“URUS İLE YOLDAŞ OLSAN AY BALTAN YANINDA OLSUN”- Yrd. Doç. Dr. İklil KURBAN - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









“URUS İLE YOLDAŞ OLSAN AY BALTAN YANINDA OLSUN”- Yrd. Doç. Dr. İklil KURBAN
Tarih: 06.09.2009 > Kaç kez okundu? 4841

Paylaş


Bu Tatar atasözü, 500 yıllık Rus-Tatar ilişkilerini özetliyor, Tatar tarihinin derinliklerinde yatan bir hakikati yansıtıyor. Bu hakikat, zaman geçtikçe inkar edilemez bir mantık olarak etnoloji bilimindeki yerini alıyor: Ruslar, ikiyüzlü-arsız-zalim bir ulus olduğu için, onların hiçbir şeyine güvenilmez. Bu sözlerimin her zaman arkasındayım, kanıtlamaya da hazırım:

Rus Başbakanı Putin, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın davetlisi olarak 06.08.2009 günü Ankara’ya gelmişti. Ertesi günü bu haberi VATAN Gazetesi, “Kremlin’le Yeni Dönem” başlığıyla duyurmuştu. Rusya Devleti ile olan bu “Yeni Dönem” ilişkisinin zamanla eskimiş hale geleceğine ben inanmam. Çünkü Rus ulusu ve Rus devletinin doğası gereği, bu ilişki eskimeye dayanamaz, yakın zamanda bitecektir. Kiminle olursa olsun Rusya’nın her yeni ilişkisi, mutlaka Rusların gizli saklı amaç ve oyunları eşliğinde cereyan edecek, çok geçmeden karşı tarafın tepkisini üzerine çekecektir. Rusya devletinin Türkiye üzerindeki gizli amaç ve oyunları şöyle özetlenebilir:

Türkiye ile ABD arasına düşmanlık tohumları ekmek, Türkiye’yi NATO’dan çıkartıp, “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürkçü çizgisinden saptırmak ve diğer Türki Cumhuriyetler gibi Türkiye’yi de kendi yörüngesine oturtmaktır.

Rusya entrikalarına karşı bir tedbir olarak, daha imzalandığına bir ay olmamış Nabucco Anlaşmasından hemen sonra, bu Putin-Erdoğan Anlaşmasının ortaya çıkmasını anlamak zor değildir. ABD Başkanı Barack Obama, 6-7 Nisan 2009 tarihli Türkiye ziyareti sırasında, TBMM’de konuşurken, “Laik demokrasi Atatürk’ün hayatının en büyük eseridir” diye, can alıcı bir vurgu yapmıştı. Acaba Erdoğan, Türk ve ABD düşmanı olan Putin ile dostluk kurup anlaşmalar yaparken, Obama’dan-ABD’den intikam mı almak istiyordu!? Bu Putin-Erdoğan dostluğunu fırsat bilen Rusçu hainler Türkiye’de at oynatabilirler. Fakat, Türk devletinin gerçek sahipleri, Türk ulusu ve aydınları, Türkiye’deki bu Rusçuluğa elbette izin vermeyecektir. Şu bir gerçek yalın halde bilinmelidir ki, Rus dostluğu ve barışı, hiçbir zaman hiç kimse için hayırlı olmamış-savaş, göz yaşı, kan ve ölüm kalıcı olmuştur. Erdoğan’ın girişimde bulunduğu Rus Üniversitesi, Türkiye’deki Rus propagandasının kaynağı-yuvası olacak, gerçekler çok geçmeden su yüzüne çıkacaktır. Böylece bu “Yeni Dönem” de eskimeden kapanacaktır. Bu sözleri söylerken, benim kahin olmama gerek yok, Rus tarihini-Rus karakterini iyi bilen biri olmam yeter de artar.

İşte geçmişten günümüze örnekler:

Büyük Atilla ve Onun soyunun yurt yaptığı İdil boyunda-1430’lu yıllarda Cengiz Hanın soyundan olan Uluğ Muhammet Kazan Hanlığını kurar. En yakın komşusu Moskovalı Ruslardır. Ruslar bu güçlü devlet karşısında “dostluk-barış” yollarını arar, bu komşu iki ulusun da (Ruslar ve Tatarlar) çıkarı gereği İdil akını boylayıp ticaret de gürler gider. Dostluk-Barış Antlaşmaları yapılır. Fakat Ruslar yaradılışının gereği, karşı tarafın güvenini kazanmak, art niyetini daha da saklı tutmak amacıyla, bu “Dostluk-Barış Antlaşmaları”nın önüne “Ebedi” sıfat sözcüğünü ısrarla eklerler. Böylece bu iki ulus arasında “Ebedi Dostluk-Barış Antlaşmaları” birkaç kez yapılsa da, bozan hep Ruslar olmuş, sonuç: 1552 yılındaki Kazan Hanlığının yıkımı-Tatarların kana batırılmış akıl almaz faciasıdır.

