Tarihsel Süreçte Orta Asya’da Rus-Sovyet Kültür Emperyalizmi - Fuat Uçar - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Tarihsel Süreçte Orta Asya’da Rus-Sovyet Kültür Emperyalizmi - Fuat Uçar
Tarih: 05.12.2008 > Kaç kez okundu? 13203

Paylaş


“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır.Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez.Tıpkı Osmanlı gibi,tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir,ufalanabilir.Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler.Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…Bizim bu dostluğumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir.hazırlanmak lazımdır.Milletler buna nasıl hazırlanır?Manevi köprülerini sağlam tutarak.Dil bir köprüdür…inanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…”

“…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların(Dış Türklerin)bize yaklaşmasını bekleyemeyiz..Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

29 Ekim 1933

Türkiye 1980’li yılların sonuna kadar dış politikasını kuzey komşusu eski SSCB’den gelebilecek tehditlere göre düzenliyordu. SSCB dağılınca geniş bir ‘Türk Dünyası’ meydana geldi. Bu dünya zamanında pek çok aydın tarafından da biliniyor ve çeşitli şekilde dile getiriliyordu.

Bu hedef Mustafa Kemal tarafından Türkiye Cumhuriyet’in 10.yılında yukarıda da görüldüğü gibi belirtilmiştir.21.yüzyılda dünyanın siyasi yapısındaki birtakım değişme ve gelişmeler, buna bağlı olarak ekonomik, askeri, sosyal vb. gibi birtakım köklü değişmeler meydana getirirken “Kültürel Kimlik” ya da “Kültürel Yapı”da bu hızlı değişimden nasibini almaktadır. Çok uluslu devletlerin parçalanması, milliyetçilik hareketlerinin hatta “Mikro milliyetçilik” hareketlerinin baş göstermesi 21.asırda dünyanın mücadele sahasını ve dinamizmini değiştirmiştir.

Samuel P.Hungtigton’un isabetle belirttiği gibi 21.asır artık bir “Medeniyetler Çatışması”na hazır hale gelmiştir. Bu medeniyetler çatışmasının “nirengi” noktasını oluşturacak başlıca özellikte görüldüğü gibi kültürel etmenlerdir. Yani farklı inanç sistemlerinin, uygarlıklarının mücadelelerinden birinin baskın çıkacağı tahmin edilmektedir. “Yeni Dünya Düzeni” olarak ta ifade edilen bu yapı içerisinde insanlığın önünde iki yüz elli milyondan fazla bir Türk Dünyası bulunmaktadır.1990’lı yıllardan itibaren kamuoyunda bu tarihi fırsatın tekrardan gündeme gelmeye başladığı ağırlık kazandı. Fakat konu ile ilgili olarak gerek Türkiye’de gerekse de Türk Cumhuriyetlerinde kamuoyunun yeteri kadar bilgili ve bilinçli olduğunu söylemek mümkün değildi.

Burada konu ile ilgili olarak akla gelen ve önem arz eden ilk özellikte kültür olmaktadır. Zira zamanında Rus, Sovyet ve Çin politikaları “Türkistan” coğrafyasında ki emperyalist emellerinin odak noktasını kültürde yani dil ve alfabe değişikliğinde görmüşlerdir. Günümüzde de kültürel ve sosyal temele dayanmayan hiçbir ekonomik ve siyasi birlikteliğin kalıcı ve uzun ömürlü olamayacağı daha belirgin bir biçimde görülmektedir. Bu nedenle Türk Dünyası ile olan ilişkilerde kültür ayrı bir önem kazanmaktadır.

Bağımsızlık sonrasında Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arsındaki ilişkiler denilince akla ilk gelen siyasi ve ekonomik ilişkiler olmuştur. Olması gereken hatta ekonomik ve siyasi ilişkilere de temel oluşturacak olan kültürel ilişkiler geri plana itilmiş, gerekli önem verilmemiştir. Kültürel ilişkiler konusunda gerekli ve yeterli tarihi birikim ve zenginliğin olmasına rağmen konu ile ilgili çalışmalar henüz yeterli düzeyde değildir. Amacımız kısmen de olsa bu alanda boşluğu doldurabilmek ve kültürel ilişkilerin önemine dikkat çekebilmektir.

