BANGLADEŞ’DEN SELAM VAR - Yakup TUFAN - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









BANGLADEŞ’DEN SELAM VAR - Yakup TUFAN
Tarih: 30.11.2010 > Kaç kez okundu? 4338

Paylaş


Karaçi’den kalkan uçağımız (PIA) yaklaşık dört saatlik bir uçuştan sonra Dakka Hava Limanına indi. Mevsim, Avrupa ve Türkiye’de kış olmasına rağmen, Bangladeş’de yaz havasını andırıyordu. Pasaport kontrölünden önce, öğle namazını kılmak niyetiyle girdiğim mescitte, Bangladeşli Mustafa Bey ile tanıştık. Mustafa Bey, iri cüsseli, uzun sakallı ve Dakka Hava Limanında görevli bir kişiydi. İfadesine göre, kendisi Tebliğ Cemaatı’na mensupmuş ve aktif biriymiş.

Bangladeş’e Kurban kesmek ve mağdurlara yardım etmek için ATİB adına Almanya’dan geldiğimi ve Türk olduğumu söyleyince; çok sevindi ve çok ilgi gösterdi. Namazdan sonra da bana refakat eden Mustafa Bey, vize ve bagaj konularında büyük yardımı dokundu. Ve hatta; seni karşılmaya gelecekler gelmemişlerse, ben seni gideceğin yer olan Kişorganj’a kadar gönderir ve yanına refakatcı veririm, diyerek gönlümüzü de aldı.

Bangladeşli kardeşlerimizin Türkler’e duydukları dostluk ve muhabbet daha ilk adımda, hava limanına iner inmez, kendini göstermişti.



Dakka Hazrat Jalal (Celal) International Airport’tan dışarı çıktığımda, beni karşılamak için gelen Amin Bey ile karşılaştım. Daha önceki yıllarda geldiğimde tanıştığımız ve Muhammed Aziz Rahman Beyin eniştesi olan Amin Bey, uzun ve kınalı sakallı biri. Muhabbetle boynuma sarıldı ve İnglizce: „Bangladeş’e hoşgeldiniz“, dedi.

Öz kardeş yada kırk yıllık dost havası ve muhabbeti içerisinde birlikte araba parkına doğru ilerledik. Daha sonra da bizi bekleyen münibüse binerek Koşorganj’a hareket etmek üzere hava limanından ayrıldık.



Dakka ile Kişorganj arasındaki yolun oldukca bozuk, dar ve engebeli oluşu sebeyle çok kez kazanın eşiğinden döndük. Yollarda ne kaide kural ve ne de trafik işareti var. Tek uyarı sistemi ise, korna çalmak adeta. Yol boyunca karşılıklı korna seslerinde kulağımız iyice şişti. Rikşa’dan otobüse, bisikletten motorsiklete, herkesin tam bir karmaşa çerisinde seyir ettiği yollarda, her an kaza yapmamak için yalnız şoför değil tam bir cambaz olmak lazım. Bu karmaşa sebebiyle olack ki, yol boyu karşılaştığımız vasıtaların özellikle de otobüslerin adeta çarpılmadık, vurulmadık bir yanları kalmamıştı.



Yaklaşık üç buçuk saatlik çetin bir yolculuktan sonra Kişorganj’a vardığımızda ortalık kararmıştı. Misafir olacağımız M.A. Rahman Beyin evinin önüne geldiğimizde ise, mahşeri bir kalabalık ile karşılaştık. Kurban proğramı için toplanan büyük bir kalabalık etrafımızı sarmıştı ve arabadan iner inmez adeta bir sevgi seli ile karşılaştık.

Başta Samsul Bey (M.A.Raman’ın küçük kardeşi) olmak üzere onlarca insan buyun ve boğazımıza sarıldılar. Daha önceki yıllarda bizi tanıyan çocuklar ise „Amca Can“ diye tezahürat yaparak, sevgi gösterisinde bulundular.

Yüzlerce insan arasından ancak zor güç geçerek misafir olacağımız evin giriş kapısından içeri girebildik.



Cuma sabahı namazdan sonra kurban kesim proğramına başlandı. Kurban kesimi için görevli yüz elli kişiden fazla insan vardı. Kurbanlık hayvanlar ise, bir meydanda toplanmış ve ayrı ayrı direklere bağlanmıştı.

Meydana Türk ve ATİB bayrak ve flamaları asıp hazırlıkları tamamladıktan sonra kurban kesim işlemine başlandı. Önce, ATİB-MHW Kurban Kampanyasına katılan, listede isimleri yazılı olan ve bize vekalet veren hayırseverlerin isimleri tek tek okundu. Daha sonra da kasaplar ve görevliler eşliğinde, tek tek kurbanlar kesilmeye başlandı.

