EkoAvrasya Dergisinin Yeni Sayısı Yayımlanmıştır - Hikmet EREN - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









EkoAvrasya Dergisinin Yeni Sayısı Yayımlanmıştır - Hikmet EREN
Tarih: 12.04.2012 > Kaç kez okundu? 7305

Paylaş


EkoAvrasya Dergisinin Yeni Sayısı Yayımlanmıştır.



Aşağıdaki Linklerden Ulaşabilirsiniz.

İyi çalışmalar.





http://ekoavrasya.net/dergi/dergi-18/sayi18.pdf (PDF)

http://ekoavrasya.net/dergi/dergi-18/ (Flash Page)









Hikmet EREN

EkoAvrasya Yönetim Kurulu Başkanı

















--



AVRASYA EKONOMİK İLİŞKİLER DERNEĞİ

Estergon Türk Kültür Merkezi No: 12

Keçiören - ANKARA

Tlf: +90 (312) 3589449

Gsm: +90 (532) 6021507

www.ekoavrasya.net







---

---

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2012 Yıl:5 Sayı:18

• Avrasya Birliği ve Kazakistan

• Kazakistan’da Seçimler ve Demokratikleşme Süreci

• Rusya Seçimleri: Gerçekler ve Beklentiler

• Astana Kültür ve Maneviyatın Başkenti

• Kazakistan’ın Çok Boyutlu Dış Politikasında Güvenlik

• Hocalı Katliamının 20. Yılında Karabağ Sorunu

Kazakistan-Türkiye

İşbirliğinin 20. Yılı

Kazakistan Özel Sayısı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 2 3 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

www.ekoavrasya.net

“Avrasya’ya açılan kapınız...’’

Yıl:1 Sayı:1

ORTA ASYA’NIN DINAMIK ÜLKESI

KAZAKISTAN

KAZAKISTAN - TÜRKMENISTAN ORTAKLIGI

BAKÜ, ENERJIDE ETKINLIGINI ARTIRIYOR

ÖZBEKISTAN KALKINIYOR

TÜRKIYE - KAZAKISTAN ILISKILERI

KARADENIZ LIDERLERI ISTANBUL’DA

Türk Birligi’nin Sah Damarı CEYHAN

KEI ve Rolünün Farkında Olmayan TÜRKIYE

HANGI AVRASYA?

ÖZBEKISTAN’dan Türk Isadamlarına Yatırım Çagrısı

KAZAKISTAN’da Yabancı Yatırımcıya Saglanan Kolaylıklar

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2007 Yıl:1 Sayı:2

Karadeniz Türkiye’nin UmuduEkonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2007 Yıl:1 Sayı:3

ORTA ASYA TÜRKLÜGÜNÜN ESIGI

ÖZBEKISTAN

CUMHURBAŞKANI

ABDULLAH GÜL’ÜN

AZERBAYCAN

ZİYARETİ

PUTİN İRAN'I

NİÇİN ZİYARET ETTİ?

ŞANGAY

İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

BAŞBAKANLARI TAŞKENT’TE

TÜRKİYE İÇİN

ÖNEMLİ BİR VİZYON

EXPO 2015

ÖZBEKİSTAN

OTOMOTİV DEVİ

OLMA YOLUNDA

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2008 Yıl:1 Sayı:4

Avrasyanın

Enerji Kaplanı

Türkmenistan

CUMHURBASKANI GÜL’E ASKABAT’DA SICAK KARSILAMA • TÜRKIYE - ÖZBEKISTAN EKONOMIK ILISKILERI GÜÇLENIYOR

AVAZA, ORTA ASYA’NIN DUBAI’SI OLACAK • KAZAKISTAN’IN SIFRESI • ARAL GÖLÜ’NÜN KADERİ • KAZAKISTAN’IN 2010 AGIT

DÖNEM BASKANLIGI • KOSOVA’NIN BAĞIMSIZLIĞI • AZERBAYCAN EKONOMISININ GELISIM SÜRECINE GENEL BIR BAKIS

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2008 Yıl:2 Sayı:5

rusya’nın enerji atagında türkiye kilit ülke oldu • gürcistan bölündü • özbekistan ekonomisine yabancı yatırımcıların katkısı

kazakistan’ın ekonomi alanındaki yeni projeleri • büyük oyunda hazar havzası • avrupa’yı bırak, putin’e ve rusya’ya bak! • avrasya avrasyalılarındır

tataristan moskova’ya isyan etti • nabucco tam gaz ilerliyor • özbekistan bağımsızlığının 17. yılını kutladı • sibirya’dan anadolu’ya tastaki türkler

Orta Asya’nın

en stratejik havaalanı

Özbekistan’da inşa ediliyor

ASTANA

Istanbul

Frankfurt (FRA)

Amsterdam

LONDON

Moscow

Beijing

Seoul

Bangkok

Delhi Dubai

Bishkek

Urumqi

ALMATY

ATYRAU

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2008 Yıl:2 Sayı:6

kazakistan bozkırlarını okumak • kazakistan’ın çok yönlü dıs politikadaki basarısı • kazakistan örnegi

kazakistan avrupa ile bütünlesecek • kazakistan: ekonomik kalkınma ve boru hatları siyaseti

kazakistan’dan mega projeler • asya’da istikrar ve güvenligin paradigması • avrasya’da güvenlik için kazakistan-türkiye isbirligi

17. yılı Bagımsız

Kazakistan’ın

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2009 Yıl:2 Sayı:7

Avrasya’da

yeni büyük

oyun

ALSAİNŞAAT TİCARET LTD. ŞTİ.

■ ALSA Nak. Ins. Ltd. Sti. hayata geçirdigi yollar, köprüler

ve binalarla insaat sektöründe kamuya hizmet vermektedir.

■ Yer farkı gözetmeksizin ülkenin dört bir yanından gerek firmalara gerekse

kamuya karsı üstlendigi taahhütlerini zamanında yerine getirmistir.

Fatih Cad. Asmaz Plaza 29/11 Yalova / TÜRKİYE

Tel: +90 226 812 04 15 (Pbx) Faks: +90 226 811 08 87

Ukrainia Horiva Ulitso No: 50 KV No: 27 Kiev / UKRAINIA

Tel: 00380444253688 | Fax : 0038044 496 41 45

www.alsainsaat.com.tr

■ Finansman, makine ve teknik eleman konusundaki güçlü ve deneyimli

alt yapısıyla her geçen gün güçlenmektedir.

■ Müteahhitlik ve taahhüt hizmetleri yanı sıra sigorta ve plastik pencere

imalatı sektöründe de hizmet vermektedir.

• Karadeniz’de 40 yıl yetecek petrol var

• Rusya’nın Nabucco çıkmazı

• Asya’nın cazibe merkezi Özbekistan oluyor

• Türkistan, İran, Ortadoğu... Piyon mu, şah mı, mat mı?

• Türkiye’nin Afganistan gücü

• Bahtiyar Vahapzade’nin acılı fakat hoş sadâsı

• Ceyhan, enerji bölgesi olma yolunda hızla ilerliyor

• Hazar enerji kaynakları dünyanın başını döndürüyor

• Hindistan - Türkiye ticari ilişkileri

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2009 Yıl:3 Sayı:8

• Türkiye ve Rusya’dan yüzyılın imzası • Bir Kazakistan inisiyatifi olarak CICA’nın dünyaya sunduğu açılımlar

• Kremlin’in İran politikası değişiyor mu? • Türkiye - Azerbaycan kardeşliği ve Ermeniler

• Türk savunma sanayisinde dev adım • Fırsatlar ülkesi Ukrayna • Kazakistan liderliğe oynuyor

“Sarı Tehlike”nin “Önleyici Vuruşu”

mu?

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2010 Yıl:3 Sayı:9

NAZARBAYEV,

ATATÜRK ve

TÜRK KONSEYİ

Kazakistan Cumhuriyeti’nin

18. Bağımsızlık yıldönümü kutlandı.

Dubai Krizi

Fırsat mı ?

Tehdit mi?

EN BÜYÜK

URANYUM ÜRETİCİSİ

KAZAKİSTAN

Türkiye-Kazakistan İlişkilerinde

Yeni Ufuklar ve

Ahmet Yesevi Üniversitesi

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2010 Yıl:3 Sayı:10

Dünyanın En Büyük

İkinci Limanı’nın

Ceyhan’a Kurulması

Planlanıyor

• Türk kurultayı ne zaman toplanacak?

• Davutoğlu, Avrasya Birliği, “Kaos Kuşağı”

• Silahlı holding: İran Devrim Muhafızları Ordusu

• Medvedev dönemi Rus-Kazak ilişkileri:

Ayrıcalıklı ilişkiler

• Moğolistan, uzaklardaki yakın ülke

• Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı

Astana’da toplanıyor

• Türk Dünyası ilişkilerinde yeni bir adım:

“Nahçıvan Ruhu”

BAŞKANDAN

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi

Yıl: 5 Sayı: 18 Bahar 2012

Sahibi

Avrasya Ekonomik Sosyal İlişkiler Derneği Adına

Hikmet EREN

Yazı İşleri Müdürü

Gökhan BAHÇECİK

Genel Yayın Yönetmeni

Haluk ERDOĞAN

Editör

İbrahim ALBAYRAK

Hukuk Danışmanı

Av. Sami NARTER

Halkla İlişkiler

Bilal BULUT

Dış İlişkiler Koordinatörü

Niyazi G. ATAY

Temsilcilikler

Almanya: Ali Paşa AKBAŞ

Azerbaycan: Dr. Resmiye SABİR

Gürcistan: Yasin ÖZTOPALOĞLU

Hollanda: Veyis GÜNGÖR

Kazakistan: Niyazi G. ATAY

K.K.T.C.: Gökhan GÜLER

Kırgızistan: Sabir ASKAROV

Makedonya: Mürteza SULOOCA

Özbekistan: Umurbek RUZMETOV

Kapak ve Sayfa Tasarımı

Özgür Hakan ASLAN

Web Tasarım

Cengiz YUMAK

Baskı Dağıtım

Yöntem Kurye

Baskı

TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi

Ostim Örnek Sanayi Sitesi 1. Cadde 358. Sokak No: 11

06370 Yenimahalle / ANKARA

Tel: +90 312 354 91 31 - Faks: +90 312 354 91 32

Yönetim Merkezi

Güçlükaya Mah. Estergon Türk Kültür Merkezi No: 12

Keçiören, Ankara, Turkey

Tlf: +90 312 358 94 49 Gsm: +90 0532 602 15 07

www.ekoavrasya.net / iletisim@ekoavrasya.net

EkoAvrasya Dergisi, Avrasya Ekonomik Sosyal İlişkiler Derneği tarafından

T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. EkoAvrasya Dergisi Basın

Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı

ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya

da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica

olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır.

Dergimiz Avrasya İletişimciler Birliği üyesidir.

Dergimiz Cihan Haber Ajansı üyesidir.

Yerel Süreli Yayın - 3 ayda bir yayınlanır.

ISSN 1307-8224

Baskı Tarihi: 01 Nisan 2012

Ücretsizdir. Para ile satılmaz.

İÇİNDEKİLER

Değerli EkoAvrasya dostları,

Avrasya coğrafyası ve Türk Dünyası’nın

Nevruz Bayramı kutlu olsun. Nevruz

gülleri tüm insanlığa umut dağıtsın.

EkoAvrasya’nın yeni sayısı baharın

gelişini müjdeleyen Nevruz/Yeni Gün

ile siz değerli okuyucularımızı selamlar.

Yeni bir "özel sayı" ile tekrar sizlerle

birlikteyiz. Bu sayıda Orta Asya’nın

incisi Kazakistan’ı mercek altına aldık.

Kazakistan’ın ekonomi, dış politika,

ikili ilişkileri, sosyal ve kültürel yapısı

ile ilgili analiz yazıları "bozkırın

çocuklarını" daha iyi tanımanızı

sağlayacak. Orta Asya’nın merkezinde,

sahip olduğu ciddi potansiyel ile her alanda büyük bir gelecek vaad

eden Kazakistan’ı, sadece Türkiye’deki bölge uzmanlarından değil,

Kazak araştırmacıların kaleminden okumak, ülke ve bölge ile ilgili

herkesin ufkunu genişletecek.

Bu sayının hazırlanmasında emeği geçen yerli ve yabancı tüm

araştırmacılara, özellikle Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi (KazGU)

Uluslararası İlişkiler Fakültesi’ndeki Kazak meslektaşlarımıza

ve Kazakistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde görevli diplomatlara

huzurlarınızda teşekkür etmek isteriz.

Yeni yıl ile birlikte dergi bünyesindeki akademik çalışmalarımızın

derinliğini artırabilmek amacıyla dergimiz adına faaliyet gösterecek

"Bölgesel Danışmanlar Kurulu" yapısının temelini attığımızı da bu

satırlardan sizlere duyurmak isteriz. "Kazakistan Özel Sayısı"nın

hazırlanmasında büyük çabaları olan değerli arkadaşımız KazGU

Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Zhanat MOMYNKULOV, bu sayı ile

birlikte "EkoAvrasya Orta Asya Danışmanı" olarak çalışmalarımıza

katkıda bulunacaktır. Süreç içerisinde ekibimize katılacak yeni

meslektaşlarımızı da sizlere bu sayfadan duyuracağız.

Dergi çalışmalarımızı çeşitli akademik etkinlikler ile desteklemeye

devam ediyoruz. Mayıs 2012 ayı içerisinde Ankara’da "2012 Kuzey

Kıbrıs Vizyonu" başlıklı bir toplantı yapılacak. Haziran 2012 ayında ise

Gümüşhane Valiliği, Gümüşhane Üniversitesi ve Kazakistan Ankara

Büyükelçiliği ile ortaklaşa olarak "Türkiye - Kazakistan İlişkileri"

konulu uluslararası bir toplantı gerçekleştirilecektir. Akademik

etkinliklerimiz Kuzey Kıbrıs’ta da sürecek.

Tüm bu faaliyetlerimizin yanı sıra araştırma kütüphanenizi

EkoAvrasya yayınları ile zenginleştirmek için çalışmalarımızı da

sürdürmekteyiz. Dergi sayfalarında son yayınımız ile ilgili ayrıntılı

bilgileri bulacaksınız. Çeşitli konulardaki yeni yayınlarımızı 2012 yılı

içerisinde raflarınıza yerleştirebileceksiniz.

İnternetteki haber ve bilgi kaynağınız www.ekoavrasya.net adresini

ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Dergimizin güncel yayın kapasitesini

internet sayfamızdaki strateji-araştırma bölümü ile geliştiriyoruz.

Dergide size sunamadığımız analiz yazılarını sanal ortamda sizlere

ulaştırıyoruz.

Hepinizi saygı ile selamlarken, Türkmen şair Mahtumkulu’nun dizeleri

ile sizi renkli sayfalarımıza uğurluyoruz.

Gelse nevrûz âleme, renk kılar cihân peydâ

Ebrler âvâz urup, dağ kılar duman peydâ ...

4 KAZAKİSTAN'IN KALKINMASININ TEMEL HEDEFİ: SOSYO-EKONOMİK MODERNİZASYON... 6 KAZAKİSTAN

TÜRKİYE İŞBİRLİĞİNİN 20. YILI... 12 AVRASYA BİRLİĞİ VE KAZAKİSTAN ... 16 KAZAKİSTAN’DA SEÇİMLER VE

DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ... 18 KAZAKİSTAN’IN ÇOK BOYUTLU DIŞ POLİTİKASINDA GÜVENLİK...

20 ASTANA KÜLTÜR VE MANEVİYATIN BAŞKENTİ... 24 ALMATI BÖLGESEL FİNANS MERKEZİ... 26 KÜLTÜREL

ZENGİNLİĞİN VE SANATIN BEŞİĞİ KAZAKİSTAN... 28 JAPONYA’NIN ORTA ASYA İLE İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA

KAZAKİSTAN... 30 KAZAKİSTAN-ÇİN İŞBİRLİĞİNDE 20 YIL... 34 KAZAKİSTAN’DA BANKACILIK SEKTÖRÜ 2000-

2012... 36 KAZAK DİLİNİN GELECEĞİ... 38 KIRGIZİSTAN CUMHURBAŞKANI ALMAZBEK ATAMBAYEV: "KUVVETLİ

BİR TÜRK BİRLİĞİ YAPMALIYIZ"... 40 RUSYA SEÇİMLERİ: GERÇEKLER VE BEKLENTİLER... 44 MARS’IN ADASI

- AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AKILSIZCA İÇİNE TAŞIDIĞI ÇÖZÜMSÜZ BİR KRİZ - I... 46 KGAÖ VE DAĞLIK KARABAĞ

PROBLEMİ... 48 DENKTAŞ’I TANIMAK... 50 TALİBAN ÖRGÜTÜYLE MÜZAKERE, GÜVENLİK VE UYUŞTURUCU

SORUNLARI... 52 2012 TÜRKİYE-TÜRKMENİSTAN İLİŞKİLERİNİN ALTIN YILI OLACAK... 56 4. BAĞIMSIZLIK YILINDA

KOSOVA’NIN SORUNLARI... 58 HOCALI KATLİAMININ 20. YILINDA KARABAĞ SORUNU... 60 AFGANİSTAN

YAŞAM İLE SAVAŞ ARASINDAKİ ÜLKE -2... 62 ALMANYA CUMHURBAŞKANI WULFF’UN İSTİFASI... 64 YIL 1915:

ÇANAKKALE VE GÜNÜMÜZÜN GERÇEKLERİ... 68 TÜRK DÜNYASININ ORTAK DİL SORUNU VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ...

70 DOĞU AKDENİZDE KIBRIS GERGİNLİĞİ VE ENERJİ REKABETİ... 72 RUSYA İRAN’A MÜDAHALE İHTİMALİ

İÇİN NE DİYOR?... 76 KUZEY KIBRIS VE KAYBEDİLEN TOPRAKLAR... 78 ÖZBEKİSTAN’DA TURİZM SEKTÖRÜ...

82 DOĞU AKDENİZ’DE ULUSLARARASI YATIRIM... 84 SURİYE’YE MÜDAHALE TARTIŞMALARI VE BÜYÜK PLANI

GÖREBİLMEK... 88 AZERBAYCAN DEVLET BAŞKANI ALİYEV’DEN TÜRKSOY GENEL SEKRETERİ KASEİNOV’A DEVLET

NİŞANI... 90 TARIM SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI LEFKOŞA’DA TARTIŞILDI... 94 TÜRKSOY RESİM SERGİSİ

HOLLANDA’DA...

büyük kısmı devlet mülkiyetinde

olacaktır. Geçmişte bu aktiflerin

hangi sebeplerden dolayı satıldıklarını,

niçin özelleştirildiğini ve vakti

gelince geri alınacağını belirtmiştim.

İşte, söz konusu aktiflerin hepsi

devlete devredilmektedir. Hisse

senetlerinin tümü Kazakistan’da

bulunuyor. Bundan böyle her şey

bizim yönetimimizde olacaktır.

Söz konusu zaman dilimi içerisinde

Kazakistan halkı yekpare, birliği

sarsılmaz ve gelişen bir ülkeye dönüşmüştür.

Ancak biz yine de engebeli,

çelişkilerle dolu belirsiz bir

dönemde yaşamaktayız. Önceden

tahmin edilen küresel kriz tehdidinin

gerçeğe dönüştüğüne hepimiz

şahit olmaktayız.

Uzmanlar, yeni küresel krizin önümüzdeki

beş altı sene daha devam

edebileceğini öngörmektedir. Böyle

bir ortamda bizim amacımız ekonomimizi

krizle sınava hazırlamak,

onu çeşitlendirme sürecini devam

ettirmek olacaktır.

Biz 2015 yılına kadar yüksek gelirli

ülkeler arasında yer almayı hedef

olarak belirleyen bir ülkeyiz. Birliğimizi

koruyarak, çalışmalarımızı bu

şekilde ara vermeden hızla devam

ettirirsek, söz konusu hedefimize

ulaşmış olacağız.

Aziz Vatandaşlar,

Kazakistan’ın izlediği yolda gelinen

yeni aşama, ekonomiyi güçlendirmeye

ve halkın refahını yükseltmeye

yönelik yeni hedefler dizisidir.

Kazakistan açısından ekonomik

gelir ile toplum refahını sağlama

arasındaki optimal dengenin bulunması,

hayati önem arz etmektedir.

Günümüz dünyasında bu konu

sosyo-ekonomik modernizasyonun

en öncelikli konusudur. Haliyle bu,

Kazakistan’ın önümüzdeki 10 yıllık

kalkınmasının başlıca hedefidir.

Geleneksel olarak her yıl yaptığım

Ulusa Sesleniş Konuşmamı bu yıl

söz konusu mesele üzerinde yapacağım.

Bizim bütün amaçlarımız 10

hedef üzerinde yoğunlaştırılacaktır.

Birinci Hedef: Kazakistanlıların

İstihdamı

İkinci Hedef: Cazip Konut

Üçüncü Hedef: Bölgesel Kalkınma

Dördüncü Hedef: Kamu Hizmetinin

Kalitesini Arttırmak

Beşinci Hedef: Çağdaş Devlet

Yönetimi

Altıncı Hedef: Yargı ve Hukuk

Sisteminin Modernizasyonu

Yedinci Hedef: Kazakistan’da

Nitelikli İnsan Kaynağının Gelişmesi

Sekizinci Hedef: Emeklilik Maaşı

Sisteminin Geliştirilmesi

Dokuzuncu Hedef: Endüstri ve

İnovasyon Projeleri

Onuncu Hedef: Tarım ve Hayvancılığın

Geliştirilmesi

Aziz Vatandaşlar,

Sosyal modernizasyon, yeni

Parlamento ile Hükümetin, Kazakistan’daki

bütün ilgili kurumları;

siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının,

sendikaların, kitle iletişim

araçlarının ve ülkemizin bütün

vatanseverlerinin odak konusudur.

Son Parlamento seçimlerine katılan

bütün partilerin yapıcı önerilerini

göz önünde bulundurmaya gayret

ettim.

Biz bütün gücümüzü vatanımızın

gönenci için birleştirmeliyiz.

Önümüzde yapılacak çok iş var.

Burada bütün Kazakistanlıları belirlediğimiz

hedeflere ulaştıracak

işlere etkin katılmaları için davet

ediyorum!

Değerli Dostlar,

Bizi kapsamlı, zor ve karmaşık,

ancak hepimiz açısından, gerek

sıradan bir vatandaş, gerekse Hükümet

ve Parlamento açısından, bir

bütün olarak değerlendirildiğinde

devlet açısından ilgi çekici işler

beklemektedir. Böyle büyük hedefler

belirlemezsek gelişemeyiz.

Her zaman konuştuklarımızı hayata

geçirdik, bütün plan ve reformları

gerçekleştirdik.

Bizi çok yoğun işler beklemekte.

Dünyanın gidişatı, mevcut durumlar

ve tehditler çalışmamızı gerektiriyor.

Öyleyse, yaşamımızı iyileştirecek

bu muazzam hedeflere ulaşmak

için bütün Kazakistanlılara çağrıda

bulunalım ve seferber olalım!

Aziz Vatandaşlar,

Ülkemiz bugün gelişiminin yeni bir

aşamasına adım atmış durumda.

Bugünlerde rekabet edebilir, potansiyeli

büyük, ekonomisi güçlü bir

ülke kurmaktayız. Biz daha önce

de nice büyük aşamalar kaydettik.

Bunu, Kazakistan’ın bağımsızlığının

20. yıldönümü etkinliklerinde de

dile getirdik. Dolayısıyla, mutlaka

belirlediğimiz hedefe ulaşmayı

başaracağız. Ona ulaşma yollarını

da iyi biliyoruz. Devletimiz, bu

gayemize ulaşmamızı sağlayacak

kaynaklara sahiptir. Hedefimizin

belli, istikametimizin doğru olduğunu

düşünmekteyim. Bu yolda

bizim için en önemlisi, bağımsız

Kazakistan’ın bölünmezliği ve istikrarıdır.

Bilge halkımızın bir atasözü diyor ki

“birlik olmadan dirlik olmaz”. Öyleyse,

aziz vatandaşlarım, bağımsızlığımız

ve devletimiz ebedi, birliğimiz

sarsılmaz olsun! Bu şerefli yolda

hepinize başarılar dilerim!

İlginize teşekkür ederim.

Değerli Kazakistanlılar,

Sayın Milletvekilleri ve Hükümet

Üyeleri,

Bayanlar ve Baylar,

Kazakistan, bağımsızlığın yirmi yılını

geride bırakarak, geleceğe giden

yolda adımını emin bir şekilde attı.

Yeni seçilen Parlamento ve yenilenen

Hükümet çalışmalarına başladı.

2011 yılında ülke ekonomisi

% 7,5 oranında büyüme kaydetti.

Gayri safi milli hâsıla 11 bin doların

üzerine çıktı. Daha önceki dönemlerde

satılmış olan aktiflerin önemli

bir kısmı devlete devredildi.

Artık “Bogatır”, Karaşığanak, Kaşagan

maden yatakları ile ENRC ve

“Kazakmıs” şirketlerine ait aktiflerin

Kazakistan'ın

Kalkınmasının

Temel Hedefi:

Sosyo-Ekonomik

Modernizasyon

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in

27.01.2012 tarihinde yaptığı Ulusa sesleniş konuşmasından

alınan özet ifadelerdir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 6 7 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

2011 ve 2012 yılları Kazakistan

halkı açısından özel öneme

sahiptir, çünkü Kazakistan bağımsızlığının

ve Kazakistan-Türkiye

ilişkilerinin yirminci yılını dolduruyor.

16 Aralık 1991 tarihinde Kazakistan’ın

bağımsızlığını dünyada ilk tanıyan ülke

Türkiye olmuştur. Dostluğumuzu ve

birliğimizi parlak bir geleceğe taşıyacak

olan bu tarihi adım, ikili ilişkilerimizin

temelini sağlam bir biçimde inşa

etmiştir.

1991’den itibaren iki ülke halkının

tarihten gelen kardeşliğe ve karşılıklı

güvene dayalı ilişkileri, siyasi, ticari ve

ekonomik, kültürel ve beşeri alanlardaki

sıkı bağımızın hızla gelişmesiyle

nitelendirilmektedir.

2 Mart 1992 tarihinde Kazakistan ile

Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin

kurulmasına ilişkin protokol imzalanmış

ve karşılıklı olarak iki ülkede Büyükelçilikler

açılmıştır.

Üst düzey karşılıklı ziyaretler, iki ülke

arasındaki dostluk ve işbirliğinin daima

gelişerek, güçlenmesini olumlu

yönde etkilemiştir. Bağımsızlığının

ilk yıllarında ülkelerimiz arasındaki

işbirliğinin başlamasına ve başarıyla

ilerlemesine iki ülke Devlet Başkanları

olağanüstü katkı sağlamışlardır. Söz

konusu tarihlerde ikili ve çok taraflı

formatta Kazakistan ve Türkiye Devlet

Başkanlarının karşılıklı ziyaretleri düzenlenmiştir.

Kazakistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler

çok kapsamlı ve sağlam yasal

zemin üzerine inşa edilmiştir. Bunlar

arasında siyasi, ticari, ekonomik, beşeri,

kültürel ve ilmi alanlar ile eğitim

ve askeri–teknik işbirliği ve benzeri

alanlarda mevcut ve gelecekteki işbirliğini

düzenleyici nitelikte 100’den fazla

anlaşma, sözleşme ve protokol var.

Kardeş Türkiye ile karşılıklı ilişki, Kazakistan

dış siyasetinde öncelikli konulardan

biridir. Aynı zamanda Türkiye

de Kazakistan’ın Merkezi Asya’daki

rolünü takdir etmekte ve ülkemizi

bölgedeki mühim bir ortak olarak görmektedir.

İki ülkenin dış siyaset makamları

arasında uluslararası ve ikili işbirliği

konularında düzenli aralıklarla yapılan

müzakere süreci artık bir gelenek

haline gelmiştir. Parlamentolararası

ilişkiler üst düzeyde seyretmektedir.

İkili işbirliğinin gelişmesi, Kazakistan

ile Türkiye’nin her düzeydeki siyasi

diyalogunun zengin içeriği ve dinamizmiyle

nitelendirilmektedir.

20 yıllık zaman diliminde Kazakistan

ve Türkiye, karşılıklı yarara dayalı ikili

ilişkilerini sürekli geliştirerek stratejik

ortaklık düzeyine çıkartmayı başarabilmiştir.

23 Ekim 2009 tarihinde Kazakistan

Devlet Başkanı N. Nazarbayev’in Türkiye

ziyareti sırasında Stratejik Ortaklık

Anlaşmasının imzalanması, Kazakistan

ile Türkiye’nin işbirliğini yeni ve

daha yüksek bir düzeye taşımada

önemli bir adım olmuştur. Anlaşmanın

amacı: mevcut ilişkileri stratejik düzeye

çıkarma; başta siyasi, ekonomik,

savunma, kültür, bilim ve teknoloji,

eğitim, ekoloji, bilgi ve enformasyon,

sağlık alanları olmak üzere tüm

alanlarda ortak ve koordineli işbirliği

yürütmektir. Kardeş iki ülke arasındaki

etkileşimi daha da geliştirmek ve ona

yeni içerik kazandırmak, uzun vadeli

stratejik beklentilerimizdir.

Uluslararası arenada iki ülke arasındaki

işbirliği ve karşılıklı destek takdire

şayandır.

Kazakistan ve Türkiye Asya’da İşbirliği

ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı

(AİGK/CICA), Ekonomik İşbirliği Teşkilatı

(EİT), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT),

AGİT ve diğer uluslararası kuruluşlar

nezdinde sıkı işbirliği sürecini devam

ettirmektedir. Birleşmiş Milletler çerçevesindeki

karşılıklı etkileşim de başarıyla

devamını bulmaktadır. Aynı şekilde

iki ülkenin Avrupa, Avro-Atlantik ve

başka kurumlar nezdindeki ortak işbirlikleri

de büyük önem taşımaktadır.

Kazakistan’ın dış siyasi öncelikleri

arasında AİGK/CICA’nın kurulmasına

ilişkin inisiyatifin ayrı bir yeri vardı. Söz

konusu önerinin somut bir kuruluş

halinde vücut bulması önem arz etmektedir.

Asya’da bir forum kurmaya

dair girişim ilk kez Kazakistan Cumhuriyeti

Devlet Başkanı N. Nazarbayev

tarafından Ekim 1992 tarihinde BM

Kazakistan

Türkiye

İşbirliğinin 20. Yılı

Canseyit TÜYMEBAYEV

Kazakistan Cumhuriyeti

Ankara Büyükelçisi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 8 9 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

47. Genel Kurulunda öne sürülmüştür.

Kazakistan lideri bu inisiyatifin, Asya

kıtasında güvenliği inşa edecek hem

etkili hem de evrensel bir yapıya duyulan

ihtiyaçtan doğduğunun altını

çizmiştir.

AİGK inisiyatifi kıta genelindeki siyasi

atmosferin yönünü belirleyebilecek

güce sahip pek çok uluslararası kurumca

ve Asyalı devletçe ilk günden

destek bulmuştur.

Kazakistan’ın söz konusu girişimini

daima destekleyen Türkiye, Haziran

2010 tarihinde İstanbul’da düzenlenen

Zirveyle birlikte AİGK/CICA 2010-2012

Dönem Başkanlığını devralmıştır. Bu,

Türkiye’nin Kazakistan’a göstermiş

olduğu destek ve özel ilginin somut

bir göstergesidir. Türkiye’nin, bu çok

önemli sürece yapacağı katkı ve üstleneceği

rol büyüktür.

Kazakistan ve Türkiye arasındaki çok

taraflı işbirliğinin gündeminde Türk Dili

Konuşan Devletlerarasındaki işbirliğinin

farklı bir yeri vardır.

Türk Dünyası Kazakistan’ın güvenli

bir limanı, Türk halkları ise en yakın

kardeşleridir.

Bu bağlamda, Devlet Başkanı N.

Nazarbayev Türkler arasında ortak bir

yapının inşasına ilişkin pek çok inisiyatifi

gündeme taşımıştır.

Günümüzde N.Nazarbayev’in konuyla

ilgili inisiyatiflerinin tümü hayata

geçirilmiş durumda. Örnek verecek

olursak, 21 Ekim 2008 tarihinde Türk

Dili Konuşan Ülkeler Parlamentolar

Asamblesi İstanbul’da kurulmuş olup,

Sekretaryası Bakü’de faaliyetlerini sürdürmektedir.

Ekim 2009 tarihinde Nahçıvan’da

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan

ve Türkiye Devlet Başkanları Türk Dili

Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin

(Türk Konseyi) kurulmasına ilişkin Anlaşmayı

imzalamış olup, İstanbul’da

bulunan Sekreteryası çalışmaya başlamıştır.

Ekim 2011 tarihinde Almatı’da

Türk Konseyi’nin 1. Zirvesi düzenlendi

ve birçok belge imzalandı.

Bu sürece sivil toplum kuruluşu statüsünde

kurulan Türk Dili Konuşan

Ülkeler Aksakallar Kurulu da katkıda

bulunmaktadır.

Mayıs 2010’da Astana’da Kazakistan

Devlet Başkanı N. Nazarbayev ile

Türkiye Cumhurbaşkanı A. Gül’ün

katılımlarıyla Türk Akademisi açılmıştır.

Akademi bir bilim ve kültür merkezi

olmasının yanısıra, Türk halklarının

tarih ve etnografyasını araştırma alanında

ortak bilimsel projelerin yürütüleceği,

ayrıca tanınmış hem Kazak,

hem (Osmanlı dönemi) Türk hem Eski

Türk düşünürlerin tarihi eserlerinin yer

alacağı bilgi hazinesi olmak üzere

kurulmuştur.

Akademi, Türk Dünyasıyla ilgili hem

araştırma yapan hem tanıtma faaliyetlerinde

bulunan bilim adamlarının tek

çatı altında çalışabilmeleri için imkan

tanıyacaktır. Böylelikle, Türk Dünyasının

kültürel ve manevi mirasları ile ilgili

ortak araştırmalar yapmaya yönelik

daha önce ortaya atılan inisiyatifler

gerçekleşmeye başlamıştır.

Aynı zamanda iki ülkenin Avrupa

Güvenlik ve İşbirliği (AGİT) ve İslam

İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi uluslararası

kurumlar nezdinde ortak hareket

etmeleri de çok büyük önem taşımaktadır.

2010 yılında Kazakistan AGİT Dönem

Başkanlığını üstlenmiş ve bu süreçte

kurumun temel ilkeleri ile değerlerine

sadakatini göstererek başkanlık

görevini büyük bir başarıyla ve layıkıyla

yerine getirmiştir. Dünyanın 56

ülkesinin üye olduğu AGİT Zirvesi,

Merkezi Asya ve BDT devletleri arasında

ilk olarak Kazakistan’ın başkenti

Astana’da düzenlenmiştir.

Kazakistan 2011 yılında İslam İşbirliği

Teşkilatı Dönem Başkanlığı görevini

devralmıştır. Kazakistan her zaman

söz konusu kurumun etkinliklerine

aktif katılım sağlamakta, onun dünya

kamuoyu karşısında itibarının artması

ve İslam dünyasının etkin bir forumu

sıfatıyla güçlenmesi için var gücüyle

çalışmaktadır.

İİT Başkanlığının Kazakistan’a verilmesi,

İslam toplumunun ülkemize

duyduğu güven ve desteğin en açık

göstergesidir.

Bu uluslararası kurum çerçevesinde

de Kazakistan ile Türkiye sıkı işbirliği

geleneğini devam ettirerek, ortak etkinliklerde

bir birlerini karşılıklı olarak

desteklemektedir. İki ülke arasında

inşa edilen siyasi işbirliği gelecekte

daha da güçlenecektir.

Türkiye ile Kazakistan arasındaki ticaret

hacmi 1992 yılında 30 milyon ABD

doları iken, 2011 yılı sonuçlarına göre

bu rakam 3,9 milyar ABD dolarına

ulaşmıştır.

Kazakistan’ın esas ihraç ürünleri:

Mineral rezervler (petrol, metal vb),

bitkisel ürünler, kimya sanayi ürünleri,

madenler ve maden ürünleridir.

Türkiye’den inşaat malzemeleri, kimya

sanayi ürünleri, tekstil, plastik, plastik

ürünler, gıda ürünleri, makine ve araç

gereçler ihraç edilmektedir.

Kazakistan’daki Türk girişimciler

çalışmalarını büyük bir özveriyle yürütmektedir.

Ülkemizde ortak üretim

yapan 2.200 yabancı şirketin 319’u

Türk şirketidir. Türkiye Ekonomi Bakanlığının

istatistiklerine göre, 200’den

fazla Türk firması toplam tutarı 2 milyar

dolar olan 40’tan fazla projede yer

almaktadır.

Kazakistan’daki Türk sermayesinin

iştirakiyle faaliyet gösteren işletmeler

toptan veya perakende satış,

inşaat, hizmet sektörü gibi alanlarda

çalışmaktadır. Kazakistan pazarında

Koç Holding, finans ve sanayi grubu

bünyesinde bulunan Ram Dış Ticaret,

ayrıca Anadolu Grubu, ENKA Holding,

Tekfen Holding, Ceylan İnşaat, Ahsel,

Okan Holding, Alarko Holding gibi

büyük Türk şirket grupları faaliyetlerini

devam ettirmektedir.

İkili ticari ve ekonomik işbirliğinin öncelikli

amacı, büyük Türk şirketlerinin

modern teknoloji alanında da Kazakistan

pazarına yatırım yapmalarını

sağlamaktır. “Yeni Sinerji” adı verilen

ortak ekonomik programın imzalanması,

karşılıklı hareketi canlandırmamıza

ve Kazakistan- Türkiye ortaklık

alanını genişletmemize yeni bir ivme

kazandıracaktır.

Şuan makine sanayisi, enerji, petrol,

kimya, inşaat malzemeleri üretimi,

tarım, turizm, bankacılık ve başka

alanlarda Kazakistan’daki yatırım

projelerini hayata geçirmek için Türk

deneyimi ile sermayesinin mümkün olduğu

kadar aktif katılımını sağlamaya

ve bundan yararlanmaya çok ihtiyaç

duyulmaktadır.

Kazakistan, Rusya ve Beyaz Rusya

arasında kurulan Gümrük Birliği, toplam

nüfusu 170 milyon ve toplam iç

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 10 11 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

üretimi 2 trilyon ABD dolarına ulaşan

çok geniş bir pazar sıfatıyla, Türk

yatırımcıları için yeni olanaklar sunmaktadır.

Ayrıca, 1,5 milyarlık nüfusuyla tarım

ürünlerine ihtiyaç duyan Çin pazarının

coğrafi bakımdan ülkemize yakınlığı

da Türk sanayicileri için yeni bir iş kapısı

açmaktadır.

Türkiye, Organize Sanayi Bölgeleri

(OSB) kurma işinde engin deneyime

sahiptir. OSB’ler Türk sanayi ve genel

olarak ekonomisinin can damarıdır.

Bu bağlamda, Kazakistan’da kurulacak

olan Türk sermayeli ortak ilk

sanayi bölgesinin kurulması, işbirliğimizin

ufkunu belirleyecektir. OSB’ler,

hem Türk iş çevresinin Kazakistan

pazarına girmesine yol açacak hem

de ülkemizdeki olumlu yatırım ikliminin

iyileşmesine katkı sağlayacaktır. Ekim

2011’de Türk heyetinin Kazakistan

ziyareti sırasında ülkemizde Kazak-

Türk OSB’lerinin kurulmasına ilişkin

memorandum imzalanmıştır.

Kültürel işbirliği iki kardeş ülkenin

hem manevi hem de dostluk buluşma

noktası olmuştur. Bu alanda iki ülkenin

yakınlaşmasında etkili olan bilimsel

konferanslar, seminerler ve konserler,

müzik, sanat - kültür festivalleri ve

resim sergileri organize edilmiştir. Ayrıca,

karşılıklı olarak ülkelerimizde Kültür

Günleri gibi etkinlikler düzenli aralıklarla

tertiplenmektedir.

Büyükelçilik öncülüğünde Türkiye’de

başta Abay Kunanbayev, Muhtar Avezov,

Magcan Cumabayev, Abılay Han

ve Kabanbay Batır olmak üzere Kazak

halkının tanınmış şahsiyetlerinin heykelleri

açılmıştır.

2010 yılında, Kazakistan’ın bağımsızlığının

10. yıl dönümü kapsamında,

elinde dombıra olan Kazak kızının tasvir

edildiği “Astana” heykeli Ankara’daki

Kazakistan caddesine dikilmiştir.

Geçtiğimiz yıllarda milli bayramımız

Nevruz dolayısıyla kapsamlı etkinlikler,

örneğin ’’Türk Halklarının Kültüründe

Nevruz’’ konulu bir sempozyum, pek

çok uluslararası festival, resim sergileri

ve Kazakistanlı sanat gruplarının

konserleri düzenlenmiştir.

Kültür alanındaki ikili ilişkilerin en

belirin örneği olarak, 2010 yılında, Türkiye

Cumhurbaşkanının Kazakistan’a

yaptığı ziyaret sırasında, Astana şehrinde,

Yunus Emre Türk Kültür Merkezi

açılmıştır. Adı geçen merkezin, iki ülke

arasındaki ilişkileri geliştirecek önemli

bir araç olacağından hiç şüphe yoktur.

Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yıl

dönümü dolayısıyla Haziran 2011 tarihinde

Astana’da Ankara Kültür Günleri

düzenlenmiştir. Bu etkinlik kapsamında

Türkiyeli müzik toplulukları ve ünlü

Türk sanatçısı Ferhat Göçer seyircilere

büyük bir kültür şöleni yaşatmışlardır.

Dünya çapında tanınan Fonged dans

grubu Türk tarihini seyircilere danslarıyla

aktarırken, Ferhat Göçer de

Kazakça şarkılar söylemiştir.

Kardeş ülkeyle aramızda devam

etmekte olan işbirliği çerçevesinde

Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yıl

dönümü kapsamında Kazak halkının

ünlü bestecisi Dina Nurpeyisova’nın

doğumunun 150. yıl dönümü,

Türkiye’de geniş çaplı olarak kutlanmıştır.

Ankara’nın Etimesgut ilçesinde

Dina Nurpeyisova parkı açılmıştır.

Mersin, Hatay, Gaziantep, Ankara ve

İstanbul sanatseverleri, bu kutlama

etkinlikleri için Atırau’dan gelen Dina

Nurpeyisova Akademik Kazak Halk

Çalgıları Orkestrasının konserini izlemişlerdir.

Eğitim ve bilim alanındaki karşılıklı

etkileşimin başarılı örnekleri olarak,

31 Ekim 1992 tarihinde Kazakistan ile

Türkiye devletleri arasında imzalanan

devletlerarası anlaşmaya istinaden

kurulan Türkistan’daki Uluslararası

A.Yesevi Kazak-Türk Üniversitesi, Almatı’daki

özel Süleyman Demirel Üniversitesi,

Jambıl Ekonomi Koleji, 24

Kazak-Türk lisesi, Dostluk Eğitim Merkezi

ve (Kazakistan’da yaşayan ve çalışan

Türkiyelilerin çocuklarının eğitim

aldıkları) Şahlan İlkokulunu göstermek

lazım. 21 Mart 2003 tarihinde Devlet

Başkanı N. Nazarbayev’in Türkiye’ye

gerçekleştirdiği resmi ziyareti sırasında

Abay İlköğretim okulu açılmış olup,

okul eğitim çalışmalarını büyük bir

başarıyla devam ettirmektedir.

Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yıl

dönümüne atfen düzenlenen etkinlikler

kapsamında Büyükelçiliğin destekleriyle

ilk kez İstanbul Kazlıçeşme

Abay İlköğretim Okulu, Abdülhak

Hamit İlköğretim Okulu ve Gazipaşa

İlköğretim Okulunun çok başarılı 15

Kazak öğrencisinin, hem eğitim hem

de dinlenme fırsatı bulabildikleri Burabay

“Baldauren” dinlenme tesislerinde

yaz tatili yapmaları sağlanmıştır. Bu

gezi, çocukların hem atayurtlarını

yakından tanımaları açısından önemli

olmuş, hem de gelişen Kazakistan’ın

başarılarını gözlemlemelerine olanak

sağlamıştır.

İkili ilişkiler alanı; bölgelerarası ticariekonomik,

kültür ve karşılıklı dayanışma,

eğitim, sanayi ve başka konuları

kapsayan kardeşlik ilişkileri büyük

bir potansiyele sahip olup, hızla ilerlemektedir.

Günümüzde Kazakistan

ile Türkiye arasında 15’den fazla il,

kardeşlik ilişkilerini sürdürmektedir.

Astana-Ankara, Almatı-İstanbul,

Jambıl-Karaman, Almatı-Antalya, Batı

Kazakistan-Eskişehir, Güney Kazakistan-

İzmir, Akmola-Elazığ, Türkistan-Sivas,

Şımkent-Niğde, Kapşağay-Bursa,

Pavlodar-Kayseri, Doğu Kazakistan-

Bursa vb. arasında karşılıklı bağ kurulmuş

ve bu süreç devam etmektedir.

Kardeş Kazakistan ile Türkiye arasındaki

işbirliğinin daima en üst seviyede

seyretmesi için gereken tüm imkanlar

mevcut ve potansiyeli yüksektir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 12 13 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Avrasya Ekonomik Alanı, 01

Ocak 2012 tarihinden başlayarak

faaliyete geçti. Bu uluslararası

yapıya giren ülkeler arasında

imzalanan bütünleşme anlaşmaları

Temmuz 2012 ayından itibaren tam

olarak uygulanmaya başlayacaktır.

Kazakistan 20 senelik uzun bir

serüvenden sonra Rusya ile tekrar

kavuştu. Önce Gümrük Birliği ve daha

sonra Avrasya Ekonomik Alanı olarak

adlandırılan yapının 2015’e doğru

Avrasya Ekonomik Birliğine dönüşeceği

beklenmektedir. SSCB yeniden

doğmasa da onun yerine biraz daha

demokratik ve yenilenmiş ekonomik

ve ticari yapı oluşturulacaktır. Avrasya

Birliği Rusya’nın geleneksel nüfuz bölgelerine

yeniden dönmesi olarak da

algılanabilir.

Avrasya Birliği; Rusya, Beyaz Rusya

ve Kazakistan arasında ekonomik

entegrasyon ve işbirliğini güçlendirmek

için kurulmakta olan uluslar

üstü bir yapıdır. Bilindiği gibi eski

Sovyetler Birliği’ne üye tüm ülkelerin

ekonomileri birbirine çok bağlıydı.

Özellikle Kazakistan’ın ekonomik yapısı

Rusya’ya çok bağlıdır. Bu ise yıllar

önce Sovyet politikacılarının amaçlı

stratejisinin Kazakistan için olumsuz

bir sonucudur. Yani Kazakistan o

dönemde tek başına hiç bir ürün üretemezdi.

Kazakistan’ın üretimi gıda

maddeleri, et, buğday, deri, hammaddeler

ve bazı önemsiz makinelerden

ibaretti. Stratejik açıdan önemli sayılan

mal ve ekipmanlar ancak Rusya, Beyaz

Rusya veya Ukrayna’da yapılmaktaydı.