1. İhtilal Öncesi Çarlık Rusya’sı Dönem

Orta Asya tarihi Timur Rönesans’ından sonra sönmeye başlamış, on altıncı asırdan itibaren Orta Asya Türklüğü siyasi birliğini bir daha kuramamış, kültürel açıdan da parçalanmaya başlamıştır. Kitle iletişimin sözlü olduğu, cami, medrese ve tekkelere dayandığı bu asırlarda haberleşme ve ulaşım imkanlarının kısıtlılığı içinde siyasi birlik ve güven olmayınca Türk Dünyası’nın kendi içinde kültürel hareketleri de fevkalade azalmış topluluklar belirli coğrafi alanlar ve kabile ilişkilerine lokalize olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kültürel gelişmenin gittikçe donuklaşması ve zamanla diğer kesimlere nazaran farklılaşmanın önemli bir sebebi de budur. Bu parçalanma giderek kabile bazına, Orta Asya havzasında şehir/kasaba hakimlerinin uzun süreli kavgaları, kabileleri birbirine düşman etmiştir. Rus emperyalizminin Orta Asya’da ki yayılışının kolaylığı bundan kaynaklanmıştır.i Bu şekilde Türk coğrafyasında Rus ve Çin emperyalizmin yol açtığı en büyük olumsuzluklar yerli Türk unsuru yanında yabancı etnik unsurlarında çoğalmasına yol açtığı görülmektedir.

Böyle bir siyasi istikrarsızlığın ve sosyal dengesizliğin meydana gelmesi kültürel yapıda da birtakım farklılıklara yol açmıştır. Tarihteki Türk-Rus ilişkileri ve Türkistan’ın Ruslar tarafından işgali ve sonucunda meydana gelen/getirilen kültürel değişikliklerin tarihi seyri kısaca şu şekildedir.

Türk-Slav münasebetleri umumiyetle ilk defa Milat’ın 2.yüzyılında, Türk-Rus münasebetleri ise 9.asrın başında Peçenekler zamanında başlamıştır. Türkler ve Ruslar asırlarca yan yana yaşamışlardır. Ruslar 1224 yılından 1480 yılına kadar, tam 256 sene Türklerin hakimiyetinde yaşamışlardır. Ruslar bu devreye tarih kitaplarında “Moğol-Tatar Zulmü” dönemi derler.ii Dokuzuncu asırdan on altıncı asrın ortalarına kadar geçen yedi asır boyunca Rusların ataları, kendilerinden teknik bakımdan daha ileri, askeri yönden daha güçlü, daha yüksek bir kültür seviyesine sahip tek kelime ile daha medeni durumda olan Müslüman komşularla karşılaşmışlardır. On üçüncü asırdan on beşinci asra kadar olan yaklaşık üç asırlık zaman içinde Rus Prenslikleri Müslüman Altınordu (Moğol) hükümdarlarına mağlup olmuş ve boyun eğmişlerdir. “Tatar Boyunduruğu” hatırası da Rus halkının zihninde hala varlığını ağır bir şekilde hissettirmektedir.iii

Altınordu’nun güney Türkistan’a hakim olduğu 15.asırda Ruslar Moskova Knezliği olarak küçük bir beylik halinde idi. Fakat Altınordu’nun Kazan, Astırhan ve Kırım hanlıkları olarak üçe ayrılması ve aralarında rekabete girişip birbirini zayıflatmaları, Rusların kendini toparlayıp kuvvetlenmesine ve 1552’de Kazan’ı işgal etmeleri sonucu Kazan hanlığının yıkılmasına yol açmıştır.iv 1552’de Kazan,1555’de Ural sahasının Başkurtları,1556’da ise Volga ağzındaki Astırhan’ın Rusların eline geçmesine parçalanan ve zayıflayan Türkistan’ın kapıları Rus emperyalizmine açılıyor ve Rusya iki yüz yılda beş misli büyüyor. Rusların böyle büyümesinin ve İngilizlerin Hindistan’da ki tutumu arasındaki büyük fark İngilizler’in Hindistan’da sadece kendi ürünleri için Pazar bulmak ve sanayi için ucuz ya da bedava hammadde teminidir. Rusların ise bunların dışında yerli halkı yavaş yavaş yok etmek ve ülkeyi ahali bakımından Rus ülkesi yapmaktır. Bunun sonucunda Türkler arasında kendi milli benliklerini korumak için bir kültür savaşı, bir yaşama savaşı başlıyor.v Çar 1.Petro’ya kadar Rusya Türkistan’da ciddi bir yayılma politikası gütmemiş, ilk defa Petro Türkistan’ı ele geçirme projesi tasarlıyor ve iki sefer (1715 ve 1717) yapıyor.vi Böylece Moskava’da Knezlik statüsünden kurtulan Ruslar yavaş yavaş Batı Türkistan’ı istilaya 1716’dan itibaren başladı ve 1734’den itibaren Türkistan’ın bozkır vilayetlerinin bazılarında hakimiyetinin tesisine başlarlar.vii Rusların Türkistan’a karşı daha ciddi olarak harekete geçmeleri sonucunda, güneyde Türkistan’ın istilası 1852’de Akmescid’e hücumla başlar.viii 1865’te "TÜRKİSTAN GENEL VALİLİĞİ” ve “STEP GENEL VALİLİĞİ” adıyla idare ele alınır. Rus emperyalizminin en belirgin özelliği, istila ettiği ülkelerin en verimli, stratejik noktalarına Rusları yerleştirmek ve hakimiyeti altına almaktı.ix Bu nedenle Çarlık Rusya’sı emeline ulaşabilmek için bir takım “Ruslaştırma” politikalarına başlıyor.

