Dış Politika Ekseninde Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavutluk - Kader Özlem - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Dış Politika Ekseninde Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavutluk - Kader Özlem
Tarih: 14.01.2009 > Kaç kez okundu? 7800

Paylaş


GİRİŞ

Balkan Yarımadası’nın küçük bir bölümünü teşkil eden Arnavutluk, II. Dünya Savaşı’nın ardından sosyalist ideolojiyi benimseyerek, Soğuk Savaş dönemini Doğu bloğunun şemsiyesi altında geçirmiştir. Yugoslavya komünistlerinin desteği altında bu rejimin tesis edilmesiyle Arnavutluk, gerek iç siyasada gerekse dış ilişkilerde alışılagelmişin dışında bir sürece girmiştir. Hatta Arnavutluk’taki sosyalist rejim, bölgedeki özdeş rejimlerden daha uzunca bir süre ülke topraklarında etkinliğini sürdürmüştür. Bu durum, Sovyet hâkimiyetinin sürdüğü diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Arnavutluk’ta da demokrasiye giden süreç için büyük bir engel oluşturmuştur. Aynı zamanda Enver Hoca gibi baskıcı bir diktatörün uzun bir süre iktidarda kalması, demokrasi bilincini zaafiyete uğratmıştır.

Arnavutluk ekonomik anlamda parlak bir tabloya sahip olmadığından, Soğuk Savaş’ın belli dönemlerinde gerek Rusya’yla gerekse Çin’le yakın işbirliği süreci içerisine girmiştir. Ancak, bu devlerle ikili ilişkilerin şahıslar boyutunda kalması ve Arnavutluk’un bir süre sonra uydu devlet durumuna düşmesi içine kapanmasına neden olmuştur. Arnavutluk, Enver Hoca’nın ölümüne değin bu sessizliğini korumuştur. Ne var ki, Yeni Dünya Düzeni’ne girilirken Arnavutluk kendini hazırlıksız ve gerekli altyapıdan yoksun bir şekilde bulmuştur. Nihayetinde, 1990’lı yıllarda milliyetçi duygular, Balkanlar’da kaotik bir ortama neden olurken; Arnavutluk bu durumdan çok boyutlu bir şekilde etkilenmiştir.

Balkanlar’ın etnik bir mozaiği andıran yapısı, Arnavutluk’ta yerini homojeniteye terk etmektedir. Ancak, Balkanlar’daki yaklaşık 6 milyon Arnavut’un yalnızca 3,3 milyonunun anavatanda yaşıyor olması, geriye kalan kitlenin başta Kosova ve Makedonya gibi komşu ülkelerde bulunması, Balkanlar’daki “Arnavut sorununun” temelini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Karadağ’da da küçük bir Arnavut azınlığın varlığı söz konusudur. Arnavutların kendi aralarında “Geg” ve “Tosk” olarak ayrılmaları, etnik bağlamdaki bir farklılıktan ziyade, konuşma dilindeki çeşitliliğin böyle bir ayrıma neden olduğu bilinmektedir. Dış Arnavutların Geglere, ülke içindeki kitlenin ise büyük ölçüde Tosklara mensup olması önemli bir nüanstır. Ayrıca, bu iki grup arasında farklı zaman dilimlerinde yaşanan iktidar çekişmeleri de söz konusudur. Her ne şekilde olursa olsun, Arnavutluk dış politikasında önemli parametrelerden birini dış Arnavutlar konusu oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı ise, Balkanlar’da Arnavut ve Arnavutluk olgularını dış politik perspektifinden incelemek ve gelecekte Balkanlar’ın en önemli gündem maddelerinden birini oluşturacak olan Arnavut meselesine değinmektir.

1). ARNAVUTLUK’UN TARİHSEL BOYUTU

Arnavutların menşei hakkında tarihçiler arasında derin bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bir kısım tarihçiler, Arnavutların kökenini İlliryalılar’a dayandırırken; diğer bir kısmı çeşitli kavimleri onların ataları olarak göstermektedirler. Ancak, Arnavutların İlliryalıların torunları oldukları tezi, günümüzde ağırlık kazanmıştır. İlliryalılar, İlkçağ’da Adriyatik Denizi’nin kuzey kesimindeki dağlık bölgede büyük bir imparatorluk kurduklarından bu bölgenin adını almışlardır. Genel anlamda değerlendirildiğinde, Arnavutluk coğrafi konumu nedeniyle diğer ülkelere nazaran barbar istilalarla daha az karşılaşmıştır.

1389 Kosova Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti’nin Sırpları ve onların tarafında savaşa giren Arnavutları bozguna uğratması, Arnavutların devlete vergi vermelerine ve asker göndermelerine neden olacaktır. Osmanlı Devleti’nin bölgede otoritesini kurmasının akabinde iskân siyasetinin bir parçası olarak Saruhanlı Türkmenlerin buraya yerleştirilmesi ve Osmanlı tımar sisteminin uygulanmaya başlanması, çoğu Hıristiyan olan Arnavut prenslerinin zamanla İslamiyet’i kabul etmeleriyle sonuçlanmıştır. Buna rağmen, Arnavutlar zaman zaman devlet yönetimine karşı isyan hareketlerine girişmişlerdir.

Fransız İhtilali’nin beraberinde getirdiği toplumsal milliyetçi reaksiyon, 1821 Yunan ayaklanmasıyla başlarken; peş peşe devam eden ayrılıkçı hareketler Balkan Yarımadası’ndaki istikrarı önemli ölçüde bozmuştu. Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan’ın bağımsızlıklarına kavuşmaları, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki dengelerde söz sahibi olmaktan çıkarmıştı. Balkan coğrafyasında milliyetçi hareketler birer birer bağımsız devletler şeklinde örgütlenmiş birimlere dönüşürken, bu durum Arnavut milliyetçileri açısından özendirici bir işlev görmüştür. Ne var ki, Arnavutların nüfusunun önemli bir bölümünün Müslüman olması ve İstanbul yönetiminin doğrudan etki alanı içinde bulunması, Balkan uluslarının bağımsızlık mücadelelerinde onları kışkırtan Rusya’nın ve Düveli Muazzama’nın desteğinden yoksun bırakmıştır. Bununla beraber, 1908’de II. Meşrutiyetin ilan edilmesi sonucu Arnavutlar bağımsızlık hareketine girişmişlerdir. Bu dönemde Arnavutça yayınların başlaması ve Arnavutça öğrenim yapan okulların açılması, hem Arnavut ulusçuluğuna hem de bağımsızlık sürecine ivme kazandıran gelişmeler olmuştur. Arnavutlar, bu faaliyetlerinden dolayı İttihat ve Terakki yönetimini karşılarında buldularsa da Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü güç durumdan faydalanmayı bilmişler ve 1912 yılının sonlarında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

