O bir Celâl Talabanî’dir - Aziz Dolu ATABEY - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









O bir Celâl Talabanî’dir - Aziz Dolu ATABEY
Tarih: 21.12.2014 > Kaç kez okundu? 4359

Paylaş


Irak’ın kuzeyinde yer alan Kürt (Gurmanç/Kurmanç) bölgesi söz konusu olduğunda belli başlı iki fırkadan (party) ve iki siyasî figürden söz edilebilir. Bunlardan biri, Kürdistan Demokratik Partisi ve Mesut Barzanî; diğeri ise Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Celâl Talabanî’dir. Hem hısım hem hasım olan; Zap suyunun iki yanında varlıklarını sürdüren; kimilerince ‘düşman kardeşler’ olarak adlandırılan; aralarındaki rekabet, Kayılar ve Avşarlar arasında asırlar boyu kıyasıya sürmüş olan mücadeleyi andıran iki Kürt fırkası ve bunların başındaki isimler özellikle de Celâl Talabanî sosyolojik açıdan incelenmeye değer birer denek olarak kabul edilmelidir.



KDP 1947 yılında yerel aşiretlerin desteğiyle, Kürt kökenli aydınlar tarafından kurulmuştur. Fırka (party) ağırlıklı olarak, yerel dilde Bahdinan olarak adlandırılan Zap suyunun batısında yer alan aşiretlerin (oymak) desteği ile bugünlere gelmiştir. Bu destekçiler Barzanî, Berzenci, Brifkan, Havranî, Herkî, Hevement, Metinî, Miran, Selivan, Sürçî, Zebarî, Ziyaî vb. aşiretler olup; bunlar Türkiye’de Hakkâri, Şırnak gibi illerde varlıklarını sürdüren bir kısım aşiretlerle de yakın akrabadırlar. Bölgede konuşulan dil Türkiye Kürtçesiyle (Kurmançca) neredeyse aynıdır. Dahası bu aşiretler arasında köklü bir Nakşibendîlik geleneği sürmekte olup; Bahdinan bölgesindeki Nakşî şeyhleri ya buradaki aşiretlerden çıkmakta ya da bu aşiretlerin özellikle de Barzanlıların himayesinde irşad faaliyetlerini sürdürmektedir. Dünya Nakşîliğinin en büyük merkezi ise -Erzincan, Uşak, İstanbul gibi illerde kolları olmakla beraber- hâlihazırda Adıyaman’ın, Kâhta ilçesinde bulunan Menzil dergâhı olarak kabul edilebilir. Dil, kültür ve akrabalık bağları açısından Türkiye’ye yakın olan KDP’ye kurulduğu yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (Rusya) sonra sırasıyla ABD, İngiltere, İsrail destek vermiş olup; şimdilerde ise Türkiye’nin desteği söz konusudur.



Türkiye’de yaşamış bir Nakşî şeyhinin mezhep ve tarikatlarla ilgili bir soruya “Kıyamete kadar yaşayacak mezhep Hanefîlik, yaşayacak tarikat Nakşibendîliktir.” cevabını verdiğinden söz edilir. Kendisi de Şafiî olan Şeyhin müritlerinin ağırlıklı olarak Türkmen, Gurmanç (Kürt), Çerkez, Zaza vb. Türk-Turanî topluluklara mensup insanlardan olması da göstermektedir ki Türkmenler ile Gurmançlar arasında vâsıl olan kardeşlik millî, dinî, mezhebî, tarikî… diye giden etkenlerden (âmil) kısacası kültürel bağlardan, değerlerden hâsıl olmaktadır. Haliyle bu bağların güçlendirilmesi, bu değerlerin yaşatılması “bir, iri ve diri” olabilmenin ‘olmazsa olmaz’ıdır.



