İlhan KARAÇAY'dan Aralık Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan Aralık Bülteni
Tarih: 04.12.2015 > Kaç kez okundu? 2283

Paylaş


1- Kalp spazmından ölüyordum

2- Başbakan'a 'Vali çökmez' diyen Vali

3- Hollanda'nın imajı 1972'de zedelenmişti

4- Yurtdışındaki yurttaşlarımızın siyasi kutuplaşmaları tehlikeli bir hal aldı

5- Ankara'nın tanıdık siması Veyis Güngör, Hollanda'da büyük bir k esimin Başkan'ı

6-Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD, başarı ödülleri dağıttı

7- Saygı duruşu tartışması

8- Karmançorman triptik konusunu nihayet kısmen de olsa aydınlattık



KOCAMAN ADAM AĞLAR MI?

BÖYLESİ DOSTLARI VE SEVENLERİ OLURSA AĞLAR TABİİ !!!

İlginç bir kalp krizi gelişmesi...

Eşimi kalp muayenesine götürdüm, eve dönüşte ben kriz geçirdim

Önce, insana şaşkınlık verecek gelişmeyi yazayım

Sonra da ağlatan dostlarımı ve sevenlerimi...

Günlerden 23 Kasım Pazartesi.

Türkiye'ye otomobil ile çoktan yola çıkmış olmalıydım.

Ama eşimin bir kalp rahatsızlığı şüphesi üzerine, muayene için hastane 23 Kasım'a randevu vermişti.

Sırf bu nedenle ben de haliyle seyahatımı ertelemiştim.

O gün eşimin muayenesi için hastaneye gittik. Uzun bir araştırmadan sonra eşimde bir hastalık bulunmadı. Kardiyolog'un odasında sohbet ederken eşime, 'Benim gibi sağlıklıymışsın' dedim. Doktor güldü, Doktora ne kadar sağlıklı yaşadığımı, her gün bir saat 6 bin adım yürüdüğümü, dikkatli yediğimi, inek gibi sürekli yeşillik yediğimi anlattım. Doktor 'Güzel' demekle yetindi.

Eve geldiğimiz zaman, bahçede bir saatlik bir çalışma yaptım.

Sonra eşimle çay masasına oturduk.

Aaaa, o da ne?

Kalbimin üzerinde hafif bir sıkışma oldu. Koltuğa uzandım. İki dakika sonra geçti.

Eşim, 'Sen yukarı odana çık, pijamanı giy ve televizyonunu seyret' dedi.

Eee, emir yüksekten gelince denilenleri harfiyen yaptım.

Ama yatakta tevevizyon seyrederken, kalbimin üzerindeki baskı yeniden başladı.

'Yine geçer' diye düşünürken, bu kez ter başladı. Ne kolumda ve ne de göğsümde sancı yoktu. Sadece kalbimin üzerinde tatsız bir baskı.

Ter başlayınca eşim ev doktorumuzu aradı ve durumu anlattı. Ev doktorumuz muayeneye bile gerek duymadan ambulans çağırdı. 10 dakika sonra ambulans ve ekibi evimdeydi. İlk müdahale sonrasında bana, 'Şu anda kalp spazmı geçiriyorsunuz' dediler.

Derhal Blaricum kasabasındaki Tergooi Hastanesi'ne götürdüler. Yolda gerekli hazırlıkların yapılması için uyarılar yapıldı. Hastaneye girer girmez kalabalık bir sağlık ekibiyle karşılaştık. Anında ameliyathaneye alındım. Sağ kolumdan kateter sokarak kalbime ulaştılar ve tamamen kapanmış olan damarıma iki stent taktılar.

Yoğun bakım odama getirildiğim zaman doktor bana, 'Zamanında müdahale etmeseydik, şu an yaşamıyor olabilirdiniz. İyiki hemen doktoru aradınız' derken, eşim gözyaşı döküyordu.

Eee, verilmiş sadakamız vardı demek...

Çok şükür.

Her şeyde bir hayır vardı.

Öyle ya, eşimin doktor randevusu çıkmasaydı, ben çoktan yollara düşmüş olacaktım.

Kim bilir, o zalim kriz belki de beni yolda yakalayacaktı.

O gün, sevgili dostum Veyis Güngör'ün bürosuna çay içmeye gidecektim. Gitmeyince o da merak etti ve aradı. Ben de durumu anlatınca, beraberinde Kamil Saygı ve Cüret Atilla ile hemen ziyarete geldiler.



Hastaneye kaldırıldığımı öğrenir öğrenmez Blaricum'a gelen dostlarım Veyis Güngör ve Kamil Saygı ile fotoğrafımızı Cüret Atilla çekti

Bir fotoğraf çektiler ve Facebook'a benim yerime birşeyler yazdılar.

İşte o andan itibaren dünyam altüst oldu.

Facebook sayfama mesajlar yağmaya başladı.

Yetmedi telefonum susmadı.

Hastane personeli de şaşırdı.

Zira telefonum susmuyordu.

Bereket ki, bir odada tek başıma kalıyordum da kimseye rahatsızlık vermiyordum.

Telefon eden dostların çoğu, kaldığım hastaneyi sordular.

' Hemen geleceğiz' dediler.

Ben de, 'Gelmeyin' diye yalvarıyordum.

Ertesi gün mesajlar ve telefonlar aynı hızla devam etti.

Öyle mesajlar alıyordum ki, kocaman bir adam (72 yaş) olduğum halde ağlamaktan kurtulamadım.

Her insanın sevmeyeni olduğu gibi, benim de sevmeyenlerimin olduğunu bilecek kadar sezi gücüm vardır.

Ama, yakından tanımayanlar dahil (sırf okur olarak), bana gösterilen sevgiye ağlamamak mümkün değildi.

İnanır mısınız, bana mesaj gönderenlerin tamamına tek tek teşekkür cevabı yazdım. Tam bir buçuk gün sürdü bu işlem. Hem de elimdeki küçücük telefonla...

Facebook sayfama girenler görebilir.

Şimdi, 'Bu kadar kocaman bir adamsan niye ağladın' diye soracaksınız.

Gelen mesajlara siz de bakabilirsiniz.

Sade bir 'Geçmiş olsun' mesajından başka, duygulu sözlerle dolu mesajlar da vardı.

'Bizi bırakıp nereye gidiyorsun' diyenler, 'Biz sensiz öksüz kalırız' diyenler, 'yapacağın daha çok görev var' diyenler. Bu ilgi, duygulanıp ağlamam için yeterliydi zaten.

Birkaç örnek mesaj koymak isterdim ama, fazla vaktinizi almayayım.



Taburcu olduktan sonra evde torunum Esra'nın çektiği fotoğraf

27 Kasım Cuma akşam taburcu oldum ve eve geldim.

Hemen bilgisayarımın başına oturdum ve mesajları bir de kocaman ekranda gözden geçirdim.

Bu ara torunum Esra (15), 'Dede, gelir gelmez işe başladın' demez mi?

Nereden bilsin zavallı torunum, okur-yazar ilişkisini, dost ve akraba sevgisini...

Eee, madem ki 'Göreve devam dediniz', ben de futbol sevdalıları gibi, 'Pazara kadar değil, mezara kadar' diyorum ve hepinizi gözlerinizden öpüyorum.

(Öpebilirim, zira yaş 72)

Allah'a emanet olun !!!

*****

BAŞBAKAN'A 'VALİ ÇÖKMEZ' DİYEN O VALİ AİLE DOSTUMUZDU

İlhan KARAÇAY

Geçtüğimiz cumartesi günü yayınlanan Sözcü Gzetesi'nde, Valiler konusunda bir haber vardı.

Zamanın Başbakanı rahmetli Turgut Özal, Malatya gezisi sırasında otobüsün üzerine çıkıyor.

Halk, Özal'ı göremeyince etrafındakilere 'çök, çök' diye bağırıyor. Otobüs üzerindeki herkes çöküyor.

Özal, yanındaki Vali Naim Cömertoğlu'na 'Sen de çök' deyince, Cömertoğlu şu cevabı veriyor: Sayın Başbakanım ben devletin Vali'siyim, Vali çökmez, çömelmez, Vali çökerse devlet çöker.



İşte O Vali, Mersin'de görev yaparken benim çok iyi dostumdu. Hatta aile dostumuz olmuştu.