Arnavutlar bağımsızlıklarını kazandıktan sonra 1920’ye kadar sırayla İtalya, Yunanistan ve Yugoslavya tarafından işgal edilirken, II. Dünya Savaşı esnasında da 1939’da Mussolini İtalya’sı, 1943’te ise Nazi Almanya’sı tarafından işgale uğramıştır. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte dünyanın Batı ile Doğu bloklarının nüfuz alanlarına indirgenmesi ve Balkan Yarımadası’ndaki ülkelerin önemli ölçüde sosyalist ideolojiyi benimsemeleri bölgenin göreli bir istikrara kavuşmasına neden olmuştur. Bu dönemde Balkanlar’da Yugoslavya faktörünün bulunması, Sovyetler Birliği’nin rejim ihracı politikalarına yön vermiştir. Bu bağlamda, Arnavutluk Komünist Partisi Yugoslavya sosyalistlerinin desteğiyle kurulurken; Arnavutluk, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden farklı olarak Sovyetler Birliği’nin yardımı olmaksızın sosyalist rejimle tanışmıştır.

Soğuk Savaş döneminde Arnavutluk dış politikasına bakıldığında, Arnavutluk genel anlamda sosyalist bloğun başatları olan Rusya ve Çin ekseninde politikalar izlemiştir. Sosyalist rejimin kurulmasından 1948’e kadar Yugoslavya’nın etkisinde kalan Arnavutluk, daha sonra Arnavutluk Komünist Partisi lideri Enver Hoca ile Stalin arasındaki iyi ilişkilerin bir ürünü olarak Rusya’nın yörüngesine girmiştir. Ancak, 1961 yılında Sovyetler Birliği ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ikili problemler sosyalist blokta ayrışmalara neden olurken, Arnavutluk Çin’in tarafını tutmuş ve bu tarihten itibaren kısmen de olsa Çin’in nüfuz alanına dönüşmüştür. Çin’den iktisadi anlamda önemli destek gören Arnavutluk, özellikle Mao’nun ölümünün ardından iki ülke arasındaki görüş ayrılıklarının derinleşmesi sonucu, 1978‘de bu ülkeyle ilişkilerini koparmış ve yalnızcılık politikaları izlemeye başlamıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, devletlerin dış politikaları şahıslar boyutuna değil, sistem ve değişen şartlar nazarında stratejik saptamalara dayandırılmalıdır.

1980’lerin ortasında Enver Hoca’nın ölümüyle parti sekreterliğine Ramiz Alia’nın getirilmesi, Arnavutluk’ta içsel ve dışsal birçok faktörün değişmesine neden olmuştur. Alia, her ne kadar göreve geldiği gün Arnavutluk’un genel siyasetinde sapmalar olmayacağını vurgulasa da değişen konjonktürün etkisiyle dış politik çizgisini pasif durumdan aktif hale getirmek zorunda kalmıştır. Yugoslavya ile ikili ilişkilerdeki pürüzlerin giderilmeye çalışılması, İtalya ve Türkiye’yle olan ilişkilerin güçlendirilmesi ve Yunanistan ‘la çeşitli konularda antlaşmaların yapılması söz konusu süreci özetlemektedir. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği’ndeki değişim rüzgârları ve beraberindeki “glasnost“ ve “perestroyka” politikalarının Arnavutluk’ta da izdüşümü söz konusudur. Balkan ülkelerinde ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde birer birer rejim çöküşlerinin yaşanması, Çavuşesku ve Jivkov gibi diktatörlerin devrilmesi Arnavutluk’u reformlara ve demokrasi sürecine itmiştir. Balkanlar’da cereyan eden bir krizin bu coğrafyadaki diğer ülkelere sıçraması domino taşlarının hareketlerine benzediğinden, Ramiz Alia için değişen şartlar demokratik bir süreci kaçınılmaz kılmıştır. 1991’deki seçimleri Sosyalist Parti kazansa da Arnavutluk Demokrasi Partisi ayrı bir siyasi kutup olarak ortaya çıkmıştır. 1992 ‘deki erken seçimlerde ise Arnavutluk Demokrasi Partisi Sali Berişa liderliğinde yüzde 65 gibi bir oranla iktidarı ele geçirmiş ve Arnavutluk’ta II. Dünya Savaşı sonrası komünist olmayan ilk hükümet kurulmuştur. Bu şekilde Arnavutluk farklı bir döneme girmiştir. Ancak, her ne kadar demokratik bir sürece girildiği vurgulansa da 1990’lı yıllar Arnavutluk açısından siyasi çekişmelerin koltuk sevdasıyla bütünleştiği bir portre halini almıştır. 1924’ten 1991’e kadar diktatörlük altında yaşayan Arnavutluk halkının demokrasi bilincine sahip olmayışı, 1990 sonrasındaki siyasi sahnede partiler arası diyalogun zayıflığı, politikacıların halktan farklı bir dünyada yaşamaları, uluslararası alanda kaçakçıların Arnavutluk’u önemli bir rota olarak görmeleri ve bütün bunların yanına ekonomik hayattaki sorunlar eklenince, Arnavutluk istikrarsızlıklardan ve kısır bir döngüden kendisini kurtaramamaktadır. Bu durum, Arnavutluk’ta iç savaşı tetikleyebilecek bir potansiyele sahiptir. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte demokratikleşme çabaları gösteren eski SSCB topraklarındaki ülkeler, söz konusu sürece girebilme konusunda hayli problemlerle karşılaşmışlardır. Bu sadece Arnavutluk’a özgü bir durum değil; Arnavutluk’la aynı blokta yer almış küçük ülkelerin tipik sorunudur.

