İlhan KARAÇAY'ın haberi... - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'ın haberi...
Tarih: 04.07.2014 > Kaç kez okundu? 2988

Paylaş


Nordin Amrabat tam bir Türkiye hayranı...



Malaga'da kiralık dönemini tamamlayan Galatasaraylı Amrabat, tatil yaptığı Hollanda'da İlhan Karaçay'a konuştu ve 'Galatasaray'da hiç kimsenin parası kalmaz' dedi



Wesley Sneijder için, 'O İstanbul'dan gitmez. Çünkü eşi ile çok mutlu' diyen Amrabat, Tükiye'de iyi transfer parası alındığını da belirtti







AMSTERDAM,- Galatasaray'ın Fas asıllı Hollandalı futbolcusu Nordin Amrabat ile, kiralık olarak gittiği İspanya'nın Malaga takımında sezonu kapattıktan sonra geldiği Hollanda'da, bir arkadaşımın doğum günü partisinde karşılaştım.

Özellikle Real Betis'i 2-1 mağlup ettikleri maçta iki golün de asistliğini yapan ve övgü toplayan Amrabat, daha sonra Jordi Albay'a attığı çalım görüntüsü ile Youtube'de rekor kırmıştı.



Galatasaray'ın eski futbolcularından Ferdi Elmas'ın da bulunduğu doğum günü ortamında konuşan Amrabat, Galatasaray'ı ve Türkiye'yi çok sevdiğini, bu nedenle de kulübünde kalmak istediğini belirtirken, 'Türkiye'ye gelen her yabancı futbolcu, bu ülkeye gelmeden önceki peşinhükümlülükleri nedeniyle pişmanlık duyar. Zira bu futbolcular, dünyanın hiçbir yerinde göremeyecekleri bir dostlukla karşılaşıyorlar. Türk insanının sıcaklığının yanında, yaşadıkları lüks hayat da onları şaşırtıyor. Ben de Türkiye'ye hayran bir kişiyim. Malaga'ya kiralık olarak gittiğim için çok üzülmedim. Şimdi İstanbul'a döneceğim için çok mutluyum.' dedi.



Galatasaray'da oynama şansının ne olduğunu sorduğum Amrabat, bunun gelecek olan teknik direktöre göre değişeceğini söyledi ve 'Ben her zaman işime bağlılığım ve sadakatım ile ön plana çıkmak isterim. Antremanlarda çok çalışırım. Bundan sonraki karar teknik ekiptedir' diye ekledi.







Nordin Amrabat, İlhan Karaçay ile ortak dostları Cengiz Elmas'ın doğum gününde buluştular.





Ferdi Elmas'ın da katıldığı sohbetimiz sırasında, Türkiye'de yabancı futbolcuların para konusunda sıkıntı çekmedikleri, buna karşın Türk futbolcuların böyle bir sorunla karşı karşıya kaldıkları tartışılırken, 'Benim Karşıyaka ve Karabük'te alacağım var' diyen Ferdi Elmas'a, 'Galatasaray'da hiç kimsenin parası kalmaz' diyen Amrabat, Ferdi Elmas'tan, 'Doğru, Galatasaray benim paramı tam olarak ödedi' yanıtını aldı.



Wesley Sneijder'in Manchester United'e gidip gitmeyeceği konsunda fikrini sorduğum Amrabat, 'Kesinlikle gitmez. İşverenine sadıktır. Ayrıca eşi ile birlikte İstanbul'da çok mutludur.' yanıtını verdi.



Neçizane şahsımın yayınlamış olduğu, 'Türkiye-Hollanda Arasında 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda'ya Türk Göçünün 50'nci Yılı' kitabımı daha önce almış olduğunu belirten Amrabat, 'Kitabını zevk ve beğeni ile okudum. Başkalarına da okutuyorum, tebrik ederim' dedi.



Amrabat, 7 temmuz pazartesi günü İstanbul'a uçacak ve 8 temmuz salı günkü sezon açılışında hazır olacak.







