Balkanlar’da AB Dönemi Mi ? - Kader Özlem - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Balkanlar’da AB Dönemi Mi ? - Kader Özlem
Tarih: 05.12.2008 > Kaç kez okundu? 7670

Paylaş


Ekonomik ortaklıkla başlayan Avrupa’daki entegrasyon süreci kıtasal boyuta dönüşmüştür. 1990’lı yıllar zarfında Balkanlar’da meydana gelen sıcak çatışmalar bölgede istikrarsızlık kaynağı olurken, Avrupa Birliği açısından tehdit unsuru olduğu kadar aynı zamanda önemli bir fırsat yaratmıştı. Avrupa’nın kıtasal bütünleşmesinde Balkan coğrafyası önemli bir yer tutmaktadır. Soğuk savaş sonrası dönemde Avrupa’nın Balkanlar’a ilgisini bölgedeki istikrarsızlıklar olduğu kadar, AB bazında yaşanan kıtasal bütünleşmenin ideolojik arka planıyla da açıklayabilmek mümkündür. 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren bölgede nüfuzunu artıran Avrupa Birliği, üyesi olunması kaçınılmaz ekonomik bir dev olarak görülmektedir. Ayrıca Balkan coğrafyasında küresel aktörler arasında bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Çalışmanın amacı, bölgede nüfuzunu her geçen gün artıran AB’nin gelecekteki konumuna ışık tutmaktır.

Balkanlar’daki Krizler ve AB

Balkan coğrafyasının başlı başına bir istikrarsızlık unsuru olduğu farklı yazarlarca bölgeye önyargılı yaklaşımlarının bir yansıması olarak sık sık dile getirilmiştir. Balkanların tarihi göz önünde bulundurulursa, bölgenin barış içinde kalmasında en büyük unsurun Osmanlı Devleti olduğu görülür. Bunun yanı sıra, sosyalist ideolojinin de göreli bir istikrar getirdiği söylenebilir. Ancak bölgedeki otorite boşluğu, 1912-13 Balkan Savaşları ve 1990’lı yıllarda Bosna ve Kosova’daki sıcak çatışmalarda olduğu gibi bölgesel savaşların yaşanmasına yol açabilmektedir. Bu kapsamda, Bosna ve Kosova krizlerinden ders almış görünen AB, bu otorite boşluğunu doldurmaya çalışır görünmektedir.

Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte, Avrupa’da da yapısal dönüşümler meydana gelmiştir. 1993’te Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle, ekonomik işbirliğini içeren ortaklığın yanına hukuksal boyut, ortak güvenlik ve dış politika konuları da eklenmiş ve “birlik” üç ana temel üzerine oturtulmuştur. Ancak, Sovyetlerin ardından Yugoslavya’nın da dağılma sürecini yaşaması bölgesel dengeleri değiştirmiştir. 1992’de başlayan iç savaş, 1995’te NATO öncülüğündeki askeri bir müdahale ile sona ermiştir. Avrupa’nın yanı başında gerçekleşen soykırıma zamanında müdahale edilmemesi birçok açıdan eleştiri konusu olmaktadır. Öncelikle, Yugoslav iç savaşı geride yüz binlerce ölü ve mülteci bırakmıştı. “Medeniyet” kavramı söz konusu olduğunda hep ön planda olmaya çalışan Batı uygarlığı bu soykırım hareketine karşı geç müdahale etmesi eleştirilere neden olmuştur. Öte yandan, AB’nin Maastricht Antlaşmasında belirtilen ortak güvenlik ve dış politika hususunda herhangi bir başarı kaydedemediği anlaşılmıştır. Almanya’nın da birliğin ortak kararı olmaksızın, Hırvatistan ve Slovenya’yı tanıması ortak dış politika konusundaki ayrı bir eksiklik olarak değerlendirilebilir.

