LOZAN ANTLAŞMASI’NIN BULGARİSTAN TÜRKLERİ İÇİN GEÇERLİLİĞİ Hukuksal Bir Değerlendirme - Kader ÖZLEM - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









LOZAN ANTLAŞMASI’NIN BULGARİSTAN TÜRKLERİ İÇİN GEÇERLİLİĞİ Hukuksal Bir Değerlendirme - Kader ÖZLEM
Tarih: 16.03.2011 > Kaç kez okundu? 4896

Paylaş


Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılıp, bağımsız bir devlet olmasının ardından, ülke toprakları üzerinde yaşayan Türk-Müslümanlar için de bir takım yükümlülükler altına girmişti. Uluslararası hukuksal açıdan Bulgaristan’daki Türklerin azınlık hakları çeşitli ikili ve çok taraflı siyasi bağıtlarla garanti altına alınmıştır. Söz konusu antlaşmaların bazılarında Osmanlı Devleti ve halefi durumundaki Türkiye doğrudan ‘garantör’ taraf olurken; bazılarında ise (Neuilly Antlaşması gibi) bu çerçeveden çıkılıp, çok daha uluslararası bir boyut kazanmıştır.



Tarihsel süreç içerisinde Bulgaristan’daki Türkleri güvence altına alan çeşitli antlaşmalar şu şekildedir:



1- Berlin Antlaşması - 1878

2- İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi – 1909

3- 1913 Antlaşması ve Müftülüklerle İlgili Sözleşme

4- Neuilly Antlaşması - 1919

5- 1925 Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi

6- 10 Şubat 1947 tarihli Bulgar Barış Antlaşması

7- Göç Antlaşması - 1968

8- BM Mevzuatı Kapsamında İnsan Haklarıyla İlgili Çeşitli Evrensel Sözleşmeler

9- İnsan Haklarıyla İlgili Çeşitli Avrupa Anlaşmaları

10- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bulgaristan Emekli Aylıklarının Türkiye'de Ödenmesine İlişkin Anlaşma – 1998



Görüldüğü üzere, Bulgaristan’daki Türk azınlığın hukuksal durumu ve azınlık hakları bahsedilen siyasi bağıtların güvencesi altında olmuştur. Antlaşmaların bazıları dönemsellik arzetse de; içerik anlamında azınlığa verilen hak ve imtiyazların genel olarak yeterli olduğu ileri sürülebilir. Ancak, tarihsel süreç içerisinde konuyla ilgili olarak ortaya çıkan sorun, Türk azınlığa verilen hakların nicelik açısından az veya çok olması değil; azınlığın bunlardan faydalanmasına ne ölçüde müsaade edildiği olmuştur. Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olarak 100 yılı aşkın prenslik, krallık, çeşitli parti iktidarları, komünizm ve demokratik yönetim dönemlerinde çok sayıda hak ihlalleri yaşanmıştır.



Belirtilen antlaşmalardan özellikle 1925 Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi’nin yeni kurulan Devletin komşu bir ülkeyle ilişkilerini tesis etmesi açısından çerçeve niteliği taşıdığını ve güncel anlamda yürürlükte olduğunu belirtmek gerekir.



1). Neuilly Antlaşmasında Azınlıklar Konusu



Bulgaristan’ın 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmasının ardından imzaladığı Neuilly Barış Antlaşması ile Sofya Yönetimi, Milletler Cemiyeti’nin kabul ettiği esaslara uymak ve antlaşmanın hükümlerini yerine getirmek ile yükümlü olmuştur. 27 Kasım 1919 tarihli Neuilly Antlaşması ile Bulgaristan’daki azınlıkların durumu da ele alınmıştır. Neuilly Antlaşması, İtilaf Devletleri ile Bulgaristan arasında yapıldığından, Osmanlı Devleti’nin veya Türkiye’nin taraf olmadığı bir uluslararası belge niteliğindedir.



Neuilly Antlaşması’nın IV. Bölümünde, Bulgaristan idaresinde bulunan azınlıkların hakları düzenlenmektedir. 50. ve 58. Maddeler arasında yer alan bu bölümde, azınlık hakları açısından ileri sayılabilecek nitelikteki hükümler dikkat çekmektedir. Ayrıca, Bulgaristan söz konusu antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün 49. Maddesinde ifade edildiği gibi, temel bir yasa olarak tanınacak; hiçbir yönetmelik ve karar bu hükümlere aykırılık teşkil etmeyecektir. Diğer bir ifadeyle, Bulgaristan için söz konusu antlaşma, normlar hiyerarşisinde anayasanın üzerinde yer bulmaktadır.

