İlhan KARAÇAY’dan Şubat 2020 Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY’dan Şubat 2020 Bülteni
Tarih: 13.02.2020 > Kaç kez okundu? 1384

Paylaş


1-Umutla girdiğimiz 2020, hayal kırıklığı yaşatmaz inşallah

2-A’dan Z’ye ‘Uyum mecburiyeti’

3-Haydaaaaa! Gurbetçiye şimdi, de Genel Sağlık Sigortası primi

4-Boeing, THY kazasının suçunu Türk pilotlara yüklemek istemiş.

5-ORKA Otelleri

6-Hitler’in yıkılışına sebep olan İnönü unutuldu.

7-Afetler sonrasında yaşanan mide bulandıran yardım kampanyaları

8-Hollanda tarım ihracatında dünya ikincisi. Türkiye ise Avrupa ikincisi.

9-Yolsuzlukta, çorba parası dilenen Bulgarlar’dan daha öndeymişiz.

10-Ruud Gullit İstanbul’da saç ektirdi.

11-İsmail Cem İpekçi’yi ölümünün 13’üncü yılında andık.

12-Siz de kendi kendinizin öğretmeni, yani Otodidakt mısınız?

13- Gurbetçi otomobillerine 2 yıllık triptik hakkının mimarı Turgut Torunoğulları, şimdi de ‘Özel Plaka’ için harekete geçti.

14-Oy hakkımızı iptal ettirmek istiyorlar. (Çok sayıda reaksiyonu haberin sonuna eklediğim için, bu haberi en alta aldım)





MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





İlhan KARAÇAY yazdı:

Umutla girdiğimiz 2020 yılı hayal kırıklığı yaratmaz inşallah!

2020 yılına girerken, her yazar gibi ben de ‘Umut dolu bir yıl olur inşallah’ dileğini yazmıştım.

Ne var ki, ikinci ayını tamamlamakta olduğumuz 2020’de, hayal kırıklığı yaşayacağımıza dair belirtiler var.

Anayurtta yaşayanlarımız ekonomik ortam nedeniyle geçim sıkıntısı yaşarlarken, yurtdışında yaşayan bizler de ayrımcılıktan dert yanmaya devam ediyoruz.

Siyasetçiler oy avcılığı için yalan söylemlerine devam ederlerken, daha önce verilmiş haklarımızı da geri almak için çirkin oyunlar sergiliyorlar.

Bir dostum şöyle yazmış: ‘Otoriter, popülist politikacıların ortak bir özelliği vardır: Yalan söylemek. Olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatıp, sürekli tekrarlarlar, yalan olduğu ortaya çıksa bile bu tutumlarından vaz geçmezler. Çünkü onlar Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in izinden gidiyorlar. Ne diyordu Goebbels? ‘Yalan söylerseniz ve tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır.’ Çünkü halkın bir bölümü bu yalanları satın almaya, yani inanmaya hazırdır.’

Oy peşinde koşarken çeşitli entrikalar üreten ve yalan söyleyen ırkçı Wilders’den sonra şimdi de Baudet diye bir bela çıktı karşımıza. Bu Baudet denen adamın ‘Form voor Democratie’ (FvD) partisi, yapılan araştırmalarda en büyük parti olmaya namzet. Tabii ki Baudet de Başbakan olarak hükümet kurmaya namzet.

Ama öyle bir şey oldu ki, popülaritesi zirveye çıkan bu adamın, ortaya attığı bir iddia yalan çıkınca popülaritesi de sönmüş oldu.

Kendini çok beğenmiş ve hatta narsist olarak anılan Baudet, yukarıda belirttiğimiz Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in peşinden giderken tökezledi ve hatta düştü.

Bu Baudet denen adam, şubat ayı başında yayınladığı bir tweette, çok yakın iki kadın arkadaşının bir tren yolculuğu sırasında iki Faslı tarafından ciddi bir biçimde taciz edildiğini açıklamış ve ortalığı karıştırmıştı. Bu nedenle herkesin partisini desteklemesi çağrısında bulunan Baudet, ‘İktidara gelirsek, bunların hepsini ülkelerine göndereceğiz’ propagandası yaptı. Ama yalancının mumu çabuk sönmüş, sözünü ettiği iki Faslı’nın Demiryolları’nın sivil kontrol memurları olduğu anlaşılmış ve bunların görevleri icabı bilet kontrolü yaptığı ve sözü geçen kadınların buna karşı direndikleri ve yalan söyledikleri anlaşılmıştı. Gerek tanıkların açıklamaları, gerekse Demiryolları’nın yaptığı açıklama bunu doğruluyordu.



Yukarıda belirttiğim dost şöyle devam ediyor: ‘Yalan söylemek, insanların kutsal inançlarını sömürmek, otoriter ve popülist politikacıların en çok başvurdukları yöntemdir. Bunları demaske etmek, yalancılıklarını yüzlerine vurmak, halk kitlelerini aldatmalarını önlemek demokratların görevidir. Tüm demokratik kuruluşların bunu yapmaları gerekir.

Ayrıca sadece kuruluşlar değil, tek tek kişiler de bunu yapabilirler. İyi ki sosyal medya var ve burada özgürce düşüncemizi açıklayabiliyoruz. Bunu aktif olarak kullanmalıyız. Irkçılara, halkı birbirine düşürmek isteyen popülistlere meydanı boş bırakmamalıyız.’

Alınmak istenen haklar.

Hollanda’da, AB ile yapılan 1963 anlaşması gereği muaf tutulduğumuz ‘Uyum Kursları ve Sınavı’ mecburiyetinin, yeniden uygulanması için yeni bir kanun çıkarılıyor. Bu konudaki haberi bültenimizde bulacaksınız.

Türkiye’de, yurtdışında oy kullanma hakkımızın geri alınması isteniyor. Yurtdışında yaşadıkları halde, Türkiye’de ikamet kaydı olanlara Genel Sağlık Sigortası primleri boçlandırılıyor. Bu iki konu hakkındaki haberleri de bültenimizde bulacaksınız.

Türkiye için endişeler.

