Afganistan Barışa Ne Kadar Yakın? - Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Afganistan Barışa Ne Kadar Yakın? - Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Tarih: 02.01.2013 > Kaç kez okundu? 4185

Paylaş


11 Eylül saldırırlarının ardından ABD’nin hedefindeki ilk ülke Afganistan olmuştur. ABD ve müttefik orduları büyük bir hava saldırısı ve askeri harekatla 17 Kasım 2001 tarihinde Afganistan’da iktidarı elinde bulunduran Taliban yönetimini devirmiştir. Taliban’ın devrilmesinin ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1378 sayılı kararı gereğince, Afganistan’da yeni devletin oluşumunun çerçevesi çizildi ve eski diplomat El Ahdar El-İbrahimi, genel sekreterin özel temsilcisi olarak atandı. Ardından Afganistan ile Birleşmiş Milletler arasında varılan anlaşma sonucunda istikrarı sağlamak amacıyla NATO öncülüğünde barış gücü(ISAF) askerleri bu ülkeye yerleşmeye başladılar.

ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesinden beri geçen 11 yıl süre zarfında bu ülkede istikrarın sağlanması, iç savaş, bombardımanlar ve hava saldırıları sonucunda tahrip olan ülkenin alt ve üst yapısının yeniden inşası, uluslararası ekonomik yardımları organize etmek, ekonominin düzeltilmesi, Afganistan’ın yeniden uluslararası camia ile uyumunu sağlamak ve ülkenin normalleşme sürecine kanalize etmek amacıyla dünyanın çeşitli kentlerinde uluslararası kongreler, oturumlar ve sempozyumlar toplandı. Almanya’nın Bon kentinde başlayan bu toplantıların ilkinden sonra Londra’da, Washington’da, Tokyo’da, İstanbul’da ve diğer pek çok kentte defalarca uluslararası toplantılar ve oturumlar yapıldı.

Bu toplantıların bir kısmı ülkenin tahrip olan alt yapısını yeniden inşa ve uluslararası yardımları toplamak ve organize etmek, birçoğu da yok olan devlet otoritesini yeniden sağlamak ve güvenlik ve istikrarı tesis etmek amacına yönelik toplanmıştır. Açıkçası Afganistan’da var olan sorunları, yoksulluğu, istikrarsızlığı ve kaos ortamını görünce deyim yerindeyse, hiçbir sahada bir arpa boyu yol alınmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Ülkenin ekonomik ve yeniden imarına yönelik toplantılarda söz verilen parasal yardımların önemli bir miktarı kâğıt üstünde kalmış, yerine getirilen yardımlar ise usulsüzlük, yolsuzluk ve devlet mekanizmasının yetersizliği sayesinde buhar olup uçmuştur.

Daha bundan kısa bir süre önce ülkenin en yüksek makamı olan cumhurbaşkanı Ahmed Karzai’nin bir toplantı sırasında dile getirdiği: “Afganistan sağlık hizmetlerinde, sağlık yatırımlarında dünyanın en geri ülkesidir(1)” itirafı işgalden beri 11 yıl geçmesinin ardından Afganistan gerçeğini yansıtan en acı gerçeklerden biridir. Uluslararası şeffaflık ve ülkelerin yolsuzluk durumunu gösteren son istatistiklere göre Afganistan dünyanın yönetiminde şeffaf olmayan ve yolsuzluğun en fazla olduğu 5 ülkeden birisi konumunda(2) olduğu gerçeğinin ilanından başka bir şey değildir.

Halen ülkede yüz elli bini ADB’Lİ olmak üzere yüz seksen bin yabancı asker, NATO şemsiyesi altında görev yapmaktadırlar. Pek çok batılı ülke verilen insani zayiat karşısında ülkelerinin kamuoyu baskısı ve bunca yıldır istikrarı sağlatma adına yaşanan handikapları göz önünde bulundurarak hızlı bir şekilde askerlerini geri çekmekte veya geri çekmeyi planlamaktadır.