2). BALKANLAR’DA ARNAVUT VARLIĞI VE ARNAVUTLUK DIŞ POLİTİKASINDAKİ YERİ

Balkanlar, yüzyıllardır farklı etnik grupların gerek savaşarak, gerekse de barış içerisinde birlikte yaşadığı, etnik bir mozaik görünümündeki, demografik yapısı ve büyük ideallerin fiiliyata dökülme alanı olarak uluslararası sistemde yerini almıştır. Avrupa Türkiye’si veya Türkiye Avrupa’sı olarak da nitelendirilen bu bölgede Osmanlı Devleti uzun bir dönem hoşgörü esasına dayanan yönetim sistemiyle hüküm sürmüş ve göreli bir istikrar sağlamıştır. Bu bağlamda Osmanlı’dan sonra bölgeye belli bir süre için istikrar getiren Tito Yugoslavya’sı olmuştur.

Balkanlar’daki çatışma süreci zaman zaman kesintiye uğrasa da genel anlamda bölgede barış dönemlerinde bile “huzursuzluk” içeren bir atmosfer hâkimdir. Bölgeye kalıcı bir barışın gelmemesinin temelinde Balkan uslularının tarihsel ihtirasları, kimlik çatışmaları, etnik-dini anlamda hoşgörüsüzlükleri ve ülke sınırlarının tartışmalı olması yatmaktadır. Bununla beraber, Balkanlar’daki en büyük sorun, her ulusun güçleriyle ters orantı arz eden ülkülerinin bulunmasıdır: Büyük Yunanistan, Büyük Sırbistan, Büyük Arnavutluk vs… Üstelik bu ideallerin gerçekleştirilmek istendiği platform birlikte yaşamaktan ziyade, “öteki”yi yok etme şeklindedir. Balkanlar’da barış ortamının egemen olması, buradaki halkların ütopik ideallerden vazgeçmesine bağlıdır.

Müslümanların Balkanlar’da genel anlamda baskı altında tutulmaları, ötekileştirilen ana kavram olması ve bu kavramın “Türk” kimliğiyle eş tutulması, aslında “Şark Meselesi”nin henüz tamamlanmadığını göstermektedir. Söz konusu Balkanlar’daki Türk ve Müslüman varlığının tartışılması olunca, Slav-Ortodoks ittifakının belirmesi bu savı doğrular niteliktedir. Bölgedeki Müslüman nüfus içinde Arnavutların önemli bir yüzdeye sahip olması ve aynı zamanda komşu ülkelerde de çok sayıda Arnavut’un bulunması, Balkan coğrafyasında Arnavut sorununun oluşumuna ön ayak olmuştur. Ancak belirtmek gerekir ki, Balkanlar’daki Arnavutların ağırlıklı olarak bulunduğu üç temel ayak vardır: Arnavutluk, Kosova ve Makedonya Arnavutları. Bu bağlamda, Arnavutluk komşularıyla ilişkilerinde temel unsur olan dış Arnavutların durumlarının incelenmesi ve bu ülkelerle Arnavutluk’un dış ilişkilerini değerlendirilmesi kaçınılmaz olmaktadır.

1. Kosova’daki Süreç ve Arnavutluk

Osmanlı Devleti’nin yönetiminde bütün Arnavut unsurların bir arada yaşaması sağlanmışken, daha sonraları Arnavut nüfus Arnavutluk’ta ve Yugoslavya’da olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Yugoslavya içerisinde Kosova Arnavutları herhangi bir hukuki statüye sahip olmamışlardır. Daha sonrasında, Tito Yugoslavya’sı içerisinde belli bir dönem Sırbistan’ın eyaleti olan Kosova, 1974 Yugoslav Anayasası’nda yapılan önemli değişikliler sonucunda özerk bir bölge haline gelmiştir. 1980’de Tito’nun ölümünden sonraki dönemde, Kosovalı Arnavutların ‘yedinci kurucu cumhuriyet’ statüsüne kavuşma yönünde talepleri olmuşsa da, söz konusu talepler Belgrad tarafından reddedilmiştir. Ayrıca, bu dönemde Kosova’da işsizlik oranının yükselişe geçmesi ve bölge halkının gösteriler düzenleyerek merkezi hükümetten kaynak aktarımının sağlanacağının düşünülmesine rağmen, olumlu bir sonuca ulaşılamamıştır. Bunun yanı sıra, Arnavutluk yönetimi, Kosova’da yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmış ve Kosovalı Arnavutların taleplerini desteklememiştir. Bu dönemde sınırdan kaçarak Arnavutluk’a sızmayı başaranlar, Yugoslavya’ya geri gönderilmiştir.

Sırbistan’da milliyetçi söylemlerle, Kosova problemini kullanarak iktidar olan Miloseviç, 1989 yılında Kosova’nın özerklik statüsüne son vererek Kosovalıların tüm haklarını ellerinden almıştır. Bu dönemde Sırbistan’da milliyetçi akımların yükselişe geçtiği görülmekte ve genel anlamda bu temel üzerinde Arnavutların baskı altında tutularak Sırp azınlığa imtiyazlar sağlamak hususu, Belgrad yönetiminin Kosova konusundaki bakış açısını yansıtmaktadır. Bu suretle, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan çok sayıda Arnavut işlerinden atılmıştır.

Sırbistan’ın Kosova’da politikalarını eleştiren Slovenya ve Hırvatistan, Tito’nun ölümüyle birlikte yeni yönetimin hangi esaslara dayanılarak kurulacağı konusunda yürütülen tartışmada ‘konfederal’ bir yapıyı savunurken, Yugoslavya içerisinde patlak veren krizin bir an önce sonlandırılmasından yanaydılar. Ancak, Miloseviç ve yönetiminin uzlaşmaz tutumları bu süreci baltalamıştır. Yugoslavya kurucu cumhuriyetleri arasındaki genel anlamda mevcut olan derin görüş ayrılıkları, federasyonu dağılmaya doğru götürdüğünün işaretiydi. Slovenya’da başlayan çatışma süreci, ardından Hırvatistan’a ve Bosna-Hersek’e sıçrayınca federasyon kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Sırp birliklerinin zamanla birçok noktada geri püskürtülmesi sonucu, uluslararası gücün de devreye girmesiyle 25 Aralık 1995’te imzalanan Dayton Barış Antlaşması , Yugoslavya’yı içine düştüğü kaotik durumdan kurtarmıştır.