Bu yıl iç açıcı olmayacağından endişe etiğimiz iki konu daha var. Bunlardan birincisi, turizmdeki endişelerimiz. Turizm uzmanı değerli dostum Hüseyin Baraner bu konuyu derinlemesine ele almış.

Şöyle diyor Baraner: ‘2020 yılı sinsi bir yıl olacağa benziyor. Başladığı ilk günlerde iyi sinyaller ile içimizi ısıtırken; şimdi arka arkaya gelen üzücü ve korku verici haberler ile bizi üzüyor, ürkütüyor, piyasaları geriyor. Arka arkaya gelen ölüm haberlerinin üstüne bir de, Istanbul'da yaşanan uçak kazasının statif kamera görüntülerinin, saatlerce TV ekranlarında dünyanın zorla gözünün içine sokulduğu günlerde umutlanmak kolay değil...

Bir de Korana virüsü nedir, ne değildir diye tam tartışırken, dünya aniden karışıverdi. Daha düne kadar Çinli turistlere "Bize de gelin" diyenler, şimdi Çinliler'den kaçar oldu. Taç anlamına gelen Korana virüsü ne zaman, nasıl biter, şu ana kadar tam bir bilen yok.’



Piyasaların çok yönlü yeni ve çirkin manipülasyonlara açık olduğunu belirten Baraner şöyle devam ediyor: ‘Küresel ekonomi spekülatörleri, her daim para jonglörleri sarsıntılarda yakılacakların varlıklarına gözlerini dikmiş bir şekilde, bekleyiş pozisyonuna geçtiler yine…

Müşteri de yine, yeniden tedirgin.

Etik ticaret, sağlıklı çevre ve güvenlik konularında son aylarda yaşadığımız küresel yalpalamalar ve şaşırtıcı eksiklikler, düzensizlikler ve yüz kızartan ihmallerin halen hasır altı edilmeye çalışması, tüketiciyi derinden sarstı.’

Hüseyin Baraner’in bu konudaki diğer endişelerini kendi sayfalarında okuyabilirsiniz.



İç açıcı olmadığını belirttiğim ikinci konu, dünyanın Türkiye’ye bakış açısı.

Her ülkede Türkiye hakkında olumsuz görüşler ve idialar var. Şimdi buna bir de Amerikalılar’ın yaptırdığı Rand Corparation’un Türkiye Raporu çıktı.

Türkiye’deki siyasi gelişmelere hiç girmeyen bir prensibe sahip olduğum için, bu konuda yine yorum yapmayacağım. Ama bu raporun da, endişelerimizi çoğaltacak nitelikte olduğunu söyleyebilirim.



Her şeye rağmen, 2020 yılının karanlık değil, aydınlık getiren bir yıl olmasını diliyorum.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Demokrasisi ile dünyada parmakla gösterilecek ülkelerden biri olan Hollanda, 10 yıl önce yargı kararı ile aldığımız bir hakkı, antidemokratik bir şekilde gasp ediyor.

Hükümetin almış olduğu yeni bir karara göre, yargı tarafından bize verilmiş olan bir hak,

1 Ocak 2021 tarihinden itibaren yok sayılacak.

Bu da yetmezmiş gibi, siyasetçiler hak gaspının 2021’den önce, yani şimdi başlatılması için hükümete baskı yapıyorlar.

Nedir bu önce verilen ve sonra da alınan hak?

Hollanda hükümeti 2007 yılında, Avrupa Birliği ülkeleri dışından gelecek olan göçmenlere uyum sınavı yasasını yürürlüğe koymuştu. Bu yasaya göre, Hollanda’ya gelecek olan göçmenler, bulundukları ülkelerde uyum kurslarına katılacaklar ve daha sonra sınava girerek, başarı derecesine göre değerlendirme yapılacaktı. Yapıldı da… Zira Türkler, kendileri için geçersiz olan bu yasa için mücadele ettiler.

Türkiye’nin, AB ile yaptığı ‘1963 Ortaklık Anlaşması’ uyarınca, Türk vatandaşlarının uyuma zorlanamayacağı yönündeki itirazı 4 yıl sürüncemede kaldı. Daha sonra Türkler’in yargıya başvurusu sonuç getirdi ve 2011 yılında Türkler bu zorunluluktan muaf tutuldu.

O zamanlar bu karar karşısında çok sevinmiştik. Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve hukukçularımızın mücadelesi sonuç vermişti.

İlhan KARAÇAY yazdı:

A’dan Z’ye ‘Uyum mecburiyeti’

*Hollanda, yargı tarafından verilmiş olan bir hakkı gasp ediyor.

*Bahaneleri ilticacılar ama asıl kurbanlar aile birleşimcileri.

*2007’de AB dışından gelenlere uyum mecburiyeti kondu.

*2011’de, 1963 AB sözleşmesine atıfta bulunan yargı, Türk vatandaşlarını kurs ve sınavdan muaf tuttu.

*1 Ocak 2021’de Türkler’e verilen hak geri alınacak.

Demokrasisi ile dünyada parmakla gösterilecek ülkelerden biri olan Hollanda, 10 yıl önce yargı kararı ile aldığımız bir hakkı, antidemokratik bir şekilde gasp ediyor.

Hükümetin almış olduğu yeni bir karara göre, yargı tarafından bize verilmiş olan bir hak,

1 Ocak 2021 tarihinden itibaren yok sayılacak.

Bu da yetmezmiş gibi, siyasetçiler hak gaspının 2021’den önce, yani şimdi başlatılması için hükümete baskı yapıyorlar.

Nedir bu önce verilen ve sonra da alınan hak?

Hollanda hükümeti 2007 yılında, Avrupa Birliği ülkeleri dışından gelecek olan göçmenlere uyum sınavı yasasını yürürlüğe koymuştu. Bu yasaya göre, Hollanda’ya gelecek olan göçmenler, bulundukları ülkelerde uyum kurslarına katılacaklar ve daha sonra sınava girerek, başarı derecesine göre değerlendirme yapılacaktı. Yapıldı da… Zira Türkler, kendileri için geçersiz olan bu yasa için mücadele ettiler.