Öte yandan başta ABD işgal kuvvetlerine mensup askerlerin sivil ve masum Afgan halkına yönelik silahlı saldırıları, insansız savaş uçaklarının köylere saldırıları, ABD’li özel güvenlik şirketlerine mensup paralı askerlerin kanunsuz şiddet uygulamaları, batılı askerlerin, Afgan halkının dini ve inanç değerlerine saldırı ve aşağılaması ülkede halkın nezdinde çok olumsuz yankılar meydana getirmiştir. Afgan halkı, batılı askerler 2001 yılında geldiklerinde, onları Taliban zulmünden ve çağdışı yönetimden bir kurtarıcı gibi değil, şiddetin, yolsuzluğun ve istikrarsızlığın kaynağı olarak görmektedirler.

İşgalin ardından 11 yıl geçmesine rağmen, bazı önemli kentlerin dışında devlet hakimiyetinin kurulamaması, kırsal bölgeler ve özellikle güney, güneydoğu ve iç kısımlarda birçok kasaba, köy ve kırsal bölgelerde halen Taliban güçlerinin çeşitli düzeylerde hakimiyetlerinin sürmesi ve büyük kentlerin en güvenli bölgeleri dahil her an Taliban ve diğer silahlı örgütlerin saldırılarına maruz kalır bir ortamın bulunması, bunca yıldır hedeflenen güvenlik ve istikrarın sağlanmamış olması bize bazı gerçekleri hatırlatmaktadır. Afganistan tarih boyunca birçok saldırıya maruz kalmıştır.

Günümüzden iki bin beş yüz yıl sene önce Makedonyalı İskender Balkanlardan Asya’nın içlerine kadar her yeri fethetmesine rağmen Afganistan dağlarında takılıp kalmıştır. Afgan halkı Cengiz Han’ın ordularına geçit vermemiştir. Timur ordularını durdurmuş, 17. Ve 18. yüzyıllarda İngiliz sömürgeci ordularını unutamayacakları yenilgilere uğratarak, perişan etmiştir. 1980’ler de Sovyet işgali ardından yaşanan direniş Sovyetlerin yıkılmasında önemli bir faktör olmuştur. Şimdi ise görünen o ki ABD ve NATO bütün askeri, teknolojik ve madde imkanlarına rağmen Afganistan’da hakimiyet kurmakta tamamen başarısız olmuş ve bu nedenle verilen zayiatlar ve batılı ülkelerin bu insani zayiat karşısında takındıkları tavır sonucunda, ABD askerlerinin 2014’te ülkeyi terk etmesi planlanmaktadır.

ABD ve NATO’nun çekilmesiyle birlikte ülkenin karşı karşıya kalacağı kaos ve kargaşanın önünü kesmek amacıyla son zamanlarda ülkedeki silahlı guruplar arasında diyalogu sağlamak ve mümkünse bir anlaşma zemini sağlamak amacıyla uluslararası girişimler hız kazanmıştır. Afganistan’da genel olarak hükümete karşı silahlı mücadeleyi sürdüren 3 önemli guruptan söz edebiliriz. Bunların başında Molla Ömer(Afganistan İslam-i Emirliğinin Emiri) yönetimindeki Taliban hareketi, eski mücahit komutanlardan Gulbettin Hikmetiyar yönetimindeki Hizbi İslam-i ve Hakkani Gurubu gelmektedir. Bu guruplar genel olarak ülke nüfusunun %50’sini oluşturan Peştunlardan beslenen Peştun kökenli militanlardır. Kökten dinci bu aşırı gurupların Pakistan’da üslenmiş El Kaide ve benzer terör örgütleriyle organik bağları olduğu bilinmektedir.

Afganistan’ın güneyi ile Pakistan’ın kuzeyinde ki bölgelerde yaşayan Peştunların bölgesinde 2 ülke arasında sınırlar belirsiz durumda olup, bu aşiretler her iki ülkenin de topraklarını kullanmakta ve kolaylıkla yer değiştirmektedirler. Ayrıca Pakistan’la Tacikistan’ın arasında uzanan, Afganistan’ın uzun ince bir şerit gibi doğuya uzanan Tora Bora dağlık bölgesi de bu gurupların kolaylıkla barındıkları bölgelerdendir. Daha önceki birçok yazımda El Kaide ve dolayısıyla Taliban hareketinin ABD kaynaklı bir hareket olduğunu ve Afganistan’da mücahitler tarafından oluşturulan yönetime karşı Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve benzer mürteci devletler tarafından Pakistan’ın öncülüğünde yardım ve yataklığıyla kurulduğuna dair hiç şüphemiz yoktur.