Nordin Amrabat, daha önce Cengiz Elmas tarafından kendisine hediye edilen İlhan Karaçay'ın kitabı ile.

***********







Wesley ve Yolanthe Sneijder, sahibi pedofil (sübyancı) olan oteli boşalttılar



Hollanda milli takımının Brezilya'nın Fortaleza şehrinde konaklamak için geldikleri otel, bir sübyancıya ait olduğu için, Wesley ve Jolanthe Sneijder'in gayretleri ile boşaltıldı.



2010 yılında yaşları 12 ve 16 olan iki kız çocuğuna tecavüz suçuyla yakalanıp hapse mahkum olan işadamı Antonio Gil Fernandes Bezerra'nın (Forttazela'da 'Dr. Gil' olarak tanınıyor) sahip olduğu lüks Marina Park Hotel'i, FİFA tarafından Hollanda takımı için rezerve edilmişti.







Hollanda'da küçük çocukların fahişeliğe sürüklenmesini önlemek için kurulan bir vakıfta görevli olan Yolanthe Sneijder-Cabau, bu durumun kabul edilemez olduğunu belirterek Hollanda medyasını ayağa kaldırdı.



Medya yayınları üzerine harekete geçen Hollanda Futbol Federasyonu, derhal FİFA'ya başvurarak otelin değiştirilmesini istedi.

Hollanda'nın isteğini kabul etmek mecburiyetinde kalan FİFA'nın bulduğu yeni otele taşınan Hollandalı futbolcular, ' Oh be paçayı kurtardık' gibi espriler ile yeni otellerine taşındılar.



*********



İlhan Karaçay yazdı…



Futbolun güzelliği…







Gazetecilik yaşamımda 6 Dünya ve 7 Avrupa Şampiyonası izlemiş olan ve geçtiğimiz mayıs ayında Uluslararası Futboltenisi Federasyonu tarafından, Türk sporuna yaptığım hizmetlerden ötürü ödüllendirilen bir Gazeteci ve Yazar olarak sizlere futbolun güzelliklerini anlatmaya çalışacağım.



2014 Dünya Futbol Şampiyonası Brezilya’da yapılıyor. İlk kez bir futbol şampiyonasına gidemediğim için çok üzgünüm. Eeee, yaş kemale erince şampiyona takip edememe gibi bir durum hasıl oluyor demekkki..

Bu yazıya başladığım zaman, Mersin'den Hollanda'ya dönüş için Avrupa yollarına düşmüştüm. 12 Haziran Perşembe akşamı oynanan Brezilya-Sırbistan açılış maçını, Yunanistan’da bir otelde seyrettim. Cuma akşamı oynanan Hollanda-İspanya maçını, Avusturya'daki otelimizde izleyemedim ama, gece saat 11.30'da gittiğimiz restaurantta 5-1'lik sonucu öğrenince eşim Jeanne 'Hup Holland hup' diye bağırınca diğer mişteriler de buna katıldı.

Hollanda'nın ikinci maçını Hollanda'daki evimde izledim. Tabii ki hayal kırıklığı yaratan bir oyun ile...

Hoş, zaten bu şampiyona sönük geçiyor. Eskisi gibi yıldız futbolcu yok. Flaş takım yok. Hakem hataları, maçın sonucunu değiştirecek kadar çok fazla. Dilerim, bundan sonraki maçlar daha güzel ve çekici olur.



Futbol konusundaki anılarım büyük bir kitaba ancak sığar. Türk medya dostlarım ile anılarım çoktur. Halit Kıvanç ve Okay Karacan kendi anılarından şahsımdan da söz etmişlerdir. Bu ilginç anıları inşallah bir gün bir kitapta toplarım. Bu anıları HABER'de dizi şeklinde yayınlama planımız da var.



Neçizane şahsım 1978’de Arjantin’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonasını, iki yıl sonra 1980 yılında Uruguay’da yapılam Mini Dünya Futbol Şampiyonası’nı Hürriyet gazetesi için izlemiştim.

