Rusya da Etnik Azınlıklar - Timur B. Davletov - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Rusya da Etnik Azınlıklar - Timur B. Davletov
Tarih: 24.01.2009 > Kaç kez okundu? 17312

Paylaş


Etnik azınlıklar

Gelişmenin Kısa Tarihçesi

İlk dönemlerinde (en azından XVI yy’ a kadar) göreceli olarak daha fazla derecede etnik homojenlik gösteren Rusya özellikle yayılmacı politikaları uygulamaya başlattığı XVI. yy.dan itibaren çok uluslu imparatorluk halini kazanmaya başlamaktadır. Bu dönemden beri resmi tarihe göre başlangıçta bütün gayri-Rus halkların gönüllü olarak, daha sonra bir takım değişikliklere uğrayan söz konusu bu resmi tarihinin söylevine göre ise bir kısmı gönüllü bir kısmı ise işgal, yani zor yoluyla dahil oldukları veya edildikleri Rusya’nın içinde hem olumlu hem de olumsuz yönleri bulunduran böyle bir tarihsel gelişim ve kader tarafından bir araya getirilen bütün bu halklar ortak bir kaderi paylaşmaya başladı veya paylaşmak durumunda kaldılar. Ama kesin olanı şu. Bu halklara çoğu zaman danışılmamıştır, çünkü Tatar Tarihçilerinden Dr. Ravil Fahrutdinov’a göre “mutlu’ ülkemizde [Rusya`da], özellikle 1552’den sonra her hangi bir halkın kaderini bu işi beceremediği için kendisi değil de büyük abisi, yani büyük halkın [Rusların] kararlaştırması lazım diye düşünmeye alışılmıştır tabii ki”.

Eski SSCB’ni oluşturan on beş cumhuriyetin arasında içinde barındırdığı çeşitli milliyetler bakımından en yoğun etnik mozaiğe sahip olan devlet Rusya Federasyonudur. Nitekim Rusya’da bir arada 70’i aşkın farklı milliyet yaşamaktadır ki bunlar aralarında dil, din, kültür, köken, sosyal-ekonomik gelişmişlik ve nüfus sayıları yönünden büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin sayı unsurunu ele aldığımız zaman Rusya’nın içinde nüfusları birkaç milyonu bulan milliyetlerin yanı sıra toplam sayıları birkaç bin ile sınırlı kalan milliyetler de mevcuttur. Bununla beraber Rusya Federasyonu ülkesinde yaşayan bu denli milliyetlerin içinde sayı itibariyle en büyük (Toplam nüfusun içindeki sahip olduğu oran itibariyle %80’den fazla) ve dolayısıyla rakipsiz çoğunluğu oluşturan ve aynı zamanda da bütün ülkeye, yani Rusya’ya adını veren (titüler) etnik grup Ruslardır.

Sovyetlerin dağılmasından önce SSCB’nin içinde yaşayan diğer milliyetler tarafından genel nüfus içinde sahip oldukları nüfus oranı bakımından eşitlenir durumuna gelmiş bulunan Ruslar 1991’de meydana gelen parçalanmadan sonra (bu sefer Rusya ülkesinin içinde) yeniden, tabir yerinde ise, ezici çoğunluk durumunu elde etmiş oldular.

Ruslar, ülke nüfusunun %80’ni oluşturmakta olup Rusya’nın içinde yaşayan toplam nüfusları 110 milyondan fazladır. Bir de buna Tarihin kimi gelişimlerinin sonucu Rusya’nın dışında kalan ve böylece de azınlık statüsüne düşmek durumunda bırakılmış bulunan ve toplam sayıları (bunun % 25 milyon dolayında olan etnik Ruslar veya ‘Rusça konuşan nüfus’ tan Rusya’ya doğru devamlı göçün varlığı da hesaba katıldığında Rusya’nın içindeki etnik Rus nüfusunun daha da artacağı söylenebilir.