Kosova’daki krizde uluslararası camia Bosna olayında olduğundan çok daha uyanık davranmışsa da, AB’nin yine de NATO olmadan kriz bölgelerinde ‘sorun çözücü’ aktör olmaktan çok uzak olduğu anlaşılmıştır. Bu noktada yine ABD ve NATO ön planda olmuştur. Kısacası, 1990’lı yıllarda Balkan coğrafyasında meydana gelen çatışmalar karşısında Avrupa ülkelerinin ortak güvenlik ve dış politika geliştirme bağlamındaki yetersizlikleri gün ışığına çıkarken; soğuk savaş sonrası dönemde sorgulanır hale gelen NATO, söz konusu kriz ortamlarını fırsata çevirmeyi başarmış bir şekilde, varlığını ve gerekliliğini meşruiyet zemininde temellendirmiştir. Birliği Balkanlar’da etkin kılan husus, bölge ülkelerine verilen AB üyelik perspektifi olmuştur.

90’ların İkinci Yarısında AB’nin Girişimleri

Zamanla bölgede istikrarın yeniden tesisi kuşkusuz AB açısından büyük avantajlar getirmiştir. 90’lı yıllardaki krizler ve AB’nin çekingen politikaları, Balkan ülkeleri nazarında tepki topladıysa da, özellikle askeri müdahalelerle sağlanan göreli istikrardan sonra AB’nin bölgeye yönelik daha aktif bir dış politika izlediği söylenebilir. Bu kapsamda, 10 Haziran 1999’da AB’nin çağrısı üzerine kurulan Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı (GAİP) örnek olarak verilebilir. 40’dan fazla ülke ve uluslararası örgüt pakta taraf olurken; bölge bazında istikrarın sağlanması için barış, demokrasi, insan haklarına saygı ve ekonomik gelişme yönünde bölge ülkelerinin çabalarının desteklenmesi öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, yine bölge ülkelerine Euro-Atlantik bütünleşmesinin önü açılmıştır.

AB’nin Balkanlar’da önemli bir pozisyona gelmesinde bölge ülkelerine NATO ve AB üyelik kapılarının açık tutulmasının etkisi büyüktür. Birliğin bölgeye yönelik politikasını “İstikrar ve İşbirliği Süreci” (SAP: Stabilisation and Association Process) kapsamında temellendirdiğini görmekteyiz. Söz konusu politika, üç ana elemanda oluşmaktadır: İstikrar ve İşbirliği Anlaşması (SAA: Stabilisation and Association Agreement), Birliğin finansal yardımları ve bölge ülkelerine ticari anlamda sağlanan kolaylıklar. 2000 yılında Zagreb’te gerçekleştirilen zirvede Batı Balkan ülkelerinin AB’nin “potansiyel adayları” oldukları belirtilirken, Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde de bölge ülkelerinin AB üyelik süreçlerinin destekleneceği bildirilmişti. AB’nin Selanik 2003 Zirvesinde de Balkanların geleceğinin Avrupa Birliği’nin sınırları içerisinde olduğu vurgulanmıştır. 2004 Brüksel Zirvesinde Balkanlar’a ilişkin daha ziyade genişleme ile ilgili konulara yer verilirken, Romanya ve Bulgaristan’ın 2007’de tam üye olacakları ve Hırvatistan’ın gayretlerinden duyulan memnuniyet ifade edilmiştir. 11 Mart 2006 tarihinde Salzburg’ta gerçekleşen AB Dışişleri Bakanları ve Batı Balkan ülkelerinin gayri resmi zirvesinde Batı Balkanlar’a yönelik Selanik Zirvesinde alınan kararlar tekrar teyit edilmiş ve Balkan ülkelerinin istikrar, demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve AB’ye yaklaşma konularında önemli ilerlemeler sağladıkları vurgulanmıştır.

Varılan noktada, Hırvatistan’ın diğer ülkelere göre, AB üyelik sürecinde bir adım önde olduğu ve üyeliğinin 2009 gibi erken bir tarihte gerçekleşebileceği ileri sürülmektedir. Makedonya, Sırbistan ve Karadağ’ın da Birliğe üyelikleri konusunda iradelerini ortaya koymasıyla Batı Balkan ülkelerinin en iyimser 2015 yılında tam üye olacakları tahmin edilmektedir. Gerek Kosova gerekse Yugoslavya’dan kalan diğer eski sorunlar nedeniyle Sırbistan açısından sürecin biraz daha sancılı olacağı düşünülse de, Sırbistan da AB üyeliği konusundaki iradesini açıklığa kavuşturmaktadır.