1978’de, başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, ünlü gazeteciler Halit Kıvanç,Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek ve teknik direktör Metin Türel ile birlikteydik.



Maradona'nın yıldızlaştığı Uruguay’da ise tek Türk gazeteci olarak ben vardım. Maradona ile konuşan ilk Türk gazetecisi de ben olmuştum.



Arjantin’deki şampiyonada, Hollanda takımının şampiyon olması için yanıp tutuşuyordum. Hollanda’yı ne de olsa ‘Babavatan’ olarak seçmiştik bir kere…

Finale kadar yükselen Arjantin Milli takımının, Peru’ya karşı elde ettiği bol gollü galibiyet maçının, tamamen binbir tekdit sonucunda kazanıldığını en iyi bilenlerden biriydim. Zira, konaklamakta olduğum Liberty (Hürriyet) Oteli’nde Peru takımı da konaklıyordu. Arjantin turuvaya iyi başlamamıştı. Gruptan çıkması için Peru’yu en az 4-0 yenmesi gerekiyordu.



General Vidella başkanlığındaki ihtilal hükümeti, Peru’ya silah ve gıda yardımı teklif ederek maçın en az 4-0 galibiyetle bitmesini istedi. Bu da yetmedi, konakladığımız Liberty Oteli askerler tarafından abluka altına alındı ve futbolculara korku salındı. Sonunda Arjantin Peru’yu 6-0 yendi ve gruptan çıktı.



Arjantin, Hollanda ile birlikte finale kadar yükselmişti. Hiç unutamadığım o final maçını Hollanda kaybetmişti. Hollanda’nın o zamanki yıldızı Rensenbrink, son dakikadaki fırsatı gole çeviremedi. Top direğe çarparak geri döndü. Uzatmada Arjantin maçı 3-1 kazandı.



Titreyerek seyrettiğim maç sonunda resmen ağlamıştım.



Ama daha sonra ırkçılığın uyandığı Hollanda’da duygularım değişti. Ne Ajax ve ne de Oranje artık umurumda olmuyordu. Taaa geçen yıla kadar. Geçen yıldan bu yana hem Ajax’a ve hem de Oranje’ye karşı eski duygularım uyandı. Kim bilir, belki de Sneıjder ve Kuyt içindir bu duygu.



Her ne olursa olsun, şimdi Brezilya’da yapılmakta olan Dünya Futbol Şampiyonası’nda önce portakalların şampiyon olmasını istiyorum. Olmazsa ebedi aşkım Brezilya’nın şampiyorluğu beni mutlu eder.



Her zaman yazmışımdır. Avrupa Futbol Şampiyonaları, Dünya Futbol Şampiyonaları gibi renkli olmuyor. Güney Amerikalılar ve Afrikalılar turnuvalara renk katıyor. Özellikle Brezilyalılar şampiyonaların en renkli görüntülerini yaratıyorlar. Bakar mısınız, en ilgi duymayacak ülkelerin maçları bile seyirci rekoru kırıyor. Brezilyalılar'ın futbola ne kadar düşkün oldukları bu şampiyonada da belli oldu.



Biz Türkler de bu konuda az değiliz ha!

Hiç unutamayacağım bir anı da, 1982’de İspanya’da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası sırasında yaşandı. Bu şampiyonaya Türkiye katılmamıştı. Ama Barcelona’nın Ramblas meydanında gece yarısı şenliklerinde bir grup Beşiktaşlı taraftarın açtıkları Türk ve BJK bayrakları etrafında yapılan danslar beni çok duygulandırmıştı. O fotoğrafı çekme ve Hürriyet’te yayınlama şansı da bana nasip olmuştu.



Spor gazeteciliği kariyerimde, Real Madrid'in efsane Başkanı Santiago Bernabeu ile 1972'de görüşmem, Hollanda'nın efsane futbolcusu Johan Cruyff'a 1969'da 'Sarı fare' (rakiplerini fındık faresi gibi yediği için) lakabını takmam ve Maradona ile 1980'de ilk röportajı yapmış olmam, anılarımın en güzellerindendir.