Rusya Federasyonu her ne kadar toplam nüfusunun %80’ini etnik Ruslar oluşturmakta ise de bilindiği gibi, dünyadaki birçok ulus-devletin nüfusunun etnik yapısına benzer bir şekilde tam bir homojenlikten uzak bir görüntü çizmektedir. Üstelik Rusya’da, genel nüfusun %20’sini oluşturmalarına rağmen birçok ulus-altı grup mevcuttur. Bu etnik gruplardan nispeten diğerlerine nazaran sayıca daha kalabalık olan veya sayıları bir milyonu aşanlar şunlar: Tatarlar, Ukraynalılar, Çuvaşlar, Başkurtlar, vs. Bunun dışında da sayıları bir milyondan az olan milliyetler vardır, (ki buna gibi toplam sayıları birkaç yüz kişiyle ifade edilen etnik gruplar da dahildir), ki bunlar Altaylar, Hakaslar, Tıvalar, Sahalar, Buryatlar, Teleütler, Şorlar, Telengitler, Tofalar ve diğerleridir. Bunlar genelde sayıları giderek azalan ve bundan dolayı da bir etnos olarak varlıkları yok olma sınırında bulunan az sayılı yerli halklardandır. Rusya’nın etnisite konusu ile ilgili bir başka özelliği de, içinde bulunan 21 cumhuriyetin çoğunda, cumhuriyete adını veren etnos veya titüler halk, memleketi olan bu ülkelerde yaşayan toplam nüfusun içinde oran olarak çoğunluğu Rusların oluşturduğundan veya Rusya Federasyonu’nun içindeki cumhuriyetlerin içinde sahip olduğu toplam nüfus bakımından en büyük olan Başkurdistan Cumhuriyetine ismini veren Başkurt halkının cumhuriyetin içinde sadece % 21,9’luk bir orana sahip olduğundan dolayı Rusların (Rusların oranı sadece %39,3’tür)* yanı sıra Tatarların da Başkurt halkına nazaran oran olarak ülkenin içinde ikinci çoğunluğu (% 28,4 dur) oluşturmalarının örneğinde olduğu gibi Rus olmayan bir başka etnik grubun ya da grupların (ki bu gruplar Karaçay-Çerkesya, Kabardin-Balkarya ve 1992’ye kadar Çeçen-İnguşetya örneklerindeki gibi titüler etnik gruplar da olabilir) daha kalabalık bir kitleyi teşkil ettiğinden azınlık durumundadır.

Federasyon üyesi cumhuriyetlerin içinde Çeçenistan, Dağıstan, Kuzey Osetya, Çuvaşistan, Tıva, Kalmukya, Kabardin-Balkarya, Tataristan ve bu tabloda yer almayan İnguşetya’nın dışındaki cumhuriyetlerin titüler halkları Rus nüfusuna nazaran azınlık durumundadır. Bunun dışında ise kendi bölgelerinde Ruslara nazaran çoğunluğu oluşturanlar bunlar: Komi-Permyak Otonom Dairesinde Komi-Permyaklar toplam nüfusun % 60’ini ve Aginski-Buryat Otonom Dairesinde yaşayan Buryatlar nüfusun içinde %55’lik bir oranla çoğunluğu oluşturmaktadır. Yani Rusya Federasyonu içindeki federe birimlerinden tüm cumhuriyetlerini bir araya toplasan, yani kumulatif olarak ‘yerli nüfus’ %32’yi oluşturur iken bu oran Otonom Dairelerde ise sadece %10,5 tir.

Oysa bilindiği gibi, etnik olarak Rus olmayan milliyetlerin azınlık durumunda bulunmaları ise ülkenin genelinin zaten kötü şartlarda giden hayatın içinde bu azınlığın varlık koşulları daha da ağırlaştırmaktadır.