Yukarıda açıklandığı üzere, Batı Balkan ülkeleri AB ile ilişkilerinde önemli aşamalar kaydetmişse de, genel anlamda sürecin ağır işlediği belirtilmelidir. Diğer taraftan, AB’nin 2004 ve 2007 genişlemelerinin ışığı altında hatırlanırsa, 12 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi önce Avrupa Anlaşmaları kapsamında AB’ye yakınlaşmaya başlamıştı. 1997’de bu ülkelere adaylık statüsü verilirken, müzakerelere başlama tarihleri 1998/2000 yılları olmuştu. Sorunlu Yugoslavya coğrafyasından Slovenya’nın 1 Mayıs 2004, Bulgaristan ve Romanya’nın 1 Ocak 2007’deki AB üyeliklerinin getirileri ve bölgesel iç dinamikler, Batı Balkan ülkeleri açısından AB üyeliğini çekici kılmaktadır. Slovenya, Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyeliklerinin Batı Balkan ülkelerine nazaran daha kısa sürede gerçekleşmesinde bazı eksikliklere rağmen istikrarlı bir grafik çizmeleri ve 90’lı yıllarda bölgesel krizlerden daha az etkilenmeleri belirleyici olmuştur. Ancak son tahlilde, Batı Balkan ülkelerinin de AB fotoğrafında yerini alacakları hususunda şüphe yoktur. AB’nin Yunanistan, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya’yı kendi bünyesine katması, Batı Balkanlar’ı çevrelediği ve adeta bir iç bölge haline getirdiği görüntüsünü vermektedir. Bu noktada, Birliğin gelecek yıllardaki genişleme stratejisinde daha fazla yoğunlaşacağı konular arasında Batı Balkanların yer alacağı unutulmamalıdır.

Avrupalı Kimliği ve Bölge Halklarının Aidiyet Duyguları

Avrupa’da AB ortak çatısı altında meydana gelen bütünleşme, temelleri Orta Çağ’a kadar uzanan derin bir tarihsel sürecin ürünüdür. Reel politik eksendeki çıkar farklılıkları ve izlenen katı metotlar sürecin gerçekleşmesini geciktirirken; soğuk savaş dönemi başlangıcında oluşan uygun şartlar Avrupa’daki işbirliğini ekonomi temelinde sağlamış ve daha sonra ise güvenlik ve hukuksal boyutu da kapsamıştır. Bu yaşanan gelişmeler aslında birliğin politik bir zemine kaydığının da göstergesiydi.

Soğuk savaş sonrasında birliğin farklı bir genişleme sürecine girmesi ve eski Sovyet coğrafyasındaki Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerine de AB üyelik perspektifi verilmesi, meydana gelen entegrasyon sürecine kıtasal bir boyut kazandırmıştır. Bu kapsamda “Avrupalılık kimliği” ön plana çıkarılmış ve supranasyonel bir anlam yüklenmiştir. Eski sosyalist ülkelere de birlik çatısı altında yer verilmesi Katolik-Ortodoks ayrımını ortadan kaldırırken; Hıristiyanlık temelinde bir bütünleşme sağlanmaya çalışılmıştır. AB’nin Balkanlar’a bakış açısında bu faktörü göz ardı etmemek gerekir.

Diğer yandan, Balkanlar kısa bir süre öncesine kadar Avrupalılar tarafından “geri kalmışlık” ve “barbarlık” imgelemesiyle tanımlanmaya çalışılmıştır. 1913 ve 1993’te bölgede yaşananlar Avrupalıların bu coğrafyaya yaklaşımını önemli ölçüde şekillendirmişti. Bu husus, 2000’li yıllara kadar mevcudiyetini korurken; Batı’nın Balkanlar ile arasında çizdiği sınırların kalkması, bölgenin uluslar arası sistemde stratejik öneminin artmasıyla doğrudan ilişkilidir.