Çarlık döneminde uygulanan ve sonuç elde edilen Türkleri Hıristiyanlaştırma politikası, komünizm sonrasında da Hıristiyanların Ruslaştırılması şeklinde devam eder.x Bütün bu siyasi gelişmeler devam ederken Türkistan üzerinde emellerin kurmaya çalışan Ruslar’ın sistemli ve etkili çalışmaları da başlar. Bu siyasetlerine de Türkistan’da ki Türk halklarını dilinden, alfabesinden kısacası kültüründen ayırmakla emellerinin gerçekleşeceğini görmüşler ve bu uygulamalarına da şu şekilde başlamışlardır.

Çarlık idaresinin 1876’da ve Bolşeviklerin 1920’den sonra Türkistan’a tatbik ettikleri bir metot var. Bu metot İl’miniskiy metodudur.Fikir babalığını Rus milliyetçisi Nikolay İl’miniskiy(1822-1891)yaptığı bu metodun amacı, Rus hakimiyeti altında yaşayan Türkler’e Rus dilini öğretmek, müşterek bir Türk dili yerine her Türk boyu için mahalli konuşma dilini amaçlayan ve farklı ana diller icad ederek, bu diller için Rus karekterli farklı alfabeler kabul ettirmek ve böylece onları Ruslaştırmaktır.xi Bu politika sonucunda aynı soyda gelen, aynı dili konuşan insanlar arasındaki birlik parçalanmış, yeni diller ve yeni milletler yaratılmaya başlanmıştır. Böyle bir hareketin başında misyoner İl’miskiy’in talebesi ve Türkistan Genel Valiliği’nin kültür danışmanı Ostroumov bulunuyordu.xii Çarlık Rusya’sının son döneminde başlayan uluslaşma süreci gelecekteki Sovyet politikalarına da dayanak oluşturmuştur. Dolayısıyla Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Türkmen gibi büyük Türk dil ailesinin içindeki farklı etnik gurupların siyasal ve toplumsal olduğu gibi kültürel farklılıkları iyice pekiştirmiştir.xiii

Böylece eski çarlık ve selefi durumundaki Sovyetler Birliği içinde Türk halkları tarihsel süreç içinde ayrı uluslara ayrılmış oluyordu. İl’miniskiy’in metodunun çarlık tarafından bir devlet politikası gibi uygulanmış olması meselenin önemini göstermekteydi. Çarlık dönemindeki Türkistan Türkleri’nin kültürel yaşantıları ve inançlarında, dil ve alfabelerinde İslamiyetin durumu göze çarpmaktadır. Arapların Türkistan ile komşu olmaları ve sonrası şu şekildedir. İlk Müslümanlaşan yöreler arasında yer alan Türkistan’da İslamiyet hem Sünni islam’ın dini ve kültürel kurum hem de Nakşibendilikxiv gibi çok çeşitli tarikatlar aracılığıyla etkisi SSCB’ye kadar sürdürmüştür. Diğer taraftan kültürel açıdan Türkmenler 18.asırda Oğuz ailesine dahil olan Çağatayca’nın etkisindeki Türkmen dilinde eserler vermişlerdir. Arap ve Fars kültürünün açık etkisini yansıtan Çağatayca uzun yüzyıllar yörenin ortak kültürü, dili olarak benimsenmiştir.xv Yine Çarlık döneminde İslamı sahte göstermek faaliyetleri başlar. Ku’an-ı Kerim Rusya’da ilk defa 1716’da Fransızca’dan Rusça’ya Peter Paskinov tarafından tercüme edilir.xvi Bunun sonucunda Türkistan’da değişik adlar ile bilinen Türk topluluklarındaki milli şuur Rusya’nın diğer topluluklarına nazaran geç uyanmaya başlıyor. Mesela, Ermeniler 1890’larda milli kimlilerini bulurken, Türk topluluklarında bu şuur ancak 1905 birinci Rus İhtilali döneminde ortaya çıkmış ve bu şuurlanma 1917’ye kadar sürmüştür. Bolşevik rejiminin marifetleri ile 1985’lere kadar bastırılmıştır.xvii