Kazakistan’da ise ancak bazı

ekipman ve makinelerin yedek parçaları

üretiliyordu. Bağımsızlık yıllarında

Kazakistan ekonomisinin sistemsiz

oluşu, yetersizliği, kuzey ülkelere bağlılığı,

hammadde odaklı olduğu açığa

çıktı. Kazak ekonomisinin komşu

devletlere göre daha hızlı gelişmesinin

temel nedeni ülkede bol miktarda

petrol kaynaklarının bulunması ve onların

başarılı bir şekilde pazarlanabilmesinden

kaynaklanıyor. Kazakistan

Lideri N. Nazarbayev’in ülkesi için

başarabildiği en büyük hizmeti ise bu

doğal kaynaklardan istifade etmek

üzere yabancı yatırımcı ve teknoloji

firmalarının Kazakistan’a gelmelerini

sağlamasıdır. Kazakistan’ın sonraki

gelişimi esas itibarıyla bu hidrokarbon

kaynaklarının piyasaya çıkarılmasına

ve dolayısıyla ülkede büyük miktarda

sermayenin birikmesine bağlıdır.

Teorik olarak Avrasya Birliği veya

Avrasyacılık fikri ilk kez Rus tarihçiler

tarafından Sovyet öncesi dönemde

ortaya çıkmıştır. O dönemdeki Rus

düşünürleri gelecekte Avrasya halkları

birliğiyle ilgili bütünleşme fikirlerini

ortaya koymuştur. N.Nazarbayev eski

Türkler tarihini derinden inceleyen

Rus tarihçisi Gumilev’in fikirlerinden

etkilenmiş olabilir. Bunun delili ise

Astana’nın en büyük üniversitesinin

bu Rus tarihçisinin ismiyle adlandırılmasıdır.

Yeni dönemde Avrasya Birliği

fikri ilk kez N. Nazarbayev tarafından

1994 yılında Moskova Üniversitesi’nde

dile getirildi. Birçok batılı ve Rus gazetecinin

bu fikrin Vladimir Putin’e ait

olduğunu söylemeleri tutarlı değildir.

Ama Ekim 2011 tarihinde bu konunun

Putin tarafından tekrar gündeme getirildiği

de gerçektir. Çünkü seçimler

öncesi hamle ve konuşmalarında

Putin Güçlü Rusya fikrini pekiştirmek

ve seçmenleri ikna etmek için Avrasya

Birliği ve Rusya gündemine vurgu

yapmıştır. Rusya Başbakan Yardımcısı

İ. Şuvalov’a göre Rusya’nın Avrasya

Ekonomik Alanı’na entegre olması

ekonomik açıdan olumlu gelişim

göstergelerini sağlayacak, ülke GDP

oranı tekrar %7 düzeyine yükselebilecektir.

Rusya’nın GDP oranı yaklaşık

1.5 trilyon dolardır. Buna Kazakistan

ve Beyaz Rusya’nın göstergelerini

katarsanız yaklaşık 1.7 trilyona dolara

varılacaktır. Böylece Rusya başlıca

rakipleri sayılan Brezilya, Kanada,

Hindistan ve Meksika ülkelerini geride

bırakabilir ve dünya ekonomik süper

gücü olmaya başlayacak demek.

Çünkü Avrasya Birliği’nin faaliyete

geçmesi Kazakistan piyasasının Rusya

tarafından işgal edilmesi anlamına

da gelmektedir. Rusya, gücü ve nüfuzu

sayesinde bu konularda şüphesiz

başrolü oynayacaktır.

Bilindiği gibi son iki yıl içerisinde ülkemizde

orta kaliteli Türk ve ucuz Çin

malları ithalatı azalarak pek kaliteli

olmayan Rus malların oranı hızlıca

artmıştır. Çünkü 2010 yılından itibaren

Gümrük Birliği yürürlüğe geçerek

üç ülke arasındaki gümrük vergi ve

sınırlandırıcı tedbirler ortadan kaldırılmıştır.

Bu dönemde ülkedeki ürün

ve malların fiyatlarında da büyük artış

kaydedildi. Örneğin, Rusya’da 1 litre

benzin yaklaşık 1 dolar olmuşsa artık

Kazakistan’da da benzin fiyatı bu

düzeye yaklaşmıştır. Avrasya Birliği’ne

üye olmayan ülkelerin malları desteklenmeyecek

bunun yerine yerli sayılan

malların tercih edilmesi önerilecektir.

Kazakistan’ın Avrasya Birliği projesine

girmesini şöyle açıklayabiliriz. Sovyetler

Birliği’nin yıkıldığı dönemde N.

Nazarbayev diğer kommunist liderlere

göre daha genç, enerjik ve samimi

olduğundan SSCB devletini muhafaza

etmede çok ısrarlıydı, hatta süper güç

sayılan ülkeyi kolaylıkla dağıttığı için

M. Gorbaçov’a ciddi şekilde kırılmıştı.

İşte bundan sonraki dönemlerde KC

Cumhurbaşkanı; Orta Asya Birliği,

ŞİÖ, Kolektif Güvenlik Anlaşması

Örgütü, Türkçe Konuşan Ülkeler

Konseyi, Gümrük Birliği, Avrasya

Ekonomik İşbirliği Örgütü, AGİT, İKÖ,

CİCA gibi birçok kuruluşlarda aktif bir

rol üstlenmiştir. Yani N. Nazarbayev

birçok uluslararası bütünleşme projelerine

katılmıştır ve onların birçoğunun

da temelini atmıştır. Kazak lider

aynı zamanda hemen hemen bütün

bölgesel bütünleşme imkanlarından

Avrasya

Birliği ve

Kazakistan

Doç. Dr. Canat MOMINKULOV &

Yrd. Doç. Dr. Reyhan SADIKOVA

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Fakültesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 14 15 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

istifade etmek istemiştir. Bunun için

Kazakistan’ın dış politikasında çok

yönlü eğilime önem verildi. Böylece

N. Nazarbayev “Avrasyacılık” fikrinin

itici gücü ve tanıtıcısı vazifesini üzerine

almıştır. Şimdi ise bu fikir daha

çok Rusya’yı ilgilendiriyor. Aslında bu

fikir Türkiye, Kafkasya bölgesi, Orta

Asya, Ukrayna, Karadeniz bölgesinin

geleceği için çok önemli bir ideolojik

çekirdeği taşımaktadır. Bize göre

Türkiye’nin bölgesel bir soft power

olması, sert bir güç olan Rusya’dan

çekinmenin veya onunla rekabet etmenin

yerine onu iyi anlama ve buzu

eritme çalışmalarını sürdürmesini

gerektiriyor.

Bu arada Kazakları ilgilendiren birçok

soru var. Bu bağlamda bütünleşme

Kazaklar’ın elde ettikleri siyasi bağımsızlığı

nasıl etkileyecek? Manevi veya

milli açıdan Kazaklar bütünleşmeyle

ilgili ne düşünüyorlar? Kazakistan’ın

bağımsızlığının 20. senesinde tekrar

Rusya’yla ekonomik olarak birleşmesi

Kazakistan’ın gelişmesi adına

ne verecek? 2015`te Avrasya Birliği

yürürlüğe girdiğinde Kazakistan

Rusya’nın ekonomik alanına daha

çok entegre olacaktır, hatta onunla

aynı para birimini paylaşabilecektir.

Eskiden beri Kazak ortalarında bu

paranın “Altın” olarak adlandırılacağı

söyleniyordu. Ama bize göre bu

paranın ismi “Ruble” olabilecek veya

başka Rusça bir isim bulunacaktır.

Gelecek veya olası entegrasyon yapısında

önemli ekonomik kararların

alınmasında Rusya’nın oyunun belirleyici

olacağı kesindir. Tabii Kazaklar

arasında bu fikri benimsemeyenler

de bulunmaktadır. Hatta ille de biriyle

ekonomik olarak birleşmek gerekiyorsa

o zaman dünyanın 3. veya 4.

Süper güçleri Japonya veya Almanya

ile bütünleşelim olalım diyenler de

var. Ama bunlara rağmen alınan

jeopolitik kararlar faaliyete geçerek

artık uygulanmaya başlamıştır. Tarihe

bakarsak milli görüşlerin göz ardı

edilmesinin iyi neticelere götürmediğine

şahit oluruz. Avrasya Birliği

projesinin gelecekte böyle olumsuz

sonuçlara neden olmayacağını umut

ederiz. Önceleri SSCB’ye üye olmasına

rağmen iki Slav ve Hristiyan

ülke arasında Türk halklarından biri

sayılan Kazaklar kendini rahat ve hür

hissedecekler mi? Onların görüş ve

haklarını da hesaba katacaklar mı?

Peki bu durum Kazak - Türk ilişkilerini

nasıl etkileyecektir?

Yukarıdaki soruları yanıtlamak üzere

meseleye daha spesifik ve derinden

bakalım. Avrasya Birliği fikri, üye ülkeler

arasında çok yakın ekonomik,

mali ve gümrükle ilgili politikaların

koordinasyonu, sermaye, insan kaynakları,

mal ve hizmetlerin serbest

tedavülü, tek para biriminin kullanıma

sokulması ve bu Birlik’i yönetecek

bürokratik yapının teşekkülü gibi unsurları

da içeriyor. Bu da üç ülkenin

işletmeleri için ortak oyun kurallarının

olacağı anlamına gelir. Artık Moskovalı

bir işveren Beyaz Rus veya

Kazak’ı hiç bir izne ihtiyaç duymaksınız

işe alabilir. Kazaklar bundan böyle

Rusya’da kayıt olmadan iş sözleşmesi

süresince istediği kadar kalabilir.

Birlik’e Kırgızistan ve Tacikistan’ın

da üye olacağı söyleniyor. Bu başka

üyeler de herhalde Bağımsız Devletler

Topluluğu’na mensup üyeler

olacaklar. Ayrıca üye ülkeler arasında

gümrük fiyatlarının koordine edilmesi,

Birlik’e girmeyen üçüncü ülkelerle ticaret

yaparken uyumlu hareket etme

ilkeleri öngörülmektedir.

Kasım 2011’de Avrasya Ekonomik

Alan (AEA) anlaşmaları imzalanmıştır.

2012 yılından itibaren Avrasya

Ekonomik Komisyonu çalışmaya

başlamıştır. Bu evraklara göre üç ülke

daha derin ekonomik entegrasyon

sürecine girecektir. Avrasya Birliği’nin

temelde ekonomik entegrasyonu

sağlamaya çalışan bir fikirdir. Bunun

yanı sıra, ekonomik entegrasyon ile

birlikte siyasi ve güvenlik entegrasyonlarının

da ister istemez gündeme

geleceği söylenebilir. Bundan böyle,

Kazakistan kendi makroenonomik

politikasını, tekeller faaliyetinin denetimi

ve gümrük teknik düzenleme

kurallarını Rusya ile koordine etmek

zorundadır. Zaten bu konularda

Rusya ile mukayese edilecek başka

bir güç de henüz ortada yoktur.

Ukrayna’ya üyeliğin teklif edilmesine

rağmen bir türlü kesin ve son karara

varılamamıştır. Ukrayna serbest ticari

bölgeler, sermaye ve insan kaynaklarının

tedavülü gibi kendi çıkarlarıyla

uyum sağlayan belgeleri imzalayacağını,

ancak uluslar üstü denetleyici

organın kurulması ve gümrük birliği

ile ilgili belgeleri imzalamayacağını

dile getirmiştir.

Avrasya Ekonomik Birliği’nin amacı

katılımcı ülkelerin engelsiz, istikrarlı

ve verimli gelişmesini sağlamaktır.

Kurucular entegrasyonun gerçekleşmesi

sürecinde Avrupa Birliği

deneyimini esasa alacaklarını ifade

ettiyse de bu yeni yapı eski SSCB

yapısını hatırlatacaktır. İktisatçılara

göre Avrasya entegrasyon projesinin

verimli olup olmadığı üç-dört sene

sonra ortaya çıkacaktır. Kazakistanlı

tüketiciler açısından AEA projesinin

hayata geçirilmesiyle Rusya üreticileri

yeni piyasalara rahatça girebilecektir,

yerel işletmelerin zayıf ve rekabet

edemeyenleri piyasadan çekileceklerdir,

birçok yerel şirketler faaliyetini

sona erdirecektir, birçok Rus şirketi

Kazakistan’a taşınacaktır. Ayrıca

AEA projesinin işlemesi için dövizler

etkileşimi ve vergi riskleri gibi sistemli

sorunların da çözülmesi gerekir.

Avrasya Birliği projesi katılımcı ülkelerin

dünya ekonomisindeki önem ve

rekabet gücünün yükselmesi açısından

ulusal ekonomilerin gelişmesi

için yapıcı nitelik taşıyabilir. Rusya

Ekonomik Üniversitesi Profesörü

N.Volçkova bu bütünleşme projesinin

ekonomik olmaktan ziyade daha çok

siyasi proje olduğunu iddia ediyor.

Yeter ki düşünülen jeopolitik projeler

Kazakistan’ın siyasi bağımsızlığını

olumsuz etkilemesin.

Bu konunun bölgesel güce dönüşmekte

olan Türkiye için de siyasi ve

iktisadi önem taşıdığını söyleyebiliriz.

Kısacası, Avrasya Birliği fikri aslında

Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Türkiye

yumuşak güç olma niteliğinin gereği

Rusya’yla rakip olamadığı sahalarda

onunla işbirliği yapabilir, hatta ona

yaklaşabilir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 16

Kazakistan Orta Asya cumhuriyetleri

arasında ekonomik

gelişme ve istikrarı, uluslararası

platformlarda gösterdiği girişimci politikaları

ile son dönemde ismini en sık

duyduğumuz genç Türk Cumhuriyetlerinden

birisidir. Bağımsızlığının 20. yılını

kutlayan Kazakistan hacim ve çeşit

bakımından dünyanın yeraltı kaynakları

açısından en zengin ülkelerinden birisi

olması itibariyle enerji ihracatçısı olma

rolünü ekonomik kalkınmasında son

derece başarılı bir silaha dönüştürmüştür.

Bu silah Kazakistan’ın her alanda

gelişiminin ateşleyicisi olmuş bölgedeki

sağlam konumunu güçlendirmiştir.

Kazakistan’ın ekonomik, sosyal kültürel

gelişimi, bölgesel ve küresel işbirliği

platformlarında üstlendiği roller dikkatle

takip edilirken, Astana’ya yönelik eleştirilerin

odak noktasını “demokratikleşmenin”

anılan diğer alanlardan daha

yavaş ilerlediği oluşturmuştur.

15 Ocak 2012 tarihinde gerçekleştirilen

Kazakistan Parlamento seçimleri

de bu eleştirilerin gölgesinde gerçekleştirilmiştir.

Seçim sonuçları -beklendiği

gibi- Devlet Başkanı Nursultan

Nazarbayev’in partisi Nur Otan’ın ezici

üstünlüğü ile sonuçlanmıştır. Seçim

sonuçlarına göre Kazakistan Cumhuriyeti

siyasi tarihinde bir ilk yaşanmış

yüzdelik seçim barajını Ak Yol ve Komünist

Partisi de geçerek parlamento

da temsile hak kazanmıştır. Seçimler

vesilesiyle Kazakistan’da siyasi hayata

dair bazı tespitler yapmak mümkün

görünmektedir:

1. Parlamento seçimleri ile

Kazakistan’da tek parti dönemi sona

ermiş ve Kazakistan parlamentosu çok

partili sistemle tanışmıştır. Bağımsızlığından

beri Devlet Başkanı Nursultan

Nazarbayev’in partisi Nur Otan tarafından

yönetilen Kazakistan’ın siyasi

yaşamı için bu bir dönüm noktası olarak

değerlendirilebilir. Parlamentoda

iktidar ve muhalefetin temsil edilecek

olması simgesel olarak altı çizilmesi

gereken bir gelişmedir. Ancak bu

sürece ilişkin beklentilerin yüksekte

tutulması gerektiği de bir gerçektir.

Orta Asya bölgesinde devlet başkanlarının

bağımsızlık ilanının ilk gününden

itibaren oluşturdukları sistem, reform

baskıları neticesinde genellikle kendi

“muhalefetini” ortaya çıkarmaya meyillidir.

Zira Nursultan Nazarbayev ve Nur

Otan partisine şiddetle muhalefet dene

partilerin seçimlere girmesine izin verilmediği,

ateşli muhalefetleri ile tanınan

bazı isimlerin ise adaylık başvuruların

iptal edildiği seçim sonrasında yayınlanan

pek çok uluslararası raporda yer

almıştır.

2. Kazakistan parlamentosunda Ak Yol

ve Kazakistan Komünist Partilerinin

temsil edilecek olması aslında yine

Devlet Başkanı’nın izni ile gerçekleşebilmiştir.

Seçimler öncesinde parlamentonun

daha demokratik bir yapıya

sahip olması gerektiği yönünde oluşan

“kanaat” vesilesi ile parlamento feshedilmiş,

seçim barajı %7’ye düşürülmüştür.

Aslında bu yaklaşım Kazakistan’da

demokratikleşmenin sınırlarını göstermesi

bakımından da önemlidir. Zira

ülkede demokratikleşmeye yönelik

adımlar, liderin istediği zaman ve istediği

sınırlarda gerçekleşmektedir. Yapılacak

reformlar ve demokratikleşme

süreci “yönetilebilir” olduğu müddetçe

kabul edilmektedir.

3. Bu değerlendirmeler tablonun tamamen

umutsuz görülmesine neden

olmamalıdır. Orta Asya cumhuriyetlerinde

demokratikleşme ve insan haklarına

ilişkin yapılan yorumların birçoğu,

bu cumhuriyetlerin sosyalist bir sitem

altında yaşamış olduklarını, yalnızca

20 senelik bir “demokratik” sisteme

sahip olduklarını, bağımsızlıkla birlikte

egemenliklerini tehdit edecek boyutlarda

pek çok siyasi, ekonomik, sosyal

sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını

göz ardı etmektedirler. Kazakistan ve

diğer genç cumhuriyetlerin demokratik

sistemlerini çok daha derin kaynaklara

dayanan Batı sistemleri ile kıyaslayarak

eleştirmek haksız bir tutumdur.

4. Kazakistan’da seçimler, demokratikleşme

ve siyasi özgürlükler konusunda

değerlendirilmeler yapılırken,

büyük çoğunlukla bu durumun Kazak

halkının tercihi de olabileceği ihtimali

de gözden kaçırılmaktadır. Nur

Otan Partisi’nin dolayısıyla Nursultan

Nazarbayev’in yüksek oranda destek

bulması Kazakistan’da yaşanan ekonomik

gelişmenin ve istikrarın sürmesi

arzusu ve yakın komşularda yaşanan

sorunların yarattığı endişe başta olmak

üzere pek çok etkenle açıklanabilir.

2010 yılı verilerine göre gayri safi milli

hasılası 150 milyar dolar seviyesine

yükselen Kazakistan vatandaşlarına

her geçen gün daha güçlü bir ekonomi

vaat etmektedir. Zira Kazakistan’ın

2015 yılı hedefi 200 milyar dolar olarak

açıklanmıştır. Kazakistan vatandaşlarının

refah seviyesi de bağımsızlığın

ilk yılları ile kıyaslanamayacak kadar

büyük gelişme kaydetmiştir. Bağımsızlığın

ilk yılında kişi başına düşen

milli gelir 700 dolar seviyelerinde iken

bugün bu rakam 9 bin dolar seviyelerindedir.

Tüm bu veriler Kazak halkının

desteği üzerinde son derece etkili

sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.

Üstelik usta siyasetçi ve devlet adamı

Nazarbayev’e ya da ürettiği politikalara

muhalif yaklaşımlar üretebilecek ve Kazak

halkından destek sağlayabilecek

isimlerin var olduğunu iddia etmek son

derece güçtür. Kazakistan’ın demokratikleşme

sürecinde attığı adımları, bu

anlamda kendi belirlediği yol içerisinde

değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlara

ulaşmaya yardımcı olacaktır.

Sinan OĞAN

Iğdır Milletvekili

TÜRKSAM Başkanı

Kazakistan’da

Seçimler ve

Demokratikleşme

Süreci

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 18 19 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

ABD Dış Politika ideologu

ve Obama Yönetiminin dış

politikada akıl hocası olan

Zbigniew Brzezinski 1997 yılında yazmış

olduğu ve hala tartışma konusu

olmayı sürdüren “Büyük Santranç

Tahtası” kitabında ve en son 2008

yılında yayınlamış olduğu “İkinci Şans”

kitabında da aynı şekilde Orta Asya

bölgesinin dahil olduğu alanı “Küresel

Balkanlar” olarak adlandırarak bölgede

olası çatışmaların yaşanacağına

değinmekle kalmayıp, bu güvenlik

krizlerine karşı dış müdahalenin olasılığındanda

bahsetmektedir. Bu krizler

bazen iç dinamiklerden kaynaklanırken,

bazende dış güçlerin gizli faaliyetleriyle

güvenlik krizleri çıkmasında

etkili olmaktadırlar. Son örnek olarak,

16 Aralık 2011’de Kazakistan’da

yaşanan olaylar ülkeyi iç istikrarsızlığa

sürüklemek için dış/gizli güçler

tarafından yapılan provakasyonda

görebiliriz.[1]

Kazakistan Orta Asya’nın Türkmenistan

ile birlikte en istikrarlı ülkesi

sayılmaktadır. Kazakistan iç istikrarının

sağlanmasında iç güvenlik birimleriyle

yerine getirebilirken, bölgesel ve

küresel güvenlik konularında silahlı

kuvvetleriyle sağlaması söz konusu

olacaktır. Bunu yapmak içinde büyük

güçlerle ve uluslararası güvenlik örgütleriyle

işbirliği halinde ancak yerine

getirebilecektir.

Kazakistan, en son yayınlamış olduğu

dış politika konseptiyle (2001) kendisinin

de aktör olarak yer almak istediği

dünya vizyonunu üç temel prensibe

ayırmıştır. 1) XXI. yüzyıl dünya düzeninin

şekillenmesi; 2) Uluslararası ekonomik

ilişkilerin geliştirilmesi ve uluslararası

ekonominin küreselleşmesi;

3) Uluslararası güvenliğin güçlendirilmesi

için küresel ve bölgesel güvenlik

sistemlerinin yaratılması. Dolayısıyla

güvenlik Kazakistan’ın dış politikasının

da temel taşıdır.

Kazakistan Savunma harcamaları

son yıllarda önemli artış göstermektedir.

2005’te 450 milyon dolar, 2006’da

600 milyon artış gösterirken aynı sene

“Yeni Askeri Doktrin” ilan edildikten

sonra savunma harcaması iki katına

çıkar 2007’de 1,22 milyar dolara ulaşmıştır.

Bu yeni askeri doktrininde tek

kutuplu dünya modelinden çok kutuplu

dünya modeline geçildiğini burgulamaktadır.

Defansif nitelikli bu askeri

doktrinde ülke silahlı güçlerini NATO

standartlarına yükseltmeyi amaç

edinmesinin yanında Askeri-siyasi

ortaklıklara bakılacak olursa(bunlar

ABD, AB üyeleri, ŞİÖ, KGÖA) güvenlik

alanında da çok boyutlu politika

izlemektedir. Ancak yurt dışında Kazakistan

subayları eğitim gören ülkelere

bakılacak olursa, Fransa, Hindistan,

Pakistan’da birer kişi, ABD’de 3 kişi,

Almanya’da 23 kişi iken Türkiye’nin

Kara Kuvvetleri Akademisinde, Deniz

Kuvvetleri ve Kara kuvvetleri okullarında

toplam 43 kişi eğitim almaktadır[2].

Yani en fazla Türkiye Kazakistan’a

subay kadrolarının eğitimlerinde en

büyük katkıyı sağlarken, Yeni Askeri

Doktrinde Türkiye askeri-siyasi ortaklar

arasında yer almamaktadır.[3]

Rusya ile Çin arasında, Rusya ile

ABD/NATO askerlerinin konuşlanmış

olan İslam kuşağı arasında bir tampon

ülke olan Kazakistan, dış politikasında

çok taraflılık ilkesiyle büyük

güçlerle olduğu gibi büyük güçlerin

hakim olduğu askeri örgütler arasında

da denge politikasını izlemektedir.

ABD ve NATO ile yakınlaşarak Hazar

bölgesine ve deniz kuvvetlerine ağırlık

veren Kazakistan bölgede üçüncü

büyük askeri güç durumundadır.

Rusya ile ikili askeri ilişkilerin yanında

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü

çerçevesinde Acil müdahale Gücü ile

dışardan gelebilecek müdahalelere

karşı özel ordu birlikleri oluşturulmuştur.

Dolayısıyla post-Sovyet coğrafyası

dışından gelebilecek olası müdahalelere

karşı bölge içi ülkelerin yanı sıra

Rusya’nın desteğini almış durumda.

Ancak Rusya ile entegrasyonda

eşit egemenlik ilkesi çerçevesinde

olmasından yanadır. Ancak Rusya’daki

bazı yönetici kesim, yakınlaşmayı

kendi liderliği çerçevesinde

yapılmasını öngörmektedirler. Buda

Rusya-Kazakistan işbirliğinin derinleşmesinde

endişe kaynağı olabilmektedir.

Şanghay İşbirliği Örgütü ve

dolayısıyla Çin’le yakınlaşarak diğer

üye devletlerle birlikte terör, ayrımcılık

ve fundamentalizme karşı ortak mücadele

temelinde diğer bir komşusu

olan bu büyük gücüde yanına çekmiş

olmaktadır. Çin-Kazakistan yakınlaşması

Rusya’ya karşı dengeleyici rol

oynamaktadır. Bunun yanında Orta

Asya halklarını bir araya getirebilecek,

ekonomik, askeri ve siyasi birlik çabalarından

da Nazarbayev önderliğindeki

Kazakistan yönetimi vazgeçmemektedir.

2005 yılında Orta Asya Birliğinin

kurulmasını teklif etmiş ve Özbekistan

ve Kırgızistan’ın olumlu karşılamasıyla

Birliğin askeri kanadı da Janbul

zirvesinde Savunma Bakanları Konseyi

kurarak üçlü ittifak çerçevesinde

“Centrasbat/Orta Asya Batalyonu”

adında barış gücü oluşturulmuştur.

Ancak Özbekistan ile bölge liderlik

yarışması ve Rusya’nın önderliğinde

Avrasya Ekonomik Teşkilatının kurulmasıyla

sona ermiştir. Dolayısıyla

Orta Asya’nın bir birliğe dönüşme fikri

Kazakistan dış politikasında her zaman

söz konusu olmuştur. Bunu gerçekleştirebilirse

Kazakistan dünyada

önemli yer edinmiş olabilecektir.

Sonuç olarak Kazakistan izlemekte

olduğu dış politikasıyla büyük güçlerden

birinin etkisi altında erimekten

kaçınarak, büyük güçlerle çok yakın

ilişki içerisinde olarak birbirlerine

karşı dengelemeye çalışmaktadır.

Bunun yanında da büyük güçlerden

bağımsın olarak kendi liderliğinde

bir Orta Asya Birliğini canlandırmaya

çalışmaktadır. 21.yüzyılda değişmekte

olan dünya dizeninde Kazakistan

uluslararası ortamın önemli aktörleri

arasında eşit egemenlik ilişkiler düzeyinde

var olma çabasının sonucuna

ulaşmasının önemli ayağı dış güvenlik

politikası alacaktır.

[1] Savin Lionid, “Kazahstan prohodit test na

tsvetnuyu revolyutsiyu”
Articles/1346/> (10.02.2012).

[2] “Voorujonnye Sily Kazahstana-vçera

i segodnya”
20070320022743720.html> (10.02.2012).

[3] “ Zametki na polyah novoy Voennoy doktriny

Kazahstana”
20070524234623889.html> (10.02.2012).

Kazakistan’ın

Çok Boyutlu Dış

Politikasında Güvenlik

Sabir ASKAROV

EkoAvrasya Kırgızistan Temsilcisi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 20 21 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

İşim nehrinin kenarındaki başkent

sadece dünyanın önde gelen mimarlarının

şaheserleri ile değil aynı

zamanda siyaset, kültür, iş dünyası ve

yatırımlar alanındaki hareketliliği ile de

tanınmaktadır. Dünyaca ünlü sanatçıların

konserler verdiği ve dünyanın

dört bir yanından tiyatro sanatçılarına

ev sahipliği yapan Astana şehri aynı

zamanda tüm insanlığın kültürel mirasını

da gözler önüne sermektedir.

Barış ve Uzlaşma sarayındaki 1500

kişilik konser salonu, yeni inşa edilen

Bağımsızlık Sarayındaki konser salonu,

bakir toprakları fetheden atalarımızın

bize bıraktığı ve şehrin en eski

semtlerinden birinde yer alan, geniş

sahnesi ve “lüks” makyaj odaları,

akustik kalitesi fevkalade 1600 kişilik

Kongre Salonu ve Ulusal Kazak Müzik

Akademisi’ndeki salonlardan birinde

yankılanan büyüleyici org sesleri ile

Kazakistan’ın başkenti Astana sanatçılar

ve sanatseverler için adeta bir

cennettir.

Astana şehrinin dinamik yapısı

Kazakistan’dan ve dünyanın çeşitli

bölgelerinden gelen binlerce yetenekli

ve yaratıcı sanatçı için cezbedicidir.

Bu nedenle, Kazakistan’ın ilk Cumhurbaşkanı

Nursultan Nazarbayev’in

girişimiyle Kazak gençlerinin “7 İlham

Perisinin Sırları” na vakıf olacakları ilk

Ulusal Güzel Sanatlar Üniversitesi

kurulmuştur.

Ulusal Güzel Sanatlar Üniversitesi için

inşa edilen ve başlı başına bir mimari

harikası olan "Shabyt" Sarayında ise

konser salonları, sinema ve televizyon

stüdyoları, konser salonları ve bale

stüdyoları yer almaktadır.

23 Haziran 2010 tarihinde bu saraya

bulunduğu ziyarette, Kazakistan

Cumhurbaşkanı "Shabyt" sarayının

kendisine ilham verdiğini ve müzik,

bale ve dans, sinema ve tiyatro sanatları,

güzel sanatlar ve tasarımcılık da

dahil olmak üzere tüm yaratıcı sanat

dallarında yüksek öğretim hizmetleri

sunacak çok yönlü bir üniversite kurmayı

hayal ettiğini söylemiştir.

Kimileri Kazakistan’ın en görkemli

sembollerinden birisi olan Merkez

Konser Salonu’nu Avustralya’nın

Sydney kentindeki Opera binası ile

karşılaştırır. Kazakistan’daki bu salonun

mimarı ise doğal çizgileri ile

ünlü tasarımcı Manfredi Nicoletti’dir.

BDT ülkelerinde böylesi eşsiz başka

bir proje yoktur. Kazakistan Konser

Salonu’nun dünyadaki ilk aksiyon

filmi festivaline ev sahipliği yapmış

olması da bir tesadüf değildir.

Festivalin düzenlenmesinde başkentin

Belediye Başkanı Imangali

Tasmagambetov’dan destek alan

yönetmen ve yapımcı Timur Bekmambetov

ve yapımcı Mike Simpson bu

festivali düzenleme fikrinin Astana’yı

ziyaretleri sırasında doğduğunu belirtmişlerdir.

Daha önce sadece Cannes, Berlin,

Hollywood ve Venedik festivallerinde

görülen sanatçılar 28 Haziran’da Kazakistan

Merkez Konser Salonu’nda

bulundular. Dolph Lundgren, Hilary

Swank, hatta efsanevi boksör Mike

Tyson Kazakistan’ın başkenti Astana

sakinleri ve ziyaretçilerinin bizzat görme

fırsatını bulduğu ünlü yıldızlardan

sadece birkaç tanesi. Festivalin ilk

programı kapsamında aralarında açılış

öncesi gösterimlerin de bulunduğu

ABD, Avrupa, Asya ve BDT ülkelerinden

20’den fazla uzun metrajlı filmler

sunuldu. Festivalin bu sene ödüle

aday gösterilen filmleri arasında gala

prömiyeri, Avrupai Görüntü, Tamamen

Asyalı, Yolumuzda Eylem, Kısalar gibi

sürpriz filmler bulunmaktadır. Festivalde

gösterilen filmler daha sonra

alışveriş merkezlerindeki "Keruen",

"Mega" ve "Sary-Arka" sinemalarında

gösterime girdi.

Kültür sevenler için Astana’da üç tiyatro

vardır: K. Kuanyshbayev Kazak

Müzik ve Drama Tiyatrosu, M. Gorky

Rus Drama Tiyatrosu ve ülkenin en

yeni kurulan müzikal tiyatrolarından

birisi olan K. Baiseitova Tiyatro Opera

ve Balesi.

Astana’da iki ana yolu Cumhuriyet

Caddesi ve Barayev Sokağı’nın kesiştiği

noktada görkemli bir kültür

merkezi binası bulunmaktadır. Kuşbakışı

bakıldığında, bu bina bir daireden

dünyanın dört farklı yönüne giden

Astana

Kültür ve

Maneviyatın

Başkenti

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 22 23 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

oklar ile Kazak halkının geleneksel

kültürünü simgeler. Bu müzelerde

tematik olarak ayrılmış 143.223 eser

bulunmaktadır. Bunlar arkeolojik,

etnografik, halı, keçe, güzel sanatlar,

geleneksel Kazak takıları, at donanımları,

eski mobilya ve ev eşyaları, nadir

eserler, silahlar, belgesel fotoğraf ve

sikkelerden ibarettir. Çeşitli ülkelerin

Devlet ve Hükümet Başkanları ve resmi

heyetlerin Kazakistan Cumhuriyeti

Cumhurbaşkanı’na vermiş oldukları

hediyeler de bir koleksiyon halinde

müzenin ana salonunda sunulmuştur.

Cumhurbaşkanlığı kültür merkezi kütüphanesinde

Kazakistan’ın tarihinin

göçebelik döneminden çağımıza tüm

ayrıntıları ile anlatıldığı 700.000 ‘den

fazla kitap bulunmaktadır.

Ulusal Kazakistan Cumhuriyeti Müzesi

ve S. Seifullin Cumhuriyetçi Halk

Kütüphanesi’nin birleşmesinden

meydana gelen Cumhurbaşkanlığı

Kültür Merkezi Kazak halkının manevi

mirası ve kültürel geleneklerinin tüm

ihtişamıyla sergilendiği bir yer haline

gelmiştir.

Astana’da ayrıca Devlet Başkanı’nın

merkez meydanındaki eski rezidansında

yer alan Kazakistan Cumhuriyeti

Birinci Cumhurbaşkanı Müzesi de

bulunmaktadır.

Bugün itibariyle müzenin koleksiyonu

60.000’i aşkın arşiv yazmalar,

basılı materyaller, film ve belgeseller,

fotoğraflar, ince dekoratif sanat eserleri,

silah, kişisel eşyalar, Nursultan

Nazarbayev’e ait belgeler ve eşsiz bir

Devlet Başkanları Ödül koleksiyonundan

oluşmaktadır.

Müzede sergilenen eserler

Kazakistan’ın bağımsızlık sürecinin

en önemli aşamalarını gözler

önüne sermekte ve ülkenin ilk

Cumhurbaşkanı’nın hayatını anlatmaktadır.

Müzede Kazakistan’ın Antik

Çağdan Hanlığa ve daha sonraki

egemenlik dönemine kadar uzanan

tarihi sergilenmektedir. Müzenin en ilgi

çekici bölümlerinden birisi olan arkeolojik

galerisinde ise altın ve değerli

metallerin yanı sıra altından yapılmış

bir insan heykeli de bulunmaktadır.

Modern Sanat Müzesi, genç başkentin

kültürel yaşamında özel bir yere

sahiptir. Eskiden mütevazı bir müze

olan bu kuruluş ülkenin liderleri ve

vatandaşların çabaları ile ülkenin en

büyük güzel sanatlar, çağdaş resim ve

heykel koleksiyonlarından birine sahip

bir müzeye dönüştü. Bugün itibariyle

müzenin koleksiyonu Kazakistan,

Rusya ve BDT ülkelerinden ustaların

3.000 ‘den fazla eserini içermektedir.

Her türlü sanat dalında farklı dönemlere

ait ve farklı tarzlarda çeşitli eserler

sergilenmektedir. Kazakistan Modern

Sanat Müzesi birçok genç sanatçının

kariyerinde de bir başlangıç noktası

olmuştur.

Hem Astana’nın bugünkü halini

görmek ve gelecekte nasıl şekil alacağına

dair fikir sahibi olmak, hem

de Kazakistan’ı ülke olarak daha

yakından tanımak için, aslında uzun

bir yolculuğa çıkmaya gerek yok. Zira

“harita” adı verilen Atameken Etnografya

Müzesi’nde Kazakistan’a özgü

tüm özellikleri görmek mümkün.

2001 yılında Kazakistan

Cumhurbaşkanı’nın girişimiyle kurulan

yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğündeki

müzede Kazakistan’ın her bir

bölgesi ayrıntılı bir şekilde tanıtılmaktadır.

«Atameken» müzesine “harita”

denilmesi tesadüf değildir. Bu harita

duvara asılabilecek bir haritadan ziyade

aslında ziyaretçilerin müzeye girer

girmez kendilerini bir minyatür Kazakistan

gezisine çıkmış gibi hissetmelerini

sağlayan bir yapıt. Harita üzerinde

14 il ve 2 ilçe bulunmaktadır: Astana

ve Almata. Bu haritada Kazakistan’ın

tüm iklim ve coğrafi özelliklerini, şehir

ve mimari yapısını görmek mümkün.

Zira kültür merkezinin eşsiz bir öğesini

oluşturan bu haritada dağlar, tepeler,

çayırlar, ormanlar, göller ve en büyük

şehirler bire bir gösterilmektedir. Atameken

Kazakistan haritasının en ilginç

kısmı ise Hazar Denizi’dir.

Haritada ayrıca Kazakistan’ın başlıca

görülmesi gereken yerlere götüren

kara ve demir yolları da yer almaktadır.

Çeşitli şehirlerin tarihini, insanlarını

ve ait oldukları ülkeleri göstermenin

alışılmışın dışında olmakla beraber bu

ilginç şekli dünyanın birçok ülkesinde

oldukça rağbet görmektedir.

Astana’daki eşsiz kültür, eğitim ve eğlence

merkezleri de gençlerin dünyayı

keşfetmelerine vesile olmaktadır.

BDT’deki ilk ve tek okyanus müzesi

Astana’daki “Duman” eğlence merkezinde

yer almaktadır. Bu okyanus

müzesi ayrıca dünyanın Okyanus’a

3.000 km’yi aşkın uzaklıkta bulunan

tek örneğidir.

Kazakistan’ın uçsuz bucaksız bozkırlarında

yaşayan ve denizlerin muhteşem

dünyasını merak eden binlerce

insan için bu okyanus müzesi adeta

bir hayalin gerçekleşmesini sağlamıştır.

Astana’nın gençleri bundan böyle

pek çok imkâna sahiptir. Eğlencenin

önde gelen adresi Zhastar Palace’ta

biraraya gelen gençler eğitimlerini

de son derece yüksek standartlara

göre yetişmiş profesyonel öğretim

üyelerinin gözetimi altında çeşitli

üniversitelerde tamamlamaktadırlar:

L. N. Gumilev Avrasya Üniversitesi,

S.Seyfullin Tarım Teknik Yüksek Okulu,

A. Barayev Tarım Araştırma Enstitüsü,

Tıp Akademisi, Moskova Devlet Üniversitesi

Kazakistan Bölümü, ve özel

okullar da dahil olmak üzere, bir dizi

yeni meslek okulu. Haziran 2010’un

sonunda Kazakistan Devlet Başkanı

ayrıca Astana’da bir Uluslararası

Üniversite açmıştır. Bunun yanı sıra

25.000 öğrenciye eğitim vermek üzere

Nazarbayev Üniversitesi kurulmuştur.

Bu üniversite hali hazırda dünyanın

önde gelen 30 üniversitesi ile işbirliği

yapmak üzere 11 anlaşma imzalamış

ve tüm Orta Asya bölgesinin en büyük

bilimsel araştırma ve eğitim merkezi

haline gelmiştir.

Astana’daki çeşitli dini inaçların mabetleri

ise Kazak halkının hoşgörüsünü

simgelemektedir: merkezdeki

«Nur-Astana» Camii, bir Sinagog, bir

Katolik ve iki Ortodoks kilisesinin yanı

sıra bu güzel şehirde ayrıca bir Ermeni

kilisesi ve yapımı halen sürmekte olan

bir Yunan Katolik kilisesi bulunmaktadır.

Kazakistan’ın uluslararası kültürel

ilişkilerinin bir diğer simgesi ise Astana’daki

Rusya Federasyonu Dışişleri

Bakanlığı’na bağlı Rusya Uluslararası

Bilim ve Kültür İşbirliği Temsilciliği’nin

Rus Bilim ve Kültür Merkezidir. Merkezin

faaliyetleri Kazakistan’da yaşayan

halklar ın arasındaki dostluk ve işbirliği

ilişkilerinin güçlendirilmesinin yanı sıra,

Rusya Federasyonu ve Kazakistan

Cumhuriyeti arasında bilimsel ve kültürel

bağlantıların artırılmasını amaçlamaktadır.

Özetle, Kazakistan’ın yeni

başkenti Astana sadece modern bir

megakent değil aynı zamanda ülkenin

tarihi ve toplumsal anlamda barındırdığı

maneviyatın simgesidir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 24 25 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

ve genel konularda kendini göstermektedir.

ABFM’nin rekabetçi yapıda

çalışmasını sağlamak amacıyla

Kazakistan Hükümeti süreç dahilinde

orta vadeli önlemler almıştır. Bu

önlemler arasında; ulusal şirket ve

bankaların halka arz edilmesi, doğrudan

bir hisse senedine bağlı yatırım

fonları, proje temelinde kurulan özel

amaçlı şirketler ve İslam bankacılığı

araçları gibi yeni finansal araçların

kullanıma sokulması, yeni teknolojilerin

yaratılması, Kazakistan Kalkınma

Bankası’nın ABFM faaliyetlerine katılımının

temin edilmesi, Kazak Takas

Odası’nın kurulması gibi girişimler yer

almaktadır.

ABFM son dönemde ticari faaliyetlerini

İslam bankacılığı üzerine yoğunlaştırmaktadır.

Bölgeye ilgisi olan Arap

işadamları için bir cazibe merkezi

yaratılması düşüncesiyle 2009 yılında

Kazakistan Hükümeti tarafından İslam

bankacılığını teşvik eden bir yasa çıkartılmıştır.

Abu Dabi merkezli Al Hilal

İslam Bankası, yasanın çıkarılmasından

sonra Kazakistan’da faaliyete geçen

ilk İslam bankası olmuştur. Al Hilal

Bank Kazakistan, Mart 2010 ayında

36 milyon dolarlık sermaye ile iki

şubesi Çimkent ve Astana’da olmak

üzere Almatı merkezli olarak ticari işlemlerini

hayata geçirmiştir. ABFM’nin

danışmanlık hizmeti ile Kazakistan

piyasasına giren Al-Hilal, Kazakistan

devlet şirketleri ve bu şirketlerin iştirakleri

ile büyük alt yapı projelerinin

ihtiyaçlarına İslami finansal çözümler

bulma hedefiyle yola çıkmıştır. İslam

bankacılığı ile ilgili olarak Kazakistan

Devlet Nursultan Nazarbayev’in Haziran

2011 ayında yaptığı açıklama

konunun Kazak ekonomisi için arz

ettiği önemi göstermesi açısından

önemlidir. Kazakistan’ın İslam İşbirliği

Örgütü’nün dönem başkanlığını yaptığı

2011 yılında Astana’da düzenlenen

oturumda konuşan Nazarbayev,

Almatı’nın bölgesel İslam finans merkezi

olarak geliştirilmesi için Almatı’da

uluslararası İslam bankacılığı konferansı

düzenlenmesinin gerekliliğini

ifade etmiştir. Bu ifadenin ardından,

Malzeya merkezli Amanah Raya Berad

gerekli lisansları temin ederek,

2012 yılı içerisinde, Kazakistan Kalkınma

Bankası ve Kazak finans şirketi

Fattah Finance şirketinin ortaklığı ile

kuracağı şirket ile ülkedeki ikinci İslam

Bankası’nı açmaya hazırlanmaktadır.

Kazakistan Maliye Bakanlığı ise Ocak

2012 ayı içerisinde yaptığı açıklamada

faizsiz bono olarak da adlandırılan

Islami hisse senedi Sukuk’u piyasaya

sürmeyi planladıklarını belirtmiştir.

İslami bankacılığın Kazakistan’daki

faaliyetleri çerçevesinde en önemli

rol ABFM’ye düşecektir. Almatı’nın

bölgesel bir finans merkezine dönüşmesi

Kazakistan’ın önce Orta Asya

daha sonra Asya bölgesinde etkin

bir ekonomik oyuncu olarak dünya

ekonomisinde ön plana çıkmasını

sağlayacaktır.

Başarılı bir BFM, etkin bir hükümetin

sağladığı siyasi istikrar, güçlü ekonomik

alt yapı, iyi bir coğrafi ve zaman

bölgesi konumu, iyi derecede İngilizce

bilgisine sahip vasıflı yabancı işgücünün

yanı sıra, muhasebe, hukuk

ve yönetim danışmanlığı ile bilişim

teknolojileri hizmetlerinin de içinde

yer aldığı bir yapı olarak tanımlanmaktadır.

Kazakistan’ın son beş yıllık

ekonomik gelişimine baktığımızda

tüm bu hizmet ve vasıflı iş gücünün

Almatı’da yerleşik olarak faaliyet göstermeye

başladığını görmekteyiz. Bu

da ABFM’nin gelecek için büyük bir

potansiyel taşıdığını ortaya koymaktadır.

ABFM için önümüzdeki dönemde en

büyük tehditler, küresel ve bölgesel

istikrarsızlık unsurlarının Kazakistan’ı

etkileme ihtimali ve siyasi istikrarın

devam edip etmeyeceği hususlarıdır.

Dünyanın büyük değişimlerden geçtiği

günümüzde ABFM’nin Orta Asya

bölgesinde bir çekim merkezi olarak

ortaya çıkması Kazakistan’ın bölgesel

liderliğini güçlendirecektir.

Bölgesel finans merkezi (BFM)

kavramı, çok sayıda finansal

kuruluşun faaliyet gösterdiği

ve bölgesindeki finansal işlemlerin

etkin olarak yürütülmesine izin veren

bir sermaye piyasasının bulunduğu

merkez olarak tanımlanmaktadır. BFM,

içinde bulunduğu yerel ekonomi için

yol gösterici bir finans merkezi olarak

çalışmanın yanı sıra komşu ülke ekonomilerinin

de gelişmesi için itici güç

vazifesi görmektedir. Verimli çalışan

bir BFM, bölgesinde finansal aracılık

işlemlerinin kolay bir şekilde sürdürülmesini

temin ederek, sermaye piyasaları,

sınır ötesi ticaret ve ticari yatırımların

gelişimine katkıda bulunmaktadır.

Ekonominin serbestleştirilmesinin bir

sonucu olarak ortaya çıkan BFM kavramı,

konsolidasyon işlemleri ile yerel

bankaların güçlendirilmesi ve finans

sektöründe yabancı yatırımın artırılmasını

gerektirmektedir.