Türkiye’nin, AB ile yaptığı ‘1963 Ortaklık Anlaşması’ uyarınca, Türk vatandaşlarının uyuma zorlanamayacağı yönündeki itirazı 4 yıl sürüncemede kaldı. Daha sonra Türkler’in yargıya başvurusu sonuç getirdi ve 2011 yılında Türkler bu zorunluluktan muaf tutuldu.

O zamanlar bu karar karşısında çok sevinmiştik. Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve hukukçularımızın mücadelesi sonuç vermişti.



N e var ki, aradan geçen 10 yıl sonra, Hollanda Sosyal İşler Bakanı Wouter Koolmees, yaptığı bir açıklamada, Türk vatandaşlarının, ortaklık anlaşması uyarınca sahip oldukları istisnai konuma, 2021'den itibaren son vereceklerini bildirdi.

Hollandalı Bakan’a göre, Türkiye kökenli göçmenler, Hollanda'ya yeterince uyum sağlayamamış. Bakan Koolmees, "Birçoğunun işi var ve toplumda aktif durumdalar ancak bazılarının Hollandaca ile ilgili sorunları var. Bu nedenle toplumda yollarını bulmakta zorlanıyorlar" gibi saçma bir ifade kullanmış.



Yeni yasa çıkarmalarının nedenini, 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişimi sonrası, Türkiye kaynaklı sığınma başvurularının ciddi biçimde artması olarak gösteren Koolmees, artan yeni göç dalgası ile birlikte uyum sınavının zorunlu hale geldiğini savunuyor ama, sığınmacıların Türkiye’de ne kurs görecek ve ne de sınava girecek durumda olmadıklarını gözardı ediyor.

Hollanda hükümeti ve siyasetçileri, asıl amacın aile birleşimini önlemek olduğunu örtbas edecek bir yalan bile bulamıyorlar. Yeni yasa sığınmacı yani ilticacı göçünü önlemek için deniliyor ama, asıl darbe aile birleşimcilerine vuruluyor.

Hollandalı siyasetçilerin gafları

Uyum kursu ve sınavı mecburiyetinden muaf tutulan Türkler için yeniden mecburiyet getirme fikri geçen yıl doğmuştu. Hemen hemen sıfıra inen Türk sığınmacı sayısı 2016’dan sonra çoğalınca, parlamentoda verilen bir önerge kabul edildi ve Sosyal İşler Bakanlığı yeni bir yasa hazırlamaya başladı.

Verilere göre, 2015 yılında Türkiye’den sadece 55 kişi sığınma talebinde bulunmuş. 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra bu sayı 1.300 olmuş. Avrupa Birliği ülkelerindeki ilticacı sayısı 4.180’den 21.975’e yükselmiş.



Hıristiyan Demokratlar Birliği CDA milletvekili Pieter Heerma ile Rene Peters, Demokrat 66 milletvekili Jan Paternotte ve VVD Partisi milletvekili Bente Becker yapmış oldukları açıklamalarda, 2011 yılında Türkler için yapılan ayrıcalığı ağır bir şeklilde tenkit ederlerken, Bakan Koolmes’i de eleştirdiler.

Bent Becker, Bakan için ‘Çok yumuşak-tembel’ deyimini kullanırken, ‘Uygulama 2011’de değil, hemen bugün başlamalı’ dedi.

Şimdi ne olacak?

Gelecek yıl Türk vatandaşlarına uyum sınavı zorunluğu uygulanması halinde, aile birleşimi ya da diğer nedenlerle Hollanda'ya yerleşecek olanlar, Türkiye'deki Hollanda temsilciliklerinde dil ve kültürel konularda kursa gitmek zorunda kalacak. (Basisexamen inburgering in het buitenland) .Kursun ardından girecekleri sınavlarda yeterli puan elde eden kişiler oturma izni almaya hak kazanacaklar. Uyum sınavını geçemeyenler, Hollanda'da yaşama hakkı elde edemeyecekler.

Hollanda’ya gelme şansını elde edenler, 3 yıl içinde yeniden uyum kurslarına katılacak (inburgeringscursus), daha sonra tekrar sınava (inburgeringsexamen) girecek ve uyum kursu diplomasını (inburgeringsdiploma) almak mecburiyetinde olacak. Bu işlemleri yapmayanlara ikamet izni verilmeyecek.

Türkler, burada kurs görmek için verilmekte olan 10 bin euroluk kredi (De Dienst Uitvoering Onderwijs (DUO)’dan yararlanamadılar. Gerekçesi de, Türkler’in kurs görme mecburiyeti olmamasıydı. Ama şimdi, 2021’den sonra bu krediden Türkler’in de yararlanması söz konusu olacak.

Bu konuda çok ilginç bir mahkeme kararı da var.

Utrecht mahkemesi, uyum kursu için kredi alamayan bir Türk sığınmacı hakında karar verirken şu açıklamayı yaptı: ‘… Bakanlık, bu konudaki uygulamaları hesapsız bir şekilde yapmış. Türkler’in uyum kursundan muaf tutulması kararı, her Türk için geçerli olmamalıdır. Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan sözleşme, sığınmacılar için değil, anlaşma gereği buraya gelenlerin aile birleşimi için geçerlidir.’

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, 2016’dan sonra çoğalan ilticacı sayısı nedeniyle, aile birleşimi için buraya gelecek olanlar mağdur duruma düşecekler.

Bakalım şimdi bizim devletimiz ve bizim temsilcilerimiz bu konuda hangi girişimlerde bulunacaklar.

Tabii ki buradaki Sivil Toplum Kuruluşları da boş durmayacaktır.

Hollanda’daki hukukçularımız da…



Avukat Nazmi Türkkol, ATV muhabiri Fatih Özyar’a açıklama yapıtı



Örneğin, Amsterdam’da ünlü bir hukuk bürosunun ortaklarından Nazmi Türkkol, ATV ve SABAH muhabiri Fatih Özyar’a şu açıklamayı yaptı: ‘Şahsen entegrasyona karşı olmadığımı belirtmek isterim, İnsanların yaşadıkları yerlere uyum sağlaması hem toplum yararına ve hem de kendi yararınadır. Avrupa Mahkemesi’nin daha önce vermiş olduğu karar ortadadır. Bu karar çok nettir. Türkiye’den gelecek olanlara, Avrupa Birliği ile yapılan 1963 anlaşmasına göre hiçbir mecburiyet getiremezler. Yani Türkler, yerli halkın sahip olduğu haklara sahiptirler ve zoraki kurslara tabi tutulamazlar. Zoraki mecburiyetler belli gruplara uygulanmamlı. Bence Hollandalı hakimler, Türkiye’den aile birleşimi için gelecek olanlara yeni yasayı uygulatmazlar. Hollanda hükümeti uygulamaya başlamadan önce biz zaten mahkemelere itirazlarımızı taşıyacağız.’