Milliyetler Politikası

Rusya’ya tarihsel perspektiften bakıldığında bu devletin varlığını son beş yüzyıl boyunca çok uluslu bir ülke olarak süregeldiği göze çarpmaktadır. Bu beş asrın içerisinde çarlık, imparatorluk, cumhuriyet, birlik, federasyon gibi isim çeşitliliğine rağmen bu devletin dahilinde hep çokulusluluk mevcut idi. Bu bağlamda Troçki (Trotskiy)‘nin Kuzey Kafkasya bölgesine ilişkin olarak söylemiş olduğu “etnografya müzesi” benzetmesinin kapsamını aslında tüm Rusya’yı kaplayacak bir şekilde yayarsak hiç de yanlış olmaz gibi geliyor. Bu çok ulusluluk nicel olarak gerçekten o kadar çok uluslu idi ki devletin önünde her zaman hep bu farklı dillere, dinlere, kültürlere, etniklere ve hatta ırklara mensup bu milliyetleri bir arada ve Rusya’nın içinde tutabilme problemi durmakta idi. Bu arada tutma yöntemlerinin yelpazesinde”şekerden kamçıya dek” varan çeşitliliğin dışında bu yöntemlerden oluşan kombinasyonlar da uygulanmakta idi. Bütün bu uygulamaların yer aldığı yelpaze ise “sağlam” bir ideoloji ve bu ideolojinin akaryakıtı olduğu tarih motorunun üzerinde kurulu idi. Bu ideoloji süzgecinden geçirilen “resmi tarih” en az daha önce sözü edilen yöntemler kadar devlet arabasını bir arada ve toplu halde tutabilecek yapıştırıcı işlevini görmekte idi. Devletin görünümü hemen ilk başta bir arabaya benzememekte olduysa da Sovyet döneminin ilerideki yıllarında söz konusu araba görünüşüne üzerinde çeşitli milliyetlerin yaşadığı bölgelerin ekonomik olarak birbirine bağımlı hale getirilmesi ile birlikte ulaşılmıştır. Burada ilginç bir nokta var : bölgeler arası karşılıklı veya tek taraflı bağımlılık geliştirilirken farklı milliyetler arasında ise , ama nedense öz dili yerine olacağı veya öyle kabul ettirileceği Rusça’nın ve ‘önde gelen’ Rus kültürünün haricinde tüm farklılıkların ortadan kaldırılacağı “homo sovieticus” gibi tek tip kişiliğin hakim olduğu Sovyet milletinin yaratılması güdülmekte idi sistem tarafından.

Bununla birlikte tam olarak gerçekleri yansıtabilmek için burada gayri-Rus milliyetlerine yönelik politikalar bakımından Çarlık ile Sovyet dönemlerini karşılaştırmak gerekir. Bu duruma bir de örneğin SSCB Yüksek Sovyeti’nin 1 Aralık 1988 tarihinde(yani ülkede artık perestroyka rüzgarlarının estiği dönemde) Moskova’da düzenlenmiş Olağanüstü XII. Toplantısı esnasında yapılmış değişiklikler ile ilaveleri içeren 1977 tarihli SSCB Anayasasının preambulü ışığı altında baktığımızda sistem tarafından yaratışmış toplumun şu gibi “resmi” tanımına rastlamak mümkündür: “SSCB’nde gelişmiş bir sosyalist toplum kurulmuştur... Bu toplum, bütün sınıf ve sosyal tabakaların yakınlaşmasının, tüm uluslar ile halkların de jure ve de facto eşitlikleri ve bunların kardeşçe işbirliklerinin bazında insanların kutmuş olduğu yeni bir tarihsel ortaklık olan Sovyet milletini oluşturan olgun sosyalist toplumsal ilişkilerin toplumudur.” Topluma yeni sistem tarafından kazandırılmış niteliklerden ve sistemin milliyetler arası ilişkiler alanında ulaşmış olduğu hedeflerden bahsedilirken aynı Anayasanın preambulünde şu sözlere yer verilmiştir: “...Sovyet iktidarı...bir daha tekrarlanmayacak şekilde...sınıflar arası antagonizmler ile milliyetler arası düşmanlıklara son vermiştir. Sovyet Cumhuriyetlerinin SSC Birliği’nde bütünleşmeleri ülkede yaşayan halkların Sosyalizmin kurulmasındaki kuvvet ve imkanlarını artırmış” ve sistemin yaptığı ilerlemenin sayesinde “SSCB’ndeki ulusların ve halkların dostluğu pekişmiş”tir. Oysa bu “pekişme”nin neyin neticesinde ve ne gibi yöntemlerin devreye sokularak elde edildiği şimdilerde herkesçe gayet iyi bilinmektedir. Fakat mevzuata baktığınızda bu tür genellemeyi bırakın, ancak ve ancak sistemi gerçekten kutlamak ve methetmek kalıyor. Nitekim 1977 Sovyet Anayasasına daldığımız zaman pembe denizde buluyoruz kendimizi çünkü olumsuzluk bulmak imkan dahilinde değildir. Bununla birlikte aslında eksiklikler ile noksanlıkların bulunması doğaldır, çünkü her sistem kendisi tarafından yaratılan anayasanın sayfalarında pozitif imaj izlenimini dizayn ederek çizmeye özen göstermektedir. Yalnız Sovyet anayasası bir başkadır, çünkü anayasanın temel işlevi olan devletin başlıca kuvvetlerinin dahilinde bulunan kurumların işleyişini temel hatları ile çizmenin ve açıklamanın yerine Sovyet anayasaları ideoloji süzgecinden geçirilen ve olabildiğince muğlak ifadelerle donatılan ve sistem ile bu sistemin kazandıklarını, ulaştığı hedeflerini ve ulaşması gereken amaçları sıralayan, öven ve bildiren, yani deklare eden bir stilde dizayn edilmiştir.