Küreselleşen dünyada uluslararası

piyasalara ulaşmak için ekonomik

bir gereklilik olarak da değerlendirilen

BFM kavramı son beş yıldır Orta

Asya’nın finans merkezi olma yolundaki

Kazak başkenti Almatı’da kendine

faaliyet alanı bulmuştur. Kazakistan

Hükümeti tarafından 9 Ocak 2007

tarihinde alınan 65 numaralı karar ile

Almatı Bölgesel Finans Merkezi Anonim

Şirketi (ABFM A.Ş.) kurulmuştur.

Şirketin amacı, yerel ve uluslararası

ekonomi piyasası oyuncularını cezbedecek

bir finans merkezinin başarılı

bir şekilde işletmesini sağlamak suretiyle,

Kazakistan’ın dünya ekonomisi

ile bütünleşmesi için gerekli şartların

yaratılması ve verimli mekanizmaların

oluşturulması olarak belirlenmiştir.

ABFM A.Ş.; Kazakistan menkul kıymetler

piyasasının uluslararası standartlarda

geliştirilmesi, Kazak menkul

kıymetler piyasasının uluslararası sermaye

piyasaları ile bütünleşmesinin

temin edilmesi suretiyle aktifleştirme

ve likiditenin arttırılması ve son olarak

bireylerin menkul kıymetler piyasasında

yatırımcı olarak yer almasını da

içerecek şekilde Kazakistan ekonomisindeki

yatırımların artması için gerekli

koşulları hazırlama ana hedefleri

çerçevesinde faaliyet göstermektedir.

ABFM, hedefleri doğrultusunda Kazakistan

Menkul Kıymetler Borsası

(KASE) ile paralel olarak faaliyetlerine

devam etmekte olup ABFM A.Ş.

KASE’nin ana ortağı konumundadır.

Almatı’nın bölgesel bir finans merkezi

olarak geliştirilmesi için Kazakistan

Hükümeti, küresel ekonomik danışmanlık

şirketi “The Boston Consulting

Group” (BCG) ile anlaşmış Almatı’nın

bölgedeki lider finans merkezi haline

getirilmesi projesini yürütme görevini

bu şirkete vermiştir. BCG, Singapur ve

Tayland’ın birer bölgesel finans merkezi

konumuna gelmesi için doğrudan

faaliyet göstermiş bir şirkettir. Şirket,

ABFM’nin hayata geçirilmesi sürecinde,

Kazakistan’ın BFM olarak geliştirilmesinin

olumlu ve olumsuz yönlerini

incelemiş, kurulacak yeni BFM’nin

hukuki ve idari yönetim birimlerinin alt

yapısının oluşturulması ile ilgili tavsiyeler

ortaya koymuştur. Bu çalışma kapsamında;

Dublin, Dubai ve Singapur

örnek modeller olarak seçilmiş ve bu

örnekler üzerinden ABFM’nin kuruluş

ilkeleri belirlenmiştir. ABFM, sözü

edilen üç merkezin ortak özelliklerine

sahip olacak şekilde inşa edilmiştir.

Bu ortak özellikler; (1) ulaşılabilirlik, (2)

şeffaflık, (3) güvenilirlik, (4) teşvik ve

devlet desteği kavramlarıdır. Bu ilkeler

doğrultusunda çalışmaya başlayan

genç ABFM, Kazak Hükümeti’nin

politikaları ile rekabetçi bir niteliğe

ulaşmaktadır. Süreç içerisinde, uygun

bir vergi rejimi kurulmuş ve Kazakistan

piyasasındaki oyuncuları yönetmek

ve kayıt altına almak için özel bir birim

oluşturulmuştur. ABFM, ticari faaliyet

gösterecek Kazak ve yabancı yatırımcılar

için eşit koşulları içeren bir bölge

olarak tasarlanmıştır.

Bölgesel seviyede ekonomik rekabet;

insan gücü kapasitesi, ticari ve mali

koşullar, piyasaya ulaşım, alt yapı

Almatı

Bölgesel Finans Merkezi

Niyazi G. ATAY

EkoAvrasya Dış İlişkiler Koordinatörü

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 26 27 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

28 29 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Kültürel Zenginliğin

ve Sanatın Beşiği

Kazakistan

REY (1820 – 1887), İhlas DÜKENOĞ-

LU(1843 – 1916) ve başka Kazak müzisyenler

ortaya koydukları eserleriyle

dünya kültür ve sanat mirasına önemli

katkılarda bulunmuşlardır.

1.500’den fazla söz ve besteyi bir

araya getiren A.V. ZATAYOVİÇ Kazak

kültürüne önemli katkı yapmıştır. Ayrıca

müzik sahasında Şuşabay, Nartay,

Gali, Kunan, Manarbek, Jüsipbek, Garibullah

ve Kutbay gibi sanatçılar kalıcı

eserler ortaya koymuşlardır. Yine daha

33 yaşındayken(1896 - 1929) genç

yaşta yaşama veda eden Mayra kısa

yaşamı boyunca “Pertis Bahçesi, Kızıl

Gül ve Mayra” gibi unutulmaz besteleri

yaratmıştır. Günümüzde ülkenin en

büyük folklorik orkestralarından olan

“Otrar Sazı” orkestrası bu eserlere repertuarında

yer vermektedir.

Pek çok yıldız Kazak Edebiyatının tarihsel

sürecinde, geniş gökyüzünde

parlamışlardır. Kazak halkı, diğer Orta

Asya Devletleri gibi aydın, medeni, edebiyata,

kültüre ve bilime önem veren

uygar bir halktır. Bu mümbit topraklardan

tarih boyunca Dünya medeniyetine

önemli katkılarda bulunan çok sayıda

bilgin, âlim, yazar ve sanatçı çıkmıştır.

Örneğin: Büyük edebiyatçı Şokan VELİHANOV

(1835 – 1865), büyük âlim

Ibıray ALTINSARİN (1841 – 1889), milli

şair ve düşünür Abay KUNANBAYEV

(1845 – 1904), büyük filozof ve şair

Şahkerim KUDAYBERGENOĞLU (1858

– 1930), büyük dil bilgini meşhur Jüsip

KÖPEYEV (1857 - 1931), İstanbul’da

eğitimini tamamlayan şair filozof Humar

GARAŞ (1875 - 1921), bilim adamı ve

Milli Alaş Partisinin liderlerinden Alihan

BÖKEYHAN (1869 - 1932), yazar ve dil

bilimci Ahmet BAYTURSUNOV (1873

- 1937), şair Mirjakıp DEVLETOĞLU

(1885 - 1937), Kurtuluş Savaşı sırasında

Anadolu’ya destansı bir mektup yazan

edebiyatçı Mağcan CUMABAYEV

(1893 - 1938), siyaset bilimci Mustafa

ŞOKAY(1890 - 1941), şair Muhammed

OTMESİYEV (1802 - 1845), Kazak

Edebiyatının kurucularından Sabit

MUKANOV (1900 - 1973) ve yüzlerce

fikir ve sanat adamını örnek verebiliriz.

Çağımızın ilk Müslüman astronotu olan

Kazak Toktar ABUBEKİR, halen hayatta

olan, 600’den fazla bilimsel eseri bütün

dünya dillerine tercüme edilmiş olan

usta filozof Prof. Dr. Abdülmalik NİSANBAYEV,

ünlü edebiyatçı Murat AVEZOV

gibi bilim adamları eserleriyle bilim dünyasına

ışık tutmaktadırlar.

Ayrıca şair Devlet BABATAYOĞLU

(1802 – 1887), halk şairi Agata MÜ-

BERDİ (1675 - 1768), ünlü Kazak hükümdarlarından

ABILAY’ın danışmanı

ve filozof Buhar JIRAV MEŞUR (1668

- 1781), düşünür ve âlim Kaztuvgan

JIRAV (1361 - 1420), ünlü komutan

ve düşünür Jirav DOSPAMBET (1490

- 1523) ve niceleri Kazak sanat ve düşünce

tarihine, eserleri ve fikirleriyle ışık

tutmuşlardır.

Tarihsel, kültürel, dil, din ve pek çok

başka hususlardan dolayı ülkemize en

yakın dost ve kardeş ülkelerden biri konumunda

olan Kazakistan’ı yeteri kadar

tanımadığımız siyasal, kültürel, tarihsel,

zengin değerleri konusunda bilgilerimizin

eksik olduğu kanaatindeyim.

Açıkçası büyük Kazak yazar Muhtar

AVEZOV’un başyapıtı olan ’Abay Yolu’

eserini okumadan, büyük alim, düşünür

Abay KUNANBAYEV’in eserlerini

ezberlemeden, onun fikirlerini öğrenmeden,

Şokan VELİHAN’ın ünlü eseri

’Tengri’ de dile getirdiği Baksılık felsefesini

öğrenmeden ve diğer yüzlerce

Kazak düşünürün eserlerini okumadan

Kurmanğazı’nın Kopuz ve Dombıra’yı

kullanarak ortaya koyduğu muhteşem

müzikleri dinlemeden, Türkistan’ın manevi

havasını solumadan, Kökşetav’ın

cennet misali gölünün kıyısında Kımız

ve Kımran (genellikle Şubat deniyor

Kımran’a) içmeden bu güzel ülkeyi

tanımak mümkün değildir.

Orta Asya Türk Devletleri’nin

her biri çeşitli özellikleriyle

dikkat çekmektedirler. Genel

olarak Kazakistan denince akla Orta

Asya’nın hatta Dünya’nın coğrafi

olarak en büyük ülkelerinden birisi,

zengin yer altı doğal kaynakları örneğin;

uranyumu, kromu, kurşunu,

ham petrolü vb. madenleri, sanayi

alt yapısını tamamlamış dev demir

çelik fabrikalarının bulunduğu, verimli

arazilerinde makineleşmiş tarımıyla

Dünya’nın en önemli tahıl üreticisi tahıl

ülkelerinden birisi olması, Dünya’nın

en önemli uzay ve uydu fırlatma üssü

olan Baykonur’a ev sahipliği yapmasıyla,

Almatı, Astana, Pavlador ve nice

gelişmiş modern kentlerin ve özellikle

Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesini

bağrında barındıran Türk Dünyası’nın

manevi başkenti olarak sayılan

Türkistan’ın bu ülkede bulunması,

bünyesinde pek çok etnik ve dinsel

unsuru barındırmasına rağmen Orta

Asya’nın istikrar ve güven adası konumunda

olması ve nice başka üstün

özellikleriyle dikkat çekmektedir.

Yukarıda zikredilen hususlarla ilgili inceleme

ve araştırma yazılarım yayımlanmıştır.

Bu yazımda Kazakistan’ın

zengin kültürel mirası ve çağdaş

Kazakistan’ın önemli edebiyat, sanat

ve kültürel çınarlarından söz etmek

istiyorum.

Kazakistan edebiyat, müzik, sinema,

tiyatro, resim sanatı, mimari, müzecilik

ve sanatın diğer dallarında önemli

mesafeler almış, başta büyük kentleri

olmak üzere ülkenin bütün coğrafyasında

sanatın hizmetin olan pek çok

sanatsal, mimari yapıya, filarmoni

orkestrası ve bale salonlarına, müzelere,

sanat galerilerine vb. yapıtlara ev

sahipliği yapmaktadır. Sözlü edebiyatın

en önemli dallarından olan edebi,

hamasi manzumelerden “ALPAMIS,

KOBLANDI, KAMBER BATIR, ERTARGIN”

gibi destanlar nesilden nesile

nakledilerek günümüze bulaşmıştır.

Ayrıca aşk destanlarının en önemlilerinden

sayılan “KIZ JİBEK, AYMAN

ŞOLPAN, KOZI KÖRPEŞ BAYAN SULUV”

Kazak halkının en önemli edebi

şaheserlerinden sayılmaktadırlar.

Usta müzisyen S. G. Burosilevski bu

destanlara dayanarak “KIPÇAK KOBLANDI,

ERTARGIN ve KIZ JİBEK” gibi

muhteşem operaları yaratmıştır. Yine

bu destanların konu olarak alındığı harika

ve kalıcı sinema filmleri çekilmiştir.

Örneğin; 1970 yılında Kazak sinema

stüdyolarında çekilen “KIZ JİBEK”

filmi o dönem bütün Sovyetler Birliği

ve dünya sinemalarında büyük ilgiyle

karşılanmış, filmin sayesinde insanlar

Kazaklar’ın tarihsel bir süreç içinde

yaşam tarzları ve gelenekleriyle tanışma

şansı elde etmişlerdir. Meşhur

Kazak müzisyen Nurgisa TİLENDİYEV

filmin müziğini yapmış, film müziğiyle

de çok dikkat çekmiştir.

Ünlü Kazak araştırmacı ve âlim Şokan

VELİHANOV başyapıtı sayılan Tengri

adlı eserinde Kazakların geleneksel

savaş oyunu baksılığı dünyaya tanıtmıştır.

Kazakların milli çalgısı kopuzun

ahengi ile birlikte gerçekleşen bu

sanat seyyahların ve tarihçilerin dikkatini

çekmiştir. Nitekim ünlü Polonyalı

seyyah Yano ŞEKOVİÇ 19. y.y. da

Kazakistan’da dolaşmış ve baksılıkla

ilgili eserler ortaya koymuştur.

Ünlü Kazak müzisyen Nurtay BEKECAN

1930 - 1950’li yıllarda milli

çalgılar kopuz ve dombırayı kullanarak

Bayan Suluv, Ferhat ile Şirin ve başka

destanları sahneye uyarlayarak bu

önemli destanların kitlelere ulaşmasına

katkı sağlamıştır.

Müzik sahasında ise 19. yüzyılda

büyük gelişme sağlanmıştır. Kazak

müziğinin en büyük otoritelerinden

sayılan Kurman GAZİ (1802 – 1879),

Dina BANU (1861 – 1955), Devlet KEYrd.

Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi

EkoAvrasya Danışma Kurulu Üyesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Günümüzde Kazakistan

Cumhuriyeti sadece eski

Sovyet bölgesinin değil,

genel anlamdaki dünya politikasının

aktif oyuncularından birine

dönüştü. Kazakistan halkı son yirmi

sene içerisinde iç ve dış politika

sahasında birçok önemli reformların

gerçekleştirildiğine şahit oldu.

Özellikle, cumhurbaşkanı Nursultan

Nazarbayev’in liderliğinde

uygulanan çok yönlü dış politika,

Kazakistan’ın dünyanın farklı bölgelerindeki

devletlerle iki taraflı

temasları ve uluslararası kuruluşlar

çerçevesindeki yoğun ilişkilerinin

gelişimi açısından çok verimlidir.

Kazakistan Cumhuriyeti’nin, yürüttüğü

çok yönlü dış politikasında,

özellikle ekonomik güç merkezleri

sayılan önder devletlerle ilişkilerini

geliştirmesi ülkenin ekonomik

gücünün artmasına olumlu etki

edecektir. Bu tür önemli ilişkilerin bir

misali olarak Kazakistan ve Japonya

ilişkilerini gösterebiliriz.

Şimdiki dönemde Kazakistan ve

Japonya’nın işbirliği; ekonomi,

siyaset, kültür, ilim ve güvenlik gibi

birçok alanı kapsamaktadır. Çoğu

uluslararası meselelerde iki devletin

yöneticileri dış politikayla ilgili planları

doğrultusunda birbiriyle işbirliği

içindeler. Örneğin, Kazakistan

Cumhuriyeti Japonya’nın BM Güvenlik

Konseyi’nin daimi üyesi olma

isteğini, yani Japonya’nın adaylığını

desteklemiştir. Taraflar arasındaki

bu tür münasebetlerin kısa süre

içerisinde oluşmayacağı bellidir. Bu

sürecin gelişimi, uzun süreli olumlu

ilişkiler, önemli sözleşmeler ve stratejik

nitelikteki belgelere bağlıdır.

Kazakistan Cumhuriyeti ve Japonya

arasındaki ilişkilerin hukuki

temeli öncelikle, Japon yöneticilerin

Kazakistan’ı diplomatik olarak tanımasından

sonra başladı. 28 Aralık

1991 tarihinde Japonya, Kazakistan

Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı.

26 Ocak 1992 tarihinde Kazakistan

ve Japonya arasında diplomatik

ilişkilerin temeli atıldı. 1993 yılında

Almatı’da Japonya’nın büyükelçiliği

açıldı. Kazakistan Cumhuriyeti

Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev’in

6-7 Nisan 1994 ve 5-8 Aralık 1999

tarihlerinde Japonya’ya yaptığı

ziyaretler iki taraflı ilişkilerin temelini

oluşturdu. N. Nazarbayev’in

Japonya’ya yaptığı ilk ziyaret esnasında

Sovyetler Birliği ve Japonya

arasındaki sözleşmelerin tanınmasıyla

ilgili notalar mübadelesi

yapılarak Müşterek Bildiri imzalandı.

İkinci ziyaret sırasında ise, dostluk,

ortaklık ve işbirliği ile ilgili Müşterek

Bildiri imzalandı. Söz konusu belgede

taraflar karşılıklı menfaat ve eşitlik

prensiplerine dayanarak dosluk ilişkilerini

geliştirmeye hazır olduklarını

ifade etmişlerdir [1].

Kazakistan ve Japonya ilişkilerinin

gelişmesini etkileyen başlıca olaylardan

biri 1997 yılında o dönemdeki

Japon Başbakan Ryutaro Hasimoto

tarafından sunulmuş olan "Avrasya

diplomasisi" anlayışı idi. Bu anlayışa

göre Avrasya’da bulunan Kazakistan

ve Orta Asya devletleriyle ilişkilerini

geliştirmenin aşağıdaki esas sahaları

tespit edilmiştir:

• Karşılıklı güven ve anlayışı sağlama

amacındaki siyasi diyalog;

• Ekonomik işbirliği ve doğal kaynaklardan

istifade etme sahasındaki

işbirliği;

• Nükleer silah kullanmama, demokratikleşme

ve istikrar sonucunda

bölgede barışın sağlanması

[2].

Orta Asya ile ilgili dış politika teorisinin

oluşmasına ilişkin Japonya ve

Kazakistan arasındaki ilişkiler yeni

boyut kazanarak, farklı sahalarda

işbirliği düzeyine yükselmiştir. Böyle

bir işbirliğinin siyasi ilişkileri de kapsayacağı

gerçektir. Buna delil olarak,

Ağustos 2004 yılında sunuşu yapılan

"Orta Asya ve Japonya" işbirliğini

söyleyebiliriz.

"Orta Asya ve Japonya" işbirliğinin

amacı - terörizm, uyuşturucu trafiği,

su ve enerji kaynakları gibi ortak

meselelerin çözümünde bölgesel

işbirliğinin yapılmasıdır. Uluslararası

işbirliği kapsamında Japon Uluslararası

İşbirliği Ajansı’nın (JICA) bu söz

konusu diyalogda aktif bir oyuncuydu.

Ayrıca, Japonya’nın "Orta Asya

ve Japonya" projesi sayesinde sadece

Orta Asya’da değil, aynı zamanda

Avrasya bölgesinde de jeopolitik

nüfuza sahip olmaya çaba sarf ettiği

anlaşılıyor.

Japonya ve Kazakistan ilişkilerinin

teorik temellerini değerlendirdikten

sonra, onların nasıl hayata geçirildiğini

ele alalım. İki devlet arasındaki

bağ ve münasebetler, öncellikle,

mevcut ekonomik ihtiyaçlarla bağlıdır.

Japonya’yı bu bölgede doğal

zenginliklerin bulunması ilgilendirmektedir.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi

2007 itibarıyla 1,7 milyar dolardı. Yani,

karşılıklı ticaret 2006 yılındaki verilere

göre (1,1 milyar Dolar) %54,5 büyüme

göstermiştir [2].

Japon firmaları Kazakistan’ın petrol

sahasındaki büyük uluslararası projelere

katılmaktadır ve nadir bulunan

metaller arama sahasında jeolojik

araştırma çalışmalarını yürütmektedir.

Uranyum üretimi ve uranyum

ürünlerini üretme dalında Kazakistan

ve Japonya arasında müşterek işletmeler

kurularak Kazakistan’a yeni

teknolojiler getirilmektedir. Ayrıca,

Kazakistan’da Japon şirketlerinin katılımıyla

yeni teknolojiler bazında enerji

tasarrufuyla ilgili projeler de gerçekleştirilmektedir.

Karşılıklı ilişkiler çerçevesinde Japonya

tarafından her sene gelişim için

temin edilen resmi yardımın rolü artmaktadır.

Bu resmi yardım uluslararası

işbirliği çerçevesinde JICA tarafından

verilmektedir. Japonya’nın şu ana kadar

Kazakistan’a yaptığı yardım hacmi

102,1 milyar yen (yaklaşık 1 milyar

dolar).

6 Aralık 1999 tarihinde cumhurbaşkanı

Nursultan Nazarbayev’in Japonya’ya

yaptığı ziyareti esnasında "Kazakistan

Cumhuriyeti ve Japonya Arasındaki

Dostluk, Ortaklık ve İşbirliği Müşterek

Bildirisi" imzalandı. Bu bildiri sayesinde

iki devletin ilişkileri stratejik ortaklık

seviyesine yükseldi. İki devlet de

uluslararası alanda barışı destekleme

politikasını yürütmektedir. Aslında, iki

ülkenin küresel ve bölgesel sorunlarla

ilgili tutumları da aynı veya benzer

nitelik taşımaktadır. Mesela, Japonya

Kazakistan’ın nükleer silahtan vazgeçmesini

onaylamış ve nükleer silahların

yayılmamasıyla ilgili anlaşmaya

Kazakistan’ın da katılımını sağlamak

için elinde bulunan bütün imkanları

kullanmıştır. Kazakistan da bugün birçok

meselede Japonya’nın tutum ve

görüşlerini paylaşmaktadır. Buna delil

olarak, Kazakistan yöneticilerinin BM

Güvenlik Konseyi’ne Japonya’nın da

daimi üye olmasını desteklemesidir.

Kazakistan ve Japonya arasındaki kültürel

ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmektedir.

Japonya Hükümeti Kazakistan’a

kültürel projeler çerçevesinde Japon

Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) aracılığıyla

500 bin dolar hacminde karşılıksız

yardım sundu. Almatı ve Astana

şehirlerinde "Kazakistan-Japon insan

kaynaklarını geliştirme merkezleri" (Japon

merkezleri) faaliyet yapmaktadır.

Bu merkezlerde Japon dili öğretim

kursları ve Japon kültürünün tanıtımıyla

ilgili çeşitli programlar düzenlenmektedir.

Mesela, Kazakistan’da

Japon filmleri ve kültür günleri düzenlenirken,

Tokyo ve Japonya’nın diğer

şehirlerinde Kazak sanatçı ve müzisyenleri

konserler sunarlar. Kazakistan

ve Japonya arasında eğitim alanında

tecrübe mübadelesi de gerçekleşmektedir.

Birçok Kazak genci Japonya’da

eğitim alma şansına sahip oldular.

Sonuç olarak, Kazakistan ve Japonya

ilişkilerinin büyük bir hızla gelişmekte

olduğunu söyleyebiliriz. Kazakistan’ın

coğrafi olarak uzakta bulunması ve

iktisadi alt yapısının pek gelişmemiş

olmasına rağmen, iki devletin ilişkileri

farklı alanları kapsayarak istikrarlı olarak

gelişecektir.

1 Tokayev K.K. Pod styagom nezavisimosti:

Oçerki o vneşney politike Kazahstana. – Almatı,

1997. – S.312

2 Kazakstan Respublikası jane Japonya arasındağı

katınastar // www.mofa.kz

Japonya’nın

Orta Asya ile İlişkileri

Bağlamında

Kazakistan

Yrd. Doç. Dr. Rayhan SADIKOVA

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Fakültesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 30 31 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Kazakistan

Çin

3 Ocak 1992 tarihinde Kazakistan

ve Çin arasında diplomatik ilişkilerin

tesis edilmesinden şimdiye

kadar tam 20 yıl geçti. Bu süre içerisinde

karşılıklı ilişkiler çeşitli gelişme

dönemlerinden geçerek iki taraflı işbirliğin

yeni sayfasını açmıştır. Tarihi açıdan

uzun bir zaman sayılmayacak bu

20 senelik işbirliği her biri farklı nitelik

taşıyan üç döneme ayırabiliriz. Birinci

dönem ikili işbirliğin ilk kademesi olan

basit ticari ilişkilerin gelişmesidir. İkinci

dönem de bölgesel güvenliği sağlamağa

yönelikli tedbirlerin alınması ve

sınırlarla ilgili sorunların çözülmesiyle

ilgili anlaşmaların yapılması, işleme

ve üretim ağırlıklı ekonomik projelerin

temelini atma yıllarıdır. Üçüncü dönem

ise kalite içerikli karşılıklı işbirliğin stratejik

ortaklık düzeyine yükseltilmesidir.

Kazakistan ve Çin arasında 3 Ocak

1992 tarihinde diplomatik ilişkilerin

tesis edilmesinden itibaren iki taraflı

işbirliği hızlı bir tempoyla gelişmeye

başlamıştır. İlk yıllarda işbirliğin temelini

ticari ilişkiler teşkil ediyordu.

Çin verilerine göre 1992 yılında Çin

ve Kazakistan arasındaki ticaret hacmi

380 milyon dolara (Kazakistan

verilerine göre bu rakam 430 milyon

dolardır) ulaşarak Kazakistan’ın dış

ticaret hacminin %20’sini teşkil etmiştir.

O dönem Çin Kazakistan’ın dış

ticaretindeki en önemli ortaklarından

biri sayılmaktaydı. 2000 yılında Çin

ve Kazakistan arasındaki mal mübadelesi

1,557 milyar dolara ulaşmıştır.

2010 yılında ise bu gösterge 20 milyar

dolar olmuştur. Çin Kazakistan için

malların ihracatı konusunda büyük bir

piyasadır. Fakat Kazakistan’ın Çin’e

ihraç ettiği malların %90’ını hammaddeler

teşkil eder. Bu ihracatın %42’si

çeşitli maden ve metaller (çelik, bakır,

alüminyum), %14,3’ü koyun yünü,

%13,7’si elyaf, %8,6’sı deri ve hayvan

postu, geri kalan %10’u ise mineral

maddelerden ibarettir. Çin’den Kazakistana

ithal edilen ticari mallar

ise şunları içerir: tekstil ve dokuma

mamüller (elbise), hazır ipler – %35,5

ayakkabı – %9, günlük hayatta kullanılan

elektrikli aygıtlar – %7,2 kimya ve

kimyasal maddeler – %6,6 gıda maddeleri

– %22,8 (bunların %9,8 şeker

ve tatlılardır) meyve suyu ve soğutucu

içecekler – %10.

Kazakistan ve Çin arasındaki ilişkilerin

hukuki temeli ticari ve ekonomik

işbirliği sözleşmelerine dayanmakla

birlikte birlikte siyasi ve güvenlik içerikli

anlaşmalar da bulunmaktadır.

Bunlara devlet başkanlarının her sene

gerçekleşen ziyaretleri sonucunda

bilmişlerdir. Sınır sorunlarını çözme

sürecinde imzalanan önemli belgelere

şunları da ekleyebiliriz: 1994

Nisan ayında Çin Başbakanı Li Pen’in

Kazakistan’a yaptığı ziyaret sonucu

Kazakistan Cumhuriyeti ve Çin Halk

Cumhuriyeti arasında imzalanan

"Kazakistan-Çin Devlet Sınırları Sözleşmesi",

1997 Eylül ayında Çin Başbakanı

Li Pen’in Kazakistan’a yaptığı

ziyaret sonucu imzalanan "KazakistanÇin

Devlet Sınırlarıyla İlgili Birinci Ek

Sözleşme", 1998 Temmuz ayında Çin

Cumhurbaşkanı Tzyang Tzemin’in

Kazakistan’a yaptığı ziyaret sonucu

imzalanan "Kazakistan-Çin Devlet Sınırlarıyla

İlgili İkinci Ek Sözleşme", 1999

Kasım ayında Kazakistan Cumhurbaşkanı

N.Nazarbayev’in Çin’e yaptığı

resmi ziyareti esnasında KC ve ÇHC

arasında sınır meselelerinin tamamen

çözülmesiyle ilgili imzalanan "Müşterek

Tebliğ". Böylece Kazakistan eski

Soviyet cumhuriyetleri arasında Çin’le

devlet sınırlarını kanuni olarak tanzim

eden ilk ülke olmuştur.

Günümüzde büyük önem arz eden

bölge güvenliği sorunu iki ülke başkanı

görüşmelerinin gündeminde

devamlı olarak yer almıştır. Uyuşturucunun

gayrikanuni dolaşımı, silah

kaçakçılığı, gayrikanuni göç meselesi,

ayrıca dünya çapında büyüyen

uluslararası terörizm, dini aşırıcılık ve

milli ayrılıkçılık meseleleri sadece Kazakistan

ve Çin’in değil, uluslararası

cemiyetin bütün üyelerini rahatsız

eden konulardır. Bu zikredilen tehlikelerle

mücadele etmek amacıyla

2001 yılında kurulmuş olan Şanghay

İşbirliği Örgütü kapsamında iki ülke

çok taraflı ilişkileri geliştirmektedir.

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Kazakistan

ve Çin’den başka Rusya, Kırgızistan,

Tacikistan ve Özbekistan üyedir.

Gün geçtikçe başka devletler de

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmak

istediklerini dile getirmiştir. Bu durum

söz konusu organizasyon faaliyetinin

önem ve etkinliğini, esasa aldığı pren-

Doç. Dr. Madina OMAROVA

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Fakültesi

İşbirliğinde

20 Yıl

Kazakistan Cumhuriyeti ve Çin Halk

Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin geliştirilmesiyle

ilgili imzalanan müşterek

beyannameler, "Kazakistan Cumhuriyeti

ve Çin Halk Cumhuriyeti Arasındaki

Barışçıl Komşuluk, Dostluk ve İşbirliği

Sözleşmesi", "Terörizm, Ayrılıkçılık

ve Aşırıcılıkla Mücadeleyle İlgili İşbirliği

Sözleşmesi", "Kazakistan ve Çin Devlet

Sınırları Sözleşmesi" ilave edilebilir.

Birçok ikili görüşmeler sonucu varılan

sözleşme ve anlaşmalar neticesinde

Kazakistan ve Çin karar verme mekanizmaları

ülkemizin topraklarının

bölünmezliğini belirleyecek devlet

sınırları meselesini tamamen çöze-

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 32 33 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

siplerin yaşayabilirliğini ispatlamıştır.

Şu anda ŞİÖ kuruluşuna 6 devlet üye

olarak, 4 devlet (Hindistan, İran, Pakistan,

Moğolistan) gözlemci olarak

katılmaktadır, 2 devlet (Beyaz Rusya

ve Sri-Lanka) de diyalog amaçlı ortak

statüsüne sahiptir. Kazakistan ve Çin,

Şanghay İşbirliği Örgütü kapsamında

sadece siyasi ve güvenlik işbirliğini

değil, ayrıca ticari, iktisadi, kültürel ve

beşeri ilişkileri de geliştirmektedir.

Kazakistan ve Çin arasında diplomatik

bağların tesis edilmesinden sonraki ilk

yıllarda iki ülke arasındaki iktisadi ilişkilerin

hızlı bir şekilde geliştiğini o dönemde

iş yapan müşterek işletmelerin

sayısı göstermektedir. Mevcut istatistiki

verilere göre 1993 başında Çin ve

Orta Asya ülkeleri ortak şirketlerinin

sayısı 95 olmuş, 1994 yılında dört kat

artarak 453’e ulaşmıştır. Kazak-Çin

ortaklığındaki şirketlerin sayısı 57’den

313’e ulaşmıştır. Zamanın geçmesiyle

Kazak-Çin müşterek işletmeleri hizmet

ve ticaretten ziyade üretime daha çok

önem vererek kaliteli çalışma sürecine

girmiştir. 1990 yılların ikinci yarısında

Kazakistan ve Çin arasındaki ticari ve

iktisadi ilişkilerin daha yüksek düzeye

çıkartılması sadece petrol ve gaz sahalarındaki

işbirliğinin güçlendirilmesiyle

değil, ayrıca Kazakistan ve Çin’in

büyük şirketlerinin işbirliği sonucu

tesis edilen üretim yerlerinde çalışan

ortak şirketlerin çoğalmasına da bağlıdır.

Kazakistan Adalet Bakanlığı’nın

verdiği bilgiye göre günümüzde

Kazakistan’da 78 Çin şirketi ve 3964

Kazak-Çin ortaklığındaki şirket iş yapmaktadır.

Kazakistan ve Çin idarecilerinin devamlı

olarak gerçekleştirdikleri karşılıklı

ziyaretler, bu ziyaretler esnasında

özellikle Kazakistan için stratejik

öneme sahip yapılarla ilgili belgelerin

imzalanması iki ülke arasındaki ilişkileri

stratejik ortaklık seviyesine çıkartmıştır.

Konuya daha derinden yaklaşırsak,

Kazakistan ve Çin arazilerini bağlayacak

çağdaş taleplere uygun demiryolu,

karayollar, petrol ve gaz borularının

tesisi gibi altyapı projelerinin gerçekleştirilmesi,

enerji altyapısı inşaatına

büyük miktarda kredi verilmesi karşılıklı

işbirliğini daha da güçlendirmiştir. Kazakistan

kendi petrol yataklarının işletilmesi

için Batı ülkeleri, Çin ve Rusya’nın

yatırımcılarını davet ederek onlara aynı

derecede hak ve yetkiler sağlamıştır,

ayrıca kendi çıkarlarının dengesini

ayarlamaya da çaba sarfetmiştir. Ama

dünya ekonomik krizi sırasında Çin

Kazakistan’ın sadece petrol işletmesi

sektörüne değil, ayrıca ülke ekonomisinin

diğer sahalarına da etki etmeyi

başarmıştır. Tabii ki Çin şirketlerinin

Kazakistan’daki faaliyetinin güç kazanması

bir taraftan ulusal ekonomimizin

çeşitlendirilmesini de sağlayacaktır.

Fakat diğer taraftan Çin şirketlerinin

Kazakistan’daki iktisadi nüfuzunun

fazla artması Kazakistan’ın ekonomik

güvenliği için tehlikeli olacaktır.

Sonuç itibarıyla, Kazakistan ve Çin

ilişkileri son yıllardaki global kriz durumunda

bile yüksek gelişme temposunu

yitirmemiştir. Karşılıklı işbirliğinin

20 senelik süresinin ilk on yılı iki taraflı

ilişkilerin hukuki temelinin atılması,

işbirliğinin başlıca istikametlerinin

tesbit edilmesi, genel iki taraflı bağ

ve ilişkilerin tesis ve oluşturulması

için kullanılmıştır. Bu sürenin son on

yılı karşılıklı münasebetlerin yeni ve

daha kaliteli seviyeye çıkartılması,

ertelenmesi büyük hatalara neden

olabilecek devletlerarası meselelerin

çözülmesi, ayrıca devlet çapındaki

önemli iktisadi sahaların ikili işbirliğinin

başlıca nesnesine dönüştürülmesi için

kullanılmıştır. Şu anda iki ülke işbirliği

kapsamında büyük ekonomik projeler

gerçekleştirilmektedir. Kazakistan ekonomisinin

geleceği parlaktır ve hammadde

sektörü haricindeki işletme

endüstrisi ile ilgili birçok proje gerçekleştirilmek

üzeredir. Bunların hepsinin

Kazakistan ve Çin münasebetlerinin

sabit bir şekilde gelişme perspektifini

belirleyeceği kuşkusuzdur.

Türkiye ile Kazakistan arasında

diplomatik ilişkilerin kurulmasının

20. yıl dönümü dolayısıyla

Gümüşhane Valiliği, Gümüşhane

Üniversitesi, Avrasya Ekonomik İlişkiler

Derneği ve Kazakistan Ankara

Büyükelçiliği tarafından ortaklaşa

01-02 Haziran 2012 tarihlerinde

Gümüşhane’de "Türkiye - Kazakistan

İlişkileri" konulu uluslararası bir toplantı

gerçekleştirilecek. Türkiye - Kazakistan

ilişkilerinin siyasi, ekonomik,

kültürel ve sosyal boyutunun değerlendirileceği

programa siyasiler, akademisyenler

ve gazeteciler katılacak.

Konu ile alakalı olarak resmi ziyaretlerde

bulunan Gümüşhane Milletvekili

Feramuz Üstün, Kazakistan Ankara

Büyükelçisi Janseyit Tüymabayev’i

makamında ziyaret etti.

Türk ve Kazak halklarının dil, tarih ve

kültür birliği bulunan, ortak köklere

sahip iki millet olduğunu ifade eden

Gümüşhane Milletvekili Feramuz

Üstün, Kazakistan ile ilişkilerin Türk

dış politikasında önemli bir yere sahip

olduğunu belirtti.

Türkiye’nin, Kazakistan’ın bağımsızlığını

tanıyan ilk ülke olduğunu belirten

Kazakistan Ankara Büyükelçisi Janseyit

Tüymebayev, "Kazakistan bağımsızlığını

kazanmasının ardından geçen

kısa sürede çok büyük başarılara imza

atmış, uluslararası arenada güçlü bir

konuma kavuşmuştur. Kazakistan’ın

bu başarısında Türk müteşebbislerinin

büyük katkıları olmuştur" dedi.

Kazakistan’ın bağımsızlığını kazanmasının

ardından iki ülke arasında

çok sayıda anlaşma imzalandığını

belirten Tüymebayev, iki ülke arasında

işbirliği temeline dayanan siyasi ve

ekonomik bir anlayışın hakim olduğunu

belirtti.

Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün,

01-02 Haziran 2012 tarihlerinde

Gümüşhane’de gerçekleştirilecek

olan "Türkiye-Kazakistan İlişkileri" konulu

uluslararası toplantıya Büyükelçi

Janseyit Tüymebayev’i davet etti.

Tüymebayev, programa memnuniyetle

katılacağını belirtti.

Uluslararası toplantıya Ankara Milletvekili

ve Türkiye - Kazakistan Parlamentolararası

Dostluk Grup Başkanı

Haluk İpek, İstanbul Milletvekili ve

KEİPA Türk Grup Başkanı Dr. İsmail

Safi, TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen

Kaseinov ve Kazakistan’dan Milletvekillerinin

katılması bekleniyor.

Türkiye-Kazakistan

İlişkileri Gümüşhane’de

Değerlendirilecek

35 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Türkiye ile Kazakistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 20. yıl dönümü dolayısıyla

Gümüşhane Valiliği, Gümüşhane Üniversitesi, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ve Kazakistan

Ankara Büyükelçiliği tarafından ortaklaşa 01-02 Haziran 2012 tarihlerinde Gümüşhane’de

"Türkiye - Kazakistan İlişkileri" konulu uluslararası bir toplantı gerçekleştirilecek.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 34

Kazakistan’da

Bankacılık Sektörü

2000-2012

Kazakistan ekonomisinin son

on sene içerisinde hızlı gelişmesinin

iki temel nedeni

bulunmaktadır. Birinci faktör yatırımcılar

için uygun iklimin bulunması,

büyük miktarda doğal zenginliklerin

çıkarılması ve onların ihracatıyla

ilgilidir. İkinci temel etken ise ülkenin

finansal sektörünün gelişmesiyle

doğrudan ilgilidir. Kazak finans sistemi

dünya finans sistemine yoğun

bir şekilde entegre yapıya sahiptir.

Kazakistan’ın mali sistemi global

ekonomide yer alan tüm düşüş ve

yükselişlere hassasiyet göstermektedir

ama spesifik yapısı ve hammaddeler

ihracatı sayesinde diğer

ülkeler için kriz sayılan dönemlerde

yüksek gelirleri kazanma özelliğine

sahiptir. Şu anki dönemde de ülkenin

finans durumu doğal kaynakların

fiyatlarına bağlıdır.

Yükseliş dönemi:

Kazakistan’ın banka sistemi son

yirmi sene içerisinde çok iyi performans

göstererek BDT ülkeleri

arasında rakipsiz lider olmuştur.

2000-2007 yılları arasında Kazak

bankaları baş döndürücü hızla gelişerek

ülkenin ekonomik kalkınmasına

ciddi katkıda bulunmuştur. 2000’li

yılların başından itibaren Kazak

bankaları Avrupalı finans kuruluş ve

bankalarından yıllık faiz miktarı %4-

%7 kredi borcu alarak yerel tüketicilere

%15-%22 olarak veriyordu. Yerel

bankaların dönemlik mali gelir ve

kazançları akıl almaz tempoyla, her

sene neredeyse %50-%100 bir hızla

artmaktaydı. Paraların bol miktardaki

tedavulü inşaat, iş, ticaret ve üretim

alanlarına olumlu etki etmiş böylelikle

Kazak ekonomisi ve finans gücü

bölge ülkeleri arasında lider kabul

edilmiştir.

Kazakistan’da yaklaşık 40 banka faaliyet

göstermektedir. Kazkommertzbank,

Bank Turan Alem, Halk Bank,

Alliance Bank, ATF bank, Kaspi

Bank gibi ilk kategorideki bankalar

tüketiciler için birbiriyle acımasız şekilde

rekabet ediyordu. Bu bankalar

yüzbinlerce tüzel ve milyonlarca gerçek

kişiyi borçlandırarak her ay tüm

bölgesel rekorları kırıyordu. Bunun

sonucu olarak, Kazakistan’ın inşaat

sahasında yükselişi başlamıştı. Ülke

büyük bir inşaat alanına dönüşmüştü.

Bu durumdan Enka, Sembol,

MTG, Turkuaz gibi Türk inşaat şirketlerinin

ciddi şekilde faydalandığı

da gerçektir. Bu dönemde tüketici

kredileri ve ipotek borçlularının sayısı

gittikçe artarak tüm akli sınırları aşmıştı.

Dolayısıyla bankalardaki toplam

borç yükü de gereğinden fazla

büyüyerek kredilerin güvenlilik ve

kalitesini olumsuz etkilemiştir. Batının

tüketim felsefesi ve ömür boyunca

borçlu hayat yaşama kültürü bize de

gelmişti. Kazak bankaları kendi aşırı

derecedeki borç alma isteğinin sonucu

olarak kaldıramayacağı borçları

üzerine almış bulunuyordu.

Kriz dönemi:

Uzmanlar 2000’li yıllardaki Kazak finans

sisteminin aşağıdaki zayıf noktalarını

tespit ettiler: büyük miktarda

borçların olması, iç kredilendirme

sistem ve disiplininin zayıflığı, gayrimenkul

sahasındaki spekülasyonlar,

finans sektöründeki prim ve maaşların

aşırı artırılması. Bütün bunlar

yüksek enflasyona neden olmuştur.

2007-2008 yıllarında dünya finans

krizinin Kazakistan’a da gelmesiyle

söz konusu finans piramidi çökmüş

ve Kazak bankaları çok zor durumla

karşı karşıya kalmıştı. Dış kaynaklardan

alınan borç alma kanallarının

aniden kesilmesi, daha önce alınmış

kredilerin yeniden borçlandırılmasının

artık mümkün olmaması Kazakistan

banka sektöründe likidite

yetersizliğine sebep olmuştur. Bunun

neticesi olarak, yerel bankaların ülke

ekonomisini kredilendirmesinde hızlı

bir düşüş, iş ikliminin kötüleşmesi,

ekonomik aktivitenin yavaşlaması ve

halkın gerçek gelirlerinin azalması

yer almıştır. Ayrıca, enflasyonun

hızlı artışı, ekonomik gelişme temposunun

düşüklüğü, petrol ürünleri

iç fiyatının artması, iç piyasadaki

gıda fiyatlarının artışı, halkın finansal

kuruluşlara olan güvenin yitirilmesi,

GDP düşüklüğü, iç pazarda gıda

maddeleri ve yiyecekler arzının azalması,

makroekonomik istikrarı sarsabilecek

bütçe harcamalarını arttırmakla

ilgili toplumun taleplerinin artması, kredi

vermeyi engelleyecek banka portföy

kalitesinin düşüklüğü tespit edilmiştir.

Krizle mücadele dönemi:

Kriz döneminde finans sektöründe ciddi

problemler meydana gelmiştir. Şu anda

Londra Mahkemesi tarafından cezalandırılan

milyarder Muhtar Ablyazov’a ait

BTA bankası iflas etmiş ve kurtarıcısını

bekliyordu. O dönemde KC Hükümeti

ülkenin finans sistemini kurtarmak amacıyla

BTA Bank’ın tüm borçlarını üzerine

alarak bu bankayı eline geçirdi. Daha

doğrusu banka hisselerinin %78’ni

edindi. Ayrıca, 2009 yılında hükümet Alliance

Bank’a ait hisselerin %76’sını ele

geçirdi. Aynı dönemde Kazakistan’da

ulusal döviz devaluasyonu yapıldı. Aynı

sene içerisinde Samruk-Kazına Devlet

Refah Fonu Halık Bank’a ait hisselerin

%21’ini satın aldı. N.Nazarbayev’in

emriyle Kazak bankalarının dış borçları

yeniden yapılandırıldı.

Dünya finansal krizinin Kazakistan

ekonomisini zayıflatması sonucunda

Kazakistan Hükümeti, ekonomik ve

mali problemleri çözmek üzere, Ulusal

Fon’dan 25 milyar dolar transfer etmiştir.

Ek olarak, 2009 yılında bankaları

iflastan kurtarmak için Ulusal Petrol

Fonu’ndan 10 milyar dolar tahsis edilmiştir.

Bunların 4 milyar doları finansal

sistemi kurtarmak için banka sektörüne,

3 milyar doları gayrimenkul ve inşaat

sektörüne, 1 milyar doları orta ve küçük

ölçekli işletmecilere ve 1 milyar doları

da hayvancılık ve tarımcılığı desteklemek

için yapılacak reformlara harcanmıştır.

Şimdiki dönem:

Kazakistan Ulusal Bankası Başkanı

Grigoriy Marçenko 9 Aralık 2011 tarihinde

yaptığı konuşmasında 2011

finansal yılının olumlu sonuçlarla tamamlandığını

dile getirdi. Kazakistan

Ulusal Fonu’nda Ocak 2012 itibarıyla

43,6 milyar dolar bulunmaktadır. Bu

miktardan başka KC Ulusal Banka

Fonu’nda toplam yaklaşık 25 milyar

dolar bulunmaktadır. Bu para fonu

Kazakistan finans sistemi ve ekonomisi

için bir devlet garantisidir.

Kriz yıllarında Kazak bankalarının dış

borcu 46 milyar dolardı. 2012 yılı itibarıyla

Kazak bankalarının henüz ödenmeyen

dış borçları 16 milyar dolara

düştü. 2012 yılı itibarıyla Kazak bankalarına

ait varlıklar toplam 87 milyar doları

teşkil etmektedir. Banka sektörüne

ait sermaye miktarı 13,6 milyar dolardır.

Bankaların borç toplamı 70 milyar dolar.

Bu son tutarın %50’si şüpheli veya güvensiz

kredilerden oluşuyor. Bu sorunlu

krediler oranı henüz azalmamaktadır.

Sorunlar:

Moody’s değerlendirme ajansına göre

KC banka sisteminin şimdiki durumu

negatif olarak değerlendirilmektedir.

Ajansa göre ülkenin banka sisteminde

hala birçok ciddi problemler bulunmaktadır.

Kazak ekonomisinin iyileşme

belirtileri göstermesine rağmen Kazak

banka sektörü hala zor durumdadır.