Şimdi her şey Oranje için. Portakalları desteklemek bize yakışan bir hareket olacaktır.

Portakalların her galibiyetinden sonra yapılacak olan şenliklere biz de Türk bayrakları ile katılmalıyız ve Hollandalılar ile dayanışma içinde olduğumuzu göstermeliyiz.



Hup Holland hup !!!



**********



İlhan Karaçay, Hollandalılar'ın sıkça söz ettiği norm ve değerleri yorumladı:







Hollandalılar 'norm ve değerler' deyimini çok kullanırlar ama, kusura bakmasınlar, onları çok iyi tanıyan bir akraba olarak ben şahsen Hollandalılar'da ne norm ve ne de değer bulamadım.



Hiç unutmam, bir zamanlar Galatasaray'ın başkanlığını yapan Selahattin beyazıt Ajax ile futbolcu transferi için görüşmeye gelmişti. Yönetim Kurulu toplantısına birlikte girmiştik. Ön sohbet sırasında bir yönetici bana, 'İyi ama, siz de bize uyum sağlayamıyorsunuz. Bizim norm ve değerlerimize dikkat etmiyorsunuz' demişti. Bu söz üzerine çok kızmıştım. Ağzıma geleni söyledim. 'Ben sizin neyinize uyayım? Siz misafir ağırlamasını bilmezsiniz. Çocuklarınız dahi misafir için ayağa kalkmaz. Siz de masa üzerindeki ayağınızı indirmeden misafire 'Çek bir sandalye' dersiniz. Kaldı ki ben misafirimi üzerimde ceketim, ayağımda ayakkabım olduğu halde kapıda karşılarım ve kapıya kadar yolcu ederim. Sizin yemek kültürünüz de çok zayıf.



Siz giyinmesini bilmezsiniz. Üzerinizdeki kıyafetin renkleri hiç uymamış. Benim kıyafetime bakar mısın?'

Yöneticiye bunları sıralarken o dönemin ünlü Başkanı Jaap van Praag araya girmek mecburiyetinde kaldı ve aramızdaki bu münakaşayı sonlandırdı.



Bir Hollandalı ile evli olduğum için, Hollandalılarla ev ziyaretlerimiz diğerlerinden daha çok olmuştur. Akraba ziyaretleri de cabası. Gerek yetişkin insanlardan ve gerekse çocuklardan, adabımuaşerete uymayan pek çok hareket gördüm. Bunlara şahit olan Hollandalı eşimle hep göz göze gelirdik. Eşim, gerek buradaki Türkler'den ve gerekse anavatandaki Türkler'den gördüğü saygı ve misafirperverliği hatırlatır ve kıyaslama yapardı.



Böylesi kültür ve gelenek fakiri bir toplum içinde yaşamakta olan bizim çocuklarımızdan ne bekleyebiliriz ki? Uyum, uyum diye bizi yıllardır yoran Hollandalılar'ın nesine uyum sağlayacak bizim çocuklarımız?



Bu acı gerçeği Hollandalılar'ın yüzüne kimse vuramıyor. Ben bu durumu korkusuz bir şekilde defalarca yazdım. Hollandalılar'ı artık sevmediğimi yazdım. Hem de Hollandaca olarak. Hem de tüm yayın organlarına göndererek.



Hollandalılar için, 'İçlerinde bir tane bile demokrat yok' diyecek kadar ileri gittim.



Şimdi; kimliğimizden ve kültürümüzden gelen değerleri Hollanda'da nasıl koruyup yaşatacağımız soruluyor.



Yardımseverlik, misafirperverlik, akrabayı ziyaret etmek, insanları iyiliğe davet edici olmak, misafirlere ve muhtaçlara ikramda bulunmak gibi, kültürümüzün ve geleneğimizin en önemli kurallarını, çocuklarımıza nasıl aşılayacağımız soruşturuluyor.



