Türkiye-İran İşbirliği ve Ekonomik Entegrasyon Olanakları - Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Türkiye-İran İşbirliği ve Ekonomik Entegrasyon Olanakları - Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Tarih: 17.11.2011 > Kaç kez okundu? 4300

Paylaş


21. yüzyıla girilirken bütün bölgesel güçler dünyanın çeşitli coğrafyalarında daha fazla kalkınma için farklı işbirliği ve entegrasyon süreçlerinde biraraya gelmektedir. Bu işbirliği alanları ekonomik, sosyal, kültürel, askeri, siyasi, ticari ve devletlerarası ilişkileri ilgilendiren bütün sahalarda gerçekleştirilmektedir.







Türkiye; Batı ekseninde laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye, serbest piyasa ekonomisinin hâkim olduğu bir ülke ve NATO ittifakının en önemli üyelerinden biri konumundadır. İran İslam Cumhuriyeti ise totaliter, şeriata dayalı, Batı karşıtı, kendine özgü Vilayet-i Fakih diye adlandırılan bir İslam Cumhuriyeti’dir. Kuşkusuz iki devlet arasındaki siyasal yönetim şekli ve demokrasi algısı birbirinde çok farklı hatta zıt konumdadır.







Siyasal sistemlerindeki farklılık ve bir uluslararası sistemin parçası olmak, iki ülke arasında var olan ekonomik, ticari, kültürel ve diğer sahalardaki iş birliği olanaklarını mevcut durumdan daha ileri bir düzeye hatta sağlam bir entegrasyona götürmeye engel olmamalıdır. Son dönemlerde iki devlet karşılıklı iş birliğine yönelik büyük çaba göstermektedir. Nitekim Türkiye’nin izlediği komşularla sıfır problem ve aktif dış politika yaklaşımının meyvelerini gösteren gelişmeler meydana gelmiştir. İki devlet arasındaki yakınlaşma bazı ülkelerin provokasyonlarına prim verilmeyerek devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a uygulanacak yaptırım tasarısına karşı oy kullanması iki devletin güçlü münasebetlerinin göstergesidir.





Arap baharı diye adlandırılan Kuzey Afrika’da Tunus ve Mısır’da başlayıp bütün Ortadoğu’yu saran siyasal hareketlilik, değişim ve statükocu yönetimlerin devrilmesi bölgede var olan ittifaklar ve siyasal dengeleri alt üst etmiştir.





Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimlerinin halk ayaklaması sonucu devrilmesi sonucunda Ortadoğu’nun yayılmacı ve saldırgan devleti konumunda bulunan İsrail iki büyük müttefik kaybetmiştir. Mısır’da 30 yıl süren Mübarek yönetimi boyunca İsrail, en önemli sınırlarından birini güvence altında tutmayı başarmıştır. Hatta Mübarek yönetiminin işbirliğiyle Gazze gibi önemli bir meseleyi bastırma ve bertaraf etmede de kısmen muvaffak olmuştur. Öte yandan Batı ekseninde olup bölgedeki güç mücadelesi ve siyasal denklemlerde İsrail yanlısı bir çizgiyi benimseyebilen Ürdün, Fas, Suudi Arabistan, Umman ve Yemen gibi ülkelerdeki iktidarlara karşı gelişen halk hareketleri Tel Aviv’i tedirgin etmektedir. Bu ülkelerde diktatör yöneticilere karşı ortaya çıkan tepki ve ayaklanmalar İsrail’in yalnızlaşmasına neden olmuştur.





Önümüzdeki süreçte bölgede meydana gelebilecek yeni değişimler mevcut dengeleri daha da etkileyecek gibi görünmektedir. Suriye’de meydana gelen hak ve demokrasi taleplerini içeren hareketler zamanla bazı bölgelerde silahlı ayaklanmaya varmış durumdadır. Beşer Esad yönetimi ise Türkiye’nin reform ve demokratikleşme çağrılarını ağırdan almış, önce güvenlik sonra reform politikası güderek ordusunu bu bölgelere sevk etmiştir. Bu da reformların gecikmesi sonucunu doğurmuş, başta ABD ve diğer Batılı devletler olmak üzere İsrail’e Suriye’yi hedef alma fırsatını ve imkânını sağlamıştır.