Halk Finans Ajansı’na göre Kazakistan

finans sisteminin şimdiki problemleri

şunlardır: gelişiminin sistemsizliği,

kredi edinenler sayısının azlığı, kredi

portföy kalitesinin düşüklüğü v.s. Faiz

miktarının yüksek olması nedeniyle

banka kredilerine olan talep düşüktür

ama paraya muhtaç olan işletme ve

kişi sayısı da çok fazladır. Bu durumda

borçlulara kalan ise borç ödeme

süresinin bitmesini beklemek ve borç

almamaktır. Bankalar da şimdi borç

vermeye pek istekli değillerdir.

Sonuç:

Kazak banka sisteminin istikrarlı gelişmesi

için iç finanslandırma kaynaklarının

güçlendirilmesi, güçlü mevduat bazının

sağlanması, yabancı yatırımcıların

ülkeye davet edilmeleri gerekir. Bunun

için makroekonomik istikrarı, düşük

enflasyon oranı ve banka sisteminin

güçlendirilmesi gibi önemli faktörlerin

sağlanması şarttır.

Ama bu denilenlere rağmen

Kazakistan’ın banka sektörü dünya

ekonomisinin yavaşlaması riskiyle ilgili

her türlü piyasa sarsıntılarına hazırdır

diyebiliriz. 2012 yılında, Kazak banka

sektöründe pek büyük olumsuz veya

olumlu değişiklikler olması beklenmemekte

olup istikrarlı iyileşme politikası

yürütülmeye devam edilecektir.

Doç. Dr. Canat MOMINKULOV

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Fakültesi

Ekoavrasya Orta Asya Danışmanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 36 37 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Sovyet Birliği devrinde hep

kullanım dışı bırakılan, faaliyeti

kasıtlı ve sistemli olarak

sınırlandırılan Kazak dili şimdi Avrasya

bölgesinin incisine dönüşen, dolayısıyla

bu bölgenin en etkin ve itibarlı

ülkelerinden biri sayılan Kazakistan

Cumhuriyeti’nin devlet dili statüsüne

sahip olmuştur. Tabi ki yıllarca baskıya

uğrayan, sadece sınırlı bir kesim

tarafından konuşulan bu dilin birçok

probleminin olması mantıklı ve açıklanabilirdir.

Yerel basın sayfalarında

Kazak dilinin yeterince gelişmemiş

olduğu, toplumca pek konuşulmadığı,

gereksinim duyulmadığı veya pratik

olarak uygulanmadığı sıkça söylenmesine

rağmen Kazakçanın ilerideki

yıllarda, belki de on yıl sonra bölgenin

en çok öğretilen ve öğrenilen dillerden

biri olacağı kuşkusuzdur. Türk dilleri

direkt düşünme, esas noktayı bulma,

fiili esas tutma, hissi anlayış, akıldışı

kavrayışa daha yatkın ve yöneliktir.

Bundan 20 sene önce cumhuriyetimiz

bağımsızlığını yeni kazandığı dönemde

Kazak dili, çözülmesi gereken birkaç

ciddi sorunla karşı karşıya gelmişti.

Bu sorunların biri Kazakçayı ana dili

olarak konuşanların, genel nüfusun

yaklaşık %40 veya %45 ancak teşkil

etmesiydi. Büyük şehirlerde ikamet

eden Kazakların yarısı Kazakçayı kullanmıyorlardı.

O dönemde Kazakistan

halkının ancak %20 veya %25 Kazakçayı

konuşuyordu. Bunlar da genellikle

köylerde ikamet eden Kazakistanlı

vatandaşlardı. Şehirlere köylerden

ilim ve sanat öğrenmek için göç eden

Kazakların çoğu Rus medeniyeti, ilmi

ve sanatının güçlü bir etkisi altında

kalarak kendi dillerini kullanma sıkıntısını

yaşamış, doğal dilsel ortamlarının

değişmesinin sonucu olarak büyük

bir psikolojik bunalım devri geçirmiştir.

Zamanla onların kendileri de, onlardan

doğan nesiller da kendi dilini unutarak

tamamen Rusçaya geçmiştir. Böylece

Kazakça bilmeyen iki veya üç nesil

yetişmiştir. Kazak dilinin halkımızın

hafızasından silinerek yok olmasını

önleyen önemli bir faktör de Kazakça

konuşanların genellikle Sovyet idaresinin

zorla ulaşabildiği uzak bölgelerde

yaşamasıdır.

Dil Kazak milletinin bir Türk halkı olarak

kendini muhafaza etmesini ve ayakta

kalabilmesini, Rus kültürü ve fikir

dünyasında eriyip gitmeyip, bir etnik

grup olarak canlı kalmasını sağlamıştır.

Rus dili gibi dünyaca tanınmış büyük

dillerin olumsuz ortak bir özelliği kendisinden

küçük dilleri yetersiz görerek,

daha az gelişmiş dillerin haklarına

tecavüz etmeleri, onların hesabına

kendi kullanım sahasını genişletmek

istemeleri, ayrıca her fırsatta kendi üstünlüğünü

vurgulamasıdır. Herhangi bir

halkın diline saygı göstermeyenler aynı

tepkiyle karşı karşıya geleceklerdir.

Milli duyguların çekirdeği dildir. Bundan

dolayı Kazakistan şartlarında dil

meselesi ileride sadece bir dilsel sorun

değil, ayrıca, ülkenin toplumsal hayatının

ve milletlerarası ilişkilerinin yönünü

belirleyecek güçlü bir faktördür.

Kazakistanda kazak dili kaybettiği

gücü ve yitirdiği desteği yeniden kazanmaya

çalışmaktadır, toplum da

kazakçaya olan görüşlerini yeniden

değerlendirmektedir ve bu açıdan son

yirmi sene içerisinde olumlu ilerlemeler

kaydedilmiştir. Bununla demek istediğimiz

şudur ki kazak dilinin gelişimi

türk dilleri, hatta türk dünyasının geleceğiyle

direk olarak ilgilidir.

Kazakistan cemiyetinde yaşanan şu

anki sosyal, psikolojik, kültürel problemler

genel itibarıyla dilin unutulması

ve kaybedilmesiyle de bağlıdır. Tüm

Kazakistanlıların şimdiye kadar anladığı

bir şey şu ki toplumda kazak dili

meselesi çözülmeden ülkedeki milletlerarası

ilişkiler gerginlik halinden ve

etnik çatışmalardan kurtulamayacaktır.

Kazakistan Anayasasına göre Kazak

dili Kazakistan’ın devlet dilidir. Rus

dili ise aynı kaynağa göre Kazakistanın

resmi dilidir. Demek oluyor ki,

Kazakistan’da resmi olmasa da fiili ve

paralel olarak iki devlet dili bulunmaktadır.

Anayasaya göre iki dilin çeşitli

dairelerde eşit olarak kullanılabileceği

öngörülmüştür. Ayrıca Rus diline milletlerarası

konuşma dili gayri resmi

statüsü de verilmiştir.

Tabi Rus dili kendi pozisyonunu hiç

bir zaman başka bir dile geri vermek

istemez. Bu mesele daha çok politika

ile ilgilidir. Şimdi Kazakistan’da çalışan

yabancı şirketlerin çoğunda, uluslararası

teşkilat ve özel dairelerde en çok

kullanılan dil Rus dilidir. Kazak dili ise,

genellikle daha çok devlet daireleri,

eğitim ve kültür ortamlarında kullanılmaktadır.

Kazakça Kazakistanın Batı,

Güney, Güney-Doğu bölgelerinde geniş

bir bölgede kullanılmaktadır. Ama

buna karşılık Kuzey Kazakistan, Doğu

Kazakistan, Orta Kazakistan bölgelerinde

Rusça esas iletişim dili olarak

kabul edilmektedir.

Bunlara rağmen KC Cumhurbaşkanı

N.Nazarbayev 2011 yılında Halka

yaptığı yıllık konuşmasında 2017 yılına

doğru ülke halkının yüzde 80`nin Kazak

dilini rahatça anlayarak konuşacağını,

2020 yılında ise nüfusun daha

fazla kısmının (%90) Kazakça konuşabileceğini

belirtti.

Kazak dilinin diğer bir problemi Kazakça

öğretim sistem ve yöntemlerinin

Sovyet kaynaklı, eski ve klasik olmasıdır.

Bilindiği gibi, Sovyet ilim ve eğitim

sistemi tecrübe ve pratikten ziyade

daha çok teori ağırlıklıdır. Ayrıca, dil

öğrenmek isteyenlerin hepsini kapsayacak

dil kursları verecek merkezler

sayısı yeterli değildir. Günlük tecrübenin

gösterdiği gibi Kazak dilinin hayatın

bütün sahalarında kullanılması beş

- on yıl içerisinde gerçekleştirilecek bir

mesele değildir.

Şu anda Kazakların genel nüfusa

oranı %64’tür. Cumhurbaşkanı

N.Nazarbayev`in dediğine göre:

"Kazak dili bütün toplumu birleştirecek

faktördür". Bu konuda Sovyet

döneminde doğup yetişenler daha

hoşgörülü ve sabırlı ise, bağımsızlık

döneminde yetişen gençler daha milliyetçi,

hür ve bağımsız, dil meselesine

ait görüş ve taleplerini açıkça ifade

edebilen gençlerden oluşmaktadır. Bu

durum ileride toplumsal gerginliğin

nedeni olabilir.

Özellikle başta gençler olmak üzere

etnik Kazakların çoğu Kazak dilinin

gelişmesi ve tatbikiyle ilgili ciddi bir

sosyal beklenti içerisindedirler. Bu

gençler topluluğu eğitimi Kazak dilinde

almış olanlar ve Kazakça düşünenlerdir.

2011 yılı itibarıyla okullardan

mezun olan öğrencilerin % 65’i Kazakça

eğitim alanlardır. Kazak dili tıp,

eğitim, sosyal bilimler gibi sahalarda

kullanılmaktadır. Teknik uygulamalar

ve teknolojide ise, Kazakçanın uygulanmasıyla

ilgili ciddi problemler

bulunmaktadır.

Kazak toplumunda dilin gelişimiyle

ilgili pozitif değişiklikler de cereyan

etmektedir. Cumhurbaşkanı

N.Nazarbayev 2020 yılına kadar Kazak

dilini öğrenmenin ciddi bir eğilim

olması gerektiğini açıkça söylemiştir.

Kazak dilinin geçmişteki, şu andaki

veya ilerideki tarihi, sosyal, siyasi ve

kültürel rölü küçümsenmemelidir. Kazak

dili tüm Kazakistanlıları bir ictimai

ve medeni çatı altında, ortak bilgisel

ve kültürel alan içerisinde birleştirebilecek

uzlaştırıcı unsur olmalıdır.

Bize göre meselenin çözümü genel

olarak siyaset ve idareyle ilgilidir. Siyasi

idarenin Kazak dilini geliştirme

meselesinde yeterli derecede kararlı

olmayışı, devlet çapında geniş bir

yaklaşımın olmaması, Kazakların milli

sorumluluk ve misyonunu yeterince

anlayamamaları gibi idari sorunlar

bulunmaktadır.

Kazak dilinin Latinleştirilmesi gerekir.

Kazak dilinin ihmali ilerde ciddi

toplumsal çatışmalara neden olabilir.

Kazak dilinin geliştirilmesinde Türkiye

Türkçesinin katettiği yolu esas alarak

dilin modernleştirilmesi ve reform edilmesi

gerekir. Dünyada bizim dilimizin

gelişmesi konusunda modernleştirme

tecrübesi ve teknik çözümleri, mantık

ve yapısı açısından bize örnek olabilecek

başka bir benzer dil bulunmamaktadır.

Çünkü, Kazak ve Türk

dillerinin yapısı ve özellikleri hemen

hemen aynıdır. Sonuç olarak çağdaş

Türkçe, tarihi Kazak dilini geliştirme

ve modernleştirme sürecinde iyi ve

uygun bir gelişim modeli olabilir.

Doç. Dr. Safura BÖRİBAYEVA

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Şarkiyat Fakültesi

Kazak

Dilinin

Geleceği

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 38 39 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

paylaştı. Atambayev, Orhan Gazi’nin

onbinlerce askeri şehit düştüğünü,

ancak onun sadece Kırgız askerleri

için türbe inşa ettirdiğini kaydetti.

“Türkiye Bizim İçin Gökyüzünde

Parlayan Bir Yıldız”

Atambayev, düşman orduları 1919’da

Anadolu’yu işgal ettiğinde de başta

Kırgızlar olmak üzere diğer Orta

Asya halklarının yardım ettiklerini ve

10 milyon altın topladıklarını bildirdi.

Atambayev sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu altın bugünün parasıyla milyarlarca

dolar olurdu. Ancak dostluğu ve

sevgiyi parayla ölçmek olmaz. Türkiye,

Kırgızlar için gökyüzünde uzakta parlayan

bir yıldızdır. Gökyüzü kapalı olsa

bile bulutların arkasında bir yıldızın parladığını

biliyoruz, bu yıldız kardeşimiz,

arkadaşımız Türkiye’dir.”

Kırgızistan’ı krediler ve maddi destek

karşılığında diz üstü çökertmek

isteyenler olduğunu dile getiren

Atambayev, “Ancak biz Türküz, eski

Türküz, hiç bir zaman köle olmayız.

Her bir Türk için dik başlı ölmek, diz

çöken kölelik yaşamından daha iyidir.”

diyerek bu tür taleplere boyun eğmeyeceklerini

anlattı. İktidarın gücünün

sadece halkların güvenine bağlı olduğunu

ifade eden Atambayev, eğer

güven yoksa, ne tüfek ne tabanca ne

top ne tankla iktidarın kurtarılamayacağına

dikkat çekti.

“Arap Baharı 2010 Nisanında

Ülkemizde Başladı”

Atambayev, Türkiye’nin Türk halkları

için kutup yıldızı olduğunu söyledi.

Atambayev, ‘Arap baharının’ Rusya

Başbakanı Vladimir Putin’in dediği gibi

aslında 2010 yılı nisan ayında ülkesinde

başladığını belirterek, Rusya’nın

Kırgızistan’ın stratejik ortaklardan birisi

olduğunu belirtti. Köleliğin ölümden

beter olduğunu, Türkler için cehennem

olduğunu ifade eden Atambayev,

Kırgızların Türk halklarının en eskisi olduğunu

belirtti. ‘’Türkiye bizim Anavatanımızdır.”

diyen Atambayev, “Ancak

dostlarım şunları bilelim: Anadolu’ya

gelmek üzere atalarımızın yola çıktıkları

bir yer var, atalarımız nereden geldi? O

da atavatandır, Kırgızistan’dır. Türkiye

için bu topraklarda şehit olan atalarımızı

unutmayız.” dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın

Kırgızistan’a ne kadar çok yardımcı

olmak istediklerini bildiğini ifade eden

Atambayev sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ulu Türk kağanlığını kuramasak bile

en azından Türk devletlerinin kardeşliğini

pekiştirmeliyiz, kuvvetli bir Türk

birliğini yapmalıyız. Ancak bunun için

sadece Türkiye’nin değil, diğer Türk

Cumhuriyetlerinin de sağlam ve ayakta

durması lazım. Ekonomik yönden gelişmiş

ve güçlü devletler olmalı. Sadece

bir Türk Cumhuriyeti, Türkiye olursa

zor olur.”

Genel Kurul Salonuna TBMM Başkanı

Cemil Çiçek ile birlikte giren Atambayev,

Çiçek eşliğinde Genel Kurul’dan

ayrıldı.

Kırgızistan Cumhurbaşkanı

Almazbek Atambayev, TBMM

Genel Kurulu’na Türkiye Türkçesi

ile hitap etti. Bir kabristanda, birbirlerine

sırtını dayayarak düşmanlarına

ok atan iki Türk askerinin taşın üzerine

çizilmiş resimlerinin bulunduğunu

ifade eden Atambayev, "İşte buna arkadaşların

dayanışması denir. İşte bu

anlayış ile ulu Türk kağanlığı kurulmuş

ve 200 sene ayakta kalmayı başarmıştır.

Türk, Türk’ü sırtından vurmaya

başladığında o devlet yıkılmıştır. Türk

kağanlığının sınırları, Çin Seddi’nden

Karadeniz’e kadar uzanıyordu. Türkler

Orta Asya’yı fethedişlerinin ardından

orada kaldılar ve orayı korudular." şeklinde

konuştu.

“Geçmişe tabanca ile ateş edersen,

gelecek sana top ile ateş eder” diyen

Atambayev, geçmişin korunması gerektiğini

ifade etti. Kırgız askerlerinin,

kuşatma sırasında İznik şehrinin kapılarını

hiç kimseye açmadığını belirten

Atambayev ilginç bir de tarihi bilgiyi

Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev,

TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada "Ulu Türk

kağanlığını kuramasak bile en azından kuvvetli bir

Türk birliğini yapmalıyız. Ancak bunun için sadece

Türkiye’nin değil, diğer Türk Cumhuriyetlerinin de

sağlam ve ayakta durması lazım." dedi.

Kırgızistan

Cumhurbaşkanı

Almazbek

Atambayev:

Kuvvetli bir

Türk birliği

yapmalıyız"

"

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 40 41 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

4 Mart 2012 Rusya Devlet Başkanlığı

seçimlerinde 1999 - 2000

arası Başbakanlık, 2000 - 2008

yılları arası Devlet Başkanlığı ve 2008

- 2012 Başbakanlık görevini yapmış

olan Vladimir Putin % 63 oyla tekrar

Rusya Federasyonu Devlet Başkanlığına

seçildi.

Aralık ayında yapılan Parlamento seçimleri

sonrası Putin’in iktidardaki Birleşik

Rusya Partisi oy kayıplarıyla olsa

da parlamentoda tekrar çoğunluğu

sağlayarak iktidar partisi oldu. Ertesi

gün muhalifet sokaklara çıkarak, seçimlerde

hile karıştığı gerekçesiyle İktidar

partisi ve Başbakan Putin’e karşı

gösteriler yaptılar. Günlerce süren

sokak gösterileri, dünyada geniş yankı

buldu. Olaylar sonrası Putin bir televizyon

konuşmasında Devlet Başkanlığı

seçimlerinde bütün seçim merkezlerine

kameralar konulacağına açıkladı.

Devlet Başkanlığı seçimi geldiğinde

de Putin’in aldığı bu karar uygulandı.

Buna rağmen, Muhalefet liderleri ve

Başkanlık seçimlerine giren Genadiy

Zyuganov ve Mihail Prohorov seçim

sonuçlarını kabul etmediklerini söylemelerine

karşı Sergey Mironov ve

Vladimir Jirinovskiy Putin’i tebrik bile

ettiler. Ancak protesto manzaraları eksik

olmadı. Putin, Parlamento seçimlerinde

olduğu gibi olayların arkasında

ABD’nin olduğunu ve muhalefete para

aktararak Moskova’da Arap Baharını

kışkırtmaya çalıştığını söyledi. Bilindiği

gibi Rusya’da yaşanan sokak olayları

sadece Moskova’da ve Petersburg’ta

gerçekleşmekteydi. Dolayısıyla protestolar

“Moskova merkezliydi”. Putin

Moskova dışındaki bölgelerde desteğinin

çoğunluğunu elinde tutmaya

devam etmekteydi.

Putin seçimlerde bu kadar yüksek

oy almasının temelinde alternatif

bir liderin olmaması kozunu çok iyi

değerlendirdi. Bazı yazarlar bunun

nedeni tek ve Putin’e alternatif olabilecek

olan “Yabloko” partisinin “ultraliberal”

kanadı temsil eden Grigoriy

Yavlinskiy’nin seçimlere katılamamasına

bağlamaktadırlar. Ancak bir

yandan da Putin’in seçilmesini Rusya

için olduğu kadar Batı içinde ey uygun

lider olarak görmektedirler.

Putin ülkenin değiştiğinin farkındadır,

bundan sonrada sadece kendi

popülaritesine güvenmekle kalmayacak.

Putin ve çevresinin iktidarda

kalabilmesi için, siyasi, toplumsal ve

ekonomik reformların gerçekleştirmesi

gerekmektedir, ancak bazı uzmanlara

göre bu yönetimin bunu gerçekleştirmesinin

az ihtimali olduğudur. Çünkü

siyasi değişim olmadan ekonomide

değişim olamayacağını düşünmektedirler.

Siyaset bilimci olan Fedorov’a göre,

bundan sonra Putin seçim kampanyasındaki

programına uygun hareket

etmesi lazımdır. Putin ya vaad ettiklerinin

arkasında durarak yeni devlet

yapılanması istikametine doğru yol

alır, ya da toplumda rahatsızlığı dahada

artırır. Belkide Putin için bu dönem

son dönemde olabilir. Siyaset Bilimci

Pavel Svyatenkov’a göre Hükümet bu

durumda muhalifete karşı uzlaşmaya

gitmesi sonucu populer olan bakanları

görevden alarak protestocuların seslerini

duyduklarını göstermesi gerekir.

Muhalefete bakılacak olursa, ne zamanki

kesin bir şekilde ülkenin kalkınmasıyla

ilgili programla ortaya çıkarlarsa,

işte o zaman gerçek bir siyasi

güç olarak topluma kendilerini kabul

ettirmiş olurlar. Aksi takdirde sadece

iktidarı eleştirmenin dışına çıkamayacak

ve toplum önünde güçlü alternatif

olamayacaktır. Putin açıklamalarında,

muhalefetle hiç bir zaman diyalogdan

vazgeçmediğini fakat bu diyalogların

kurucu programlar üzerine inşa edilmesi

gerektiğinide vurgulamaktadır.

Dış Politika

Putin dış politikada büyük ölçüde

değişiklik yaşanmayacağını söylemektedir.

2000 - 2008 yılları arasındaki

Devlet Başkanlığı döneminde de

Putin Rus dış politikasında Batı karşıtı

faaliyetleriyle Doğuya doğru yönünü

çevirmiş olsada, Orta Asya ülkeleriyle

Moskova merkezli güvenlik sistemi

kurması, Kırgızistan ve Tacikistan’da

askeri üsler açması, Çin’le ortaklaşa

baş çektiği Şanghay İşbirliği Örgütünün

kurumsallaşması, Münih çıkışı

ve Bükreş’te Ukrayna ve Gürcistan’ın

NATO üyeliğine karşı çıkmış olsada,

Putin’in dış politikası, ülkenin jeopolitik

avantajından ve tarihsel deneyiminden

yararlanarak Doğu - Batı arasında

bir denge kurmaya çalışmaktadır.

Rusya, Batı kurumlarıyla sıkı ilişkileri

devam etmesi, özelliklede Almanya ve

Fransa üzerinden AB ile olan ilişkileri,

NATO ile olan Ortak Konseyi bunun

göstergesidir. Putin’in Batı’ya karşı

çıkışları, aslında W.Bush döneminde ki

ABD politikalarına karşı bir tepki olarak

yansımaktaydı.

Rusya

Seçimleri:

Gerçekler ve

Beklentiler

Dr. İsmail SAFİ

İstanbul Milletvekili

KEİPA Türk Grubu Başkanı

Dışişleri Komisyonu Üyesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 42 43 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

45 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Putin’in yeni dönemde izleyeceği dış

politika kaçınılmaz olarak iç politikaya

yansıyacağına göre önünde üç tercih

sözkonusudur. Buna göre, ya Batıcı/

Atlantikçi, ya saf ulusalcı/Avrasyacı

politika, ya da Batıcılık ile Avrasyacılık

arasında bir denge söz konusudur.

Dış Politika seçeneklerini yaparken iç

etkenleri göz önünde bulundurmak

gerekecektir.

Batı modelini benimserse/Liberal olursa,

ABD’den güçlü destek alan muhalefetin

radikal çizgisini kabul etmiş

olacaktır. Yargılanmakta olan Oligark

Hodarkovskiy’in serbest bırakılması

gerekecek, yolsuzlukla mücadelede

ve adalet alanında reform gerçekleştirmesi

ön plana çıkacak. Bu durumda

Putin ülke içinde “ulusalcılarla” ve

güvenlik birimleriyle karşı karşıya gelecektir.

Buda oligarklarla mücadele

edilmesini isteyen geniş kitlelerin ve

devlet bürokrasisinin desteğini kaybedecektir.

Bu seçenek Putin için uygun

olmayan bir seçenektir.

Avrasyacılığın temelinde yatan “ulusalcı/

vatanseverlik” politikasını izleyecek

olursa, devletin güvenlik birimlerinin

ve ordunun güçlü desteğini almasının

yanında Putin’den adalet, düzen,

güçlü ekonomi ve güçlü devlet iktidarı

talep eden ve reformların kaçınılmaz

olduğunu kabul eden halk kitlelerine

önemli darbe vurmuş olacaktır.

Putin, en zor yol olan Batıcılık ile

“vatanseverlik” arasındaki uzlaşma

arayışını devam ettirecektir. Bu durumda

Ulusalcılara yönelik Münih çıkışı

yaparken Afganistan konusunda ve

enerji boru hatlarıyla ilgili olarak batıya

taviz vermeye, eski Sovyet coğrafyasına

yönelik Avrasya Birliği projeleriyle

devlet üstü bir yapılanma inşa etme

çabasının sürdürülmesinin yanı sıra

Gürcistan’a (ve Ukrayna) karşı baskıcı

politikalar sürdürülmeye devam

edecektir. Rus dış politikasında önemli

ağırlığa sahip olan Dışişleri Bakanı

Sergey Lavrov bu dönemde görevini

sürüdüreceğine göre dış politikada

radikal değişiklikler sözkonusu olmayacaktır.

Suriye konusunda tutumunu devam

ettirmenin yanında Avrupa ile “Güney

Akım” çerçevesinde enerji diyalogunu

devam ettirecektir. Putin Atlantik’ten

Pasifike kadar “Avrupa Milletleri”

stratejik ortaklığın kurulmasını teklif

etmesinin yan sıra, Rusya’nın askeri

modernizasyonu için 700 milyar Dolarlık

projenin hazırlandığını da ilan

etti. Dolayısıyla ABD hegemonyasını

kırarak kutuplardan biri olmaya iddiasını

da sürdürecektir. Bunu tek başına

yapmayacaktır. Çin, Hindistan ve Latin

Amerika ile birlikte hareket ederek,

ABD’ye başkaldıran, geleneksel müttefiki

olan İran’ın arkasında olmaya

devam edecektir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 44

46 47 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

“Kıbrıs” denildiğinde mitoloji araya

girer ve Aşk Tanrısı’nın doğduğu

denizin dalgaları hemen akla gelir.

Ne var ki, buna rağmen, Doğu

Akdeniz’in kontrolünü elinde tutmak

isteyen güçlerin üzerinde sürekli

olarak münakaşa ettikleri bu adanın

tarihinin semalarında hüküm süren

Venüs değil, ateşli Savaş Tanrısı

Mars’tır.

Kıbrıs tarihi gerçekte birbirini izleyen

yabancı hâkimiyetler dizisi olarak

özetlenebilir. Bunlardan sonuncusu,

barış yüzü görmeyen ve karışık bir

kimliğe sahip olan bu adanın kamu,

sivil ve siyasî hayatında pek çok iz

bırakan İngilizlerinkidir. Tam da 40’lı

yılların sonunda, İngiliz Kraliçesi

yönetimi döneminde, kendi geleceğini

belirleme hakkına yönelik huzursuzluklar

baş gösterdi. Ada yaygın

bir bağımsızlık arzusuyla hareketlenmişti,

fakat bu arzu Lawrence

Durrell’in “Kıbrıs’ın Acı Limonları”

adlı eserinde ustaca anlattığı gibi

Yunanistan’ la birleşme anlamına

gelen "Enosis" ideolojisinden dereceli

olarak etkilenip lekelendi ve nihayetinde

Ada’nın parçalanmasıyla

sonuçlandı.

Önceleri bu özerklik isteği, her şeye

rağmen bütün halkı birleştirebilecek

güce sahipken, bağımsızlık hareketinin

içinde Enosis ideolojisinin

ve “Yunancılığın” retorik kültürünün

kendini göstermesiyle birlikte,

yalnızca etnik kökene bağlı olarak

Kıbrıslıları kesin bir şekilde bölmekle

kalmayıp, varlığı anavatanla birleşme

rüyasının Helenistik saflığına neredeyse

bir leke olarak algılanmakta

olan Türk kökenli azınlığa yönelik

tehditlerle son buldu. İşte orada, o

düşünce ve o günlerde, daha sonraki

çatışmanın temelinde yer alan

nedenler yatmaktadır.

Diğer taraftan iki toplum arasındaki

gerilim, Birleşik Krallık’tan bağımsızlığın

elde edildiği 1960 yılında, Başpiskopos

Makarios yönetiminde ve Büyük

Britanya, Yunanistan ve Türkiye’nin

garantörlüğü altında tek bir birleşik

cumhuriyetin kurulmasının tartışılmakta

olduğu günün hemen ertesinde

kendini göstermeye başladı. Bu sıkıntılı

deneyim neredeyse hemen, Kıbrıslı

Rumların Kıbrıslı Türklerin liderini

hükümetten kovduktan sonra Türkleri

şehirlerin belirli semtlerine ya da ıssız

köylerine yerleşmelerine zorlayarak

Türk etnik toplumunun anayasal haklarını

kısıtlamaya karar verdikleri 1963’te

iflas etti. Böylece Kıbrıslı Türk halkı için

mahrumiyet, zulüm, şiddet ve katliamlardan

oluşan bir cehennem azabı

başladı. Bu, ancak Birleşmiş Milletler

Barış Gücü’nün gelmesiyle durdurulan

bir savaştı. Barış Gücü 1964 yılında,

Atina’daki Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs’ı

Yunanistan’ a bağlamak amacıyla

Kıbrıs Rum Devleti’nde darbe yaptığı

1974 yılına kadar süren bir ateşkes

sağlamayı başardı. Bu noktada Türkiye,

garantör olarak müdahale etme

hakkını kullanarak askerî bir çıkartmayla

Kıbrıs’ın kuzey kısmını kurtardı. Bu

da adanın yaklaşık olarak üçte birlik

kısmıydı. Bu durum Kıbrıslı Rumların

kuzeyden güneye, Kıbrıslı Türklerin ise

güneyden kuzeye doğru geçmelerine

neden olan ikili bir göç hareketi başlattı.

Buna bağlı olarak adanın her iki

bölgesi de tamamen olmasa da büyük

bir etnik homojenliğe sahip oldu.

O zamanlar Kıbrıs, hatta başkenti bile

“Yeşil Hat” denen bir hat aracılığıyla

ikiye bölünüyordu. Daha sonra bu

Yeşil Hat, Kıbrıs Türk toplumunun

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ ni kurarak

bağımsız bir devlet oluşturduğu

1983 yılında, bugün hala BM’nin mavi

kasklı askerleri tarafından gözetilen

gerçek bir sınıra dönüştü. Bu olaylar,

yapılmakta olan zor görüşmeleri daha

da karmaşıklaştırarak iki etnik toplum

arasındaki yüzleştirmeyi, iki devlet

kurumu arasında da yaşanan bir yüzleştirmeye

dönüştürdü. Her şeye rağmen

iki taraf arasındaki müzakereler,

BM’nin 1985 yılında getirdiği, Kıbrıs

Türk toplumu tarafından kabul edilse

de Kıbrıs Rum kesimince reddedilen

bir ön anlaşma önerisine dönüşene

kadar devam etti. Sonraki yıllarda

müzakereler yeniden başladı; ancak

herhangi bir sonuç alınamadı. Bu durum,

Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin

SSCB’den satın alınan anti-uçak füzelerini

Kıbrıs topraklarına kurma niyeti

sonucunda durumun kötüleşmesiyle

1996-1997 yıllarında patlak veren

krize kadar devam etti. Ancak füzeler

Türkiye’nin misilleme tehdidi karşısında,

Kıbrıs Cumhuriyeti ve Atina hükümetleri

arasında yapılan bir anlaşma

sonucunda NATO’nun tarihi kalesi

Girit Adası’na monte edildi.

Mars’ın Adası

Avrupa Birliği’nin

Akılsızca İçine Taşıdığı

Çözümsüz Bir Kriz - I

Pietro Paolo AMATO

İtalya Parlamentosu Senatörü

Çeviri: Sadriye GÜNEŞ

Editör: Fabio GRASSİ

...Tek meşru hükümet olarak kabul edilen, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından

temsil edilen bir AB’li Kıbrıs ile Rum tarafının pazarlık yapma gücünün Kıbrıs

Türk tarafına göre aşırı derecede arttığı aşikârdır. Bunun sonucunda Kıbrıs

Cumhuriyeti, kendinde Türkiye’nin Avrupa’ya girişine yasak koyma hakkını

görmeye kadar gidebiliyor, oysa bu sırada KKTC bir ambargoya benzeyen

ve saygın BM eski Sekreteri U’Thant’ın “tam anlamında kuşatma” olarak

nitelediği ekonomik ve siyasi yalnızlığa katlanmak zorunda bırakılıyor.

Devamı gelecek sayıda

EKOAVRASYA 2012 BAHAR

mada bulunmuş, bu konuda Azerbaycan

ve KGAÖ’ye üye olan ülkelerde

yeni tartışmaların yaşanmasına neden

olmuştur. Bu tartışmalarda KGAÖ’ye

üye devletlerden hiç biri Bordyuja’nın

açıklamalarını destekleyen görüş bildirmemişlerdir.

Rusya, KGAÖ’ı oluştururken bu kurumun

Sovyetler Birliği dönemindeki

Varşova Paktı’nın rolünü üstleneceğini

planlasa da, örgüt değil uluslararası

alanda, bölgesel alanda bile bu güne

kadar her hangi bir askeri sorunun

çözümünde yer almamıştır. Rusya

bu kurumla mazinin anılarını unutmamaya

ve BDT ülkelerini askeri açıdan

bir arada tutma çabası içerisindedir.

Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altında

olan Dağlık Karabağ’da askeri

operasyonlara başlayacağı takdirde

KGAÖ’a üye devletlerin Rusya’nın

yanında olacakları da belli değil.

2011’de üye devletler tarafından yapılan

açıklamalar değerlendirildiğinde,

Rusya’nın üye devletlerden tam destek

alacağı tartışmalı bir konudur.

Bordyuja’nın bu açıklamayı bölgede

ABD-İran gerginliğinin tırmandığı bir

zamanda yapması Azerbaycan’a çifte

uyarı gibi değerlendirmek mümkündür.

Son zamanlarda Azerbaycan-İran

arasında yaşanan gerginliği daha da

alevlendirmek için Rusya ve Ermenistan

basınında çeşitli makaleler, haberler

ve yorumlar yayımlanmaktadır.

Ayrıca, bu açıklamanın Ermenistan’da

Mayıs 2012’de yapılacak parlamento

seçimlerinden önce iç politikada kaos

yaşandığı bir dönemde yapılması,

Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’a açık

bir destek gibi de yorumlamak mümkündür.

AGİT Minsk Grubu yaklaşık 20 yıldır

Dağlık Karabağ sorununun çözümü

için uğraşmaktadır. Ama bu güne

kadar sorunun çözümünde somut

bir ilerleme elde edilmemiştir. Ayrıca

Minsk Grubu eşbaşkan devletleri olan

Rusya, Fransa ve ABD’nin soruna

yaklaşımları, yaptıkları açıklamalar

kesinlikle arabuluculuk misyonları ile

üst üste düşmemektedir.

ABD, Atlantik ötesinden dünyanın her

yerinde etkin olmaya, Orta Doğu coğrafyasındaki

devletleri teröre destek

verdiklerini, kimyasal ve nükleer silah

elde etmek istemelerini bahane getirerek

bu ülkeleri işgal etmeye, bölmeye,

parçalamaya devam ederken,

Azerbaycan’a Ermenistan tarafından

işgal edilen topraklarını askeri operasyonla

geri almaması için her türlü

baskı uygulamaktadır. ABD, İran’ın

nükleer silah elde etme çalışmalarını

önlemek için bu ülkeye ekonomik,

siyasi yaptırımlar uygularken, sözde

Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ne her yıl

on milyonlarla dolar yardım yapmaktadır.

Fransa arabulucu devlet olmasına

rağmen, Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy

‘Dağlık Karabağ’ın Ermenistan

için ne anlama geldiğini Fransa çok

güzel anlıyor’ diyerek safını belirlemektedir.

Fransa, soruna taraf olan

Ermenistan ile askeri ve ekonomik

ilişkilerini daha da genişlendirmeye

çalışmaktadır. Uluslararası alanda

sözde Ermeni soykırımın tanınması

yönünde Ermenistan’ın ve Ermeni diaspora

teşkilatlarının propagandalarını

destekleyen Fransa, sözde soykırım

iddialarını tanımış ve hatta inkar yasasını

kabul etmiştir.

Rusya, eşbaşkan olmasına rağmen

son 20 yılda Ermenistan’a yaklaşık 1,5

milyar dolar karşılıksız silah yardımında

bulunmuştur. Rusya, ayrıca, KGAÖ

çerçevesinde de Azerbaycan’a zaman

zaman baskı uygulamaktadır.

Eşbaşkan devletlerin bu tutumları

devam ettiği sürece Dağlık Karabağ

sorununun çözümünde her hangi bir

pozitif gelişmenin yaşanması imkansız

gibi görünüyor.

Rusya’nın liderliğini üstlendiği

Bağımsız Devletler Topluluğu

(BDT) Kolektif Güvenlik

Antlaşması Örgütü (KGAÖ) Başkanı

Nikolay Bordyuja 21 Şubat 2012 tarihinde

düzenlediği basın toplantısında

‘Dağlık Karabağ’da askeri operasyonlar

başlarsa, Ermenistan KGAÖ’ın tam

üyesi gibi müttefiklerinden gereken

her türlü yardımı alacaktır’ demiştir.

Bordyuja, KGAÖ’nün Karabağ sorunu

ile ilgili gelişmeleri takip ettiğini, ancak

diğer bir uluslararası teşkilatın (Avrupa

Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGIT)

Minsk Grubu’nun) sorunun çözümü

ile ilgilendiği için karışmadıklarını bildirmiş,

Karabağ konusunda taraflar

arasında askeri tırmanma olduğu takdirde

Ermenistan’ın ihtiyaç duyduğu

desteği alacağını ifade etmiştir.

Bu açıklama ile Bordyuja ilk defa

konuyla ilgili görüşlerini bildirmemiştir.

19 Mayıs 2011’de İrevan’da

düzenlenen ‘KGAÖ ve Güney Kafkasya:

Bölgede Barış ve Güvenlik

Perspektifleri’ adlı konferansa katılan

Nikolay Bordyuja’nın ‘Son zamanlarda

Azerbaycan’ın askeri retoriğinin

artması Karabağ sorununda durumun

ciddileşmesine neden olmuştur...

Dağlık Karabağ sorununun barış

yoluyla halledilmesi KGAÖ’nün temel

prensiplerindendir’ şeklinde bir açıkla-

KGAÖ ve

Dağlık Karabağ

Problemi

Dr. Hatem CABBARLI

Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 48 49 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

İlk kez çocukluğumda tanıdım

Kurucu Cumhurbaşkanımız merhum

Rauf R. Denktaş’ı. Mücadele

arkadaşları ile birlikte gelip kahveye

oturur, ağabeylerimize, babalarımıza,

dedelerimize büyük bir coşku ile hitap

ederlerdi.

Anlamadığım konuları konuşurlardı.

“Türkiye, anavatan, asker, mücadele,

taksim, ölüm, bağımsızlık” kelimelerini

duyardım ama bu kelimeler çocuk

beynime pek hitap etmezdi. Sadece

“Türk askeri” lafını duyunca kulaklarım

dikilir, kalbimden aşağıya doğru akan

ılık sular bütün vücudumu kaplardı.

O, çocuk dünyamın 3 büyük adamından

birisi idi.

“Doktor Küçük, Rauf Denktaş, Osman

Örek, Üç arkadaş, birleşmişler gardaş,

gardaş...”

Diye şarkı söyleyerek, ellerimizde bir

gece evvelden özene bezene kağıttan

yaptığımız ve kusursuzca boyadığımız

Türk bayrakları ile karşılardık kendilerini.

Türk bayrağı ne gezerdi İngiliz döneminde.

Değil asmak, taşımak bile

yasaktı.

Bir keresinde hocamız Kıbrıs adası

haritasını çizmek ödevini vermişti bize.

Ben haritayı çizmiş, orta yerine de

kocaman bir Ay Yıldız’da koyunca, hocamız

kağıdımı hemen elimden almış,

“Yasaktır. Umarım kimse görmemiştir”

demişti.

Anlayan kim…

Benim için “yasak” sadece, ellerim ve

üstüm başım kir pas içinde çamurlu

ayakkabılarla eve gitmemek, bir de

önüme konan yemeği yememek için

bahaneler üretmemekti.

Gerisi benim “yasak” algılamalarımın

içine girmezdi.

Bana neydi İngiliz’in yasağından.

Defterimin her sayfasına çizmeye başladım

ortasında Ay Yıldız olan Kıbrıs

haritasını.

Neyse ki başıma pek bir bela gelmedi

bu yüzden.

Rahmetli ağabeyim (Mimar) Bora

(Atun), bir gün gaşa (kasa) tahtalarını

kesip bir şeyler yapmaya başladı.

Uzun gaşa tahtalarını çeşitli şekillerde

kesiyordu ama kesilenler de hiçbir

şeye benzemiyordu. Oyuncağa benzer

bir şey olsa, dayak pahasına hemen

alıp götüreceğim ama oyuncağa

da benzemiyordu kestikleri.

En sonunda kestiklerini üst üste

koyup çakınca kocaman bir Kıbrıs

haritası çıktı ortaya. Bana göre kocamandı

tabii.

Uzunluğu bacaklarımın boyu kadar

vardı. Tahtaları da iyice cam kağıtlamıştı

(zımparalamıştı) ama sanki bir

gariplik vardı bu Kıbrıs haritasında.

Soldan sağa, boylu boyunca tam orta

yerinde tahtalar birleşmemiş ve ayrık

duruyordu. Sorunca da “çivim bitti”

demişti bana.

Ertesi gün anladım o tahtaların niye

ayrık olduğunu.

Mahalledeki bütün evlerin duvarlarına

kocaman yeşil renkli bir Kıbrıs haritası

mühürü vurulmuştu. Kıbrıs adası tam

ortadan enlemesine ikiye ayrılmış

vaziyetteydi ve altında da elle “Volkan”

imzalı, “Ya Ölüm, Ya Taksim” ile yazıyordu.

Rauf beyin kahvede söyledikleri yavaş

yavaş anlam kazanmaya başlamıştı

küçücük beynimin içinde. Ağabeyim

ise artık “Volkan”ın faal bir üyesi olmuştu.

Ben ise aralarına katılabilmek

hayalleri içinde büyümek için sabırsızlıkla

gün sayıyordum.

Aradan geçen yıllardan sonra ilk kez

Rauf beyi yakından 22 Aralık 1963

günü gördüm. Artık bıyıklarım da

terlemeye başlamıştı. Okula gelip

bize hitap etmiş, mücadeleye hazır

olmamızı söylemişti. Birkaç gün sonra

da hayatımda ilk kez gerçek bir silahla

tanışmış, eğitim aldıktan sonra da

nöbetlere girmeye başlamıştık. Kıbrıs

Türk halkı olarak soykırıma uğradığımız

ve korkunç bir mücadele verdiğimiz

yıllar başlamıştı artık.

Kaderim Rauf beyle 1970 yılında kesişti.

Artık büyümüş genç bir delikanlı

olmuştum. Yıllar sonra ilk kez seçimler

yapılıyordu ve Rauf beyin halka hitabını

ilk kez dinlediğimde de adeta

büyülenmiş, Kıbrıs konusunun özünün

ne olduğunu artık iyice anlamaya

başlamıştım.

Mücahitlik dönemimde uzun bir uğraşıdan

sonra hazırladığım RMMO

Kamplarını ve mevzilerini gösteren

harita nedeni ile beni tebrik etmiş,

birlikte bir öğle yemeği yemekle ödüllendirmişti.

1976 seçimlerinde de beni seçimlere

katılmaya ve aday olmaya teşvik etmişti.

Katıldım ve UBP Mağusa Milletvekili

seçildim. İngilizcemin ana dilim

kadar iyi olması nedeni ile Dış İşleri

Komisyonuna seçilince Rauf beyle

yakından çalışmak olanağım oldu ve

bu birliktelik yıllarca devam etti.

Çok zeki bir insandı. Büyük çoğunluğumuzun

“enine boyuna” düşünüp

karar vermek yeteneğine karşın Rauf

beyin başka hiç kimsede görmediğim,

geometrik olarak küre şeklinde diye

tanımlayabileceğim bir düşünme ve

analiz yeteneği vardı.

Olayları ve kelimeleri, beyninde adeta

bir kürenin üzerine konmuş gibi çevirir

ve her açıdan bakarak artılarını ve

eksilerini görürdü.

KTFD Meclisi Dış İşleri Komisyonunda

bildiriler, açıklamalar, kınamalar

ve diplomasi metinlerini hazırlarken

mutlaka Rauf Bey’e danışır, görüşlerini

alır, ondan sonra metni sonuçlandırırdık.

Dolayısıyla Genel Sekreteri

Kurt Waldheim’in hamiliğinde 1977

Şubatında yaptığı ve Makarios’a kabul

ettirdiği 4 maddelik Doruk Anlaşması

Rauf beyin diplomatik zaferidir.

Özellikle de 3. Maddesi, Kıbrıs Türk

halkının ada üzerindeki varlığını sürdürmesinin

zeminini pekiştiren, son

derece kurnazca hazırlanmış ve kullanılan

kelimeleri, ileriki yıllarda olacakları

ve Rumların Megali İdeaları göz

önüne alınarak seçilmiş.

Zaten Makarios’un da aradan sadece

6 ay geçtikten sonra kahrından ölmesinin

nedeni de bu 3. Madde.

Günümüzde Hristofyas’ın, Güzelyurt’u

da isterim, Karpazı’da, Maraş’ı da,

Mesarya’yı da taleplerine dur diyebilmemizi

sağlayan da işte bu 3. madde.

Gali Fikirler Dizisi, Troutbeck, Glion ve

diğer görüşmelerde Rauf beyi daha

da yakından tanıma fırsatım oldu.

Annan Planı döneminde yine birlikte

çalışma şansı buldum büyük

liderimizle. Yoğun bir çalışma süreci

geçirdiğimiz o dönem, Denktaş’a

hayranlığımın kat be kat arttığı dönem

oldu. Müthiş bir temposu, bitmeyen,

tükenmeyen bir enerjisi vardı. Beyni

adeta, bir süper bilgisayar gibi olayları

ve konuları eksiksiz hatırlamakta ve

o günkü gelişmelere göre de hemen

gerekli stratejiyi belirleyebilmekteydi.

Birçoğumuzun uzmanı oldukları konuları

bizlerden çok daha iyi ve detayları

ile bilmekteydi.

Filistin halkının “Abu Ammar” dediği

rahmetlik Yaser Arafat’ı da Rauf beyin

sayesinde tanımıştım.

“Rumlarla mücadele edeceksen kendilerini

çok iyi bilmeli ve anlamalısın”

diyerek Helen dünyasını derinlemesine

araştırmanın içine adeta iteklemişti

beni.

Makarios’u, Klerides’i, Kiprianou’yu,

Papadopulos’u, Lissarides’i, Rum

Ortodoks Kilisesini, Rum siyasi partilerini

Rauf bey sayesinde tanıdım ve

kim olduklarını, ne düşündüklerini,

geçmişlerini, ülkülerini ve düşünce

tarzlarını derinlemesine öğrendim.