Bu gerçeğin bir ispatı da, daha şimdi bile Taliban vb. örgütlerin söz konusu ülkeler; yani Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleriyle ilişkilerinin sıkı fıkı olduğu ve alenice sürmesidir. ABD’nin, Afganistan’da istikrarı sağlamakta başarısız olmasıyla bu ülkede Taliban vb. güç odaklarını da belirli bir süreçte kademeli olarak, aşama aşama siyasal iktidara ortak yapma ve bütün dünyada olduğu gibi ABD yanlısı kökten İslamcıların iktidara getirilmesi planı çerçevesinde yürürlülüğe konan bir plan söz konusudur.

Bu doğrultuda öncelikle ABD onayıyla Katar’ın başkenti Doha’da Taliban’ın bir irtibat bürosu açılması sağlandı. Zaten uzun zamandan beri Talibancılarla, Suudi Arabistan ve Katar aracılığıyla, Afganistan yönetimiyle diyalog içindeydiler. Gecen hafta ise söz konusu girişimler uluslararası arenaya taşındı. Fransa’da bir stratejik araştırma merkezi öncülüğünde Taliban örgütü, Afganistan’ın diğer muhalif gurupları ve Afganistan hükümetini bir araya getirdiler. Toplantıya bugün ki Afganistan hükümetinin yasal muhalefeti olan Ulusal Birlik Hareketinden(Etilafe Milli) siyasetçi Muhammet Yunus Kanuni, Ulusal Cepheden(Cepheye Milli) Ahmet Ziya Mesut, Muhammet Muhakkik ve Feyzullah Zeki, Hak ve Adalet Partisinden(Hizbi Haggı ve Adalet) Hanif Etmer, Afganistan Ulusal Meclisinden ise 2 bayan milletvekili Zehra Nadiri ve Nilüfer İbrahim-i katıldılar.

Ayrıca Afganistan Yüksek Barış Konseyi(Şuraye Aliye Solh) sekreteri Masum İstanikzay ve Afganistan cumhurbaşkanı Hamit Karzayn’ın danışmanı Hacı Din Muhammet de katıldılar. Toplantının en önemli katılımcıları kuşkusuz Taliban temsilcileriydi. Taliban’ın Katar bürosundan Molla Şahabettin Dilaver ve Muhammet Neim Verdek Taliban’ı temsilen toplantıya iştirak ettiler. Yasa dışı muhalefetin bir diğer partisi yani Gulbettin Hikmetyar’ın Hizbi İslami’sini ise Geyret Behir başkanlığında bir heyet temsil etti. Bildiğimiz gibi Taliban ve diğer İslamcı gruplara uygulanan yaptırımlar sonucunda söz konusu örgütlerin yöneticilerinin uluslararası seyahat hakları kısıtlanmıştır.

ABD’nin girişimiyle Taliban temsilcilerinin Paris’e gelebilmeleri için güvenlik konseyinden özel bir izin çıkarıldı. Paris toplantısı silahlı muhalefet, yasal muhalefet ve iktidar arasında diyalog ve görüşmelerin başlaması ön görülmekteydi. Hükümet yasal partiler, yani Ulusal Cephe, Ulusal Birlik, Hak ve Adalet Partisi hatta Gulbettin Hikmetyar’ın İslami Partisi’nin görüşleri paralellik arz etmekteydi. Nitekim daha önceleri Afganistan hükümetini tanımayan Hikmetyar’ın temsilcileri görünüşte devletin bütünlüğü ve anayasal sistemle sorunları olmadığını yalnızca anayasada tadilat yapılması taraftarı olduklarını belirtmişlerdir. Bu hususta partinin temsilcisi Geyret Behir Afganistan’da başkanlık sisteminin işlemediğini bu nedenle anayasada değişiklikler yapılması gerektiği tezini ileri sürmüştür.

Taliban’a gelince bu hareket uluslararası dengeleri de göz önünde bulundurarak, üstelik ülke içerisinde elde ettiği mevzilere de güvenerek eski düşüncelerinde ısrarcı olmuş, kendileri, yani Afganistan İslami Emirliğin ülkenin tek yasal iktidarı olduklarını, bugünkü anayasayı tanımadıklarını açıkça beyan etmişlerdir. Taliban Paris Konferansında bir tek hususta eksi düşüncelerinden geri adım atar gibi olmuş, o da bundan böyle diğer muhalif guruplarla işbirliği yapma düşüncelerinde olduklarını açıklanmasıdır.