Türkiye-İran İşbirliği Olanakları



Üç deniz havzası coğrafyasında iki önemli devlet yani Türkiye Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti arasında var olan tarihi dostluk bağları özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren karşılıklı çabalarla bütün sahalarda önemli işbirliği ve güven ortamına tekâmül etmiştir. Karşılıklı ziyaretler, yapılan ekonomik, sosyal ve güvenlik anlaşmalarıyla münasebetler tarihte olmadığı kadar gelişmiş ve taraflar yeni hedefler ön görmeye başlamıştır.





Kuşkusuz bazı odaklar Türkiye ile İran arasında gelişen bu sıcak münasebetler ve dostluk ortamından doğacak olan gelişmelerden rahatsız olmaya başlamıştır. Sünni Türkiye ile Şii İran’ın bu denli yakın münasebetler kurması kendi varlığını Müslüman ülkeler arasındaki ihtilaf ve çatışmaya endeksleyen İsrail’i tedirgin etmiştir. Suriye’de meydana gelen gelişmeler sırasında Türkiye ve İran’ın farklı tavır sergilemesi Orta Doğudaki İsrail yanlısı cepheyi memnun etmiştir. Bu cephe Ankara-Tahran arasındaki davranış farklılığından faydalanarak Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirmeyi amaçlamış ve bu tezi dillendirmeye başlamıştır. Oysaki kanımca Türkiye ve İran arasında var olan sağlam bağlar ve karşılıklı güven bu gibi geçici tavır anlaşmazlıklarıyla sarsılacak değildir.





Üstelik önümüzdeki dönemlerde iki ülke münasebetlerinin daha da pekişeceği kanaatindeyim. Bu doğrultuda iki ülke arasında var olan münasebetlere ve potansiyele değinmek istiyorum. Esasen 1996-97 yıllarından itibaren dönemin iktidar partisi ortağı ve lideri Necmettin Erbakan’ın İslam ülkeleriyle yakın münasebetler geliştirmesi İran’la ilişkilerin düzeltilmesine yönelik çabaların başlangıcıdır. Bu dönemde bir takım güçler bu girişimleri engellemeye çalışmıştır. (1)





Daha önceleri iki ülke arasında inişli çıkışlı münasebetler iki ülke içerisinde meydana gelen siyasal gelişmelere göre biçimlenmiş ve bazen kriz sayılabilecek buhranların meydana gelmesine neden olmuştur. Esasen İran’da 1979 İslam devriminden sonra kimi basılı ve sözlü yayın organlarında İran’ın devrimini Türkiye’ye ihraç etme niyetinde olduğu tezleri ileri sürülerek Türk kamuoyunda İran aleyhtarı bir algının oluşması sağlanmıştır. Kuşkusuz o dönemlerde İran’da kimi yetkili veya yetkisiz kişi ve kuruluşların bazı demeçleri Türkiye’deki bu grupların ekmeğine yağ sürmüştür. PKK terör örgütü konusu da her zaman karşılıklı suçlamalara neden olmuş iki ülke birbirlerini ayrılıkçı ve terörist grupları desteklemekle suçlamıştır.





Aynı dönemde Türkiye’de laik kimliğiyle ön plandaki aydınları hedef alan suikastlar belirli gruplar tarafından İran aleyhinde kampanyaların başlatılmasına yol açmıştır. Ancak son zamanlarda bu suikastların arkasında farklı odakların olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye-İran arasında gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretler çerçevesinde Aralık 1996 yılında dönemin İran cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani Ankara’ya resmi bir ziyarette bulunmuştur. Ziyaret sırasında iki devlet arasında savunma işbirliği anlaşması imzalanması gündeme gelmiş, ancak Türk ordusunun sert tavrıyla karşılaşılınca bu anlaşmadan vazgeçilmiş, iki ülkenin dış politikası arasındaki derin fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. (2)



İki ülke arasındaki ilişkilerde dönüm noktası Ağustos 1996 yılında dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Necmettin Erbakan’ın Tahran ziyaretidir. Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduktan sonra ilk yurtdışı ziyaretini İran’a yapması büyük önem taşımaktaydı. O dönemde Necmettin Erbakan İran, Irak ve Türkiye’yi birbirlerine yaklaştırarak bir politika izlemeye başlamıştır. Kalabalık bir üst düzey heyetle gerçekleştirilen bu ziyaret Tahran’da büyük sevinçle karşılanmış ve iki ülke arasında ekonomi, sanayi ve kültürel alanlarda anlaşmalar imzalanmıştır. (3)