Türkiye, Rusya’nın komşusu sayılır. Rusların eski komşusu Tatarlar ile olan komşuluk ilişkilerini, “KAZAN HANLIĞI TARİHİNE ÖZGÜ ARAŞTIRMALAR” adlı kitabında Mixail Georgieviç HUDYAKOV şöyle tanımlıyor: “Rus devletinin tehlikeli komşuluğu, Tatar devlet kuruluşlarını daima sarsmış ve han sarayını çok etkilemiştir.” (s: 239). Bu kitap, Putin gibi Rus şovenlerinin hoşuna gitmediği için, yazarını Stalin devri yutmuştur (1894-1936). Rus devletinin komşuluğunun ne olduğunu anlamak için uzaklardan örnek aramaya gerek yok. Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, bu Rus komşuluğunun ürünüdür. Ruslar kastlı olarak Türkiye’yi karıştırıp kendi yörüngesine oturtmak için, Türkiye’deki komünistleri-hainleri kışkırtıp göz yaşı-kan ve ölüm manzaraları yaratır. Bu olup bitenler karşısında Türk hükümeti çaresiz kalınca Türk askeri araya girer ve darbe olur. Bu darbenin suçlusu-sorumlusu Türk askeri değil, Rus devletinin tehlikeli komşuluğudur. Bu konuda başka yerlerden sebep arama girişimlerinin hepsi, yine Rus oyunundan başka bir şey değildir.

Kazan Hanlığı devrindeki Antlaşmaların ilginç bir benzeri-Putin, Avrupa’ya karşı Güney Akım projesini Erdoğan’a imzalatırken, bu Anlaşmayı, “Türkler sıkı pazarlıkçı” sıfat sözcükleriyle güçlendirmiştir. Aslında Türkiye açısından hiçbir pazarlık yapılmamış, her şey Putin’in dediği gibi bitmiştir.

Kazan Hanlığının işgaliyle beraber Rus Emperyalizmi doğmuş, 19.yüzyılın sonlarına doğru tüm Türk toprakları Rus idaresine geçmiş, Rus ordusu İstanbul’a kadar yaklaşmıştı. Rusların Doğu Türkistan üzerindeki oyunları ilginç ve güncel olduğu için, kısmen ayrıntılara değinmek isterim:

Doğu Türkistan, Büyük Türkistan’ın doğu kısmıdır-Uygur Türklerinin asli vatanı, bugün oralarda Uygurların kana batırılmış akıl almaz faciası yaşanmaktadır. Ruslar, 6 milyon kilometre kare büyüklüğündeki Büyük Türkistan’ı yutma ve hazmetme de zorlanırken, suç ortağı olarak Çin ile işbirliği yapmanın yolunu bulur. Kaşgar’daki Yakupbeg devletine karşı seferber edilen kalabalık Çin ordusunun lojistik desteğini Ruslar üstlenir. Doğu Türkistan Çin ordusu tarafından işgal edilir, adı “Shin Cang” (Yeni Toprak) olarak değiştirilip, 1884 yılında Çin toprağı ilan edilir.. Fakat, her ne kadar Çin’i toprak paylaşımında ortak saysa da, Rusya’nın Doğu Türkistan üzerindeki hırsı hiçbir zaman sönmez, değişik zamanda, değişik oyunlarla hep gündemde tutulur. 20.yüzyılın başlarında Milliyetçi Çin ve Komünist Çin iki parti olarak kıyasıya savaşırken, doğal olarak Komünist Rusya, Komünist Çin Partisini destekleyip bu savaşı alabildiğine körükler. İşte o zamanlar 1933-1943 yılları arasında Doğu Türkistan, Şın Şisey denilen kan içici bir Çinlinin eliyle tamamen Sovyetlerin sömürgesi haline getirilir. Moskova’dan başlayan aydın soykırımı esintisi Ürümçi’de devam eder, 300 bin kişi tutuklanıp, 100 bin kişi öldürülür.

