgünü planlayıp icra edenler, sadece sürgüne gönderdiklerini değil, onların sülbünden gelen nesilleri de vatansız bırakarak, hiç bitmeyecek bir zulme tabi tutuyor.

Daha derine inmeden, önce olayın başlangıcına bir dönüş yapalım; Yıl 1944. Sovyetler Birliği’nde 20 yıldan beri Stalin’in despot yönetimi hüküm sürüyor. Ve Ahıska… Karadeniz ile Hazar Denizi’nin arasında, Karadeniz’e yakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kars vilayeti ile komşu ve hemen Kars’ın kuzeyinde şirin bir yurt parçası. Bu bölgedeki 200 köyde toplam 90 bin Türk yaşıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra çizilen sınırların hemen bir adım dışında kalmışlar. Ahıskalılar çalışkan, Ahıskalılar candan ve Ahıskalılar akıllı insanlar. Stalin için en kötü olanı ise, Ahıskalıların milliyet duygularından, örf ve adetlerinden hiç taviz vermeyen insanlar olması. Öyle ki, Sovyetler Birliği’nde yeniden düzenlenen kimlik kartlarının “Milliyeti” bölümüne “Türk” kelimesinin yazılmasında ısrar eden tek topluluk onlar. Yönetim tarafından “Milliyeti” sütununa “Azeri” veya “Gürcü” yazılan kimlikleri kabul etmiyorlar. Bir kabul etseler, önlerinde bir sürü kapılar açılacak, işleri de olacak, aşları da. Ama “özünü inkar etmiş kişiye başka bir şey gerekmez” diyorlar. Nitekim “Milliyeti” bölümünde “Türk” yazan kimliklerini alıyorlar da sonunda. Bir çok Ahıskalı, başlarından geçenleri anlatırken, “Milliyeti” bölümünde “Türk” yazan kimliklerini büyük bir iftiharla çıkarıp gösteriyor sohbetlerimizde.

Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının hemen yanıbaşında, ama Sovyetler Birliği dahilinde yaşayan böyle bir topluluk Stalin’i çok rahatsız ediyor ve Stalin soğuk bir sonbahar gününde kararını veriyor. 1944 yılının 14 Ekim günü, gece yarısından sonra Ahıska’nın 200 köyünde yaşayan toplam 90 bin insan, aynı dakikalarda kapılarını tekmeleyen Rus askerleri tarafından yataklarından kaldırılarak, birkaç saat içerisinde hayvan taşınmasına ait vagonlara doldurulup, gün ışımadan yola çıkartılıyor. Kendilerine bunun bir tedbir olduğu ve üç - dört gün içerisinde tekrar evlerine dönecekleri söyleniyor. Fakat gün ışığına çıkartılmadan hayvan vagonlarında devam eden yolculukları haftalar sürüyor. İçerisinde bulunulan şartların ağırlığına kışın soğuğu da eklenince ölümler başlıyor. Her ölümde vagonun kapısı açılıyor, Rus askerleri ölüyü sürükleyip dışarıya alıyor ve katar yoluna devam ediyor. İnsanlar ölülerin nerede kaldığını ve ne olduğunu bilmiyorlar. Bazı yerlerde birkaç vagon katardan çözülüp bırakılıyor, gerisi yola devam ediyor. Ana kalan vagonun içinde, evlat giden katarın. Ama bundan bile habersizler. Ana evladın nereye gittiğini bilmiyor, evlat ananın nerede kaldığını.

Benim kendileriyle görüştüğüm Ahıskalılar 1944 yılının Aralık ayı başında Kırgızistan’a indiriliyorlar. Ahıska’da kendi evlerine tekmeyle giren Rus askerleri, bu defa da Kırgızistan yerli halkının kapısını tekmeyle açıyor ve her evin bir odasını zorla göç ettirilen bu insanlardan bir kaçına veriyorlar. Bu evde birlikte yaşayacaklarını da emir buyurduktan sonra çekip gidiyorlar. Böyle bir ortamda nasıl yaşanabileceği ve dirlik- düzenliğin nasıl sağlanabileceği konusunda fazla söze gerek var mı? Bir odaya tıkıştırılan bu insanların kuru canlarından başka hiçbir şeyi, çoğunun üzerinde soğuk kış günlerine uygun elbisesi bile yok. Nitekim sürgün anından 1945 baharına kadar 90 bin Ahıskalıdan 30-35 bin kadarının öldüğü tahmin ediliyor.

Ahıska Türkleri çalışkan ve sebatlı insanlar. 1945 yılının baharında yeni hayatlarını kurmaya başlıyorlar. Birbirlerinden kopmuyorlar. Yeni Ahıska köyleri ve büyük şehirlerin hemen kenarında yeni Ahıska mahalleleri oluşturuyorlar. Fakat bu yerleşim şekli bir başka sorun yaratıyor ve bu defa da Ahıskalılara kendi mahallelerinin dışına çıkmak ve şehrin diğer mahallelerine geçmek yasaklanıyor. Bu çileyi de yıllarca çekiyor Ahıskalılar ve ancak 1953 yılında Stalin’in ölümünden sonra başlayan Kruşçev iktidarıyla birlikte biraz nefes almaya başlıyorlar.

Kruşçev, Ahıskalıların sürgün olayına da değindiği 4 Haziran 1956 tarihli nutkunda “Bu sürgünün hiçbir askeri gerekçesi olmadığını ve Türklere yöneltilen 2. Dünya Savaşında Almanlarla işbirliği suçlamasının, Stalin-vâri bir yalan olduğunu” ifade ediyor. Gorbaçov zamanında Literaturraya Gazetesinde yayınlanan bir yazıda ise “Sürgün edilen Türklerden onbinlercesinin hayvan katarlarındaki kötü şartlar ve çalışma kamplarındaki kırbaçlar altında hayatını kaybettiği, hayvan vagonlarına doldurularak Sibirya’ya, Urallar’a, Türkistan’a gönderilen Türkler’in buralardaki cebrî iş kamplarında köle işçi olarak çalıştırıldığı” belirtiliyor.

Kruşçev iktidarı dönemine rastlayan 1957 yılında Ahıskalılar dışında kalan Karaçay, Kalmuk, Çeçen ve Kabartay gibi diğer Kafkas Türk boylarının eski yurtlarına dönmeleri serbest bırakılıyor. Fakat Ahıskalıların yurdu Gürcistan topraklarına katılmış olduğu için (aslında daha temeldeki gerçek sebep; Ahıska Türkiye’ye sınır olduğu için) Ahıskalıların yurtlarına dönmelerine izin verilmiyor.

Ahıska’dan bu günkü Kırgızistan topraklarına sürgün edilen Türkler, diğer Ahıskalılara göre biraz daha şanslılar. Çünkü hiç değilse o zamandan beri burada kalabilmişler. Diğerleri gibi her üç-beş yılda yeni bir sürgüne tabi tutulmamışlar veya Sibirya’daki çalışma kamplarına düşmemişler.

Eski Sovyetler Birliği dahilindeki Türk boyları kendilerine has (Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur gibi) adlarla anılıyor. Sadece Ahıska’dan sürgün edilenler “Türk” adıyla tanınıyor. Sadece onlara “Türk” deniliyor ve Birlik vatandaşı olan birisine “Türk” deniliyorsa, bunun Ahıskalı olduğu anlaşılıyor. Çektikleri ızdıraplar karşılığında kazandıkları ve kazanmakla iftihar ettikleri tek şey bu. Eski Sovyetler Birliği’nin çok çeşitli yörelerine ve oldukça küçük gruplar halinde dağıtıldıktan sonra çoğalmaya devam ettikleri için. Ahıska Türklerinin bugün ulaştıkları nüfus miktarı kesin olarak bilinmiyor, ama yaklaşık 400 bin civarında oldukları tahmin ediliyor.

Şimdi bu insanların (özellikle bulundukları bölgede rahatsız olan) bir bölümü canını Türkiye’ye atmak ve böylece “Vatanım” diyebileceği bir toprağa kavuşmak mücadelesi içinde. Gerekli formaliteler Türkiye tarafından en mükemmel şekliyle tamamlansa bile bunların sayısının ancak onbinlerle ifade edilebileceğini zannediyorum. Bulgaristan’dan göçen 350 bin kişiye, Kuzey Irak’tan kaçan 500 bin kişiye bir günde kapıların açan Türkiye’nin bu insanlar için yapabileceği çok şey olmalı. Üstelik bu insanlar “Bizi bir gün, bir ay veya bir yıl içinde alın” da demiyorlar. “Yeterki alın, taş üstünde oturmaya razıyız” diyorlar. 60 yıllık bu tarihî çileden sonra bir vatana kavuşmak için beklenecek her türlü süreye razılar.

Onları siz de gördüğünüz yerde kucaklayınız, başınıza tac ediniz. Çünkü onlar, sizin de taşıdığınız “TÜRK” adının yaşaması için 60 yıldır bir ateş denizi ile boğuşuyorlar.

Kaynak: Orta Asya Mehtupları - Feyzullah Budak (Syf: 15-18)