Neuilly Antlaşması’nın IV. Bölüm düzenlemelerine göre;

— Bulgaristan topraklarında yaşayan azınlıklara tam eşitlik sağlanacak,

— Bulgar devleti din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeyecek,

— Bulgaristan’daki azınlık grupları dini vecibelerini serbestçe yerine getirme hürriyetine sahip olurlarken; diğer Bulgar vatandaşları gibi medeni ve siyasal hakların kullanılması bağlamında ayrıma tabi tutulmayacak,

— Azınlıklar, devlet memurluğuna girebilecekler; istedikleri mesleği veya zanaatı seçebilecekler,

— Bulgaristan’a vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar özel ve ticari işlerinde, basın-yayın faaliyetlerinde herhangi bir dili kullanabileceklerdi. Bu durum, Türk azınlık açısından geçerliliğini korurken, Bulgaristan vatandaşları Bulgarca dışında, başka bir dili mahkemeler önünde yazılı ve sözlü olarak kullanabilecekler,

— Ayrıca, azınlıklar eğitim-öğretim kurumları, hayır kurumları, dinî ve sosyal kurumlar açabilecekler, bunları denetleyip yönetebilecekler ve aynı zamanda bu kurumlarda kendi dillerini özgürce kullanabilecek ve serbestçe ibadet edebileceklerdi. Azınlık unsurların yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Bulgar Hükümeti tarafından devlet ve belediye bütçelerinden bu azınlık okullarına, dini ve sosyal kurumlara adil bir pay ayrılacaktı.

Görüldüğü üzere, 27 Kasım 1919 tarihli Neuilly Antlaşması azınlık hakları açısından hayli zengin hükümler içermektedir. Bu bölümde azınlıkların hak ve menfaatlerinin gözetildiği ifade edilebilir. Ayrıca, Sofya yönetimi 57. madde ile antlaşmanın Milletler Cemiyeti (MC) tarafından güvence altına alınmasını kabullenmiştir.



Neuilly Antlaşması kapsamında “azınlıklar” olarak genel bir kavramsal çerçeve çizilirken; içeriğinde spesifik olarak “Türk”, “Müslüman” veya başka bir etnik veya dinî grubu tanımlayan kavramın kullanılmadığı görülmektedir. Her ne kadar bu kavramsallaştırmaya başvurulmasa da, demografik dengeler itibariyle ülke içerisinde Bulgarlardan sonra, en büyük ve en önemli topluluğu Türklerin meydana getirdiği açıktır. Dolayısıyla, söz konusu azınlık haklarının doğrudan Bulgaristan Türklerini ilgilendirdiği belirtilmelidir. Zira çok taraflı uluslararası bir belge niteliğinde ve Milletler Cemiyeti güvencesi altında olan Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin doğrudan Bulgaristan’daki Türk azınlık için geçerli olacağı, daha önce Sofya Yönetimince tesis edilmiş olan diğer antlaşmaların, azınlıklarla ilgili hükümlerdeki tanımlama ve ifadelerden anlaşılabilir. Bunun yanı sıra, 1925 yılında Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan “Dostluk Antlaşması” ile de Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin Bulgaristan’daki Türkler için uygulanması gerektiği öngörülmüştür.



2). 1925 Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması’nda Azınlıklar Konusu



Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, Ankara yönetimi pek çok devletle yaptığı antlaşmaların benzerini Bulgaristan’la da tesis etmiştir. Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması, iki devlet arasında ‘bozulmaz bir dostluk’ ve devletler hukuku ilkelerine uygun olacak biçimde diplomatik ilişkilerin kurulacağını; iki ülke arasında bir ticaret, bir oturma ve bir de hakemlik antlaşması yapılacağını öngörmektedir. Oturma Sözleşmesi Ankara Dostluk Antlaşması’nın imzalandığı gün tesis edilmiştir.