1989 yılında özerk statülerine son verilmesinin ardından Kosovalılar, 1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağıldığını öne sürerek, ‘yedinci cumhuriyet olma’ taleplerini bağımsızlık eksenine kaydırmışlardır. Bu bağlamda, 26–30 Eylül 1991’de yapılan referandumda bağımsızlık kararı çıkmıştır. Sonrasında yaşanan süreçte Kosova’da ilan edilen cumhuriyet, Sırplarca yasadışı olarak tanımlanırken; Yugoslavya’da tansiyonun yeniden yükselmesini önlemek amacıyla Kosova probleminin Dayton görüşmelerinde gündeme gelmesi engellenmiştir. Diğer taraftan, federasyondan ayrılan dört cumhuriyetin ardından Yugoslavya içerisinde daha merkezi bir konuma oturan Sırbistan’ın, Kosova konusunda geri adım atmaya niyeti yoktu. Üstelik Sırbistan iç siyasetinde artan radikalleşme eğilimleri, Kosova’da daha baskıcı bir politika izlemeyi de beraberinde getirmiştir. Bu şartlar altında Sırbistan’ın şiddet içeren siyasalarıyla, Kosova’daki bağımsızlık talepleri arasında kuvvetli bir çatışma ortamı belirmiştir. Kosova’nın bağımsız bir devlet olarak uluslararası sistemde yerini almasını isteyen Arnavut lider Rugova barışçı bir yaklaşımı benimserken, Sırpların Arnavutlara yönelik etnik temizlik girişimleri sonucunda 1997 yılında “Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)” isimli bir direniş örgütü ortaya çıkmıştır. Kosova’daki tansiyonunun artmasıyla birlikte 24 Mart 1999’da devreye giren NATO kuvvetlerinin müdahalesi sonrasında Kosova’nın fiili yönetimi BM yönetimine geçmiştir. Kosova bilindiği üzere, Arnavut nüfusun 1.800.000 civarında olduğu ve toplam nüfus içerisindeki oranının %90’ların bulunduğu bir yerdir. Bununla birlikte Kosova’da Sırp nüfusun yanı sıra, 60.000’e yakın Türk de bulunmaktadır. Kosova, statü bakımından Sırbistan-Karadağ cumhuriyeti sınırları içerisinde yer almaktadır. Günümüzde gelinen noktada, Arnavutlar Kosova’nın bağımsızlığını kazanmasını arzu etmekte ve bu çerçevede Kosova’nın statüsünün müzakere edilmesiyle bağımsızlık süreci için geri sayımın başlayabileceğini düşünmektedirler. Ancak, Kosova’daki durum hala hassas bir zemin üzerinde bulunmaktadır.

Arnavutluk, Kosova’da yaşanan süreçten gerek coğrafya bağlamında, gerekse manevi açıdan fazlaca etkilenmiştir. Arnavutluk’un kriz hakkında takınacağı tutumun ne olabileceği kadar, sonrasında yaşanacak süreçten nasıl etkileneceği sorularına 1990’lı yıllar boyunca yanıt aranmıştır. Öncelikle, Kosova’nın özerklik statüsünün kaldırılmasının ardından Arnavutluk, Sırbistan’ın bu politikasını sert dille eleştirmiş ve ülke çapında Kosovalı Arnavutlar için gösteriler düzenlenmiştir. Kosova’daki gerilimin tırmanması sonucu, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Ramiz Aliya Yugoslavya’nın parçalanması halinde Kosova’nın Arnavutluk topraklarına katılmasının söz konusu olabileceğini resmen açıklamıştır. Dış Arnavutlar konusunda Soğuk Savaş döneminde yaşanan hadiselere seyirci kalan Arnavutluk’un Kosova konusundaki bu çıkışı, Enver Hoca’nın ölümüyle birlikte dış politikada yol ayrımına gittiğini ve sonraki süreçte dış Arnavutlar konusunda daha duyarlı politikalar izleyeceğinin mesajını vermiştir. Zira Arnavutluk kamuoyunda konuya ilişkin olarak artan talepler söz konusudur. Ne var ki, dış Arnavutlara yönelik somut adımlar, 1992 yılında seçim kampanyası sürecinde Kosova krizini kullanarak iktidar olan Demokratik Parti zamanında atılmıştır. Hem Arnavutluk’ta Sali Berişa’nın hem de Sırbistan’da Milosoviç’in Kosova’daki hassas tabloyu seçim sürecinde demagojik sembole dönüştürerek politik gücü elde etmeleri, Kosova’nın her iki ülke halkı nazarındaki önemini göstermektedir. Arnavutluk’un Soğuk Savaş dönemi boyunca dış Arnavutlar konusunda politika üretmemesi veya kayıtsız kalması, Enver Hoca’nın ve Komünist Parti yetkililerinin Arnavutluk ülke toprakları içerisinde baskın olan Tosklara mensup olmaları ve dış Arnavutların Yugoslavya Federasyonu’nda belli bir dönem istikrar içerisinde yaşamış olmalarından kaynaklanmaktadır.