Bu Milli uyanışa sebep olan önceki gelişmeler ise 2.Aleksandr döneminde başlayan modernleşme ve merkezileşme politikalarının sonucu olan Ruslaştırma çabaları ve eğitimdeki köklü değişikliklerin hedeflenmesidir.xviii 1905 yılında Rus çarlığı’nın Japonlar önündeki her yerde olduğu gibi Rus mahkumu Türkler arasında da ümit ışığı olmuştu ve 1905 Rus İhtilali Türk Dünyası’nda bir canlılık ve ümit, kısmen de bir hürriyet havası getirmişti.xix 1905-1917 döneminde milli uyanış başlıca basın-yayın, eğitim ve siyasi alanda kendini göstermiştir. Fakat bu gelişmeler her Türk bölgesinde aynı güç ve tesirde olmamıştır. 1917 öncesi milli uyanışta güçlü olan üç bölge Kırım, İdil-Ural ve Azerbaycan’dır. 17 Ekim 1905’te Çar 2.Nikola’nın “Manifestosu” Rusya vatandaşlarına çeşitli hürriyetler tanıyınca basın yayın hayatında bir artma olmuş ve bu üç bölgede muhtelif sayıda dergi ve gazeteler yayımlanmıştır.xx

Böylece Ruslar’ın yenilgisi ile sonuçlanan Rus-Japon savaşının sonucunda Türkistan’da Ceditçilik hareketi filizlenmeye başlıyor.

Rus emperyalizmi’nin etkisi altındaki Türk halkları siyasi ve ekonomik olduğu kadar kültürel yönden de “Müstemlekeleşme” sürecine girmiş oluyordu. Ruslar bu süreçte; “Tehcir” ve “Kolonizasyon” siyaseti ile şiddetli bir şekilde sert uygulamalara gidilmiş, yeni mektepler açılması yasaklanıp mevcut mekteplerin ıslahı da engellenmiştir. Eğitim Türkler’e Rus olmayanların Ruslaştırılmasından ibaretti ve Türk çocukları papazların idaresindeki misyoner okullara gitmeye zorlanıyordu.xxi Böylece İslamiyet’in ikinci merkezi durumundaki Fergana, Buhara, Taşkent, Semerkant, Kazan vb. gibi “Uluğ Türkistan” şehirleri ve buralarda yetişmiş Farabi, İbn-i Sina, Buhari, El Biruni, Uluğ Bey, Ali Kuşcu, Ali Şir Neva-i, Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip gibi nice değerli bilim adamları yetiştiren bu coğrafya ve Türkistan Türkleri uzunca bir süredir Çarlık Rusya’sının egemenliğinde her alanda olduğu gibi kültürel alandan da bir “Müstemleke” durumuna düşürülmüştür.

2.İhtilal Sonrası Sovyet Rusya’sı Dönem

Sovyet Çatısında Ruslar

Bolşevik ihtilali öncesinde ve sonrasında Ruslar niyetlerini ustalıkla gizlemeye çalıştılar. İtilalden hemen sonra 24 Kasım 1917’te “Rusya Halklarının Hakları Beyannamesi”nden sonra “Rusya’nın ve Şark’ın Bütün Müslüman İşçileri”ne hitaben, Lenin ve Stalin’in imzaları ile güçlü bir üslup içinde bir beyanname yayımlanır. Bu beyannamede bütün Müslüman Türkler’in cami ve mescitleri, dini inanç ve adetlerinin Rusya’nın Çarlarınca tahrip edildiği, bundan böyle tüm inançların, adetlerin serbest olacağı ve dokunulmayacağı ve bu hakların Rusya’nın bütün halklarının hakları gibi ihtilalin ve onun organları olan işçi, asker ve köylü Sovyetleri’nin korumasında olacağı ve bunun için ihtilale destek olmaları istenir.xxii

Böylece ihtilalden sonra zaman kazanmak için Türkler’e yukarıda olduğu gibi bir takım vaatlerde bulunulur.”Rejimin Yerleştirilmesine” kadar Çarlık dönemi kötülenir. Bolşevikler kendilerinin bir umut olduğunu ve istenilen her türlü (başta kültürel olmak üzere) hakların verileceği böylece belirtilir. Fakat düşmanlarını ortadan kaldırdıktan sonra sıra yine Türkler’e gelir.

Zeki Velidi Togan’a göre Rusya’da merkezi idare Bolşevikler’in eline geçmeye başlar. 18 Mart 1918’de Alaş-Orda Hükümeti Kızılordu hükümetince dağıtılır, 1919’da bu fedarasyondan Müslüman kelimesi silinerek, milliden ziyade iktisadi bir birlik şekline getirilir.xxiii Bu şekilde Türkistan’da ki kültürel kimliğin bir yansıması olarak çeşitli muhtariyetlerin ve kongrelerin ismine dahi tahammül edilmediği görülür. 1918 yılından itibaren Türkistan’ın birçok yeri işgal edilmeye başlanır. Bunun sonucunda 1921-1923 yılları arasında bir milli hareket olarak ”Basmacılık” Türkistan’ın en ücra köşelerine kadar bir çete hareketi olarak yayılmaya başlar.xxiv