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



HAYDAAAAAAA!

Gurbetçiye şimdi de Genel Sağlık Sigortası primi…

Türkiye’de ikamet kaydı yaptırmış olanlara 15 bin liraya kadar birikmiş borç…



Ülkemize tam 60 yıldır döviz taşıyan gurbetçi yurttaşlarımıza reva görülen sömürü devam ediyor.

Tatilimize otomobil ile girmek istedik, ‘Triptik parası’ dediler.

Askerlikten muaf olmak istedik ‘Bedel’ dediler.

Daha pek çok isteğimiz için hep ‘Bedel’ diyen devlet babamız, şimdi desürekli bir bedeli sırtımıza yükledi.

Bugüne kadar hiç duymadığımız bu yeni bedelin ne olduğunu sevgili dostum İbrahim Görmez’in telefonu ile öğrendim ve araştırmaya başladım.

Amsterdam’da yaşayan ve ömrünü Hollanda’daki yurttaşlarımıza hizmet etmeye adamış olan İbrahim Görmez, Hollanda Türk İslam Federasyonu başkanlığından başka, Türkler için Radyo Televizyon yayını yapan İOS’e de başkanlık yapmış bir kıymetlimizdir.

İbrahim Görmez, şimdilerde emekliliğin tadını çıkarmakta ve sık sık İzmir’deki evine gidip gelmektedir.

Eeee, İzmir’de sık sık bulunacağı için, orada ikamet ettiğini tescillemek için ikamet kaydı yaptırmış olan Görmez, bu kayıt nedeniyle başına geleceklerden habersizdir.

Görmez, İzmir’e son gidişinde evine gelen posta içinden çıkan bir mektupta 8 bin lira borçlu olduğunu görmüş. Görmez telefon ettiği sırada yanında bulunan Feyzullah Hoca 15bin, Memiş Yurt da 12 bin lira borçlu olduklarını fısıldadılar.



İbrahim Görmez ile daha önce yaptılan bir söyleşi esnasında…



Hollanda’da yaşadıkları için, burada hastalık sigortası bulunan bu kardeşlerimize Türkiye’de, Genel Sağlık Sigortası için aylık 76 lira bedel keslmiş. Gecikme faizleri ile birlikte bu 76 liralar 15 bin lirayı bulmuş.

Yapmış olduğum araştırmada, 2012 yılında Türkiye’de böyle bir sigortanın yürürlüğe girdiğini öğrendim. Biz yeni öğrendik ama, meğerse Türkiye’de yığınlar bu sigortayı protesto etmek için sokaklara dökülmüş vepolisten dayak yemiş.

‘Sorun, Türkiye’dekilerin sorunu’ deyip atmak doğru eğil ama, biz gurbetçileri hiç ilgilendirmemesi gereken bu yeni yükü size anlatmadan önce, kendilerine cezalı borç mektubu gelmiş olan yurttaşlara şu uyarıyı yapayım:

İkamet ettiğiniz Belediye’den Historisch Uittreksel adındaki belge ile sigortalı olduğunuza dair belgeyi, konsolosluktaki Nüfus Bölümü’ne götürün. Pasaportunuzda tabii ki giriş çıkış mühürleri de lazım olacaktır.

Şimdi gelelim, biz gurbetçileri hiç ilgilendirmeyen, 2012 yılında yürülüğe girmiş olan Genel Sağlık Sigortası’na:

GSS NEDİR?

Genel Sağlık Sigortası (GSS) tüm vatandaşların sağlık hizmetlerinden eşit şartlarda faydalanabilmeleri için oluşturulmuş olan bir sistemdir. Genel Sağlık Sigortası’ndan faydalanmak isteyen vatandaşlar GSS primlerini ödemek zorundadırlar.

Genel Sağlık Sigortası (GSS), çalışmayan ya da herhangi bir sosyal güvencesi bulunmayan kişilerin devlet tarafından belirli bir ücret karşılığı ya da ücretsiz olarak sağlık hizmetlerinden faydalanmasıdır. Herhangi bir sosyal güvenceniz yoksa zorunlu olarak genel sağlık sigortası kapsamına geçmeniz gerekiyor. Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında ödeyeceğiniz aylık GSS primi ise gelir durumunuza göre belirleniyor. Eğer gelir testi sonucu hane halkı ortalama geliriniz net asgari ücretin 1/3'ünden az olursa prim ödemeden yeşil kartlı olarak sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsiniz. Eğer gelir testi sonucu gelir sonucunuz net asgari ücretin 1/3'ünden fazla olursa ya da hiç gelir testi başvurusu yapmadan genel sağlık sigortası kapsamına geçmeyi talep ederseniz bu durumda ise GSS G1 kapsamında prim ödemesi yaparsınız.

Birikmiş olan Genel Sağlık Sigortası borçlarını ödemek isteyen prim borçluları, gecikme zammı öderler

2019 YILI GSS PRİMİ NE KADAR?

Önceleri sigortalılar gelir testine girerek, hangi gelir durumunda olduğunu tespit ettiriyor ve 3 gelir düzeyinden birine göre genel sağlık sigortası ödemekteydi.

Ancak, 6824 sayılı Kanunla birlikte artık sigortalılar gelir testine girmek mecburiyetinde değildir. Sigortalılar gelir testine girmezlerse brüt asgari ücretin %3'ü kadar prim öderler. Gelir testine girerlerse, alt dilime girmesi sonucunda hiç gss primi ödemeden muayene olabileceklerdir.

