Türkistan’da Bir Kültür Hareketi Olarak “Ceditçilik” - Fuat Uçar - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Türkistan’da Bir Kültür Hareketi Olarak “Ceditçilik” - Fuat Uçar
Tarih: 26.12.2008 > Kaç kez okundu? 16262

Paylaş


Türkistan Coğrafyası’nı ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin kültürel hareketlerini ve kültürel yapısını incelerken, milli hareket niteliği kazanmış Ceditçilik ve Türkçülük gibi fikir hareketlerinin tarihsel gelişimini incelemeden Türk Dünyası’nın kültürel yapısını anlamak ve değerlendirmek zordur.

Müslüman şehri olan Kazan’ın 1552’de Ruslar tarafından işgal edilmesi ile 16. yüzyılın ortalarından itibaren Türkistan coğrafyasında Ruslaştırma politikaları uygulamaya başlanıyor. Böylece geçmişteki Rus ‘Emperyal’ siyasetinin amacı, Müslüman ahalinin dini yönden Hıristiyanlaştırılması ve kültürel yönden de Ruslaştırılarak asimilasyonu idi.

Özellikle 1800’lerin ortalarında başlatılan Pan-Slavizm uygulamaları, Ruslaştırma ve Ortodokslaştırmaya yönelik zorlamalar Çarlık Rusya’sı içinde kalan Türklerde, varlığını koruyabilmenin tek yolunun ‘Milli değerlere’ dönmek olduğu düşüncesini ortaya çıkarmıştır.[1] Ruslar bu politikalarını uygulamaya da Tatar’lar üzerinden başlıyorlar.

Tatar aristokrasisinin bu asimilasyon politikasına karşı tepkisi iki yönlü olmuştur. Bir yandan Hıristiyanlığı görünüşte benimseyip sessiz bir şekilde direnmeyi sürdürüyor, diğer yandan da çocuklarını İslam’ın geleneksel eğitim merkezi olan Buhara’da okumaya göndermeye çalışıyorlardı. Özellikle Çariçe II. Katerina yönetimi altında, İslami eğitim almak için diğer bir seçenek yeni kurulan Orenburg medreseleriydi.[2]

19. asır sonunda Türkistan’da başlayan Ceditçilik hareketi (muasırlaşma), yenileşme olarak uzun zamandan beri devam ettirilen kültür meselelerindeki münakaşaların yeni şekilde görünüşü idi. Ceditçilik, yeni usulde talim ve terbiye etrafında bulunan Avrupa medeniyetinden öğrenmek faaliyeti değil, belki Avrupa medeniyetini öğrenerek onu milli kültüre hizmet ettirmenin bir ifadesidir. 20. asır başında Türkistan’daki bu kültür mücadelesi aslında 16. asır sonunda başlayan talim-terbiyede ki tartışmaların çağın fikirleri ile devrin şartları şeklinde görünmesi idi.[3]

Bu şartlar altında Türkistan’da yenileşmeye ve eğitim öğretime ilişkin tartışmalar devam ederken 19. asırda yavaş yavaş Ruslaştırma politikaları artmaya başlıyor. Türkistan’da, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Kırımda, Azerbaycan’da, Hicaz’da, Kazan’da ve Hindistan’da bu yenilikçi fikirler aydınlar aracılığı ile bu geniş coğrafya da yayılmaya ve toplumu etkilemeye başlıyordu. Başlangıçta İslami reform şeklinde olan bu hareket zamanla kültür ve eğitimle ilgili bir harekete de dönüşüyor. Zamanla da 20. yüzyılın başında siyasi bir nitelik kazanıyor.