İşte bu dizayn yüzünden Sovyetlerde sistem tarafından kitle halinde yurdundan sürülmüş milliyetlerin (örneğin Kırım Tatarları, Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler, İnguşlar vs.) kaderini, ülkenin içinde de jure olmazsa da de facto olarak sosyo-ekonomik ve politik hayatın her alanında göze çarpan Rus etniğinin üstün konumda bulunmasını, az sayılı yerli halkların kaybolma sınırında yaşamalarını sanki bunlar hiç yokmuş-olmamış gibi bir kenara bırakıp SSCB vatandaşlarının “aslına, sosyal ve malvarlığı durumuna, ırk ve milliyet aidiyetine, cinsiyetine, eğitimine, diline, dine karşı tutumuna, mesleğinin tür ve niteliğine, ikamet yerine ve saire hususlara bakılmaksızın kanun önünde” hak eşitliğine sahip oldukları belirtilerek bu eşitlikler devlet tarafından “ekonomik, politik, sosyal ve kültürel hayatın bütün alanlarında sağlanmakta” olduğu ifade edilmekte idi.

Sovyet rejiminin uygulamış olduğu milliyetler politikalarından sadece gayri-Rus halklar etkilenmemiş Rus halkına da bu politikalar dokunmuştur.

Bununla beraber, Sovyetlerde mevcut rejim her ne kadar Rus halkına da en az Rus olmayan halklar ve ya bu halklara mensup insanlar kadar zorluklar çektirdiyse de ikincilerin sayıca azınlıkta bulunmalarının ve ülke yönetiminde söz sahibi olmamalarının nedeniyle daha büyük ve daha çok yıkıcı boyutlarda olumsuz etkilenmelerini savunmak pek yanlış olmasa gerekir.

Nitekim, bunun için Rus olmayan milliyetlerin ülkenin içinde sayıca en büyük etnik çoğunluğu oluşturan Ruslara nazaran sistemin veya devletin “üvey çocukları” olmaları ve bundan dolayı da daha dezavantajlı durumda yaşamalarını sürdürmeye zorlanmalarını ve bu dezavantajlı durumdan dolayı da yine sistem tarafından dolaylı yada dolaysız eylem veya söylemler ile ‘gerilikleri’ veya ülkenin içinde hegemonyaya sahip nüfusa kıyasla tali pozisyonda bulunmalarını unutmayıp devamlı hatırlamaları bakımından her fırsatta ‘Büyük Rusya’nın ve ‘Büyük Rus halkının’ diğer ‘daha az medeni olan’ gayri Rus halkların medenileşip gelişmesinde oynamış olduğu önemli rolünün altının zikredilmesini dile getirmek yeterli gibi gelmektedir. İleri sürülen bu iddianın sırf duygusallık zemininde barınmadığını göstermek için örnek olarak Sovyetler döneminde en durgunluk zaman olarak bilinmesinin yanı sıra yine aynı dönemin göreceli olarak “en gelişmişlik”() zamanı diye bilinen ve ülke iktidarının başında Brejnev’in bulunduğu dönemin kapsadığı 1967 yılının Haziran ayında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkezi Komitesinin Sovyetlerin kurulmasının 50. yıldönümü münasebetiyle yayımladığı Raporunda da yine Rus halkının muazzamlığından bol miktarda pasajlar verilmiştir . Bunun dışında yine aynı dönemde, Sovyetlerin 1944’e kadar devlet marşı olan ve bir anlamda komünist tipi Kosmopolitizm’i temsil eden “Enternasyonal” metni, ilk kez 1 Ocak 1944 tarihinde radyoca duyurulan yeni bir marş ile değiştirilmiştir. İşte bu yeni devlet marşında yine “Büyük ve güçlü Sovyetler Birliği”ne üye olan cumhuriyetlerde yaşayan milletlerin “açık gönül”den gelen “irade” ile kurdukları Birliğin içinde “Büyük Rusya” tarafından ebedileştirilmişçesine beton ile tutturulmuş olduklarından bahsedilmekte idi. Üstelik bu marşın metni SSCB Yüksek Sovyeti Prezidiyumunca onaylanmıştır .