Benim naçizane tavsiyem şu olabilir: Bu konuları çocuklarımıza evde sık sık anlatmalıyız. Sokakta, okulda, işyerinde ve eğlencede Hollandalılarla kaynaşmış olanlarımıza bu konular sıkça anlatılmalı.



Aksi takdirde, 100 yıl sonra Hollandalılaşmış bir nesil yetiştirmiş oluruz.



Hayırlısı olsun...



**************



İlhan KARAÇAY

Sıla yolu cazibesini yazdı...



Türkiye’ye otomobil ile ilk yolculuğumu 1970 yılının mayıs başında yapmıştım.

Şimdiki eşim Jeanne ile nikah kıymak için Mersin’e gidiyordum. Bir talihsizlik sonucunda Niğde-Aksaray mevkiinde bir kaza geçirmiş ve ölümden kıl payı dönmüştük. 23 Mayıs’taki nikah ve düğün törenimizi alçılarla sarılı bir şekilde yaptık.



O tarihten tam 44 yıl sonra, sanırım 30’uncu kez otomobil ile yola çıkma kararı verdim. Tüm aile efradımın ve yakın dostların itiraz ve ikazlarına rağmen, çile dolu olduğu bilinen sıla yoluna yeniden düştüm. Gurbetçinin nelere göğüs gerdiğini geçmiş yıllarda gördüm ama, şu Avrupa Birliği’ne üye olmuş Bulgaristan’ı bir kez daha görmek için herşeyi göze alarak yola çıktım. Eşim Jeanne, kızım Vahide ve torunum Esra arkamdan uçakla geleceklerdi. Mart sonu olduğu için yollar çok sakindi. Almanya’dan Avusturya’ya giderken her zaman Münih-Salzburg yolunu değil, Nürberg’ten sonra Regensburg- Lins yolunu tercih ederim. Zira bu yol hem daha kısa hem de daha tenhadır.



Regensburg’u geçtikten sonra, hiçbir kontrol olmayan Avusturya gümrük kapısından girdim. Graz istikametine giderken kilometrelerce uzun pek çok tünelden geçtim. Hani bu yolun daha çok ‘tünel yolu’ olduğunu söylesem yalan söylemiş sayılmam. Her tünel geçişinden sonra yol vergisi gişelerinde ödeme yaptım. Modern Avusturya’dan (!) çıkarken, pasaportuma bakan polis ‘geç’ işaretini verdiği zaman “Ne olurdu yani, yol güzergahı üzerindeki Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan veya Makedonya da Avusturya gibi modern olsaydı ve soygun yapmasalardı” diye düşünürken, bir Avusturyalı gümrükçünün yolumu kesmesi beni şaşırttı. Avusturyalı gümrükçü, otomobilimin ön camında ‘vignet’(vinyet) olmadığı için ceza vermem gerektiğini belirtti. Memura yol boyunca vergi ödediğimi söyledim. “O başka” dedi ve Avusturya’ya girerken en az 10 günlük vinyet almam gerektiğini söyleyen memura, “Ben bunu bilmiyordum” dediysem de fayda etmedi. Memur bana, her tarafta böyle bir mecburiyet olduğuna dair tabelalar asılı olduğunu söyleyince, kendisine, trafik işaretlerinden başka tabelaların beni ilgilendirmediğini, Almancayı da iyice anlayamayacağımı söylemem de işe yaramadı. Aynı memur otomobilimi kenara çekmemi söyledi ve 20 metre ötedeki büroya gidip geldi. Elinde Türkçe yazılı bir kağıdı gösterdi. Bu kâğıtta motorlu taşıtlar için ne kadar ceza verileceği yazılı idi. Otomobil ibaresinin karşısında 120 Euro yazıyordu. Normalde 7,80 Euro’ya alınan bir vinyet için 120 Euro ceza ödeten bir ülke bence soyguncunun daniskası olmalıydı.



Eskiden Avusturya’ya girişte memurlar durduruyor ve vinyet satın almamızı söylüyorlardı. Şimdi neden böyle bir uyarı yapmıyorlar?