Türkistan ve diğer Türk illeri bu şekilde istila edilerek 1925’ten sonra Türkistan kelimesi Rus haritalarından, lügatlarından kaldırılarak yasaklanır. Sadece “Türkistan Askeri Bölgesi” isminde kalır ve ardından Türkistan beş ayrı cumhuriyete bölünür (Batı Türkistan’da). İşte bundan sonra büyük bir “Kültür Emperyalizmi” başlar. Türk Milleti’i ayrı gibi gösterme ve lehçe farklarını artırma gayretkeşliğine girilir. Sovyet Rusyası’nın bundan sonraki kültür politikası sistemli olarak Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Tacik milletlerinden, dillerinden, bunların geçmişte zorla Türkleştirildiklerinden, kendilerine has tarihlerinden, edebiyatlarından sitemli bir şekilde bahsederek, bunların ayrı ayrı olduklarını ve Türkistan’daki Türkçülük içerisinde Özbekçilik, Kazakçılık, Türkmencilik, Kırgızcılık gibi boy/asabiye duygularının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Lenin Proleter Kültürünü, kitlelerin şuuruna zerketmek arzusunu taşıyordu. Stalin şekilce milli, muhtevaca proleter kültüründen başarı kazanacağına inanıyordu.xxv Özerk bölgeleri de kapsayacak şekilde tüm milliyetlere kendi etnik dilinde eğitim yapma ve kültürünü geliştirme hakkı tanınmıştı. SSCB’de Lenin ile başlayan “Uluslar Politikası” genelde self determinasyon ilkesinden hareketle 1924 anayasasında ayrılık hakkına yer verse de aslında cumhuriyetlere telkin edilen ve denetlenen politika “Birliğe Sadakat” oldu.

Ulusal kültürün gelişmesi için öncelikle standart yazı dilleri oluşturulacak, böylece ulusal dilde eğitime ağırlık verilmiştir. Bunlara uygun eğitim seferberliği başlatılarak mevcut lehçeler birleştirilerek ortak ulusal dil oluşturulmuştur.xxvi Böylece kültür kaynaklarını işletmek, alfabelerin Slavlaştırılarak, milli varlığı kendi köken, örf ve kültüründen koparmak Ruslaşmaktı.xxvii

1917 İhtilalinden önce bütün Türkistan’da Arap alfabesi kullanılıyordu. Arap alfabesinde Türkçe harflerin yetersizliği, buna karılık Türkçede sesli harflerin çok önemli olmasına rağmen Arapçanın lehçe farklarını gizlemek gibi bir faydası vardı. Böylece bütün aydınlar Türkçe konuşurlar ve zorluk çekmeden anlaşabiliyorlardı. Bu şekilde Rusya’nın diğer bölgeleri ile de rahatça haberleşebiliyorlardı.1917’deki Bolşevik İhtilalinden sonra siyasi tazyik ile Komünist partiyası emrindeki linguistik kurultayında alınan kararlar ile hayata geçirilmeye başlanır.

1917 İhtilalinden sonra Sovyet liderlerinin ilk teşebbüsü Arap alfabesini geliştirerek mahalli lehçelere uygulamak olur. Ancak kısa zamanda eski alfabenin kullanılması ile Türkleri Ruslardan ayırdığı için bu tehlikeden kurtulmak amacıyla 1925’te Arap alfabesiyle basılı kitap ve mecmuaların ithali yasaklanır.xxviii 1926 Bakü Türkoloji Kurultayında Yakovlev ve diğer Rus ilim adamları Latin alfabesini methetmeye başlıyor ve 1929 yılında bütün Rusya’da Türkler böylece Latin alfabesine geçmiş oldu. Amaç geleneksel Arap alfabesinin terk edilerek eski kültürle (önceki İslam kültürü) ve Türkiye arasında oluşacak “Kültürel Bağların” koparılmasıdır

Türkiye’nin aynı yıllarda Latin alfabesini kabul etmesi (Kasım 1928) Sovyetlerin hesabını bozmuş, Türkleri sevindirmiştir. Bu seferde Türkistanlılar yine Ruslar’dan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşma ihtimali vardı. Türkistan’da Latin alfabesinin kullanılması Rusçanın öğrenilmesini de zorlaştıracaktı. Üstelik 1932 ve 1938 katliamlarıyla bir kere alfabe değiştirmiş ve ikinci bir değişikliğe karşı direnme gösterecek Türkistanlı aydınların çoğu yok edilmişti.Bunun etkisi de geride kalanlarda direnme gücüde bırakmıyordu.

Bu süre içerisinde 1937’de Bakü’de “İmla ve Terim” konferansı toplanır. Kültürü sosyalleştirme, Ruslaştırma taraftarları ile Kültürün milli ve Türk vasfını korumak isteyenler arasında şiddetli bir mücadele olur. Mehmet Emin Resulzade her iki tarafın isteklerini kendine göre değerlendirir.xxix

1939-1940 yıllarında Sovyet hükümeti yeniden Latinceden Rus-Kıril alfabesine geçmeyi kararlaştır. Bundan on yıl önce Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerken Latinceyi methedenler, bu kez Latinceyi kötüleyerek değiştirilmesini istiyorlardı.