Kültürel hayatta SSCB’nde yaşayan halklara kendi öz dillerinde kültürü yaşama ve yaşatma olanağı tanınmaktaydı rejim tarafından. Sovyetler döneminde Birliğin içinde yaşayan bir çok milliyet Sovyetlerin sayesinde Avrupa ve Dünya kültürü ile tanışma fırsatını buldular. Ve bu bir gerçektir, çünkü Sovyetlerden önceki dönemde de kültür ve sanat dünyasında yüksek noktalara ulaşarak dünyaya bir çok tanınmış yazar, kompozitör (müzik yazan), ressam, bilim adamı vermiş bulunan ve Tiyatroları, Baleleri ile dünya çapında şöhrete sahip olan Rus halkından farklı olarak diğer bir çok milliyet bu alandaki yükselişleri daha sonraki, yani Sovyetler zamanında yakalayabilmiştir. Bu kıyaslamaya iktisat, sosyal hayat, eğitim, bilim ve sağlık gibi konular da dahil edilebilir. Bununla birlikte bilindiği gibi her gelişmenin maliyeti vardır veya başka deyim ile madalyanın öbür tarafına bakacak olursak eğer diğer milliyetlerin aslında Sovyetlerin sayesinde o kadar da ileri gidemediğini görebiliriz. Üstelik Batı standartlarına göre ne ekonomileri geliştirilerek (örneğin burada kıyas için bir taraftan Rusya ile Rusya, yani içinde yaşayan tüm gayri Rus halkların yaşadığı ülkeler, diğer yandan ise Büyük Britanya ile Hong-Kong veya Büyük Britanya ile Kanada yada Rusya’dan bağımsızlığını kazanarak koruyabilmiş olan Finlandiya vs. verilebilir) yaşam şartları radikal bir şekilde yükseltilebildi ne de milli kültürleri, inançları geliştirilebildi, ne de kendi ulusal kültürlerini dünyaya tanıtma olanağına kavuştular Sovyetler dönemi boyunca. Bunun karşılığında ise yıkılmış geleneklerle yaşam tarzları, yok edilmiş özgün kültürleri, silinmiş milli kimlikleri, kaybedilen toprakları, o topraklardan sömürülen yer altı kaynakları, kirletilmiş çevreleri, bozulmuş ekolojileri, asimile edilip kaybolan halkları, unutulan öz dilleri, yapılmış zulüm ve baskıları vb. kayıpları vermiştir Rus olmayan milliyetler. Ancak o pembe gözlükleri çıkardığınızda milliyetlerin yaşadığı ve yaşatmakta olduğu milli kültürleri aslında gerçekten milli olmaktan çok uzaklarda oldukları ve milliliği diliyle sınırlı olup içeriği ise tamamen “sotsrealizm”i, yani sosyalist gerçeklilik ile doldurulmuş bulundukları gün ışığına çıkmaktadır maalesef.

Ülkenin içinde yaşayan gayri-Rus milliyetlere yönelik linguistik politikalara gelince şunlar denilebilir. Rejim, ‘niyetli yada art niyetli mi’ tartışmasına girilmeden dil alanında uyguladığı politikaların temelinde Rus dilinin hakimiyetinin önemi ve etkisi büyüktür, çünkü Rusça diğer halklar için vazgeçilmez hale sokulmaya istenmekte idi. Örneğin devletin resmi dili Rusça idi, eğitim dili, özellikle yüksek tahsil dili Rusça idi, merkezi yayın ve yayımın dili yine Rusça idi, bilimin dili Rusça idi. SSCB’nin içinde yaşayan milliyetlerin (ki buna konuştukları lehçelerinin hem şekli hem de içeriği bakımından mümkün olduğu kadar farklılaştırılmış ve bu lehçelerin bazında ayrı-ayrı diller oluşturulmuş olan Türk asıllı halklar dahil) arasındaki iletişim dili veya Michael Rywkin’in deyimi ile ‘Lingua Franca’ olarak yine Rusça kullanılmasının propagandası yapılmakta idi. Dolayısıyla Sovyetler döneminde Rus dilinin hegemonyası devlet tarafından desteklenmiş olduğunu ileri sürmek pek olası gibi gözükmektedir. Aslında doğal olan bu destek başat konumda bulunan etnik bir grup olan Ruslar açısından son derece tutarlı ve olması gereken bir siyasettir ki hiç kimse bunu eleştirebilme olanağına sahip değildir. Ancak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin sözde olsa dahi anlaşmalar yoluyla kurulduğunu ve dolayısıyla Rusların dışındaki halkların da kendi ana dillerini koruma ve geliştirmeleri için devlet azami düzeyde ve en önemlisi de etkin bir biçimde elverişli zemin hazırlamak ve bu yönde gerekli önlemleri almakla görevli olduğunun unutulmamasında da yarar vardır.