Bu durumda 2019 yılında ödenecek en fazla GSS primi; 2.558,40 x %3= 76,75 TL olacaktır. Geliri net asgari ücretin 1/3'ünden az yani 2019 yılı için 852,8 TL olanlar yeşil kart kapsamında tescil edilecekler. Genel Sağlık sigortasında prim ödemeden sağlık hizmetlerinden faydalanacaklar.

Gelir testi nedir?

Gelir testi, genel sağlık sigortası kapsamında olmayan vatandaşların ve aile bireylerinin gelirini tespit edilmesiyle sağlık hizmetlerinden faydalanabilmesine olanak sağlayan bir testtir. Genel sağlık sigortası kapsamında olmayan, yani çalışmayan, işyeri sahibi olmayan, 65 yaş, harp ya da vazife malullüğü aylığı ile işsizlik ödeneği gibi herhangi bir geliri olmayan kişiler gelir testi yaptırarak genel sağlık sigortası kapsamında sağlık hizmetlerinden faydalanabilir.

Gelir testine tabi olan aile bireyleri kimlerdir?

Gelir tespitinde, aynı hane içinde yaşayan eş, evli olmayan çocuk, büyük ana ve büyük babadan oluşan aile esas alınır. Aile bireylerinden birinin veya birkaçının genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi olması, diğer aile bireylerinin genel sağlık sigortalılığı için yapılacak gelir tespitinde esas alınmalarına engel teşkil etmez. Yaşları ne olursa olsun aynı hanede yaşayan evli olmayan çocuklar gelir tespitinde aile içinde değerlendirilir. Öğrenim nedeniyle geçici olarak aynı hanede yaşamayan yirmibeş yaşını doldurmamış evli olmayan çocuklar, öğrenimleri süresince aile içinde değerlendirilir. Aynı hanede birden fazla aile yaşaması durumunda her bir aile için ayrı gelir tespiti yapılır. Gelir testine tabi tutulacak kişi ile aynı hanede yaşamayan ana ve baba için bakmakla yükümlü olunsa dahi ayrı gelir tespiti yapılır. Kendisine kanuni temsilci atanan kişilerin aynı hanede birlikte yaşadıkları eşi, evli olmayan çocuğu, ana ve babası gelir tespitinde esas alınır. Bu fıkrada belirtilen eş, evli olmayan çocuk, ana ve baba dışında, aynı hanede birlikte yaşasalar dahi kanuni temsilcileri gelir tespitinde değerlendirilmez.

Nasıl yaptırılır?

Gelir testi Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hizmet kapsamında olan genel sağlık sigortası ve sağlık hizmetleri ile bağlantılı bir testtir. Bununla birlikte gelir testi sanıldığının aksine Sosyal Güvenlik Kurumu’nun temsilciliklerinde değil, kişinin ikamet adresinin bağlı olduğu il ya da ilçedeki vali ya da kaymakamlık bünyesinde hizmet veren sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına başvurularak yapılır.

Gelir testi kim için yapılacaksa o kişi bizzat başvurmalıdır. Zaruri hallerde gelir testi yaptıracak vatandaşın birinci dereceden olmak şartıyla bir yakını tarafından da başvuru yapılabilir. Gelir testi için herhangi bir belge talep edilmez. Başvuru için vatandaşa verilen formun doldurulup teslim edilmesi yeterlidir.

Form doldurulup teslim edildikten sonra kurum tarafından kişinin ve hane halkının geliri tespit edilir. Bunun için aynı ikamet adresindeki bireylerin gelirleri, taşınır ve taşınmaz malları, harcamaları ve giderleri tespit edilir. Bu süreç zaman zaman yetkililer tarafından ev ziyareti yapılarak da yürütülür. Gelir testi yapılırken dikkate alınacak unsurlar şu şekildedir;

• Ailenin aylık geliri,

• Aile kendi evinde ya da kira ödemeden bir başkasının evinde oturuyorsa, evin rayiç bedelinin 240’ta biri.

• Ailenin oturmadığı başka konutu varsa bunların da 240’ta biri. Aile bu konutu kiraya vermişse, kira bedeli.

• Dükkanlar için rayiç bedelin 240’ta biri.

• Arazi ve tarlaların rayiç bedelinin 240’ta biri.

• Binek otomobil ya da ticari amaçlı binek araç için rayiç bedelinin 120’de biri.

• Büyükbaş ya da küçükbaş hayvanlar varsa, ilçe ya da il Tarım Müdürlüklerince bunlar için tespit edilen aylık gelir.

• Bankadaki mevduat hesapları için aylık faiz getirisinin iki katı tutar.

• Sürekli olarak alınan burs, yardım gibi ödemelerin aylık ortalaması.

• Diğer tüm gelirlerin aylık ortalaması.

Bununla birlikte ailenin giderleri hesaplanırken de şu kalemler hesaba katılır;

Giyim, Gıda, Yiyecek, Kira, Eğitim, Sağlık, Ulaşım, Sigara gibi tüm harcamalar.

Yapılan incelemeler sonucunda aile içindeki bireylere düşen gelirin aylık tutarının, güncel prime esas kazanç alt sınırının üçte birinden az olması durumunda aile bireyleri ve bakmakla yükümlü olduğu bireyler genel sağlık sigortası kapsamına alınır. Bunun sonucunda aile bireyleri herhangi bir prim ödemez, bu kişilerin primleri SGK tarafından ilgili kamu idarelerinden tahsil edilir.

Gelir testi yaptırmak zorunlu mudur?