Öte yandan son zamanlarda Taliban hareketi içerisinde de bazı fikir ayrılıkları olduğu kanaati basına yansımıştır. Amerikan New York Times Gazetesine yansıyan bazı söylentilere göre son zamanlarda Taliban lideri Molla Ömer’in yardımcılığına ılımlı bir aktör olan Molla Akter Muhammet Mensur’un getirilmesi ve katı görüşleriyle bilinen eski Guantanamo tutuklularından, Taliban’ın genel komutanı Molla Abdulgelguym Zakir’in güç kaybetmesi Taliban hareketinin de müzakerelerle sorunların çözülmesi düşüncesinin yansımasıdır.

Aslında Paris görüşmelerinden önce ABD ve Taliban temsilcilerinin Katar’ın başkenti Doha’da bir araya geldikleri bilenmektedir. Taliban içinden özellikle kimi komutanlar bu görüşmelere karşı çıkmışlardır. Los Angeles Times Gazetenin haberine göre bu görüşmeler Taliban içinde farklı görüşleri su yüzüne çıkarmıştır. (3) Kimi yorumculara göre ise Taliban 2014 yılı yani ABD askerlerinin tamamen Afganistan’dan ayrılmasını beklemekte ve tüm batılı askerlerin ülkeye terk etmesinin ardından gerçek tavrını ve görüşünü ortaya koyacaktır.

Her ne kadar Paris’te ki toplantıda Taliban temsilcileri Karzai Hükümetiyle doğrudan müzakereyi reddedip, danışmalar dahil bütün yabancı askerlerin Afganistan’dan çıkmasını hükümetle doğrudan müzakere için ön şart olarak ileri sürmüşse de, hatta 2014 yılında yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerini de anlamsız bulup tanımayacaklarını açıklamışlarsa da, özellikle kuzey cephesini oluşturan partilerle aynı masa etrafında oturmaları kimi gözlemcilerce olumlu karşılanmıştır. Taliban her fırsatta ABD ile doğrudan müzakere etme tezini ortaya atmış ve Karzai hükümetini devre dışı bırakma siyaseti gütmüştür. Afganistan ordusu ise 2014 yani yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesinin ardından ülkede güvenliği sağlamaya muktedir olduklarını açıklamaktadırlar.

Afganistan krizini değerlendirirken Pakistan’ı ve bu ülkenin çeşitli kurumlarının Afganistan üzerindeki etkilerini ve uzantılarının gücünü azımsamamak gerekiyor.Pakistan Ordusu , özellikle Askeri İstihbarat Örgütü, devlet içinde kümelenmiş yasal ve yasadışı kurumlar , şahıslar , dini kuruluşlar, cemaatler, medreseler ve özellikle ülkenin kuzeyinde nispi bir hakimiyet alanına sahip olan aşiretler doğrudan ve ya dolayı yollardan Afganistan’ın güvenlik ve istikrarıyla ilgilidirler. Son zamanlarda Pakistan Hükümetinin ülkelerinde tutuklu bulunan kimi Taliban Komutanını serbest bırakma girişimini de genel olarak Taliban’la sürdürülen barış görüşmeleriyle ilgilidir. Örneğin Paris görüşmeleri arifesinde başta Taliban’ın etkin imsilerinden Molla Abdülğeni olmak üzere bazı eski Taliban komutanının Pakistan tarafından serbest bakılmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Pakistan’ın Taliban üzerindeki etkisini net olarak Afganistan Parlamento üyesi Dr. Cafer Mehdivi’nin dile getirmektedir. Mehdevi’ye göre : ABD ve batılılar ilk fırsatta en az zararla Afganistan’dan çekilmek niyetindedirler. Paris görüşmeleri de ABD’nin çıkarları doğrultusuna yapılmıştır. Taliban da üç ana fikir akımı hakimdir . Birincisi yani Katar Gurubu 2014 yani batılıların çekilmesinden sonra ABD ile işbirliği yaparak ülkede gücü ele geçirmek. Molla Ömer başkanlığındaki ikinci gurup ise Hamet KARZAİ başkanlığındaki Afganistan Hükümeti ile diyalog ve işbirliğinden yana olanlar. Üçüncü Gurup ise El-Kaide yakın olup, Pakistan Askeri İstihbaratının emrinde çalışa kanat. (4)