Kesilen kurbanların bir tarafta derileri yüzülüyor ve büyük parçalara ayrılıyor, diğer bir tarafta ise, yine onlarca kişi tarafından etler küçük parçalara ayrılıyor ve „pay” haline getiriliyordu.

Yediden yetmişe bir çok meraklının seyrettiği kurban kesim proğramı, 150 den fazla insanın hummalı bir çalışması sonunda, saat 15:00’e doğru, bitti. Naylon torbalara doldurarak dağıtıma hazır hale getirilen „kurban payları”, dört tekerlekli arabalara yüklenerek, görevliler nezaretinde pay dağıtım mahaline götürüldü.



Sabahın erken saatlerinde Kişorganj’ın mahalle ve çevre köylerinden gelen binlerce fakir fukara, saatlerce kurban eti, pay almayı bekliyorlardı. Ebeden toruna, gelinden kıza, bütün kadınlar bir yanda, dededen toruna, erkekler ise karşı tarafta sıraya girmişlerdi. Kelimenin tam anlamı ile ortalık inne atılsa yere düşmez, vaziyetteydi. O gün bir de yağmurda yağmıştı ve ortalıkta yer yer çamur vesu birikintileri vardı. Kilometrelerce uzaktan gelen, yalın ayak baş açık garipler, çamur ve su birikintileri üzerinde saatlerce bekliyorlardı.

Özellikle çocuklar ve yaşlılar ezilmemek için ise yan taraflarında bulunan ağaçlara sımsıkı tutunmuşlardı.

Başta çocuklar olmak üzere zavallı fakir ve fukaranın tek muradı; bir kurban payı alabilmekti. Belki de bir yıl boyu sofrasında göremediği bir kaç kilo ete kavuşmaktı muradı.



İkindi namazına müteakiben bir çok koldan başlattığımız kurban payı dağıtımında; elimizden geldiği kadar önce sakatları, çocukları ve yaşlıları gözetmeye çalışıyorduk. Kurban payları alanların sevinçten gözleri parlıyordu. Ellerinde pay dillerinde dua ve teşekkür (donnabat) ile ev veya köylerinin yolunu tutuyorlardı.

Çok sayıda insan uzak yerlerden, 5-8 km’lik gibi uzak yoldan gelmişlerdi.



Ortalık ana baba günüydü ve binlerce insan kurban payı için sıradaydı. Kuyruğun ucu bucağı gözükmüyordu. Bu manzara karşısında, biz hem üzülüyor hem de Allah’a şükür ediyorduk. Üzüntümüz, üzüldüğümüz şey: Dünyanın bir yerinde insanlar sefa sürüp, lüks ve bolluk içerisinde keyif atarlarken, diğer bir yerinde ise fakru zaruret, yoksulluk ve çaresizliğin kol gezmesi idi.

Hey gidi insanlık hey! Hey gidi İslam dünyası hey! Afganistan, Filistin, Çeçenistan, Irak, Somali, Sudan, Doğu Türkistan hey...!



Bayram öncesi Bangladeş’deki kardeş kuruluşumuz tarafından Kişorganj mahalle ve köyleri tek tek gezilerek, 20 bin civarında fakir ve fukaraya „kurban payı fişi„ dağıtılmıştı. Bundan dolayı sırada bekleyen herkesin elinde bir fiş vardı. Düşürmemek ve kaybetmemek için azami dikkat gösteriyorlardı. Zira onu kaybederse, kurban payı almak tehlikeye girecekti.



Pazar ve panayırı andıran bir ortamda, tam bir bayram havası içerisinde ve çok seri bir şekilde, biz pay dağıtımına devam ediyorduk. Kulağıma binlerce -dua ve teşekkür sesleri- geliyordu. Bir kaç kilo kurban etinin dua ve teşekkürleriydi bu sesler.



Yalın ayaklarıyla çamura batmış çocuklar, sürünerek veya yakınlarının yardımıyla kurban payı almaya gelen sakat ve engelliler. Onların yüzlerindeki tebessüm, insanı ayrı bir duygulandırıyor ve insana ayrı bir haz veriyordu.



Polis ve zabıtaların büyük gayret göstermesine rağmen dağıtım esnasında zaman zaman izdiham yaşadığımız kurban payı dağıtım proğramı, geç saatlere kadar devam etti.