Bu çalışmanın faydalarını hep yaşadım

ve hala da yaşamaktayım. Rum liderlerle

ilgili yaptığım her öngörü doğru

çıktı bu güne değin. 2008 Şubatında

yapılacak Rum Cumhurbaşkanlığı

seçimlerinde Papadopulos’un kaybedeceğini

ve kazanma şansının hiç

olmadığını tam 7 ay evvel, Temmuz

2007’de, her hafta sunduğum televizyon

programımda söylemiş ve diğer

programlarımda da defalarca öngörümden

en küçük bir şüphe bile duymadan

tekrar etmiştim bu bulgumu.

“Aferin. İyi tanımışsın Rum siyasileri”

demişti bana Rum Cumhurbaşkanlığı

seçimlerinden sonra. “Sen Rum

Piskoposlarını da iyi tanırsın. Nedir

bu Karpaz’a metropolit atamaları”

diye sormuştu bir keresinde. Hem de

televizyon ekranında, seyircilerin karşısında.

Konuyu benden daha iyi bildiğinden

hiç şüphem yoktu ama sorması

da beni etkilemiş, gururumu okşamıştı.

Beni birçok yönden etkiledi Sayın

Cumhurbaşkanımız.

Birçok vasfını ve özelliğini aynen almaya

ve adeta kendi kişiliğimin üstüne

giydirmeye çalıştım çoğu kez.

Unutamadığım anılarımdan bir tanesi

de Mücahitlik dönemimde Temel

eğitimden sonra O’na hitaben okumuş

olduğum bölük adına yaptığım

yeminimizdi. St. Hilarion’daki 2. temel

eğitimimden sonra da gene yemini

ben okumuş, O’na hitap etmiştim.

Beni yanına çağırmış “Türkçen ne

kadar da güzel ve akıcı” demişti. Elini

mi öptüm yoksa sadece selam durup

teşekkürlerimi ifade etmek için “Sağolun”

mu dedim pek hatırlamıyorum

ama çok onur duymuştum “Liderimiz

Denktaş”tan bu sözleri duymaktan.

Böyle bir onur herkese nasip olmazdı.

Kendisinden çok şeyler öğrendim,

çok bilgiler aldım. En önemlisi de

hayat çizgimi, düşünme doğrultumu

belirledim ondan aldığım öğretilerle.

O’nu birkaç sayfalık yazıyla anlatmak

mümkün değil.

Binlerce yılık şanlı bir geçmişi olan

Türk tarihine bir bayrak, bir devlet

armağan etti Kurucu Cumhurbaşkanımız,

dava adamı ve liderimiz Rauf R.

Denktaş bey.

O’nu kaybetmenin derin üzüntüsünü

yaşıyorum. Allahtan kendisine rahmet,

ailesine baş sağlığı dilerken, cennetteki

mekânının nur içinde olmasını

diliyorum.

Denktaş’ı

Tanımak

Prof. Dr. Ata ATUN

Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 50 51 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

3 Şubat 2012’de Fransız askerlerini

bölgeyi boşalttıkları bilinmektedir. Yetkililer,

Afgan ordusu ve polis teşkilatı

içinde Taliban taraftarlarının yerleşmiş

oldukları ve bu yüzden zaman zaman

yabancı güçlerle Afgan ordu veya

polisi arasında bir takım çatışmaların

yaşandığını ifade etmektedirler. Ayrıca,

ülkenin güneyindeki Kandahar

şehir merkezinde 6 Şubat 2012’de

bir bombalı saldırı sonucunda beşi

polis dokuz kişinin hayatını kaybettiği

ve birçok kişinin de yaralandığı bilinmektedir.

Yapılan açıklamada bombalı

saldırının Taliban tarafından yapıldığı

ifade edilmektedir.

Yapılan tüm bu saldırıların ABD ile

Taliban arasında barış müzakerelerinin

devam etmekte olduğu günlerde

gerçekleşmesi özellikle dikkat çekmektedir.

ABD başta olmak üzere

Afganistan’da etkin olan uluslararası

güvenlik güçleri tarafından “Afganistan

sorununun tartışmasız tek tarafı” olarak

kabul edilen Taliban örgütünün ABD

ile barış görüşmeleri yaptığı günlerde

bu saldırıların gerçekleşmesinden,

ya Taliban örgütünün Afganistan’daki

saldırılarda tek etken olmadığı veya

bu örgütün söz konusu barış görüşmelerde

samimi davranmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan Afganistan’da bulunan

ABD ve diğer uluslararası güçlerin

diğer bir hedefi de Afganistan’dan

kaynaklanıp küresel bir sorun haline

gelen uyuşturucu ekimi ile mücadele

konusuydu. Taliban döneminde,

Taliban dönemine göre ciddi oranda

artan uyuşturucu ekimi, Afganistan’da

güvenlik sorunun artmasıyla beraber

çoğalmaktadır. BM Uyuşturucu Suçları

Bürosu tarafından Aralık 2011’de

yayınlanan rapora göre Afganistan’da

uyuşturucu ekimi 2010 yılına göre

yüzde altmış oranında artmıştır. Kabil

yönetiminin raporlarına göre uyuşturucu

üretimi en fazla güvenlik sorunu

olan güney, güneydoğu ve güneybatı

bölgelerinde görülmektedir.

Bilindiği üzere uyuşturucu maddelerine

bağımlılık ve risk gruplarını oluşturan

insanlardaki merak ve özenti

gibi unsurlar, dünyanın her bölgesinde

büyük bir tüketici kitlesinin ortaya

çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Dolayısı

ile uyuşturucu maddelerinin yasa

dışı ticaretinden elde edilen yüksek

kâr oranı çıkar gruplarınca suistimal

edilerek kısa yoldan büyük paralar

kazanma yolu haline gelmiştir. Bu da

dünya çapında bir birine bağlı uyuşturucu

şebekelerinin ortaya çıkmasına

sebep olmuştur.

Uyuşturucu tacirleri, üretici ülkelerden

temin ettikleri uyuşturucu maddeleri,

mümkün olduğu kadar kısa sürede,

kendilerince daha güvenli olan ülkelere

sevk ederek buralarda depoladıkları

maddeleri, daha sonra partiler

halinde Batı Avrupa pazarlarına göndermektedirler.

Uyuşturucu maddenin

daha rahat elde edilerek intikali için

üretici ülkenin siyasî, ekonomik, kültürel

ve askerî yapısının zayıf olması

ve merkezi yönetimin ciddi meşruiyet

sorununu ve üretici bölgede güvenlik

probleminin bulunması son derece

önemlidir. Bu açıdan bakıldığında Afganistan

ve çevre ülkelerindeki koşullar,

uyuşturucu ticareti için son derece

elverişli görülmektedir. Bu kapsamda,

uzun yıllar boyunca “Altın Hilal” adı

ile ün kazanmış olan Afganistan, İran

ve Pakistan üçgeni adeta bir uyuşturucu

üretimi merkezine dönüşmüştü.

Ancak gelişmeler ile birlikte özellikle

Afganistan uyuşturucu üretiminde

zirveye ulaşmış ve ticaret yollarında

da yeni alternatifler yaratmıştır.

Bu kapsamda Afganistan’dan elde

edilen uyuşturucu maddelerin Batı

Avrupa pazarlarına kadar ulaştırılmasını

sağlayan birçok rotanın ortaya

çıktığı görülmektedir. Ancak, bunlar

arasında, siyasal otoritelerin zayıf

olduğu, muhalif grupların daha aktif

faaliyet gösterdikleri Orta Asya ülkeleri

ile Pakistan rotası uyuşturucu

tacirlerince en güvenilir güzergah

olarak kabul edilmiştir. Özellikle

Afganistan’ın kuzey bölgelerinde

üretilen uyuşturucu maddesi, ülkenin

kuzeyindeki ülkeler; özellikle de bu

ülkeler arasında siyasal, ekonomik

ve askeri yapı bakımından zayıf olan

Tacikistan, uyuşturucu ticareti için en

fazla tercih edilen yollardan biri olarak

karşımıza çıkmaktadır. Afganistan’ın

kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinden

elde edilen uyuşturucu maddelerinin

Tacikistan yoluyla; Tacikistan, Özbekistan

ve Kırgızistan üçgeninde yer

alan Fergana Vadisi’ne getirilerek

depolandığı ve daha sonra buradan

Kazakistan yoluyla Rusya ve Avrupa

pazarları başta olmak üzere farklı

bölgelere dağıtıldığı bilinmektedir.

Son dönemlerde siyasal sorunların

en fazla yaşandığı bir diğer yol ise

Pakistan yoludur. Pakistan istikametine

intikal edilen uyuşturucu maddesi

daha fazla Afganistan’ın güney bölgelerinden

elde edilmektedir. Pakistan’ın

güneybatısındaki Hint Okyanusu’na

kadar ulaştırılan uyuşturucu maddesi,

buradan gemiler ile Basra Körfezi

üzerinden, Yemen ve Suudi Arabistan

yolu ile Ürdün ve Mısır’a kadar ulaştığı

bilinmektedir. Bu bölgelerde yeniden

gemilere yüklenen uyuşturucu maddesi,

deniz yolu ile Güney Kıbrıs ve

Yunanistan üzerinden Avrupa pazarına

kadar ulaşmaktadır.

Yılda milyonlarca dolar kazandıran

uyuşturucu madde kaçakçılığı

Afganistan’da çok bölgesel komutanlar

tarafından yapılmaktadır.

Merkezi yönetim içinde de üst düzey

görevlerde bulunan bu komutanlar

sahip oldukları devlet bağlantılarıyla

uyuşturucu ticaretine devam etmektedirler.

Ayrıca, Taliban örgütü içinde de

birçok komutanın uyuşturucu ticareti

ile bağlantısından söz edilmektedir.

Nitekim 11 yıl içinde gerek Kabil yönetimi

gerekse Afganistan’da görev

yapan uluslararası güvenlik güçleri

uyuşturucu ile mücadele konusunda

ciddi çabalar sarf etmesine rağmen

kayda değer bir ilerlemenin elde edemedikleri

görülmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Afganistan’da

barış ve güvenliğin sağlanması özellikle

bölgedeki uyuşturucu tacirlerine

indirilen ciddi bir darbe anlamına gelmektedir.

Bu nedenle bölgedeki uyuşturucu

tacirlerinin ülkedeki güvenlik

sorunlarını sürekli olarak körüklediğini

söylemek mümkün. Dolayısı ile

Katar’da Taliban ile barış görüşmesi

devam ederken, Afganistan’da hala

patlamaların yaşanması ve çatışmaların

ortaya çıkması, ülkedeki güvenlik

sorunundan kâr elde etmeye çalışan

çıkar grupların menfaati gereği olduğu

söylenebilir. Bu nedenle Afganistan’da

güvenlik ve uyuşturucu sorunlarının bir

bütün olarak ele alınması ve bu yönde

bir çözüm arayışında bulunulması

gerekmektedir.

Afganistan’da güvenliğin

sağlanması ve bu ülkeden

kaynaklanıp küresel bir sorun

haline gelen uyuşturucu ekimi ve

ticaretinin ortadan kaldırılması, Taliban

rejiminin yıkılmasından sonra öncelikli

hedeflerdendi. Ancak, ABD’nin

bölgeye yerleşmesi ve Taliban

rejiminin yıkılması üzerinden on bir yıl

geçmesine rağmen, ülkedeki güvenlik

sorununun her geçen gün daha da

kötüye gitmesi ve uyuşturucu ekimi

ve ticaretinin daha da artması dikkat

çekmektedir.

2001’de Taliban rejiminin yıkılması ile

Afganistan’da başlayan “yeni dönemin

mimarı” olarak bilinen ABD, başlangıçta

uluslararası terör listesine aldığı

Taliban örgütü ve onu destekleyen

tüm unsurlara karşı savaş açmış ve

kendisini adeta Afganistan’ın kurtarıcısı

olarak göstermişti. Ancak zamanla,

Afganistan sorununda “sadece askeri

çözüm arayışlarının” yeterli olmadığı

kanaatiyle, Taliban örgütünün isteklerine

de kulak vermeye başlamıştır. Bu

amaçla 2009’dan itibaren gündeme

gelen barış çalışmalarıyla Taliban örgütü

ile müzakere süreci nihayet 2011

sonlarında hayata geçirilmek istenmiştir.

Bu çerçevede gündeme gelen,

Taliban örgütünün farklı bir ülkede

siyasi temsilcilik açma isteğine olumlu

bakılmıştır. Başlangıçta Türkiye’de

açılması gündeme gelen Taliban örgütünün

siyasi temsilciliği, ABD, İngiltere

ve Almanya’nın istekleri ile Katar’da

açılarak resmen müzakerelere başlanmıştır.

Fakat barış çalışmalarının

devam etmekte olduğu son günlerde

ülkenin birçok bölgesinde yaşanan

çatışmalar ve bombalı saldırılar kafaları

karıştırmaya devam etmektedir.

Katar’da devam eden müzakerelerin

“olumlu” olduğu ifade edilirken, Afganistan

gündemi, bir Afgan askerinin

tam 20 Fransız askerini kurşuna

dizdiği haberi ile sarsılmıştı. Başkent

Kabil’in kuzeyindeki Kapisa şehir

merkezinde, NATO kapsamında görev

yapan Fransız askerlerinin Afgan

askerlerini eğitme sırasında bir Afgan

askeri tarafından açılan ateş sonucunda

dört Fransız askerinin öldüğü

ve 16 askerin de ağır yaralandığı bilinmektedir.

Bunun üzerinde Fransa Milli

Savunma Bakanı Afganistan’a gelerek

olayı yakından incelemeye başlamış

ve Fransa, Afganistan’daki tüm faaliyetlerini

durdurma kararı almıştı.

Ancak kısa bir süre sonra Fransa

faaliyetlerine yeniden başladıysa da,

Taliban Örgütüyle

Müzakere, Güvenlik ve

Uyuşturucu Sorunları

Fazıl Ahmed BURGET

TÜRKSAM Güney Asya Daire Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 52 53 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

2012

Türkiye-Türkmenistan

İlişkilerinin Altın Yılı

Olacak

Türkiye’yi ziyaret eden Türkmenistan

Devlet Başkanı Gurbangulu

Berdimuhamedov’u 9 bakan

ile karşılayan Abdullah Gül, ortak

basın toplantısında da, Türkiye’nin

Türkmenistan ile ilişkilerine verdiği

öneme vurgu yaptı.

Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbangulu

Berdimuhamedov, Çankaya

Köşkü’nde askeri törenle karşılandı.

İki ülke milli marşları çalındı, 21 pare

top atışı yapıldı. Köşk’te düzenlenen

karşılama törenine, görüşmelerde ele

alınacak konular çerçevesinde 9 bakan

katıldı.

İki lider daha sonra başbaşa görüşmeye

geçti. Pembe Köşk’te gerçekleşen

Gül-Berdimuhamedov görüşmesi

yaklaşık 1,5 saat sürdü. İki lider,

görüşmenin ardından ortak basın

toplantısı düzenledi. Gül’ün karşılama

töreninde konuk devlet başkanına

sıcak ilgisi basın toplantısında da devam

etti.

Berdimuhamedov’a “değerli kardeşim”

diyen Gül, Türkmenistan’ın ’kardeş

ülke’ olduğunu kaydetti. Yararlı,

verimli ve iki ülkenin geleceğine ışık

tutan bir görüşme yaptıklarını vurgulayan

Gül, “Sayın Berdimuhamedov’u

ağırlamaktan büyük memnuniyet duyuyorum”

diye konuştu.

Görüşmede, iki ülke ilişkilerini, bölgesel

konular da dahil olmak üzere her

yönüyle ele aldıklarını belirten Gül,

’kardeş iki ülke arasındaki güçlü ilişkileri

daha da geliştirmek istediklerini’

dile getirdi. Gül, konuşmasının sonunda

ise Berdimuhamedov ve Türkmenistan

halkının Nevruz Bayramlarını

kutladığını da sözlerine ekledi.

Konuk Devlet Başkanı Berdimuhamedov

ise konuşmasında, Cumhurbaşkanı

Gül’den “değerli dostum”

ifadesi ile bahsetti. Berdimuhamedov,

“Görüşmelerden hedeflediklerimize

tam olarak ulaştığımızı düşünüyorum”

diye konuştu.

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin

son derece olumlu şekilde geliştiğini

kaydeden Berdimuhamedov, "Türk

şirketleri Türkmenistan’da başarılı işler

yapıyor ve bu ilişkiler daha da güçlenecek"

diye konuştu.

Görüşme çerçevesinde iki ülke arasında

çeşitli alanlarda ilgili bakanlar

tarafından anlaşmalara imza atıldı.

Ortak Bildiri İmzalandı

Türkiye ile Türkmenistan, “Türkmenistan

Devlet Başkanı Gurbangulu

Berdimuhamedov’un Türkiye resmi

ziyaretinin sonuçlarına ilişkin ortak

bildiri”ye imza attı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile

Berdimuhamedov’un imzaladıkları

bildiriye göre, kardeş iki ülkenin lideri,

Türk-Türkmen ilişkilerinin mevcut durumu

ve bu ilişkilerin gelecekte daha

da geliştirilmesi imkânları üzerinde

durarak, karşılıklı yarar ve eşitlik temelinde

işbirliğinini güçlendirilebileceği

alanları tespit etti.

Dostane ve yapıcı bir ortamda, karşılıklı

anlayış içinde yapılan görüşmelerde,

çeşitli alanlardaki mevcut Türk-

Türkmen işbirliğinini daha dinamik bir

mahiyet kazanabilmesi için gerekli

potansiyelin bulunduğu konusunda

mutabık kalınırken, görüşmelerde ortak

ilgi duyulan bölgesel ve uluslararası

konu ve sorunlar ele alındı.

İki cumhurbaşkanı, Türkiye ile Türkmenistan

arasındaki yakın ilişkiler

temelinde, iki halkın tarihten gelen

kardeşlik bağları, ortak dil ve kültürünün

bulunduğunu vurgularken, bu

temelin iki ülke ilişkilerinin barış ve

istikrar doğrultusunda gelecek dönemde

gelişmesinde önemli bir etken

oluşturduğu kaydedildi.

Gül ile Berdimuhamedov, iki ülke halklarının

yararına hizmet eden güçlü bir

işbirliğinin iki kardeş ülke arasındaki

ilişkilerde öncelikli bir hedef teşkil

ettiğini belirtirken, iki ülke arasında

ekonomik ve ticari ilişkilerin durumu

ve geleceğini değerlendirerek, karşılıklı

fayda temelinde bu ilişkilerin uzun

vadeli ve istikrarlı şekilde oluşması için

çaba göstereceklerini teyit etti.

Ortak ilgi uyandıran enerji, tekstil,

ulaştırma, haberleşme, turizm, inşaat

ve bankacılık alanlarında işbirliğini geliştirme

imkanları değerlendirilirken, iki

cumhurbaşkanı gelecekte söz konusu

alanlarda ortak işletmelerin ve üretim

tesislerinin kurulmasınını teşvik edilmesi

hususunda mutabakata vardı.

Cumhurbaşkanı Gül,

Türkmenistan Devlet Başkanı

Berdimuhamedov’un Türkiye

ziyaretinde “Türk-Türkmen

birdir. İnşaallah geleceğimiz

çok parlak” dedi. Gül,

Türkiye’nin tüm gücüyle

Türkmenistan’ın yanında

olacağını belirtti.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 54 55 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Bu çerçevede, iki cumhurbaşkanı her

iki ülke topraklarındaki Türk ve Türkmen

yatırımcıları ile şirket faaliyetlerine

ülkelerindeki yasalar ve ikili sözleşmeler

doğrultusunda gerekli desteği

sağlayacakları konusunda mutabakata

vardı.

Cumhurbaşkanıları iki ülke arasında

ticari ve ekonomik işbirliğinin tüm

alanlarda derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi

ve ikili ortak projelerin hayata

geçirilmesinde etkin bir mekanizma

teşkil eden “Türk-Türkmen Hükümetler

Arası Ekonomik Komisyonu”nun önemini

vurguladı.

Cumhurbaşkanları, Türk dili konuşan

ülkeler devlet başkanları zirveler sürecinin

kardeş ülke ve halklar arasında

ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilip, güçlendirilmesinde

önemli bir forum olduğu

konusunda inançlarını yineledi.

Görüşmelerde, iki ülke arasında insani

alandaki ilişkilerin yanı sıra kültür,

eğitim, turizm ve spor alanlarında

temasların geliştirilmesine önem verildiği

belirtilirken, iki ülke lideri Türkiye

ve Türkmenistan’ın barış ve güvenliğin

güçlendirilmesine olumlu katkılarından

dolayı duydukları memnuniyeti dile

getirdi.

İki ülke lideri ayrıca, BM tüzüğünün

ilkeleri ve amaçları, uluslararası hukukun

genel kabul gören normları doğrultusunda

ikili ve çok yönlü işbirliğini

güçlendirmeye hazır olduklarını ifade

ederken, tarafların gelecekte de üst

düzey dahil çeşitli düzeylerde temas

içinde olacakları ve karşılıklı ziyaret

yapacakları kaydedildi.

Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhamedov,

Cumhurbaşkanı Gül’ü

ülkesine davet ederken, Gül’ün daveti

memnuniyetle kabul ettiği belirtildi.

Gül: Görüşmelerimiz Geleceğe

Işık Tutacak

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkmenistan

Devlet Başkanı Gurbangulu

Berdimuhamedov ile görüşmelerinde,

işbirliğinin daha ileri düzeylere taşınabilmesi

için her alanda çeşitli imkan

ve fırsatları olduğu hususunda görüş

birliğine vardıklarını belirtti.

Resmi ziyaret için Ankara’da bulunan

Berdimuhamedov ile Gül, baş başa ve

heyetler arası görüşmelerinin ardından

ortak basın toplantısı düzenlediler.

Cumhurbaşkanı Gül, kardeş ülke

Türkmenistan ile Cumhurbaşkanı düzeyinde

ziyaretlere verilen uzun aranın

ardından geçen Aralık ayında bu ülkeye

resmi bir ziyaret gerçekleştirdiğini

ve bu ziyaretin cumhurbaşkanı seçildikten

sonra Orta Asya’ya yaptığı ilk

resmi ziyaret olduğunu söyledi.

Türkmenistan Devlet Başkanı’nın,

Aşkabat’ta yaptığı davete icabetle

Türkiye’yi ziyaret ettiğini belirten Gül,

Berdimuhamedov’u ağırlamaktan

duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Gül, ’’Değerli Kardeşim’’

diye hitap ettiği Berdimuhamedov

ile baş başa ve heyetler arası

görüşmelerinde ikili ilişkileri bütün

yönleriyle ele aldıklarını ve iki ülke

arasındaki işbirliğinin yükseltilebilmesi

için görüş alışverişinde bulunduklarını

anlattı. ’’Görüşmelerimizin yararlı,

verimli, geleceğimize ışık tutan ve yol

gösteren bir mahiyette geçtiğini ifade

etmek isterim’’ diyen Gül, sözlerini

şöyle sürdürdü: ’’İkili ilişkilerimizde en

dinamik alanlardan birini teşkil eden

ticari ekonomik işbirliğinin bugünkünden

çok daha çeşitlendirilmiş ve derinliğe

sahip bir nitelik kazanmakta olduğu

konusunda mutabık kaldık. Sayın

Devlet Başkanı ile görüşmelerimizde

işbirliğimizin daha ileri düzeylere taşınabilmesi

için her alanda çeşitli imkan

ve fırsatlarımız olduğu hususunda görüş

birliğine vardık. Bu potansiyeli en

iyi ve verimli şekilde kullanmaya kararlıyız.

İkili ilişkilerimizin yanı sıra Türkiye

ve Türkmenistan bakımından önem arz

eden çeşitli bölgesel ve uluslararası

gelişmeleri de birlikte değerlendirdik.

Bu konulardaki yaklaşımımızın büyük

ölçüde örtüştüğünü ve benzerlik gösterdiğini

memnuniyetle gördük.’’

Cumhurbaşkanı Gül, çeşitli alanlarda

işbirliğini güçlendirecek ve

geleceğe katkı sağlayacak belgelerin

imzalandığını ifade ederek,

Berdimuhamedov’un Ankara’da Türkmenistan

ile Türkiye arasındaki ilişkileri

daha da güçlendirecek temaslarda

bulunacağına inandığını dile getirdi.

Gül, tüm Türkmen halkının Nevruz

Bayramı’nı kutladı.

Gül ve Berdimuhamedov’un görüşmelerinin

ardından TRT ile Türkmenistan

Kültür ve Televizyon, Radyo Yayınları

Bakanlığı Arasında İkili İşbirliği

Protokolü, Hükümetlerarası Ekonomik

İşbirliğine Dair Antlaşma, Dışişleri

Bakanlığı ile Türkmenistan Dışişleri

Bakanlığı arasında işbirliği protokolü

imzalandı.

Gül ve Berdimuhamedov ayrıca resmi

ziyaretin sonuçlarına ilişkin ortak bildiriyi

de imzaladılar.

Berdimuhammedov: Ziyaret,

Kardeşlik İlişkilerinin Giderek

Geliştiğinin İspatıdır

Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu

Berdimuhamedov, ziyaretinin,

Türkiye ile Türkmenistan arasında

geleneksel hale gelen kardeşlik ilişkilerinin

giderek geliştiğini bir kez daha

ispatladığını kaydetti.

Berdimuhamedov, Cumhurbaşkanı

Abdullah Gül ile Çankaya Köşkü’nde

düzenlenen ortak basın toplantısında,

Gül’e kendisine ve beraberindeki

heyete gösterilen sıcak karşılama ve

misafirperverlikten dolayı teşekkür etti.

Konuk cumhurbaşkanı, ziyaretin,

Türkiye ile Türkmenistan arasında

geleneksel hale gelen kardeşlik ilişkilerinin

giderek geliştiğini bir kez daha

ispatladığını kaydetti.

Görüşmelerin verimli geçtiğini ifade

eden Berdimuhamedov, karşılıklı saygı

ve anlayış çerçevesinde kardeşlik ilişkilerinin

önemli yönlerini ele aldıklarını

ve bunları hayata geçirmenin somut

yollarını görüştüklerini ifade etti.

Berdimuhamedov, bu çerçevede, önlerine

koydukları hedeflere tam olarak

erişildiğini, ziyaretin de başarılı geçtiğini

kaydetti.

Türkiye’deki görüşmelerin Türkmen-

Türk dostluğunun daha da pekiştirilmesinde

önemli adım olduğunu ifade

eden Berdimuhamedov, görüşmelerde

ikili ticari ve ekonomik ilişkileri

geliştirme konusuna önem verdiklerini,

bu konudaki imkanlar konusunda

geniş olarak görüş alışverişinde bulundukların

belirtti.

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerini

hızla geliştiğini ifade eden

Berdimuhamedov, Türk şirketlerinin

Türmenistan’da başarıyla faaliyet gösterdiklerini

belirtti.

Berdimuhamedov, Türk şirketlerinin

iştirakiyle ülkesinde önemli sanayi

ve sosyal tesisler yapıldığını, Türk

şirketlerinin Türkmenistan ekonomisinin

diğer alanlarında da başarıyla

çalıştığını kaydederek, bundan sonra

da Türk iş adamlarıyla verimli şekilde

çalışacaklarını söyledi.

Bilim ve kültür alanlarında karşılıklı

işbirliği konularını da değerlendirdiklerini

belirten Berdimuhamedov, iki ülke

arasında varılan anlaşmaların bu alanlardaki

ikili ilişkilerin geliştirilmesine

yardımcı olacağını ifade etti.

Konuk cumhurbaşkanı bu tür ilişkilerin

iki halkın birbirine yakınlaşmasını sağlayacağını

belirterek, bilim adamları ve

sanatçıların karşılıklı deneyim paylaşımı

ve uluslararası konferanslar düzenlenmesi

konusunda gerekli yardımları

vereceklerini kaydetti.

Berdimuhamedov, görüşmelerde ayrıca

bölgesel ve uluslararası konuları

ele aldıklarını söyledi.

Bu çerçevede, Türkmenistan ile

Türkiye’nin bölge ve dünya barışı,

güvenliği ve istikrarının pekiştirilmesinden

yana olduklarını ifade eden

Berdimuhamedov, iki ülkenin uluslararası

terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı

ve günümüzün diğer tehlikelerine

karşı etkin şekilde mücadele ettiğini

kaydetti. Berdimuhamedov, bundan

sonra da bu alanlardaki etkili ikili siyasi

ilişkileri sürdürme konusunda görüş

birliğine vardıklarını belirtti.

Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhamedov,

iki ülke dışişleri bakanlıkları

arasında düzenli işbirliği tesis

edilmesini de görüştüklerini kaydederek,

bu sayede iki ülkenin dış politika

kurumları arasındaki ilişkiler daha verimli

olacağını sözlerine ekledi.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 56 57 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

sonuçları gerilimi tırmandıracak bir

etki yaptı.

120 bin Sırp’ın yaşadığı Kosova’da

yaklaşık 35 bin kayıtlı Sırp seçmenin

yüzde 99.7’lik büyük bir oranla

referandumda “hayır” oyu kullanması

ve Kosova yönetimini tanımadıklarını

ortaya koyması siyasi gerginliğin

artacağına işaret ediyor. AB ilerleme

sürecinde kritik bir eşikte duran Belgrat

yönetimi, Kosovalı Sırpların ayrılıkçı

eylemlerine karşı tepkisini ifade etse

de Priştina yönetimini köşeye sıkıştırmak

için Sırp azınlığı önemli bir siyasi

koz olarak kullanıyor. İki ülke arasındaki

sorunların çözüme kavuşturulmasını

Sırbistan’ın üyeliği için şart koşan

Avrupa Birliği ise sorunların diyalog ile

çözülmesi gerektiğini ifade ederken,

Belgrat yönetimini de “Havuç-sopa”

politikasıyla dize getirmeye çalışıyor.

Kosova’da siyasi istikrarın sağlanması

için son referandum sonuçlarıyla

birlikte Arnavut çoğunluk ile Sırp

azınlık arasında yükselen tansiyonun

düşürülmesi ve ayrılıkçı Sırpların

sakinleştirilmesi amacıyla Belgrat ve

Priştina yönetimlerinin ortak bir irade

ortaya koymaları gerekiyor.

Ekonomik Kriz

Kosova’da büyüyen ekonomik sorunlar,

neredeyse ülkenin yıllık bütçesi

kadar memleketlerine para akışı sağlayan

ve büyük bölümü AB ülkelerinde

çalışan Kosovalılar sayesinde göreceli

olarak azaltılmaya çalışılsa da yaygın

işsizlik en ciddi problem olarak güncelliğini

koruyor. Üretim ve istihdam

alanlarının yetersizliği, ihracatın çok

düşük olması gibi etkenler ülkenin

dışa bağımlılığını artırıyor.

Kişi başına gelirin 1.760 avro olduğu

ülkede yabancı yatırımların 421 milyon

avro düzeyinden 265 milyon avroya

gerilediği ifade ediliyor. Doğal zengin

kaynaklara sahip olan Kosova’da

genç işgücünden yararlanmak için

devletin istihdam politikalarını geliştirmesi

gerekiyor. Kosova’nın kötü

altyapı sorunları ve siyasi belirsizliklerle

mücadele etmesi önemli olmakla

birlikte yüzde 45 seviyesindeki işsizliğin

yol açtığı toplumsal travmayla da

başa çıkması önem arz ediyor.

Kosova-Türkiye İlişkilerinin

Geleceği

Tarihi ve kültürel bağların Türkiye ile

Kosova’yı birbirine bağlaması, siyasi

ilişkilerin sürekliliğini sağladığı gibi

ekonomik işbirliğini de güçlendirici

bir faktör olarak görülmektedir.30 yıl

sonra ülkede ilk kez nüfus sayımı

gerçekleşmiş ve resmi olmayan bilgilere

göre Kosova’da Türk nüfusunun

20 bin’i aşacağı belirtilmiştir. Halen

120 sandalyesi bulunan Kosova

Meclisi’nde Türk azınlık bir bakan ve

üç milletvekili ile temsil edilmektedir.

Kosova’nın bağımsızlığını ilk tanıyan

ülke olarak Türkiye’nin bölgedeki

saygınlığı artarken, Türk girişimciler

Kosova’da büyük yatırımlar gerçekleştirmektedir.

Ülke yeniden yapılanırken,

savaşın izlerini silecek ve altyapı başta

olmak üzere ulaşım, sağlık ve eğitim

gibi temel alanlarda faaliyet gösterecek

çok sayıda proje hayata uygulamaya

sokulmaktadır.

Bütün bunlardan daha önemli olan

husus, Kosova’nın bağımsız ve egemen

bir devlet olarak kendi gücüyle

ayakta kalabilmesi ve ülkedeki etnik

gerginliklerin sona ermesidir. Türkiye

tarafından başlatılan ve son iki yılda

Batı Balkanları içine alan “üçlü müzakere”

sürecinin olumlu sonuçlarından

Kosova’nın da yararlanacağı öngörülmektedir.

Sırp azınlığın Kosova ve

Bosna-Hersek’te meydana getirdiği

siyasi kaosun neden olduğu gerilimin

boşaltılması için Türkiye’nin kilit bir

konumu bulunmaktadır.

Dolayısıyla Kosova’lı azınlıkların temel

haklarını güvence altına alan ve toplumsal

çeşitliliği koruyan anayasal bir

düzene geçişi hızlandıracak katkılara

ihtiyaç vardır. Kosova’nın AB üyelik sürecini

adeta tüm sorunlardan kurtuluş

gibi görme yanılgısına kapılmaması

gerekmektedir.Bununla birlikte ülkenin

içinde bulunduğu koşullar Priştine

yönetimine ne yazık ki başka bir tercih

imkanı bırakmamaktadır. Bununla

birlikte AB sürecinin dışında Türkiye ve

Kosova arasındaki siyasi, tarihi ve kültürel

işbirliğinin önümüzdeki yıllarda

daha da gelişeceği beklenmektedir.

17 Şubat 2008’de bağımsızlığını

ilan eden Kosova Avrupa

kıtasının en genç ülkesi olarak

bir yandan dördüncü yaşını kutlarken,

öte taraftan gittikçe etkisini hissettiren

siyasi ve ekonomik sorunlarla baş

etmeye çalışıyor. Savaş sırasında

yaşanan kayıplar ve mültecilerin

tekrar evlerine dönebilmesi gibi çeşitli

konularda henüz bir ilerleme sağlanabilmiş

değil. Bağımsızlık coşkusunun

yerini etnik bölünme korkusu, siyasi

belirsizlik ve ekonomik sorunlar alırken,

ülkenin kendi ayakları üzerinde

durabilmesi için uluslararası toplumun

desteğine uzun bir süre daha ihtiyaç

duyulacağı öngörülüyor.

Balkan tarihinde önemli bir yeri bulunan

Kosova 1990’lı yılların çöküntüsünden

henüz kurtulmaya çalışan ve

yaklaşık 2 milyonluk nüfusunun yarısı

25 yaşın altındaki gençlerden oluşan

dinamik bir devlet. Hatırlanacağı üzere

1995 yılında Kosova’ya giren Sırp

güçleri sert bir direniş ile karşılaşmış

ve Bosna savaşına kayıtsız kalan

NATO bu kez aynı hatayı tekrarlamayarak

Sırp saldırganlığına karşı askeri

müdahalede bulunmuştu. Aradan

geçen dokuz yıl (1999- 2008) boyunca

ülkeyi Birleşmiş Milletler Kosova

Geçici Yönetimi idare etti. 2008 yılında

bağımsızlık kararı alan Kosova’yı ilk

olarak Türkiye tanırken, AB ve ABD’nin

bağımsızlık sürecini aktif olarak

destekledikleri biliniyor. Halihazırda

komşusu Sırbistan ile arasındaki derin

siyasi sorunlara rağmen bağımsız

bir devlet olarak yoluna devam

eden Kosova’nın bölgesel dengeler

açısından özel bir konumu mevcut ve

Batılı güçlerin ülkede ciddi bir ağırlığı

bulunuyor.

Yabancı misyonun güvenlik ve hukuk

alanlarındaki örgütlü yapıları bugün de

Kosova’da varlığını koruyor. Sayıları

azalmakla birlikte halen ülkede 6 bin

civarında KFOR (Kosova Uluslar arası

Barış Gücü) askeri, güvenlik konusunda

hükümete destek olmayı sürdürüyor.

Hukuk düzeninin sağlanması ve

yasal reformlarla etnik gerginliklerin

azaltılması bakımından önemli bir rolü

bulunan EULEX (AB Hukuk Misyonu)

Ahtisaari planı çerçevesinde faaliyetlerine

devam ediyor. Dolayısıyla

ülkedeki devlet yapısı, kendi dinamikleriyle

sorunları çözme kapasitesine

erişinceye kadar AB kurumlarının

Kosova’da uzun bir süre daha varlığını

koruyacağı anlaşılıyor. AB’ne bu denli

bağımlı olmak Kosova’nın bağımsızlığını

gölgeleyecek bir durum olarak

görülüyor. Diğer yandan AB ile vize

serbestliği konusunda devam eden

müzakerelerden çıkacak sonuç,

Kosovalıların AB ülkeleriyle ilişkilerini

yakından ilgilendiriyor.

Batı bloğu tarafından desteklenen

bağımsızlık sürecinin en önemli siyasi

figürü olan Başbakan Haşim Taçi ve

Kosova Demokratik Partisi ise geçen

süre zarfında ülkedeki siyasi birliği

sağlamakta ve ekonomik sorunlarla

mücadelede ciddi başarılar elde

edemedi. Böyle olunca da yeni siyasi

oluşumların güç kazanmaya başladığı

bir döneme girildi. Taçi yönetimini

zorlayan siyasi rakiplerden biri olan

Vetevendosje Hareketi (Kendi Kaderini

Tayin Oluşumu) seçimlerde yüzde

12.2 oy elde ederek üçüncü sırada

yer aldı. Arnavut milliyetçiliği ekseninde

Kosova’nın birliğini savunan bu tür

siyasi yapıların güç kazanmasının nedeni

olarak Arnavut ve Sırp toplumları

arasındaki etnik ayrışma ve bölünme

kaygıları gösteriliyor. Her milliyetçi

akımın karşı milliyetçiliği tetiklediği

gerçeğinden hareketle Kosova’nın

etnik milliyetçi söylemlerin esiri haline

gelme riskinin artmakta olduğunu

görmek mümkün.

Sırp Azınlığın Resti ve Bitmeyen

Gerilim

Bağımsızlık kararını tanımayan ve her

fırsatta Sırbistan’la birleşme yönünde

tavır ortaya koyan Kosovalı Sırpların

kuzeydeki sınır kapılarında başlattıkları

direniş birçok kez Arnavutlarla Sırplar

arasında etnik çatışmaların çıkmasına

yol açtı. Son dönemde AB ile müzakerelerde

çıkmaza giren ve Kosova

yönetimi ile ilişkilerini yumuşatma

eğilimindeki Sırbistan’ın uyarılarına

rağmen Sırp azınlık tarafından önceki

gün düzenlenen ve Kosova yönetimini

tanıyıp tanımama yönündeki eğilimi

belirlemeyi amaçlayan referandum

4. Bağımsızlık Yılında

Kosova’nın Sorunları

Selvet ÇETİN

SDE Uzmanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 58 59 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından

önce başlayan ve

Azerbaycan ile Ermenistan’ın

bağımsızlıklarını kazanmasından

sonra bölgesel bir sorun haline gelen

Karabağ sorunu 1994 yılında imzalanan

ateşkes antlaşmasından beri

“dondurulmuş çatışma” konumunda

çözümsüz bir şekilde devam etmektedir.

Azerbaycan toprakları halen işgal

altındadır ve yerinden edilmiş sayıları

bir milyonu bulan insanın topraklarına

dönme problemi sürmektedir. Karabağ

sorununu uluslararası gündeme

taşıyan olay ise 25-26 Şubat 1992’de

Ermeni kuvvetlerin 366. Alayın desteğiyle

Hocalı’da yaptıkları katliam

olmuştur. Hocalı’da olanlar çarpıcı

başlıklarla Batı medyasında yer bulmuştur.

Hocalı’da 613 Azerbaycan

Türkü katledilmiş, 1275 kişi rehin

alınmıştır. Kayıp olanların sayısı ise

150 civarındadır. Sırf etnik kimliklerinden

dolayı katledilenlere çok ağır

işkenceler yapıldığı belgelenmiştir. Şu

anda Ermenistan Devlet Başkanı olan

Ser Sarkisyan’da Thomas De Waal ile

yaptığı mülakatta “Hocalı’dan önce

Azerbaycanlılar bizle dalga geçiyorlardı.

Onlar sivillere karşı elimizi kaldıramayacağımızı

düşünüyorlardı. Biz

bunu değiştirdik.” demiştir. Sarkisyan

Hocalı’da sivillere yapılan katliam ve

işkenceleri meşru görmektedir. Sadece

Sarkisyan’ın açıklaması bile suçun

itirafı niteliğindedir ve uluslararası toplumun

katliamdan sorumlu olanlara

karşı harekete geçmesini gerektirir.

Azerbaycan topraklarının işgali sırasında

yapılan katliamlar Hocalı ile sınırlı

değildir. Ermeni kuvvetlerin ilerleyişi

sırasında siviller çok zarar görmüştür.

Azerbaycan topraklarının işgalinin

sona erdirilmesine ilişkin çok sayıda

BM kararı olmasına rağmen işgal ve

mağduriyet devam etmektedir. Sorunu

çözmek üzere kurulmuş olan AGİT

Minsk Grubu etkili değildir. Üstelik

AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının

Mart 2008’de BM Genel Kurulunda

kabul edilen işgalin sona erdirilmesini

isteyen karara karşı oy kullanmaları

AGİT Minsk Grubuna yönelik güveni

sarsmıştır. Özellikle Fransa’nın tarafsız

olarak değerlendirilemeyeceği ve AGİT

Minsk Grubu eşbaşkanlığından ayrılması

gerektiği açıktır. Dondurulmuş

çatışmaların o haliyle kalmayabileceği

ve aniden sıcak bir çatışmaya dönüşebileceğine

ilişkin en yakın örnek

Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan çatışmasıdır.

Karabağ sorunu da sıcak bir

çatışmaya yol açabilir. Nitekim zaman

zaman ateşkes ihlalleri olmaktadır.

Toprakları işgal altında olan

Azerbaycan’ın uluslararası çabalara

güveni kalmamıştır. Karabağ sorunu

dururken Kafkasya’nın bir barış ve

istikrar alanı olması imkânsızdır. Sorunun

çözümü ise Ermenistan’a ciddi bir

uluslararası baskı yapılması ile mümkündür.

Rusya’nın Ermenistan’daki

askeri varlığının Ermenistan tarafından

bir güvence olarak değerlendirilmesi

ve Rusya’nın Karabağ sorunu çözüldüğü

takdirde bu durumdan kazançlı

çıkacağına ikna edilememesi çözüm

sürecini çıkmaza sokmaktadır. Bu tarz

sorunların çözümünde taraflardan

karşılıklı uzlaşma için ödün vermesi

beklenmektedir. Ancak her sorunda olduğu

gibi taraflardan birisi daha fazla

adım atmak zorundadır. Karabağ sorununda

da Ermeni tarafı Azerbaycan

topraklarını işgal altında tuttuğundan

öncelikle bu konuda adım atması gereklidir.

Karabağ sorununa çözüm için

Ermenistan’ın öncelikle en azından

Dağlık Karabağ’ı çevreleyen bölgelerden

kuvvetlerini çekmesi ve bu topraklara

yerinden edilenlerin dönmesi şarttır.

Ancak bu konuda bile Ermenistan

yönetimi adım atamamaktadır.

Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye-

Ermenistan ilişkileri de normalleşemez.

Türkiye Ermenistan ile olan

sınırını Karabağ çatışmasında süren

işgaller nedeniyle kapatmıştır. Bu

nedenle en azından taraflar çözüm

konusunda bir mutabakata varmadan

Türkiye, Ermenistan sınırını açmayacaktır.

Protokollerin imzalanmasından

sonra uluslararası alanda gösterilecek

çabalarla Karabağ sorununun çözüleceği

şeklinde Türkiye’nin beklentisi

gerçekleşmemiştir. Tersine Türkiye-

Ermenistan sınırının açılmasını isteyen

ABD ve Avrupa, Karabağ sorununun

çözülmesiyle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin

normalleşmesi arasındaki bağı

kuramamışlardır. Ermeni diasporasının

sorunların konuşulup tartışılması

noktasında çok uzak bir çizgide yer

alması ve gerek resmi gerekse sivil

alandaki her türlü girişimi baltalaması

daha büyük sorunlara yol açmaktadır.

Bunun bir örneğine geçen hafta

Romanya’da katıldığım konferans

sırasında şahit oldum. Azerbaycan

örneğinde barış içinde bir arada yaşamada

karşılıklı diyaoğun rolü konulu

konferansın Bükreş Yazarlar Birliğinde

düzenleneceğini haber alan bir kısım

radikal gruplar bunu engellemeye çalışmışlardır.

Sonuçta konferansın yapılması

engellenememiş ve bir otelin

konferans salonunda Bükreş Yazarlar

Birliği Başkanının da katılımıyla etkinlik

gerçekleştirilmiştir. Tartışacak argümanı

olmayan diasporadaki bazı grupların

bağırıp çağırarak ve nüfuzlu kişileri

devreye sokarak gerçeklerin görülmesini

engelleme çabası sonuç vermediği

gibi giderek Avrupa’daki demokrat

çevrelerde tepkilere neden olmaktadır.

Diasporadaki malum grupların

artan tepkisinin bir nedeni de daha

önce alışkın olmadıkları ölçüde hem

soykırım iddiaları hem de Karabağ

sorunu konusunda karşı faaliyetler ile

karşılaşmalarıdır. Bu durumda hem

Türkiye’nin hem de giderek artan

oranda Azerbaycan’ın çabaları etkili

olmaktadır. Saraybosna’da Hocalı’da

katledilenler için bir anıtın yapılması

ve giderek konu ile ilgili faaliyetlerin

artması bunun örnekleridir.

Hocalı Katliamının

20. Yılında

Karabağ Sorunu

Prof. Dr. Kamer KASIM

USAK Başkan Yardımcısı ve AB Araştırmaları Merkezi Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 60 61 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Afganistan

yaşam ile savaş

arasındaki ülke -2

Cemal Paşa’nın önerisiyle dikkatini

Afganistan’a çeviren

Mustafa Kemal Paşa, Kabil’e

resmi bir temsilci atamaya karar vermiş

ve aslen Afgan olan Abdurrahman

Samedani Bey, 18 Ağustos 1920’de

Afganistan mümessilliğine tayin edilmiştir.

Abdurrahman Bey, Afganistan’a

giderken güven mektubunun yanında

Mustafa Kemal Paşa’nın, Amanullah

Han’a hitaben yazdığı ve Türkiye Büyük

Millet Meclisi Reisi sıfatıyla imzaladığı

mektubu da götürmüştür.

Cemal Paşa Birinci Dünya Savaşı sonunda

Almanya üzerinden Rusya’ya

geçtiğinde Türkler ile Sovyetlerin ortak

düşmanı olan İngiltere’ye karşı savaşmak

istediğini söylemiş Rus liderlerden

izin alarak Türkistan yolu ile 1920

yazında kabil’e gelmiştir. Afgan Kralı

Amanullah Han tarafından gayet iyi

karşılanan Cemal Paşa Afgan Kralının

isteğiyle bir “Örnek alay (Kıt’a-i Numune)”

kurma işine girişmiş ve çok kısa

bir zamanda Afgan ordusuna modern

bir hava getirmiştir. Cemal Paşa Avrupa

ülkelerinin özellikle Almanya ve

Fransa’nın Afganistan’ı tanıması hususunda

girişimlerde bulunmuş ve bunu

sağlamıştır.