18 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve antlaşmanın ayrılmaz bir parçası olan ekli Protokol, Bulgaristan’daki Türk azınlığa yönelik bir takım düzenlemeler içermektedir. Antlaşmaya bağlı olan ekli Protokol’ün A paragrafı aynen şöyledir:



“İki Hükümet, azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşması’nda yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’da oturan Müslüman azınlıklarını ve Lozan Antlaşması’nın tümünden Türkiye’de oturan Bulgar azınlıklarını yararlandırmayı karşılıklı olarak yükümlenirler. Neuilly ve Lozan Antlaşmalarından herhangi birini imzalayan Devletlerin azınlıklar konusunda sahip oldukları tüm hakları Bulgaristan Türkiye’ye, Türkiye de Bulgaristan’a karşılıklı olarak tanır.”



Söz konusu maddeden de anlaşıldığı üzere, 1925 Ankara Dostluk Antlaşması’yla Bulgaristan, ülkesinde yaşayan Türklere yönelik bir takım yükümlülükler altına girmiştir. Bu kapsamda, Bulgaristan’daki Türk azınlık Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden faydalanırken; Türkiye’deki Bulgar azınlık da Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili maddelerinden istifade edecekti. Dolayısıyla, Neuilly, Lozan ve 1925 Ankara Dostluk Antlaşmaları arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır.



3. Neuilly Antlaşması’nı Ortadan Kaldıran BM Kararı



Neuilly Antlaşması ile ilgili olarak, önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Belirtildiği üzere, Neuilly Antlaşması 1. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Bulgaristan arasında tesis edilmiş olan bir barış antlaşmasıdır. Antlaşmanın ilk 26 maddesi Milletler Cemiyeti’nin (MC) kurucu antlaşmasını içermektedir. MC Sözleşmesi’nde azınlıklarla ilgili herhangi bir husus yer almamaktadır.



2. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin kendisini lağvetmesinin ardından kurulan Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu antlaşmasında da azınlık hakları konusuna yer verilmemiştir. Bununla birlikte, BM kurulduktan hemen sonra, 1. Dünya Savaşı sonrası yapılan ve azınlık haklarını ihtiva eden antlaşmalara Milletler Cemiyeti tarafından verilmiş olan garantörlük konumunu ve bununla ilgili antlaşmalara taraf olan devletlerin sorumluluklarını gündemine almıştır. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi, Milletler Cemiyeti garantisi altına alınmış azınlık hakları konusunda 7 Nisan 1950 tarihinde E/CN.4/367 kararıyla, 1919 yılı sonrasında oluşturulan azınlık hakları sözleşmeleri sistemini ve Milletler Cemiyeti garantörlüğü konusunda Birleşmiş Milletler’in statüsünü değerlendirmiş ve her ülkeyi tek tek incelemiştir. Bu kapsamda, Bulgaristan’la imzalanan Neuilly Antlaşması da ele alınmıştır.



Bulgaristan Türkleri, Neuilly Antlaşması içeriğinde yer alan azınlık hakları hükümlerinden önemli ölçüde faydalanmıştır. Ancak, söz konusu antlaşmanın azınlık haklarını kapsayan hükümleri BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde alınan 7 Nisan 1950 tarihli ve E/CN.4/367 sayılı kararı ile yürürlükten kalkmıştır. Dolayısıyla Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümleri geçerliliğini yitirmiştir. Söz konusu kararda, Bulgaristan’ın 2. Dünya Savaşı sonrası imzaladığı 10 Şubat 1947 tarihli Bulgar Barış Antlaşması’nın karar ve düzenlemelerinin, Neuilly Antlaşması’nda azınlıkları korumaya yönelik tesis edilen rejimin yerini aldığı belirtilmektedir. Ancak Bulgar Barış Antlaşması’nda yer alan hükümlerle, Neuilly Antlaşması’nın doğrudan azınlıklara yönelik maddeleri karşılaştırıldığında; Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarının hayli gerilediği görülmektedir.



4. 10 Şubat 1947 Tarihli Bulgar Barış Antlaşması’nda Azınlıklar



2. Dünya Savaşı’na katılan Bulgaristan, savaş sonunda 10 Şubat 1947 tarihinde Müttefik Devletler ile Barış Antlaşması imzalamıştır. Söz konusu antlaşmaya 2. Dünya Savaşı’na katılmayan Türkiye ise, taraf değildir. Antlaşma içeriğinde, Bulgaristan Türkleriyle veya ülke içerisindeki azınlıklarla ilgili doğrudan hükümler yer almazken; bunun yerine Bulgaristan Türklerini azınlık haklarıyla ilintilendirilebilecek hususlara yer verilmiştir.