Demokratik Parti’nin ve Sali Berişa’nın 11 Mart 1992’de yapılan seçimlerden zaferle çıkması, Amerika ve Batı dünyasında hoş karşılanmıştır. Dış politikada dengeli bir tutum sergileyen Berişa Yunanistan ve Sırbistan arasında sıkışıp kalmamak için bölge ülkeleriyle kapsamlı ilişkiler kurma çabası içerisine girmiştir. Bununla birlikte, 1995 yılı sonrasında ABD’nin Sali Berişa yönetimine karşı politika farklılığına gittiği görülmüştür. ABD’nin sosyalist rejimden sıyrılıp kapitalist sürece geçme aşamasındaki ülkelere yönelik teşvikleri düşünüldüğünde, Berişa hükümetinin bu doğrultuda siyasi hayatına yön vermesi, başlangıçta bu desteği kazanmıştır. Ayrıca, ABD Yugoslavya’da artan gerilimde Kosova hususunda, Arnavutluk hükümetinin konuya ilgili girişimlerde bulunulmasını istemiştir. Berişa’nın bu doğrultudan ziyade, Arnavutluk ile Kosova’nın bütünleşmesini sıkça vurgulaması, ABD’yi rahatsız etmiş ve Arnavutluk zamanla bu destekten mahrum kalmıştır. Bu dönemde Dayton Antlaşması’nın imzalanması, ABD’nin Kosova hususunda Arnavutluk’un girişimlerinin tehlikeli boyutlara ulaşmasından çekinmektedir. Zira Arnavutluk yönetiminin barış süreci sonrasındaki bu yaklaşımları, Kosova’da yeni bir isyan hareketini tetikleyebilirdi. Ne var ki, Arnavutluk’un ideolojik temele dayanan bütünleşme demeçleri, Miloseviç’in Kosova konusundaki hareket sahasını belli ölçüde kısıtladığı da önemlidir.

Diğer taraftan, Arnavutluk’un ekonomik açıdan zayıf bir durumda bulunması ve ülke içerisinde sosyal problemlerin mevcudiyeti, Yugoslavya’daki krizde Arnavut azınlıklarla ilgili platformlarda doğrudan müdahalede bulunmaktan kaçınmış ve sorunların taraflar arasında diyalog içerisinde çözülmesinden yana olmuştur. Arnavutluk’un Soğuk Savaş sonrası dönemde, Batı’yla işbirliği sürecine gitmesi ve NATO üyeliği girişimleri, Balkanlar’daki Arnavut azınlıklarla ilgili politikalarda barışçı bir metodu benimsemesine de önayak olmuştur.

Dayton Antlaşması’na Kosova meselesinin eklenmesi hususunda somut adımlar atan Arnavutluk’un bu konudaki haklılığı, 1998 yılında Miloseviç’in etnik temizlik hareketlerine başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Sonrasında yaşanan gelişmelerde NATO’ya Kosova’da Sırpların durdurulması için çağrıda bulunulmuş ve hava harekâtının yetersiz kalacağını, bu suretle karadan da müdahale edilerek durumun kontrol altına alınmasında taraf olmuştur. Bu noktada Tiran yönetimi, her türlü lojistik desteği sunmaktan kaçınmamıştır. Kosova’daki krizin her ne şekilde olursa olsun, Arnavutluk’taki istikrarı tehdit ettiği açıktır. Bu açıdan Arnavutluk yönetimi Kosova krizinin acilen çözülüp Sırplarla Arnavutlar arasında bir anlaşmaya varılması noktasında ısrarcı davranmıştır. Şüphesiz ki, Arnavutluk’un bu şekilde hareket etmesinin altında yatan önemli nedenler mevcuttur: Öncelikle, Miloseviç’in Kosova’daki politikalarının Arnavutluk halkında infial uyandırması ve halkın hükümete bu konuda baskı yapmasıdır. İkinci olarak, Kosova’dan Arnavutluk’a gelen mülteciler, hassa dengeler üzerine kurulu Arnavutluk ekonomisine darbe vurmaktaydı. Ayrıca, Arnavutluk’un hemen yanı başındaki bir krizin ülkeye yabancı sermayenin gelişine engel olmuş ve bu dönemde savaşa girme olasılığının belirmesi Tiran yönetiminin askeri harcamalarını artırmasında yol açmıştır. Durum böyle olunca, Kosova’daki krizin bir an önce sona erdirilmesi Arnavutluk açısından hayati önem taşımaktaydı.

Yukarıda değinilen nedenlerden ve yaşanılan süreçteki Arnavutluk politikaları değerlendirildiğinde, Arnavutluk’un söz konusu krizlerde tek başına belirleyici olmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum, Arnavutluk’un siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklardan bir türlü kurtulamamasından ve ‘ısrarla geliyorum’ diyen kriz sürecine karşı önlemler almamasından kaynaklanmaktadır. Kısacası, Tiran yönetimi Kosova krizinde halkının beklentilerini karşılamaktan uzak bir görüntü çizmiştir. Bununla birlikte, Arnavutluk ekonomisi Kosova’yla olması muhtemel bir bütünleşmeyi göğüsleyebilecek dirence sahip gözükmemektedir. Yugoslavya’da Miloseviç iktidarının devrilmesiyle, sonrasında yaşanan gelişmeler, tansiyonun düşmesine zemin hazırlamıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin 10 Haziran 1999 tarihli ve 1244 sayılı kararına göre, Kosova şekli itibariyle Sırbistan-Karadağ’ın bir parçası görünümdedir. Ancak, pratik boyutta görülmektedir ki, Kosova gün geçtikçe bağımsız devletlere özgü kurum ve yetkilere kavuşmaktadır. Bu duruma dayanarak Kosovalı liderler, fiilen bağımsız olduklarını ve uluslararası arenada resmi olarak tanınmayı beklediklerini vurgulamaktadırlar. BM’nin Kosova’daki yönetimi resmen devralmasından günümüze yaklaşık altı yıl geçmesine karşılık, statüsü halen belirlenmiş durumda değildir. Uluslararası hukuksal perspektif, her ulusun kendi geleceğini tayin hakkı olduğunu vurgulasa da siyaseten bazen bu mümkün olmayabiliyor. Genel anlamda, uluslararası hukuk ilkelerinin askıya alındığı bir dünyada teorik durumla pratik durumun taban tabana tezatlıklar içerebildiği ortaya çıkmaktadır. Bağımsız bir Kosova’yı uluslararası sistemin nasıl kaldıracağı da ayrı bir soru işaretidir. Kosova’nın bağımsız olma girişimlerine başta Rusya olmak üzere, bazı uluslararası çevreler muhalefet etmektedir. Rusya’nın bu konudaki temel sıkıntısı, durumu Çeçenistan boyutuna endekslemesinden kaynaklanmaktadır. Öte yandan bağımsız bir Kosova’nın Türkiye açısından önemli avantajlar sağlayacağı da açıktır. Kosova ile olan tarihsel ve toplumsal bağların kuvvetli oluşu, ‘bağımsız’ bir Kosova’yı Türkiye’nin etki sahası içine sokabilir. Bu durum, Türkiye’nin Balkanlar’daki nüfuzunu artırmasına yardımcı olacağı gibi, Kosova’daki Türk azınlığın haklarının iyileştirilmesi noktasında da önemli adımlar atmasına önayak olabilecektir.