İki ülke arasındaki münasebetler iki devletin güvenlik kaygıları ve konseptine göre iniş ve çıkışlar yaşamıştır. Kasım 1993’te iki ülke arasında imzalanan güvenlik protokolü terörist gruplara kendi topraklarından geçiş ve faydalanma hakkı vermelerini yasaklamaktaydı. Haziran 1994’te imzalanan yeni bir anlaşmayla da İran, PKK terör örgütünün kendi topraklarını kullanarak Irak’tan Ermenistan ve Rusya’ya geçmesini engellemeye söz vermiştir. Daha sonra 1995 yılında Türkiye’nin Kuzey Irak’a yaptığı sınır ötesi hareket ilişkileri germiş, 1996 yılında ise iki ülke birbirlerini karşılıklı casusluk yapmakla suçlamıştır.





İran-Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların temel kaynağını kimlik farklılığı oluşturmaktadır. İki ülke de; kendi coğrafi, tarihi ve jeopolitik konumu, kültürel kimlik ve nüfus ağırlığına göre bölgesel gelişmelerde kendine özgü tavır geliştirmekte ve nüfuz sahasını genişletmeye çalışmaktadır. Bu hegemonya çatışmasının temeli Osmanlı-Safevi hanedanlarının çatışmasına varacak kadar derin köklere sahiptir. Ancak bu tarihi rekabetin 2000’li yıllarda özellikle enerji sektöründeki işbirliği anlaşmalarıyla daha farklı bir sürece tekâmül ettiği gözlemlenmiştir. İki ülke arasında imzalanan anlaşma gereğince 22 yıllık bir süre zarfında 190 milyar küp doğal gazın İran’dan Türkiye’ye ihraç edilmesi kararlaştırılmıştır. (4)





Karşılıklı ziyaretler sonucunda ekonomik, kültürel, sanayi ve güvenlik sahalarında yeni anlaşmalar imzalanmıştır. En son cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Şubat 2011’de 300 kişilik üst düzey bir heyetle İran’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret çerçevesinde Cumhurbaşkanı, Tahran ve İsmihan’ın yanı sıra İran’ın doğu Azerbaycan ili merkezi Tebriz kentini de ziyaret etmiştir. Türkiye-Azerbaycan sınır bölgesinde bulunan Doğu Azerbaycan ili, tarih boyunca ipek yolu üzerinden Çin ve Horasan’ı Trabzon’a bağlayan en eski ticaret yolları üzerindedir. Tebriz iki milyon nüfusu ve 8 binden fazla sanayi tesisi ve fabrikasıyla İran’ın petrol dışı ihracatının %20‘sinin üretildiği bir kenttir. Türk işadamları İran’ın bütün bölgelerinde ve özellikle doğu Azerbaycan’da büyük yatırımlar gerçekleştirmişlerdir.





Doğu Azerbaycan yatırım verilerine göre Türk işadamlarının bu ildeki yatırım hacmi 1 milyar dolara yaklaşmıştır. Esasen İran’daki Türkler, İran-Türkiye arasındaki ekonomik, kültürel ve bütün sahalardaki ilişkilerde köprü rolü üstlenmişlerdir. Türkiye’yi Orta Asya’ya ve uzak doğuya bağlayan kara ve demir yolları İran’ın bu bölgesinden geçmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Tebriz ve Urumiye’deki konsoloslukları Türkiye’nin en faal diplomatik temsilcilikleri konumundadır. (İran’ın Kuzeybatısında bulunan Azerbaycan bölgesi iki ilden oluşmaktadır Doğu Azerbaycan’ın merkezi Tebriz’dir. Batı Azerbaycan ilinin merkezi Urumiye’dir). İki ülke arasında var olan işbirliği potansiyelini değerlendirmeye dönük çalışmalar son birkaç yılda ön görülen hedeflere ulaşmıştır. Yakın gelecekte ise işbirliğinin daha da iyi noktalara yükseleceği beklenmektedir.





