ÇERKEZLİK YA DA YÖRÜKLÜK - Prof. Dr. Salih ŞİMŞEK - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









ÇERKEZLİK YA DA YÖRÜKLÜK - Prof. Dr. Salih ŞİMŞEK
Tarih: 08.10.2011 > Kaç kez okundu? 5366

Paylaş


Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü (28 Eylül 2011) Ebedi Âlem’e uğurladığımız Şaban Üstüner ile ilgili 13.06.2009 günü yayınladığım aşağıdaki yazımı tekrar yayınlıyor kendisine Mevla’dan rahmet diliyorum…



Yıl: 2002

SAKARYA



Yaşanan ‘Büyük Deprem’in yoğun etkileri devam ediyor. Adapazarı merkezi dışına hangi vesile ile çıkılırsa çıkılsın bu, burada yaşayan insanlar için “bir nefes almak” anlamına geliyor.



Sakarya Üniversitesi’nde eğitim ve öğretim faaliyetleri de nispeten normalleşiyor.



Üniversite’nin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Senato üyesiyim, yani senatör olarak görev yapıyorum. Senato, normal şartlarda 15 günde bir toplanıp, gündemindeki konuları görüşüyor.



Rektörlükten bir sonraki Senato toplantısının Adapazarı Merkez’e bağlı Çaybaşı-Fuadiye Köyü’nde yapılacağı bildirildi.



Önce anlayamadım. Senato, bir köyde neden toplansın ki?



Mesele sonra anlaşıldı.



Sakarya’nın saygın işadamlarından Vahit Serbes, Rektörlüğe başvurarak, uygun bir zamanda Üniversite Senato üyelerine “bir nefes aldırmak ve ortam değiştirmek için” kendi köyü olan Çaybaşı-Fuadiye Köyü’ndeki çiftlik evinin bahçesine davet etmiş. Burada onlara piknik yapma imkânı da sağlayacağını ve üyeleri misafir etmekten mutluluk duyacağını ifade etmiş. Rektörlük de bu güzel teklifi kabul etmiş.



O gün belirtilen saatte Rektörlük binası önünde toplanıldı. Servis aracımız bekleniyor. Aynı gün öğleden sonra Geyve Meslek Yüksekokulu’nda dersim olduğu için ben kendi özel aracımla gitmeye karar verdim. Niyetim, Adapazarı’ndan belirtilen köye gitmek ve toplantı sonunda oradan ileri, köy yollarını takip ederek Geyve’ye ulaşmak…



Köye nasıl gidileceğini sorup öğrendim. Adapazarı’ndan çıkacak, E–5 üzerinden geçecek, otoban üzerindeki köprüyü geçer geçmez sağa dönecek ve devam edeceğim. Ben de tarife uydum.



Otoban üzerinden geçer geçmez Çaybaşı-Fuadiye levhasını gördüm ve levhayı takip ettim. Bir süre gittikten sonra yol ikiye ayrıldı. Ancak burada levha yok… Bir süre bekleyip, gelip geçen bir araç olursa ona sorarım diye bekledim ama maalesef gelen giden de olmadı. Bir ara sol tarafta bulunan yolun ilerisinde tarla kenarında bir kadın gördüm. Oraya doğru gittim ve kadının hizasında durdum. Kadına:

— Bacı, Çaybaşı-Fuadiye Köyü’ne gitmek istiyorum. Hangi yol o köye gidiyor?

Kadın eliyle işaret ederek:

— Buradan dosdoğru git. Bu yolun üzerinde… Dedi.

Teşekkür edip tam hareket edecekken kadın seslendi:

— Siz Çerkez misiniz?

Hoppala… Bu da nereden çıktı?

— Hayır, değilim. Bunu da nereden çıkardınız? Diye sordum.

O da:

— Çerkez’e amma da çok benziyorsun! Demez mi?



Tebessüm ederek ayrıldım.



Gideceğim köy bir Çerkez köyü… Serbesler ailesi de Çerkezlerin köklü ailelerden biri… Kadın, sanırım Çerkez Köyü’ne gittiğim için beni Çerkez’e benzetti ama ben hemen başka yöne çektim.