İlkel diye nitelediğimiz ülkelerden önce, medeni olarak nitelediğimiz Avusturya gibi bir ülkede böylesi bir soyguna maruz kalmak, uzun sürecek olan yolculuğun ilk gözdağı olmalıydı. Avusturya için, sınıra yakın benzin istasyonlarından vinyet alırken, Slovenya için de vinyet almayı unutmayın. Graz üzerinden Maribor’a giderken çok berbat olan yollar kısmen otoyol olmuş. Bu nedenle sabah saat 07.00’de başlayan yolculuğum, 1600 km. sonra Belgrad’da saat 23.00’te virgüllendi. Çok güzel bir otelde sadece 44 Euro’ya konakladıktan sonra sabah yine saat 07.00’de yola koyuldum. Sırbistan’dan Bulgaristan’a girerken, Pirot denen korkutucu yolların hala aynı şekilde olduğunu görünce çok şaşırdım. Bu yollar hala rezalet durumunda. Sofya’dan otoyola giderken de rezil yollardan geçme mecburiyeti var. 150 kilometrelik oto yolundan sonraki yollar da rezalet. Bence bu yollardan geçme yerine, 250 km. kadar daha uzun olan Yunanistan yollarını tercih etmek daha akıllı bir iş olacak. Dönüşte Yunanistan yolunu kullanacağımdan eminim.



Özellikle Türk TIR’larının Bulgaristan sınırındaki uzun bekleyişleri de hala sürüyor. Herşeye rağmen Türkiye yolculuğum ertesi gün saat 14.00’te Kapıkule’de noktalanmış oldu. Kim bilir, otelde 8 saat konaklamaya rağmen bu bir rekor düzeyde hızlı yolculuk olabilir. Bir başka gerçek de, yollarda adeta tuzak kurulduğudur. Hiç gereği olmayan yerlere 30 km. ve 50 km. sürat tahdidi koyuyorlar ve ileride bekleyip yolunuzu kesiyorlar. Böylece de suç işlemiş sayılıyorsunuz ve cezayı yiyorsunuz. Bu bir tuzak ama, tuzağa düşmemek de bizim elimizdedir. Bu nedenle yaygara koparmanın da bir yararı olmaz. “Üç saatlik bir uçak yolculuğu varken, üç günlük meşakkatli bir yolculuğa ne gerek vardı?” diye sorabilirsiniz. Ben bu soruya, “Mesleğim icabı” diye bir yanıt verebilirim.



Bu sorunun asıl muhatabı, bu meşakkatli yola düşen yüz binlerce gurbetçidir. Bana kalsa, Avrupa Birliği’ne layık görülen ilkel ülkelerde eziyet çekeceğime, üç saatlik bir uçak yolculuğu en akıllı iş olur. Yollarda yapılan masraf hesaba katıldığı zaman, bu masraf ile Türkiye’de süper bir otomobil kiralanabilir.





****************



İlhan Karaçay dönüş yolunu yazdı...



En ideali Yunanistan yolu



Otomobllleriyle Türkiye'ye gidip gelecek olan yurttaşlarımıza yardımcı olabilmek için düştüğüm Avrupa yollarında pek çok badireler atlattığım gibi, hatırı sayılır güzellikler de yaşadım.







Türkiye'ye gidiş yolunu HABER'in nisan sayısında sizlere sunmuştuk. Bulgaristan üzerinden gittiğim yolu, Yunanistan üzerinden döndüm. Yunanistan yolunun 280 km. daha uzun olduğu yazılıp duruldu. Ama bu defa hem navigasyon ve hem de otomobildeki göstergeleri dikkatle okudum. Yunanistan yolu sadece 190 km. daha uzun. Bu 190 km. daha uzunluk da, Bulgaristan'daki kötü ve dar yollardaki meşakkati bertaraf edecek nitelikte. Bir kere zaman kaybınız olmuyor. Ceza yeme durumu yok. Daha güvenli yolculuğun yanında, isterseniz bir de balık yeme sefası yaşayabilirsiniz.