Tarihteki ilk Kürt devleti olarak kabul edilen Mahabad Kürt Devleti, Kürtlerin asıl yurtları olan Güneybatı İran’da 1946 tarihinde kurulmuştur. İran Kürtlerinin öncülüğünde ilân edilen bu devlete Zap suyunun doğusundakiler yani Soranlılar da destek vermişlerdir. Hatta Şah İsmail ve Anadolu Türkmenleri arasındaki ilişkiye benzer bir durum yaşanmış; Soran’daki bazı aşiretler, yeni kurulan bu devlete destek olmak için İran’a göç etmişlerdir. Bahdinan bölgesinde yaşayanlar ise bu devlete destek vermedikleri gibi, mesafeli bir tavır takınmışlardır. Zira bu bölgedeki aşiretler Osmanlı’ya ve devamında Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı hep bir yakınlık hissetmişlerdir. Hatta Musul-Kerkük sorunu ile ilgili müzakerelerde İngiltere’nin halkoylamasına (plebisit) yanaşmamasının birinci etkeni (amil/factor) Türkmenler; ikinci etkeni bu Bahdinan Gurmançları (Kürt) olmuştur denilebilir. Bu arada Ocak 1946’da kurulan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınmayan Mahabat Kürt Devleti, aynı yılın Aralık ayında yıkılmıştır.



KYB ve Celâl Talabanî Kürt bölgesinin ikinci büyük oyuncusudur. KYP 1976 yılında Şam’da kurulmuştur. Başlangıçta sırasıyla İran ve Almanya’nın, sonrasında ABD’nin gizli/açık desteği söz konusudur. KYB yerel güçlerden ziyade, dış etkilere açık bir siyasî hareket olmuştur. Bunda Talabanî’nin fıtratından gelen kişilik özellikleri de belirleyici rol oynamıştır haliyle. Zap suyunun doğusunda kalan ve yerel dilde Soran olarak adlandırılan yörede yaşayan Havrazmî, Talaban, Zengene, Ziyaler gibi aşiretler KYB’nin en büyük destekçileridir. Konuşulan dil Soranîce olarak adlandırılır ve İran Kürtçesine oldukça yakındır. Soran yöresi, kültürel olarak da İran coğrafyasının bir devamı niteliğindedir. Yörede dinî etki oldukça az olup; bu yöredeki insanların tamamı Şafiî’dir. Bölgede, Pişter aşireti gibi hem Bahdinan’a hem de Soran’a dağılmış halde yaşayan topluluklar da görülür.



Irak Kürt bölgesinin en renkli siması hiç şüphesiz Celâl Talabanî’dir. Siyasî fahişe, siyasî işportacı, terör taşeronu, pavyon karısı, dansöz gibi tanımlamaların muhatabı olsa da; Celâl Talabanî, çevirdiği türlü fırıldaklar ile Ortadoğu bataklığında kendisine yer açmayı her zaman başarmış bir figürdür. 1934’de, Süleymaniye’de dünyaya gelen Celâl Talabanî gençlik yıllarında hukuk öğrenimi görmüştür. 1950’li yıllarda, Ortadoğulu gençlerin ekseriyetinin tav olduğu siyasî modaya uyarak Irak Komünist Partisine katılmıştır.



1958’de meydana gelen askerî darbe ve sonrasında Molla Mesut Barzanî’nin Irak’a dönmesi üzerine Kürdistan Demokratik Partisine (KDP) geçmiştir. KDP içindeyken partinin genel sekreterliği görevini de yürüten İbrahim Ahmet ile ittifak yaparak, Barzanî’ye karşı ‘sol’ eğilimli (tandans) muhalif hareketi başlatmıştır. Tabi, gücünü Zap suyunun batısındaki aşiretlerden alan daha da önemlisi Nakşibendî tarikatından olan Barzanî karşısında dillendirdikleri sol/sosyalist söylemlerin hiçbir şansı yoktur. Zira bu aşiretler Anadolu ile yakın akrabadırlar ve Nakşibendiliğin merkezi de o dönemde (ve halen) Anadolu topraklarıdır. Bütün cemaat ve tarikatlarda olduğu gibi Nakşîler de komünizm karşıtı (antikomünist) bir çizgide durmaktadırlar.