2. Makedonya Arnavutları ve Arnavutluk

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Balkanlar’ı anlamak, Makedonya’yı anlamaktan geçmektedir. Makedonya’nın Balkan Yarımadası’nın iç kısmına sıkışmış durumuyla, merkezi bir konuma sahip olduğu görülmektedir. Makedonya demografik yapısı itibariyle, bölgenin ufak bir kopyası gibidir. Farklı milletlerin bir çatı altında buluşup, azınlık haklarının uygulanması hususunda demokrasi parametrelerinin teorik boyuttan pratiğe döküldüğü anlaşılmaktadır. Bu açıdan, Batı demokrasisine Balkanlar’da en yakın olan ülke Makedonya’dır. Demokrasi geleneğinin oluştuğu bir Makedonya’da radikalleşme eğimlerinin önüne geçilmesinin kolay olacağı aşikârdır. Aynı zamanda bunun diğer Balkan ülkelerine örnek model teşkil etmesi mümkündür. Makedonya’da günümüz itibariyle, herhangi bir karışıklığın oluşmamasında Yugoslavya’nın dağılma sürecindeki ateş çemberinin dışında kalarak bağımsızlığını ilan etmesi etkili olmuştur.

17 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan eden Makedonya’nın nüfus yapısına bakıldığında, etnik Makedon unsurlar yaklaşık 2 milyonluk nüfusun yüzde 64’ünü oluşturmaktadır. Geriye kalan azınlıklar başta Arnavutlar olmak üzere, Türkler, Sırplar, Ulahlar ve diğer küçük gruplardan oluşmaktadır. Özellikle azınlıklar içerisindeki Arnavutların, nüfus içerisindeki payının yüzde 25 gibi bir oranda olması, Makedon yetkililerde endişeye neden olmaktadır. Makedon nüfusun artış oranı yıllardır eksi değerlerde seyrederken, Arnavutlar gayet yüksek bir nüfus artış hızına sahiptir. Ayrıca, Makedonya anayasası bu grupları azınlık olarak tanımlayarak, başta kültürel haklar olmak üzere kapsamlı bir serbestlik sağlamıştır.

Makedonya’daki Arnavutlarla ilgili olarak temel sorun, Arnavut unsurların ‘azınlık’ statüsünden rahatsız olmalarından ve ülkenin kurucu unsu olduklarını iddia etmelerinden kaynaklanmaktadır. Zira 1974 Yugoslavya Anayasası’nda yapılan değişikliklerle Makedonya’nın, üzerinde yaşayan Makedonlar, Arnavutlar ve diğer topluluklara ait olduğu teyit edilmişti. Ancak, 1991’deki bağımsızlık ilanından sonra söz konusu durum değiştirilmiş; diğer topluluklar deyimi çıkarılmak suretiyle, üstü kapalı olarak Makedonya’nın Makedonlara ait olduğu vurgulanmak istenmiş ve diğer gruplara azınlık statüsü verilmiştir. Başka bir açıdan da denilebilir ki, Makedonya sınırları içerisinde kökeni geçmişe dayanan bir Arnavut azınlık problemi yerine, 1991 sonrasındaki süreçteki gelişmelerde ortaya çıkan konjonktürden duyulan genel bir hoşnutsuzluk söz konusudur. Ancak, bu hoşnutsuzluk Türk, Sırp veya diğer azınlıklarda mevcut değildir. Arnavut nüfusun, ülke içinde önemli bir değere tekabül etmesinin ve 1974 anayasasına dayanılarak eleştirilerde bulunulmasının önemli payı olduğu açıktır.

Balkanlar’daki Arnavut varlığının en önemli parametrelerinin Arnavutluk, Kosova ve Makedonya Arnavutlarından oluştuğunu daha önce belirtmiştik. Makedonya Arnavutlarının şimdiye kadar yaşanılan süreçte, dış Arnavut bağlamında etkileyenden çok, etkilenen konumunda bulunmuştur. Bilhassa, Kosova’daki kaotik ortama endeksli olarak, Makedonya Arnavutlarında göreli bir hareketlilik yaşanmıştır. Bu dönemde, Arnavut azınlığın birçok noktada ortak paydayı buldukları gözlemlenmektedir. Başka bir deyişle, Makedonya’daki Arnavutlar, radikaller ve ılımlılar şeklinde ikiye ayırmak mümkünken, söz konusu süreç itibariyle herhangi bir ayrım gözetilmeksizin ılımlılar ve radikal gruplar aynı pota içinde buluşabilmişlerdir. Öte yandan, ülke içindeki Arnavut azınlığın daha çok Arnavutluk ve Kosova sınırlarına yakın bulunması, Makedonya açısından potansiyel bir risk oluşturmaktadır.