Bölge halklarının Balkanlar’a yönelik yaklaşımı ise trajikomik bir ezikliği yansıtmaktadır. “Balkanlı” tanımını coğrafik bir kavram olmaktan çıkaran bölge halkları, bu kavramı kendileri için “aşağılayıcı” bir sıfat olarak kabul etmektedirler. Son dönemlerde bu saplantıdan uzaklaşıldığı gözlemlenirken; Hırvatistan halen Balkanlı kimliğini açık bir şekilde reddetmekte ve “Orta Avrupalı” kimliğini ön plana çıkartarak bir an önce AB üyesi olmaya çalışmaktadır. Ne var ki, Balkanlar’daki ulusal grupların olumsuz yan anlamlarında dolayı “Balkan” kimliğini reddetme eğiliminde ve “Güneydoğu Avrupalı” kimliği üzerinde odaklanmaktalar. Avrupalılık unsuru Balkan uluslarını AB’ye yöneltirken, AB’nin de bölge halkları üzerinde bir çekim merkezi haline gelerek psikolojik bir üstünlük elde ettiği görülmektedir.

Bölgesel Denklemde Küresel Aktörler ve AB

Soğuk savaş sonrası dönemde Balkan coğrafyasında önemli güç kaybına uğrayan Rusya, 1990’lı yıllarda bölgede meydana gelen çok bilinmeyenli denklemleri çözemez duruma gelmişti. Krizler Batı güçlerinin bölgedeki etkinliklerini artırmalarıyla sonuçlanırken, Rusya ise çok yönlü dış politikasında Balkanlar’a gereğince yer ayıramamıştır. Bunun yanında Rusya’nın eski Yugoslavya topraklarındaki krizlere hazırlıksız yakalandığı da belirtilmelidir. Bölge ülkeleri arasındaki derin farklılıklar, Rusya’nın Balkan politikasını zorlaştırırken, diğer taraftan Balkanlar’daki krizlerde Belgrad eksenli bir dış politika izleyerek kaybeden aktörün tarafında yer alması da bu ülkeleri Rusya’dan uzaklaştırmıştır. Bir zamanlar Rusya’nın Balkan politikasını belirleyen “Slavcılık” fikri ise jeopolitik anlamda potansiyelini kaybetmemiş olsa da, Bulgaristan ve Makedonya gibi iki önemli Slav kalesini çoktan Batı’ya kaptırmış görünmektedir. Rusya’nın Balkan politikasındaki bölgenin tamamına hitap eden yaklaşımı da değişime uğramış, zamanla yaşanan kayıplarla birlikte ikili ilişkileri geliştirme yoluna gidilmiştir. Bu kapsamda, enerji ve ticaret konuları öne plana çıkartılmıştır. Her ne kadar bölgesel yeni oluşumların biraz daha gerisinde kalsa da Rusya’nın Balkan coğrafyasına ilgisinde azalma olmadığı gözlemlenmektedir.

Batı Dünyası’nın bölgeye ilgisini yaşanan krizler belirlemiştir. Soğuk savaş döneminde bölgede genel anlamda sosyalist ideolojinin hâkimiyeti, Batı’nın hareket sahasını daraltmıştı. Yugoslavya coğrafyasında yaşanan çatışmalar, başta ABD olmak üzere diğer Batılı devletlerin de dikkatlerini bölge üzerinde toplamalarına neden olmuştur. Bosna ve Kosova müdahalelerinde NATO güçlerinin ve dolaylı olarak ABD’nin ön plana çıkması, Balkan ülkelerinin güvenlik bağlamında ABD’ye yakınlaşmalarına yol açmıştır. 90’lı yılların ikinci yarısında Balkan ülkelerinin dış politik çizgilerinin Batı’ya kayması, NATO ve AB üyelik perspektiflerinin bir sonucuydu. Ancak, Balkan ülkelerince AB, ekonomik anlamda bir dev, istikrar ve refah için güçlü bir aktör olarak görülürken; söz konusu ülkelerce savunma ve güvenlik kaygılarını giderme adresi Brüksel değil; Washington olmaktadır. Bu bağlamda, ABD ve NATO’nun etki alanına girdikleri söylenebilir. Nitekim 2003 Irak krizinde AB’nin Ortak Güvenlik ve Dış Politika konusunda yaşadığı fiyasko, Balkan ülkelerinin güvenlik bağlamında NATO’yu tercihlerinin isabetini göstermiştir.