İki ülke arasında enerji ticaretinin yanında çeşitli büyük projeler de yürütülmektedir. Türkiye, Fars Körfezi’nde Güney Pars petrol ve doğal gaz sahalarında petrol aramaktadır.Tahran’ı Ankara ve İstanbul’a bağlayan karayolu otoyola dönüştürülmektedir. İstanbul-Ankara-Tebriz-Tahran-Meşhet demir yolunun Aşkabat ve Taşkent üzerinden Orta Asya’ya bağlanması ve nice dev projeler hayata geçirilmiş veya geçirilmek üzeredir. Trabzon limanını Tebriz’e bağlayan karayolu ve üzerinde bulunan gümrük sahaları Culfa serbest ticaret bölgesi ve başka serbest ticaret bölgeleri Türkiye’nin kuzeydoğusuyla İran’ın kuzeybatısını örnek bir işbirliği bölgesine dönüştürecektir.





Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 27 Temmuz 2004’te İran’a yapmış olduğu tarihi gezide güvenlik ve ekonomik sahalarda önemli anlaşmalar imzalanmıştır. Ziyarette iki ülke arasında başta doğal gaz ve Tahran’da faaliyete geçen İmam Humeyni Havaalanı konusundaki sorunlar ele alınmıştır. Doğalgaz boru hattına işlerlik kazandırılması ve Türk yatırımcıların İran’da karşılaştıkları sorunlar konuşulmuş, daha sonra bu sorunların giderilmesinde önemli adımlar atılmıştır.





İki ülke arasında son dönemdeki en önemli işbirliği sayılacak olan dış politika ataklarından biri Tahran’da imzalanan nükleer takas anlaşmasıdır. Aylarca süren diplomatik müzakereler sonucunda İran nükleer krizinde küçümsenmeyecek bir aşama kat edilmiştir. “Tahran Deklarasyonu” diye adlandırılan bu anlaşmanın mimarı, uzun zamandan beri mekik diplomasi yürüten Türk Dışişleri Bakanlığı’dır. ABD, diğer Batılı devletler ve İsrail bu önemli anlaşmayı küçümsemeye hatta sabote etmeye çalışmıştır. Nitekim deyim yerindeyse daha anlaşmaya atılan imzaların mürekkebi kurumadan ABD Dışişleri Bakanı’nın, İran’a karşı yeni yaptırımları kapsayan yaptırım taslağını BM Güvenlik Konseyi üyelerine dağıtması bu girişimin başlangıcı olarak değerlendirilmiştir.





Tahran’da imzalanan Nükleer Takas Anlaşması, Türk dış politikasının büyük bir başarısıdır. Anlaşma, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim ve İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Muttaki tarafından imzalanmıştır. Anlaşmanın imza töreninde Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve İran Cumhurbaşkanı M. Ahmedinejad da hazır bulunmuştur. Bu anlaşma, diplomasi ve diyalogun zaferidir. Anlaşmanın imzalanmasıyla psikolojik eşiğin aşıldığı, aylarca süren görüşmeler sonucunda güven ortamının sağlandığı ve daha önceleri İran’ın kırmızıçizgi olarak benimsediği “takas, ancak ülke içinde yapılabilir” politikasından vazgeçerek uranyumun ülke dışına çıkmasına onay verdiği bir aşamaya gelinmiştir. Anlaşmada, Batının takas konusunda baştan beri ısrarla üzerinde durduğu hususlar anlaşmada yer almıştır. Bu hususlar; takasın bir seferde yapılması, 1200 kiloyu kapsaması ve İran’ın kendi uranyumunu avans olarak vermesini kabul etmesidir.





Anlaşma gereğince İran, uzun yıllardan beri Batı’nın sıkı ambargolarına rağmen Netenz ve Erak tesislerinde bulunan santrifüjlerdeki %3,5 seviyesinde zenginleştirilmiş 2000 kilo civarındaki uranyumun 1200 kilosunu emanet olarak Türkiye’ye gönderecektir. Anlaşma gereği bir ay içinde gerçekleşmesi öngörülen bu nakilden sonra makul bir sürede nükleer araştırma ve nükleer tıp alanında faaliyet gösteren Tahran Nükleer Araştırma Reaktörü’nün yakıt ihtiyacı için %20 zenginleştirilmiş 120 kilo uranyum Uluslararası Atom Enerjisi vasıtasıyla İran’a teslim edilecektir.