Sovyetlerin 1939 yılındaki Polonya’nın doğusunu işgal etmesiyle beraber İkinci Dünya Savaşı patlak verir. Savaşın ilk yıllarındaki Alman başarılarından korkan Şın Şisey, Sovyetlere arka çevirip, kendini Milliyetçi Çin’in kucağına atar. Şın Şisey’e kızgın olan Sovyetler, Uygurların ulusal bağımsızlık düşünce ve eylemlerine arka çıkıp, güçlü bir ulusal isyan ve çetin savaşlar sonucu 12.11.1944 yılında Gulca’da Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluşuna önayak olur. Rus silahı ile donanmış 30 bin kişilik Şarki Türkistan Birliği, Altay, Tarbagatay vilayetlerini kurtarıp, 17.09.1945 tarihinde Manas nehrine gelip duraklar. Ürümçi artık 200 kilometre ötededir. Ürümçi’deki Milliyetçi Çin büyükleri kaçma telaşını yaşar. Tam bu günlerde “Çin-Sovyet Dostluk, Müttefik Antlaşması” Moskova’da imzalanır (14.08.1945). İkinci Dünya Savaşı da bitmek üzereyken, Şubat 1945 Yalta Antlaşması da imzalanır. Roosvelt ve Churchill’lerin bencilliğini-siyasi körlüğünü sömüren Stalin, İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer komutanı olarak büyük ün kazanır. Böylece tarih ve insanlık, bugünlerdeki Uygurların ve Tatarların yaşamak zorunda kalacağı, aldatılmanın-kandırılmanın acımasız girdabına itilecektir. Artık Sovyetler için, Doğu Türkistan’a oranla Doğu Avrupa daha önemlidir, Komünist Çin kazanacaksa, Doğu Türkistan çantada kekliktir.

İkinci Dünya Savaşı’nı komünizm-Stalin ve Mao Zedung kazanır. Haklı olduğu halde Almanya-Hitler kaybeder. Başında Mao Zedung’un bulunduğu Komünist Çin Devleti 01.10.1949’da kurulur. Mao Zedung ne yapıp yapıp, Stalin hayattayken Doğu Türkistan konusunda bir belgeyi yoktan var etmek ister. Moskova’daki Şubat 1950 tarihli Stalin-Mao Zedung buluşmasında, “Shin Cang (Doğu Türkistan) Çin’in bölünmez bir parçasıdır” ifadesiyle karalanmış bir parça beyaz kağıt karşılıklı imzalanıp belge haline getirilir, belge tarihi-14.02.1950’dir. Bu belge karşılığında Mao Zedung’un sevinmesi kadar, Stalin’in de düşündükleri vardır: “Çin, bu koca hediyenin bedeli olarak Moskova yörüngesinde dönmesi gerekmektedir.” Fakat garantör Stalin ölür (1953), Çin’in ırkçı gururu Moskova’nın isteklerini ret eder, Rus-Çin kavgası patlak verir. Ruslar her ne pahasına olursa olsun Doğu Türkistan’ı geri almada kararlıdır; ama iş işten geçmiştir. Çin arkasına ABD’nin desteğini alır; ABD Çin’e arka çıkarak belki tarihinin en feci hatasını yapar. Eğer ABD, bu iki komünist-emperyalist güç arasına girmeyip, onları baş başa bırakmış olsaydı, bu iki devlet arasındaki kavgadan Uygurların da-Tatarların da kurtuluşuna yol açacak bir boşluk doğabilirdi. Uygur bağımsızlık davası ise arkasına Rusları alır. Almatı’dan seslendirilen “Vatanı Kurtarma Radyosu” sırayla Uygurca-Kazakça-Çince ateşli yayınlar yaparak, halkı Sovyetlere kaçmaya ve Çin’e karşı isyana çağırır. İşte sonuç, Gulca’da 1962 yılının 29 mayıs günü meydana gelen kanlı akıl almaz facia…. Özgürlük-bağımsızlık dileğiyle Azatlık Caddesine toplanan-elinde demir parçası bulunmayan Gulca halkı, ordu binası ve hükümet binası çatılarına yerleştirilen Çin askerlerinin çapraz ateşinin hedefi olur. Ölen ve kaybolanların hepsi, Sovyetlere kaçtı yanıtıyla kapanır. Bunlar azmış gibi çok sayıda insan tutuklanır. Kurtarıcı (!) Ruslar ise, hiçbir şey olmamış gibi bu olay karşısında seyirci kalır.

Yıl 1980 eylül ayı, ben Gulca’dan ayrılmak üzereyken, tutuklananların sonuncusu olarak, Taş, İlyar ve Nail’lerin 18 yıl süren Ürümçi hapishanesinden çıkıp, Gulca’ya bitkin halde döndüklerine tanık olmuştum, görüştüm. Onlar bu 18 yıllık hapsin sorumlusu olarak Çin’i değil Rusları suçluyor, “Büyük bir vefasızlığın kurbanı olduk”, diyorlardı. Bu 29 Mayıs Olayı’na, tekrarlanan yine nice Gulca Olayı, Barın Olayı, Kaşgar Olayı, Ürümçi Olayı gibi olaylar eklenecektir. Rus Emperyalizminin kurbanları arasında en ağır bedel ödeyenler hiç kuşkusuz Tatarlar ile Uygurlardır. Onlar bugün sadece vatanlarını yetirmekle kalmayıp, kendilerinin de yakın bir tarihte yok olacağı yazgısını beklemektedir. Soykırımdan esen kalanlarının dilleri yasaklanmakta, barındığı yurtlarından sürülmektedir.