2017 Nisan ayına kadar gelir testi yaptırmak zorunluydu. Ancak 2017 nisan ayındaki bir değişiklik ile gelir testi yaptırma zorunluluğu ortadan kalktı. Bunun yerine tüm vatandaşlar için sabit bir genel sağlık sigortası primi belirlendi. Asgari ücretin %3’ü oranında, 60,89 TL olarak belirlenen bu tutarı sosyal güvencesi olmayan vatandaşlar dışarıdan ödeyerek genel sağlık sigortası kapsamına girebilecek. Bununla birlikte isteğe bağlı olarak gelir testi yaptırıp yeterli geliri olmadığını tespit ettiren vatandaşlar ve hane içindeki aile bireyleri herhangi bir ödeme yapmadan kapsama alınmaya devam edecek. İşsizlik durumu dışındaki vatandaşlar için gelir testi başvurusunun süre bakımından bir kısıtı olmamakla birlikte işsiz kalan vatandaşların kurum tarafından kendilerine genel sağlık sigortası kapsamından çıktıklarının tebliğ edilmesinden sonra en geç bir ay içinde başvurmaları gerekir.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY yazdı:

LAHEY’DE DAĞ FARE DOĞURDU

Düşüşüne şahit olduğum THY uçağı ile ilgili iddialar muallakta kaldı



*Boeing’in, suçu Türk pilotlara yüklemek için, Hollanda Araştırma Komisyonu’na baskı yaptığı iddiası soruşturuldu ve dağ fare doğurdu

*Boeing CEO’su David Callhoun Lahey’deki soruşturmaya çağrıldığı halde gelmedi



New York Times’ın ocak ayında yayınladığı, THY uçağının Amsterdam’a düşüşü ile ilgili bir haber Hollanda parlamentosunu ayağa kaldırmıştı.

NY Times, büyük bir tesadüf eseri benim de eşim ile birlikte şahit olduğum, 25 Şubat 2009 günü Amsterdam’ın Schiphol Havalimanı’na inerken yere çakılan ve 9 kişinin ölümüne sebep olan THY’ye ait 737-800 tipi uçağın düşüş nedeni hakkında hazırlanan raporun, Boeing yönetiminin baskısı ile değiştirildiğini yazmıştı.

O zamanki araştırma komisyonunda yer alan Yüksek Öğrenim Üyesi Sidney Dekker’in, 10 yıl sonra ortaya çıkıp ‘Hazırladığımız nihai rapor, Boeing yönetiminin baskısıyla değiştirildi’ şeklindeki iddiası üzerine, Hollanda parlamentosu bir araştırma komisyonu kurulmasını kararlaştırdı. Boeing firması ve Amerika Federal Güvenlik yetkililerinin baskısıyla, Hollanda Güvenlik Kurulu’nun hazırladığı nihai rapordan, uçağın üretici firmasına ait hataların çıkarıldığı iddiası, o zamanki Başkan Pieter van Vollenhoven’i de töhmet altında bırakmıştı.



Hollanda parlamentosunda 6 şubatta yapılan komisyon araştırmasına, Boeing’in CEO’su David Callhoun çağrılmasına rağmen katılmadı.

"THY uçağının düşüşünde, Boeing'in sistemsel tasarım hatalarının da etkili olduğu" yönünde hazırladığı raporun sümen altı edildiğini iddia eden Prof. Dr. Sidney Dekker, Avustralya’da olduğu için video bağlantısı ile ifade verdi. Dekker, NY Times’a yaptığı açıklamada, Hollanda’dan Boeing’e giden nihai raporda, kazanın imalat hatasından çok, Türk pilotların dikkatsizliğinden kaynaklandığının yazılı olduğunu iddiasını yineledi. Avustralya’dan video kanalıyla verdiği ifadede iddiasını tekrarlayan Dekker’e karşı, eski başkan Pieter van Vollenhoven, Boeing yönetiminin baskısı altında kalmadıklarını, raporda kesinlikleiddia edilen ifadenin yer almadığını belirtti.

Van Vollenhoven, iddianın asılsız olduğunu belirtirken, ‘Biz raporumuzu baskı ile hazırlamadık. Raporumuzda, kazanın üretim hatasından meydana geldiğini açıkça yazdıktan sonra, pilotlarda da hafif bir insani hata olduğunu belirttik. Haberde yazıldığı gibi raporun, Boeing’in hatasını hafifletici ifadeler kullanmadık.’ dedi ve böylece de dağ fare doğurmuş oldu.

Pieter van Vollenhoven kimdir?

Hollanda Prensesi Margriet ile evli olan Pieter van Vollenhoven, kayınbabası Prens Bernhard’ın gazabına uğradı ve Kraliyet Ailesi dışında tutularak ‘Prens’ ünvanı verilmedi.

Van Vollenhoven, THY uçağının düşmesinden iki saat sonra olay yerindeydi. Kara Kutu’yu kendisi teslim aldı ve hiç kimseye ve kuruluşa vermedi. O sırada yaptığı açıklamalar sırasında da THY açısından olumlu beyanatlar veren van Vollenhoven, kendisi ile yaptığım görüşmede de, olayı çarpıtmak isteyen Hollanda medyasına malzeme vermemişti.

DÜŞÜŞE ŞAHİT OLUŞUMUN HİKÂYESİ VE SONRA YAŞANLAR



25 şubat Çarşamba günü, eşimi Heemskerk’teki ablasına götürüyordum. Öylesi bir tavır içindeydim ki, sanki bir güç beni o acı tesadüfle buluşturmak için oyalanmaya zorluyordu.

Önce hiç gereği yokken bir benzin istasyonuna girdim. Sonra, daha güzel bir manzara seyretmek için, Almere’de sahil yoluna girdim. A9 oto yoluna girdikten sonra Haarlem üzerinden Heemskerk güzergâhına girdim. Hızım 95 kilometreyi geçmiyordu.

Saat 10.26’da sol tarafımda Schiphol Havalimanı’nı gördüm. Uçaklar havaalanına A9 oto yolu üzerinden iki noktadan iniş kalkış yaparlar. Biri, Kuzey Doğu’dan Amstelveen üzerinden, diğeri de Kuzey Batı’dan İjmuiden üzerinden. O sırada uçaklar Kuzey Batı’dan iniş yapıyorlardı.

Tam saat 10.27’ de, 3 kilometre ileride ve sağ tarafta bir uçağın normalden daha hızlı bir şekilde yere indiğini görünce “eyvah uçak düştü” diye bağırdım. Ama daha sonra “Yok yok, o uçak piste iniş yapmıştır” dedim. Ama saniyeler içinde, pistlerin, sonra sol tarafımda olduğunu hatırladım. Önce otoyolu aşılmalıydı. Endişe ve merak içinde uçağın indiği yere yaklaştım. Ağaçlar arasından dikkatle bakarken eşime, “ Bak, ağaçların arkasındaki uçak değil mi?” diye sordum. Evet, yerdeki bir uçaktı ve yerden buharlar yükseliyordu.