Bu teslimin gerçekleşmesinden sonra Çekmece Nükleer Tesisleri’nde muhafaza edilecek olan İran’ın uranyumu, daha sonra ajansa teslim edilecektir. İran, Batı’nın ambargoları gündeme gelmeden araştırma reaktörleri için gerekli olan yakıtı değişik ülkelerden temin etmekteydi. Stokları bitmeye başlayınca daha önceleri rahatlıkla temin ettikleri yakıtı satın almak için girişimde bulundularsa da Batı, ambargoyu gerekçe göstererek bunu engelledi. Böylece takas düşüncesi ortaya çıktı.





Nükleer kriz sırasında İran’la Batılı devletler arasında asla güven ortamı oluşmadı. Batı adına görüşmeleri yürüten 5+1 gurubuyla İran arasında yıllardan beri sürdürülen müzakereler iki tarafın takındığı önyargılı tutumdan dolayı tıkanmış durumdadır. 1979 İslam Devrimi’nden sonra Batılı Devletler, İran’a kuşku ve şüpheyle yaklaşmakta ve Yahudi lobilerinin etkisiyle bu ülkeyi uluslararası arenadan tamamıyla tecrit etmeye çalışmaktadır. İran yönetimi de devrimden bu yana başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin uyguladığı politikalar sayesinde Batı’ya güven duymamaktadır. Sekiz yıl süren Irak Savaşı sırasında Batı’nın Saddam Hüseyin rejimine açıktan desteği, ABD Merkez Bankası ve diğer bankalarda bloke edilen İran’a ait mal varlığı, bedeli ödenmesine rağmen Fransa’dan satın alınamayan nükleer malzeme, İngiltere’den satın alınan tankların vb. malların bahaneler ileri sürülerek teslim edilmemesi gibi hususlar bu güvensizliğin temelini oluşturmaktadır.





İran yönetimi, nükleer enerji programından kaynaklanan kriz boyunca zor şartlar altına elde ettiği uranyumun hiçbir koşulda ülke dışına çıkarılmasına onay vermemişti. Eğer bu aşamada buna razı oldularsa tamamen Türkiye Cumhuriyeti ve devlet adamlarına duyulan güvenden kaynaklanmaktaydı. Üstelik bu güven duygusunun oluşumunda bir uzlaşı oluştuğunu belirtebilirim. Örneğin, önceleri takas fikrine yönelik çekinceler ileri süren İslami Şura Meclisi Başkanı, eski nükleer baş müzakereci Dr. Ali Laricani, İslam Ülkeleri Meclis Başkanları toplantısına iştirak etmek için Türkiye’de bulunduğu sırada başta Türk Cumhurbaşkanı olmak üzere diğer devlet adamlarıyla görüşmelerde bulunmuş; bu görüşmeler sonucunda takas anlaşmasına olumlu yaklaşmış ve çekincelerini kaldırmıştır.





Ancak bütün iyi niyetli girişimlere rağmen başta ABD, diğer Batılı devletlerle İsrail’in muhalefeti sonucunda takas anlaşması daha hayata geçmeden akim kalmış ve rafa kaldırılmıştır. Ardından BM güvenlik konseyinden İran’a karşı yeni 1929 sayılı ekonomik ve siyasi yaptırımlar kararı çıkmıştır. Türkiye ABD’nin bütün baskılarına rağmen bu karara karşı Güvenlik Konseyi’nde hayır oyu kullanarak İran’la var olan münasebetlerini daha da sağlamlaştırmıştır.





Sonuç olarak Türkiye ve İran karşılıklı iyi ilişkilere ihtiyaç duyan komşu ülkelerdir. İki devlet de tarihi geçmişi, coğrafi büyüklüğü, jeopolitik ve jeostratejik konumu, nüfus potansiyeli ve yetişmiş genç insan nüfusu açısından bölgedeki en önemli aktörlerdir. Bu özellikleri Türkiye ve İran’a ikili işbirliği adına pek çok imkân sunmaktadır. İran, Türkiye’nin Orta Asya ve Uzak doğuya açılan kapısıdır. Türkiye ise İran’ın Batıya ve özellikle Avrupa’ya açılan penceresidir.





Önümüzdeki dönemde Türkiye ve İran’ın ticari ve kültürel sahaların yanı sıra Kürt Sorunu bağlamında ve güvenlik alanında daha fazla işbirliği yapması ve ekonomik entegrasyon olasılıkları üzerinde durması tarafların menfaatlerine hizmet edecektir. Tahran’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) konusunda Türkiye’ye daha yakın bir politika izlemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik İran’ın kadrosundaki belirli kişilerin ön yargısını giderilmesi münasebetleri güçlendirecektir.