Türkiye ile Afganistan arasında diplomatik

ilişkiler 1920’lerde başlamış

olup Türkiye’nin Milli Mücadele döneminde

doğulu devletler içersinde

yakın münasebetler kurduğu ilk

devlet Afganistan olmuştur. Türkiye

ile Afganistan arasında ilk resmi ilişkileri

kuran belge, 1 Mart 1921’de

Moskova’da imzalanmış olan Dostluk

anlaşması’dır. Anlaşma, Moskova’da

bulunan Türk delegeleri Yusuf Kemal

Tengirşenk ve Rıza Nur Bey’le

Afganistan’ın Moskova olağanüstü

elçisi Veli Han arasında imzalanmıştır.

Afganistan’a tam yetkili Türk büyükelçisi

olarak ilk kez Korgeneral Ömer

Fahrettin Türkkan Paşa atanmıştır.

Türk Büyükelçisini karşılama merasiminde,

Emanullah Han, yaptığı konuşmada

gözyaşları içinde Türkiye’yi

Doğu’nun kurtuluş anahtarı olarak

gördüğünü söylemiştir. Türkiye büyükelçisi

Korgeneral Ömer Fahrettin

Türkkan, Paşa üç aylık bir yolculuktan

sonra 25 Haziran 1922 günü Kabil’e

ulaşmış ve orada olağanüstü gösterilerle

ve törenlerle karşılanarak, güven

mektubunu sunup 29 Haziran 1922

tarihinde resmen göreve başlamasıyla

Türkiye ile Afganistan arasında elçilikler

düzeyinde diplomatik ilişkiler kurulması

süreci tamamlanmıştır. Atatürk

tarafından Afganistan’a gönderilen

heyet içinde bulunan ve Türk-Afgan

ilişkilerine damga vurmuş iki simanın

kısa öz geçmişlerini burada belirtmek

isterim.

Ömer Fahrettin Paşa (Türkkan)

Mondros Mütarekesi’nden sonra

teslim olmayıp Medine’yi 72 gün

daha savunan komutandır. Medine

Müdafii Türk Kaplanı, Çöl Kaplanı,

Medine Kahramanı adlarıyla anılır.

1868’de Bulgaristan’da doğmuştur.

Şam Askeri Lisesini bitirdikten sonra

1885’te Harp Okuluna girerek 1888’de

okuldan Teğmen olarak mezun olmuştur.

23 Mayıs 1891’de de Harp

Akademisini bitirerek Kurmay Yüzbaşı

olarak Osmanlı Ordusuna katılmıştır.

15 Kasım 1901’de Kurmay Binbaşı,

15 Kasım 1906’da Kurmay Yarbay, 24

Eylül 1910’da Kurmay Albay, 29 Kasım

1914’te de Tuğgeneral olmuştur.

1915’te 4. Ordu Komutan vekilliğine

getirilmiştir. 1916’da 4.Ordu Komutanı

Cemal Paşa tarafından Medine’ye

gönderilmiştir. Elindeki kısıtlı imkânlara

rağmen aldığı tedbirler sayesinde

Medine’yi 2 yıl 7 ay savunmuştur.

Mondros Mütarekesi’nin 16 maddesine

göre teslim olması gerekirken

şehri savunmaya devam etmiştir. Bu

nedenle Medine Müdafii Türk Kaplanı,

Çöl Kaplanı, Medine Kahramanı adlarıyla

anılmıştır. 10 Ocak 1919’da teslim

olmuş ve Malta’ya götürülmüştür. 30

Nisan 1921’de Mısır’dan serbest bırakılanlar

arasında yer almıştır. 24. Eylül

1921’de Ankara’ya gelmiştir. Kabil

Büyükelçiliğinden sonra Askeri Temyiz

Mahkemesi 2’nci Başkanlığı yapmıştır.

Korgeneral iken 10 Şubat 1936’da

emekliye ayrılmış 1948’de İstanbul’da

vefat etmiştir.

Prof. Dr. Kamil Rıfkı Burga

1880 yılında Çankırı’nın Çetince mahallesinde

dünyaya geldi. Babası

Çankırı Tuzlası Müdürü Bıyık Müftüzade

Kamil Efendi, Annesi Zaliha hanımdır.

İlk ve orta öğrenimini Çankırı’da,

liseyi Kastamonu’da bitirdi. Daha

sonra İstanbul’a giderek Askeri Tıp

Akademisine girdi. 31 Temmuz 1906

tarihinde tıp doktoru unvanını alarak

fakülteden birincilikle mezun oldu.

Üniversite sonrası ilk olarak İstanbul

Hamidiye Eftal (bugünkü Şişli Eftal

Çocuk Hastanesi)’de göreve başladı.

Mesleğini çok seven ve tıp alanında

hızla ilerleyen Dr. Rıfkı Bey, 14 Ekim

1906 tarihinde Yüzbaşı rütbesini, 18

Haziran 1908 tarihinde de operatörlük

yapma yetkisini aldı. Başta Almanya

olmak üzere pek çok ülkede tıp alanında

çalışmalar yaptı.

Gülhane Askeri Hastanesinde röntgen

öğretmenliği yaparken milli mücadeleye

katılmak üzere Ankara’ya

gelen Dr. Rıfkı Bey, Ankara’da Cebeci

Hastanesi’ni kurarak başhekimliğini

yaptı. Aynı zamanda Atatürk’ün özel

doktorluğunu da yapan Rıfkı Bey,

1926 yılında Atatürk’ün davetlisi

olarak Ankara’ya gelen Afgan Kralı

Amanullah Han’ın talebi üzerine

Afganistan’da sağlık alanında çalışmalar

yapmak üzere Atatürk tarafından

görevlendirildi. Prof. Kamil Rıfkı

Urga, ekibinin başında Afganistan’a

giderek bu ülkede 17 yıl kaldı.

Afganistan’da kaldığı süre içinde

kral ve ailesinin doktorluğunu yaptı,

Afganistan’da ilk Tıp Fakültesi olan

Kabil Tıp Fakültesi’ni kurup ilk dekanı

oldu. Afgan Kralı ve Afgan halkı Prof.

Dr. Kamil Rıfkı Urga’yı öylesine çok

sevdi ki Kabil’de Dr. Rıfkı adını verdikleri

bir Sanatoryum yaptılar. 17 yıl bu

ülkede çok başarılı çalışmalar yaptıktan

sonra Ankara’ya döndü. Yaşlılığı

nedeniyle 14 Aralık 1944 yılında dönüş

yapan Rıfkı Bey’e, Afganistan’ın

Sardar-ı Ali, Serdar-ı Ala ve Maarif

Nişanları verildi. Döneminin dünyadaki

en ünlü doktorlardan birisi olan Dr.

Rıfkı Bey, 11 Şubat 1966 yılında Kabil

adını verdiği apartmanındaki evinde

86 yaşında yaşamını yitirdi. Vasiyeti

üzerine Çankırı’daki aile kabristanında

toprağa verildi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan, sonra

Afganistan’ın, imar ve modernleşmesinde

katkısı olan Türk devlet adamları,

askeri. siyasi, ve ilim adamları

başta olmak üzere, Mustafa Kemal

Paşa, Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa,

Ömer Fahrettin Türkkan Paşa, Kazım

Orbay, Yusuf Hikmet Bayur, Zühtü

Berke, Şakir Tural, Abdülhay Aziz,

Hans Türk, Mehmet Ali Fuat Dağpınar,

Ethem Menemencioğlu, Orhan Oğuz,

Kamil Rıfgı Urga, Galip Göker, Memduh

Şevket Esendal ve daha bir çok

isimsiz kahramanı sayabiliriz.

Atatürk ‘ün emri üzerine 1926–1932

yılları arasında inşa edilen Kabil’in ilk

hastanesi ve Tıp Fakültesi Ali Abad

Sanatoryumu, 70 yıl aradan sonra

Türkiye tarafından restore edilecektir.

Sonuç

Afganistan, konumu itibariyle etkin

güç konumundaki ülkelere komşudur.

Dünyanın önemli nükleer gücüne

sahip Çin, Hindistan ve Pakistan’a

komşu durumunda olmasının yanı sıra

enerji kaynaklarına sahip Rusya ve

İran’la komşudur. Ayrıca Afganistan,

Asya’daki enerji kaynaklarının dünya

pazarına aktarılması aşamasında en

ucuz ve en kısa yola sahip ülke konumundadır.

Afganistan, Asya’daki stratejik

konumu sayesinde Orta Asya,

Pakistan, İran, Hindistan ve Çin’i içine

alan toplam 2,5 milyar nüfuslu bir

pazarın kilit noktasında bulunmaktadır.

Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru

sayesinde gerek dış ticaret gerekse

enerji sevkıyatı konusunda Afganistan,

Güney Asya için etkin bir transit

ulaşım imkânı sağlamaktadır. Başta

petrol, doğalgaz, demir, bakır, değerli

madenler ve metaller olmak üzere

Afganistan’ın büyük el değmemiş

doğal kaynakları dış güçlerin iştahını

kabartmaktadır.

Tarih boyunca coğrafi konumu nedeniyle

yaşam ve savaş arasında

tercih yapmaya zorlanan, Afgan halkı

işgaller, iç savaş ve yoksulluğa karşı

vermiş olduğu yaşam mücadelesini

onuruyla ve gururuyla sürdürmüş,

hiçbir dış güce boyun eğmemiştir.

Vermiş olduğu yaşam mücadelesinde

her zaman yanında dost ve kardeş

Türkiye’nin yardım ve desteğini görmüştür.

Turan CAN

TİKA-Araştırmacı

Önceki sayıdan devam

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 62 63 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Almanya Federal Cumhuriyeti

Cumhurbaşkanı Christian

Wulff’un uzunca bir zamandır

beklenen istifası son otuz yılın neoliberal/

küresel dünyasında artık açıkça

demokrasi kültürünü tehdit eden ve

vakayı adiye haline gelen yolsuzluk

kültürünü bir kez daha tartışma gündemine

taşımıştır. Almanya’daki Türk

toplumuna karşı sempatisiyle de tanınan

Wulff’un Aşağı Saksonya Eyalet

Başbakanı olduğu sırada bir dostundan

aldığı krediyi usulünce Eyalet

Parlamentosu’na bildirmemiş olması,

bu hatasını örtbas etmek için de telaşla

çok tirajlı Bild Gazetesi Genel Yayın

Yönetmeni Diekmann’ı tehdit ettiğinin

kamuoyuna yansıması ile patlak

veren skandal, başka usulsüzlüklerin

de var olduğu iddiasıyla Hannover

savcısının cumhurbaşkanının dokunulmazlığının

kaldırılmasını talep etmesi

üzerine istifayla sonuçlandı. Bu istifa

hiç kuşkusuz günümüzün neo-liberal

dünyasında miktarı ve nüfuzu artan

paranın demokratik kurumları ne denli

tehdit ettiğinin yeni bir örneği olarak

da algılanabilir.

Yine tartışma konusu olan bir diğer

önemli husus da siyasetin etik değerleri

ile hukukun üstünlüğü ilkesinin

bu tehdide karşı gerçekten yeterince

güçlü olup olmadığıdır. Başka bir

deyişle, demokrasi ve hukuk değerlerinin,

maddiyatın ve kişisel çıkarın

ezici ve sinsi iktidarına karşı düzeni

ve toplumu savunabilecek konumunu

koruyabilecek durumda olup olmadığıdır.

Nepotizmin ve haksız kazanç

kültürünün (ülkemizdeki tanımıyla

köşeyi dönme yaklaşımının) zengin

yoksul her ülkede neredeyse olağan

hale geldiği bu çağda ulvi değerlerle

düzenin korunması, hukukun üstünlüğünün

geçerli kılınması ve gözü

kararanlara karşı nasıl önlem alınacağı

gibi hususların hukukçuları ve siyaset

bilimcileri ziyadesiyle meşgul etmesi

gerekmektedir.

Bu soruların yanıtlarını vermek kolay

olmamakla birlikte, Almanya Federal

Cumhuriyeti’nde yaşanan son olay

ülkede demokratik hukuk devleti

değerleri ile siyasal etik kurallarının

işlemekte olduğunu göstermiştir.

Bununla birlikte, haksız çıkar ve buna

bağlı usulsüzlük olgusunun devletin

zirvesine kadar taşınmış olması da

bir o kadar düşündürücüdür. Zira

Almanya gibi parlamenter demokrasi

ile yönetilen ülkelerde cumhurbaşkanlığı

makamı günlük siyasetten ve bir

takım ucuz çıkar ilişkilerinden arınmış

olmak durumundadır. Veya toplum

genel olarak bunu böyle algılamaktadır.

Cumhurbaşkanları o makama

seçildiklerinde artık toplumun tümünün

saygı duyduğu, benimsediği ve

devleti bütünüyle temsil eden sembol

kişilik haline gelmektedirler. Bu algıyı

zedeleyen her davranış toplumun

demokrasiye, hukuk devletine ve ülke

bütünlüğüne olan inanç ve bağlılığını

zedeleyebilmektedir. Wulff’un istifası

hasarın büyümemesi açısından mutlaka

yararlı olmuştur. Henüz hasarın

hangi boyutlara ulaştığı bilinmemekle

birlikte, bu istifanın Almanya’da mevcut

demokratik kültürün çizgi dışına

çıkanı her kim olursa olsun sistemde

tutmayacağını göstermesi açısından

önemli olduğu düşünülmektedir.

İşin demokrasi, hukuk devleti ve

siyasal etik açısından bu şekilde değerlendirilmesinin

ardından neo-liberalizmin/

küreselleşmenin günümüzde

hemen her ülkede ortaya çıkan etkisi

üzerinde durulmalıdır. Öteden beri

Almanya’daki düzene muhalif olarak

bilinen yazarlardan Jürgen Roth’un,

2006’da yayınlanan “Almanya Aşireti.

Politikacıların, Üst Düzey Yöneticilerin

ve Hukukun İnsafsız Ağı” başlıklı

kitabında ileri sürülenler durumun

bilinenden daha da vahim olduğunu

göstermektedir. Almanya’yı her şeye

rağmen farklı kılan ise, birçok ülkede

bu türden olayların bir yoldan örtbas

edilmesine karşılık Alman kamuoyunun

aleniyete dökülmesi halinde

hukuk düzenine kayıtsız şartsız sahip

çıkma geleneğidir. Kamuoyuna

yansımayanlar hakkında ise yapılacak

bir şey bulunmamaktadır. Denetim

mekanizmalarının iyi işletilmesi tabiatıyla

siyaset kurumuna düşmektedir.

Ne var ki, birçok durumda siyaset

kurumunun süregelen usulsüzlüklere

bizzat yol açtığı, engellemek bir yana,

neredeyse özendirdiği görülmektedir.

Siyasetin işleyebilmesi için vazgeçilmemesi

gereken etik değer ve kuralların,

açıkça söylemeseler bile, artık

modasının geçmiş olduğunu düşünenlerin

veya bu şekilde davrananların

olduğu ülkelerde vahim gelişmelere,

hatta demokratik düzenin ciddi yaralar

almasına şaşırmamak gerekmektedir.

Almanya son sınavdan başarıyla

çıkmıştır. Siyasi partilerin üzerinde

anlaşmış oldukları bildirilen yeni cumhurbaşkanı

adayı J. Gauck’un da sistemin

aldığı yarayı tedavi edecek bir

kişiliği olduğu anlaşılmaktadır. Fakat

mevcut düzenin yeni Wulfflar çıkarmayacağı

konusunda hiçbir güvence

olmadığı da unutulmamalıdır.

Almanya

Cumhurbaşkanı

Wulff’un

İstifası

Dr. O. Can ÜNVER

TÜRKSAM

Göç Araştırmaları Enstitüsü Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 64 65 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Yıl 1915: Çanakkale ve

Günümüzün Gerçekleri

Dünyada 1915 yılından bahsedildiği

zaman ilk akla gelen

ne yazık ki, sözde ermeni

soykırımıdır. Internette arama motorlarına

“1915” yazdığımızda önümüze

ilk olarak “ermeni soykırımı” ifadesi

çıkmaktadır. Oysa 1915 öncelikle,

18 Mart Çanakkale Zaferimizle ve bu

zaferi getiren süreçle hatırlanmalıdır.

Aslında 1915 Çanakkale Savaşı ve

paralelinde Anadolu’nun doğusunda

yaşananlar “ermeni soykırımı” iddialarının

asılsızlığının en bariz ifadesi

olmakla birlikte, bu iddianın sahibi

olan toplumun tamamen bir yalandan

ibaret olan “büyük ermenistan” rüyasını

ortaya koyan tarihi gerçekliklerdir.

Uzun yıllardan bu yana çok arzu

etmeme rağmen Çanakkale’ye ilk

ziyaretimi 2011 yılı Ramazan Bayramı

tatilinde ancak gerçekleştirebildim.

İmkanı ve fırsatı olduğu halde böyle

bir ziyareti erteleyen hala bir hayli

insanımız bulunmaktadır. Unutmamalıyız,

ertelenen her gün tarihi gerçeklerin

tarihin havasını soluyarak daha da

derinden öğrenilmesi adına çok büyük

bir kayıptır.

Tarihi kısmen yaşayarak görmek

ne anlama gelmektedir, buna

Çanakkale’de bizzat tanık olmaktayız.

Çanakkale iskelesinden hareket eden

feribota bindiğin andan itibaren bu

tarihi yaşayarak hissedebiliyorsun.

“DUR YOLCU. Bilmeden gelip bastığın

bu toprak bir devrin battığı yerdir”, bu

sözleri görerek ve hissederek ayak

basıyorsun Gelibolu’ya.

Şehitlerimizin kanıyla sulanmış Gelibolu

topraklarının her karışını gezerken

insanın içinde daha önce yaşamadığı

farklı bir hüzün duygusu beliriveriyor.

Binlerce insanın bir arada ziyaret ettiği

sayısız şehitliklerde onca insana

rağmen çok farklı bir sükunet hakimdir.

Herkes içinden kederleniyor bu

ziyarette, ama gözyaşlarını saklayamayanlara

da her adımda rastlamak

mümkündür.

Çanakkale Gelibolu yarımadası ziyaretinin

oluşturduğu duygu seli bırakın

bir makale, bir kitap yazacak kadar

kaynakça oluşturuyor insanda. Bu

yazımda Çanakkale gerçeğini aynı

tarihlerde gerçekleşen başka bir tarihi

olayla ilişkilendirerek günümüzde

yaşanan, ama üzerinde çok fazla durulmayan

konulara çok kısaca dikkat

çekmek isterim.

Çanakkale’de binlerce şehit verdiğimiz

ve 18 Mart 1915’de zafer kazandığımız

sıralarda bu sefer Türkiye’nin

doğusunda baş gösteren hadiselere

kısaca değineceğim. Ama öncelikle,

18 Mart 1915 ve öncesi Gelibolu’daki

muharebelerde hayatını kaybedenler

şerefine yapılmış olan şehitliklere dikkat

çekmek isterim. Çanakkale, uğruna

hayatını feda eden askerlerimizin

canları pahasına Türkiye’nin kurtuluşunu

sağlayan yüce bir mabettir. Bu

mabedin içerisinde yatan binlerce

şehidimiz ise birer melektir. Bunu

biliyoruz, bilmeliyiz ve bileceğiz. Ama

belki daha da önemlisi, Çanakkale

bahsettiğim o sayısız şehitlikleriyle

Türk Milletinin yüceliğinin, hoşgörüsünün

bir simgesidir ayrıca.

Gelibolu’daki Türk Şehitlikleri hakkında

yazmaya zaman ve sayfalarımız

yetmez. Ben burada çok yazılıp çizilmeyen

Anzak, İngiliz, vs. işgal kuvvetleri

mezarlıklarına dikkat çekmek

istiyorum. Bu mezarlıkları yapanlar

bizleriz. Şehitlerimize mezar yaparken,

mezarları birer ziyaretgâha çevirirken

ve üzerlerine Gelibolu’nun her

tepesinde, yamacında birer Türkiye

bayrağı dikerken düşmanlarımızı da

unutmamışız. Düşmanına mezarlık

yapan Yüce Bir Milletin evlatlarıyız biz.

Çanakkale bizim millet ve ayrı-ayrı

fertler olarak yüceliğimizin ve sınırsız

hoşgörümüzün abidesidir.

Çanakkale’de Türk milleti olarak hoşgörümüzün

farkına daha çok varmak

mümkündür. Bu hoşgörümüz tarih

boyunca ve günümüzde bizim her

zaman dost olarak görmek istediğimiz

ama bize düşmanları olarak bakan

toplumlarca kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.

Daha geçen yüzyılın başlarında

topraklarımıza göz dikerek bize

silah çekenlerin torunları bugün gelip

bizlerle aynı saflarda işgal kuvvetlerinin

askerleri olan dedelerinin mezarlarını

ziyaret ediyorlar Gelibolu’da.

Azımsanmayacak sayıda İngiliz, Yeni

Zelanda ve Avusturalyalı, vs. görmek

mümkündür Çanakkale mezarlıklarında.

Bu yazı ile vurgu yapmak istediğim

konulardan biri de budur.

1915 yılında Çanakkale’de günde

binlerce şehit verdiğimiz zamanlara

Gelibolu ziyareti sırasında geri dönüyor

insan. O günleri sanki yaşıyor gibi

oluyorsun. “Çok okuyan değil, çok

gezen çok bilir”. Bu ifadeye genelde

karşı olmuşumdur, belki insanlara

okumamak için bir bahane olabilir

diye. Ama bu karşıtlığı da Çanakkale

ziyaretim sırasında o topraklarda bıraktım.

Çanakkale hakkında okuduklarımdan

çok daha fazlasını gördüm o

toprakları bizzat gezerken.

1915’de genci, yaşlısı Türk milletinin

evlatları Çanakkale’de dış düşmanlara

karşı savaşta canlarını verirken yaklaşık

aynı tarihlerde ülkenin doğusunda

yaşananlara dikkatinizi çekmek isterim.

Söz konusu dönemde can çekişen

Osmanlı’nın yabancı işgalcilere

karşı direnmesini fırsat bilen Osmanlı

vatandaşı olan ermeniler fırsatçılıklarını

konuşturuyorlardı. Ülkenin doğusunda

dış desteği de arkasına alan

ermeniler yaşadıkları bu bölgede ermeni

işgalcilik politikasının birer askeri

olarak kendi ülkeleri olan Osmanlı ve

biz Türkleri haince hedef almaktan

çekinmiyorlardı.

1915’de Anadolu’nun doğusunda

yaşananların uydurma “ermeni

soykırımı”nın aksine aslında ermenilerin

gerçekleştirmiş olduğu “bir Türk

soykırımı” olduğuna tarihçilerimizin

dikkat çekmesine ve arşivleri karşılıklı

Dr. Rövşen ŞAHBAZOV

Uluslararası İlişkiler Uzmanı, İşadamı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 66 67 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

olarak açma yönündeki ısrarlı tekliflerimize

rağmen bu iddia tüm dünyayı

daha da sarmaktadır gittikçe. Ermenilerin

daha dün sayılabilecek kadar

çok yakın bir tarihte Hocalı’da yaptıkları

katliamın kanı daha kurumadan

“ermeni soykırımını” muhtelif ülkelerin

parlamentolarında kabul ettirmeleri ise

bu haksız iddianın ulaşmış olduğu en

acı noktanın ifadesidir.

“1915 ermeni soykırımı” iddiaları her

kademede tartışılırken ermenilerin

ve yandaşlarının bugün “soykırım”

dedikleri hadiselerin cereyan ettiği

zamana kimse dikkati çekmemektedir.

1915 Gelibolu muharebeleri ile aynı

yıl Doğu’da Ermenilerin başlattıkları

saldırı, yağma ve soykırımın aynı

zamana denk gelmesi bir tesadüf

olamaz. 1915 yılında ermenilerin sadece

Van’da haince katlettiği Türklerin

sayısı üç bini geçmiştir.

Günümüze gelirsek bugün Batı’nın

dışında İstanbul meydanlarına kadar

taşabilen “ermeni soykırımı” iddiaları

Avrupa’nın Türkiye’yi azınlıklar politikası

konusunda aslında sürekli olarak

eleştirdiği zamana denk gelmektedir.

Ermeni gazeteci Hırant Dink’in ölüm

yıldönümlerinde “hepimiz ermeniyiz”

diye yükselen sesler de ermeniler ve

yandaşlarının fırsatçılığının ifadesidir.

Dün Çanakkale’de Osmanlı’nın dış

düşmanlara karşı mağlub olacağına

kesin gözüyle bakan vatandaşımız

olan ermeniler fırsatı kullanarak bizi

Doğu’da arkadan vurmuştu. Bugün

Hırant Dink’lerin ölümünü fırsat olarak

kullanarak ekmeğini yiyip suyunu

içerek yaşadıkları ülkeyi uluslararası

mahkemelere şikayet etmekten çekinmeyenler

de yine onların torunları olan

vatandaşlarımızdır.

Çanakkale’deki dış düşmanlarımızın

mezarlıkları milletimizin hoşgörüsünün

göstergesidir, demiştim. İstanbul

meydanlarında bize meydan okuyan

Türk vatandaşı ermenilerin bugünkü

cesareti de onlarla aynı saflarda “hepimiz

ermeniyiz” diyen ermeni olmayan

vatandaşlarımızın hoşgörüsünün

sonucudur bir anlamda. Çanakkale

mezarlıklarında ifadesini bulan hoşgörümüz,

1915’de Doğu’da, günümüzde

de İstanbul ve Ankara dahil Dünyanın

önemli başkentlerinde karşımıza

“ermeni soykırımı” iddiası olarak çıkmaktadır.

Son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti

Hükümeti adına yapılanlar dönüp kendimizi

yaralayan hoşgörü sınırlarımızın

çizilmesi adına önemli adımlardandır.

Özellikle, ermenistanla olan sınır

kapısının açılmayacağı yönünde koyulan

kesin tavrın ardından yapılanlar

takdire layıktır. Bugün ermenilerin Türk

hoşgörülüğü sayesinde Türkiye’de

neredeyse bizlerden daha çok hak

sahibi olduklarının farkındayız ve buna

daha çok dikkat çekmemiz gerekmektedir.

Ülkemiz içerisinde var olan ermeni

vakıfları ve onların faaliyetleri, ermeni

işadamlarının ülkedeki etkinliği,

diasporanın gücü ve etkinliğine tekrar-

tekrar dikkat çekmeliyiz. En önemlisi,

Türk olan vatandaşlarımızdan

bazılarının özellikle kendi milletinin

geçmişte yaşadıklarını bildiği halde

“beynelmilelcilik” adına ermenilerin

yanında olması, “hepimiz ermeniyiz”

demekten çekinmemeleri özellikle yaralayıcı

bir durumdur. Bu insanlara biz

Çanakkale’de şehit verirken ve can

çekişirken destekledikleri o toplumun

üyelerinin aynı tarihlerde ülkenin doğusunda

dedelerimize, ninelerimize,

kundaktaki bebeklerimize ve annelerine

çektikleri silahın ucunu görmelerini

ve hissetmeye çalışmalarını tavsiye

ederim. En önemlisi, bu insanlarımıza

sormak istiyorum, Türkiye’de yaşayarak

Türkiye’yi aşağılayıcı tavırlarıyla

uluslararası kurumlara şikayet etmekten

çekinmeyen bu toplumun yaptıklarının

yarısını sizler ermenistan’da yapabilir

misiniz? ermenistan’da bırakın

erivan’ın merkezinde, herhangi ermeni

köyünde “hepimiz Türküz” diyebilir misiniz?

Yanıtınız “evet” ise o zaman bir

denemeye kalkın, görelim cesaretinizi

ve en önemlisi, yandaşı olduğunuz o

toplumun Size tanıyacağı hoşgörüyü.

Artık uyanma zamanı çoktan gelmiştir.

Bu uyanışın başlangıcını Kars’ta koyduk,

ucube heykelini yıktık. En önemlisi,

bu yıkımı tereddüt etmeden bizzat

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yaptı.

Ardından ermenistan’la olan sınır kapısının

açılması yönündeki temel şartlarımızı

kesin olarak ortaya koyduk.

Bunu ortaya koyarken “ermeni soykırımı”

iddialarından vazgeçilmesi gerektiğinden,

Azerbaycan’ımızın ermeniler

tarafından işgal olunan topraklarının

kayıtsız ve şartsız olarak derhal boşaltılması

şartından taviz vermedik. Komşularıyla

sıfır sorun temelli dış politika

yürüten Hükümetimizin bu icraatlarını

tebrik etmek ve devamını temenni

etmek gerekmektedir. Olmayan dostluğun

heykelini dikmekle yıllardır kendi-

kendimizi aldatmışız. Hoşgörü ve

anlayışımızı kendimize zarar vermeyecek

şekilde ayarlamamız gerektiğini

toplumun her kesimine anlatmalıyız.

Komşularla sıfır sorun temelli dış politika

uluslararası ilişkilerde en temel

anlayış ve yaklaşım olmalıdır. Ama bu

politikamızın bizim yıllarca dost olarak

görmeye çalıştığımız aslında düşmanımız

olan toplumlarca fırsat olarak

Milletimize karşı kullanılmasına asla

imkan tanımamalıyız.

26 Şubat 2012 tarihinde İstanbul’da

gerçekleştirilen Hocalı mitingine katılan

ve destek veren, bu miting öncesi

ve sonrasında tüm yurtta yapılan

etkinliklerde iştirak eden her bir Vatan

evladımız milli birlik ve beraberliğimize

derin katkı yapmıştır. Çanakkale Savaşı

sırasında bizi Doğu Anadolu’da

arkadan vuran hainlere, bu hainlerin

Karabağ’da soykırım yapan torunlarına

ve onların batılı yandaşlarına

gerçek soykırımın mimarının ermeniler,

kurbanının ise biz Türkler olduğunu

göstermenin zamanı çoktan gelmiştir.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 68 69 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

ortamını onların yardımlarıyla gerçekleştirip

güçlendirebiliriz.

Bu bilgilerden yola çıkarak, burada

Türkçe’nin Orta Asya Türk

Cumhuriyetleri’nin özellikle

Kazakistan’ın ekonomik ilişkilerinde

sahip olduğu yer ve taşıdığı önemden

biraz bahsetmek istiyoruz. Kazakistan

1991 yılında bağımsızlığına kavuştuğu

günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti

ile yalnız siyasi alanda değil ekonomik

ve kültürel alanda da çok ciddi, geniş

ve derin ilişkiler kurmayı başardı.

Özelleşmeye giden ve özel sektör,

serbest piyasa gibi kavramlar ile yeni

yeni tanışan Kazakistan için Türkiye

Cumhuriyeti sahip olduğu tecrübeleri

ile örnek oldu. Bölgede Türk işadamlarının

büyük sermayeler ile büyük

yatırımlar yapmaları, Kazakistan’da

yeni iş ortamları ve çalışma alanlarının

açılmasına ve yeni geçim kaynaklarının

ortaya çıkmasına neden oldu.

Dolayısıyla gerek iş veren olsun gerek

işçi olsun, başarılı ve verimli bir iletişim

doğrultusunda, doğru anlatım ve

ifade arayışına giriştiler.

Kazakistan’ın zengin madenlerini, el

değmemiş yeraltı doğal zenginliklerini

iç ve dış piyasaya pazarlamasında

Türk yatırımcılarının katkıları büyüktür;

(Sultan un ve makarna fabrikası

gibi) Kazakistan’da modern ve uyudu

telefon ağlarının pazarlanmasında

ve gelişmesinde Türk telefon şirketlerinin

öncü olması (Kmobil ve Kcell),

eğitim alanında Kazak-Türk okulları

ve üniversitelerinin kurulması ve ciddi

faaliyetlerde bulunması (Hoca Ahmet

Yesevi, Süleyman Demirel, Kazak-Türk

liseleri), bütün bunlar Kazakistan’da

Türkçeye karşı ilgi ve ihtiyacın ekonomik

sebeplerden dolayı ortaya çıkmasının

önemli nedenlerinden biridir.

Çünkü Kazakistan’da Türk şirketlerinin

sayısı diğer yabancı şirketlere kıyasen

çok fazladır. Bu şirketlerde Türkçe

konuşma ve anlaşma yeteneğine sahip

birinin Türkçe bilmeyen birinden

çok daha rahat ve kolay iş bulacağı

gerçektir.

Son yıllarda bahsettiğimiz sebeplerden

dolayı binlerce Kazak vatandaşının

gerek eğitim almak gerek ise iş

edinmek amacıyla ya Türkiye’de ya da

Kazakistan’da çeşitli üniversitelerde,

okullarda, kurslarda Türkçe öğrendiklerini

görüyoruz. Türkçe öğretimini başarıyla

gerçekleştiren kurumlardan biri

olan Almatı TÖMER resmi kayıtlarına

göre bu kurumda Türkçe öğrenenlerin

sayısı şöyledir:

1997-2011 yılları aralığında 4380 ve

15 Şubat 2012 itibariyle 256 kişiye

toplam 4636 sertifika verilmiştir. 1997-

2011 yıllarında sertifika almış öğrenci

sayısı kurlara göre; C kuru 2646, B

kuru 1284 ve A kuru 450 kişi olmak

üzere toplam 4380 kişidir.

Ayrıca Kazakistan ekonomisinde ve

piyasasında dünya çapında ünlü marka

ve mamulleri Türklerin temsil etmeleri

ve pazarlaması da dikkat edilmesi

gereken bir durumdur. Yöneticileri

Türk olan Coca Cola ve Ford gibi

firmalarda binlerce işçi çalışmaktadır.

Bu tür firmaların ve Turkuaz gibi diğer

büyük firmaların yöneticileri üst düzey

yerel personeliniz İngilizce’den sonra

Türkçe bilmelerine ve öğrenmelerine

özen göstermektedir.

Hatta bu firmaların bazılarının üst

düzey personellerine Türkçe kursları

bile açmaları, ekonomi alanında Türkçe

öğretiminin yöneticiler tarafından

da desteklendiğini göstermektedir.

Diğer Türk Cumhuriyetleri arasında

yalnız Türkiye Cumhuriyeti yurt dışında

ve yurt içinde yabancılara Türkçe

öğretimi ile ilgili ciddi faaliyetlerde

bulunmakta. Küreselleşme çağında

ve kültürlerarası iletişimde Türkçe için

oluşan fırsatların, hem Türk Dünyası

Birliği için hem de dünya dillerinden

biri durumuna gelmesi için uygun şekilde

değerlendirilmelidir.

Kültürün temel unsurlarından

biri olan dil, duygu, düşünce

ve isteklerimizi başkalarına

aktarmak için kullandığımız çok yönlü,

çok gelişmiş bir sistem, bir araçtır.

Kültür ise bir milletin veya bir toplumun

tarihi süreç içinde meydana

getirdiği maddi ve manevi ortak değerler

toplamıdır. Dil, milli kültürün ilgi

alanına giren varlık dünyasını yansıtır;

o milletin yapıp ettiklerinin, duyup

düşündüklerinin, görüp bildiklerinin

ve tüm tasavvurlarının aynasıdır. Dil,

toplumsal yaşamın bir ürünüdür. İnsanın

toplumsal etkinliği dil olmadan

düşünülemez. Dil sayesinde geçmiş

ve gelecek bizim için gerçek haline

gelir. Dilin zenginliği ya da yoksulluğu

o kültürün zenginliği ya da yoksulluğudur.

Dilin sınırlarını, o toplumun

kültürü belirler. İlgi alanı genişleyen,

artan, dünyası ve çerçevesi genişleyen

bir kültürün dili de o ölçüde

zenginleşir. İlim, sanat, felsefe, teknik,

ekonomi, metafizik gibi hayatın her

alanında problem alanı genişledikçe

bu problemlere çözümler üretme çabası

içerisinde dil de zenginleşir. 18.

yüzyılın en önemli düşünürlerinden

biri olan Vilhelm von Humbolt dilin,

kültürün yansıması olduğunu söylemiştir.

O’na göre: toplumun dolayısıyla

kültürün geçirdiği tüm evrelerden

dil de geçmiştir. Bunun sonucu olarak

insan topluluklarının yaşamış oldukları

olaylar, edinmiş oldukları birikimler en

doğru şekilde dil üzerinde durularak

öğrenebilir.

İnsanlar arasında iletişimin en önemli

aracı dil olduğundan ve dilin kültürün

en önemli parçası olduğu konusundan

yukarıda bahsetmiştik. Herhangi

bir durumda ve çeşitli durumlarda başarılı,

verimli bir iletişimin nedeni her

zaman, katılımcıların doğru anlatım ve

doğru ifade kullanması olmuştur. Bu

nedenle dil meselesi ya da dil sorunu,

yalnız dilcileri ilgilendirir, düşüncesi

yanlış olur.

Hızla küreselleşmeye giden dünyamızda

dil faktörü hiç görünmemiş bir

şekilde, önem ve öncelik kazanmakta.

Özellikle Sovyetler Birliği yıkıldıktan

sonra bu sisteme bağlı olan cumhuriyetlerin

dış dünyaya açılması sonucunda

bu öncelik belirgenleşti diyebiliriz.

Tabi bu durumda Türkçe ister

istemez kendi yerini ve pozisyonunu

belirledi. Çünkü eski Sovyetler Birliği

sahasında Türk soylu milyonlarca

insanın yaşıyor olması Türkçeye (Türkiye

Türkçesi) bir dünya dili olma olanağını

kazandırmakta. Bu sahalarda

Türkçe’ye gün geçtikçe artan ilgi ve

istek bunun bir kanıtı diyebiliriz. Ancak

bu durumla beraber Avrupa, Afrika

ve Orta Doğu ülkelerinde de çeşitli

sebeplerden dolayı Türkçe’ye ilgi ve

isteğin gün geçtikçe arttığını, bu ülkelerin

üniversitelerinde Türkiye Türkçesi

bölümlerinin açıldığını, Türkiye Cumhuriyeti

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurt

dışına Türkçe Öğretim Merkezleri’ne

Türkçe öğretmen tayinlerinden görebiliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin

MEB dışında Türkçe öğretimi ile ilgili

faaliyet gösteren özel kurumlarını da

unutmamalıyız (KATEV gibi). Bütün

bunlar Türkçe öğretiminin büyük bir

pazara hem de ekonomik bir pazara

doğru gittiğininin bir kanıtıdır. Bu

nedenle Türkçe’nin öğretimi, Türk

dilini, kültürünü, tarihini, coğrafyasını

öğretmekle sınırlı kalmamalıdır. Çünkü

Türkçe öğretimi bu şekilde sınırlı kalırsa

dünya dillerinden biri olma şansını

kaybedecektir. Türkçe’nin dünya

dillerinden biri olması için onu engelleyen

sorunları çözmek için mantıklı

ve detaylı düşünülmeli. Bunun için

Türkçe’ye güncelleşme ve aktüellik

kazandırmalıyız. Bu durumda en büyük

sorumluluk Türkçe öğretmenleri,

MEB ve ilgili devlet kurumları dışında

Türkiye’de ve dış ülkelerde ticaret ve

ekonomi alanında faaliyet gösteren

büyük ve ciddi kurumlara da düşmektedir.

Çünkü Türkçe’ye arz talep

Doç. Dr. Zübeyde ŞADKAM

Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi

Şarkiyat Fakültesi

Türk Dünyasının

Ortak Dil Sorunu ve

Türkiye Türkçesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 70 71 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Doğu Akdenizde

Kıbrıs Gerginliği ve

Enerji Rekabeti

2011 yılının güz aylarında Doğu

Akdenizde Türk savaş gemilerinin

de yer aldığı bir gerginlik

yaşanmıştır. Bu gelişme önümüzdeki

uzun yılları kapsayacak bir şekilde

değişikliğe yol açabilecek bir durumdu,

çünkü olayların merkezinde yarım

asırdan beri çözümsüz kalmış olan

Kıbrıs Adası ve o bölgede keşfedilmiş

çok büyük rakamlarda doğalgaz-petrol

yatakları vardı.

Amerikan “Noble Energy” şirketi tarafından

Doğu Akdeniz’de doğalgaz

yataklarının bulunması sonrası Güney

Kıbrıs Rum Yönetimi cumhurbaşkanı

tarafından yapılan açıklamaya göre

bu yataklarda 140 ile 225 milyar

metreküp doğalgaz bulunmaktadır.

Rum enerji bakanı bu rezervlerin

ülkenin enerji ihtiyaçlarını

200 yıl karşılayacağını söylemekte.

Çoğu enerji uzmanı

da Kıbrıs’ın kendi iç talebini

karşılamanın dışında

doğalgaz ihracat eden

ülkeler arasına girebileceğinin tespitini

yapıyorlardı. Ancak keşfedilmiş enerji

kaynaklarından Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti devre dışı kalıyordu.

Rum tarafı kandi kıyılarına yakın doğalgaz

bölgesini “Afrodita” Eski Yunan

mitolojisinde “Aşk Tanrısı” anlamına

gelen ismi verirken, Noble Energy

şirketiyle ortaklık içerisinde olan

İsrail’li Delek Group ve Avner Oil and

Gas şirketleride kendi kıyısına yakın

bölgede keşfedilen yatakların adını

İncilde bir deniz canavarı olan “Leviafan”

ismini vermişlerdir. Dolayısıyla

doğalgaz alanında ittifak etmiş her iki

tarafta yataklara sahiplenmekteydiler.

GKRY’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini

devredışı bırakarak İsrail ile

Ada’nın güney bölgelerinde ortaklaşa

pertol ve doğalgaz arama antlaşması,

kıta sahanlığı tartışmalarını

gündeme getirmiş ve Türkiye’nin

tepkilerine neden olmuştur.

Kuzey Kıbrıs Türk tarafı elde edilen

enerji gelirlerin kendileriyle de paylaşılmasını

talep etmektedir. Türkiye

bunu desteklemenin yanında, GKRY

ile İsrail arasında yapılacak aramalara

ve İsrail-GKRY-Avrupa doğalgaz

boru hattının inşa edilmesi planlarına

da karşı çıkmaktadır. Tek taraflı bu

karara karşı Türkiye, savaş gemilerini

bölgeye göndererek göstermiştir. Bu

da tartışmaları ve gerginliği daha da

artırmıştır. GKRY Türkiye’nin tavrının

uluslararası hukuka aykırı bulduğunu

söyleyerek tavrını ortaya koymuştur.

Türkiye bununla kalmayıp, K.K.T.C. ile

“Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması”

yapılması sonrası TPAO aracılığıyla

Ada’nın kuzey bölgelerinde petrol

aramaya başlamış, Rum tarafı buna

da karşı çıkmıştır.

Rumların gerginliği çıkarma nedeni,

Türk uzmanlara göre, 2012 yılının

başında Türkiye’nin baskısı sonucu

Güney Kesimin Ada’da bir çözüme

yaklaşmasını ve Temmuz ayında iki

toplumun temsil edildiği

AB dönem başkanlığını

tekrar kendi lehine

çevirmeye ve Türkiye’yi

suçlu pozisyona düşürmeye

çalışmasıdır.

Doğu Akdenizde yaşanan

olaylar Türkiye ve

Kıbrıs Adasıyla sınırlı

kalmayacaktır. İngiltere

ve Rusya uzaktan

açıklama yaparak

GKRY’nin faaliyetlerini

uluslararası hukuka uygun

gören yorumlarda

bulunmuşlardır. Diğer

taraftan, Türkiye’nin

K.K.T.C.’nin yanında

yer almasına karşı

Yunanistan, Güney

Kesimi’nin çıkarlarını

savunmakla kalmayıp

İsrail ile savunma alanında

ve istihbarat paylaşımıyla

ilgili anlaşma

imzalayarak Türkiye’ye

karşı bir cephe oluşturmaya

çalışmıştır.

İsrail ile “Kıta Sahanlığı”

sorunu olan Lübnan’da

tartışmaya katılmıştır.

İsrail’in yeni keşfedilmiş

doğalgaz/petrol rezervlerinden

yararlanmaya

çalışmasına karşın

Lübnan’daki Hizbullah

buna izin vermeyeceğini

açıklamıştır. Ancak

İsrail bu çıkışın, dikkate

alınacak bir durum

olmadığını, asıl sorun

olarak Türkiye’yi gördüğü

açıktır.

Batı medyasına göre, Türkiye’nin

GKRY’nin yanında tekrar İsrail’i

hedef almasının arkasındaki

neden, bölge ülkeleri karşısında

gücünü göstererek prestij kazanmak

ve bölgede hegemonyasını

yaymaya çalışmaktır. İsrail’in

geri adım atmasının arkasında

da Amerika ve Avrupa Birliği’nin,

Türkiye’nin de taviz vermesi karşılığında

İsrail’e baskı yapmasıydı.

Doğu Akdeniz’de bulunan önemli

miktardaki doğalgaz/petrol ile

ilgili tartışmaların gelecekteki

diğer ayağı şimdilik sessiz kalan

AB olacaktır. Ekonomik krizden

kurtulamayan ve doğalgaz/petrol

hususunda gitgide Rusya’ya

bağımlı olan Avrupa için bu bir

çıkış yolu olacağına göre bu

fırsattan mutlaka yararlanacaktır.

Dolayısıyla İsrail-GKRY/Kıbrıs

Cumhuriyeti-AB doğalgaz boru

hattı tekrar gündeme gelecektir.

AB’nin dinamosu konumunda

olan Almanya kendi enerji ihtiyacını

karşılayacak alternatifleri

şimdiden aramaya başlamıştır. Bu

yeni keşif, Fukusima’da(Japonya)

yaşanan olaylar sonrası 2022

yılına kadar tamamen nükleer

enerjiden vazgeçeceği kararı alan

Berlin için önem arzetmektedir.

Sorunun ilk kaynağı olan

Rumlar bu doğalgaz hattını

inşa edebilmesi için ilk

yapması gereken şey, Ankara

ile işbirliği içerisindeki

K.K.T.C. ile olan sorunlarını

çözüme kavuşturması gerekecek,

yoksa Türkiye’nin

tavrı kolay değişmeyecektir.

Güney Kıbrıs’ın gerginliği

tırmandıran Doğu Akdeniz’deki

sondaj aramaları,

Türkiye’nin dış politikasının

“komşularla sıfır sorun” ve

“barışçıl diplomasi” paradigmasını

zorlamıştır. Bu gerginliğe

taraf olmaya çalışan

bölge içi güçler olduğu gibi,

bölge dışı güçler de yer

almaya çalışmışlardır. Bu

gelişmeler Türkiye’nin “güç

göstermesine” neden olmasının

yanında Türkiye’ye karşı

kutuplaşmalar başlatmıştır.

Sonuçta Türkiye, Kuzey

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin

yanında olduğunu göstermiş

olup, ekonomik olarak

K.K.T.C.’nin kalkınması için

önemli katkı sağlayacak

olan petrol aramalarına

başlanmıştır. Siyasi olarak’ta

GKRY’nin geri adım atmasına

neden olmuştur. Kıbrıs

Rum tarafının Kuzey Kıbrıs

Türk tarafına yönelik açıklama

yaparak elde

edilecek doğal gaz

ve pertolün Kıbrıs

halklarının “yararına”

olacağını

açıklamıştır.