Milliyetler konusunda devlet tarafından izlenen politikaya ilişkin bir de rejimin ağzından dinleyelim:

“Çeşitli ırk ve milliyetlere mensup olan SSCB vatandaşları eşit haklara sahiptir.

Bu hakların gerçekleştirilmesi, SSCB’nin tüm ulus ve halkların her yönlü gelişme ve yakınlaşma politikası, vatandaşların Sovyet vatanperverliği ile Sovyet Enternasyonalizmi ruhuna uygun eğitilmesi, kendi öz dili ile SSCB’nin diğer halkların dillerini kullanma olanağı ile sağlanmaktadır.

Hakların ister dolaylı isterse dolaysız sınırlandırılması, vatandaşlara ırk ve milliyet belirtilerine göre dolaylı veya dolaysız ayırımın kurulması, ırk ve milliyet temeline dayalı üstünlüğün ve düşmanlık ile [diğer halkları] kendinden aşağı görmenin her türlü propagandası gibi kanunen cezalandırılır.”

1977 tarihli Sovyetler Birliği Anayasasının bu 36. maddesinde yer alan metinden anlaşıldığı gibi farklı ırk ve milliyetten olan vatandaşların sahip oldukları haklar eşittir. Bu ”eşit haklar”ın hayata geçirilmesi ve onlardan istifade edilmesine rejim sınırlamalar koymuştur. Yani bu hakların gerçekleştirilmesi, dolayısıyla da vatandaşın yararlanabilmesi, söz konusu vatandaşın Sovyet vatanperverliği ile Sosyalist Enternasyonalizm kriterlerine uyup uymadığına endeksliydi gibi görünmektedir. Bu at gözlüklerini takmaya istemeyenler ise ya cezaevlerine yada yurtdışına rejim muhalifleri, batı kapitalist ve emperyalist güçlerin ajanı ile Sovyet karşıtı propagandacıları damgası vurularak sürülmekte veya kaçmak ya da ‘bodruma’ inip gizlenmek durumunda kalmakta idiler.

Bunun dışında “gelişme ve yakınlaşma” politikaları altında devlet içinde yaşayan milliyetlerin farklılıklarının özü olan milli kimliklerini zamanla ortadan kaldırılması veya kısa dönemde ikincil plana itilmesi yoluyla teorik olarak hiçbir etnik kimliğe dayanmaması gerekir iken nedense uygulamada Rus dilli olması gerekliliği öne çıkan bir Sovyet milletinin yaratılmasının peşinde idi. Bu amaç doğrultusunda “devlet sınıfsal farklılığın, şehir ile köy arasındaki farkın ortadan kaldırılması, SSCB’nde yaşayan tüm ulus ve halkların her yönlü gelişmesi ve yakınlaşması gibi toplumsal homojenliğin pekiştirilmesine yardımcı olmakta”idi. Oysa anılan bu “toplumsal homojenliğin” ve insanlık tarihinde yeni bir toplumsal oluşum olan Sovyet milleti adlı projenin tam olarak hayata geçirilmesi yolunda sistemin tüm çabalarına rağmen diğer milliyetlerin hafızasında bastırılmış olsa da muhafaza edilmiş milliyetçilik duygularının yanı sıra en büyük engeli Rus etnosu ve Rus milliyetçiliği oluşturmakta idi. Ve hatta bu konuda SSCB’nde yaşayan ve sayıca en büyük etnik grubu temsil eden Rus nüfusunun ve bu nüfusun aydın kesiminin gerçekten ciddi korkuları mevcut idi, çünkü Ruslar “objektif tarihsel şartların” gelişimi sonucunda sahip olduklarında olmak korkmaktaydılar. Üstelik sarı ırkı temsil eden Asyalıların (bunu gayri-Ruslar olarak okuyun) ekstensif bir şekilde nüfus artışı performansını göstermeleri Rusların çoğunluğu oluşturduğu ve başatlığı elde tuttuğu rejimin “sarılaşma”dan endişe duymasına sebebiyet teşkil etmekte idi.