Adapazarı’na 1978 yılı başında geldim. Burada akademik hayatımın ilk günlerinde Belediye İşhanı içinde bir merdiven altında küçücük bir işyeri olan Şaban Üstüner’i tanıdım. Benden yaklaşık 15 yaş büyük… O tanışma günlerinden itibaren kesintisiz bir dostluğumuz oldu. Allah bozmasın halen de devam ediyor. “Çerkez Tavuğu (!), Çerkez Yumurtası (!), Çerkez Peyniri, Çerkez Ekmeği (!), Çerkez Yağı (!)” gibi gıda maddeleri, dergi, kitap, kırtasiye, sigara vs pek çok şey satardı. Arkadaşlar da kendisine “Kavm-i Necip – Üstün Irk” diye takılıyorlardı. Şaban Ağabey’in de Çerkez olduğunu öğrenince bu kavramı ben de kullanmaya başladım.



Yoldaki kadının, beni Çerkez’e benzetmesi üzerine içimden:

— Şaban Ağabey beni iyice yoğurmuş! Demek ki 20 küsur senede beni kendine benzetmiş… Bir Yörük dostunu Çerkezleştirmiş!

Diye geçirdim ve gayri ihtiyarı tebessüm ettim.



Hey Büyük Allah’ın, Hey!...

Ne demişler:

Üzüm üzüme baka baka kararır.

Söyle arkadaşını söyleyeyim kim olduğunu…

Bir Yörüğü, Çerkezleştirmişler ya, aferin Çerkez Şaban Ağabey…



***



Yıl:2004

Bozüyük, Akpınar Köyü



Bir Ramazan günü…



Sakarya Üniversitesi’nden mesai arkadaşlarım Prof. Dr. Harun Taşkın, Doç. Dr. Yılmaz Güney ve Öğr. Gör. Veysel Yıldırım ile Kütahya’da Dumlupınar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mecit Eş’e iftara davetliyiz.



Öğleden sonra Adapazarı’ndan ayrıldık. Bozüyük’ü geçip sağa Kütahya- Afyon yoluna saptık. Kavşaktan döndükten yaklaşık 5 km sonra Akpınar Köyü bulunuyor. Yol kenarına, altında tuvalet ve şadırvanı olan bir cami inşa etmişler. Ben bu yolu kullandığımda bu cami bahçesini hep mola yeri olarak kullanırım. Bu sefer de öyle yaptım. Köye yaklaşırken:

— Arkadaşlar, şu ilerideki cami önünde mola verelim. Lavabo ihtiyacı olanlar bu ihtiyaçlarını burada gidersinler. Dedim.



Ben, bankta arkadaşları beklerken, başında bir kalpak olan, 80 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim uzun boylu bir zat gelip selâm verdi. Cevap vermeme fırsat tanımadan elini uzatıp:

—Ben Çerkez’im… Hoş geldiniz. Dedi ve:

—Siz nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Diye sordu.

Ben de kendimi tanıttım ve Kütahya’ya bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimizi söyledim. Tam o sırada Veysel Hoca da geldi. Ona:

—Bak, Hoca! Bu ağabeyimiz Çerkez’miş… Biraz Çerkez’ce konuşsana… Dedim.

Kendisi de katıksız bir Çerkez olan ve “Çerkez Olmayı” önemli bir vasıf sayan Veysel Hoca, biraz sohbet ettikten sonra veda etmek istedik:

—Hadi bize müsaade…

Çerkez amca itiraz etti:

—Olmaz! Siz Tanrı misafirisiniz ve bu akşam çorbayı benim hanemde içeceksiniz. İftarı birlikte yapacağız. Sizi ancak o zaman gönderirim.



“Çerkez Amca” o kadar ısrar etti ve biz o kadar direndik ki sonunda kendimizi zor kurtardık.



Çerkez amcanın davranış tarzı o kadar hoşuma gitti ki, bu mutluluğumu Adapazarı’na döner dönmez, onun da mutlu olacağını düşünerek, “Kavm-i Necip” Şaban Ağabey’e anlattım:

—Şaban Ağabey, adamcağızın ısrarını bir görecektin!… Sofrasını bizimle paylaşmak için adeta savaş verdi. Tüm Çerkezler de böyle midir?



Şaban Ağabey gözlerime bakıp öyle bir cevap verdi ki mahvoldum:

—O, Çerkez’in safıymış…



Hey Büyük Allah’ın, Hey!...

“Kavm-i Necip” Şaban Üstüner Ağabey böyle diyorsa?

Şimdi ben nasıl itiraz edebilirimi ki???