Ceditçilik bu şekilde Pan-Türkizm ve Pan-İslamizm gibi bir karakterde taşımaktaydı. Özellikle Ruslar’ın Pan-Slavizm politikalarına maruz kalan Türkistan Türkleri endi bağımsızlıklarını koruyabilmek ve varlıklarını devam ettirebilmek için ‘Türk Milliyetçiliği’ fikrine sarılmışlardır. Bu Türk-İslam davasını yeniden ihya etmek ve bunun millete çağın gereklerine göre uygun bir şekilde öğretilmesini de amaçlıyordu. Ama “İslamiyet’in ikinci merkezi” konumunda olan Fergana, Semerkand, Buhara, Kazan, Kırım gibi Türkistan topraklarında yetişmiş birçok Türk ve İslam aydının ölümünden sonra bu coğrafyadaki maddi ve manevi ışık zamanla sönmeye yüz tutmaya başlar.

Bu âlimlerin ölümünden sonra ilmi zihniyet terkedilmiş, mekteplerde hemen hemen sadece dini öğretim yapılmaya başlanmıştır. Bu öğretimde dar kalıplar içinde oluyor ve köhne bir medrese sistemi vardı.[4] Türkistan’da ki, bilhassa Buhara şehrindeki medreselerde, öğretme prensiplerini iki yüz yıldan fazla bir devir içinde âlimler arasında münakaşalar devam etmişti. Bilindiği gibi Buhara medreseleri 16. asır sonuna kadar bugünkü anlayıştaki üniversite tabiatını taşımıştı. Medreselerde bütün bilimler öğretilmişti.16.asır sonunda facia başladı. 19. asırda tüm medreselerde taassup hâkim olmuştu. Böyle bir fikir cereyanı Türkistan’ı kültür bakımından “Ruh düşkünlüğüne” sürüklemiş ama 20. asra kadar bir gurup müderris mektep ve medreselerde tüm ilimlerin öğretilmesini ister.[5]

Böyle bir ortamda Türk Dünyası’nın diğer bir köşesinde yeni bir ışık, yeni bir aydınlanma belirtileri başlar. Kırım’ın Bahçesaray kasabasında bir Türk aydını olarak Gaspıralı İsmail Bey tüm Türk Dünyası için çalışmaya başlar.Gaspıralı’nın izinde giden aydınlar ilk cedit okulunu M. Korabay tarafından 1900’de Buhara’da, 1900-1915 yılları arasında Türkistan Genel Valiliğinde seksene yakın ve Buhara Emirliğin de elli yedi yeni Usul-ü Cedit okulları açılmıştır. Yine 1918 sonunda Türkistan’da üç yüz yirmi sekiz Usul-ü Cedit okulunun açıldığı görülmektedir. Usul-ü Cedit hareketinin yayın organı olan Tercüman’ın Türkiye’deki normal tirajının 5-6 bin olduğu,bazen de 15-20 bine ulaştığı görülmüştür.Böylece Gaspıralı çıkarmayı düşündüğü Tercümanın dilinin hem Rusya’da hem de Osmanlı imparatorluğunda yaşan Türklerin anlayabileceği Türkçe olması gerektiği fikriydi.

Hatta bir Sovyet tarihçi bu küçük gazetenin etkisinin ünlü İngiliz Times gazetesinden binlerce kat daha fazla olduğunu iddia etmiştir.[6]

Kırım’da İsmail Gaspıralı’yla başlayan ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ hareketi sadece Çarlık Rusya’sında yaşayan Müslüman Türkler’in değil dünyanın diğer yerlerinde yaşayan Türklerinde kurtuluşunu amaçlıyordu

Bu ortamda şekillenen ‘Ceditçilik Hareketleri’ Avrupa’da ki değişmelerin milli bir anlayışla yoğrularak topluma maledilmesini amaçlamaktaydı. Böylece Türk milli kimliğinin ön plana çıkarıldığı modern toplumlar yaratılacaktı.[7]

Tercüman gazetesinin ve Gaspıralı İsmail Bey’in Türkiye’de ki fikir hayatına da etkisi olmuş ve Türkçülüğe de ivme kazandırmıştır. Çalışmalarında Türk Dünyası ile ilgili ilmi, fikri ve edebi alanlara önem verdiği görülmektedir.

Ancak Türkistan’daki kültür mücadelesinde Türkistanlılar arasında 1917’ye kadar iki akım vardı. Rusya’da gelişen ve laikleşmeyi savunan Müslüman/Türk hareketi kısa zamanda yenilik taraftarı ”Ceditçi”lerle, kültürel kimlikleri savunmakla birlikte eski usul ve geleneklerin terk edilmesini istemeyen muhafazakârlar “Kadimi”lerin çekişmesi de baş göstermiştir.[8] Türkler arasındaki diğer fikir hareketi olan mahalli İslamcılık, kısmen bu fikirde olan Musa Carullah tarafından ulusçulukla bir arada yürütülmüştür.[9]

Şair Sadrettin Ayni’nin 20. asrın başında yazılan:

“Mektepsizlik bizni kıldıyap yalangaç

Mektepsizlik bizni etti talan taraç

Mektepsizlik Turan elin öldürdüğü aç

Gözünü aç, bu horluktan mektebe kaç”

Görüldüğü gibi bu şiirde Ceditçiliğin misyonu ifade edilmektedir ve okul önemli bir yer tutmaktadır. Bu Ceditçiler ile Kadimciler arasındaki çekişmeyi büyük ölçüde Ceditçiler kazanmıştır. Ceditçiliğin ve Gaspıralı İsmail Beyin tüm arzusu ve çalışmaları 16.asır Buhara medreselerinin yozlaşmasının sebeplerini ortadan kaldırmak, böylece gerilikten ve gafletten kurtularak, çok acele okuma yazma öğrenmek ve öğretmekti.Bunun için okullar İslami ilimlerin yanında sosyal ilimleri ve hesap ilimlerini de öğretmeliydi.Üstelik dersleri de Türkçe yapılıyordu.Gaspıralı’nın savunduğu fikir içinde Arapça ve Farsçadan arınmış İstanbul’da konuşulan Türkçe gibi bir dilin olmasıydı.

Bunun sonucunda Kırımda 350’den fazla Cedit Okulu kurmayı başardılar. Bu okullarda eğitim dili Tercüman gazetesinde kullanılan şekliyle Türkçe ve Rusça’ydı. Bu okullarda eğitimden geçenler Pan-Türkist ve Pan-İslamist siyasal hareketlere duyarlı olacaklardı.[10]

Ceditçiler Arap harflerini kolay öğretmek ve Türkçe’yi doğru telaffuz etmek için Arap harflerindeki fanta, kasra ve damma işaretleri yerine ayrıca a,u,i harflerini, ilave etmişler ve Türkler’in en eski “ng” de bu alfabeye dâhil ederek Türkistan’da alfabe böylece meydana getirilmiştir.[11] Ceditçiler 1915’lere kadar kendi gazetelerini neşretmeye imkân bulamamışlardı.1915 yılında Rus Çarlığının Japon önündeki yenilgisi her yerde olduğu gibi Rus mahkûmu Türkler arasında da ümit ışığı olur.[12] 1906’dan itibaren “Tarakki”,”Hurşid”, ”Şöhret”, ”Asya”, ”Buhara’yı Şerif”, ”Turan”, ”Semerkand”, ”Sada-yı Fergana”,”Sadi-yi Türkistan”, ”Kazak”, ”Balapan” gazeteleri,”Ayna”, ”İstilah” ve “Yurt” dergilerini yayınlarlar. [13]

Bu şekilde Cedit hareketi kendi içinde kendi edebiyatını da oluşturmakta, kültürel ve edebi yapının şekillenmesine ve günümüze ulaşmasına da önemli katkılarda bulunmuş oluyor. Ceditçilik hareketinden Çarlık Rusya’sı az da olsa çekinmektedir. Çünkü onun yeni nesil üzerindeki “Milli Terbiye” ve” “Milli Bilinç” etrafında Rus emperyalizmine karşı bir “Potansiyel Güç” noktasına getirmişti. Aynı zamanda Buhara’da ve Türkistan’da ki mutaassıp din adamları da Ceditçiliği İslam’a düşman gibi görüyor ve Buhara Emirliği de bu konuda Ruslardan geri kalmıyordu.

Ceditçilik Ruslar’ın kültür teşkilatı kurmalarına uzun vermedikleri için 1917’ye kadar teşkilat şeklini alamamıştır. Bu zamana kadar “Marifat ve Berakat” cemiyetini kurarak maarif ve kültür işlerini devam ettiriyorlar. Sovyet Rusya’sı 1917’den itibaren Ceditçilerle işbirliği yapmak istemiş ama Ceditçiler ”Milli Kültür Politikalarının” devamı için çalışmışlardır.1918’den sonra çeşitli adlarla 10 gazete neşr ederler, fakat bunların kapatılması sonucunda Sovyet gazeteleri yolu ile kendi fikirlerini bildirmeye başlarlar. 1937–1939 yıllarında devam eden ”Devlet ve Komünist Partisi idarelerini halk düşmanlarından ve milliyetçilerden temizleme” siyaseti neticesinde Cedidizm’in Sovyet idarelerinde bulunan tüm vekilleri hapsedilir. 1939 yılında Ceditçilik faaliyetlerine son verilmesine rağmen milli kültürün tekâmülü ve milli devlet yolundaki faaliyetler sadece fikir tarihinin bir parçası olarak devam etti. Sovyetler Ceditçilik hareketinin bazı açık faaliyetlerine son verebildilerse de onu ruhlardan silemediler.[14]

Böylece Kırım, Kazan ve Azerbaycan’da ”Kültürel Türk Birliği” olarak 1880’ler de başlayan hareket, önce kısa süreli olsa da 1905 liberalleşme döneminin[15] sağladığı imkânlar içinde, sonrada Osmanlı Türkçüleri’nin katkısı özellikle de İttihat ve Terakki Partisi’nin Türkçü açılımıyla siyasi bir platforma dönüştü.[16]

Ceditçilik konusunda Gaspıralı İsmail Bey gibi Kazanlı bir Türk olan Yusuf Akçura’da bu harekette önem kazanır. Pan-Türkizm’in fikir babası olan ve adeta Türkçülüğün manifestosu niteliğinde olan “Üç Tarz-ı Siyaset”[17] adlı makalesi ile 1904 yılında Pan-Türkizm’i siyasi bir strateji olarak 20. asrın başında günün koşullarını göz önüne alarak Yusuf Akçura tarafından ileri sürmüştür.

Sonuç olarak Ceditçilik Orta Asya’daki Rus işgaline, Rusların Hıristiyanlaştırma ve kültürel asimilasyon çabalarına karşı bir “Entelektüel Hareket” olarak ortaya çıkıyor. Daha sonra Bu hareket Türk dünyasındaki milli uyanışın bir nevi “Türk Rönesansı”nın edebiyata, dile, politikaya, dine yansıması şeklinde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür.

Ceditçiler, İslamcı olan İslam ve Türk dünyasının kurtuluşunu Şeriat’ta gören, milliyetçiliğe karşı olan Kadimciler aynı zamanda Ruslar ile işbirliği de yaparak bağımsızlık fikirlerine de karşı çıkıyorlardı. Ancak Rus Çarlığı’nın yıkılması sonucunda, Bolşeviklerin iktidara gelmesi ve Buhara Emirliği ile Kadimcileri işbirliği içinde olması Ceditçileri bu süreçte sağ ve sol olarak iki gruba ayırıyor, sol Ceditler Buhara komünist Partisinden Özbekistan Komünist Partisi’ne giden bir süreçte parti üyesi olacaklar ancak hemen hepsi önde gelen harekette liderlik, rehberlik edenler 1937 kanlı tavsiyesinde “Pan-Türkist” ve “Türkçü” suçlaması ile toplu olarak kurşuna dizileceklerdir.Sağ Ceditlerse Afganistan, Türkiye ve Pakistan’a kaçmak zorunda kalacaklar, Enver Paşa’nın başına geçtiği Türkistan İstiklal Mücadelesi’ni destekleyecek, Basmacılarla aynı safta vuruşacaklardı.[18]