Örneğin, antlaşmanın 2. maddesinde Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin yetkisi altındaki herkesin söz, basın ve yayın, ibadet, düşünce ve toplantı özgürlükleri dâhil, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmasına yönelik gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmiştir. Bunun yanı sıra, Sofya yönetimi barış antlaşmanın 3. maddesinde de ayrım gözetici nitelikteki yasalarını kaldırmak ve ileride de ayrımcı önlemlere başvurmamakla yükümlü olmuştur.



1947 Bulgar Barış Antlaşması güncel anlamda halen yürürlüktedir. Ancak, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’de alınan 7 Nisan 1950 tarihli E/CN.4/367 no.lu karar ile Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin yerini 10 Şubat 1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın ilgili hükümlerinin alacağına yönelik belirtilen ifade, Bulgaristan Türklerinin Neuilly Antlaşması’ndan doğan azınlık haklarında bir gerilemenin yaşanmış olduğunun ifadesidir. Zira 1947 Barış Antlaşması’nda azınlık ifadesine dahi yer verilmemiş ve bununla ilintilendirilebilecek hususlar iki maddede açıklanmıştır.



Bulgaristan, “ırk, cinsiyet, dil veya din farkı gözetmeksizin” ülkesinde bulunan vatandaşlarının tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmasını sağlamak ve ayrımcı nitelikte olabilecek mevzuatını kaldırmakla yükümlü olduğu halde, bu hükümleri açıkça ihlal etmiştir. Zira 1950 yılından sonra, Sofya Yönetimi ülkesindeki Türklere yönelik ayrımcı politikalar izlemeye başlamış; Türk azınlığa yönelik “ötekileştirme” ve göçe zorlama siyasetini takip etmiştir. Bulgar devletinin Soğuk Savaş dönemi esnasında Türkleri zorla “Bulgarlaştırma” eylemlerine giriştikleri göz önünde bulundurulursa; 1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın 2. ve 3. Maddelerinin Bulgaristan hükümetlerince tam aksi istikamette algılandığı anlaşılmaktadır. Ayrımcı mevzuatı ortadan kaldırmaya yönelik 3. maddenin, Bulgaristan’ın “tek Bulgar milleti yaratma” politikalarına temel oluşturmuş olabileceği veya en azından Sofya yönetimince kasıtlı olarak böyle idrak edilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Öte yandan, ayrıntılı bir biçimde inceleneceği üzere, Bulgaristan Türklerinin Soğuk Savaş döneminde yaşadığı zorlu ve baskı dolu günleri 1950 yılıyla birlikte başlamış ve 1989’da Jivkov rejiminin sona ermesine kadar sürmüştür. Ne var ki, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’de Neuilly Antlaşması ile ilgili olan kararın alınma yılı da 1950’ydi.



Bulgaristan Neuilly Antlaşması ortadan kalksa bile Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümleriyle bağlı olmadığını varsayarak, 1925 Ankara Dostluk Antlaşması’nın ilgili maddesini tek taraflı olarak kendi lehine yorumladığı anlaşılmaktadır.



5. Lozan Antlaşması’nın Azınlıklar Konusunda Geçerliliği



Çizilen genel çerçeve dâhilinde, Neuilly Antlaşması’nı ortadan kaldıran BM kararına karşın, Bulgaristan’ın azınlıklar konusundaki yükümlülükleri ortadan kalkmamaktadır. Neuilly Antlaşması’ndaki azınlıklar rejiminin yerini alacağı öngörülen 1947 Bulgar Barış Antlaşması ile 1919 Neuilly Barış Antlaşması’nın azınlık hükümleri arasında doğrudan doğruya bir çatışma durumu söz konusu değildir.



Öte yandan, Neuilly Antlaşması hukuken bütün varlığını yitirse de; Türkiye ile Bulgaristan arasında 1925 yılında tesis edilen Dostluk Antlaşması’nın ekli Protokolü’nde yer alan A bendinin 2. cümlesi, Bulgaristan’ın bünyesindeki azınlıklar için Lozan Antlaşması’nın geçerli olduğunu ifade etmektedir. Diğer bir deyişle, Bulgaristan azınlıklar konusunda Lozan Antlaşması’nı uygulamakla mükelleftir ve söz konusu Antlaşma hiyerarşik olarak Bulgaristan Anayasası’nın üzerinde yer almaktadır.