Abdullah ÇALIŞKAN

Kırşehir Milletvekili

Dışişleri Komisyonu Üyesi

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 72 73 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

2012 yılı ile birlikte Batı ile İran

arasındaki gerginliğin dozu

giderek daha da artmaya başladı.

İran yönetiminin nükleer programı

konusundaki adımları, Uluslararası

Enerji Ajansı ile Batı için güven verici

bir işbirliği sürecine yanaşmaması ve

diplomatik alandaki müzakerelerin

sonuca ulaşmaması ise bu gerginliğin

dozunu artıran gelişmeler. Batı’nın

İran`ı köşeye sıkıştırmak için ambargo

kozunu devreye sokması ve hatta

Tahran`ın önemli petrol alıcılarından

Çin`in de kısmen içinde bulunduğu

çok sayıda ülkenin bu sürece destek

vermesi ise dikkatlerden kaçmıyor.

Ancak bütün bunlar Ahmedinejad dönemiyle

saldırganlığı bir strateji haline

getiren İran`ın nüve programını davam

ettirme yönündeki ısrarını zayıflatmıyor,

hatta teşvik ediyor. Bu ortamda

ABD ve İsrail`den İran`a müdahale

sesleri ise her zamankinden daha gür

çıkmakta. ABD`nin başkanlık seçimi

atmosferinde olması ve bu ülkede

İran`a karşı sertlik yanlısı Musevi lobisinin

etkinliği fonunda Amerikan yetkililerinin

ikide bir İran`a askeri müdahalenin

hala etkin bir seçenek olarak

masada olduğunu vurgulamaları da

bunun bir yansıması.

Öte yandan, Irak`tan “çıkan”,

Afganistan`dan da çıkmanın yollarını

arayan Obama yönetiminin bölgede

yeni ve çok daha geniş boyutlu bir

savaşa yol açacak bir askeri seçeneğe

hazır olup olmadığı çok bilinmeyenli

bir denklem. İran`ın nüve

programındaki hızı ve İsrail`in bir an

önce askeri müdahale konusundaki

ısrarı ve zaman-zaman tek başına

müdahale edeceğine dair İsrail`li yetkililerin

verdiği demeçler ise işi daha

da karmaşık hale getirmiş durumda.

BBC`de son dönemlerde yayınlanan

“İran’a saldırı senaryoları” gibi analizler

ise sanki İran`a müdahalenin stratejik

kararı verilmiş, siyasi ve askeri ayrıntıları

konuşuluyor gibi bir hava yaratma

iddiasında.

Keza İran`a askeri müdahale senaryoları

konusunda her zaman temkinli

davranan Rusya`nın tavrı da dikkat

çekici. ABD ve/veya İsrail`in İran`a

saldırılarına dair demeçlerini genellikle

gerçekçi bulmayan ve en fazla

bir kaç analizcinin müdahale seçeneğini

olası görmeyen demeçleri ile

“geçiştiren” Rusya yönetimi sanki bir

şeyler olacakmış gibi gittikçe sertleşen

reaksiyonlar vermektedir. Şöyle ki, 13

Şubat`ta Birleşik Arap Emirliklerin`den

meslektaşı ile görüşen Rusya Dışişleri

Bakanı Sergey Lavrov İran sorunun

çözümünde herkesi askeri yöntemleri

göz ardı eden bir anlayışı kabulü yönünde

çağrı yaptı.

Keza, Rusya Genelkurmay Başkanı

Nikolay Makarov, 15 Şubat`taki açıklamasında

İran’ın tartışmalı nükleer

programı ile ilgili yaz dönemine kadar

bazı kararların alınabileceğini söyledi.

Rus basını ise Makarov’un bu açıklamalarını

İran’a saldırı tarihi ile ilgili

ipuçları olarak yorumladı. Zaten dünya

Rusya İran’a

Müdahale İhtimali

İçin Ne Diyor?

Dr. Nazım CAFERSOY

Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve

Stratejik Araştırmalar Merkezi Analisti

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 74 75 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

ve Türk basını da çok sayıda yayın bu

haberi “Rusya'nın İran'a saldırının tarihini

açıkladı” şeklinde gördü. Makarov`un

Rusya’nın İran ve tüm Ortadoğu’yu

izleyen ve gerekli bilgileri toplayan bir

“durum merkezi” oluşturduklarının da

altını çizmesi de olayları Moskova`nın

ne kadar ciddi aldığının göstergesi sayılabilir.

Daha da önemlisi, Makarov`un

aynı basın toplantısında ulusal güvenliğe

yönelik yakın bir tehdit algılamaları

durumunda nükleer silah kullanabilecekleri

uyarısı yapmış olması.

Dahası, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı

Gennadiy Gatilov, 22 Şubat`ta

Moskova’da düzenlediği basın

toplantısında, “İran’a yönelik tüm askeri

senaryoların bölge ve şüphesiz

uluslararası ilişkiler sisteminin tamamı

açısından felaket olacağını” belirtti.

Gatilov, İsrail Genelkurmay Başkanı

Tümgeneral Benny Gantz, ülkesinin

İran’ı vurma kararını kendisinin alacağını

açıklamasına cevaben verdiyi

açılamada “İsrail’in, bunun doğurabileceği

sonuçların bilincinde olduğunu

ümit ettiğini” kaydetti.

Rusya`nın yeni Devlet Başkanı Vladimir

Putin de yeni dönemdeki dış politika

anlayışını ortaya koyduğu 27 Şubat

tarihli “Rusya ve Değişen Dünya” yazısında

İran`in nükleer programa sahip

olma hakkını kabul edilmesini ve sorunun

görüşmeler yoluyla çözülmesini

önermesi de Kremlin yönetimin İran`a

ilişkin savaş senaryolarına konumu

açıkça ortaya koymak bakımından

önemli bir gösterge. Bu arada Rus basını

ve strateji uzmanları arasında da

İran`a müdahale konusunda tartışmalar

da yoğunlaşmış. Keza, Rusya`nın

Suriye`ye yönetimine verdiği siyasi

ve askeri-teknik destek ve istihbarat

yardımının iki ülke arasındaki stratejik

ilişkinin yanı sıra, bu surecin aynı zamanda

İran`a müdahalenin önemli hazırlık

aşaması olarak gibi algılamasının

da etkisini unutmamak gerekir.

Rusya`nın bu endişeleri zaten müdahile

konusunda tetikte olan İran

yönetimi tarafından da ciddiye alınmakta.

Nitekim Rusya Genelkurmay

Başkanı Nikolay Makarov’un İran’a

yönelik yaz başında saldırı olabileceği

yönündeki imalarının ardından, İran

Moskova Büyükelçisi Seyyit Mamut

Rıza Seccadi, Moskova’da düzenlediği

basın toplantısında batılı ülkelerden

herhangi bir saldırı olması durumunda

Tahran’ın buna karşılık vereceği tehdidinde

bulundu. ABD’nin İran’a saldırmasının

büyük bir hata olacağı uyarısı

yapan Büyükelçi, “Onlar bize herhangi

bir noktadan saldırırsa, biz de onları o

noktadan vururuz” dedi.

Özetle, Batı-İran gerginliği artık daha

sık savaş senaryolarının konuşulduğu

bir süreç haline gelmiş durumda. Rusya

ise 3. Putin döneminde bu sürece

seyirci kalmayacağını sinyallerini veriyor.

Bu ortamda “Altılar”ın İran`la diplomatik

görüşmelere devam etmesi ve

İran resmilerinin müzakereler yönündeki

demeçlerinin ne kadar anlamlı

olacağını ise zaman gösterecek.

Kırgızistan Cumhurbaşkanlığından

yapılan açıklamada,

Cumhurbaşkanı Almazbek

Atambayev’in ABD’nin Güney ve

Orta Asya’dan Sorumlu Dışişleri Bakanı

Müsteşar Yardımcısı Susan M.

Elliott’un başkanlığındaki heyeti kabul

ettiği bildirildi.

ABD’nin Bişkek Büyükelçisi Pamela

Spratlen, ABD’nin Orta Asya, Pakistan

ve Afganistan’dan sorumlu Savunma

Bakan Yardımcısı David Sedni, ABD

Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Asya

Büro Müdürü Lynne Tracy ve Tümgeneral

John Nicholson’un da hazır

bulunduğu görüşmede, Atambayev’in,

"Manas sivil havaalanında 2014 yazı

sonrası yabancı askeri bir birliğin olmaması

gerektiği"ni belirttiği kaydedildi.

Atambayev’in görüşmede,

Kırgızistan’ın gelecekte ABD ile işbirliği

konularının ülkenin ulusal çıkarları

temelinde inşa edileceğine, demokratik

kalkınmanın ise iki ülke arasındaki

ikili ilişkileri güçlendiren faktörlerden

birini teşkil edeceğine işaret ettiği vurgulandı.

Dışişleri Bakanı Müsteşar Yardımcısı

Elliott’un da, Afganistan’da ve bölgede

güvenliğin sağlanması ve korunmasına

verdiği katkılarından dolayı

Kırgızistan’a şükranlarını dile getirdiği

belirtildi.

Elliot’un ayrıca, Kırgızistan’da iktidarın

barışçıl yolla teslim edilmesinin

pek çok ülke için iyi bir örnek teşkil

edebileceğini bildirirken, ABD Başkanı

Barack Obama’nın selamını

Atambayev’e ilettiği kaydedildi.

Kırgız tarafını, Cumhurbaşkanlığı

İdaresi Dış Politika Birimi Müdür Yardımcısı,

Dışişleri Bakanı, Milli Güvenlik

Devlet Komitesi Başkanı, Güvenlik

Konseyi Başkanı, Savunma Bakanı ile

Başbakanlık Uyuşturucu ile Mücadele

Hizmetleri Başkanının temsil ettiği

görüşmede, Afganistan’da güvenliğin

güçlendirilmesi ve Afganistan’ın ileride,

terörist ve uyuşturucu kaçakçılığı

kaynağı için bir sığınak haline gelmemesi

için politik bir çözüm bulunması

gerektiğinin ele alındığı açıklandı.

Öte yandan Bişkek’teki Amerikan

askeri hava üssünün kira sözleşmesi

2014 yılında sona eriyor.

Kırgızistan’dan

Askeri Hava Üssü

Konusunda ABD’ye Uyarı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 76 77 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Kuzey Kıbrıs ve

Kaybedilen Topraklar

Devlet “belirli sınırlar içerisinde

toprağı bulunan, ülkü birliği

çerçevesinde toplanan insanların,

bağımsız olarak bir yönetim altında

örgütlenmeleridir”. Devletin olmaz

ise olmaz en önemli üç unsuru vardır:

Toprak – İnsan – Otorite. Bu üçünden

herhangi birinin yokluğu karşısında

devletten bahsetmek en azından hukuken

mümkün değildir. Bunun yanında

devletin uluslararası kabul açısından

da bir tanınmaya ihtiyacı vardır.

K.K.T.C.’yi bu unsurlar açısından

değerlendirdiğimizde, “Otorite” ve

“Tanınma” noktasında zaafiyet içerisinde

olduğu aşikardır. Özellikle son

yıllarda İktidarların yönetim açısından

dışa olan bağımlılıkları gün yüzüne

çıkmıştır. Zaten bu bağımlılık doğal

olarak devletin bağımsız olmadığına

da delalettir.

Ancak ben bunlar üzerinde değil

Kuzey Kıbrıs üzerindeki “Toprak”

konusundan bahsetmek istiyorum.

Mademki bir devlet kurduk diyoruz

ve bazılarımız da bu devletin ilelebet

yaşatılacağından bahsediyor, o

zaman toprak konusu çok iyi analiz

edilmelidir.

Hele hele bir kesim insanımız “Şimdi

K.K.T.C.’nin tanıtılma zamanıdır” diyorsa

bu konu daha da önem arz etmektedir.

Çünkü tanıtılacak bu devletin

(BM tarafından bunun şu an mümkünatı

yoktur ya o başka bir mesele) her

şeyden önce sınırları içerisinde kendine

ait önemli bir toprağının olması

gerekir. Aksi takdirde sanal bir devletin

uluslararası alanda varlığından söz

etmiş oluruz.

Uluslararası hukuk bakımından ortaya

çıkan kararlar açısından Ada’nın

kuzeyindeki yapının yani K.K.T.C.’nin

illegal olduğunu da bir yana koyarak

“Toprak” olayına bakmak gerekir.

Şimdi farz edelim ki, K.K.T.C.’nin

milletlerarası hukuk ve BM açısından

önündeki tüm engeller aşıldı ve hükmü

şahsiyete sahip bir devlet olma

şansı ortaya çıktı. Bir gün geldi aniden

ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere

oybirliğiyle K.K.T.C.’nin tanınabileceğini

söyleyerek önümüzü açtılar (Bu

ülkelerden bir tanesi bile “hayır” dese

K.K.T.C. hiçbir zaman tanınamaz).

Şimdi ben devletim diyerek ortaya

çıkacak bu yapının sınırları içerisindeki

“Toprak” durumu nedir? Önce bunun

netleşmesi gerekir.

Topraksız veya vatandaşına ait toprakları

hiç denecek kadar az olan bir

devlet ile dünyanın karşısına çıkarsak

inandırıcı olmaktan çok uzak olmaz

mıyız?

Devlet bizim - toprak başkalarının, bu

nasıl iş beyler, siz nasıl bir “Türk Devleti”

olduğunuzu iddia ediyorsunuz?

diye sorarlarsa cevabımız ne olacak

acaba? Devlet Türk, ama toprak ecnebinin

de olsa siz buna bakmayın, bizi

yine de tanıyın mı diyeceksiniz acaba?

Adanın kuzeyi 3.242 kilometre karelik

bir alana sahiptir. Bu alanın da ancak

%70 - 80’inde insanların yerleşim

imkanı bulunmaktadır. Çünkü kuzeyin

yaklaşık % 20’si dağ ve orman alanıdır.

1974 dönemine ilişkin Ada’daki Türk

- Rum taşınmaz mallarının oranı konusunda

iki tarafın farklı iddiaları vardır.

Rum tarafı kendi kayıtlarına göre

adanın kuzeyindeki Rum gayrimenkullerinin

toplamının %78,5 olduğunu

ileri sürerken, K.K.T.C. makamları ise

bu Rum mallarının oranının %63 olduğu

ve kuzeydeki taşınmaz malların

% 33’ünün de Türkler’e ait olduğunu

iddia etmektedir (1964 verilerine göre

ada genelinde Türkler’e ait özel mülk

oranının % 13 civarında olduğunu da

belirtmekte fayda vardır.)

Adanın iki kesime ayrıldığı 1974 tarihi

itibariyle en iyi ihtimalle kuzeydeki

Türk toprağı oranı %33’tür. Ancak bu

oranın şu an daha düşük olduğu da

bir gerçektir. 1974 - 2011 arası dönemde

yabancılara devredilen veya

yabancı sermaye tarafından emlak

alımı maksadıyla kurulan şirketlere

satılan Türk mallarını da hesaba kattığımızda

%33’lük rakamın daha da

düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.

Devletin, 1974 sonrası yabancılara

satılan Türk Malları hakkında herhangi

bir istatistiği olmamakla birlikte özellikle

2004 sonrası İsrailli, Rus, İngiliz

ve Türkiyeli kişilerce adanın kuzeyinde

yüklü miktarda taşınmaz mal satın

alındığı bilinmektedir. Benim elimdeki

verilere göre özellikle İsrailliler kurdukları

şirketler vasıtasıyla milyonlarca

metrekare toprak edinmişlerdir. Bu

toprakların bir kısmının Türk malı olduğunu

da belirtmek isterim.

Kısaca söylemek gerekirse Kuzey

Kıbrıs’ta bulunan Türk topraklarının

oranı en iyimser tahminle % 30’u

(Yani Türk Toprak oranı 972 kilometre

kare civarındadır) geçmemektedir.

Ama bana sorarsanız bu rakam %

25’i zor geçer. Kaldı ki çözümsüzlük,

umutsuzluk, işsizlik ve ekonomik krizin

devamı halinde bu oranın hızla aşağıya

ineceğini görmek için kahin olmaya

da gerek yoktur.

Görüleceği üzere K.K.T.C. veya adına

ne derseniz deyin kuzeyde ayrı bir

devlet yapısından bahsetmek “topraksızlıktan

ya da toprak azlığından”

ötürü, ileri sürülebilecek inandırıcı bir

argüman olamaz. Topraklarının yaklaşık

¾’ünün yabancılara ait olduğu bir

başka ülke var mı ben bunu gerçekten

bilmiyorum.

Peki 1974’ten sonra K.K.T.C. topraklarının

durumu ne olmuştur?

Ülkemizde normal standartlar ölçüsünde

veya halk yararına makul

miktarda taşınmaz malın yabancılar

tarafından kullanılmasına herhangi bir

itirazım yok.

Ancak adanın kuzeyindeki Türk Toprak

miktarı 1.000 kilometre kare bile değilken

(3.242 kilometre karelik K.K.T.C.

toprağının 1974 itibariyle minimum

% 67’sinin Rum arazisi olması ) ülke

topraklarının hangi koşulda olursa

olsun -ileriye dönük ciddi sıkıntılar

yaşamamak adına- kontrollü olarak ve

çok istisnai olarak yabancılara devredilmesi

gerekir.

1974 – 2011 arası dönemde ve özellikle

de 2003 sonrasında yabancılara

devredilen veya yabancı sermaye

tarafından satın alınan K.K.T.C. toprakları

milyonlarca metrekaredir. Binlerce

dönüm arazi İsrailli, Rus, İngiliz

ve Türkiyeli sermayedarlar tarafından

devralınmıştır. Sadece benim elimdeki

verilere göre (ki kısıtlı bir çerçevede

yapılmış incelemeye dayanır) özellikle

İsrailliler, kurdurdukları yerli şirketler

vasıtasıyla milyonlarca metrekare

toprak edinmişlerdir. Elden giden bu

K.K.T.C. topraklarının önemli bir kısmı

Rum, bir kısmı da Türk menşelidir.

Her ülke kendi topraklarının büyük

yabancı sermayeler tarafından büyük

kütleler halinde kapılmaması için çeşitli

yasal tedbirler almaktadır.

K.K.T.C. yasalarına göre de bir yabancının

en fazla 1 dönüm arazi alma

hakkı varken ve bu hak yabancılara

bin bir güçlükle verilebilirken (İçişleri

Bakanlığı’na başvuru, güvenlik soruşturması,

Bakanlar Kurulu izni) nasıl

olur da yüzlerce belki de binlerce

dönüm gayrimenkul yabancı sermaye

tarafından satın alındı ve halen de

alınmaktadır?

Dönümlerce arazi satın almak isteyen

yabancı iş adamları önce K.K.T.C.’de

güvenebilecekleri, işbirliğine gidebilecekleri

yerli kişileri araştırırlar. Bu kişiyi

bulduktan sonra (Avukat, emlakçı, iş

adamı, müteahhit, vb… ) kanuni engeli

aşabilmek için hemen yerli şirket

kurmak için işlemler başlatılır. Hisselerin

%51’nin K.K.T.C. vatandaşında

olması halinde o şirkete “yerli şirket”

denmekte ve bu tür şirketler adada

sınırsız sayıda emlak edinme hakkına

sahip olmaktadır.

Anlaştıkları bu güvenilir kişilerle birlikte

bir şirket kurulur. Güvenilen kişi özellikle

bir avukat ise ve işini layıkıyla yapıyorsa

telkinler üzerine diğer yabancılar

da ayni avukata yönelir ve onlarla

da benzeri şirketler kurulur. Bazı avukatların

yabancılarla birlikte hissedar

oldukları onlarca şirketin olması bana

göre buna dayanmaktadır.

K.K.T.C. Şirketler Mukayyitliği kayıtlarında

bu yolla kurulmuş bir sürü şirket

olduğunu görebilirsiniz. Şirketlerde

yerli hissedarların sekreter, muhasebe

işçisi, stajyer ya da asgari ücretli

çalışanlar olduğuna dahi rastlarsınız.

Tüm bunlar şirketlerin esas sahibinin

yabancılar olduğunu açıkça ortaya

koymaktadır.

Yerli ortak, aslında sırf yabancıların

işini görmek amacıyla bir piyon veya

yardımcı pozisyonundadır. Keza şirketler

adına yapılan mal alımlarının

parası azınlık hissedarları kanalıyla

gelmekte, yani şirket sermayesinin

parası veya harcanan paraların sahibi

aslında yabancı ortaklar olmaktadır.

Kısaca parayı veren ve malı alan yabancıdır.

Yabancı işadamı K.K.T.C.’de tek başına

arazi almak istese kanunlar ona

ancak bir dönüm alabilme imkanı

vermektedir. Ancak şirket kisvesi altında

yabancılar kanunen yasak olan bu

durumun üstesinden gelmekte, yerli

şirketleri adına dönümlerce araziyi

kapatmaktadırlar. Kısaca kanunların

yasakladığı bir konuda kanunların izin

verdiği diğer araçları kullanarak bu

yasağı aşabilmektedirler.

K.K.T.C. Hükümeti’nden bu konuda

hiçbir ses seda çıkmadığını da belirtmek

isterim.

Av. Barış MAMALI

Lefkoşa Barosu Eski Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 78 79 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

bölgeler yer alır. Örneğin Taşkent’in 70

km doğusunda, Darkent yakınında ve

“Taşkent Bölgesi”ndeki ekolojik alan,

1000-2500 metrelik yükseklikte ve

güzel bir tabiat bölgesidir. Bu bölgede

ilk çağlardan kalan eserlerin yanısıra

çok çeşitli hayvan ve bitki türleri bulunmaktadır.

Tursitik gezi dışında, dağa tırmanma

faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi de

mümkün olmaktadır. Kış mevsimi süresince

kayak için en uygun yerlerden

biridir. Taşkent’e 80 km uzaklıkta bulunan

Gazalkent’teki "Çimgan" adıyla

bilinen bölge, Özbekistan’daki en güzel

yerlerinden biridir. Burada gerektiğinde

dünya çapında yarışmalar için

de kullanılabilecek özel kayak alanları

mevcuttur.

Özbekistan yeterince doğal tıbbi

kaynağa sahiptir. Zengin mineraller

içeren çeşitli türde tabii su kaynakları,

değişik rahatsızlıkların tedavisinde

geniş olarak kullanılmaktadır. Bunların

ilk akla gelen kaynaklara örnek olarak

"Macesty", "Eski Gül", "Çaltuba",

"Naftusi"yi verebiliriz. Mineralli kaynaklar

açısından Özbekistan, tanınmış

Kafkas mineralli kaynak suları’ndan

kesinlikle geride kalmaz. Meşhur

"Çarvak" su kaynakları da buradadır.

Cizzah vilayetinin merkezi Cizzah

kentine 60 km uzaklıkta bulunan Fariz

bölgesinde Noraton Dağı’nda tilki,

kurt, ayı, tavşan, domuz, büyük kirpi

gibi hayvanlar ve çeşitli kuş türleri bulunmaktadır.

Bölge açık havada dinlenme

gezileri ve avlanma için gerekli

şartlara uygundur.

Turistlerin ilgisini çekecek tarihi bölgeler

ve yapılar arasında çeşitli din

alimlerine adanmış ya da onlar zamanından

kalan dini yapılar ve türbeler

de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları;

İmam Ad Darimi 789-869 (Semerkant-

Taylak), İmam el Buhari 810-870

(Semerkant), İmam et Tirmizi 824-

892 (Termiz), Ebu Mansur el Maturidi

893-944 (Semerkant), Ahmed Yesevi

1103-1208(Kazakistan-Türkistan),

Bahauddin Nakşibendi 1318-1389

(Buhara),Hoca Ubaydullah Ahrar-I Veli

1404-1490 (Semerkant)’dir.

Özbekistan Orta Asya’da turizm bakımından

gelecek vaad eden ülkelerin

başında gelmekte, Özbek Hükümeti

turizmi döviz gelirleri açısından taşıdığı

potansiyel nedeniyle ulusal önemde

bir kalkınma alanı olarak benimsemektedir.

Özbekistan’ın uluslararası temaslarının

artmasına paralel olarak turizm

sektöründeki yatırımlar önem kazanmaktadır.

Zengin tarihi ve doğal

güzellikleri olan Özbekistan’da otel ve

tesis sıkıntısı, özellikle de kaliteli konaklama

yeri sıkıntısı giderek azaldığı

görülmekte, son yıllarda gelen turist

sayısında artış gözlenmektedir.

Sektör önemli ölçüde bir devlet şirketi

olan Uzbektourism’in tekelindedir.

"Uzbektourism", Özbekistan Devlet

Başkanı İ. Kerimov’nın özel emriyle

1992 yılının Haziran ayında genel turistik

faaliyetlerle ilgilenen "Intourist",

gençlik turizmi çalışmalarıyla ilgilenen

"Sputnik" ve Sovyet zamanında kurulan

diğer turizm amaçlı kuruluşların

yerine kurulmuştur. Devlet turizm şirketi

Uzbektourizm turizmi teşvik etmek

ve yasaların elverişli hale getirilmesini

teşvik etmek suretiyle yabancı yatırımcıları

çekmeye çalışmaktadır.

Bağımsızlıktan sonra Batı standartlarından

uzak 35 otel ve kamp

varken son yıllarda Taşkent, Semerkant,

Buhara’da ve diğer

şehirlerde Avrupa standartlarına

göre yeni oteller yapılmış, böylece;

Semerkant ve Buhara kentlerinde

yabancı sermaye ortaklığında kurulan

birinci sınıf oteller hizmete

açılmıştır. Bu sektöre katkıda Türk

işadamlarının da önemli payı vardır.

2004 yılında ülkenin Semerkant şehrinde

Dünya Turizm Örgütü’nün Bölge

Ofisi kurulurken, söz konusu bölge

ofisi Büyük İpek Yolu ülkelerindeki

ulusal seyyahlık kuruluşlarının faaliyetlerini

de koordine etmektedir.

5 Ocak 1998 yılında "İpek Yolu Büyük

Diyalog Yolu" etkinlikleri çerçevesinde

Semerkant’ta UNESCO yardımlarıyla

‘Orta Asya Araştırmaları Merkezi’

faaliyete geçmiştir. Bu merkezin hedefi,

Orta Asya milletlerinin tarihini,

geleneklerini ve kültürlerini araştırmak,

kitaplar hazırlayıp yayınlamak, bu

doğrultuda seminerler ve konferanslar

düzenlemektir. Merkeze, Özbekistan,

Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,

Türkiye, İran, Pakistan, Güney Kore,

Moğolistan ve Ermenistan üyedirler.

2010 yılında ülkeye gelen turist sayısı

%7'ye yakın oranda artarak 1 milyona

ulaşmıştır. Özbekistan’a gelen

turistlerin %60'ı Avrupa Birliği (AB)

Tarihi Büyük İpek Yolu

güzergâhında bulunan, Avrupa

ile Asya’yı birbirine bağlayan

Özbekistan; eski çağlardan kalan

tarihi yapılarıyla, diğer kültürel özellikleriyle

pek çok insanın dikkatini

çekmektedir.

Özbekistan’da Paleolit çağdan başlayarak,

köle-devletler ve Büyük Makedon

Krallığı zamanlarını da kapsayan,

geçmiş tarihin farklı periyotlarından

kalma eserler bulunmaktadır. Bunları

sırasıyla Baktriya ve Kuşans Krallıkları

da dahil olmak üzere çeşitli Arap

hakimiyeti döneminden, Moğollar ve

Timur zamanından kalma eserler ve

son olarak Özbek dönemi eserleri

takip eder.

Çok sayıda efsane ve hikayelere sahip

bir ülke olarak; çölleri, deve kervanları,

etkileyici mozoleler (yapılar). Geçmişin

mimari izlerini taşıyan yapılar, renkli

materyaller (takı ve motifler) ve egzotik

meyveler ülkesidir.

Özbekistan’da tarihin izlerini görebileceğiniz

4.000’den fazla tarihi ve kültürel

eser bulunmaktadır. Dünyadaki

pek çok insan; Semerkant, Buhara,

Hive, Kokand, Şahrisabz gibi tarihi

kentleri bilir. Amuderya ( Ceyhun)

nehrinin sağ tarafında Tuprak Kale,

Berput Kalesi, Gildursun ve en eski tarihten

kalan kale ve site-kentlerden biri

olarak bilinen Kavat Kale yer almaktadır.

Hive’nin hemen yakınında eski

tarihi ve mimari görebilirsiniz. Bunların

hepsi de birer açık hava müzesidir.

Orta Asya bölgesinin özellikle; İslam

mimarisinin kervansaraylarıyla ve ortaçağa

ait eserleriyle doğu şehirlerinin

eşsiz görüntüsünü bugün de koruyan

Asya'nın turistik merkezlerinden birine

dönüşen tarihi şehirler, bugünkü

Taşkent'in gelişmesine ve dünya çapında

tanınmasına yardımcı olmuştur.

İslam Konferansı Örgütü’nün Kültür,

Eğitim ve Bilim Araştırma Merkezi’nce

(ISESCO) kabul edilen karara göre;

2007 yılında Taşkent ‘İslam Kültürü

Başkenti’ diye ilan edilmesi,

Özbekistan’ın İslam ve uluslararası

uygarlığına olan katkısı dünya toplumu

tarafınca benimsenmesinin göstergesidir.

Özbekistan, dünya genelinde en fazla

tarihi esere sahip olan ilk 10 ülke arasında

yer almaktadır. Bunun dışında

turistler Karakum ve Kızılkum sahrasında

trekking, at üzerinde geziler,

karla örtülü Tanrı Dağları’nın batısında

kayak ve heliskiing yapabilmektedirler.

Ayrıca dağcılık, milli ormanlar ve sağlık

merkezleri de turistlerin ilgi alanıdır.

Çok sayıda tarihi “bölge” itibarıyla

hemen hemen dünyaca tanınan Mısır,

Hindistan, Antik Yunan ve Roma ile

eşdeğer sayılabilir. Bunda Çin’den

başlayarak Hindistan ve Orta Asya ülkelerinden

geçerek Avrupa’ya ulaşan

tarihi "İpek Yolu"nun Özbekistan’dan

da geçmesi etkili olmuştur. Mevcut

kaynaklar, ekolojik turizmin gelişmesi

için de elverişlidir. Büyük kentlerin

yakınlarında geniş ve açık ekolojik

Özbekistan’da

Turizm Sektörü

Süleyman MERDANOĞLU

Özbekistan Uluslararası Altın Miras Vakfı

Ankara Bölümü Başkanı

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 80 81 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 82

83 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

ülkelerinden, %25'i Asya ve Amerika ,

%15'i de Rusya’nın ilk sırada yer aldığı

Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)

ülkelerinden gelmiştir.

2011 yılı sonu itibariyle, turistik amaçlı

dahil çeşitli nedenlerle Türkiye’den

Özbekistan’a 80.000 kadar kişi seyahat

etmiştir. Özbekistan’dan da

Türkiye gelen 70.000 kişidir. Özbek

Hava Yoları (ÖHY) ile Türk Hava Yolları

(THY)'nin, şu anda İstanbul ile Taşkent

arasında haftada karşılıklı beşer seferleri

bulunuyor. Söz konusu hattaki

sefer sayılarının az olması nedeniyle

yolcular uzun süredir uçaklarda yer

bulamama sorununu yaşıyordu. ÖHY

ve THY karşılı sefer sayısını 7’ye çıkardı.

25 Mart itibariyle yürürlüğe girecek

yeni uygulamayla, uzun süredir İstanbul

ile Taşkent hattında yaşanan yolcu

yoğunluğuna büyük rahatlama getirmesi

bekleniyor. ÖHY ve THY, Taşkent

ile İstanbul arasında haftanın her günü

sefer yapacak.

Günümüzde, yılda 2 milyon turist

ağırlama kapasitesine sahip olan

Özbekistan’ın, 2012'de turist sayısını

%30 artırarak 1 milyon 300 bine

çıkarmayı hedefliyor. Özbekistan’da

hâlihazırda 260 otel, 700 dolayında

da turistik acente bulunmaktadır.

Öte yandan Özbekistan, turizmini

canlandırma adına başkent Taşkent

ile ülkenin tarihi kenti Semerkant arasında

hızlı tren projesini Eylül 2011'de

hayata geçirmiştir. Hızlı trenin faaliyete

geçmesiyle birlikte 5 saat süren Taşkent-

Semerkant hattı 2 buçuk saate

inmiştir.

Uluslararası fuarlar da Özbekistan’ın

turizm politikasında önemli bir yere

sahiptir. Bu bağlamda 2-4 Kasım

2011 tarihleri arasında ”Büyük İpek

Yolunda Turizm” başlığı adı altında

17. Uluslararası Taşkent Turizm Fuarı

gerçekleştirilmiştir. “Özbekturizm” Milli

Şirketi tarafından organize edilen fuarda

36 ülkeden 500'e yakın yabancı

turizm şirketi ve acente, 100 civarında

yabancı gazeteci katılmıştır. Türkiye,

ilk defa partner olarak yer aldığı bu

fuara Çorum ve Ordu illerinin stantları

ile katılmıştır. Ayrıca Kültür ve Turizm

Bakanlığı bünyesindeki sanatçılar 2

gün boyunca fuar alanında sahne alarak

Türk müziği ve halk oyunlarından

çeşitli örnekler sunmuşlardır.

Özbekistan, bağımsızlığını kazanmasından

itibaren turizm sektörünün

geliştirilmesi yolunda önemli mesafe

kat etmiş ve bu alanda ciddi bir

prestij kazanmıştır. Güney Kore’nin

Gyeongju kentinde düzenlenen Dünya

Turizm Örgütü 19. toplantısında,

Özbekistan’ın 2011-2015 yılları için

örgütün İcra Kurulu üyeliğine seçildiği

bildirildi. Özbekistan’ın örgütün İcra

Kurulu üyeliğine seçilmesi, Büyük İpek

Yolu’nu kapsayan geniş bir coğrafyada

turizmin gelişmesine ve icra kurulunun

çalışmalarına olumlu katkıda

bulunacağını söylemek mümkündür.

Firmaların vazgeçilmez tanıtım

araçları olan, tek sayfalık tanıtım

broşürlerinden, yüzlerce sayfalık tanıtım

yada ürün kataloglarına kadar

her türlü tanıtım materyalini,

fotoğraf çekimlerini, baskı

öncesi hazırlığı, tasarımını ve

matbaa baskısını en uygun maliyetlerle

gerçekleştirebiliriz.

Dilerseniz sadece bunlarla sınırlı

kalmayıp firmanızın tüm reklam

işlerini de üstlenebilir, tüm tasarımların

firma kurumsal kimliğine

uygun yürütülmesini sağlarız. Ayrıca

tüm tasarım işlemleri bittikten

sonra ürününüzün matbaa aşamasını

takip eder, imalatının hatasız, doğru

biçimde gerçekleşmesini sağlarız.

uygulamabaskı

kaliteproduction

Kuzey Kıbrıs Yatırım Geliştirme

Ajansı (YAGA) 2007 yılında

kurulmuştur. Doğrudan Kuzey

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başbakanına

bağlı olarak çalışmakta olan YAGA

düzenli olarak başbakana raporlar

sunmaktadır.

YAGA, yatırımcılara, işlemlerini tek

elden (one-stop-shop) tamamlama

yaklaşımı ile tamamen gizlilik ilkesi

çerçevesinde ve ücretsiz olarak yatırım

öncesi, yatırım esnası ve sonrasında

geniş kapsamlı bir hizmet sunmaktadır.

Yatırımcılara yatırım fırsatlarından

yararlanabilmeleri için yatırım teşvikleri,

hukuki düzenlemeler, yatırım iklim

ve sektöre özel bilgi ve danışmanlık

yapan kurum arazi tahsisi ve yatırım

teşvik belgesi alma işlemlerinin koordinasyonunu

düzenlemekte ve aracılık

görevi yapmaktadır. YAGA’nın diğer

kuruluş hedefleri arasında yatırımcılara

işe başlama ve lisans alma da

dahil bürokrasi ile ilgili takip etmeleri

gereken tüm yönetimsel işlemlerinde

destek vermek, yatırım iklimini iyileştirmede

önerilerde bulunurak değişimin

sağlanması amacıyla savunuculuk

üstlenmek üzere çalışmalar yapmak

ve yerli ve yabancı doğrudan yatırımı

çekmek amacıyla hem yerli hem de

uluslararası düzeyde tanıtım aktiviteleri

gerçekleştirmek yer almaktadır.

Devlet desteği ve sektör odaklı stratejisi

ile özel sektör yaklaşımına sahip

olarak yürüttüğü bu faaliyetler çerçevesinde

YAGA, Kuzey Kıbrıs’ta kamu

ve özel sektör ile stratejik işbirliği

yapmaktadır. Kurumun idari organlarından,

dokuz üyeli YAGA Komite’sinin

beş üyesi özel sektör temsilcisidir.

Bünyesinde yatırımcı işlemlerini tek

elden (one-stop-shop) yürütme yaklaşımında

uzman danışmanlar bulunmaktadır.

Kıbrıs’ın jeostratejik konumu göz

önüne alındığında, Kuzey Kıbrıs’a

yapılacak yatırımların önemi ve bu

çerçevede YAGA’nın üzerine düşenler

ayrı bir hassasiyet kazanmaktadır.

Akdeniz’in en büyük üçüncü adası

olan Kıbrıs, Avrupa, Orta Doğu, Asya

ve Afrika’nın kesiştiği noktada, Türkiye,

Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan, Güney

Kıbrıs ve Yunanistan ile komşu bir

coğrafi konumda yer almaktadır. 1.1

milyar nüfuslu bir coğrafya pazarına

erişim imkanı sunan Ada 2000 yılı

aşkın bir süredir farklı uygarlıkların ve

ticaret yapan ulusların merkezi olarak

tarih boyu Bizans, Lüzinyan, Venedik,

Osmanlı ve İngiliz medeniyetlerine ev

sahipliği yapmıştır.

Bu konumunun yanı sıra Kuzey

Kıbrıs’ın halihazırdaki potansiyeli

burada yapılacak yatırımları teşvik

etmektedir. Ülkedeki; kalifiye, genç

ve dinamik işgücü, bu işgücüne her

yıl katkı sağlayan altı üniversite ve

40.000’in üzerinde öğrenci kapasitesi,

kullanışlı ulaşım altyapısı, 3G’nin

mevcudiyeti ve başlatılan “3+ Terabit

Network” altyapısı, saniyede 12 trilyon

işlem kapasiteli Süperbilgisayar imkanı,

araştırma ve geliştirme çalışmaların

için kurulan Teknoparklar ve gelişime

açık ileri düzey teknoloji, Kuzey

Kıbrıs’a yapılacak yatırımların amacına

ulaşması önemli bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.

Kuzey Kıbrıs’taki güçlü politik iyi niyet

ve Kıbrıs’ta kapsamlı bir anlaşmanın

imzalanmasına yönelik siyasi irade,

halihazırda devam etmekte olan AB

müktesebatına uyum süreci ve AB’ye

fiili üyelik sürecine hazırlık ile tamamlanmaktadır.

Son dönemde, uluslararası ticari faaliyetlerin

daha kolay şekilde yürütülmesine

yönelik alınan tedbirler ülkedeki

yatırımcı dostu ortamı geliştirmektedir.

Serbest piyasa ekonomisi yaklaşımı

kapsamında; düşük gayrimenkul

ve iletişim maliyetleri, iş ziyaretlerinde

vize gereksiniminin olmaması,

kontratların bağlayıcılığı ve mülkiyet

kayıtlarında kolaylık ve %23,5 oran

ile Avrupa’da en düşük vergi oranına

sahip ülkelerden biri olması Kuzey

Kıbrıs’ın yatırımcılar için önemli bir hedef

olabileceğini ortaya koymaktadır.

Kuzey Kıbrıs, küçük olmasına rağmen

AB ülkelerindeki en yüksek ortalama

büyüme oranına sahip hızlı büyüyen

bir ekonomiye sahiptir.

Bu yatırım ortamı içerisinde, küresel

krizin etkilerinden kurtulmakta olan

dünya ekonomisinde önemli büyümelerin

yaşanması beklenen sektörlerde

Kuzey Kıbrıs ciddi fırsatlar sunmaktadır.

Bu sektörlerin başında gelen

yat inşa sektöründe dünyadaki artan

talebin karşılanması için önemli bir büyümenin

yaşanması beklenmektedir.

Buna paralel olarak marina merkezi

olarak Kuzey Kıbrıs, uluslararası yat

güzergahları üzerinde yer aldığından

Doğu Akdeniz Bölgesi’nde yat turizminin

merkezi olma fırsatını taşımaktadır.

Denizcilik alanındaki bu fırsatlara ek

olarak tarımsal sanayi, bilişim sektörü

ve turizmin çeşitli alt kollarında yatırım

alanları bulunmaktadır.

Kuzey Kıbrıs, zeytinyağı ve şarap

üretimi yanında Kıbrıs’a özgü Hellim

peyniri gibi ürünlerle birçok niş yatırım

fırsatları sunmaktadır. Sağlanan teşvikler,

teknoparklar, Süper Bilgisayar

ve altı üniversitenin bilişim alanında

mezun veriyor olması, Kuzey Kıbrıs’ta

bilişim (ICT) sektörünün gelişimine

imkân sağlamaktadır.

İklimi, doğası ve kültürü ile Kuzey

Kıbrıs, Özel İlgi Turizmi’nin farklı şekillerini

geliştirmek için ayrıcalıklı fırsatlar

sunmakta, bununla beraber ticarileşmemiş

bakir doğası, huzuru ve sıcak

iklimiyle soğuk ülkelerdeki yaşı ilerlemiş

turistlere yönelik Yaşlı Bakım Merkezi

yatırımlarının yapılmasına imkân

sağlamaktadır. Son olarak ülke, konferans

ve kongre imkânı sunan 12’nin

üzerinde beş yıldızlı oteli ile bölgedeki

konferans turizmi destinasyonlarından

biri olmaya adaydır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yatırım

yapmak için yapılan başvuruların

giderek arttığı ve önümüzdeki aylarda

dünyanın çeşitli yörelerinden yatırımcı

grupların ülkeyi ziyaret edecekleri

alınan bilgiler arasındadır. Gündemde

çok sayıda turizm, tarıma dayalı

sanayi, sağlık ve rekreasyon amaçlı

yatırımların yanı sıra petrol depolama

alanında da yatırımlar gündemdedir.

KKTC’nin coğrafi konumu ile gerek

Güneydeki gaz sondajı gerekse

Kuzeyde yapılacak petrol kazısı da

dikkate alındığında dolum tesisleri

hem yeni bir sektörün ülkeye kazandırılması

hem de proaktif şekilde ileriye

yönelik hazırlıklı olmak açısından

önemlidir. Nitekim diğer bir ada ülkesi

olan Singapur’da bir gram petrol bile

üretilmezken üç adet rafineri ve çok

sayıda depolama alanı sayesinde bu

ülke dünya petrol ticaretinde üçüncü

sırada bulunmaktadır.

Bu veriler göz önüne alındığında

Kuzey Kıbrıs’ın gelecekte önemli bir

yatırım ve finans merkezi olma yolunda

ciddi şekilde ilerlemekte olduğu

değerlendirilmektedir.

Doğu Akdeniz’de

Uluslararası

Yatırım

Derviş BESİMLER

YAGA Direktörü

Yıllık Ortalama Büyüme Oranı (2003-2009)

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 84 85 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 86

Son günlerde yoğun bir şekilde

Türkiye, Suriye’de devam eden

insanlık dramına müdahale

etmeli mi, etmemeli, bunu tartışıyoruz.

İnsan olarak ölen ya da yaralanan her

Suriyeli için elbette ki çok üzülüyoruz.

İnsanın kendi kendine “Ordumuz sabah

Suriye’ye girse, öğlene Şam’da

olur” dediği de oluyor. Öyleyse neden

müdahale edip bu acıyı durdurmayalım!

Vicdan bunu gerektiriyor.

Aslında vicdan ve duygularımız böyle

dese bile, akıl başka türlü konuşuyor.

Farkında olalım ya da olmayalım,

Türkiye bir süreden beri Suriye’ye müdahale

etme zeminine doğru planlı bir

şekilde çekiliyor. Eğer müdahale ederse

de, tarihi bir hata yaparak bölgede

Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen

bir kısım küresel ve bölgesel güçlerin

hazırladığı büyük bir tuzağın içine

düşmüş olacak. Nasıl mı? Şöyle ki:

Türkiye son yıllarda izlediği “sıfır sorun

politikası” ile komşu ülkelere yönelik

başarılı ilişkiler geliştirdi. Suriye, Lübnan,

Ürdün, Irak ve İran’la yaşanan

pek çok gelişme buna örnek gösterilebilir.

Oysa bu bölgede 1918 sonrası

İngiltere tarafından oluşturulan bir

“sistem” vardı. Bu “sistem” İsrail’in

güvenliği ve genişlemesi üzerine kuruluydu.

Türkiye; Suriye, Lübnan ve Ürdün

ile kurduğu yeni ilişkiler ağı ile bu

“sistemi” kökünden sarsacak değişikliklere

sebep oldu. Bir başka deyişle,

İngiltere’nin 1918 sonrası kurduğu ve

zaman zaman ince ayarlarla düzelttiği

ve devam ettirdiği bu “sistemi” altüst

etti ve kendi sistemini kurma yolunda

önemli başarılar elde etti. Sınırların

kaldırılması, vizelerin iptali, üst düzey

siyasi istişarelerin gerçekleştirilmesi

vs. bunun göstergesi idi. Eğer bu üç

ülke ile ilişkiler aynı seyirde devam

etse idi, yakın bir gelecekte bu yeni

sisteme Mısır, İran ve diğer Arap ülkelerinin

dahil olması işten bile değildi.

Bu yeni sistemin en büyük sonucu

İsrail’in güvenliğini tehlikeye atması

idi. Türkiye bölge ülkeleri üzerindeki

etkisini arkasına alıp rahatlıkla İsrail’e

kafa tutabilir hale gelmişti. Mavi Marmara

sonrası yaşanan gelişmeleri

hatırlayın…

Kimi küresel oyuncular açısından bu

durum kabul edilemezdi. Türkiye’nin

eski “sistem” için yaptığını, Türkiye’nin

yeni sistemi için yapmak, yani bu

sistemi bozmak ve Türkiye’yi “sıfır

sorun”dan, “çok sorunlu” politikaya

dönüştürmek gerekiyordu. Ama nasıl?

Tunus ve Mısır’da çıkan halk ayaklanmaları

gerekli enstrümanı sağladı.

Suriye’de halk provoke edilerek rejime

karşı ayaklandırıldı. Bu ayaklanmanın

bazı yan çıktıları da vardı. Bu şekilde,

hem Suriye Devlet Başkanı Beşar

Esad izinsiz olarak “sistem”den çıktığı

için cezalandırılmış olacaktı, hem de

çok önceden “ilkeli dış politika” izleyeceğini

deklare etmiş olan Türkiye

bir açmaza sokulmuş oldu. Filistin’de

masun insanlara şiddet uygulayan

İsrail’e itiraz eden Türkiye “ilkeli dış

politika” prensibi gereği, dostu da

olsa halkına zulüm eden Suriye yönetimine

de itiraz edecekti. Planın birinci

aşaması başarılı oldu ve artık Suriye

ile son 10 yıldır elde ettiğimiz bütün

kazanımlarımız yok oldu. Ayrıca,

Türkiye’nin kurduğu yeni sistemin en

önemli halkası olan Suriye, zincirden

koparılmış oldu.