Biz öyle yaptık. Sabah saat 07.00'de Mersin'den yola çıktık. İstanbul ve Tekirdağ üzerinden İpsala'ya geldiğimiz zaman saat 19.00'du. Yani tam 12 saatlik bir yol katetmiştik. Sınırdan 150 km mesafedeki Kavala şehrini hedeflemiştik. Saat 20.30'da Kavala'ya girdik ve limandaki bir otele yerleştik. Sonra da bir restauranta gidip balık sefamızı yaşadık.

Otele dönüp, Brezilya-Hırvatistan maçını seyrettikten sonra uykuya daldık.



YUNAN'IN MAKEDONYA TAKINTISI



Yunanlılar, komşu Makendonya ile hiç sevişmediler. Makendonya'nın kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Makendonya ismini de sadace kendi kısımlarında kalan bölge için kullandılar. Bu nedenle yol levhalarında, başşehri Üsküp olan Makedonya'yı hiçbir zaman kullanmadılar. 5 yıl önce yolda Mekedonya levhasını gördüğüm saman o istikamete girmiş ve yolumu kaybetmiştim. Zira Yunanlı, yol levhasına kendilerine ait Makedonya'nın ismini yazmıştı.

Şimdi de aynı durumla karşı karşıya kaldık. Selanik'e yaklaşırken bir yol ayrımında kocaman bir levhada MAKEDONİA ismini gördük. Ama navigasyonumuz bizi önce Atina yoluna, sonra da Üsküp yoluna soktu.

Navigasyonu olmayan sürücülerin tam bu noktada dikkat edip “Edessa” istikametine gitmesi gerekiyor. Edessa istikametine doğru döndükten sonra ise, “Skopje” yazılı Üsküp istikameti belir tiliyor.







Bu olmusuz durumun dışında, Yunanistan'da bir de benzin sorunu vardı. Oto yolu üzerinde hiç benzin istasyonu yok. Yunanistan'a girmeden önce veya girince deponuzu dolduru. Aksi takdirde yoldan çıkıp bir yerleşim yerinde benzin doldurmanız gerekecek. Bunların dışında nahatsız edici bir durumla karşılaşmadık.



Makedonya'daki yollar kısmen düzelmişti. Yol yapımı da devam ediyordu. Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya yolları da muhteşemdi ve sakindi. Slovenya'ya girerken Vinyet almayı unutmayın. Aynı satış noktasından Avusturya için de Vinyet alın.



Akşam Avusturya'ya girdiğimiz zaman, küçük bir köyde otel aradık ve bulduk. Otelimize yerleştikten sonra çıktığımız sokakta bir Yunan lokantasına girdik. Bize servis yapan Yunanlı kıza, 'Bu sabah kavalada kahvaltı ettik, şimdi de yine bir Yunan lokantasında akşam yemeği yiyoruz' deyince çok sevindi ve bize özel muamele yapmaya başladı.



Ertesi sabah saat 07.45'te Hollanda'ya doğru yola koyulduk. Saat 15.55'te Almere'ye vardığımız zaman çayımızı içerken bir durum değerlendirmesi yaptık.

İtalya'dan gemi ile Yunanistan'ın İgoumenitsa limanına gitmek varken, bıktırıcı sınır kapıları ve yol vergisi gişelerinin kahrı çekilir miydi?



İgoumenitsa-İpsala yolu 680 km. Ama tamamen otoyolu. Hollanda ile İtalya'nın Ancona limanı arasındaki mesafe 1500 km. 680 km'lik İgoumenitsa-İpsala yolu ile birlikte 2180 km. yapıyor. İpsala-İstanbul'u da hesap ettiğiniz zaman toplamda 2430 km. yol yapmş oluyorsunuz. Normalde Amsterdam-İstanbul arası 2650 km.

15 saatlik gemi yolculuğunda yapacağınız istirahat da cabası tabii...



Sıla hasreti gidermek için yollara düşecek olan yurttaşlarımıza hayırlı yolculuklar dileğimiz ile...







social



www.ilhankaracay.com