Vladimir Putin kimdir?

Bu yıl ağustos ayında Putin’in iktidara gelmesine 10 yıl doldu. Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin 1999 yılının ağustosunda, FSB (eski KGB) başkanı olan Putin’i Rus hükümetinin başına getirmiş ve çok geçmeden 2000 yılının ocağında halefi olarak Onu, kendi makamına oturtmuştu. Rus şovenizminin bayraktarı olan Korkunç İvan, Büyük Petro devirlerinin özlemini çeken Boris Yeltsin, can çekişmekte olan Sovyet ortamını kirli amacı doğrultusunda gayet ustalık ile kollanmıştır. Halef ararken de yanılmamış-Putin’i seçmiştir. Putin bu 10 yıl içinde adım adım, tek uluslu-tek dinli ve tek elden yönetilen Rusya hedefine doğru taviz vermeden ilerledi. Puıtin, 2005 yılının ağustos ayında, “1000 yıldır birlikteyiz” diyebilmek için, “Kazan’ın 1000 yıllığı” denilen bir yalanın eşliğinde Kazan’a gelirken, “Bağımsızlık ne demek, Rusya devletinin ulusunu yaratacağız” demiştir. Yakında 2009 yılının ağustos ayında, Orenburg şehrinde tüm Rusya’dan toplanmış 300 civarındaki etnologların kurultayı açılmıştır. Moskova’dan gönderilmiş tüm etnologların başkanı sıfatını taşıyan bir Urus kürsüden, “Rusya devletinin ulusunu yaratacağız”, diye Putin’in sesini yankılandırmıştır. Toplantının yapıldığı yer Türki halkların ortak şehri olan Orenburg, toplantının adı “Etnologlar Kurultayı”dır. Buna, Rus olmayan uluslar adına, bilim adına yapılmış Rus şovenizminin meydan okuması denilmezse, ne denilir.

Putin’in, Korkunç İvan’dan, Büyük Petro’dan farkı, yaptıklarının daha sinsi-daha aldatıcı olmasıdır. Karşısına çıkan Litvinenko, Politkovskaya gibi muhalif sesleri FSB ve özel maaşlı Nashi ajanlarına öldürterek, yolunu açmıştır. Rus-Çeçen Savaşı ile 300 bin Çeçeni öldürtmüştür. Putin bununla yetinmeyip, Türkiye’ye ve Avrupa’ya sığınan Çeçen direnişçilerini de FSB ajanlarının eliyle birer birer ortadan kaldırmıştır. Kendi ülkesinde, insan hakları, bireysel hak-hukuk, ulusal bağımsızlık gibi evrensel değerleri çiğnemekle yetinmeyip, bu değerleri savunan güçleri, ABD’yi, NATO’yu bir numaralı düşman ilan etmiştir. Dünyanın en gaddar, en kan içici devleti olan Çin ile işbirliğine giderek, Shanghay İşbirliği Örgütü aracılığıyla Orta Asya Türki Cumhuriyetlerini kendi yörüngesine oturtmuştur. Son olarak bir yıl önce 5 günlük bir savaş ile Gürcistan’ı işgal ederek, Abhazya ve Osetya’yı, bağımsızlığını tanıma yalanıyla kendi toprağına katmıştır. Rusya ve Ruslar gücü yetecekse, 500 yıllık geleneğinden asla vazgeçmeyecektir. Rusları akıl değil, ancak güç durdurur. Evet, Hitler çok haklı idi.

Yukarıda öz olarak anlattıklarım, Vladimir Putin’in kimliğini tanımlamaya yeter de artar. Böyle bir canavarın Türkiye’ye gelip anlaşmalar yapmasına değil, Türkiye’ye girmesine bile izin verilmemeli idi. Ne yazık ki, olan bir kez olmuştur. Türkiye, çok geçmeden bu Putin buluşmasının, itibar kaybettiren acı bedelini ödeyecektir. Fakat, yaşam ve tarih intikam alınmadan yoluna devam edemez. Bu insanlık tarihinin en ünlü kan içicisi olan Putin, er geç içtiği kanın-aldığı canın hesabını verecektir.



İklil KURBAN