Bu toplumu “sağlam” tutmanın yolu eğitimden geçtiğinin bilincine erişmiş bulunan Sovyet rejimi sanki ırkların ve milliyetlerin arasındaki eşitliğin en ateşli savunucusu kendisi değilmiş gibi okullarda öğrencilere okutulan SSCB tarihi kitaplarında gayri-Rus milliyetlerin tarihine hiç değinmeyerek veya kısa ve yüzeysel pasajlar şeklinde( ki bunlar da çoğunlukla söz konusu halkların Rus işgaline karşı değil de memleketleri olan topraklarına turizm amacıyla uğrayıp sakin sedasız tatil kampını kurmuş bulunan Ruslara hiçbir neden olmadan saldıran, yıkan ve öldüren gayri-Rus milletlerine ilişkin olumsuzluk içermekte idi) geçiştirerek bolca ve genişçe ve olabildiğince derinine Rus tarihini okutmakta, yönetiminde çoğunlukta Rusların bulunduğu devlet tarafından resmileştirilen Rus halkının geleneksel ve tarih görüşünü diğer halkların olmuşa (geçmişe), olana (şuana) ve olacağa (yani geleceğe) dair olan en doğal haklarını hiçe sayarak öğrencilere aşılamakta idi.

İşte bu “ortak” tarihin “sayesinde” gayri-Rus halklar Ruslar tarafından keşfedilmiş ve lokantaya davet edilirmiş gibi Rusya’nın içine kendi istek ve iradeleri ile girmiş oldukları hususu tarihsel gerçekler mertebesine taşınıp tesis edilerek sabitleştirilmiş oldu.

İşte bu istikamette yıllarca ileri sürülen ve SSCB’nde yaşayan vatandaşa aşındırılması düşünülen görüş noktası - az sayılı ( yani sayısı nüfus itibariyle az olan ) yerli ve Rus olmayan halkların Sovyetlerin sayesinde kapitalizm denen sosyo-ekonomik düzenini hiç yaşamayıp feodal veya “primitif komünal” düzenden doğrudan komünist düzene girmek için bir hazırlık niteliğinde olan ve ön-aşaması olarak kabul edilen Sosyalizme devasa adımlar ile atlamalarının aslında “eşi görülmemiş” bir ilerleme olmasıdır, çünkü güya böylece 1917 tarihinde meydana gelmiş veya getirtilmiş olan Sosyalist devrimden önce bu “geri kalmış” gayri-Rus halkları dünyada Kapitalizm düzeninde yaşamını sürdüren ülkelerin çok daha öne geçmelerini sağlamıştır.

Ancak gerçek durumlar bize tam tersini söylememiz için yol gösterir gibidir. Nitekim SSCB’nin içinde yaşayan yerli halkların bir kısmını meydana getiren, varlıklarını, eski Sovyetler ülkesinin yarısına yakın toprağın üzerinde sürdüren ve diğer halklara kıyaslandığında çok daha ağır ve zor olan yaşam şartlarının iyileşmesi kısa dönem içinde pek olası gibi görünmeyen ve üstelik de giderek sayıları azalan ülkenin Kuzey bölgelerin yerlisi olan halklar gerçekten ne gibi “devasa adımları” atıp da yaşam standartlarını yükselterek refah ve yeterlilik içinde yaşamaktadırlar? Diye bir soru sorulabilir mesela.

Ancak günümüzdeki Rusya’daki etnik bölgelerde özellikle yerli ve devlete adını veren halkların dilleri devlet ve resmi diller olarak tanınmış ve bu durum ilgili anayasalarda da tescil edilmiştir. Bu bakımdan Rusya’daki dilsel siyasetin olumlu yanının altını çizilmesinde yarar vardır. Bununla birlikte genel olarak Rusya’daki etnik azınlık halkların durumunun daha çok geliştirilmeye gereksinim duyduğu son derece açıktır ve belki de kaba hesapla daha on yaşını yeni dolduran ve bu zamanlar yoğun değişimler geçiren ve Batı ile yakın işbirliği halinde ve ulusal çıkarlarını devlet olaraktan öte devleti meydana getirenlerin yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi olarak algılayan bir yönde ilerlemede bulunan Rusya’nın eninde sonunda sosyal yüzlü kapitalizm yolunda ciddi ilerlemeler kaydedeceği de tartışılmazdır.