Bölgesel krizlerde “sorun çözücü” aktör olarak yer alan ABD ve genişlemesini Güneydoğu Avrupa’ya yönlendiren AB, bölgenin geleceğini kendi ellerinde şekillendirmekteler. Irak ve Afganistan müdahalelerinden sonra dış politik önceliklerini Orta Doğu eksenine kaydıran ABD, AB’nin Balkanlar’da daha rahat hareket etmesini sağlamaktadır. Buna paralel olarak, Vaşington yönetimi, ‘Balkan ülkelerinin geleceğinin AB fotoğrafında olduğu’ tezini desteklemektedir. Brüksel-Vaşington yönetimleri arasındaki bölgesel işbirliği, Rusya’nın hareket sahasını kısıtlamaktadır.

Kosova’nın nihai statüsü sorunu günümüz Balkan problematiğinin düğümlendiği nokta olarak göze çarpmaktadır. Kısaca değinmek gerekirse, BM Kosova Özel Temsilcisi Marti Ahtisaari’nin Kosova’nın statüsüne ilişkin hazırladığı rapor, Rusya’nın açıkça veto kullanacağı sinyali vermesinin ardından BM Güvenlik Konseyi’nin onayını alamamıştı. Bu noktada Temas Grubu devreye girmiş ve Kosova ile Sırbistan arasındaki görüşmelerin AB, ABD ve Rusya’nın gözetimi altında devam etmesini kararlaştırmıştı. Gelinen noktada müzakere süreci yeniden başlatılsa da 4 aylık bir süreyle sınırlandırılmıştır.

Kosova’nın nihai statüsüne ilişkin küresel güçler arasında yaşanan rekabet, bölgenin küçük bir örneklemidir. Sorun uzun zamandır Belgrad-Priştine ekseninden çıkmış; Batı ülkeleri ile Rusya arasındaki hatta oturmuş durumdadır. Kosova’nın bağımsızlığı fikri, ABD, AB ve NATO kanadında geniş destek bulurken; Rusya söz konusu durumun uluslararası sistemde emsal kararlara yol açabileceğini dile getirmektedir. Rusya’nın çekincelerini paylaşan İspanya, Yunanistan, Slovakya, Romanya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi AB üyesi ülkeler olsa da, geniş bir taban Kosova’nın bağımsızlığına sıcak bakmaktadırlar. Bölge ülkelerinin büyük çoğunluğu da söz konusu fikri savunmaktadır.

Brüksel’in Kosova konusunda Priştine yanlısı politikası devam etse de, Kosova’nın bağımsızlığı Vaşington’un somut çabaları olmadan nihai bir sonuca bağlanamaz görünmektedir. Vaşington yönetimi bu konuda Kosova’nın bağımsızlığından yana olduklarını sıkça dile getirirken, BM Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın da Kosova’nın bağımsız bir devlet olarak tanınabileceği belirtilmektedir. Avrupa Birliği’nin bu süreçte ABD’nin bir adım önünde yer alabileceği zor görünmektedir. Ortak güvenlik ve dış politika konusunda 1990’lı yıllardaki Balkan krizlerinde, 2003’te ise Irak krizinde hayal kırıklığına uğrayan AB, aynı durumla karşı karşıya kalmak istememektedir. Kosova’nın bağımsızlığı konusunda Vaşington yönetiminin gerisinde kalacağı düşünülse de, AB’nin Sırbistan’ın kazanılması noktasında kilit bir rol üstlenebileceği unutulmamalıdır.

Sonuç

90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Balkanlar’a ilgisi artan AB, günümüzde önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. Bölgesel krizlerin ortaya çıkardığı fırsatlar, Balkan uluslarının kimlik algılamaları, Balkan ülkelerine verilen AB üyelik perspektifleri ve Rusya’nın bölgedeki etkisini eskiye oranla kaybetmesinin getirdiği avantajlar AB tarafından tam anlamıyla değerlendirilememiştir. Ortak güvenlik ve dış politika hususunda AB içinde tam bir mutabakatın sağlanamaması, AB’nin hareket kabiliyetini sınırlandırmakta ve bölgesel sorunların çözümünde inisiyatifin ABD’ye geçmesine yol açmaktadır. Kısa vadede bölgede ABD’nin öncülüğünü görmek mümkünse de, orta ve uzun vadede AB’nin bölgesel hâkimiyetine kesin gözüyle bakılmaktadır. Brüksel’in bölgede ipleri eline almasının, Balkan ülkelerinin AB ile bütünleşme sürecine ve Kosova konusunda birlik üyelerinin ortak paydada buluşmalarına bağlı olduğu unutulmamalıdır.