Kanımca Türkiye nükleer takas anlaşması sürecinde ve BM yaptırımlar kararında ortaya net tavrını koyarak ABD’nin baskısına rağmen İran yönetimine kötü gün dostu olduğunu göstermiş ve kendini ispatlamıştır. Açıkçası Türkiye’nin bu sağlam duruş ve jestine karşılık İran yönetimi Türkiye’nin öncelikli dış politika sorunlarından biri olan Kıbrıs hususunda bundan böyle Türk tezlerine daha yakın durmalı, İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) ve BM gibi uluslararası kuruluşlarda KKTC’yi ve Türk tezlerini savunmalıdır.





İki ülke arasındaki bölgesel sorunlarda da nispi bir uzlaşıdan söz edebiliriz. Örneğin Irak savaşı, Kuzey Irak, Afganistan, Pakistan, Filistin, Gazze vb. bölgesel sorunlarda iki ülkenin tavır ve yaklaşımları birbirlerine benzerlik ve uyum göstermektedir. Tabiatıyla her iki ülke kendi milli çıkarları doğrultusunda bölgesel sorunlara karşı tavır almakta ve siyaset geliştirmektedir. Ama genel olarak baktığımızda bu yaklaşımlar birbirinden çok farklılık göstermemekte ve çelişmemektedir. Özellikle Kuzey Irak kaynaklı PKK ve PJAK terör örgütlerine karşı iki devlet daha fazla işbirliğine yönelmeli, güvenlik alanındaki işbirliğini askeri işbirliğine terfi ettirerek ilişkileri pekiştirmelidir.





Kuzey Irak, Türkiye’nin doğusu ve İran’ın batısının güvenliği, enerji nakil hatlarının korunması, gümrük kapılarının açık tutulması iki ülkenin de milli çıkarlarıyla eş anlamdadır. Bu nedenle bölgedeki istikrarı tehdit eden, enerji ve ticaret yollarının güvenliğini olumsuz yönde etkileyen terörist saldırılara karşı işbirliği olanakları araştırılmalıdır. İki ülkenin potansiyel işbirliği alanları ekonomiden ticarete güvenlikten kültürel sahalara ve pek çok hususları barındıracak geniş imkânlar barındırmaktadır. Diğer taraftan ise bazı aktörler iki ülkenin işbirliğine gitmesinden rahatsız olmaktadır. Özellikle İsrail, iki ülke arasındaki gelişen işbirliğini zayıflatmaya çalışmaktadır. Türkiye ve İran’ın karşı karşıya gelmesi İsrail başta olmak üzere bazı bölge içi ve dışı aktörün arzu ettiği bir senaryo olmuştur. 500 yıldır iki ülke arasında pek çok olumsuz şarta rağmen sıcak çatışma meydana gelmemesi, iki ülke arasındaki karşılık güven ve halklar arasındaki kardeşlik duygusundan kaynaklanmaktadır.





Somut Öneriler



Yukarıda özetle değinilen kısa tarihsel süreç, var olan ortam ve şartlar göz önünde bulundurulduğunda:



Güvenlik Alanında:



1. Öncelikle Türkiye ve İran arasında çok kapsamlı ve ayrıntılı güvenlik işbirliği, istihbarat paylaşımı ve terörle mücadele anlaşmaları imzalanmalıdır. Bundan önce imzalanan ve hala yürürlükte olan ikili anlaşma ve mutabakat sözleşmeleri günün koşullarına uyarlanarak gözden geçirilmelidir. Özellikle terörle mücadele, teröristlere karşı eylem ve anlık istihbarat paylaşımı hususları gibi çok hızlı karar alma süreci gerektiren konuları kapsayan yeni işbirliği alanları oluşturulmalıdır. Söz gelimi iki ülke arasında var olan dağlık bölgelerde, geçit vermeyen yollar ve vadilerde insansız uçak kullanımı vb. taktiksel istihabarat ve eylemsel işbirliği alanlarından söz edebiliriz.



2. Mevcut ikili sözleşmelerde varsa kapsamı genişletilerek karşılıklı koordinasyonla iki ülke güvenlik güçlerinin karşı tarafın topraklarında teröristlere sıcak takip yapma olanağı tanınabilir.