Uluslararası hukukta antlaşmaların yorumlanması ilke ve tekniklerine bağlı olarak, Lozan Antlaşması’nın Bulgaristan’daki azınlıklar açısından geçerliliğine bakıldığında, bu noktada da gerek temel yorum ve tamamlayıcı yorum kuralları gerek diğer bazı yorum teknikleri , söz konusu antlaşmanın Bulgaristan için bağlayıcı olacağını işaret etmektedir.



Antlaşmaların sona ermesi veya uygulamalarının durdurulması perspektifinden konuya yaklaşıldığında, böylesi bir durumun söz konusu olmadığı görülmektedir. Zira 1925 yılında Türkiye ve Bulgaristan arasında imzalanan Antlaşmanın; tarafların ortak iradesi veya tek taraflı iradesi ile sona ermemesi, antlaşma koşullarında köklü bir değişim (rebus sic stantibus) ile antlaşmanın uygulanmasını olanaksız hale getirebilecek bir takım durumların oluşmaması gibi parametrelerin ışığı altında halen yürürlükte olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bununla birlikte, Bulgaristan’ın Dış Bulgarlardan Sorumlu Devlet Bakanı Bojidar Dimitrov tarafından da 1925 yılında imzalanan ‘Ankara Antlaşması’nın’ halen yürürlükte olduğu resmî olarak ifade edilmiştir.



1925 Ankara Antlaşması’nda yer alan azınlıkların ifade edilmesinde, ‘Bulgaristan’da oturan Müslüman azınlıklar’ kavramının kullanıldığı görülmektedir. ‘Müslüman azınlık’ kavramının tercih edilmesindeki belirleyici olan faktör, Lozan Antlaşması kapsamında Türkiye’nin bünyesindeki azınlıkları ‘gayrimüslim’ kategorisinde tanımlamasıdır. Bu noktada, Bulgaristan ile mütekabiliyet tesis etmek istemiştir. Ayrıca, 1925’te imzalanan Dostluk Antlaşması’ndaki Ekli Protokolün A bendinde not olarak, “anadili Bulgarca olan Hıristiyan dininden Türk uyrukları Bulgar azınlığından sayılacaktır” ifadesi bulunmaktadır. Antlaşma’nın imzalandığı dönemde, özellikle Balkan yarımadasında ‘Türk’ ve ‘Müslüman’ kavramları eş anlamlı olarak kullanılmaktaydı. Söz konusu durum, Müslüman olan Bulgaristan’daki Türklerin Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden faydalanamayacağı gibi bir anlama neden olmadığı gibi, dinî azınlıkların da kendi etnik kimliğini ifade etme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Bu noktada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Batı Trakya Türkleriyle ilgili olarak aynı hususta Yunanistan aleyhine verdiği kararlar emsal olarak gösterilebilir. Öte yandan, Türkiye’de yaşayan Hıristiyan Bulgarlar ise, Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden yararlanabilmektedirler.



Sonuç



Uluslararası hukuksal perspektiften değerlendirildiğinde, ortaya çıkan genel tablo Lozan Antlaşması’nın Bulgaristan’daki azınlıklar açısından yürürlükte olması gerektiği yönündedir. Bu doğrultuda, Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili olan 37-45. maddelerinin Bulgaristan Türk ve Müslümanları açısından hangi noktalarda kazanımlar getirdiği ayrı ve daha geniş bir çalışma konusu olsa da; güncel anlamda azınlığın yaşadığı pek çok soruna çözüm olabilecek niteliktedir. Anadilde eğitim hakkı, azınlığın kendi eğitim ve öğretim kurumlarını kurmak, Devlet veya yerel yönetim bütçelerinden azınlık unsurların yoğun olarak yaşadığı yerlere ödeneklerin ayrılması, azınlığın din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylık ve izinlerin sağlanması gibi bir dizi sorun Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümlerinin uygulanmasıyla kendiliğinden çözülebilecektir. Bu doğrultuda özellikle güncel olarak Bulgaristan’da yaşanan Başmüftülük krizine de ayrı bir perspektif getirilmektedir.