2000’li yıllara girilirken, Makedonya Arnavutlarının Kosova’daki sıcak gelişmelerin gölgesinde kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, Makedonya’daki dengelerin kendine özgü hassas dokusu, tansiyonun hemen yükselmesine neden olabilmektedir. Örneğin, 2001 yılı başlarında Makedonyalı Arnavut militanlar ile Makedon güvenlik güçleri arasında çıkan ve birkaç süren çatışma, Makedonya’yı gelecekte karşılaşması muhtemel süreç ve ülke içindeki atmosfer hakkında önemli ipuçları vermiştir. Ne var ki, Bosna ve Kosova krizlerinden ders almış olan uluslararası toplum, Makedonya’daki duruma müdahale etmekte tereddüt yaşamamıştır. Bu suretle, her iki tarafa da uygulanan yoğun baskılar neticesinde 13 Ağustos 2001 tarihinde Makedonya Parlamentosu’nda temsil edilen dört en büyük parti liderleri arasında Ohri Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya genel bir perspektiften bakıldığında, Batılı devletlerin dayatmalarıyla ortaya çıktığı görülmektedir. Antlaşma içerik bakımından, Arnavut azınlığın anayasal haklarının artırılması, anadillerini okullarda ve parlamentoda kullanabilmeleri öngörmekle birlikte, daha sonraları yerel yönetimlerin güçlendirilmesi vasıtasıyla bazı bölgelerde eğitim, sağlık ve finansal planlamaların Arnavut kontrolüne geçmesini; hatta buralarda Arnavutçanın ikinci resmi dil ilan edilmesini, nihayetinde de bayrak ve etnik simgelerin kullanabilmelerini sağlamıştır. Arnavutların elde ettiği bu haklar Makedon halkta tepki topluyorsa da ülkede yayılması kuvvetle bir terör dalgası akıllara geldikçe, bu tutum yerini korku ve endişeye neden olmaktadır. Bunlara karşılık, antlaşmanın her iki tarafı da tatmin etmediği kısa vadede ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 15 Eylül 2002’de düzenlenen genel seçimlerde Arnavut siyasi partileri arasında en çok oyu alan eski Ulusal Kurtuluş Ordusu (UÇK) lideri Ali Ahmedi’ye verilen destek, Arnavut azınlığın bundan sonraki süreç açısından haklarını daha radikal yollara başvurarak savunabileceğinin göstergesi olduğu şeklinde algılanabilir. Günümüzde gelinen noktada ise, Makedonya’da gerilim biraz düşmüşe benziyorsa da, söz konusu durum halen hassasiyetini korumaktadır. Radikal Arnavutların ayrılıkçı hareketleri, ilk bakışta Kosova’nın yakın zamanda bağımsızlığını kazanması ile aynı kefeye koyulabiliyor. ‘Büyük Arnavutluk’ ideallerinin olmazsa olmaz kilometre taşı olan Makedonya Arnavutlarının, kısa vadede Makedonya’da yaratacağı etkiyi hassas Balkan dengelerinin ve uluslararası sistemin nasıl değerlendireceği ayrı bir soru işaretidir.

Arnavutluk ile Makedonya arasındaki ilişkiler, Tiran yönetiminin Makedonya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri olması sebebiyle iyi başlamıştır. Ancak, bu tanıma Sosyalist Parti’nin muhalefeti nedeniyle eleştirilmiş ve Makedonya’daki Arnavut azınlığıyla ilgili olarak herhangi bir şart ileri sürmeden, Üsküp yönetiminin bağımsızlık ilanını tanımanın büyük bir hata olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte, Arnavutluk’un bu şekilde hareket etmesinde en önemli parametreyi Yunanistan ve Sırbistan arasındaki var olan işbirliğini kendisine tehdit olarak algılaması ve kendisini çevreleme stratejisine yönelik olarak bir hamle olarak değerlendirmesidir. Böyle bir ortamda, Balkanlar’da Makedonya ile iyi ilişkiler geliştirmenin pragmatik boyutunu düşünen Tiran yönetimi, Makedonya ile işbirliğine gitmiş ve Yunanistan ile Sırbistan’ı Makedonya’yla dengelemeye çalışmıştır. Öte yandan, Atina’nın Makedonya’ya uyguladığı ambargoya katılmamış; Üsküp yönetimine başta limanlar ve ulaşım imkânları olmak üzere, birçok alanda destek vermeye çalışmıştır.

Makedonya ile Arnavutluk arasındaki ilişkiler ağı, Arnavut azınlığın durumuna göre değişme göstermektedir. Arnavutluk genel anlamda Makedonyalı yetkililerin Arnavut azınlıkla ilgili politikalarına destek vermenin yanında, ayrılıkçı hareketlere karşı mesafeli durmaya gayret göstermektedir. Bununla birlikte, Arnavut azınlığa karşı şiddet kullanılması durumunda buna tepki vermekten de geri kalmamaktadır. Makedonya ile Arnavutluk arasındaki ilişkilere toplu bir açıdan bakıldığında, ikili ilişkilerin normal bir seviyede sürdürüldüğü görülebilir. Ancak, bundan sonra meydana gelmesi muhtemel Arnavut azınlıkla ilgili problemlerde Arnavutluk’un takip edeceği politikalar belirleyici olacaktır. Makedonya’daki Arnavut azınlığın ‘Büyük Arnavutluk’ hayalleri ve ayrılıkçı hareketleri, Arnavutluk’u Makedonya ile ilişkilerinde zorlu bir sürece sokabilir. Zira Arnavut-Makedon ilişkilerinde yaşanacak kriz, Balkanlar’daki işbirliği ve istikrara gölge düşürecektir. Arnavutluk gerek dışsal gerekse iç kamuoyunun zorlamasıyla, Makedonyalı Arnavutlarla ilgili sorunlara kayıtsız kalamayacaktır. Sorunların karşılıklı diyalog çerçevesinde aşılmaya çalışılması gerekmektedir.