Barzanî’ye karşı giriştiği mücadelede başarısız olan Talabanî 1966 yılında merkezî Irak yönetimi saflarına geçer. 1970’de Barzanî ile Irak yönetiminin anlaşması üzerine tekrar KDP’ye geri döner. Parti yönetimi tarafından KDP’nin Ortadoğu temsilcisi olarak Beyrut’a gönderilir. Bu görev, aslında bir nevi uzaklaştırmadır. Zira parti içinde kendisine karşı bir güvensizlik oluşmuştur ister istemez. 1974 yılına kadar Beyrut’ta kalan Talabanî’nin, Türkiye açısından en dikkat çekici icraatı ilerleyen yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yöneticileri başta olmak üzere, bölgedeki güç odaklarıyla görüşerek; kısa adı PKK olan Partiya Karkerên Kurdiya (Kürdistan İşçi Partisi) militanlarının Bekaa vadisine yerleşmelerine ve burada Filistinli militanlarla birlikte silahlı eğitim almalarına aracılık etmesidir. Bu arada Şerif Hüseyin’in, İngilizlerin ‘Büyük Arabistan Krallığı’ vaadine kanarak, Osmanlı Devletine ihanet etmesi yüzünden Osmanlı ordusunun başta Süveyş’e yönelik Kanal Harekâtı olmak üzere İngilizlere karşı giriştiği bir dizi savaşta yenilmesi üzerine Ürdün, Filistin gibi vatan topraklarının elden çıkması buna mukabil 1948’de İsrail kurulduğunda, tanıyan ilk İslâm ülkesinin Türkiye olması gibi talihsizlikleri bir yana bırakırsak PKK’nın Bekaa’ya sokulması aslında Türkiye kamuoyunun, Filistin davasında tarafsızlaştırılması (nötr) için ustalıkla kurgulanmış bir oyundur.



Talabanî’nin en talihsiz, en gülünç (trajikomik) icraatlarından biri de hiç kuşkusuz 1975’de merkezî hükümete karşı ayaklanan Barzanî’nin, Saddam Hüseyin karşısında ağır bir yenilgiye uğraması üzerine “Saddam’ın demir yumruğunu selâmlarım” cümlesi ile hafızalara kazınan bir bildiri yayımlamasıdır. Talabanî bu davranışı ile -çıkarları söz konusu olduğunda- satmayacağı bir değer tanımadığını dosta/düşmana göstermiştir.



1970’lerde Çin ve Mao hayranı olan; 1975’de Latin Amerika gerillacılığını savunan Talabanî -belki Türkiye’den esen rüzgârın da etkisiyle- 1980’li yıllarda Avrupa tarzı (model) sosyal demokrasiye taraftar olmuştur. Talabanî’nin kayınpederinin Londra’da yaşadığı; Ankara temsilcisi olarak atadığı Serçil Kazas’ın Londra’da doğup büyüdüğü de düşünüldüğünde İngiltere ile ortaya dökülmemiş bir kirli ilişkiler yumağından söz edilebilir.



1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCP) dağılmasıyla birlikte dünya tek kutuplu bir hal almıştır. Haliyle Talabanî de bu tek kutuplu yeni düzene çarçabuk uyum sağlayarak, Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) güdümündeki bu ‘yeni dünya düzeni’nin telkinini (propaganda) yapmaya başlamıştır. Hoş, Amerika’ya yaltaklanmasının karşılığını ilerleyen yıllarda fazlasıyla aldığı da malûmunuzdur.



Türk ordusunun, Irak topraklarında PKK’ya karşı bir süpürme ve imha harekâtına girişeceği kesinlik kazanınca Talabanî, Türk yetkililere işbirliği sözü verir. Kendisine askerî ve donanım (lojistik) desteği bile sağlanır. Türk Ordusu 2 Ekim 1992 tarihinde I. Kuzey Irak Harekâtına başlar. Bunu, 5 Ekim 1992 tarihinde Talabanî ile PKK’nın gizli anlaşması izler “al bi de burdan yak sadrazamın ikrâmı” kabilinden. Türkiye Cumhuriyeti ile PKK’nın imhası üzerine el sıkışan kendisi değildir sanki. Harekât sonunda, PKK’nın can ve mal kaybı çok büyük olur. Bunun üzerine harekete geçen Talabanî, Ankara nezdinde bir hamle yapar. Özal’a, Abdullah Öcalan’ın karargâhını Şam’dan, Erbil’e taşıma önerisi getirir. PKK’yı kontrol edeceğini, terörü bitireceğini garanti eder. Özal, bunu kabul etmez. Çünkü Talabanî’nin, Irak’ın kuzeyinde kayda değer bir silahlı gücü yoktur. Ve PKK hazır güçtür. Kime karşı? İlk başta, rakibi olan Barzanî’ye karşı! Haddizatında Abdullah Öcalan’ı, Barzanî ile buluşturan ve PKK’nın, Irak’ın kuzeyine yerleşmesinin yolunu açan da Celâl Talabanî’dir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kerkük’e yönelik emellerini, planlarını engellemek için bir denge kurmaya çalışmıştır. Görünen o ki başarmıştır da.