3. İki ülke bilim adamları uydu teknolojileri alanında işbirliği olanaklarını geliştirerek teröristlerin eylem ve lojistik faaliyetlerini takip eden sistemler tesis edebilir.



4. Bölgenin bütün kara, deniz ve hava limanları koordineli olarak denetim altında tutularak terör örgütlerinin lojistik yolları kesilmelidir.



5. İki ülkenin de muzdarip olduğu etnik ve bölücü terörün, sosyal, ekonomik, toplumsal, psikolojik ve diğer nedenlerini araştırmak, bulmak, tespit edip çözüm üretmek amacıyla iki ülkenin bilim adamları arasında yakın işbirliği ortamı oluşturulmalıdır. Hatta sınırın iki tarafında bulunan üniversitelerin uzmanları bu hususta yakın işbirliği yapmalıdırlar. Etnik terörün toplumsal alt yapısını ve halk desteğinin araştırılması için bölge üniversitelerinin araştırma merkezleri yerinde araştırmalara önem vermeli ve bu yönde periyodik bilimsel toplantılar düzenlemelidir.



6. İki ülkenin devlet adamları, askeri ve sivil bürokrasisi, istihbarat ve güvenlik uzmanları, sosyolog, ekonomist, sosyal bilimci, terör uzmanı ve diğer kanaat önderleri bilgilerini karşı tarafla paylaşarak istişarede bulunmalıdır.



7. İki ülke dışişleri bakanlıklarının ilgili merkezleri, etnik ve bölücü teröre destek olan yabancı devletler, kuruluşlar ve diğer teşkilatlarla ilgili bilgi paylaşımı yaparak uluslararası arenada söz konusu güçlerin karşısına birlikte çıkmalı, uluslararası kuruluşlar örneğin Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Konseyi vb. platformlarda ortak hareket etmelidir.



8. Zaman içerisinde Irak merkezi hükümetinin güçlenmesi, başta ABD olmak üzere yabancı güçlerin ülkeyi terk ettiğinde yukarıdaki işbirliği kapsamına Irak hükümeti de dâhil edilmelidir.



9. Etnik terörün bölgenin diğer ülkelerinin de temel problemlerinden biri olduğu düşünüldüğünde; önce Türkiye ve İran arasında gerçekleşecek olan yüksek düzeyli işbirliğine sonra Irak ve Suriye daha sonraki aşamalarda ise Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Rusya dâhil edilmelidir.





Ekonomik, Sosyal, Kültürel ve Diğer Alanlarda:



1. Türkiye ile İran arasında var olan geniş ekonomik, ticari, turizm ve diğer sahalardaki yakın işbirliği son yıllarda çok önemli mesafeler kat etmiştir. Yapılan anlaşmalar yürürlükte olup iki ülke arasındaki ekonomik işbirliği hacminin kısa sürede daha önceleri tahmin bile edilemeyen 20 milyar dolar seviyesine, ilerleyen yıllarda ise 40 milyar dolara yükselmesi hedeflenmiş ve öngörülmüştür.



2. İran’ın enerji kaynaklarının boru hatlarıyla Türkiye’ye ulaşmakta olduğu ve Türk ticari ürünlerinin İran tüketim piyasasında çok önemli paya sahip olduğu açık bir gerçektir. Önümüzdeki dönemde Türk petrol şirketlerinin İran’da daha fazla arama, keşif, petrol çıkarma hatta rafineri kurmaya yönelik çabaları artmalı, var olan Türkiye menşeli yatırımlar daha da geliştirilmelidir. Buna karşılık İranlı iş adamlarına Türkiye’de yatırım olanakları sağlanmalıdır.



3. Yabancıların ülkemizde mal edinme yasalarında gereken düzeltmeler yapıldıktan sonra İranlı aileler, yazlık mülk alımı için yöneldikleri Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ticari ve gayrimenkul alımı için yöneldikleri Dubai gibi Fars Körfezi Emirliklerinden Türkiye’ye yönlendirilebilir. Böylece Türkiye’ye küçümsenmeyecek bir nakit akışı sağlanarak konut ve ticari gayrimenkuller piyasasına büyük canlılık getirilebilir.