3. Karadağ Arnavutları

Balkanlar’daki Arnavut unsurlar açısından çok küçük bir bölümünü oluşturan diğer bir grup Karadağ’da yaşamaktadır. 2003 yılı itibariyle, 672.656 olan Karadağ toplam nüfusu içerisinde %4,3 oranında etnik Arnavut bulunmaktadır. Arnavutlar, Karadağ’daki statülerinin belirlenmesini ve çok uluslu bir yapıya sahip ülkenin devlet yönetiminde aktif rol üstlenmek istemektedirler. Bu bağlamda, Karadağ Arnavutlarının siyasi anlamda kurdukları birkaç parti bulunmaktadır. Ülkedeki ilk Arnavut partisi olan Demokratik Karadağ Birliği’nin İbrahim Rugova’nın Kosova’daki Demokratik Ligi’ni örnek aldığını söyleyebilmek mümkündür. Ayrıca, Karadağ’ın özellikle Djukanoviç’in iktidara gelmesinden sonra birçok alanda bağımsız politikalar geliştirmesinin Arnavutlar açısından pek bir şey ifade etmemesinin altı çizilmelidir. Arnavutlar için Karadağ’ın bağımsız olmasından ziyade Karadağlı Arnavutların haklarının verilmesi ve Arnavutların Karadağ siyaseti ve ekonomisinin dışında kalmak istemedikleri birçok yetkili tarafından dile getirilmiştir. Ancak, Arnavutların Karadağ’ın bağımsızlığı söz konusu olunca, ‘Büyük Arnavutluk’ idealine gönderme yapmaktan da kendilerini alamadıkları bir gerçektir. Bununla birlikte, Karadağ Arnavutlarının 22 Nisan 2001 tarihinde yapılan Parlamento seçimlerinde bağımsızlık yanlısı Djukanoviç’i desteklemeleri, Karadağ’ın olması kuvvetle muhtemel bağımsızlık statüsünün, aynı yolda ilerleyen Kosova meselesine de etkide bulunabileceğiyle bağdaştırabilmek mümkündür. Karadağ Arnavutları açısından bir başka problem ise, işsizliğin giderek artmasıdır. Bu bağlamda, Karadağ’da Arnavut azınlığın siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan pek çok problemle karşı karşıya olduğu sonucuna ulaşılabilir. Karadağ Arnavutları, Arnavutluk, Kosova ve Makedonya Arnavutlarına nazaran demografik olarak küçük bir kitle olduklarından bölgede Arnavutlarla ilgili yaşanan problemlerden etkilenmesine rağmen, etkileyebilecek bir konumda bulunmuyor. Bu durum aynı zamanda Karadağlı Arnavutlar açısından Balkan coğrafyasında Arnavut meselesine ilişkin ayrı bir kutup oluşturmasına engel olmaktadır.

Arnavutluk’un Karadağ ile ilişkilerinde, Arnavut azınlık faktörünün etkisi kendisini göstermezken; Tiran ve Podgorica yönetimleri arasındaki ilişkiler özellikle Miloseviç etkenine karşı işbirliği ve ortak politika oluşturma şeklinde geliştirilmiştir. Arnavutluk-Karadağ ikili ilişkilerinde 1990’lı yılların ortalarından itibaren ekonomik ve siyasi anlamda önemli adımlar Belgrat yönetimi dikkate alınmaksızın atılmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte, Belgrat merkezli bir yönetimin gölgesinde kalan Karadağ, Djukanoviç iktidarıyla bağımsızlık sürecinde ilerlerken siyaset, ekonomi, dış politika ve sosyal konularda kendi siyasalarıyla rotasını çizmektedir. Sırbistan ve Karadağ arasındaki ilişkilere yön verecek olan bağımsızlık referandumu aslında bir anlamda Karadağ Arnavutlarının da geleceğini belirleyecektir. Batı’yla yakın ilişkiler geliştirme konusunda kararlı olan Karadağ yönetiminin, Arnavutların azınlık hakları açısından farklı yükümlülükler altında kalması kuvvetle muhtemeldir. Toplumsal yapıyla uyumlu bir Arnavut azınlık, Karadağ’ın Arnavutluk’la olan ilişkilerinde olumlu bir sürece girilmesine vesile olabilir.

SONUÇ

Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte Arnavutluk’ta meydana gelen yapısal dönüşümler iç ve dış politik arenada önemli değişikliklere yol açmıştır. Arnavutluk kamuoyunda dış Arnavutlara ilişkin olarak artan taleplerin karar vericiler üzerindeki baskıları ve 1990’lı yıllarda Balkanlar’da yaşanan krizler, Arnavutluk’u ülke dışındaki soydaşlarının problemlerine daha dikkatli eğilmesine neden olmuştur. Ne var ki, iç siyasadaki hassas yapı ve ekonomi-politik bağlamda istikrarsızlıklara açık bir ülke olması, bölgesel krizlerde aktif rol üstlenmesini baltalamaktadır. Ayrıca, Arnavutluk’un siyasal ve ekonomik açıdan, Balkanlar’daki Arnavut nüfusun ‘Büyük Arnavutluk’ ideallerini karşılamaktan uzak bir görüntü çizmekte olsa da dış Arnavutlar meselesi, Arnavutluk dış politikasındaki yerini uzun vadede koruyacaktır.

Kosova’nın statüsüyle ilgili sorunun kısa bir süre içerisinde aşılacak olması veya bu doğrultuda çalışılması, bölgenin geleceği konusunu ciddi bir tartışma platformuna taşımaktadır. Bağımsız bir Kosova’nın uluslararası aktörler ve bölge devletleri açısından nasıl karşılanacağı konusu gündemi meşgul etse de Kosova kurumlaşmasını bağımsız devletlere özgü bir şekilde sürdürmektedir. Arnavutlar bağımsızlıktan yana bir profil çiziyorlarsa da, Kosova’daki iç dengeler hassasiyetini korumaktadır.

Makedonya Arnavutlarının Balkanlar’daki Arnavut meselesine binaen son zamanlarda ön plana çıkması, bölgesel ve küresel aktörlerin dikkatlerinden kaçmamıştır. Makedonya’daki sorunun temelinde azınlık statüsüyle ilgili bir problem varsa da sorun aşıldığında bile kesin bir sonucun alınması zor görünmektedir. Makedonya Arnavutlarında zamanla artan radikalleşme eğilimleri, ülkede yakın zamanda bir krizin yaşanmasını tetikleyebilecek potansiyeldedir. Üstelik ülkedeki Arnavut nüfusun Kosova ve Arnavutluk sınırına yakın olmaları ve bu etkenlerden etkilenmeleri Makedon yetkililerde ayrılıkçı hareketlerin yaşanabileceği izlenimini doğurmaktadır. Sorunun demokratik sınırlar çerçevesinde çözülmesi ve Makedonya Arnavutlarında ılımlı bir havanın egemen olması, bölgenin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Karadağ Arnavutları ise, gelişmelerde belirleyenden ziyade etkilenen unsur olması münasebetiyle kısa ve orta vadede Karadağ’da meydana gelecek statü ve yapısal değişiklikler denkleminde yer alacağını göstermektedir.