Yürürlüğe konan Taliban’a özgürlük planı çerçevesinde son olarak yılın son günüde başta Taliban Yönetiminin Adalet bakanlığı görevini yapan Molla Nurettin Turabi, Taliban dönemi valilerinden Molla Abdulbari , Taliban Haberleşme Bakan Yardımcısı Molla Allah Dad ve Taliban lideri Molla Ömer’in özel muhafızı Molla Azem’de tutuklu bulundurdukları Pakistan’da serbest bırakıldılar. Pakistan makamlarınca hapishaneden çıkarılan son gurubun en önemlisi Taliban iktidarı döneminde yaşamı Afgan halkına cehenneme çeviren ve şahsen baş kenet Kabul’de Adalet Bakanlığının önünde oturarak sokaktan geçen halkın giyim kuşamınandan dolayı ağır cezalara çaptıran o karanlık dönemim adalet bakanı Molla Nurettin Turabi gelmektedir. Bu gidişle korkarım yakında Taliban Lideri Molla Ömeri İslamabat, Dubai, Riyad ve ya batılı bir başkentte basın toplantısı yapmasına şahit olacağız.

Sonuç olarak;

Paris oturumunun ardından ortaya çıkan duruma baktığımızda görünen o ki, 11 yıldan beri terörle mücadele bahanesiyle Afganistan’da sürdürülen savaş Afgan halkına reva görülen bunca baskı, işkence, zulüm, ülkenin tahrip olan bütün alt yapı ve üst yapısının yanı sıra verilen bunca bedele rağmen bu ülkede 11 sene önceki duruma dönülmektedir. Tankla, topla, son model savaş uçaklarıyla on binlerce masum insanın ölümü, yüz binlercesinin yaralanması, milyonlarcasının mülteci duruma düşürülmesine mal olan Taliban’ı iktidardan uzaklaştırma savaşı boşuna yapılmış, şimdi özel izinler çıkartılarak, ayakları altına kırmızı halılar serilerek Paris’te ağırlanan, hatta Afganistan’ın yasal hükümetiyle aynı masa etrafında oturma büyüklüğünü! gösteren Taliban hareketine minnettarlık bildirilmektedir.

Afganistan’da faaliyet gösteren bazı partilerin yanı sıra kimi aydın, entelektüel ve yazarda Paris’te hükümetin Taliban baskısına boyun eğdiğini gurubun Şeriat talebi ,yürüklükte bulunan anayasayı ve meşru hükümeti tanımadıkları yönündeki tezlerinin karşısında suskun kalındığını eleştirmişlerdir. Bu guruplar ve kişilere göre cılız , nahif ve kırılgan olan demokratik ortam ve anayasaca güvence altına alınan kişi hak ve hürriyetleri ile Taliban yönetiminin devrilmesinden sonra en azından büyük kentlerde sağlanan nispi huzur ortamının tekrar bozulmasından çekinmektedirler.

Peki madem Taliban’la masaya oturulacaktı, madem Taliban’la masaya oturmak için bunca tavizler ve ödün verilecekti, neden bunca masum gencin ölümüne sebep olundu? Neden ülkede taş taş üstünde bırakılmayıp harabeye çevrildi? Kuşkusuz Taliban hareketi uluslararası denklemleri yakından izlemekte Orta Doğu’da ki dengelerin kendi lehlerine geliştiğinin farkındadırlar. Bugün Mısır devrimi ABD’nin yönlendirmesiyle kendi mecrasından çıkmış, Hüsnü Mübarek’in devrilmesini sağlayan halk ayaklanması ABD ve Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler yönlendirilerek, halkın demokratik taleplerinin yerine Batı yanlısı, köktenci, çağ dışı, baskıcı bir yönetim oluşturmaya çalışılmaktadır.