İngiltere’nin, Musul-Kerkük meselesinin çözümüne yönelik görüşmeler sırasında kesinlikle halkoylamasına (plebisit) yanaşmadığını yukarıda ifade etmiştik. Yeri gelmişken kendi çıkarları açısından İngiltere’nin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyan bir yakın tarih hadisesini daha nakledelim. Irak’ın kuzeyindeki en güçlü aşiretlerden biri olan ve Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan ayaklanmada öncü rol oynayan Surçîlerin reisi Ömer Surçî’nin, kendisini ziyarete gelen Amerikalı yetkililere “Ya bizi bu Saddam pisliğinden kurtarın ya da biz silahlarımızla, aşiretlerimizle birlikte Türkiye’ye sığınacağız.” cevabını verdiğini biliyoruz. Ömer Surçî’nin cevabı ile I. Körfez Savaşı sırasında Amerika’da düzenlenen bir toplantıda yapılan “Türkler, Kıbrıs’a girdi, çıkmadı; Kerkük’e girmelerine izin verirsek, bir daha çıkaramayız.” sözleriyle anlam bulan değerlendirmeyi alt alta koyup tarttığınızda çıkacak sonuç bellidir: Şanlı geçmişten, kutlu geleceğe uzanan Türkmen (Oğuz) - Gurmanç (Kürt) kardeşliği!..



Ortadoğu’da neftin (petrol) keşfinden bu yana geçen yüzyıllık süreçte emperyalistler, dağınık durumda olan Kürt (Kurmanç/Gurmanç) aşiretlerini bir çatı altında toplayarak Osmanlı’ya karşı dolayısı ile bölge ülkelerine karşı maşa olarak kullanmayı her zaman düşünmüşlerdir. İngilizlerin medar-ı iftiharları olan ünlü ansiklopedileri Britannica’nın 1911 tarihli basımında “Kürtler, Turanî bir halktır” diye yazarken hem de. Rahmetli Ahmet Cem Ersever, başında Talabanî’nin olacağı böyle bir birlikteliği “tencereyi, kedinin kuyruğuna bağlamak” olarak nitelendirmiştir. Velhâsıl Afganistan’da Hamit Karzaî neyse, Irak’ta da Celâl Talabanî odur.



2000’li yıllara gelindiğinde, vakti zamanında rahmetli Turgut Özal tarafından verilmiş olan, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yazan kırmızı renkli diplomatik pasaportu pek kullanmayan Celâl Talabanî Türkiye’ye karşı mesafeli durmaya başlar. “Mühür kimdeyse, Süleyman odur” düsturunu bir kez daha işleten Talabanî Amerikan “green card” gönüllüsü olmuştur zira. Büyük Ortadoğu Projesinin başoyuncularından (actör) -affedersiniz (pardon)- figüranlarından olan Celâl Talabanî, Irak Cumhurbaşkanı da olmuştur bu arada! Çünkü o bir Celâl Talabanî’dir.



Sözün özü, İngiltere’nin gövdesi olmasa da, gölgesi hâlâ Ortadoğu’nun üzerindedir. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin hayaleti süzülüp durmaktadır semalarımızda. Bu zararlı cemiyetin yerli işbirlikçileri her zaman olmuştur; günümüzde de vardır; var olmaya da devam edecektir. Celâl Talabanî de bunlardan biridir. Dahası İngiliz’in aklı, Amerikalının kaba kuvveti ve İsrail’in marazlı halet-i ruhiyesinden oluşan şer odağı -şimdilik- bölgemizdeki en etkin güçtür. Ankara’nın oyun kurgusu, vahşi bir boğanın saldırısını ustalıkla bertaraf ettikten sonra “onun boynuzları varsa, benim de aklım var” diyen Türkmen kocası gibi davranmak olmalıdır. Şiî/Câferîliğin kurucusu sayılan Câfer-i Sadık Hazretlerinin en parlak talebesi olan; Sünnî/Hanefîliğin kurucusu İmam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri gibi davranmak!.. Üstelik Allah’ın en büyük nimetlerinden biri olan akıl, yerinde kullanılmadıktan sonra neye yarar ki?