4. İran sınır ve gümrük kapılarından İranlı turistlerin büyük ilgi gösterdiği Ege ve Akdeniz sahillerine ulaşılan yolların otoyol haline dönüştürülmesi, konaklama tesislerinin modernize edilmesi halinde diğer kültürel hizmet ve yatırımlarla var olan potansiyel katlanarak yükselecektir. Bu doğrultuda Türkiye Başbakanı’nın üzerinde durduğu Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine yapılması düşünülen hava limanının inşaatına hız verilmelidir Zira Yüksekova, İran’ın Urumiye ve Tebriz gibi büyük kentlerine çok kısa mesafede bulunmaktadır.



5. İki ülke arasındaki hala faaliyette bulunan serbest ticaret bölgelerini geliştirmek ve yenilerini kurmak, var olan gümrük kapılarını daha modern hale dönüştürmek, sınıra yakın illerin mülki amirlerinin daha sıkça bir araya gelmelerini sağlamak vb. girişimler entegrasyonun sağlanmasına önemli katkı sağlayacaktır.



6. Kültürel, bilimsel ve sosyal işbirliğini pekiştirmek amacıyla bölgede eğitim faaliyetlerini sürdüren başta Erzurum Atatürk Üniversitesi olmak üzere Dicle, Ağrı, Kars-Kafkas üniversiteleri olmak üzere bölgedeki Muş, Adıyaman, Ardahan, Batman, Iğdır vb. üniversiteleriyle İran’ın başta Tebriz ve Urumiye üniversiteleri ve Erdebil, Senendec, Mahabad, Marend, Merağe, Zencan, İbni Sina (Hemedan) gibi üniversiteleri arasında işbirliği anlaşmaları ve kardeş üniversite protokolleri imzalanabilir.



İran’ın Atması Gereken Adımlar:



1. 1979 İslam Devrimi’nden bu yana İran devlet ve hükümet adamları o tarihlerde Türkiye’den edindikleri yanlış bilgiler ve bunun sonucu hatalı değerlendirmeler neticesinde modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e önyargıyla yaklaşmakta ve Türkiye’yi ziyaret ettiklerinde Anıtkabir’e ziyaret gerçekleştirmemektedirler. Oysa İranlı yöneticilerin, Atatürk’ün sömürgecilik karşıtı düşüncelerine vakıf olup Kurtuluş Savaşı destanını önyargısız okuyabilseler sadece Atatürk’ün antiemperyalist kişiliğine saygının gereği olarak Anıtkabir’i ziyaret edeceklerinden hiç kuşkum yoktur. Ve eminim böyle bir ziyaret iki ülke münasebetlerinin gelişmesine inanılmaz katkı sağlayacaktır.



2. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs sorunu Türkiye’nin en önemli dış politika sorunlarının başında gelmektedir. Burada beklentim İran’ın Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı vb. uluslararası ve bölgesel platformlarda Türkiye’nin tezlerine yakın bir politika izleyerek Türk kamuoyunda olumlu etki meydana getirmesidir. İran’ın Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki duruşuna yakın bir tavır geliştirmesi iki ülke ilişkilerini güçlendirecektir.



3. Bilindiği gibi başta Dağlık Karabağ olmak üzere Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kelbecer, Ağdam, Lâçin, Fuzuli, Gubatlı, Zengilan ve Ağcadede ilçeleri Ermenistan’ın işgali altındadır. Bu da Azerbaycan topraklarının %20’sine tekabül etmektedir. İran; bu haksız işgal konusunda Bakü ve Ankara’nın politikasına ve tezlerine yakın bir politika izlerse böyle bir adım Türkiye-İran münasebetlerine önemli katkı sağlayacaktır. Nitekim birkaç ay önce İran meclis başkanı Dr. Aliekber Laricani’nin bu yöndeki bir demeci Türkiye ve Azerbaycan’da oldukça olumlu yankı bulmuştur.









Sonnotlar:



(1) A’azam Salamat, Foreign Policy of Turkey Islamist, (Tahran: The Center for Islamic Revolution Documents, 2011) sf. 147.



(2) Salamat, Foreign Policy of Turkey Islamist, sf. 149.



(3) Christian Science Monitor. (08/29/1996). “Turkey’s Islamic leader and Iran”, Vol 88, No.193, sf. 8.



(4) Ruyam Mümtazami, “Asya Merkezi ve Toseeye Siyasi” (Orta Asya ve Siyasi Gelişme), Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları Tahran Dergisi, Yıl 6, Sayı 17 (2001).