Fotoğraflarda eşim ve ağabeyim Hüseyin Karaçay ile görülen Cömertoğlu'nun 2013 yılında vefat etmiş olduğunu öğrenince, ' Vaaaay benim cesur Valim, yaşarken çökmedin, eğilmedin ama, mukadderata boyun eğmek mecburiyetinde kaldın' diye düşündüm.

Allah rahmet eylesin.

*****

Hollanda'nın 'Dünya imajı' 1972'de zedelenmişti

* İmajı düzeltmek isteyen halk, ırkçılara hiç puan vermemişti

* Glimmerveenler, Janmaatlar hiç itibar görmemişti



* Ya şimdi? Wildersler revaçta...

İlhan KARAÇAY yazdı...

Genel Yayın Yönetmenizimiz İbrahim Karaman, bu ayki gazetemizin manşetini, 'Hollanda'nın dünya imajı zedeleniyor' başlığı ile süslemiş.

Geert Wilders ve gibilerinin, özellikle son aylardaki ilticacı yığılmasından sonra güttükleri politika, aklı başında diğer siyasetçilere de sirayet etmiş.

Aslında bu sirayetten ziyade, sahiplenmedir. Çünkü işin ucunda oy kapma mücadelesi vardır.

İbrahim Karaman, 'Hollanda'nın eskiden beri övündüğü özgürlükçü söylemi inandırıcılığını yitiriyor.' diyor. Ne özgürlükçüsü İbrahim kardeş?

Hollandalılar, özgürlükçülüklerini taaaa 1972'lerde kaybetmişti.

Rotterdam'da tam bir hafta boyunca Türkler'in evlerine saldırıldı, yakıldı, yıkıldı ve yağma edildi. Olaylar canlı olarak televizyonlarda yayınlandı. O sırada temsilciliğini yaptığım Hürriyet, haberleri 'HOLLANDA'DA VAHŞET- Türk işçileri dövülüyor, malları yağma ediliyor' başlıkları ile yayınlıyordu. Olaylar, Hollanda ve Türkiye parlamentosuna taşınmıştı.

Aradan 4 yıl geçtikten sonra bu kez Rotterdam'ın banliyösü sayılan Schiedam'da aynı tür olaylar yaşandı.

İşte o zamanlar Hollanda'nın dünyada iyi olan imajı sıfırlanmıştı.

Hollanda halkının çoğu, bu ırkçı eylemlerden rahatsız olmuştu.

İşte tam o yıllarda Joop Glimmerveen adında bir faşist, ırkçılığın bayrağını açmıştı.

Joop Glimmerveen, Arie Glimmerveen'den olma, Alman Maria Karoline Bihr'den doğma bir muhasebeciydi. Çeşitli siyasi girişimleri oldu. Ama o sırada NATO'da muhasebeci olarak göreve başladı. 1974'te Lahey'deki belediye seçimlerine kendi listesiyle girdi. Sloganı da, 'Den Gaag, beyaz ve güvenli kalmalı' sloganıyla girdi ama kazanamadı.

Daha sonra aşırı sağcı Nederlandse Volks-Unie (NVU) partisine başkan oldu. Bu gelişme üzerine NATO'dan kovuldu.

Demek ki, o zamanlar sağduyulu olan Hollandalılar böylesi ırkçılara prim vermiyordu.

Geçmişinde, yabancı düşmanı partiler kuran Henry Brookman, 1979'da Nationale Centrum Partij (NCP) Partisi'ni kurmasıyla kapatması bir oldu. 11 Mart 1980'de Centrum Partij (CP) kuran Brookman, Hans Janmaat adlı bir profesörü Geenel Sekreter yaptı. 18 Şubat 1981'de başkanlığa oturan Janmaat, Hollandalılar'ın hiç prim vermediği bir ırkçı olarak, tek başına da olsa parlamentoya girebildi. Yani Hollandalılar ilk kez bir ırkçıya yüze 0,8 (Yüzde 1 bile değil) oranında oy vermişti. Janmaat, yüzde 0,8 oy ile meclise girdi ama, parlamentonun açılışında ve yemin töreninde hiçbir parlamenter Janmaat'ın elini bile sıkmadı.

Janmaat 1982 seçimlerinde parlamentoya girmişti

Peki, o zamandan bu zaman ne değişti de, bir ırkçıya yüzde 0,8 oy veren Hollandalılar, şimdilerde Geert Wilders adlı bir başka faşist ve ırkçıya yüzde yirmibeş (150 koltuklu parlamentoda 38 koltuk) oy vermeyi yeğlediler?

Kimine göre ırkçılığa prim verme işlemi 11 Eylül 2001'deki, New York İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra başladı. Daha sonra da adına 'İslam Terörü' denilen eylemler ırkçılığı körüklemiş.

Şimdi de IŞİD belası, ırkçılığın en büyük bahanesi olmuş.

Tabii ki IŞİD belasından doğan milyonlarca iltica da bu ırkçılığın tuzu biberi olmuş.

Öyle veya böyle, ben şahsen hiçbir gerekçenin ırkçılığı tetiklemesini doğru bulmuyorum.

Aslında, yabancılara karşı daha toleranslı olduklarına veya olmalarına inandığım siyasi partiler de, yukarıdaki gerekçeleri bahane ederek ırkçılığa sessiz kalıyorlar.

Sözünü ettiğim siyasi partiler, oy kaybından korktukları için seslerini çıkarmadıkları gibi, arada bir kendileri de çatlak ses çıkarıyorlar.

Aynı siyasi partiler, Hollanda'da Kraliyet yerine Cumhuriyet isteyen seçmen kesimini de duymazdan geliyorlar. Zira özellikle yaşlı Hollandalılar, Kraliyet'ten yanalar ve Kraliyet ailesine büyük sevgi gözteriyorlar.

İşte bu kesimin oylarını kaybetmemek için, kendi ideolojilerini değil, oy koparma taktiği ile hareket etme mecburiyetinde kalan bazı siyasi partiler de umudumuz olmaktan çıkıyorlar.

Hatırlayacaksınız, bir zamanlar biz Türkler'i çok kızdıran Hollandalı siyasetçileri kastederek,

' Hollanda'da bir tane bile demokrat yoktur' iddiasında bulunmuştum.

Bu görüşüm ve iddiam hala geçerlidir. 'Bir tane bile' demişim ama, daha akılcı olursam, '1000 tane' diyebilirim.

Vay efendim, ırkçılar belediyeleri, politikacıları tehdit ediyormuş, yok efendim, halk gidişattan memnun değilmiş gibi bahanelere sığınıp siyaset yapmak, sahtekarlığın daniskasıdır. Bana göre, ideolojin ne diyorsa onu yapmalısın. Seçim kaybetme ve hatta yok olma pahasına !!!

Genel Yayın Yönetmeni'miz İbrahim Karaman, yukarıdaki yazımı tamamlamak üzereyken bir mesaj daha geçmiş.

Gazetemizin kasım sayısında iki manşet (Biri sürmanşettir sanırım) atmaya karar vermişler. İkinci manşet haberin konusu, "ELEŞTİRİ İYİDİR, KUTUPLAŞMA KÖTÜDÜR" başlığıyla işlenecek.

Sağolsun Genel Yayın Yönetmenimiz, biz HABER yazarlarına paye verirken şöyle seslenmiş:

''HABER Gazetesi köşe yazarlarımızın en güçlü yanlarından biri de, Hollanda ve Türkiye'deki olaylara eleştirel bakış açısına sahip olmalarıdır. Bu eleştirel güce rağmen, tüm yazarlarımız toplumun farklı kesimleriyle, genel itibarıyla çok rahatca diyalog halindedir. Bir bakıma toplumun kanaat önderleri olarak da sizlerin yaziları dikkatle izlenmekte ve bilhassa toplumumuzun entellektüel kesiminde, iş ve politika dünyasında yankı bulmaktadır.

Bunu dikkate alarak, "ELEŞTİRİ İYİDİR, KUTUPLAŞMA KÖTÜDÜR"

şeklinde aforizmatik genel bir başlık da kullanmak istiyoruz.''

Vay sağolasın Genel Yayın Müdürüm. Kelime hazneme bir zenginlik daha kattın: Aforizma.

Vallahi sözlüğe baktım. Siz de okuyun lütfen:



Aforizma nedir?

Aforizma, çeşitli konulardaki düşünceleri, kesinlikle bilinmesi gereken kural ve özellikleri birkaç kelime ile öz ve ahenkli olarak anlatan cümle, bir çeşit vecize veya bir slogandır. Sözcüğün kökeni Latince'deki "aphorismus" sözcüğünden gelmektedir.

Batı’ya has bir söyleyiş biçimidir. Bizdeki vecizeye benzer ancak biraz daha uzundur ve felsefidir. Aforizmalarda ileri sürülen fikirler, daha ziyade, başkalarının kabulünü beklemeyen yazarın sübjektif kanaatleridir.

Ne diyeyim sevgili Karaman. Yaşamım boyunca siyasi ve dini tartışmaları hep ölçülü kullanmaktan yana tavır aldım. Bu nedenle de, sağcısı, solcusu, futbolcusu, dincisi, dinsizi ve laiki ile her kesimden dostum oldu. Ben onları dinlerim, onlar da beni. Yorumlarımı da hep aynı minvalde yazarım. Facebook'ta birbirlerine hakaret edenleri kibarca ve dostça uyarırım.

Ben şimdi bunun üzerine ne yazayım ki?

Anlayan anlamıştır artık !!!

Bir zamanlar ırkçılara prim vermeyen Hollandalılar'ın, şimdilerde Wilders ve gibilerine yüzde 25 oy verecekleri tahmin ediliyor.

Peki ne oldu da Hollandalılar böylesine çark ettiler ? Kimine göre 11 Eylül, kimine göre İslam terörü, kimine göre IŞİD, kimine göre de sığınmacılar etkin oldu.

Peki nerede kaldı Hollandalılar'ın dini ve siyasi inançları?

Özellikle politikacılar. Prensipler uğruna mağlubiyeti göze almalılar. Hatta yok olmayı bile...

Fotoğraf lar:



HOLLANDA'NIN ESKİ IRKÇISI: Hollanda'nın tarihinde pek çok ırkçı vardır tabii. Ama son elli yılıki göçmen tarihinin ilk ırkçısı Joop Glimmerveen idi. O zamanki sağduyulu Hollandalılar O'na hiç prim vermemişlerdi.



PARLAMENTERLERİN ELİNİ SIKMADIĞI IRKÇI: Hollanda halkı 2001 yılına kadar ırkçılara prim vermedi. 'Hollanda, Hollandalılarındır' sloganı ile ortaya çıkan Hans Janmaat, 1981 seçimlerinde sadece yüzde 0,8 oy alabildi ama, Hollanda seçim sistemine göre tek başına milletvekili oldu. O kadar ki, hiçbir parlamenter Janmaat'ın elini bile sıkmamıştı.



HİTLER'İN KLONLANMIŞI GEERT WİLDERS: Irkçılığın son alametifarikası Geert Wilders, bugünkü söylemleri ile Hollandalılar'dan puan topluyor. İnsanlığı hiçe sayan bu ırkçının faaliyetleri, Hollandalı ekonomistleri de düşündürüyor.

Zira bu tavır dışarıda hiç hoş karşılanmıyor.



HOLLANDA'DA 1972'DE HORTLAYAN IRKÇILIK HÜRRİYET'TE: Hollanda'da, Türk işçi göçü tarihinde ilk ırkçı saldırı 1972 yılında Rotterdam'da yaşandı. 4 yıl sonra da Schiedam'da aynı olayın bir benzeri gerçekleşti. 14 Ağustos 1972 tarihli Hürriyet gazetesi, Hollanda olaylarını günlerce birinci sayfadan vermişti.



SCHİEDAM TÜRKLERİ EVLERİNİ TERKEDİYORLARDI: Ne büyük tesadüftür ki,

14 Ağustos 1976 tarihli Hürriyet, Rotterdam olaylarından tam 4 yıl sonra, Schiedam'daki saldırıların ardından haberleri yayınladı.



NEBAHAT ALBAYRAK'IN AMCASI YARALANMIŞTI: Rotterdam olayları sırasında küçük bir yabancı kızı olan Nebahat Albayrak'ın amcası Mustafa Albayrak, yaralanmış ve komaya girmişti. Horlanan yabancıların kızlarından biri olan nebahat Albayrak, daha sonra Bakan seviyesine kadar yükseldi ve hak arayışı içine girdi.



BUNLAR DA HOLLANDA GAZETELERİ: Rotterdam ve Schiedam olayları Hollanda medyasında da günlerce yer aldı. Olayları önleyemeyen polis, medya tarafından çok sert eleştirlmişti.

*****

Yurtdışındaki yurttaşlarımızın siyasi kutuplaşmaları tehlikeli bir hal aldı

Amsterdam Tartışması'ından çıkan ortak karar: Kutuplaşmaya çare medeni ilişkilerdir...

AMSTERDAM,- Türkevi Topluluğu'nun geleneksel Amsterdam Tartışmaları'nın 42'ncisi Amsterdam'da gerçekleştirildi. Toplantıda bu kez, “Toplumdaki Kutuplaşmaya Karşı Neler Yapılabilir?” sorusu özel ve genel davetli misafirlerin katılımıyla enine boyuna irdelenip tartışıldı.

Tartışmada öne çıkan en önemli husus, mevcut kutuplaşmadan herkesin rahatsızlık duyduğu ve buna karşı bir şeylerin yapılmasının elzem olduğu düşüncesiydi . Bunun sonucu olarak da, herkesin kendi çapında bir şeyler yapma gayreti içinde olacağını ifade etmesiydi.



Yurtdışında yaşayan Türkler, ilk olarak 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, yaşadıkları ülkelerde oy kullanma hakkına sahip oldular. Bunun akabinde de, bu yıl 7 Haziran ve 1 Kasım olmak üzere iki defa da genel seçimler için oy kullandılar. Her ne kadar bir vatandaşlık hakkı olan seçme hakkının, biz diaspora Türkleri tarafından yaşadığımız ülkelerde oy kullanabilmek suretiyle yerine getirebilmesi memnuniyet verici olsa da, Türkiye’deki siyasi gelişmeler ister istemez bizleri de doğrudan etkilemektedir. Bu etkilenme aynen Türkiye’de olduğu gibi kutuplaşmalara yol açmaktadır. Gerek Türk toplumunun fertlerinin günlük hayatında, gerekse (sosyal) medyada kullanılan üslup, hem hakaretamiz hem de ötekileştirişi bir nitelik taşımaktadır. Aktörler olgu ve olayları kendi bakış açılarından değerlendirirken, farklı düşünenlere karşı hem sert hem de suçlayıcı ifadeler kullanmaktadırlar. Maalesef herkes birilerini ‘hain’ ilan ederek bu kutuplaşmaya azami derecede katkı sağlamaktadırlar. Bu tavrın sadece sıradan insanlar tarafından sergilenmesi, bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ancak, toplumun önde gelenlerinin de aynı tavır içinde olması kaygı vericidir.

Amsterdam Tartışmaları'na toplumdaki konumları gereği özel olarak davet edilen misafirlerin bir genel değerlendirmesiyle başlandı. Misafir konuşmacıların hepsi aşağı yukarı aynı derecede gelinen noktadan duydukları rahatsızlığı ifade ederken, bunda payı olan gelişmelere de dikkat çektiler.



İlk olarak söz verilen Türk Federasyonu Genel Başkanı Murat Gedik, siyasetteki kaypaklığın buraya da sirayet ettiğini, tarafsız olması gereken kurumların da bu niteliğini siyaset uğruna yitirdiğini ifade etti. Gedik, buna ilaveten medeni ilişkilerin siyasetteki kirlenmeye çare olabileceğini de söyledi. Daha sonra söz alan Türkler İçin Danışma Kurulu İOT Müdürü Ahmet Azdural ise, dünyanın bir şiddet sarmalına girdiğini ve Suriye’deki savaşın bunda büyük rolü olduğunu söyledi. Toplumlarda her dönem kutuplaşma olduğunu ve içinde yaşadığımız Hollanda toplumunda da kutuplaşmanın var olduğunu, hatta ırkçılığın bile sıradanlaştığını belirten Azdural, herkesin kendine ait bir dünya görüşünün olabileceğini, bu dünya görüşünün özgürce ifade edilebilmesi gerektiğini, ancak bunun ifade edilmesi ve uygulanması esnasında aşırılığa kaçılmaması, başkalarının özgürlüğünü kısıtlanmaması gerektiğine vurgu yaptı.

Türkevi Topluluğu Başkanı Veyis Güngör ise, Balkanların İslamlaşmasında büyük payı olan Sarı Saltuk örneğinden yola çıkarak toplum fertlerine tarih şuurunun verilmesi gerektiğini belirttiği konuşmasında, farklı grupların birbirleriyle huzur içinde yaşamasının formülünün Sarı Saltuk felsefesiyle mümkün olabileceğini ve günümüz şartlarının da Sarı Saltuk’un yaşadığı 13. Yüzyıl şartlarıyla bir çok benzerlikler gösterdiğini söyledi. Nasıl o zor dönemlerden Sarı Saltuklar, Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Veliler çıkmışsa günümüz şartları da yeni şahsiyetler ortaya çıkaracaktır diyen Güngör, karamsarlığa kapılmamamız gerektiğine vurgu yaptı.

Daha sonra söz alan duayen gazeteci İlhan Karaçay ise, kutuplaşmada sosyal medyanın rolüne işaret etti. Her önüne gelenin kafasına göre bir şeyler yazıp bunu paylaştığını ve bu durumun da insan ilişkilerini olumsuz yönde etkilediğini söyleyen Karaçay, aynı zamanda Batılılar'ın çifte standardına da vurgu yaptı. Kendilerine bir terör saldırısı olunca kıyameti koparan Batılılar'ın, aynı hassasiyeti Türkiye gibi ülkelerin muzdarip olduğu terör hadiselerinde göstermediklerini belirtti.

İlhan Karaçay, geçmişten de örnekler vererek, ırkçılığın her geçen gün artmakta oluşunun nedenlerinin de araştırılması gerektiğini vurguladı.

Türkiye'deki seçimlerde Kendisi de aday adayı olan Durmuş Doğan (TOVER) ise, Türkiye’deki siyasetin buraya birebir taşınmasının, bizim Türkiye siyasetine açlığımızdan değil, Türkiye’deki siyasetin menfaatinin olmasından kaynaklandığını ve bizim oraya doğrudan müdahil olmak yerine, gelecek nesillerin menfaati için yaşadığımız ülkeye odaklanmamız gerektiğini ifade etti. Doğan, buradaki meselelerimizin çözümü için, buradaki kurum ve siyasetçilere ihtiyaç duyduğumuzu ve ona yatırım yapmamız gerektiğinin de altını çizdi.

Eğitimci ve aynı zamanda Alevilik Araştırma ve Bilgi Merkezi Başkanı olan Veli Tongel ise, mevcut durumun küresel gelişmelerden soyut düşünülemeyeceğini ve küresel kapitalizmin bu kutuplaşmalardan menfaati olduğunu iddia etti.

Bizim Hollanda Platformu Başkanı Fehmi Uzun, fiziken Hollanda’da yaşadığımız halde, beynimizin hala Türkiye’de olduğunu ve bunun da Türkiye’deki her tartışmayı buraya taşımamıza sebep olduğunu belirttiği konuşmasında, toplumumuzun demokrasiyi içselleştiremediğini, sandıktan istediği sonuç çıkmayınca bunu kabul etmek yerine farklı tercihleri olanları aşağılamayı seçtiğini söyledi. Özellikle sosyal medyada hiçbir doğrulatma yapmadan her türlü paylaşımın yapıldığını ifade eden Uzun, kritik ve analitik düşünme metoduyla bu meselenin kolayca aşılabileceğini söyledi.

Tartışmada söz alan Cemil Bilgin aslında meselenin bir ahlak meselesi olduğunu ve herkesin yapılan bir haksızlığa, kime ve kim tarafından olursa olsun karşı çıkmadığı sürece toplumda kutuplaşma ve ayrışmaların olacağını, bunun önüne geçebilmek içinse, ahlaki bir duruş sergilenmesi gerektiğini ifade etti.

Yine aynı minvalde olmak üzere Batı’nın dünyadaki çatışmalardaki rolü, küresel aktörlerin belirlemiş oldukları senaryoların uygulamaya sokulması ve bizlerin de bu senaryoların figüranları olduğumuz, bazı katılımcılar tarafından da ifade edildi. Meselenin küresel boyutu tartışmanın konusunu aştığı için daha fazla irdelenmedi, ancak başka tartışmaların konusu olması gerektiği hususunda bir konsensüs oluştu.

Kutuplaşmaya karşı nelerin yapılabileceği konusunda, katılımcıların üzerinde hemfikir oldukları bir çok noktanın öne çıktığı gözlemlenen tartışmada, somut teklifler de yapıldı. Uygulanması mümkün olan somut teklifler olarak şunlar ifade edildi:

• Kutuplaşmanın önüne geçebilmemiz için bir takım müşterek değerler etrafında birleşmemiz lazım;

• Siyasi bağnazlığı ve partizanlığı terk etmemiz lazım;

• Kanaat önderlerinin düşüncelerini ifade ederken daha ölçülü olmaları lazım;

• Herkesin düşüncesini özgürce ifade edebilmesi lazım;

• Hemfikir olmayanların ‘hain’ ilan edilmemesi lazım;

• Siyaseten farklı düştüğümüz kişilerle merhabayı kesmememiz lazım;

• Birbirimize saygı ve sevgi ile yaklaşıp bizden olmayanı da kucaklamamız lazım;

• Ortak çalışma kültürünü geliştirmemiz lazım.

Tartışmadan çıkarılabilecek en somut sonuç, farklı farklı düşüncelerin var olduğu bir toplumda yaşamamıza rağmen, bu farklılıkları pek hoş görmeyip bundan rahatsızlık da duyduğumuzdur. Bu durum, katılımcıların tümü tarafından 'kaygı verici bir gelişme' olarak kabul edilmiş ve böyle gitmesinin, toplumun huzurunu tümden bozacağı için müdahale edilmesi gerektiği üzerinde hemfikir olunmuştur.

*****



Ankara'nın tanıdık siması Veyis Güngör, Hollanda'da büyük bir kesimin Başkan'ı

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üç Başkanını, Başbakanları, Bakanları ve pek çok siyasiyi yakından tanıdı ve istişare etti



İlhan KARAÇAY'ın haberi...

AMSTERDAM/ANKARA- Hollanda'da yaşadığı 30 yılllık bir süreçte, Başkanlık mertebesine Üniversite yıllarında ve çok genç bir yaşta ulaşan Veyis Güngör, yayınladığı 100'ü aşkın eser ve organize ettiği 1000'nin üzerinde etkinlik ile, dikkatleri üzerine çeken önemli bir şahsiyet olarak çalışmalarını sürdürüyor.



Eğitimini tamamladıktan sonra kısmi bir siyaset girişimi olan Veyis Güngör, Recep Tayyip Erdoğan'ın inisyatifi ile kurulan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD'nin Hollanda Başkanlığı'nı üstlendi ve bu görevi 8 yıl yaptı.

Hollanda'daki çalışmaları sırasında, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi'in 3 Başkanı olmak üzere, Başbakanlar, Bakanlar ve Parlamenterler ile teması olan ve istişarelerde bulunan Veyis Güngör, Hollanda'ya her gelen siyaset adamının aradığı insan oldu.

Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi'nin de Başkanlığını yapmakta olan Veyis Güngör'ün Türkevi mekanı, Türkiye'den gelenlerin uğrak yeri oldu.

Veyis Güngör, siyasi ve sosyal-kültürel faaliyetleri nedeniyle, Ankara'nın tanıdık siması oldu.

Geçtiğimiz pazar günü, TBMM Başkanlığı'na seçilen İsmail Kahraman, Veyis Güngör'ün tanıdığı üçüncü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan'ı oldu.



Veyis Güngör, Erdoğan ile Veyis Güngör, Mahir Ünal ve Vedat Bilgin ile



Daha önceleri de, TBMM Başkanları Hüsamettin Cindoruk ve Cemil Çiçek ile hatıraları olan Veyis Güngör ile o hatıraları deşiyorum.

- Öncelikle, son olarak TBMM Başkanlığı'na seçilen İsmail Kahraman ile anınızı anlatır mısınız?

-'Kendisini, daha öğrencilik yıllarımda T. C. Kültür Bakanı olarak tanıdığım, beyefendi, bir kültür ve medeniyet insanı olarak hafızamda yer edinmiş AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman beyefendinin 26. Dönem TBMM Başkanı seçildiğini büyük bir mutlulukla öğrenmiş bulunmaktayım. Kültür ve irfan sahibini tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.

Türkevi Derneği olarak Hollandalılar' ın da katıldığı ve her programda bir konunun ele alındığı Ramazan İftar Programları organize ettik. Bu çerçevede, Hollandalı yazar Mohamed El-Fers ile birlikte, ‘Ramadan; meer dan vasten’ başlıklı bir kitapçık yayınladık. Faaliyetler çerçevesinde, Ankara’da olduğum bir sırada, Sıhhıye’deki Kültür Bakanlığı binasında Kültür Bakanı İsmail Kahraman beyle tanışma fırsatı buldum. Çok sempatikti. İlk karşılaşmamıza rağmen hemen aramızda bir sıcak iletişim oluşuverdi. Kültür ve medeniyet faaliyetlerinin önemini anlayan birisi vardı karşımda. Bakanlığın yayınladığı klasik eserler başta olmak üzere, İngilizce yayınlar hediye etmişti Türkevi Derneği’ne. Kendisini hep hayırla hatırlarım. Artık ilk Ankara seyahetimde, 26. Dönem TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman beyefendiyi ziyaret edeceğim.'



Veyis Güngör, yayınladığı 100'ü aşkın eserden birini Recep Tayyip Erdoğan'a veriyor

-Gençlik yıllarında TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile de anılarınız vardı.

-'1992 yılında Hollanda üniversitelerinde okuyan bir grup Türk öğrencisiyle Ankara’ya kültür ve eğitim gezisi organize ettik. Gezinin ikinci günü İLESAM’la birlikte Batı Avrupa Türkleri Sempozyumu yapmış ve bu başlıkla yayınlanan kitabımızı da tanıtmıştık. Gezi programının bir bölümünde o günkü TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’u da makamında ziyaret ettik. Kendisine heyecanla yeni yayınladığımız ‘Batı Avrupa Türkleri’ kitabını takdim ettik. Cindoruk kitabı aldı, başlığı okudu, durdu biraz, ve karıştırdı, biraz şakayla karışık, ‘kardeşim etrafımızda yeteri kadar Türk var, bir de siz, Avrupa Türkleri, çıkmayın başımıza’ dedi.

-TBMM Başkanlığı yapan Cemil Çiçekle de anılarınız var.

-' Evet, 1989 yılıydı. Amsterdam’da ‘Avrupa İbn-i Sina Sempozyumu’ organize etmiştik. Cemil Çiçek bey de Devlet Bakanı idi. Sempozyuma davet ettik. Kendisi gelemedi. Müsteşarı, Prof. Dr. Şüayip Üşenmez beyefendiyi göndermişti. Nasıl memnun olduk anlatamam. Adı, sanı duyulmamış üç beş öğrencinin organize ettiği faaliyete müsteşar geliyordu. Sonra kendisini Mecliste ziyaret ederek şükranlarımızı sunduk. Yıllar sonra TBMM Başkanı olarak Lahey’de bir görüşmede karşılaştık. Kendisine yıllar önce yaptığı jesti hatırlatarak, tekrar teşekkür ettim.

O an hep birlikte gülüştük, ama sonradan o cümle bize bir hayli zor geldi.

*****

Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD, başarı ödülleri dağıttı





ROTTERDAM,- Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD, ikincisi düzenlenen geleneksel yarışmada, başarı ödülleri dağıttı.

Rotterdam'ın banliyösü sayılan Cappella a/d Ijssel’da, İsala Tiyatro Salonu'nda yapılan törende, 4 kategoride başarılı olmuş kişilere ödülleri verildi.

Lahey Büyükelçimiz Sadık Arslan'ın onur konuğu olduğu törene, HOTİAD’a üye işadamları, akademisyenler, STK Temsilcileri ve halktan oluşan 300 kişi katıldı.

“Yılın Öğrencisi” ödülünü Mete Erdurcan, “Yılın Kültür ve Sanat” ödülünü ses sanatçısı Karsu Dönmez, “Yılın sporcusu” ödülünü binici Ceylan Avinal ve “Yılın Genç Girişimcisi” ödülünü ise Evren Mahir Bal ile Sedat Altuntaş aldılar.



ESAS KRİTER TOPLUMUN BURADA ELDE ETTİĞİ BAŞARI

Törenide bir konuşma yapan Lahey Büyükelçimiz Sadık Arslan, Hollanda Türk toplumunun, kökleri Türkiye’de olan ulu bir çınarın uzantısı olduğunu söyledi.

Arslan konuşmasına şöyle devam etti: ”Sizin için önemli olmanız Hollandalı’lı olmanız. Hollanda’nın sizin varlığınızdan ne kadar kendisini rahat hissettiği ne kadar gurur duyduğu bundan sonra performansımız bizim için esas kriter toplumun burada elde ettiği konum ve başarı. Türkiye çok şükür ayakları üzerinde duran bir ülke. Sizlerin buradaki başarılarınız ve yaptıklarınızla gurur duymaktan öte bir düşüncemiz yok. Her alanda ulaştığınız başarıların daha da artacağından şüphemiz yok. Değerlendirmede sıralamaya giren Bülent Türker'in Çanakkale Sergisi de başarılı bir çalışmadır. Bu çalışmanın Amsterdam ve Rotterdam gibi kentlerde sergilenmesi için destek olacağımızı belirtmeliyim.”

Programda Türk sanat Müziği Korosu ve Sanatçı Funda Müjde sahne aldılar. HOTİAD Yılın Başarı Ödül Töreni sonrasından verilen resepsiyon ile program sona erdi.



BAŞARILARI YÜKSELTMEK VE TOPLUMUN HEYECANINI ARTTIRMAK

HOTİAD Başkanı Hikmet Gürcüoğlu, bu yıl ikincisini verdikleri ödüllerin bir anlamda teşvik niteliğinde olduğunu söyledi. Gürcüoğlu konuşmasına şöyle devam etti:

” Hollanda Türk toplumu içerisinde, yıl içinde yaptığı çalışmalar ile dikkat çektiğini düşündüğümüz ve bundan emin olduğumuz kişilerin bu yaptıkları çalışmaları öne çıkartıp bunlara ödül vermeye çalışıyoruz. Bu tür çalışmamızı yapmaktaki amacımız, kişiyi teşvik etmek ve maddi vermek. HOTİAD olarak yapılan bu çalışma ile bunu görünür kılmak arzusundayız. Bunun yanında başarıları yükseltmek, toplumun heyecanını arttırmak ve kişileri teşvik etmek için düzenliyoruz. Bu ödül törenlerini geleneksel olarak devam ettireceğiz.''



“Yılın Öğrencisi” ödülünü alan Mete Erdurcan, ”Bu ödülü almaktan son derece memnun oldum. Bu ödül bana motive edecektir. Gelecek yıl eğitimimde daha başarılı olarak, hem Türk ve hem de Hollanda toplumuna yararlı olacağım.” dedi.



“Yılın Genç Girişimcisi” ödülünü alan Evren Mahir Bal ile Sedat Altuntaş, HOTİAD’an aldıkları bu ödülden dolayı çok mutlu olduklarını, daha iyilerini yapmak, daha iyilerini üretmek için çalışma içerisinde olacaklarını söylediler.



'Yılın sporcusu” ödülünü kazanan Ceylan Avinal, binicilik dalındaki bu ödülü HOTİAD'tan almaktan son derece mutlu olduğunu söyledi.



“Yılın Kültür ve Sanat” ödülünü müzik sanatçısı Karsu Dönmez, HOTİAD'tan böyle anlamlı bir ödül almaktan dolayı çok mutlu olduğunu söyledi. Dönmez, ”Bu ödülü kazanacağımı hiç beklememiştim. Bu ödül benim için ekstra bir motive kaynağı olacak. Bu arada albüm çalışmalarımda hızla devam ediyor. Şuan Colours Albümüm çıktı. Türkiye ve Hollanda konserlerimde devam ediyor.” diye konuştu.

BÜLENT TÜRKER'İN ÜZÜNTÜSÜ



Tabii ki ödül almayı bekleyip hayal kırıklığına uğrayanlar da vardı.

Hollanda'daki sosyal, kültürel ve sportif faaliyetleri ile ünlü olan Bülent Türker de birincilik ödülü bekleyenlerden biriydi.

Evinde açmış olduğu Çanakkale Müzesi ile binlerce ziyaretçi toplayan Bülent Türker, Kültür veya bir başka kategoride ödül almayı hak ettiğini belirttiği Facebook yayınında üzüntüsünü belirtti.

Konuyla ilgili olarak konuştuğum Türker adeta ateş püskürüyordu.

Bülent Türker, ödül alanlara karşı hiçbir eleştiririsi olmadığını vurgularken şunları söyledi: ''Bu tip yarışmalarda oluşturulan juriler maalesef sağlıklı değerlendirme yapamıyorlar. Bak İlhan abi, sen 10 yıl kadar önce DÜNYA gazetesi kanalıyla Hollanda'nın en iyi kalpli Türk'ünü seçmiştin. Bu konuda gelen mesajları iyi değerlendirdiniz ve beni 'En İyi Kalpli Türk' olarak seçtiniz.

Şimdi ben, evimi Çanakkale eserleriyle doldurdum. Aylarca ziyaretçi aldım. Tam 106 gün ziyaretçilere çay, kahve ve meşrubat içirdim. Maddi ve manevi olarak büyük harcamalar yaptım. Tarihimizi Hollandalılar'a da sergiledim. Benim fedakarlığımı bildikleri için Kültür Sanat kategorisine aldılar. Yani benim yaptıklarımdan habersiz değildiler. Bak İlhan abi, insanlar bazen kasıtlı davranıyorlar. Geçen yıl senin ''Türkiye-Hollanda arasında 400 yıllık resmi ilişkiler ve Hollanda'ya Türk göçünün 50'nci yılı'' adlı kitabın ödüle layık değil miydi? O kitabı okuyan binlerce Hollandalı Türkiye'nin Hollanda'ya yardımlarını okumadılar mı? O kitap sayesinde binlerce Hollandalı Türkiye'ye hayran kalmadı mı?

Juriler, maalesef sağlıklı değerlendirme yapamıyorlar. Juride bulunan ve benim yaptıklarımı bilen, dost olarak gördüğüm üyeleri, hakkımı yedikleri için kınıyorum.

Hoş, sayın Büyükelçimizin de benim sergimden söz edişi boşuna değildi.''

*****

SAYGI DURUŞU TARTIŞMASI

İlhan KARAÇAY'ın yorumu:

Türkiye-Yunanistan milli maçı öncesinde saygı duruşu sırasındaki ıslıklama ile Yunanistan milli marşı okunurken yapılan ıslıklama ve yuhalama, çeşitli şekillerde eleştirildi.

Çoğu, yapılanın utanç verici olduğunu ve hatta dünyaya rezil olduğumuzu yazdı.

Bazıları da, yapılanın 'psikolojik zorlama'dan kaynaklandığını ileri sürdü.

Ben şahsen, Paris'teki Charlie Hebdo saldırısından sonra yazdığım yorumumda, Liberty (hürriyet) yürüyüşlerinden sonra, 'Yarın Paris'e gideceğim ve Ermeni sokırımı yoktur diyeceğim. Fransız polisi beni tutuklayacak. Peki benim için de liberty pankartları açacak mısınız' diye yazmıştım.

Bu yorumumla o zamanki psikolojik halimi ortaya koymuştum.

Geçen hafta Paris'i kana bulayan katliamdan sonra yazdığım yorumda da, 'Avrupalı'nın canı can da, Türk'ün canı patlıcan mı?' diye sorarak yine psikolojik durumumu ortaya koymuştum.

Her iki olayda da, ölenler için çektiğim vicdan azabını dile getirdim ama, bir de işin 'ama'sını ifade etmeye çalışmıştım.

Bu 'ama'lar, yapılanların doğru olduğunu değil, yapılanlardan sonra doğan tepkilerin psikolojik nedenlerini ortaya koyuyordu.

Bakınız, Cengiz Semercioğlu Hürriyet Gazetesi'nde , 'Bize şunlar oldu Fatih Hocam' başlığı ile neler yazmış:

Milli maçlarda, Ankara katliamında ölenlerden sonra Yunanistan milli marşını da ıslıkladık, Paris katliamında ölenleri de...

Bunun üzerine 'Ne oluyor bize?' diye soran Fatih Terim'e yanıt veriyorum...

İşte bize olanlar:

* Tahammülsüzleştik... Hiçbir şeye tahammülümüz kalmadı artık, insani değerlere bile...

- Fena halde kutuplaştık... Birinin iyi dediğine, ne dediğine bile bakmadan diğeri kötü diyor... Ya bizdensin ya yok ol mantığı hakim herkeste...

* Herkesi düşman görür olduk...

Yunanistan'la hiçbir problemimiz yok, ulusal marşlarını ıslıklıyoruz...

Bırakın komşuyu kendi evimizde bile herkes herkese düşman çünkü...

* Dilimize nefret hakim oldu... Hep kötü, hep sert, hep berbat, hep negatif, hep karamsarız...

Üstelik bunu hep nefretle haykırıyoruz...

* Ortak paydaları kaybettik... Hep birlikte üzülmeyi, hep birlikte sevinmeyi bile unuttuk.

İşte Euro 2016'ya giden milli takıma sevinip keyifleneceğimize Yunanistan'ı, Paris'i yuhalıyoruz...

Aynı sırada Wembley'de 90 bin İngiliz, Fransa milli marşını söylüyor...

Ve çok daha kötüsü bu ruh halinden nalıl çıkacağımızı bilemiyoruz...

Cengiz Semerioğlu'nun bu yazısının yayınlandığı gün, Haşmet Babaoğlu da Sabah'ta 'Saygı duruşu' başlığıyla şunları yazmış:

Doğrudur..

Ne zaman bizim statlarda saygı duruşunda bulunulsa bir dakika olsun, sabredilemez.

Ya tribünlerin bir kısmı ya da tamamına yakını önce kıpırdanmaya başlar, sonra bağırtılar, ıslıklar, sloganlar gelir.

Sessizce bekleyenler içinse o bir dakika bitmek bilmez!

Peki ama bu konu gerçekten sabırla mı ilgili?

Saygı duruşlarında sessiz kalamayanların sorunu bu mu?

Hiç sanmıyorum.

Ya stadı sessizlik kapladığında ses çıkartmaya başlayanlar her şeyden önce kendilerine saygı gösterilmesini istiyorlarsa?

Onca yıl statlarda seyirci ve gazeteci olarak bulundum ve saygı duruşlarında özellikle şu iki şeyi gözlemledim.

Bir...

Bizim tribün ahalimiz kendisini "yığın" olarak gören veya "emir eri" sayan saygı duruşlarından nefret ediyor. İçine sinmemiş sessizliklere isyan ediyor.

Aksini iddia eden saygın bir tutumu savunmak adına kendini kandırıyor.

Ha, tribünlerin bu tavrında bir miktar "edepsizlik" yok mu? Var. Fakat tribün dediğimiz biraz da böyle bir yer.

İki...

Sessizlik kışkırtıcı bir şey!

Hele hep sessiz olmaya itilenler için...

Nitekim saygı duruşlarındaki patırtı da genellikle sessizliğin egemenliğiyle başlar ve sonra o ana kadar fikri sorulmayanlar kademe kademe sessizliğin egemenliğine son verirler.

Bazen bu patırtı seyircinin haykırarak verdiği mesajdır: "Sizin bize önerdiğinizden ve sunduğunuzdan daha önemli bir meselemiz var!" (Türkiye- Yunanistan maçında Fransa için 1 dakikalık sessizliği bozan sloganlardan birinin "şehitler ölmez, vatan bölünmez" olması bu tavra katılın katılmayın, klişe denilip geçilecek bir şey değildir!)

Bunları bilelim de öyle tartışalım istiyorum.

Yoksa ne olacak; iki gündür medyada gördüğüm gibi "Adamın kendine saygısı yok, başkasına mı olacak" diye atıp tutmak çok kolay.

Bir de yurt dışındaki statlarda böyle şeyler olmuyor diyenler var ki, kafadan atıyorlar.

Basit bir Google taraması bile onları saygı duruşları konusunda Batı tribünlerinin futbolculara ırkçı aşağılamaları ve bazı milli maçlardaki etnik protestolar konusunda aydınlatır.

Ha! Ne olursa olsun, tribünler Milli Marşlara saygılı olmalıdır. Bize yakışan budur.

Rakibin Milli Marşı çalınırken ıslığın, bağırmanın, sloganın kabul edilebilir yanı yok.

YORUM FARKLARI

Cengiz Semercioğlu ile Haşmet Babaoğlu'nun yorumları arasındaki farkı gördünüz değil mi?

Ben şahsen, hem Charlie Hebdo olayından sonra, hem de son Paris katliamından sonra, Haşmet'in yorumuna daha yatkın eleştirilerde bulundum.

Yani olayların psikolojik nedenlerine bakarak yazdım.

Anlayacağınız, ben yıllarca horlanmanın ve ezilmenin etkisi altında kalarak yorum yapıyorum.

Madalyonun ters tarafı da var ama, bunları yazmaya cesaret edemiyorum.

Örneğin, bizim Türkler'in çoğunun Avrupalı'ya bakış açısını yazamıyorum.

Siz de defalarca şahit olmuşsunuzdur. Pek çok Türk, Avrupalı'ya tepeden bakıyor. Küçümsüyor, hakaret ediyor ve ne yazık ki ırkçılığa varacak kadar aşağılıyor.

Biz bunları görmezden gelip, Avrupalı'nın bize karşı ıkçılığını öne çıkarıyoruz.

Ortayı bulmakta da zorlanıyoruz.

Bakın Cengiz Semercioğlu ile Haşmet Babaoğlu da bir noktada birleşemiyorlar.

Tıpkı bizim de kendi aramızda birleşemediğimiz gibi...

*****

Karmançorman triptik konusunu nihayet kısmen de olsa aydınlattık



* Otomobilin kalış süresi emekli olsun veya olmasın 24 ay

* Otomobil yurtta bırakılarak geri dönülebiliyor

* Otomobili yurt içinde mukim akrabalar kullanamıyor

* 185 gün yurtdışında kalma şartı anlaşılmıyor

* Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu Onur Üyesi DEİK ve DTİK Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları 'Kolaylıklar gelecek' diyor



İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:

Triptik ile yurda otomobil sokma muamması, Brüksel Gümrük ve Ticaret Müşavirliğimizden ve Kapıkule Yolcu Salonu Müdürlüğü'nden aldığım bilgilerle aydınlanmaya başladı. Ama hala bazı uygulamaların nasıl gelişeceği soru işaretleri taşıyor.

Daha önce yurtdışında emekli olmuş yurttaşlarımız için uygulanan bir yıllık triptik hakkının, iki yıla çıkarıldığı haberleri yayınlanmıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, 1 Kasım seçimlerinden önce, 'Triptik hakkını 2 yıla çıkaracağız' sözünden sonra medyada yer alan haberlerde, triptik hakkının 2 yıla çıkarıldığı belirtilirken, bu hakkın sadece emekliler için geçerli olduğu belirtilmemişti.

Bu durum ister istemez kafaları karıştırmıştı.

2 yıla çıkarıldığı belirtilen triptik hakkının, emekli olmayan yurttaşlarımızı da kapsayıp kapsamadığını öğrenmek için, başvurmadığım kapı kalmadı.

Lahey'de Gümrük Müşavirliği olmadığından, Lahey Büyükelçiliğimiz listesinde bulunan Berlin Maliye ve Gümrük Müşavirliğimizden bilgi istedim ama yanıt alamadım.

Daha sonra Ankara'daki Maliye Bakanlığımızdan bilgi istedim. Yine yanıt alamadım.

Sonunda Brüksel Büyükelçiliği Gümrük Müşavirliği'nden şu açıklama geldi:

Sayın İlhan KARAÇAY,

2009/15481 sayılı "4458 Sayılı Gümrük Kanununun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında Karar" da 25 Temmuz ve 13 Ekim 2015 tarihlerinde yapılan değişiklikler ile emekli olsun veya olmasın ,Türkiye Gümrük Bölgesi dışında yerleşik kişiler tarafından Türkiye Gümrük Bölgesine getirilen kişisel kullanıma mahsus kara taşıtlarına yirmidört ay süre ile geçici ithalat izni verilmesi mümkün hale gelmiştir.

Bu değişiklikler bahse konu tarihler itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Söz konusu değişiklikler yalnızca süre uzatımına yöneliktir. Onun dışındaki uygulamalar aynı şekilde devam etmektedir.

İyi günler.

Özlem SOYSANLI

Gümrük Müşaviri

Brüksel Maliye ve Gümrük Müşavirliğimizden gelen yukarıdaki bildiri yüreğimize su serpti.

İlgili yasanın sadece emeklilere mi şamil olduğu sorusu, 'Emekli olsun veya olmasın' şeklinde açıkça ifade edlmiştir.

Ne var ki, 'Söz konusu değişiklikler yalnızca süre uzatımına yöneliktir. Onun dışındaki uygulamalar aynı şekilde devam etmektedir' ibaresi de kafaları karıştırmaktaydı. Zira, süre dışındaki uygulamalar arasında, otomobilin, sahibi ile birlikte yurtdışına götürülmesi veya gümrük deposuna bırakılması vardı.



Bu noktanın en iyi yanıtını da Kapıkule Yolcu Salonu Müdürülüğü'nden aldım.

Açıklama şöyleydi:



Sayın İlhan KARAÇAY

24 aylık süreden yararlanılabilmesi içinTürkiye Gümrük Bölgesi dışında yerleşik kişilerin getirdikleri taşıtlarına, 365 (üçyüzaltmışbeş) günlük dönem içerisinde, araçla yada araçsız Taşıt getirmek istediğiniz tarih itibariyle son 185 (yüzseksenbeş) gününü kesintisiz olarak Türkiye Gümrük Bölgesi dışında geçirmeniz gerekmektedir .

Türkiye’ye turistik kolaylıklar kapsamında taşıt getirerek taşıtsız olarak yurtdışına çıkış yapılmak istenilmesi halinde, en yakın gümrük idaresine başvırark Geçici İthal edilen Taşıtlara İlişkin Gümrük Genel Tebliğ (Seri No:1) kapsamında taahhütname vermek suretiyle taşıtsız olarak yurtdışına çıkış izninin alınması gerekmektedir veya gümrük idaresine taşıtınızı teslim ederek ve pasaportunuzdan taşıt kaydını sildirerek yurtdışına taşıtsız çıkış yapabilirsiniz.

İyi günler dileriz.

Kapıkule Yolcu salonu Müdürlüğü

Yukarıdaki açıklama, otomobilin yurtta bir taahhütname ile kalabileceğini anlatıyor ama, 185 gün yurtdışında kalma şartı yine kafa karıştırıyor. Eskiden otomobilin bir yıl içerisinde 6 ay kalma hakkı varken, art arda yurda girme hakkı vardı. Ne yani, şimdi yurttan çıkış yaptıktan sonra 185 gün içinde yurda otomobilli ve otomobilsiz giremeyecek miyiz? İşte bunun ayndınlanması lazım.

Otomobilin, anne, baba eş ve kardeşler tarafından kullanılabileceği iddiası da vardı.

Bu da yanlış. Zira yayınlanan Resmi Gazete'de bu konu şöyle izah ediliyor: Bununla birlikte, sözkonusu taşıtın, taşıt sahibi ve taşıt sahibinin ikamet yeri Türkiye Gümrük Bölgesi dışında bulunan (yurtdışında ikamet eden) eşi veya usul ya da füruu olan kişiler dışındaki kişilerce kullanılması mümkün bulunmamaktadır. Yani belirtilen akrabaların da yurtdışında ikamet ediyor olmaları şart.

TORUNOĞULLARI NE DİYOR

Bu konunun mimarı olan ve triptik hakkının 24 aya çıkarılması için ilk girişimi yapan, Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu Onur Üyesi, DEİK ve DTİK Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları ile konuştum.

Bu konulara bir açıklık getirip getiremeyeceğini sorduğum Torunoğulları şunları söyledi:

' Biliyorsunuz, bu konuyu ilk önce, o zamanki Bakanlarımız Nihat Ergun ve Zafer Çağlayan ile konuşmuştum. Daha sonra Hollanda'ya gelen Bakan Faruk Çelik ile konuştum. İmkansız gibi gürülen bu isteğim ne mutlu ki yaşama geçirildi. Şimdi yasa çıktı. Uygulamalarda da isteklerimizi ilettik.

Otomobillerin sigorta ve vergilerinin de Türkiye'de ödenmesini talep ettik. Bize 2 yıllık süreyi veren devletimizin, diğer uygulamalarda da kolaylık yapacağına eminiz. Bunun üzerinde çalışmalar yapılıyor. En kısa bir sürede eksikliklerin giderileceğine inanıyorum.'



Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu Onur Üyesi, DEİK ve DTİK Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları, İlhan Karaçay'a anlattı

BAKANLIK UYARIYOR

Bir süre önce, bazı yayın organlarında çıkan haberlerde, fırsattan yararlanmaya kalkışan kişilerin, Bulgaristan ve Gürcistan'dan vergi ödemeden otomobil getirttikleri ve 80 bin dolar olan otomobilleri 25 bin dolara sattıkları yazılıydı. 'Göçmen Oto' başlıklı haber mantıksızlıklarla doluydu. Türkiye'ye triptik ile otomobil götüen bir kimse, yurdu terkederken, ya otomobilini de beraberinde götürecek, ya gümrükte beyanname imzalayacak, ya bir gümrük demposuna bırakacak veya yurtdışı ikamet izni olan birinin pasaportuna kaydettirecek.

Böylece, triptik ile yurda sokulan otomobiller, hiçbir zaman bir başkasına devredilemeyecek. Bırakın devretmeyi, triptikli otomobili, kendisinden başka, yurtdışında yaşayan eş, çocuklar, anne ve babanın haricinde hiç kimse kullanamaz bile...

Bu hassas konuyla ilgili olarak 'Asparagas' başlıklı bir haber yayınlamıştım.

İşte o haberden sonra Gümrük ve Ticaret bakanlığı bir uyarı yayınladı.

Bakanlığın uyarısı aynen şöyle:

BAKANLIK'TAN, DOLANDIRICILARA KARŞI UYARI

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, yabancı plakalı araçların Türkiye’de kalma süresinin iki yıla çıkarılmasıyla birlikte, vatandaşları yanlış yönlendirmeye çalışan dolandırıcılara karşı dikkatli olmaları konusunda uyardı.

Kamuoyunda 'yurt dışından ucuz araç getirilerek kullanmanın önünün açılacağı ve herkesin bu haktan yararlanabileceği' şeklinde bir algının oluşturulduğunu bildiren Bakanlık, kimlerin bu haktan yararlanacağını detaylı olarak açıkladı.

13.10.2015 tarihli ve 29501 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren karar ile Türkiye Gümrük Bölgesi dışında yerleşik kişilerin getirdikleri kişisel kullanıma mahsus kara taşıtlarına verilen geçici ithal izin süresi altı aydan yirmi dört aya çıkarıldı. Buna göre, yurt dışında ikamet eden kişilerin getirdiği taşıtların 730 gün (iki yıl) süreyle Türkiye’de kalabilmesi mümkün olup, bu sayede özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşların Türkiye’de araçlarıyla daha uzun süre kalabilmelerine imkan sağlandı.

KİMLER BU HAKTAN YARARLANABİLİR?



Bu haktan yararlanarak yabancı plakalı taşıt getirebilmek için kişinin son 1 yıl içinde en az 185 gün fiilen yurt dışında bulunması gerekiyor. Bu sebeple Türkiye’de yerleşik kişilerin geçici ithalat rejimi kapsamında yabancı plakalı taşıt getirmesi, başkasının getirdiği taşıtı kullanması veya adına vekaleten taşıt getirilmesi mümkün değil.

Bu gibi ihlallerin tespiti halinde kişilere cezai müeyyide uygulanacak. Vekaleten yurt dışından taşıt getirilmek istenmesi halinde de mülkiyet sahibinin ve taşıtı getirenin son 1 yıl içinde 185 gün yurt dışında kalma şartını sağlaması gerekiyor.



YURT DIŞINDA YAŞAYAN VATANDAŞLARIN DİKKAT ETMESİ GEREKEN HUSUSLAR



Geçici ithal edilen kara taşıtları, taşıt sahibinin yurt dışında yaşayan eşi veya usul ya da füruu olan kişilerce (eş, çocuklar, anne-baba) kullanılabiliyor. Ancak getirilen taşıt bırakılarak yurt dışına çıkış yapılmak istenmesi halinde izlenmesi gereken iki yol mevcut.

Taşıt ya gümrük gözetimine bırakılmalı ya da en yakın gümrük idaresine taşıtın başkası tarafından kullanılmayacağına ilişkin taahhütname verilmeli. Bu sebeple yurt dışından taşıt getiren kişilerin Türkiye’den taşıtsız çıktıklarında taşıtlarını eş, dost, akrabanın kullanımına bırakması gibi bir durum gümrük mevzuatının ihlali anlamına geleceğinden, mağduriyet yaşanmaması için bu hususa özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşlarca dikkat edilmesi gerekiyor.

DOLANDIRICILARA DİKKAT



Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Kamuoyunda sürelere ilişkin yapılan bu düzenlemenin yurt dışından ucuz araç getirilerek kullanmanın önünü açacağı ve herkesin bu haktan yararlanabileceği şeklinde bir algı oluşmuştur. Bu algı yanlış olduğu gibi bu düzenlemeyi fırsat bilen dolandırıcılar bazı internet siteleri ve oto galerileri, vatandaşlarımızın yurt dışından düşük ücretler ödeyerek alacakları lüks araçları Türkiye’de sorunsuz olarak kullanabileceğine ilişkin yanlış bilgiler sunmaktadırlar. Bu işlemler için yurt dışına dahi çıkılmasına gerek olmadığı ve belli bir komisyon karşılığında işlemlerin kendilerince yapıldığını belirtmektedirler. Dahası getirilecek taşıta verilecek sürenin bitiminde taşıtı kullanmaya devam etmek için giriş-çıkış işlemi yapılmasının yeterli olduğunu iddia etmektedirler.



'MAĞDUR OLMAMAK İÇİN BU İDDİALARA İTİBAR ETMEYİN'



Bu iddialar vatandaşlarımızı kandırmaya yönelik olup tamamen Gümrük mevzuatına aykırı bilgiler ihtiva etmektedir. Bakanlığımız birimlerince bu tür usulsüz kullanımlar tespit edilerek araçların yurt dışı edilmeleri sağlanmaktadır. Türkiye’de yerleşik kişilerin bu haktan yararlanarak, yurt dışından kendi adlarına yabancı plakalı bir taşıt getirmesi mümkün olmayıp bu durum mevzuat hükümlerinin ihlali anlamına gelmektedir. Vatandaşlarımızın mağdur olmaması için dolandırıcıların bu tür iddialarına itibar etmemeleri gerekmektedir.”



DEĞİŞİKLİKTEN ÖNCE TÜRKİYE’YE GETİRİLEN TAŞITLARIN DURUMU



Geçici ithal edilen kara taşıtlarına verilen sürelerin yeniden düzenlenmesinin ardından uygulamada yaşanabilecek tereddütleri önlemek için 14.11.2015 tarihli ve 29532 sayılı Resmi Gazete’de Geçici İthal Edilen Kara Taşıtlarına İlişkin Gümrük Genel Tebliği (Seri No: 1)’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No: 3) yayımlandı.



Buna göre, 13.10.2015 tarihinden önce Türkiye’ye getirilen kişisel kullanıma mahsus kara taşıtlarından henüz süresi dolmayanlara verilen süre en yakın gümrük idaresine başvurulması halinde 730 güne tamamlanacak. Ancak süresinin tamamını kullanmadan taşıtıyla birlikte yurt dışına çıkış yapan kişilerden, Türkiye’ye taşıtıyla tekrar gelenlerin son 1 yıl içinde 185 gün yurt dışında kalma şartını sağlamaması halinde taşıtına süre verilmeyecek.

*****