Oto yolu üzerinde, yerdeki uçağın tam karşısına geldiğimiz zaman uçağın üzerinde kocaman TURKISH yazısını görünce bu kez “Eyvah THY uçağı” diye bağırdığımı hatırlıyorum.

O an nasıl bir şok durumu ve panik içine girdiğimi izah edebilmem çok zor.

Ama yine de gazetecilik ruhum beni kendime getirdi. Öncelikle yakında olan gazeteci kardeşlerimi aramaya başladım. Hürriyet’ten Ünal Öztürk, Anadolu Ajansı’ndan Yusuf Bakırcı, Zaman’dan Basri Doğan ilk aradığım kardeşlerim oldu. Sonra THY Müdürlerini aradım. Önce Amsterdam Müdürü Paşa Çetin’i aradım ve acı haberi verme talihsizliğini yaşadım. Sonra, şimdi Brüksel’de görev yapan eski Müdür Güngör Karaoğlu’nu aradım.O an Karaoğlu İstanbul’daydı.

Komfortours’dan Osman Çelik, Corendon’dan Berk Güden’i de aradıktan sonra bu kez benim telefonum çaldı. Arayan NTV Televizyonu idi. Geçmiş yıllarda muhabirliklerini yaptığım için kayıtlarında benim de telefon numaram vardı.

“İlhan bey, sizin orada THY uçağı düşmüş, acaba sizde bu konuda bilgi var mı?” diye sordukları zaman, “Bende bilgi çok” dedim. “Ne gibi?” dediler. “ Şu anda düşen uçağın yanındayım” deyince onlar da heyecanlandı ve “ Hemen canlı yayına alıyoruz” dediler.

Böylece, THY uçağının düşmesini canlı yayında duyuran dünyadaki ilk televizyon NTV oldu.

Canlı yayında neler anlattığımı hatırlamak bile istemiyorum. Çok feci bir durumu anlatıyordum. Uçağın içinden dışarı fırlayan yolcuların çok sakin bir şekilde dolaşmaları da korkutucuydu. Emsal göstermek iyi değil ama, durumu anlatabilmek için emsal göstermeliyim. Zihinsel özürlülerin kaldığı bir hastane bahçesini düşünün. O bahçede dolaşan hastaların hengi haletiruhiye içinde olduğunu göz önüne getirin. İşte uçağın etrafında dolaşanlar da o haletiruhiye içindeydiler. Açıkçası; deliler gibi dolaşıyordular. Yani şok durumundaydılar. Yanımdaki eşim, uçaktan çıkanları sayarken ağlıyordu. “Tam 50 kişi” demişti eşim. Ben de canlı yayında, “Şu anda uçağın etrafında 50 yolcu dolaşıyor” demiştim.

Sonradan bu sayının tamı tamına doğru olduğu meydana çıktı. Zira sonradan yapılan açıklamada 84 yaralı olduğu açıklanmıştı. 50 + 84= 134 yapıyordu. Ama maalesef, o 84 yaralının 9’u da ölmüştü.

NTV’ deki canlı yayından sonra diğer televizyon kanalları aramaya başladı. Bunların bir kısmı telefonumu tabii ki NTV’den almıştı. Bir kısmında da benim telefon numaram vardı. Ne de olsa çoğu eski dostlarımdı. Mübalağasız, en az 15 TV kanalından arandım. Bu arada Hollanda’ nın NOS Yayın Kurumu da, bir Türk çalışanının NTV’yi izlemesi sonucunda bana bağlandı. Hollanda radyosuna da olayı canlı veren ilk gazeteci oldum. Bir saat sonra Fransız Kanal 5 televizyonu da telefonumu bulmuş. Oradan aradılar. Üç saat sonra da Kanada CNN’ den arandım. Canlı yayınlara bağlanma işi akşam geç saatlere kadar sürdü. O ana kadar benim haletiruhiyemde bir anormallik olmadı. Çünkü işimle meşguldüm. Ama akşam işler bittikten sonra ve de TV kanallarında görüntüleri izlemeye başladıktan sonra benim de haletiruhiyem bozuldu. Uyumak mümkün olmadı. Üç gün kendime gelemedim.Taaa ki, üç gün sonra, cumartesi günü, arkadaşlarım, Kuzey Hollanda İl Genel Meclisi Üyesi Köksal Gör ve UETD Başkanı ve yazarımız Veyis Güngör’ün, olay yerine çiçek ekişleri sahnesine kadar...

İşte o sahneyi televizyonda gördüğüm anda patladım ve hıçkırıklara boğuldum. Tam üç gün kendi kendimi yiyip bitirmiştim. Ağladıktan sonra gevşeyebildim.

Olaydan bir gün sonra Hollanda’nın BNR Radyosu’nda gazetecilerin açık oturumu yayınlanıyordu. Konu THY kazası idi. Bu ara, haberin hangi yayın organında ilk önce yayınlandığı tartışımaya başlandı. Her biri bir şeyler söylüyordu. Bu adamların tabii ki benim NTV’ye bağlanışımdan haberleri yoktu ama, kendi radyoları NOS’a bağlanışımdan da haberleri yok muydu?

İşte böyle değerli okurlarım. Bir kazanın, benim üzerimdeki etkisi böyleydi. Aynı kaza, burada yaşayan Türk toplumu üzerinde de büyük bir etki yaratmıştı.

Kazadan bir yıl sonra, uçağın düştüğü yere bir anıt dikilmişti. İşte o haber

“Sizin acınız, bizim acımızdır”

Amsterdam’da düşen THY kazazedeleri ve kurbanları için anma töreni yapıldı.Uçağın düştüğü bölgeye bir anıt dikildi

AMSTERDAM,- Geçtiğimiz yılın Şubat ayında Amsterdam'ın Schiphol havalimanına inişi sırasında bir tarlaya düşen THY'ye ait uçakta ölenler için anlamlı bir anma töreni düzenlendi ve uçağın düştüğü bölgeye bir anıt dikildi.