Yine böylelikle talebelerin iki ayrı alfabe öğrenerek kurtulacakları öne sürüldü. Bu değişiklik Kıril alfabesinde bulunmayan Türkçe sesler için farklı semboller kullanılmasına da imkan tanır. Böylece Türk fonetiğine uydurulması için birkaç sembol eklenerek ”BİRLEŞİK TÜRK LATİN ALFABESİ” getirilir. Bu oluşturulan yeni alfabede bütün Türk lehçelerindeki sesler aynı işaretle yazılırken, Kıril alfabesinde aynı ses değişik cumhuriyetlerde değişik harflerle gösterilmeye başlanır. Bu tür uygulamalar sonucunda Türk Dünyasında üç farklı kökene dayalı (Latin-Arap-Kıril) 27 farklı alfabe ve iki büyük yazı diline bağlı yirmi çeşit yazı dilini kullanır hale gelmiştir.

Bütün bu politikalar sonucunda görüldüğü gibi dünyada hiçbir millete ve topluluğa uygulanmayan, sadece Türklere uygulanan emperyalist politikalar soyu, dili, kültürü bir olan “Türk Dünyasını” her yönden parçalı bir hale getirmiştir. Uluğ Türkistan önce doğu-batı diye sonrada batı Türkistan kendi içerisinde yapay olarak beş ayrı cumhuriyete Rus ve Sovyet kültür emperyalizmi politikaları sonucunda parçalanmış ve istenilen amaçlara ulaşılmıştır.

1929’larda Stalin iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra ulusal liderlerin tavsiyesi ile birlikte tüm Sovyet cumhuriyetlerinde Ruslaştırma sürecine başlanır ve bu dönemde uygulanan dil ve alfabe politikaları ile Rusça yeniden önem kazanır. Rusçanın ikinci ana dil statüsüne yükseltilmesi Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde başlar. 1958-1959 Eğitim reformunda Kuruşçef “Her orta öğrenim mezunu Rusçayı tam olarak öğrenmiş olmalıdır.” demiştir.

Sovyetlerin Dil Politikası:

1-Tüm dillere eşitlik

2-Rusçanın ortak üstün dil olması

3-İradi çift dillilik

4-Ana dillerin ihmalinin açıklanması

5-Rusçanın yabancı dil olarak eğitim sistemine girişi şeklindedir.

Latin alfabesinin yerini Kıril alfabesinin alması, ulusal destanların,kahramanların(Örneğin Azerbaycan’da Dede Korkut,Özbekistan’da Alpamış) kitaplarda çıkarılması,özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet zaferi ve kahramanlığının Rus halkına mal edilmesi ve Çarlık Rusya tarihinin olumlu bir hale getirilmesi bu süreç içinde kültürel açıdan en çarpıcı örneklerdir.xxx

Böylelikle dünya tarihinde ilk kez uygulanan bu model içinde halk siyasi kimlik olarak Sovyet vatandaşlığını benimsiyor ve kendi etnik kökeni ile ilgili kimliğini ikinci plana atıyor. Bu durum SSCB’nin verdiği özel kimlik ve pasaportlarda da açıkça belirtilmekteydi.

Lenin, Stalin, Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde izlenen kültür politikalarında bazı önemli değişimler olmakla beraber ulusal tarih ve kültürün Sovyet öğretisi dışına çıkması ve 1917 öncesine dönmesi engellendi.xxxi Sovyetlerin Türkistan’daki Türklere reva gördüğü bu dil ve alfabe değişikliği politikaları W.Kolarz’a göre Avrupa’lı beyaz adam bile Afrika’da böyle bir kültür emperyalizmine gitmemişti. Kazak Türkleri Ruslaştırmaya karşı “Kazak Edebiyatı” dergisi etrafında birleşerek mücadeleye başlarlar.xxxii Bu şekilde Rus müstemlekeciliğini diğer Avrupalı müstemlekecilerden farklı kılan başlıca özellik, istila edilen topraklara milyonlarca Rus göçmeninin planlı bir şekilde iskan edilmesidir.xxxiii

