Filistin, Kerkük.. Yahut Mazide Kalan Hoş Sedâ - Aziz Dolu ATABEY - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Filistin, Kerkük.. Yahut Mazide Kalan Hoş Sedâ - Aziz Dolu ATABEY
Tarih: 17.10.2014 > Kaç kez okundu? 2708

Paylaş


Ortadoğu coğrafyası, tarih biliminin kayda başladığı ilk çağlardan bu yana hep bir çekişme, bir mücadele alanı olagelmiştir. Hatta bu bölge tarihini savaşlar ve peygamberler tarihi diye iki ana başlık altında toplarsak abartmış sayılmayız. İnsanoğlunun, elini kana en çok buladığı; Allah’a sırtını en çok döndüğü yer, hiç şüphesiz Ortadoğu’dur. Dahası bu gerçeği inkâr etmek bile mümkün değildir.



Osmanlı’nın, Ortadoğu’dan çıkması hem bölge hem de insanlık için büyük felaketlere yol açmıştır. Denilebilir ki, iki büyük dünya savaşının bile çıkış gerekçesi bu bölgenin yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarına hâkim olma düşüncesidir. Ee hâliyle, Batılıların yüzyıllarca çekmek zorunda kaldığı kuyruk acısının hesabını sormak istemesi de cabası… Ama nedense, Türkiye’de bu görüşü dillendirdiğinizde -aklıselim dimağları tenzih ederiz- bir kısım zevat (kişiler, insanlar) devekuşu mantığı ile hareket ederek, meseleden dolayısı ile tarihi yükümlülüğümüzden kurtulacağımızı sanır. Bir kısım zürafa cibilliyetli mahlûkat da dudak büker veya duymazdan gelir. Oysa 'âleme nizam verme' düsturu, ne Amerika’nın harcıdır ne de 'ne idüğü belirsiz' bilmem kimin? O görev bin yıldır bu görevi alnının akıyla yerine getirmiş olan büyük Türk milletinindir. Atatürk’ün, millî meclisimize niçin 'Büyük Millet Meclisi' dediğini düşünüp; hele biraz kafa yorun bakalım?



Atilla İlhan’ın, kitaplarında ve televizyon söyleşilerinde ayrıntıları ile anlattığı bir tarihî gerçekliği burada tekrarlamak istiyoruz. O da şudur: Atatürk hiçbir zaman Batı’nın kültürünü alalım; Batı’nın uşağı olalım; Batı ile yatıp, Batı ile kalkalım hatta -af buyurun- Batı kültüründen bir piç peydahlayalım dememiştir. Zira bir eliyle Sadabat Paktını imzalarken; diğer eliyle Balkan ülkelerini derleyip, toparlamaya çalışan bir Atatürk vardır karşımızda. Bütün bu garabet fikirler, onun ölümünden sonra, devletin belli kısımlarına çöreklenen devşirme ruhlu küçük bir azınlığın tasarrufu olmaktan öteye geçmez. Onlarca yıldır bütün dayatma ve zorlamalara rağmen, asil milletimizin yine de hak bildiği yolda yürümesi, bunun en önemli delili değil de nedir? Ki bu yol, Türk milletini, tarihi görev ve sorumluluğunu yerine getireceği, getirmek zorunda olduğu bir makama, mevkiye doğru götürmektedir.



Ortadoğu ile ilgili bir yorum yapacaksak, öncelikle içimizdeki devşirme ruhlu zevatın yaymaya çalıştığı ezberleri bozmamız gerekir. Niye derseniz, bu muhteris (ihtiraslı) zevat, milletimizi köklerinden ayırmak için öyle tumturaklı yalanlar ortaya atmaktadır ki; insanın, feleği şaşmaya görsün. Misâl, bu yalanlardan biri de Filistinlilerin, topraklarını para karşılığı, İsraillilere sattığı masalıdır. Oysa 2005 yılında, Filistin Kültür Ataşesi Sayın Fayez Khalil ile yapılan bir görüşmede, kendisi -belgelere de dayanarak- "Filistinlilerin büyük ve kitlesel toprak satmadıklarını, zaten toprakların % 97’sinin vakıf toprağı olması sebebiyle satılamayacağını" söylemiştir. Zira -başta Abdülhamit Han olmak üzere- Osmanlılar, o toprakların elden çıkmasını engellemek için özel mülkleri vakıf arazi yapma yoluna gitmişti cancağızlar. Üstelik hadi diyelim ki, Araplar, Filistin’i sattı! İyi de, bizim Girit’e, Selanik’e… bilumum üç kıtaya ne olduğu hakkında bir fikri olan var mı aranızda? Hani işkembeden atın, atmasına da…



Filistin topraklarıyla ilgili uygulamanın bir benzeri de Musul ve Kerkük’te görülür. Zira Abdülhamit Han, Musul ve Kerkük topraklarının Avrupalıların eline geçmesini önlemek için tapuyu kendi üzerine kestirmiştir. Ki uluslararası hukukta şahıs ve vakıf arazileri işgalci güçlerin tasarrufuna kapalıdır. En azından, hukuk kitaplarında böyle yazar. E tabi ki hukuk, Batılı sömürgecilerin (emperyalist) elinde guguk yapılırsa o başka! Ha bu arada 'imparator' sözcüğü, 'emperyal'den yani sömürgecilikten gelir dostlar. Onun içindir ki, Devlet-i Âli Osmanî’yi yani Osmanlı’yı, imparatorluk olarak adlandırmayın ne olur. O mübarek insanların kemikleri sızlamasın. Hani Arnavutluk’tan göçüp gelmiş gariban bir ailenin, Müslüman bir çocuğu da diyor ya: “Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.” diye. Gerçekten yazıktır. Çünkü Sultan Alpaslan’ın da dediği gibi bizim atalarımız bid’at bilmeyen, temiz Müslümanlardır. Üstelik veren elin, alan elden üstün olduğunu bilen bir millet olduğumuz da gün gibi aşikâr iken…



Hani dedik ya, biz büyük bir milletiz. Büyük millet de, büyük işler için yaratılmış millettir hâliyle. Şöyle bir dünya tarihine göz gezdirecek olursanız, yaptıklarımızın; yapacaklarımızın habercisi olduğu hemen anlaşılır. Burada önemli olan millet olarak, bu bilince erişmemiz; bu inancı yüreğimizde taşımamızdır. Zira asl’olan niyettir. Ve niyet hayırlı olursa, akıbet de hayırlı olur. Gelin şimdi, akıbetimiz için 'Allah kerimdir' deyip; sözü Ozan Arif’e bırakalım:



“Dava nizam-ı âlem, yani davamız haktır,

Allah’ın nizamını yeryüzüne yaymaktır.”



Aziz Dolu Atabey