İkinci aşama, Türkiye’nin Suriye’ye

müdahale etmesini sağlamaktı. 2011

yazından itibaren Ankara’da bazı kesimler

Türkiye’nin Suriye’ye müdahale

etmesi gerektiğini seslendirmeye başlamışlardı.

Bunlar “Önümüzdeki günlerde

Türk ordusu Suriye’ye girebilir”

diyorlardı. “Hangi gerekçeyle? Ortada

gerekçe yok” diye sorduğunuzda ise,

“Gerekçe, gerektiğinde çabucak üretilir”

cevabını veriyorlardı.

Aslında gerekçenin alt yapısı çoktandır

hazırlanmaya başlanmıştı. Kandil’deki

PKK’lılar sessizce Suriye’ye

yerleştiler. Terör tehdidinin komşu

ülkeden gelmesi, sınır ötesi müdahale

için gerekli hukuksal zemini de hazırlıyordu.

Türkiye’de yapılan bazı PKK

eylemlerinin emrini Suriye’de yaşayan

Feyman Hüseyin’ın verdiği bu sebeple

uzunca bir süre gündeme getirildi.

Başka gerekçeler de oluşturulmaya

çalışıldı. Hacdan dönen Türk hacıların

otobüsüne ateş açılması, Şam’daki

Türk Büyükelçiliğine saldırılması gibi.

Suriye ordusu Türkmenlerin yaşadığı

bölgelere operasyon düzenliyordu.

Son olarak, geçtiğimiz ay bir sınır

köyümüze Suriye tarafından atılan

mermiler isabet etti. Bunlardan

herhangi biri veya birkaçı, üzerinde

çalışılıp müdahale gerekçesi haline

rahatlıkla getirilebilir. Bir yerlerde savaş

kararı alınmışsa, bu bir şekilde

uygulanır. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya

Savaşı’na bir oldu bitti ile girmesini

hatırlayın. İttihat ve Terakki liderleri Alman

savaş gemilerine Rusya kıyılarını

bombalattılar ve biz kendimizi savaşın

içinde bulduk. İttihat ve Terakki ruhu

hala içimizde dolaşıyor olabilir.

Son zamanlarda siyasilerimiz Suriye

karşıtı söylemlerini giderek arttırıyorlar.

Köşe yazarlarımız müdahale için

kamuoyunu hazırlayan yazılar kaleme

alıyorlar. Devlet içinde ise müdahale

taraftarları kadar, karşıtları da olduğundan,

henüz bir karara varılmış

değil. Ama yakın bir zamanda terör

ya da insani sebepler gösterilerek bir

müdahale olursa hiç sürpriz olmaz.

Bizi Suriye’ye müdahale zeminine

çekmek isteyenler bir tampon bölge

kurulması teklifini ortaya attılar. Türk

ordusu tarafından Suriye topraklarında

mülteciler için bir tampon bölge kurulmalı

imiş. Peki, Suriye ordusu kendi

topraklarında başka ülke askerlerine

seyirci kalır mı sizce?

Peki müdahale edersek ne olur? Her

şeyden önce, “kardeş” ve “Müslüman”

Suriye ile savaşıyor olmak Türkiye’ye

İslam dünyasında prestij kaybettirir.

Bu durumda ‘Suriye’deki insani dramı

önlemek’ gerekçemiz de bizi kurtarmaz.

Oysa Türk askerinin Libya’ya

giderek sıcak çatışmaya girmesini

tam da bu sebepten, kardeşe ve

Müslüman’a karşı savaşmak istemediğimizden

dolayı reddetmemiş miydik?

Savaş ekonomik istikrarımızı da bozar.

Giderek güçlenmekte olan, ama hala

kırılganlığı bulunan Türk ekonomisi

bir savaşı ne kadar kaldırabilir. Suriye,

bizim Afrika ülkelerine en kısa kara

ticaret yolumuz üzerindedir. Bu yol

halihazırda sekteye uğramıştır. Savaş

ortamında ihracat ve istihdamda düşüş

kaçınılmaz olacak, enflasyon yük-

Suriye’ye Müdahale

Tartışmaları ve

Büyük Planı

Görebilmek

Dr. İhsan ÇOMAK

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

Avrasya Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

87 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

selecektir. Bu ise AKP hükümetini zor

durumda bırakacak ve siyasi istikrarsızlığı

getirecektir. Müdahale sırasında

hergün gelecek sayısız şehit cenazelerinin

ülkede oluşturacağı olumsuz

etkiyi ve siyasi iktidar üzerinde yıpratıcılığını

düşünün. Daha geçenlerde

Afganistan’da düşen helikopterde

şehit olan askerlerimiz “Afganistan’da

ne işimiz var?” tartışmasını başlatmak

için argüman olarak kullanılmadı mı?

Müdahale sonrası gelecek şehit cenazelerinden

sonra sonra muhalefetin

“Ne işimiz var Suriye’de!” haykırışlarını

şimdiden duyar gibiyim.

Bazılarının sandığı gibi Suriye’ye yapılacak

bir müdahale “üç ayda” falan

bitmez. Diğer bölge ülkelerinin bize

karşı dolaylı desteği de olacağından,

Suriye bizim için bir Vietnam’a dönüşebilir.

O zaman da Suriye’den çıkış

planları yapmaya başlarız.

Davaları devam eden ve kökü dışarıda

olduğu iddia edilen içimizdeki

bazı yapılanmaları, hiç şüphe yok ki

savaş ortamı rahatlatacaktır. Dava ve

soruşturmaların sekteye uğratılması

için uygun ortamlar daha rahat oluşturulabilecektir.

Askerin daha fazla insiyatif

kullanabildiği savaş ortamlarında,

davaların gidişi nasıl olur, bilinmez.

Türkiye bağırsaklarını temizlemeden,

içerideki ihanet şebekelerini ortadan

kaldırmadan, “usta”lığına güvenip

böyle bir maceraya asla girmemelidir.

Suriye’ye bir müdahale gerçekleştiğinde,

diğer ülkeler buna nasıl bakacak?

Hiç kuşkusuz İran’la ilişkilerimiz

gerilecek. İran bize karşı terör kartını

kullanmak isteyebilir. Irak ve Lübnan

da bundan rahatsız olacaktır. Bu

ülkelerdeki Şii grupları doğrudan karşımıza

almış olacağız. Öte yandan,

Rusya ile 2002 sonrası binbir güçlükle

oluşturduğumuz güven ortamı sarsılacaktır.

Rusya bütün uluslararası

ortamlarda Suriye’ye müdahaleye

karşı çıkmaktadır. Rusya ile bozulacak

ilişkilerin tamiri ise uzun zaman

ve emek isteyecektir. Enerji alanında

Rusya’ya bağımlılığımız bizi Rusya’ya

karşı kırılgan yapmaktadır. Rusya’ya

halen yapılmakta olan ihracatın bozulan

ilişkiler nedeniyle zarar görme riski

ortaya çıkacaktır. Rus gümrüklerinde

günlerce bekletilen Türk tırları, geri

çevrilen tarım ürünleri haberleri gene

manşetlere taşınabilir. Böylece “sıfır

sorunlu” ilişkilerimiz, “tam sorunlu”

ilişkilere dönüşecek ve Türkiye kendi

eliyle yaptığını, kendi eliyle yıkmış

olacaktır.

Türkiye’nin yakın tarihi, ülke kalkınmasının

ritmik bir şekilde ortaya konan

askeri darbe ve ekonomik krizler ile

sekteye uğratıldığını göstermektedir.

2002 yılından bu yana içte ve dışta,

siyasi ve ekonomik alanlarda kaydedilen

pek çok başarı grafiği, birkaç

defa siyasi ve ekonomik kriz çıkarma

teşebbüslerine rağmen sekteye uğratılamamıştır.

Suriye’ye yapılacak bir

müdahale ile ülke içi ekonomik ve

siyasi istikrarın bozulma riski kendi elimizle

oluşturulmuş olacaktır. Bir kısım

dış güçler ellerini ovuşturarak böyle

bir durumu beklemektedirler.

Bu durumu tarihten bir örnekle açıklayalım.

1871 yılında Alman birliğini

sağlayarak Alman İmparatorluğu’nu

kurduktan sonra, Başbakan Bismarck

“en az bir nesil Almanya’yı savaşa

sokmayarak, istikrar ve büyümeyi

sağlama” politikası izledi. Bismarck,

Fransa ve Rusya ile savaşa girmemek

için çok ince politikalar yürüttü. Onun

Başbakanlığı zamanında Almanya çok

güçlendi. Ancak, 2. Wilhelm 1888’de

tahta çıktığında Bismarck’ın bu politikalarının

tersini uyguladı. Bismarck’ın

onun oluşturduğu denge politikalarını

terk etti. Almanya’nın o güne kadar

elde ettiği kazanımları hoyratça riske

attı. Rusya ile ilişkileri bozdu. Bu ise 1.

Dünya Savaşı’nın giden yolu kısalttı.

Bismarck’ın Almanya için yazdığı reçete

Türkiye için de geçerli. Şu sıralar

en çok istikrara ihtiyacımız var, savaşa

değil.

Söz Almanya’dan açılmışken, Alman

tarihinden günümüze ders olabilecek

bir başka anekdot aktararak yazımızı

bitirelim. 1912 yılında Alman Genel

Kurmay Başkanlığı’nda bir toplantı

yapılır. Alman generaller yakında

Avrupa’da büyük bir savaşın çıkacağı

konusunda hemfikirdirler. Sorun bu

savaşın ne zaman çıkacağıdır. Yapılan

tartışmalardan sonra, ‘savaş ne kadar

erken çıkarsa Almanya için o kadar

iyiyidir’ sonucuna varırlar. Çünkü, Almanya

güçlü bir endüstriye ve orduya

sahiptir. Oysa, Almanya’nın rakibi olan

Rusya henüz o kadar güçlü değildir.

Ancak, ilerleyen yıllarda sanayi ve

ordu olarak daha da güçlenme ihtimali

vardır. O yüzden Almanya, henüz

Rusya tam güçlenmeden bu savaşa

girmeyi tercih ediyordu. Türkiye’nin

Suriye’ye müdahalesini bu tarihi olay

çerçevesinde bir daha değerlendirmekte

fayda var. Örneğimizdeki

Rusya’nın durumu, günümüzde

Türkiye’nin durumuyla benzerlik arz

ediyor. Peki ya Almanya’nın durumu

günümüzde hangi ülkeye benziyor?

Farklı etnik ve dini unsurların

zenginliği ve bir arada harmoni

içerisinde yaşaması

konusunda her iki ülkenin ortak

mesajlar vermesinin önemine değinen

Karadağ Başbakanı Luksiç,

karşılıklı üst düzey siyasi ziyaretlerde

bu mesajların daha da güçlü

verilmesinin Balkan bölgesindeki

istikrar için hayati olduğunu kaydetti.

Karadağ hükümeti başbakanı

olarak ocak ayında Müslüman

cemaati ile anlaşma imzaladığını

hatırlatan Luksiç, bunun cemaathükümet

ilişkilerini yasal bir zemine

kavuşturduğunu belirtti. Karadağ,

geçtiğimiz yıl da Vatikan ile Katolik

kilisesinin statüsü konusunda bir

anlaşmaya imza atmıştı. Karadağ

Başbakanı, “Bize AB üyesi ülkeler

diyor ki, siz hem nüfus hem de

toprak olarak küçücük bir ülkesiniz.

Bize ne katkınız olabilir? Biz de

diyoruz ki senelerdir bu topraklar

üzerinde farklı etnik unsurlar barış

içinde yaşıyor. Harmoni içerisinde

yaşayan bir toplum için sürekli

çaba gösteriyoruz. Bu, diğer ülkeler

için büyük örnek teşkil edebilir.”

şeklinde konuştu.

Türkiye’deki Diasporamızı

Keşfettik

Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve

Müslüman karşıtı aşırı sağ hareketlerin

artışına da değinen Luksiç, bu

tür problemlerin ancak diyalog ve

birbirini anlama çabasıyla çözülebileceğini

vurguladı. Bunların kısmen

ekonomik krizden de kaynakladığını

söyleyen Başbakan Luksiç, kriz

sonrasında bu sorunlara eğilmenin

daha kolay olacağını söyledi. “Bu

yolda önümüze çıkan engelleri

aşmak için büyük gayret sarf ediyoruz.”

şeklinde konuşan Karadağ

Başbakanı, ayrıca Avrupa’yı uyararak,

eğer diğer ülkelere açılmazlar,

köprüler inşa etmez ve işbirliğine

gitmezlerse Avrupa Birliği’nin rekabet

edemeyecek bir hale geleceği

ve azalan nüfusu karşısında önüne

çıkan yapısal sorunların altında

ezileceği uyarısında bulundu.

Türkiye’nin hem NATO hem de AB

sürecinde ülkesine gösterdiği destekten

son derece memnun olduklarını

belirten Luksiç, Türkiye’den

daha fazla yatırımcı beklediklerini

söyledi. Halen 45 milyon dolarlık

ticaret hacminin enerji, turizm, inşaat

ve havacılık gibi sektörlerdeki

potansiyelin hayata geçirilmesiyle

bir yıl gibi sürede ikiye katlanacağına

inandığını söyleyen Karadağ

Başbakanı, bu konuda Türkiye’de

yaşayan Karadağ ve Balkan kökenli

diasporanın önemine de işaret

etti. Luksiç, “Bazı ülkelerin ABD

ve Kanada’da diasporaları var. Bizim

ise bir saat uçuş mesafesindeki

Türkiye’de büyük bir diasporamız

var. Bunu değerlendirmede biraz

geç kaldık. Ama buna eğileceğiz

ve bu insanları anlamak için gayret

göstereceğiz. Zaten Türkiye ile iyi

ilişkileri destelememizin arkasındaki

sebeplerden biri de bu.” dedi.

Karadağ Başbakanı

Igor Luksiç:

Balkanlar’ı

en iyi anlayan

ülke Türkiye"

"

Karadağ’dan Türkiye’ye

başbakan seviyesinde ilk

resmî ziyareti gerçekleştiren

Karadağ Başbakanı Igor

Luksiç, Balkanlar’ı en iyi

anlayan ülkenin Türkiye

olduğunu söyledi.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 88

90 91 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Uluslararası Türk Kültürü

Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel

Sekreteri Düsen Kaseinov,

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham

Aliyev tarafından “Dostluk Nişanı” ile

ödüllendirildi.

Ömrü boyunca Türk kültür ve sanat

hayatına sayısız eser veren, yüzlerce

öğrenci yetiştiren ve Türk kültürünün

dünyadaki saygın temsilcilerinden

biri olan TÜRKSOY Genel Sekreteri

Düsen Kaseinov’un bu ödülü 65. yaş

gününde alması ise bu ödülü daha da

anlamlı hale getirmiştir.

TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen

Kaseinov kültürel faaliyetlerin medeniyetler

arasında bir köprü görevi gördüğüne

olan inancıyla, 65 yıllık yaşamı

boyunca kültür ve sanat dünyasına

büyük katkılarda bulunmuş usta bir

sanatçıdır.

Kaseinov, TÜRKSOY’daki görevinden

önce 1987 - 1997 yılları arasında

Kurmangazi Devlet Konservatuarı

Rektörlüğü ve 2003 - 2004 yılları

arasında Kazakistan Kültür Bakanlığı

görevini yürütmüş bir sanat adamıdır.

2008 yılında TÜRKSOY’da Genel

Sekreter olarak göreve başladığı

andan itibaren birçok önemli ve yeni

kültürel etkinliğin gerçekleştirilmesine

öncülük eden Kaseinov, geçtiğimiz

yıl Kazakistan’da gerçekleştirilen

Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları

Daimi Konseyi 28. Dönem

Toplantısı’nda tekrar TÜRKSOY Genel

Sekreteri olarak seçilmiştir.

Kaseinov’un Genel Sekreterliğinde

faaliyetlerini sürdüren TÜRKSOY,

son üç yıldır kültüre ve sanata büyük

hizmetleri geçmiş önemli şahsiyetler

adına anma yılı ilan etmektedir. Bu

çerçevede 2010 yılı Zeki Velidi Togan,

2011 yılı Abdullah Tukay, 2012 yılı ise

Mirza Fathali Ahundzade ve Nikolay

Katanov yılı olarak ilan edilmiştir ve

birçok etkinlik bu büyük isimlere ithafen

düzenlenmiştir.

Yine TÜRKSOY’un önerisiyle yürürlüğe

alınan “Türk Dünyası Kültür Başkenti”

uygulaması ise, Türk kültürünün tanıtımına

katkı sağlamakta ve Türk dünyası

şehirleri arasında güçlü bir kültürel

işbirliği zemini oluşturmaktadır. 2012

yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti

olarak Astana seçilmiş ve yılın açılışı

geçtiğimiz şubat ayında görkemli bir

gala konseriyle, kültür bakanlarının

katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir. Bu uygulama

ile 2012 yılı boyunca Astana,

Türk dünyası sanatçılarının buluşma

merkezi haline gelecektir.

TÜRKSOY’un Türk kültürünü dünyaya

tanıtmak yönündeki amaçları

doğrultusunda Genel Sekreter Düsen

Kaseinov’un girişimleriyle Nevruz

bayramı Avrupa ve ABD’de kutlanmıştır.

“Nevruz”, 2010 yılında ilk defa

resmi olarak Paris’te UNESCO Merkez

Binası’nda ve Strasburg’da, 2011

yılında ise, New York’ta Birleşmiş Milletler

Merkez Binası’nda kutlanmış ve

büyük yankı bulmuştur.

Bilindiği gibi 2011 yılında Türk devletlerinin

(Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,

Özbekistan, Türkmenistan)

bağımsızlıklarının 20. yıldönümü kutlanmıştır.

Bu bağlamda TÜRKSOY’un

pek çok etkinliği Türk devletlerinin

bağımsızlıklarının 20.yılına ithaf edilmiş

ve TÜRKSOY dergileri de bu

devletlerin özel sayıları olarak hazırlanmıştır.

TÜRKSOY dergisinin 35.

sayısı Azerbaycan Özel Sayısı olarak

hazırlanmıştır.

Bunlar, Kaseinov’un TÜRKSOY adına

gerçekleştirdiği girişimler ile elde ettiği

büyük başarılardan sadece bir kaçıdır.

TÜRKSOY’un bu büyük başarılarında

Türk dünyası kültür ve sanat insanlarının

yanı sıra, hayatını kültür ve sanata

adamış olan bir sanat adamı olarak

Genel Sekreter Düsen Kaseinov’un

payı çok büyüktür.

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham

Aliyev’in TÜRKSOY’un çalışmalarını

kıymetlendirmesi ve Genel Sekreter

Düsen Kaseinov’u ödüllendirmesi

TÜRKSOY ailesini ve tüm Türk dünyası

kültür camiasını ziyadesiyle sevindirmiş

ve gururlandırmıştır.

Değerli Bir Hazine

Azerbaycan Devlet Nişanı haberi kendisine

iletildiğinde; “Savaşların değil,

barışın ve ortak kültürün egemen olduğu

bir 21. Yüzyıl hayaliyle çalışmalarımızı

sürdürüyoruz” diyen Düsen Kaseinov,

sözlerine şöyle devam etti; “Bir

milletin farklı devletleri arasındaki, sağlam

ve yakın ilişkileri hatırlatacak olan

bu nişanı, değerli bir hazine olarak ömrüm

boyunca saklayacağım. Bu nişan

omuzlarıma, Türk halkları arasındaki

ilişkileri daha da geliştirme sorumluluğunu

yüklemiştir. Bu sorumluluğu layıkı

ile yerine getirmek için tüm gücümle

çalışmaya devam edeceğim.”

TÜRKSOY Ortak Kültürümüzü ve

Tarihimizi Geleceğe Taşıyor

Kaseinov, Uluslararası Türk Kültürü

Teşkilatı’nın çalışmalarından da

bahsederek;“TÜRKSOY’un kuruluşu ile

birlikte ilk olarak, Türk halklarının birbirlerini

daha yakından tanıması için çaba

sarfettik. Bunu yaparken aynı zamanda

halkalarımızın kendilerine has renklerini,

kimi zaman bir festival, kimi zaman

bir sergi yada destek vermiş olduğumuz

akademik çalışmalar ile tüm

dünyaya ulaştırmaya çalıştık. Yapmış

olduğumuz her çalışma, TÜRKSOY’a

üye ülkelerimiz ve Türk dünyasının

kültür ve sanat insanlarının vermiş

olduğu katkılar ile katlanarak büyüdü,

geniş coğrafyalara ulaştı” sözleriyle

TÜRKSOY’un ortak kültürümüzü ve

tarihimizi geleceğe taşıyan bir kurum

haline dönüştüğünü dile getirdi.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR Azerbaycan Devlet

Başkanı Aliyev’den

Türksoy Genel

Sekreteri Kaseinov’a

Devlet Nişanı

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreteri

Düsen Kaseinov, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev

tarafından “Dostluk Nişanı” ile ödüllendirildi.

Avrasya Ekonomik İlişkiler

Derneği’nin “Ada Ekonomisi

Sempozyumları” kapsamında

düzenlediği “Tarım Sektörünün

K.K.T.C. Ekonomisine Katkısı” konulu

sempozyum Lefkoşa’da gerçekleştirildi.

Sempozyumun açılış konuşmaları

K.K.T.C. Başbakanı İrsen Küçük,

K.K.T.C.Tarım ve Doğal Kaynaklar

Bakanı Ali Çetin Amcaoğlu ile Avrasya

Ekonomik İlişkiler Derneği Yönetim

Kurulu Başkanı Hikmet Eren tarafından

yapıldı.

Sempozyumda, üç farklı oturumda

tarım sektörü ve sektörün K.K.T.C.

ekonomisine katkıları farklı yönleriyle

değerlendirildi.

K.K.T.C. Başbakanı İrsen Küçük açılış

konuşmasında, 1976’da çok partili

seçimlerde oluşan ilk hükümetin tarım

bakanı olduğunu ifade ederek, o

tarihte tarımın ülkede lokomotif sektör

olma kararının alındığını söyledi.

Küçük, tarımın her yönüyle tartışılacağı

böyle bir sempozyumu düzenleyenlere

teşekkür ederek, tarımın lokomotif

sektör ilan edilmesinin ardından uzun

yıllar 180 bin ton narenciye, 30 bin

ton patatesle 40 bin baş canlı hayvan

ihracatı yapıldığını anlatarak, iklim ve

insan bilgisinin havancılığın iyi yapılmasına

neden olduğunu belirtti.

İrsen Küçük, tarımın önemli bir sektör

olduğunu, Kıbrıs’ta ekonomiye tarih

boycunca önemli katkı yaptığını, sömürge

döneminde Ada’nın hayvan

ihracatından birincilikleri olduğunu

belirterek, "Bunun nedeni tarımın uzun

yıllar ülke ekonomisinin lokomotifi olmasıdır"

dedi.

Küçük, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin

Kıbrıslı Türklerin adadaki yüzde

30’luk toprağının üzerine kurulduğunu

ifade ederek, 1983’de kurulan Kuzey

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temelinde

ağırlıklı olarak çiftçi ve hayvancının

olduğunu hatırlattı.

Başbakan İrsen Küçük, kendinin ilk

Tarım Bakanı olduğu hükümette lokomotif

sektör tarım olarak ilan edilirken,

gelişmelere bağlı olarak turizm

ve eğitimin birinci sektör olacağını

bildiklerini, bugün de bu süreci yaşadıklarını

söyledi.

Küçük, gelişmelere bağlı olarak eğitim

ve turizmin ekonominin lokomotifi

olmasının doğal olduğunu ifade ederek,

hükümetin hedefi olan 47 bin

öğrencinin 40 bininin yabancı olduğunu

ve bunların 9 ay ülkede üretilen

tarım ürünlerini tükettiğini belirtti.

Hükümetin aldığı önlemler nedeniyle

turizmin 1974’ten sonra ilk kez bu

kadar başarılı bir sezon geçirdiğini

anlatan Küçük, ülkede tarım ve hayvancılığın

bundan sonraki yıllarda da

ufkunun açık olacağını söyledi.

“Biz hayvancılıkta başarılıyız” diyen

Küçük, Türkiye’den Mart 2014’de

gelecek suyun yan yana barış içinde

yaşamak istedikleri Rumlar için

de düşünüldüğünü, o nedenle bu

suya “Barış Suyu” adını verdiklerini

kaydetti.

Küçük, yılda 75 milyon metre küp

suyun 35 bininin içme ve kullanımda

kullanılacağını, bu yönüyle suyun

gelişinin tarihsel bir dönüm noktası

olduğunu anlatarak, geriye kalan

40 milyon metre küp suyun tarımda

kullanılmasıyla halen 90 bin dönüm

olan sulu tarım arazisine 100 bin

dönümün daha eklenmesi anlamına

geldiğini söyledi.

Küçük, istemeleri halinde

Türkiye’den gelecek suyun Güney

Kıbrıs’a da verileceğini belirterek,

talep üzerine elektrik verilmesini örnek

gösterdi.

Türkiye’den gelecek suya hayvan

yemi üretiminde kullanılacak 10

milyon metre küp arıtılmış suyun

da eklenmesiyle ülkenin çehresinin

değişeceğini anlatan Küçük, gelecek

suyun kullanımıyla Güzelyurt aküferindeki

tuzlanmanın da duracağını

belirtti.

Ali Çetin AMCAOĞLU

K.K.T.C. Tarım ve Doğal Kaynaklar

Bakanı Ali Çetin Amcaoğlu ise konuşmasında,

olası açlık tehlikesi ne-

Tarım Sektörünün

Sorunları

Lefkoşa’da Tartışıldı

Avrasya Ekonomik İlişkiler

Derneği’nin "Ada Ekonomisi

Sempozyumları" kapsamında

düzenlediği "Tarım Sektörünün

K.K.T.C. Ekonomisine Katkısı"

konulu sempozyum K.K.T.C.

Başbakanı İrsen Küçük’ün

katılımıyla Lefkoşa’da

gerçekleştirildi.

Gökhan BAHÇECİK

Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği

Genel Sekreteri

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 92 93 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

deniyle dünya genelinde tarımsal üretime

ihtiyacın her geçen gün arttığına

işaret ederek, dünya genelinde tarım

politikaları geliştirildiğine işaret etti.

Amcaoğlu, hükümetin göreve geldiği

günden itibaren tarıma özel önem

verdiğini, tarımla ilgili tüm projelere

eski bir tarım bakanı olan Başbakan

Küçük’ün sıcak baktığını ve

gerekli kaynağı yarattığını anlatarak,

K.K.T.C.’nin bu yönüyle şanslı olduğunu

söyledi.

Amcaoğlu, tarımsal alana verilen

desteğin sürekli artığını ifade ederek,

bu konuda görev alan herkesin daha

fazla çalışmasının kaçınılmaz olduğunu

kaydetti.

Ali Çetin Amcaoğlu, Türkiye’den 2014

Mart itibarıyla gelecek suyun kullanımı

konusunda 7 Temmuz 2011’den itibaren

planlana faaliyetlerini başlattıklarını,

bu çerçevede neyin nerede ne kadar

üretileceğinin tespitinin yapıldığını,

yapılmaya devam ettiğini söyledi.

Amcaoğlu, su projesinin gerçekleşmesinin

ülke tarımı ve hayvancılığı,

dolayısıyla ekonomisi için önemli

bir gelişme olduğunu anlatarak,

Türkiye’den gelen suyun Barış Suyu

olması dileğinde bulundu.

Hikmet EREN

Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği

Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Eren

de, merkezi Ankara’da bulunan Avrasya

Ekonomik İlişkiler Derneği’nin

düzenlediği bu etkinliğin Türkiye’den

gelecek su öncesinde önemli olduğunu

söyledi.

Eren, K.K.T.C.’nin yüzde 57’sinin tarıma

elverişli alan olduğunu, buraların

sulanmasıyla kirlenmemiş bu topraklarda

organik tarımın rahatlıkla yapılabileceğini

belirtti.

Eren, sempozyumda çıkan sonuçların

herhangi bir kurum üzerinde yaptırım

gücünün söz konusu olmayacağını,

bu sonuçların ileride yapılacak uluslararası

çalışmalara kaynak oluşturacağını

kaydetti.

Türkiye’den Mart 2014’de gelecek

suyun ülkedeki tarım ve hayvancılığa

maddi-manevi katkı yapacağını ifade

eden Eren, bu konunun şimdiden

planlanmasının önemli olduğunu belirterek,

sempozyumun düzenlenmesine

katkı yapan herkese teşekkür etti.

Bundan sonraki süreçte sempozyum

serisini turizm, bankacılık gibi ekonominin

itici sektörleri ile devam ettirmeyi

planladıklarını vurgulayan Eren,

bu kapsamda tüm ilgililerin destek ve

teşviklerini beklediklerini belirtti.

Sempozyumun “Bilimsel Üretim Süreci

ve KKTC Ekonomisi” iki ayrı oturumda;

“Hayvansal Üretim Süreci ve

Tarıma Dayalı Sanayi” ise bir oturumda

değerlendirildi.

Daha sonra sempozyum sonuç bildirisi

kamuoyu ile paylaşıldı.

Türk ve Rum toplumunun kurucu

unsurlar olarak yer aldığı Kıbrıs

Cumhuriyeti’nin kurulmasından

üç yıl sonra 1963 yılında başlayan ve

2013 yılında 50 yılını dolduracak olan

Kıbrıs sorunu son dönemde yaşanan

gelişmeler ışığında gündemi meşgul

etmeye devam ediyor. Türkiye’nin de

içinde yer aldığı ulusal ve uluslararası

birçok siyasi tartışmanın tam ortasında

yer alan Kıbrıs’ta yadsınamaz tek

gerçek Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türk

toplumu. Ada’daki siyasi sorunun çözümü

ile ilgili birçok seçeneğin farklı

taraflarca savunulması Kuzey Kıbrıs’ta

kafaları karıştırmaktadır. Tüm bunlara

rağmen Kuzey Kıbrıs’taki Türk toplumunun

kurduğu devlet düzeni tüm

gerçekliği ile işlemektedir. Kendi siyaseti,

ekonomisi, kültürü, sosyal hayatı

ve uluslararası ilişkileri ile Kuzey Kıbrıs

Türk Cumhuriyeti bir aktör olarak sistemdeki

yerini korumaktadır.

Bütün siyasi yönlendirme ve tartışmalardan

soyutlanarak Kıbrıslı Türkler’in

uzun zamandır içerisinde bulunduğu

geçiş süreci artık miadını doldurmak

üzeredir. Bu sebeplen Kuzey Kıbrıs

Türk toplumunun tüm kesimleri bir

araya gelerek hem sorunun çözümünde

hem de uluslararası camiada layık

olduğu yere gelme sürecinde birlik

oluşturmak durumundadır.

EkoAvrasya olarak biz

de bu sürece akademik

anlamda katkıda bulunuyoruz.

Bu amaca yönelik

olarak düzenlediğimiz çalışmaları

hem Türkiye’de

hem de Kuzey Kıbrıs’ta

kamuoyunun bilgisine

sunarak sürece katkı koymaya

çabalıyoruz.

Bu kapsamda, Avrasya

Ekonomik İlişkiler Derneği

ile K.K.T.C Dış Basın

Birliği’nce organize edilen

ve merkezi Ankara’da

bulunan TÜRKSOY Genel

Sekreterliği’nde 5 Mart

2011 tarihinde gerçekleştirilen

çalıştaya, sahasında

etkin birçok kişi

katılmış ve sonuçları itibarıyla

dikkati çeken fikirler

tartışılmıştır.

Çalıştayda sunulan bildirilerin

bir araya getirildiği

“2011’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

- Fırsatlar ve Tehditler” başlıklı kitap,

Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler

Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.

Soyalp TAMÇELİK’in editörlüğünde

hazırlanmıştır. Konusunda uzman değerli

akademisyen ve araştırmacıların

ortaya koyduğu çalışmaların bir araya

getirildiği kitap çalışması, özellikle

Kıbrıs meselesinde fikri takibi sağlamak

için bu konuda geleceğe yönelik

stratejik yaklaşımların öne çıkartılması

amacı çerçevesinde hem Türkiye’yi

hem de Kıbrıs Türk toplumunu bilgilendirmeyi

hedeflemektedir.

Yayınları’ndan

Yeni Bir Eser Daha...

2011’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

"Fırsatlar ve Tehditler"

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 94 95 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Hollanda ile Türkiye arasındaki

resmi ilişkilerin 400. yıl dönümü

kapsamında gerçekleştirilen,

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,

Özbekistan ve Türkmenistan’ın

bağımsızlıklarının 20. yıl dönümüne ithaf

edilen Türk Dünyası Karma Resim

Sergisi, TÜRKSOY, Avrasya Ekonomik

İlişkiler Derneği ve UETD Hollanda

Başkanlığı’nın ortak organizasyonu ile

Lahey’de açıldı.

Hollanda ile Türkiye arasındaki resmi

ilişkilerin 400. yıl dönümü kapsamında

UETD Hollanda Başkanlığı’nın desteğiyle

Laheyde ki Türk Müzesi’ndeki

açılan sergi, 21 Ocak - 21 Şubat tarihleri

arasında sanatseverlerin beğenisine

sunuldu.

20 farklı ülkeden 40 sanatçının eserlerinden

oluşan serginin açılışına, İstanbul

Milletvekili Dr. İsmail Safi’nin yanı

sıra Türkiye Lahey Büyükelçisi Uğur

Doğan, Hollanda Ankara Büyükelçisi

Jan Paul Dirkse, Kazakistan Brüksel

Büyükelçisi Erik Utembayev, Kazakistan

Lahey Büyükelçiliği Müsteşarı

Marat Esenbayev, Azerbaycan Lahey

Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Elhan

Alaskerov, TÜRKSOY Genel Sekreteri

Düsen Kaseinov, UETD Hollanda Başkanı

Veyis Güngör, Avrasya Ekonomik

İlişkiler Derneği Başkanı Hikmet Eren

ve Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yrd. Doç. Dr. Kürşad Zorlu katıldı.

Türkiye ile Hollanda arasındaki resmi

ilişkilerin 400. yıl dönümü kutlamaları

çerçevesinde açılan bu serginin son

derece önemli olduğunu belirten İstanbul

Milletvekili Dr. İsmail Safi, 400

yıldır iki ülke arasında dostane ilişkilerin

hakim olduğunu söyledi.

İki ülkede sembol olarak kullanılan

lalenin ticareti sayesinde Hollanda’nın

refah seviyesinde artış yaşandığına

işaret eden Safi, lalenin aynı zamanda

dostluk, barış ve birlikteliği sembolize

ettiğini ifade etti.

Hollanda da yaşayan 400 bine yakın

Türk kökenli insanların yaklaşık 300

binin Hollanda vatandaşlığına sahip

olduğuna da vurgu yapan Safi, toplumun

her alanında etkin olan bu insanların

iki ülke ilişkilerine olumlu katkıda

bulunduğunu anlattı.

400. Yıl Etkinlikleri

400. yıl etkinliklerinin hem Türkiye’de

hem de Hollanda’da aynı anda başlandığını

kaydeden Türkiye Lahey

Büyükelçisi Uğur Doğan, 2012 yılı

boyunca devam edecek programların

üst düzey resmi ziyaretler, ticari ve

kültürel etkinliklerle sosyal etkinliklerden

oluşan dört ana başlık üzerinden

şekillendiğini söyledi.

Hollanda’daki Türk toplumunun etkinliklere

katılımını önemsediklerine

değinen Doğan, bu çerçevede Türk

toplumunun çok değerli çalışmalar

planladığını ve bunları desteklediklerini

söyledi.

TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen

Kaseinov ise, Türk kültür ve sanatının

tanıtılması ve kültürler arası diyaloğun

geliştirilmesi için çalışmalar yapan

TÜRKSOY’un önemli etkinliklerinden

birisin de bu sergi olduğunu söyledi.

Kaseinov, 20 farklı ülkeden 40 sanatçının

eserlerinden oluşan bu serginin

Türk kültür dünyasının zenginliğinin

tanıtılmasına yardımcı olduğunu ifade

etti.

UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör,

Türk Dünyası ressamlarının

eserlerini Hollanda’da sanatseverlerin

beğenisine sunmaktan duyduğu

memnuniyeti ifade ederek: ’’Hollanda

- Türkiye ilişkilerinin 400. yıl etkinliklerine

çok önem veriyoruz. Bu kapsamda

İstanbul, Ankara ve Konya’da da

etkinlikler gerçekleştireceğimizin müjdesini

vermek istiyorum’’ dedi.

Program kapsamında Kültür ve Turizm

Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği

Araştırma ve Uygulama Topluluğu

sanatçıları Klasik Türk saz müziği

konseri sundular.

TÜRKSOY

Resim Sergisi

Hollanda’da

Hollanda ile Türkiye arasındaki resmi ilişkilerin 400. yıl dönümü kapsamında

gerçekleştirilen Türk Dünyası Karma Resim Sergisi, TÜRKSOY, Avrasya Ekonomik İlişkiler

Derneği ve UETD Hollanda Başkanlığı’nın ortak organizasyonu ile Lahey’de açıldı.

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 96 97 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

EKOAVRASYA 2012 BAHAR 98

99 EKOAVRASYA 2012 BAHAR

Avrupa Birliği Bakanı Egemen

Bağış, Ermenistan’a

Eurovision’dan çekilmek yerine

Karabağ’dan çekilmeyi önerdi.

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci

Egemen Bağış, Ermenistan’ın

Azerbaycan’da yapılacak Eurovision

şarkı yarışmasından çekilme

kararını değerlendirdi. Bağış, “Biz,

Ermenistan’ın Eurovision’dan değil,

Karabağ’dan çekilmesini tercih ederdik.”

dedi.

Bakan Egemen Bağış, Türkiye’yi

Azerbaycan’da düzenlenecek Eurovision

şarkı yarışmasında temsil edecek

Can Bonomo’yu kabul etti.

Kabulün ardından Bonomo ile basın

mensuplarına değerlendirmede bulunan

Bağış, soruları cevapladı. Gazetecilerin

Ermenistan’ın Azerbaycan’da

yapılacak yarışmadan çekildiğini

açıkladığını hatırlatması üzerine Bağış,

“Biz, Ermenistan’ın Eurovision’dan

değil, Karabağ’dan çekilmesini tercih

ederdik. Bence bu fikirlerini bir kez

daha gözden geçirmelerinde fayda

var.” dedi.

Azerbaycan, Eurovision’u

Bileğinin Hakkıyla Kazandı

Gazetecilerin, bazı ülkelerin yarışmanın

Azerbaycan’da düzenlenmesini

protesto için Eurovision’a tepki mektupu

gönderdiği yönündeki soruları

üzerine Bağış, böyle bir bilgisi olmadığını

ancak varsa abesle iştigal

olacağını ifade etti. Eurovision’un

Azerbaycan’da yapılmasının tamamen

teknik bir sebepten kaynaklandığını

aktaran Bakan Bağış, Azerbaycan’ın

geçtiğimiz yıl birinci olarak yarışmayı

ev sahipliği yapma hakkı aldığını belirtti.

Bağış sözlerini şöyle sürdürdü: “Ülkeler

Eurovision’da kazandıkları zaman

ev sahipliğini üstleniyorlar. Azerbaycan

da bileğinin hakkıyla Eurovision’a ev

sahipliği yapma hakkı aldı. Artı, Azerbaycan

uluslararası toplumun saygın

bir üyesidir. Birlemiş Milletler üyesidir.

Uluslararası hukuka saygı gösteren,

demokrasiyle yönetilen bir ülkedir. Hiçbir

ülkenin bunu kınama hakkı yoktur.

Eurovision’a katılan diğer birçok ülkenin

de Azerbaycan’la diplomatik, ticari,

kültürel ve siyasi ilişkileri vardır. Böyle

bir mektuptan haberim yok ama varsa

bile abesle iştigaldir.”

Egemen Bağış:

Ermenistan

Eurovision’dan

çekilmek yerine

Karabağ’dan

çekilsin"

"

www.ekoavrasya.net

“Avrasya’ya açılan kapınız...’’

Yıl:1 Sayı:1

ORTA ASYA’NIN DINAMIK ÜLKESI

KAZAKISTAN

KAZAKISTAN - TÜRKMENISTAN ORTAKLIGI

BAKÜ, ENERJIDE ETKINLIGINI ARTIRIYOR

ÖZBEKISTAN KALKINIYOR

TÜRKIYE - KAZAKISTAN ILISKILERI

KARADENIZ LIDERLERI ISTANBUL’DA

Türk Birligi’nin Sah Damarı CEYHAN

KEI ve Rolünün Farkında Olmayan TÜRKIYE

HANGI AVRASYA?

ÖZBEKISTAN’dan Türk Isadamlarına Yatırım Çagrısı

KAZAKISTAN’da Yabancı Yatırımcıya Saglanan Kolaylıklar

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2007 Yıl:1 Sayı:2

Karadeniz Türkiye’nin UmuduEkonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2007 Yıl:1 Sayı:3

ORTA ASYA TÜRKLÜGÜNÜN ESIGI

ÖZBEKISTAN

CUMHURBAŞKANI

ABDULLAH GÜL’ÜN

AZERBAYCAN

ZİYARETİ

PUTİN İRAN'I

NİÇİN ZİYARET ETTİ?

ŞANGAY

İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

BAŞBAKANLARI TAŞKENT’TE

TÜRKİYE İÇİN

ÖNEMLİ BİR VİZYON

EXPO 2015

ÖZBEKİSTAN

OTOMOTİV DEVİ

OLMA YOLUNDA

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2008 Yıl:1 Sayı:4

Avrasyanın

Enerji Kaplanı

Türkmenistan

CUMHURBASKANI GÜL’E ASKABAT’DA SICAK KARSILAMA • TÜRKIYE - ÖZBEKISTAN EKONOMIK ILISKILERI GÜÇLENIYOR

AVAZA, ORTA ASYA’NIN DUBAI’SI OLACAK • KAZAKISTAN’IN SIFRESI • ARAL GÖLÜ’NÜN KADERİ • KAZAKISTAN’IN 2010 AGIT

DÖNEM BASKANLIGI • KOSOVA’NIN BAĞIMSIZLIĞI • AZERBAYCAN EKONOMISININ GELISIM SÜRECINE GENEL BIR BAKIS

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2008 Yıl:2 Sayı:5

rusya’nın enerji atagında türkiye kilit ülke oldu • gürcistan bölündü • özbekistan ekonomisine yabancı yatırımcıların katkısı

kazakistan’ın ekonomi alanındaki yeni projeleri • büyük oyunda hazar havzası • avrupa’yı bırak, putin’e ve rusya’ya bak! • avrasya avrasyalılarındır

tataristan moskova’ya isyan etti • nabucco tam gaz ilerliyor • özbekistan bağımsızlığının 17. yılını kutladı • sibirya’dan anadolu’ya tastaki türkler

Orta Asya’nın

en stratejik havaalanı

Özbekistan’da inşa ediliyor

ASTANA

Istanbul

Frankfurt (FRA)

Amsterdam

LONDON

Moscow

Beijing

Seoul

Bangkok

Delhi Dubai

Bishkek

Urumqi

ALMATY

ATYRAU

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2008 Yıl:2 Sayı:6

kazakistan bozkırlarını okumak • kazakistan’ın çok yönlü dıs politikadaki basarısı • kazakistan örnegi

kazakistan avrupa ile bütünlesecek • kazakistan: ekonomik kalkınma ve boru hatları siyaseti

kazakistan’dan mega projeler • asya’da istikrar ve güvenligin paradigması • avrasya’da güvenlik için kazakistan-türkiye isbirligi

17. yılı Bagımsız

Kazakistan’ın

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2009 Yıl:2 Sayı:7

Avrasya’da

yeni büyük

oyun

ALSAİNŞAAT TİCARET LTD. ŞTİ.

■ ALSA Nak. Ins. Ltd. Sti. hayata geçirdigi yollar, köprüler

ve binalarla insaat sektöründe kamuya hizmet vermektedir.

■ Yer farkı gözetmeksizin ülkenin dört bir yanından gerek firmalara gerekse

kamuya karsı üstlendigi taahhütlerini zamanında yerine getirmistir.

Fatih Cad. Asmaz Plaza 29/11 Yalova / TÜRKİYE

Tel: +90 226 812 04 15 (Pbx) Faks: +90 226 811 08 87

Ukrainia Horiva Ulitso No: 50 KV No: 27 Kiev / UKRAINIA

Tel: 00380444253688 | Fax : 0038044 496 41 45

www.alsainsaat.com.tr

■ Finansman, makine ve teknik eleman konusundaki güçlü ve deneyimli

alt yapısıyla her geçen gün güçlenmektedir.

■ Müteahhitlik ve taahhüt hizmetleri yanı sıra sigorta ve plastik pencere

imalatı sektöründe de hizmet vermektedir.

• Karadeniz’de 40 yıl yetecek petrol var

• Rusya’nın Nabucco çıkmazı

• Asya’nın cazibe merkezi Özbekistan oluyor

• Türkistan, İran, Ortadoğu... Piyon mu, şah mı, mat mı?

• Türkiye’nin Afganistan gücü

• Bahtiyar Vahapzade’nin acılı fakat hoş sadâsı

• Ceyhan, enerji bölgesi olma yolunda hızla ilerliyor

• Hazar enerji kaynakları dünyanın başını döndürüyor

• Hindistan - Türkiye ticari ilişkileri

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Güz 2009 Yıl:3 Sayı:8

• Türkiye ve Rusya’dan yüzyılın imzası • Bir Kazakistan inisiyatifi olarak CICA’nın dünyaya sunduğu açılımlar

• Kremlin’in İran politikası değişiyor mu? • Türkiye - Azerbaycan kardeşliği ve Ermeniler

• Türk savunma sanayisinde dev adım • Fırsatlar ülkesi Ukrayna • Kazakistan liderliğe oynuyor

“Sarı Tehlike”nin “Önleyici Vuruşu”

mu?

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Kış 2010 Yıl:3 Sayı:9

NAZARBAYEV,

ATATÜRK ve

TÜRK KONSEYİ

Kazakistan Cumhuriyeti’nin

18. Bağımsızlık yıldönümü kutlandı.

Dubai Krizi

Fırsat mı ?

Tehdit mi?

EN BÜYÜK

URANYUM ÜRETİCİSİ

KAZAKİSTAN

Türkiye-Kazakistan İlişkilerinde

Yeni Ufuklar ve

Ahmet Yesevi Üniversitesi

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi • 3 ayda bir yayınlanır • Ücretsizdir Bahar 2010 Yıl:3 Sayı:10

Dünyanın En Büyük

İkinci Limanı’nın

Ceyhan’a Kurulması

Planlanıyor

• Türk kurultayı ne zaman toplanacak?

• Davutoğlu, Avrasya Birliği, “Kaos Kuşağı”

• Silahlı holding: İran Devrim Muhafızları Ordusu

• Medvedev dönemi Rus-Kazak ilişkileri:

Ayrıcalıklı ilişkiler

• Moğolistan, uzaklardaki yakın ülke

• Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı

Astana’da toplanıyor

• Türk Dünyası ilişkilerinde yeni bir adım:

“Nahçıvan Ruhu”





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 176
Dün Tekil 1046
Bugün Tekil 1347
Toplam Tekil 4278291
IP 3.144.40.239






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























21 Cemaziye'l-Evvel 1446
Kas m 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


K peklerin dudaklar de di diye deniz kirlenmez.
(MEVLANA)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.096 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu