Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar” 04.03.2020 - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar” 04.03.2020
Tarih: 05.03.2020 > Kaç kez okundu? 858

Paylaş


Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin yaptığı açıklamada, Suriye’deki gelişmeler sonucunda bir sığınmacı krizi ile karşı karşıya olunduğunu belirterek, “Maalesef Avrupalı dostlarımız ‘mülteciler bize gelmediği müddetçe, sınırlarımıza dayanmadığı müddetçe bizim sorunumuz değildir, başkasının sorunudur’ yaklaşımıyla bu meseleyi ele aldıkları için bugün panik hâlinde ‘bu göçü nasıl durdururuz’ diye harekete geçmiş durumdalar. Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ele alınan konular ve gündemdeki gelişmelere dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.



Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi:



“İyi akşamlar diliyorum arkadaşlar. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan 24 nolu Kabine Toplantısının ardından basın toplantısı için huzurlarınızdayım.



Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlık ettiği Kabine Toplantısında iç güvenlik, dış güvenlik konuları ele alındı. Ticaret Bakanlığımızın, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın da kendi konularıyla ilgili sunum ve değerlendirmeleri oldu.



“MEŞRU MÜDAFAA HAKKI ÇERÇEVESİNDE MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK”



Özellikle güvenlik noktasında da hem Suriye’de yaşanan gelişmeler hem terörle mücadele hem Doğu Akdeniz ve Libya’daki gelişmelere detaylı bir şekilde ele alındı. Bu bağlamda da Millî Savunma Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın ve İstihbarat Başkanımızın sunumları oldu.



Kendi takdim konuşmalarında Sayın Cumhurbaşkanımız özellikle Bahar Kalkanı Harekâtıyla neyi hedeflediğimizi tekrar derli toplu bir şekilde Kabine üyeleriyle paylaştı. Özellikle İdlib’de verdiğimiz mücadelenin herhangi bir toprak elde etme amacıyla yapılmadığını, buradaki siyasi sürecin önünü açmak ve sivillerin korunmasını sağlamak amacıyla yürütülen bir mücadele olduğunun altını çizdi.



Bildiğiniz gibi Bahar Kalkanı Harekâtıyla birlikte rejime geçtiğimiz son 4-5 gün içerisinde ciddi zayiatlar verildi, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde bu mücadelemizin devam edeceği de kararlılıkla ifade edildi.



Bildiğiniz gibi yine bu çerçevede hem sahada, hem masada güçlü olma prensibi çerçevesinde ülkemizin ulusal güvenlik sorunlarını teminat altına alacak adımları yoğun bir şekilde Cumhurbaşkanımızın liderliğinde atmaya devam ediyoruz. Yarın bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Moskova ziyareti olacak ve burada Sayın Putin’le ve heyetiyle İdlib’de atılabilecek adımlar konusunu da etraflı bir şekilde ele alma imkânımız olacak.



“RUSYA’YA ORTAK ANLAYIŞLA BİR MUTABAKATA VARMA ÜMİDİYLE GİDİYORUZ”



Moskova’ya giderken ki bizim temel çerçevemiz, daha önce Rusya Federasyonu’yla imzaladığımız İdlib mutabakatı çerçevesinde acilen bir ateşkesin sağlanmasıdır. Burada 2018 yılında yaptığımız bu mutabakat çerçevesinde İdlib çatışmasızlık bölgesindeki ihlallerin bir an önce sona erdirilmesi temel beklentimizdir. Böylece hem üzerinde mutabık kalınan bu anlaşma hayata geçirilecek, hem çatışmalar sonlandırılacak, hem de mülteci krizinin aşılması noktasında da önemli bir adım atılacaktır. Bizim Rusya’yla kapsamlı ilişkilerimiz var, bu konuda özellikle İdlib’de yaşanan hadiseler çerçevesinde bir ortak anlayışla bir mutabakata varma ümidiyle gidiyoruz. Ama buraya giderken dediğim gibi Türkiye’nin pozisyonunun son derece açık ve net olduğunu da bir kez daha ifade etmek istiyorum.



Daha büyük fotoğrafa baktığımız zaman ise Suriye krizinin çözümü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 2254 nolu karar çerçevesinde belirlenen temel ilkeledir. Yani bir askerî çözümden ziyade siyasi sürecin ilerletilmesi, Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarını bir an önce tamamlaması, Suriye’de meşru, şeffaf, uluslararası gözlemcilere açkı bir seçimin gerçekleştirilmesi ve Suriye halkının ve mültecilerin iradesini sandığa yansıtacak bir seçimin yapılarak orada demokratik meşruiyeti olan kuşatıcı, çoğulcu, şeffaf bir yönetimin iş başına gelmesidir.



Bu manada da Esad rejiminin dün açıkladığı, basından öğrendiğimiz kadarıyla Nisan ayında bir seçim yapılacağına dair ilanının da hiçbir hükmünün olmadığın, bunun geçen sefer yapılan seçimden hiçbir farkının olmayacağını, ne bizim, ne de Suriye halkı nezdinde, ne de uluslararası toplum nezdinde bir meşruiyetinin bulunmayacağını da tekrar ifade etmek istiyorum.



“MÜLTECİ KRİZİNE ÇÖZÜM BULMA NOKTASINDA GÖRÜŞMELER DEVAM EDECEK”



Tabi İdlib’de, Suriye’de yaşanan gelişmeler bağlamında bildiğiniz gibi bir mülteci kriziyle karşı karşıyayız. Aslında bu kriz geçtiğimiz hafta ya da geçtiğimiz ay ortaya çıkmadı, Sayın Cumhurbaşkanımız müteaddit kereler geçtiğimiz yıllar içerisinde bu krizin artık taşınamaz, yönetilmez bir noktaya geldiğini birçok vesileyle ifade ettiler. Fakat maalesef Avrupalı dostlarımız ‘mülteciler bize gelmediği müddetçe, sınırlarımıza dayanmadığı müddetçe bizim sorunumuz değildir, başkasının sorunudur’ yaklaşımıyla bu meseleyi ele aldıkları için de bugün panik hâlinde bu göçü nasıl durdururuz diye harekete geçmiş durumdalar. Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar. Bu ilke çerçevesinde mülteci krizine bir çözüm bulunması için de bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın yoğun bir diplomasi trafiği devam ediyor. Bugün AB Başkanı Sayın Charles Michel buradaydı, 2 gün önce bildiğiniz Bulgaristan Başbakanı Sayın Borisov buradaydı, önümüzdeki günlerde de bir dizi temaslar, ziyaretler, telefon görüşmeleri gene bu mülteci krizine çözüm bulma noktasında devam edecek.



Bizim tabi buradaki temel beklentimiz, -çünkü sık sık soruluyor bu konu- Türkiye-AB mülteci anlaşması yürürlükten kalktı mı veya işte revize edilecek mi, güncellenecek mi diye. Öncelikle bu anlaşmanın temel hükümlerinin uygulanması dahi hızlı bir şekilde bu süreci rahatlatacaktır.



“TÜRKİYE ÜZERİNE DÜŞEN YÜKÜMLÜLÜKLERİ FAZLASIYLA YERİNE GETİRMİŞTİR”



Biz daha önce de birçok defa ifade ettik, 2016 yılından beri Türkiye bu anlaşma çerçevesinde üzerine düşen yükümlülükleri fazlasıyla yerine getirmiştir. Türkiye’nin çabaları sayesinde, gayretleri sayesinde, planlamaları sayesinde Avrupa’ya düzensiz göç önlenmiştir, ama artık Türkiye’nin de kapasitesinin bir sınırı vardır. Bize Suriye’den, İdlib’den, başka yerlerden, Afganistan’dan, İran’dan, Libya’dan mülteci akını devam ettiği müddetçe ve bu mülteci akınına sebep olan siyasi kargaşa ve askerî çatışmalar devam ettiği müddetçe, ne Türkiye’nin, ne de bir başka ülkenin bu sorunu tek başına çözmesi elbette mümkün değildir. Dolayısıyla burada hem İdlib ve Suriye melesine çözüm ararken, aynı zamanda Türkiye’ye verilen sözlerin yerine getirilmesi de önem arz ediyor.



Hatırlarsanız, Türkiye-AB anlaşması çerçevesinde Schengen vize sistemine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dâhil edilmesi öngörülen maddelerden birisiydi ve bu gerçekleştirilmedi. Gümrük Birliğinin güncellenmesi gene bu müzakerelerin bir başlığı idi, bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yeni fasılların açılması yine bu çerçevede öngörülen başlıklardan birisiydi, fakat bu da gerçekleşmedi.



Ayrıca, Türkiye’ye mülteciler için gönderilmesi öngörülen 3+3, yani toplam 6 milyar avroluk yardım da bildiğiniz gibi sadece yarısı ödenmek suretiyle adeta böyle bir yavaşlatılmış film hâlinde orada bekliyor. Kalan kısmının ödenmesinin hızlandırılması konusunda AB bürokrasisinin nasıl harekete geçeğini açıkçası bilmiyoruz. Bu tabi ki onların kendi iç meselesi. Ama eğer mültecilere yardım konusunda özellikle bu zor şartlarda evlerinden, barklarından mahrum olan insanlara yardım etmek istiyorsa Avrupa Birliği ve ilgili kurumları, hem bu kalan fonun, hem de ilave fonların nasıl yönetileceğine dair hızlı, somut, öngörülebilir bir yol haritasını ortaya çıkartması gerekiyor.



Bununla ilgili tabi ki gene bu başlıklar etrafında Türkiye’ye vaat edilen birçok konu vardı, fakat bunların neredeyse hiçbirisi hayata geçirilmedi. Bunları da AB bürokrasisi, bizdeki mevzuat vesaire gibi gerekçelerle izah etmek inanın inandırıcılıktan son derece uzak. Bu kadar acil krizler varken, küresel boyutlara ulaşmış ve küresel iş birliği gerektiren meseleler varken, AB’nin bürokrasisini buna gerekçe olarak göstermek çok kabul edilebilir değil.



“BARIŞ PINARI HAREKÂTI İLE TERÖRLE MÜCADELEMİZ KARARLILIKLA DEVAM EDİYOR”



Bir diğer önemli konu da bugün gene Kabinede ele alınan, Barış Pınarı Harekâtı çerçevesinde özellikle Suriye’nin doğusunda, Fırat’ın doğusunda, Rasulayn ve Tel Abyad bölgelerinde terörle mücadelemiz de kararlı bir şekilde devam ediyor. PKK terör örgütü ve onun uzantıları olan PYD, YPG gibi terör örgütlerine karşı, ayrıca DEAŞ terör örgütüne karşı mücadelemiz yoğun bir şekilde devam ediyor, bunla ilgili de Kabineye bugün bilgi sunuldu.



Bu bölgede de istikrarın sağlanması ve sivillerin hayatının normalleştirilmesi için çabalarımız yoğun bir şekilde devam edecek. Yani gündemin sıcaklığı içerisinde biz İdlib’e yoğunlaşırken Türkiye’nin kontrolü altında bulunan Azez gibi, Cerablus gibi, El Bab gibi, Tel Abyad ve Rasulayn gibi bölgelerde gerçekten bir istikrarın, sükûnetin olduğunu da göz ardı etmemek lazım.



Bu, bir gerçeği daha ortaya çıkartıyor, zaman zaman çeşitli taraflardan, rejim taraftarı çevrelerden bu bölgelere, yani rejimin kontörlü altında olan bölgelere sivillerin ya da mültecilerin gönderilmesinden bahsediliyor. Ama gerçek şu ki; ne yerlerinden edilen Suriyeliler, ne de mülteci konumuna düşmüş olan mülteciler rejimin kontörlü altında olan bölgelerde yaşamak, buralara geri dönmek istemiyorlar.



Onlar tersine, rejimin kontörlünün olmadığı, işte Türkiye’nin kontrolünde olan bölgelerde kendilerini daha güvende hissediyorlar. Dolayısıyla BM ilkeleri çerçevesinde mültecilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşü sağlanacaksa, bunun şartlarının mutlak Suriye sahasında oluşturulması gerekiyor. Bunun için de tabi ki bizim hem Batılı müttefiklerimizden, hem NATO’dan, hem Avrupa Birliği’nden, hem de diğer ülkelerden beklentimiz, güzel söz ve temennilerin ötesinde, somut, öngörülebilir, bir takvimi olan yardım sürecini, iş birliği sürecini başlatmalarıdır. Bu gerçekleşmezse bu yükü ne Türkiye’nin, ne de bir başka ülkenin tek başına kaldırması elbette mümkün değildir.



“LİBYA’DA HAFTER ATEŞKESİ İHLAL EDİYOR”



Gene bugün Kabinede ele alınan konulardan bir tanesi Libya’daki gelişmelerdi. Burada da süreci çok açık ve net bir şekilde görüyoruz arkadaşlar, meşruiyeti olmayan Hafter yönetiminin her gün ilan edilen ateşkesi nasıl ihlal ettiğini, insanların ölümüne sebep olduğunu, havaalanlarını nasıl bombaladıklarını, sivil uçakları hedef aldıklarını görüyoruz. Artık uluslararası toplunun da bunu açık ve net bir şekilde görmesi ve buna göre adım atması gerekiyor. Müeyyidesi olmayan açıklamaların bir karşılığının olmadığını ifade etmek gerekir.



Hafter’e karşı uluslararası toplum bir tavır sergilemezse, bu ihlallerin devam edeceği ve Libya’daki krizin daha da derinleşerek daha fazla can kaybına yol açacağı açıktır.



Biz Türkiye olarak uluslararası meşruiyeti olan Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle yaptığımız anlaşma çerçevesinde bildiğiniz gibi oraya askerî eğitim ve danışmanlık hizmeti veriyoruz. Bizim bu müdahalemiz sayesinde artık herkes şu gerçeği görüyor ki; Libya’daki sürece, çatışmaya bir denge gelmiştir ve bu Türkiye’nin çabaları sayesinde olmuştur. Bu çerçevede biz tabi ki hem meşru Libya hükûmetinin, hem de Libya halkının yanında olmaya devam edeceğiz.



Biz yaptığımız görüşmelerde de Amerikalı muhataplarımız olsun, Avrupalı muhataplarımız olsun, artık kendileri Türkiye’nin bu hamlesinin sürece denge getirdiğini ve daha kötü sonuçların ortaya çıkmasını önlediğini de kendileri açıkça ifade etmektedirler.



Gene bu çerçevede Doğu Akdeniz’deki gelişmeler de ele alındı. Özellikle orada Türkiye’nin hak ve menfaatlerinden vazgeçmeyeceğini, hem hidrokarbon kaynaklarının araştırılması, incelenmesi ya da ortaya çıkartılması, hem de Kıbrıs Türklerinin haklarının, hukukunun korunması konusunda kararlılığımızı da net bir şekilde ifade edildi.



“KORONA VİRÜS SALGINIYLA İLGİLİ ÇOK CİDDİ TEDBİRLER ALINDI”



Son olarak, korona virüs salgınıyla ilgili olarak da Sağlık Bakanlığımızın değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi giderek yayılan bu virüsle ilgili Türkiye’de çok ciddi tedbirler alındı ve bu tedbirler çok disiplinli bir şekilde de uygulanmaya devam ediyor.



Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında konuyla ilgili ilgili bütün birimlerimizin, bakanlıklarımızın ve Sağlık Politikaları Kurulumuzun bulunduğu bir toplantı yapıldı. Burada şu ana kadar alınan tedbirler gözden geçirildi. Tabi salgının yayılmasıyla birçok Avrupa ülkesine, İran’a ve başka ülkelere yayılmasıyla bizim de teyakkuz hâlinde olmamız gayet normal. Hamdolsun şu ana kadar Türkiye’de bir vaka görülmedi. Bu, alınan tedbirlerin fayda sağladığın, netice verdiğini gösteriyor.



Ama burada özellikle Sağlık Bakanımızın da bir mesajını sizinle paylaşmak istiyorum. Vatandaşlarımızın özellikle Bakanlığımızın uyarılarına dikkat etmesi ve bunları titizlikle uygulaması büyük önem arz ediyor. Bununla ilgili Sağlık Bakanlığımızın mütemadiyen açıklamalar var, bunların takip edilmesi hem genel kamu sağlığı açısından, hem de korona virüsle ilgili alınacak tedbirlerin uygulanması açısından büyük önem arz ediyor. Bu hususu da sizinle özellikle paylaşmak istedim. Ben burada durayım, sizin sorularınızla devam edebiliriz.”



Soru: “CHP’li Engin Özkoç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik hakaret dolu sözlerde bulundu. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan Kabinede Engin Özkoç’un sözlerini dinledi mi? Ve Mecliste bazı yaşanan olaylar da vardı, bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yorumları nedir efendim?”



“TÜRKİYE NE ZAMAN BİR MÜCADELEYE KALKIŞSA, CHP ZİHNİYETİ MAALESEF DÜŞMANA KOL KANAT GERİYOR”



Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Öncelikle şunu söyleyeyim: Söz insana mahsus bir haslettir. Bugün edilen o sözler söz değildir, bir insana ait olabilecek sözler değildir. Yapılan suçlamaları cevap vermeye dahi değer bulmuyoruz, ama hakkın teslimiyeti açısından, hakkaniyet açısından şu birkaç hususu ifade etmek zarureti hâsıl olmuştur.



Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milletiyle ne zaman bir düşmanıyla mücadeleye başlasa, bu PKK olabilir, bu onun Suriye’deki PYD, YPG gibi uzantıları olabilir FETÖ terör örgütü olabilir, bu DEAŞ olabilir, bu eli kanlı Esed rejimi olabilir, CHP zihniyetinin maalesef bir şekilde ortaya çıktığını ve bu düşmanlarla aynı safta yer aldığını görüyoruz. Milletimiz, biz eli kanlı PKK terör örgütüyle ve onların uzantılarıyla ederken, onların yanında saf tutan, onların siyasi uzantılarıyla ittifak yapanlara ne isim verileceğini gayet iyi bilir. Biz bu ülkeyi ele geçirmek ve emperyalist güçlere peşkeş çekmek isteyen FETÖ terör örgütüne karşı mücadele ederken, onlara kol kanat germeye çalışanlara ne isim verileceğini gayet iyi bilir.



Biz DEAŞ terör örgütüyle her cephede sonuna kadar göğüs göğse mücadele ederken, şu gerekçeyle Türkiye’nin bu mücadelesini gölgelemeye, lekelemeye çalışanlara ne isim verileceğini halkımız, milletimiz gayet iyi bilir. Çoluk çocuk demeden yüzbinlerce insanın kanına giren Esed rejimiyle biz mücadele ederken, orada Şebbiha’ların, varil bombalarının, intikam tugaylarının sahibi olan, talimatını veren kişilerle yan yana duranların, gidip fotoğraf verenlerin isminin ne olduğunu bizim milletimiz gayet iyi bilir.”



Soru: “Cumhurbaşkanı Erdoğan-Trump görüşmesinde gündeme gelen hava savunma sistemiyle alakalı konuda son durum nedir? Bu konuda şu ana kadar somut destek sözü veren oldu mu?”



“BEKLENTİMİZ SİVİLLERİ KORUMAK İÇİN SOMUT ADIMLARIN ATILMASI”



Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Trump’la bildiğiniz gibi geçen hafta 28 Şubat günü bir telefon görüşmesi olmuş ve bu konu konuşulmuş idi. Şimdi ilgili birimler arasında bu konunun değerlendirmesi devam ediyor. Tabi birtakım mesajlar geliyor, bazıları kamuyla paylaşılıyor, bazıları bize iletiliyor, olumlu birtakım gelişmelerin olduğuna dair işaretle alıyoruz.



Tabi bizim beklentimiz Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bütün NATO müttefiklerimizden, özellikle Suriye’de ve İdlib’deki durumu kontrol altına almak, çatışmaları önlemek ve sivilleri korumak için somut, öngörülebilir adımların atılmasıdır. Bunun için de Türkiye’nin bildiğiniz gibi NATO çerçevesinde gündeme getirdiği bir dizi tedbir var.



Geçtiğimiz hafta gene NATO Konseyi acil toplantıya davet edilmiş idi 4. madde çerçevesinde ve orada Türkiye olarak biz NATO’dan beklentilerimizi açık bir şekilde ortaya koymuş idik. Hem bu çerçevede, hem de ikili düzeyde, hem de DEAŞ’la mücadele koalisyonu çerçevesinde atılabilecek birçok adım var. Bu Türkiye’nin hava savunma sisteminin kuvvetlendirilmesi olabilir, Türkiye’ye başka alanlarda ekipman, mühimmat yardımı şeklinde olabilir. Bunlarla ilgili olumlu birtakım gelişmelerin olduğunun işaretini alıyoruz, ama biz tabi ki somut neticelerini sahada açık bir şekilde görmek istiyoruz.”



Soru: “Yunanistan’ın mültecileri uyguladığı durumu hepimiz görüyoruz ama bir taraftan da Avrupa Birliği’nin ikiyüzlü politikasına da şahit oluyoruz, Yunanistan’a yapılacak olan yardımı açıkladı Avrupa Birliği bu noktada. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de, bizim kapıları açma noktasındaki kararlılığımız belli bir süreyi mi kapsıyor, yoksa kapılar uzunca bir süre açık kalacak mı?”



“MÜLTECİLERE KAPILARIN AÇILMASI, AVRUPALI DOSTLARIMIZ İÇİN SÜRPRİZ OLMAMALI”



Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Kapıların açılması meselesi bildiğiniz gibi bu yaşadığımız sürecin bir nirengi noktasıdır. Bu Avrupalı dostlarımız için bir sürpriz olmamalıdır, çünkü bu konuyu Cumhurbaşkanımız aylardır, hatta birkaç yıldır çok açık ve net bir şekilde dile getirmektedir. Biz kimseyi burada iradesi hilafına zorla tutamayız ve karşı tarafın da, bu Yunanistan olur, Bulgaristan olur, başka Avrupa ülkeleri olur, uluslararası hukuk ve insani hukuk çerçevesinde de bu insanları alma mecburiyeti vardır. Biz nasıl bu insanları alıp Türkiye’de temel insan hakları çerçevesinde temel ihtiyaçlarını karşılıyor isek, diğer ülkelerin de bu hakları karşılama mecburiyeti vardır. Burada bir Avrupai ya da Avrupa merkezci bir istisnacılık asla kabul edilemez.



Şimdi uygulamaları görüyoruz birkaç gündür sınırda, aradaki bölgede, oraya geçmeye çalışan mültecilere nasıl muamele edildiğini biz açıkça görüyoruz. Şimdi temel hakları, insan onuru, yaşam hakkı gibi kavramları sürekli dile getiren Avrupalıların, bu yaşananlar karşısında nasıl tavır alacağı büyük önem arz ediyor. Aslında kendi değerlerini kendi eylemleriyle test ediyorlar şu anda. Avrupa Birliği başkanlarının, temsilcilerinin gelip oralarda fotoğraf vermesi, destek olması, bu kendi bilecekleri bir şeydir.



Bugüne kadar rakam verecek olursam, maksimum 100 bin civarında mülteci almış olan Yunanistan’a acilen yüz milyonlarca avro yardım fonunun harekete geçirebilen Avrupa Birliği’nin, yüzbinlerce mülteciye, 4 milyondan hatta daha fazla, 4 milyon civarında mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye söz konusu olduğunda bürokrasiden, mevzuattan bahsetmesi bir çiftçe standarttır.



İkincisi, mülteci krizinin sorumlusu olarak Türkiye’yi göstermeye çalışan çevreler öncelikle aynaya bakmaları gerekir. Bu krize neyin neden olduğunu, krizin çözümü için kimin ne yaptığını ve kimin ne yapmadığını herhalde bir oturup şöyle çetelesini çıkartmalarında fayda vardır diye düşünüyoruz.



“MÜLTECİLERİ HİÇBİR ZAMAN SİYASİ ŞANTAJ KONUSU OLARAK GÖRMEDİK”



Bu ne kadar sürer diye sordunuz. Bizim amacımız, bu kapıları açmak suretiyle suni bir kriz yaratmak, buradan bir siyasi baskı oluşturmak, buradan birtakım menfaatler elde etmek asla değildir. Biz mültecileri hiçbir zaman bir siyasi şantaj konusu olarak görmedik, o yüzden Cumhurbaşkanımızın açık kapı politikaları çerçevesinde biz yüzbinlerce insana kapılarımızı, gönüllerimizi açtık, imkân ve kabiliyetlerimiz çerçevesinde elbette onlara insani yardım yapmaya da devam edeceğiz. Ama külfet paylaşımı ve demin bahsettiğim Türkiye-AB mülteci anlaşması çerçevesinde adımlar atılmadığı müddetçe bizim tabi ki artık bu yükü taşıma imkânımız kalmamıştır. Dolayısıyla Avrupa Birliği ve ilgili taraflar ne kadar hızlı adım atarlarsa, bu krizin çözümüyle ilgili de o kadar hızlı mesafe alma imkânımız olacaktır.”



Soru: “AB Konseyi Başkanıyla Cumhurbaşkanının bugün bir görüşmesi oldu, bu görüşmede özellikle sizin ifade ettiğiniz mültecilere yönelik yardımlar ve külfet paylaşımı konusunda somut bir karar alınmıştır mıdır? Bu konuda AB tarafından Türkiye’ye bir öneri ya da yeni bir teklif getirilmiş midir acaba?”



Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Michel’le yaptığı görüşmede somut bir öneri sunulmadı, fakat bununla ilgili bir çalışma yapıldığı mesajı iletildi. Biz tabi ki bunu somut olarak görmek isteriz.



Burada bildiğiniz gibi bu konularla ilgili, yani finansman olsun, atılacak diğer somut adımlarla ilgili kararlar Konseyden ziyade Komisyon üzerinden yürüyor. Tahmin ediyorum, Avrupa Birliği Komisyonu da bu konuda bir çalışma yürütüyor. Geçen hafta bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanımızın Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir telefon görüşmesi olmuştu, belki önümüzdeki günlerde bazı yeni temaslar da olabilir. Bu çerçevede de biz bu adımların nasıl şekillendireceklerini yakından takip edeceğiz. Ama bugün itibarıyla masaya konmuş somut bir öneri yok, ama umarız kısa sürede bu planı bir şekilde teşkil ederle, bize ulaştırırlar ve mutabık kalmamız hâlinde de bunu hızlı bir şekilde hayata geçiririz.



Çok teşekkür ediyorum, iyi akşamlar diliyorum.”



Kaynak:

https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/116911/cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-kulfet-paylasimi-olmazsa-herkesin-yuku-artar-