Daha gecen hafta Suudi Arabistan destekli Mısır Slefi Hareketinin lideri, El Kaide lideri Aymen El Zevahiri’nin kardeşi Muhammet El Zevahiri Mısır eyaletlerinin kafir ve İslamcı olarak ikiye ayrılmasını, şeriat isteyen eyaletlerin şeriat yasalarına, diğerlerinin ise laik kanunlara göre yönetilmesini talep etmiştir. Taliban hareketi liderleri Mısıra baktıklarında kendileri gibi düşünenlerin Mısır’da iktidarı ele geçirdiklerinin farkındadırlar. Bütün bölgede Fars Körfezi’nden Kuzey Afrika’ya kadar olan coğrafyada Taliban zihniyetine sahip Selefi, Vahabist ve Cihadi örgütler ya iktidara gelmiş, ya iktidarın ortağı veya iktidarın en yakın alternatifi konumundadırlar.

Üstelik Batı, özellikle bu gidişe tamamen destek olmaktadır. Öyle ki, ABD Dış İşleri Bakanı Hillary CLINTON ülkesinin Suriye’de terörist saldırılar gerçekleştirmek için terör örgütü El Kaide’ye 45 milyon dolar yardımda bulunduğunu açıklamıştır. (5) Taliban’ın kardeş örgütleri yani Selefiler, Vahabisler, El Kaideciler, El Nüsra ve diğer terör örgütleri, hatta Taliban’ın kimi militanı bugün ABD’nin, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, İsrail’in ve birçok devletin desteğiyle Suriye’de aynı cephede, Suriye yönetimine karşı birlikte savaşmaktadırlar. Aynı kaynaktan beslenmekte, aynı medya kuruluşlarınca aklanmakta, aynı siyasiler tarafından pohpohlanmaktadırlar. Bu nedenden dolayı tabi ki Taliban talep ve isteklerinin çıtasını yükseltmiş, buna karşılık Taliban’ca meşru sayılmayan, Afganistan’ın yasal hükümeti hala Taliban karşısında alttan almakta ve diyalog ortamı aramaktadır.

Bütün bu karmaşık, kirli ve pis kokan dalavere oyunlar uluslararası ve bölgesel denklemler arasında sıkışıp kalan Afgan halkı ise olup biteni çaresizce ve umutsuzca izlemektedir. Afgan halkı NATO ve ABD askerleriyle Taliban saldırıları arasında sıkışıp kalmıştır. Daha önceleri yıllarca Taliban’ın çağ dışı yönetimine karşı fedakarca mücadele eden Kuzey İttifakına bağlı partiler ve demokrasi, insan hakları, kişi hak ve özgürlüklerine inanan bu muhalif partiler, kapalı kapılar ardında ABD, Suudi, Katar, Kabul arasında sürdürülen gizli görüşmelerden verilen tavizlerden ve ülke kaderi üzerinde oynanan oyunlardan kuşku ve haklı olarak tedirginlik duymaktadır.

Zira sömürgecilik ve emperyalizm tarihi göstermiştir ki batılılar kendi çıkarları doğrultusunda şeytanla bile işbirliği yapabilirler. Bunun da en bariz örneği şuanda ABD ve diğer batılılarca bölgede ve özellikle Suriye üzerinde El Kaide’ci, Selefi ve Vahabist yapılarca yapılan oyunları ve ittifakları örnek gösterebiliriz. ABD, Fransa, Almanya ve diğer batılı devletlerin yanı sıra Suudi Arabistan, Katar, Pakistan ve başka devletlerin Afganistan toprakları üzerinde çıkarcı amelleri ve hedefleri olduğundan dolayı barış görüşmelerini ve bu bahtsız ülkenin kaderiyle oynamakta ve gelişmeleri kendi menfaatleri doğrusunda yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu ilgi ve alaka ülkenin bakir kalmış zengin yer altı kaynaklarından ve ülkenin bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumundan kaynaklandığı herkesçe malumdur. Ne yazık ki barış bu topraklara hala çok uzak…

*Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi

BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörü

Kara_agacli@yahoo.com







Dipnotlar:

1- http://www.secretsofthefed.com/surreal-clinton-pledges-45-million-in-aid-to-al-qaeda-in-syria/



2- http://www.bbc.co.uk/persian/afghanistan/2012/12/121204_mar_transparency_international.shtml





3- http://da.azadiradio.org/content/article/24809941.html



4- http://www.afghanpaper.com/nbody.php?id=46028



5- http://www.secretsofthefed.com/surreal-clinton-pledges-45-million-in-aid-to-al-qaeda-in-syria/