Nihayet gece saat 23:00’e doğru kurban payı bekleyen kuyruklar bitmiş, geriye ise ancak bir kaç kişi kalmıştı. Onlara da sabah kurban payı verilecğini ilan ederek, o günkü çalışmaları noktaladık. Hepimiz çok yorgun ve bitkin bir vaziyette ve bir o kadar da mutlu bir şekilde misafir kaldığımız evden içeri girdik. Zira, masa üzerinde bir kaç saat önce hazırlanmış ve beklemekten çoktan soğumuş yemekler, bizi bekliyordu.





Bayramdan sonra bir heyet halinde Kişorganj’ın etrafındaki köyleri ziyarete gittik.

Su çukurları yada göletlerin etrafında oluşan köyler, hemen hemen hepsi aynı çaresizlik içindeydiler. Üzeri kuru kamış veya muz yapraklarıyla örtülü duvarları ise hasırlarla sarılmış karanlık ve kuytu tek odalı evler, hemen hemne her yerde karşımız çıkıyordu.

Köylerin ortalarındaki su çukurları ise bu köylerin her şeyleridi. Onların duş aldıkları, çamaşır ve bulaşık yıkadıkları, hatta hayvanları yıkadıkları yerler bu su çukurları yada bu göletlerdi.



Köylerde yaşayan bir kısım çocuklar ise, boş alanlarda, açık alanlarda (Open Air) eğitim, öğrenim görüyorlardı. Elektirik ve temiz içme suyunun bulunmadığı köylerde nerede ise yüz kişiden doksanı işsiz ve aşsızdı. Etrafta ise çocuklar kum gibi kaynıyorlardı. Ancak 144 000 km2 yüzölçümü olan Bangladeş’in nüfusu 160 milyon civarındaydı.

Gördüğümüz manzara ve bize karşı gösterilen misafirperverlikten etkilenmemek mümkün değildi. İnsanlar yoksul fakat candan insanlardı. Yoksulluk ve çaresizlik yetişkinlerin belini, çocukların ise boyunlarını bükmüştü.



Kişorganj -Çoşudal bölgesinde bulunan Amatişipur, Kunamati, Bania Kadi, Mottopara, Nodar Mottopara köylerini ziyaretlerimiz sonucu şu tesbitleri yaptık: Her yerde unutulmuşluk, yoksulluk ve çaresizlik vardı. Fakat bu insanlara yardım eli uzatmak pek o kadar da zor değildi.

Mesela: Yağmur, rüzgar ve güneşten korunacak tek odalı baraka bir evi 300-500 Euro’ya yapmak mümkündü. Bir evi besleyecek, gelir getirecek bir süt ineği, bir dikiş makinası veya bir Rikşa (Üç tekerlekli bisiklet-taksi) 250-300 Euro çivarında bir paraya temin edilebilirdi. Temiz su (kullanma su) kuyusu- su pumpası ise yalnız 100 Euro’ya mal oluyordu. Bunun yanında aylık 50 Euro ile bir aileyi himaye etmek veya 15-20 Euro ile bir talebeyi (yatılı) okutmak mümkündürdü.

Bu vesileyle Bangladeş’de bir dost ve kardeş aile edinmek de bir hayal değildi.

İşte sana kardeş aile! İşte sana İslam kardeşliği! İşte sana insanlık!



Bir bayram günü akşam namazına müteakip vardığımız Kişorganj’da bizi sevgiyle bağrına basan insanlar, veda günü de sabahın erken saatlerinde (özellikle de M. A. Rahman ailesi, 75 yaşındaki annesi, kardeş ve yeğenleri, küçücük çocuklar) bizi uğurlamak için yerlerinden kalkmış ve etrafımızda toplanmışlardı. Sanki kendi aile fertlerinden birilerini gurbete uğurluyorlardı. Hepsi masun ve üzgün gözüküyordu.

Kişorganj’da bulunduğumuz sürede „Amca Can“ diyerek bizden ayrılmayan ve her şeker verdiğimizde veya başlarını okşadığımızda gözlerinin içi gülen Moon ve Cihat, ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı.

Veda anı gelip arabalarımıza bindiğimizde ise, orda bulunanların her biri kendince bize el sallıyor, teşekkür ve dua ediyordu.

Bizden, Bangladeş’den Türkiye’ye, Avrupa’ya, Almanya’ya, kardeşlerimize selam götürün, selam söyleyin diyorlardı...



Bangladeş’de ve dünyanın dört bir yanında bulunan fakir ve fukaranın imdadına yetişen, kimsesizlerin kimsesi olan, garip ve gurabayı sevindiren, bayramlarda mazlumların yüzünü güldüren ATİB ve diğer gönüllü kuruluşlara ve hizmet erlerine teşekkür eder, hayır ve hizmetlerinin “İndi İlahi”de makbul olmasını Allah (cc)dan niyaz ederim.



Dakka, 22 Kasım 2010

Yakup Tufan