Sovyetler bu tür kültür emperyalizmini meşru göstermeye çalışırlarken genç nesillerin körpe dimağlarına bu fikirler zerkedilerek proleter kültürü almış komünistler yerleştirilecekti. Fakat milli ve manevi değerleri yıkamadılar. SSCB ideolojisi büyük yenilgiye uğradı. 29 Ekim 4 Kasım 1956 tarihleri arasında Stalinabad’da toplanan “Orta Asya Arkeologları ve Etnologarı İkinci Kongresi” nde İslami inanç ve geleneklerin doğumdan ölüme kadar devam ettirildiği itiraf edilerek, yeni propaganda usulleri bulunması, bunun içinde kültürel ve sosyal bakımdan büyük bir hamle içinde olduğunu belirterek 1959 nüfus sayımlarına göre SSCB’deki Türkler otuz beş bin olarak gösterilmiş ve bütün Türkler kabilelere, boylara bölünerek ayrı milletlermiş gibi “Böl ve Hükmet” siyasetine uygun bir şekilde verilmiştir.xxxiv Bu kardeş halklarının ”Türkistan’a yardım” yardım adı altında yapılan bu Ruslaştırma ve Sovyet vatandaşlığına kırsal kesimden daha fazla direnme gelmektedir. Bu yüzden Ruslaştırmanın ağırlık noktası şehirlerdir.xxxv

Tüm bunlar Sovyet emperyalizminin günümüzdeki sonuçlarını doğru okuyabilmek ve görebilmek açısından önem kazanmaktadır. Böylece günümüzde Türk cumhuriyetlerinde varlığını devam ettiren bazı inanç ve yaşantılar kaynağını o dönemde, Sovyet ideolojisine direnç gösteren ve tam olarak asimile edilemeyen “kırsal kesimden” almıştır.

Sonuç

Bağımsızlık sonrasında Çarlık ve Sovyet Rusya dönemlerinde “Eritilmek” istenilen ve bu yönde de belli bir mesafe alınan Orta Asya’da ki TÜRK KİMLİĞİ’ nin tekrar uluslar arası düzeyde gündeme gelmesi Sovyet sisteminin dağılması ile başlar. Eski Sovyet sisteminden geride kalan idari yapı içerisinde, eski sistemin devamı niteliğindeki mevcut kadrolar kültürel, ekonomik ve siyasi alanda uluslar arası arenada meşrulaştırma gayretlerine başlarlar.

1986 yılında Gorbaçov iktidara geldiğinde “Glastnost” ve “Perestroika” politikaları ile kültürel, dini ve entelektüel hayat üzerindeki devlet denetimini gevşetmeye başlar. Ancak hem eğitimde, hem de kültürde esas değişimin 1988’de bilimin, eğitimin ve öğretimin demokratik esaslar doğrultusunda, kültürel muhtevaları da içine alan uygulaması Gorbaçov döneminde başlar.xxxvi Böylece bu dönemden itibaren milli duygularda canlanma başlar. Eski rejimin bu tür “amaçlı” politikaları sonucu, örf ve adetlerini kaybetmiş, milliyetin önemli unsurlarını teşkil eden, dininden uzaklaşmış ve en önemlisi ana dilini unutmuş ya da kullanma gereği hissetmeyen milli denmesi oldukça zor topluluklar meydana gelmişti. Yaratılan “Milli Kimlikler” en yakın kardeş toplulukları birbirine rakip hatta düşman duruma getirmiştir. 1985’ten itibaren ise bu gerçekler gündeme gelmeye başlar. Bu şuurlanma diğer topluluklarda olduğu gibi Türk topluluklarında da milli bağımsızlık arzularını artırır.xxxvii

Bu şekilde Türk Cumhuriyetlerini bağımsızlığa götüren yol ve bunun başlangıcı Gorbaçov döneminden itibaren başlar ve her bir ulusun kendi etnik kökeni ile ilgili durumunu eğitim, dil, tarih, kültürel vb. gibi alanlarda bağımsızlık mücadelelerinin “nirengi” noktasını oluşturmuştur.

Burada bağımsızlığın kazanılmasında, bu yolda mücadelenin verilmesinde mevcut siyasi kadrolar ve yasal siyasi partilerinde Türk kültürüne “Bakış acıları” ve buna bağlı olarak ta “Yaklaşım Tarzları” kültürel yapının şekillenmesinde ve yeniden oluşumunda etkili olmuştur.

Bu amaçla her bir Türk Cumhuriyetinin ayrı ayrı bağımsızlık sonrası kültürel yapısı ele alınarak genel bir “Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili” oluşturulmalı ve buna dayalı bazı tekliflerde bulunarak kültürel ilişkiler geliştirilmelidir.

Fuat Uçar

i Nevzat Kösoğlu,Milli Kültür ve Kimlik,(İstanbul:Ötüken Neşriyat,1992),s.246-247;Baymirza Hayit, SSCB’deki Türklüğün ve İslamın Bazı Meseleleri,(İstanbul:Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,1987),s.187.

ii Baymirza Hayit, a.g.e.,s.26-27.Nadir Devlet, “Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’nin Türk Tarihine Bakışı”,Avrasya Etütleri,4 (Kış 1995/96,Ozel Sayı),s.92.

iii Alexendre Bennigsen,Sufi ve Komiser,(Çev:Osman Türer,Ankara:Akçağ yay.1988),s.45.

iv Sabahattin Zaim,Türk ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması,(İstanbul:Yeni Asya Yayınları:1993),s.20.