Maastricht Antlaşması için bkz. “Treaty on European Union, Official Journal C 191, 29 July 1992”,

http://eur-lex.europa.eu/en/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html (e.t. 01.09.2007).

Kader Özlem, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Romanya’nın Dış Politikasında Batı Dünyası ve Türkiye’yle İlişkiler”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Sayı 12- Kış 2007, s.42.

GAİP Resmi Web Sitesi, “About the Stability Pact”, http://www.stabilitypact.org/about/default.asp (e.t. 02.09.2007).

AB’nin bölgeye yönelik farklı girişimlerinin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Örneğin, Dayton Barış Antlaşması sonrasında Aralık 1995’te Fransa’nın Royaumont kasabasında 27 ülkenin bir araya gelmesiyle ortaya konan “Royaumont Süreci” bu noktada AB’nin bölgeye yönelik ilk kapsamlı politikası olarak değerlendirilebilir. Bu toplantı sonunda bu 27 ülke "Güney-Doğu Avrupa’da İstikrar ve İyi Komşuluk İlişkileri Süreci" Deklarasyonunu kabul etmişlerdir. 1 yıl sonra Birlik “Bölgesel Yaklaşım” başlığı altında yeni bir politika geliştirmiştir. Ancak, AB’nin bölgeye yönelik temel politikasının belirlendiği SAP olmuştur. Bilgin Çelik, “AB’nin Batı Balkanlar Sorunu”, Cumhuriyet Strateji, 28 Mayıs 2007.

Avrupa Komisyonu Resmi Web Sitesi “The Western Balkan countries on the road to the European Union”, http://ec.europa.eu/enlargement/enlargement_process/ accession_process/how_does_a_country_join_the_eu/sap/history_en.htm#autonomous (e.t. 02.09.2007).

Batı Balkan Ülkeleri: Arnavutluk, Bosna Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Sırbistan –ve- Karadağ.

“Τhe Thessaloniki agenda for the Western Balkans”,

http://ec.europa.eu/enlargement/enlargement_process/ accession_process/how_does_a_country_join_the_eu/sap/thessaloniki_agenda_en.htm (e.t. 03.09.2007).

Esfer Ali, “Makedonya’nın Makroekonomik Durumu ve AB Üyeliği Açısından Bir İnceleme”, 26 Kasım 2006, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp? kat1=3&yazi=1117 (e.t. 03.09.2007)

Erhan Türbedar, “Selanik Zirvesinin Ardından: Batı Balkanlar Gölge Olmaktan Çıkıyor”, Stratejik Analiz, Ağustos 2003, s.67.

Erhan Türbedar, a.g.m. s. 65.

Iris Kempe, Kurt Klotzle, “The Balkans and The Black Sea Region: Problems, Potentials and Policy Options”, Center for Applied Policy Research, sayı:2, Nisan 2006, s.7.

İlyas Kamalov, “Rusya’nın Balkanlar Politikası: Geri Dönüş Mümkün mü?”, Stratejik Analiz, Ekim 2006, s.64.

Rusya’nın bölge ülkeleriyle ticari ilişkilerine dair istatistiksel bilgiler için bkz. The WIIW Balkan Observatory, “Economic Data See”, http://www.wiiw.ac.at/balkan/data.html (e.t. 12.09.2007)

“U.S.-EU Cooperation in the Balkans”, http://www.state.gov/p/eur/rls/fs/42534.htm (e.t. 13.09.2007).

Temas Grubu ülkeleri: Almanya, ABD, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya.

Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Erhan Türbedar, “Kosova Düğümü Çözülüyor mu?”, Stratejik Analiz, Eylül 2007.

“Kosovo Questions”, Financial Times, 12 Ağustos 2007.