Günümüzde Orta Asya Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında kültürel, sosyal ve eğitim alanlarında arzulanan düzeyde karşılıklı ilişkilerin yeniden kurulmasında ve Türk dünyasındaki topyekûn bir ”Kültür Hareketi” için yeni bir“Cedit Ruhuna” ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca yine günümüzde bir tepki olarak oluşan ve gittikçe artan ‘Ulusalcılık’ hareketi içinde güzel bir örnek oluşturmaktadır. Çünkü bu hareket geçmişte Türk tarihinde kültürel ve sosyal dönüşüme öncülük etmiş, kültürel asimilasyonu önlemiş bir milli harekettir. Tarihsel referansı güçlü ve hala geçerliliğini koruyan, ulusal ya da milli nitelikli bir harekettir.

Kaynakça:

[1] Ahad Andican, değişim Sürecinde Türk Dünyası,(İstanbul:Emre yayınları,1996),s.111.

[2] Cengiz Çağla, Azerbaycan’da Milliyetçilik ve Politika,(İstanbul:Bağlam Yayınları,2002),s.30.

[3] Baymirza Hayıt, SSCB’deki Türklüğün ve İslam’ın Bazı Meseleleri,(İstanbul:Türk Dünyası Araştırmaları

Vakfı,1987),s.80.

[4] Mehmet Eröz, Marksizm Leninizm ve Tenkidi (İstanbul:İrfan Yayınları,1978),s.324.

[5] Baymirza Hayıt,a.g.e.,s.81.

[6] Bennigsen ve Quelquejay’de aktaran Cengiz Çağla, a.g.e. ,s.41.

[7] Ahad Andican,a.g.e.,s.126.

[8] Baymirza Hayıt, a.g.e.,s.83.

[9] G. Göksu Özdoğan. “Sovyetlerden Bağımsız Cumhuriyetlere:Uluslaşmanın Dinamikleri”,Bağımsızlığın İlk Yılları,(Yayına Hazırlayan:Büşra Ersanlı Behar, Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları,1994),s.29.

[10] Cengiz Çağla, a.g.e. ,s.42.

[11] Baymirza Hayıt, a.g.e.,s.84.

[12] Mehmet Eröz, a.g.e.,s.326.

[13] Baymirza Hayıt, a.g.e.,s.85.

[14] Baymirza Hayıt, a.g.e.,s.80. ve Mehmet Eröz,a.g.e.,s.324.

[15] G. Göksu Özdoğan, a.g.e.,s.30.

[16] 1905 İhtilali ve Rus-Japon savaşının sonuçları ile Ceditçilik arasındaki ilişki için bakınız. İklil Kurban,

“Türkistan’da Ceditçilikten Türkçülüğe ”Türk Yurdu,37(Eylül 1990), s.41.

[17] Daha geniş bilgi için bakınız.Fuat Uçar, “Sosyal-Kültürel-İdeolojik ve Siyasi Tarih Yönleri İle ‘Üç Tarz-ı

Siyaset’ ”Trabzon Türk Ocağı Bülteni, Sayı:2-3, (Şubat-Mart 1996), s.4-6.ayrıca; Fuat Uçar, ‘Gündemdeki Alt-

Üst Kimlik Tartışmalarına Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset Adlı Makalesi Işığında Farklı Bir

Bakış’ İleri, Sayı:28, (Ocak-Şubat-Mart 2006), s.213-228.

[18] İrfan Ülkü, Moskova ‘yla İslam arasında Orta Asya, (İstanbul