Ali Akış, “Kazan Hanlığı’nın Ruslarca İşgali”,Kırım,12(Ocak-Şubat-Mart 1996),s.27.

v İklil Kurban, “Türkistan’da Ceditçilikten Türkçülüğe”Türk Yurdu,37(Eylül 1990),s.40.

vi Atilla Artam,Türk Cumhuriyetlerinin Sosyo-Ekonomik Analizleri ve Türkiye İlişkileri,(İstanbul:Yıldız Yayınları,1993),s.40.

vii Baymirza Hayit,a.g.e. ,s.212

viiiSaadedttin Gömeç,Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları Tarihi,(Ankara:Akçağ Yayınları,2003),s.169.

ix Emin Kubanlı,”Rus Kolaniazminin Kuzey Kafkasya’daki Tahrifadı”Türk Yurdu,64,s.19.

x Vahit Türk,”Sovyet Rusya’da Türkler’i Ruslaştırma Siyaseti”,Türk Yurdu,79(Mart 1994),s.11.

xi Şuayb Karakaş,”Türk Dünyasında Dil ve Gönül Birliği”,Türk Yurdu,60,s.15.,Metin Karaörs,”Türk Cumhuriyetlerinde Ortak Bir Yazı Diline Doğru”,Türk Dünyası Araştırmaları,88(Şubat 1994),s.139.Baymirza Hayit,a.g.e,s.194.

xii Baymirza Hayit,a.g.e,s.194.

xiii Günay Göksu Özdoğan,”Sovyetlerden Bağımsız Cumhuriyetlere:Uluslaşmanın Dinamikleri”,Bağımsızlığın İlk Yılları,(Yayına Hazırlayan:Büşra Ersanlı Behar,Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları,1994),s.26.

xiv Orta Asyadaki tarikatlar ve bunların coğrafi dağılımı hakkında geniş bilgi için.Alexandre Bennigsen,Sufi ve Komiser,(Çev:Osman Türer,Ankara:Akçağ Yayınları,1988).

xv G.Göksu Özdoğan, a.g.e. ,s.28.

xvi Nadir Devlet,”Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’nin Türk Tarihine bakışı”,Avrasya Etütleri,4 (Kış 1995/96 Özel Sayı),s.92.

xvii Nadir Devlet,”Türk Topluluklarında İkinci Milli Uyanış”,Türk Yurdu,63 ,s.47.

xviii G.Göksu Özdoğan, a.g.e. ,s.29

xix Mehmet Eröz,Marksizm Leninizm ve Tenkidi ,(İstanbul:İrfan Yayınları,1978)s.328.

xx Nadir Devlet,”Türk Topluluklarında İkinci Milli Uyanış”,Türk Yurdu,63,s.47.

xxi Beşir Ayvazoğlu,Türkün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti,(İstanbul:Ötüken Neşriyat,1991),s.86.

xxii Mehmet Eröz ,a.g.e.,s.336.

xxiii Atilla Artam ,a.g.e.,s.27.

xxiv Mehmet Eröz,a.g.e.,s.338.Baymirza Hayit,a.g.e.,s.196.

xxv Mehmet Eröz,a.g.e.,s.339.

xxvi G.Goksu Özdoğan,a.g.e.,s.37.

xxvii Metin Eriş,Amerikan-Rus Emperyalizmi,(İstanbul:Boğaziçi Yayınları,1978)s.97.

xxviii Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk,Kardeşlik ve Barış Birinci Kurultayı,Tebliğ ve Konuşmalar,(Antalya:1993),s.118.

xxix Bu konuda iki gurubun görüşleri için bknz.Mehmet Eröz,a.g.e.,s.340.Beşir Ayvazoğlu,a.g.e.,s.149-154.

xxx Büşra Ersanlı Behar,”Azerbaycan,Özbekistan ve Türkmenistan’da Eğitim Politikaları”, Bağımsızlığın İlk Yılları,(Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları,1994),s.191.

xxxi G.Göksu Özdoğan,a.g.e.,s.39.

xxxii Mehmet Eröz,a.g.e.,s.341.

xxxiii M.Emin Kurbanlı,”Yeni Türk Devletinin Geleceği”Türk Yurdu,81,s.40.

xxxiv Mehmet Eröz,a.g.e.,s.346.

xxxv Metin Eriş,a.g.e.,s.97.

xxxvi B.Zakir Avşar ve Arkadaşları,Yeni Bir Yüzyılın Eşiğinde Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri,(Ankara:Vadi Yayıncılık,1994),Büşra Ersanlı Behar,”Azerbaycan,Türkmenistan ve Özbekistan’da Eğitim ve Kültür Politikaları”,Bağımsızlığın İlk Yılları,(Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları,1994),s.149.

xxxvii Nadir Devlet,”Türk Topluluklarında İkinci Milli Uyanış”,Türk Yurdu,63,s.49.