Düzenlenen anma töreni sonrası kaza yerinin yakınındaki anma ve dikilen anıtın açılış törenine Haarlemmermeer Belediye Başkanı Theo Weterings, Rotterdam Başkonsolosu Esen Altuğ, Lahey Büyükelçiliği 2. Katibi Alper Boşuter, THY Amsterdam Müdürü Metin Gözüaçık, ABD'nin Amsterdam Başkonsolosu Ruterbories, kazazedeler¸ kurtarma ekibi görevlileri ile çeşitli kurum ve kuruluşlardan yetkililer katıldılar.





263 kazazede ve yakınlarının gözyaşlarına boğulduğu anıtın üzerinde Türkçe, “Sizin acınız, bizim acımız”, Hollandaca “Uw leed is ons leed” ve ingilizce olarak da “Your grief is our grief” yazısı bulunuyor.

25 Şubat 2009 tarihinde meydana gelen kazada, pilotların da aralarında bulunduğu 9 kişi yaşamını yitirmiş, yaklaşık 80 kişi yaralanmıştı. Kaza sırasında civardaki evlerden ve işyerlerinden yardıma koşanlar için Haarlemmermeer Belediyesin'de düzenlenen törende 14 kişiye madalya verildi.



Törende bir konuşma yapan Haarlemmermeer Belediye Başkanı Theo Weterings, “Uçakta bulunan herkes 25 Şubat 2009'u hayatlarını kesin olarak değiştiren bir olay olarak hatırlayacaktır. Kaza yerinin yakınında oturanlar ve o sırada arabalarıyla yoldan geçmekte olan sürücüler, kendiliğinden uçak yolcularının yardımına koşmuşlardır. Bu vatandaşlar kendi hayatlarını tehlikeye atarak yardım ettiler. Bunun için kendilerine özellikle müteşekkiriz. Bugün hepimiz acıların ne zaman biteceğini açıklayan kesin bir sürecin var olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bunun içindir ki bu yerin ve bu anıtın büyük bir önemi vardır. Hayatını kaybeden 9 kişinin anısına, taş ve 9 ağacın bulunduğu bu yer. Burası, herkesin kendince, kendi anısını yaşatabileceği bir yerdir. Sizin acınız, bizim acımızdır.” dedi.

Tekirdağ kurbanlarının anısına dikilen anıt taşına çelenk bırakan Rotterdam Başkonsolosu Esen Altuğ, törende yaptığı konuşmada, “Hepimizi derin üzüntüye sevk eden bu olayda Hollanda kuruluşlarının ve yetkililerinin bizimle yakın bir dayanışma ve işbirliği sergilemiş olmalarından duyduğumuz memnuniyeti belirtmek isterim. Haarlemmermeer Belediyesi'nin kazazedeler anısına yaptırmış olduğu bu anıtı, bu dayanışmanın bir simgesi olarak görüyoruz” dedi.



Törende ABD'nin Amsterdam Başkonsolosu Ruterbories de bir konuşma yaptı. Tekirdağ uçağının inişe geçtiği Polderbaan pisti tören sırasında hava trafiğine kapatıldı.

Kazazedelerden Gülseren Yıldırım, Ahmet Tokgöz ve Yavuz Yıldırım anma töreninde duygulu anlar yaşayarak yaptıkları açıklamada, kazanın şokundan hala kurtulamadıklarını belirterek “O kaza gününden bugüne tam bir yıl geçti ama inanın sanki dün olmuş gibi hala o anı yaşıyoruz. Buraya hayatını kayıp edenler için dualar etmeye geldik. O dehşet anını inanın unutmak kolay olmayacak” diyerek sağlık durumlarının da pek iyi olmadığını söylediler.

İzler silinemiyor!

Tören sonrasında acılarını dile getiren kazazedelerden bazılarının konuşmaları şöyle:

Ahmet –Sıdıka Tekgöz (Schiedam): Kazadan bu yana, yeni yaşamımızda, birinci yaşımızı yaşıyoruz. Canı veren de, alan da Allah’tır. Sanki bu gün düşmüş gibi içimizdeki duygular.İki pilotumuz da şehit oldu. Kazadan 40 gün sonra ablam vefat ettiği için mecburen Türkiye ye gitmek zorunda kaldım.Giderken üzüntülü olduğum için korkmuyordum.Fakat dönüşte bayağı zorluk çektim.Ve uçağa binip binmeme konusunda tereddüt geçirdim.

Sefer Barış (Apeldoorn): Ben uçakta, 7’nci sırada oturuyordum. Aslında o gün bu uçakla gelmeyecektim, son anda gelmeye karar verdim. Yaralı olarak kurtulup, olay yerindeki en yakın çiftlik evine giderek, yardım istedim. Daha sonra ambülans ekibi mudahale yaparak, boynumun ve kolumun kırık olduğu teşhisini koydular ve ilk müdahale orada yapıldı. 3 hafta hastanede kaldım, ameliyat oldum. Halen boynum ve kolumda 2 metalle yaşamımı sürdürüyorum. Vücut fonksiyonlarım tam olarak çalışmıyor. 1 yıl benim için çok zor oldu. İşimi göremiyorum.maddi ve manevi zarar gördüm, sağlığım nedeniyle işimi yapamıyorum. Uçak düştüğünde, Hollanda makamlarının gerçekten özverili çalıştıklarını hiç kimse inkar edemez. THY, maddi ve manevi destklerini hep devam ettirdi. Bugün bu anma töreninde, her şeyi yeniden yaşamak insana başka duygular yaşatıyor. Düştüğünüz yeri görüyorsunuz, bugün o günü tekrar yaşadım. Benim için buruk bir gündü!..

Yavuz – Gülşen Yıldırım (Utrecht): “Olay sırasında ben ve eşim oğlum gökmen uçakta idik. Böyle bir töreninin düzenlenmesi gerçekten güzel bir inisiyatif. Tören boyunca ister istemez o anları hatırladık. Gerçekten o anları unutmak mümkün değil. Şu ana kadar olayın sitresini hala üzerimizden atlatamadık. Kaza ilgili olarak avukatlarımızla görüşmeler devam etmekte.

O günden bu güne uçağa binmekte zorlanıyorum. Eskiden ayda iki defa Türkiye’ye giderken şu an uçağa binemiyorum. Keşke olmasa idi.Bunu da görecekmişiz. Kaderden kaçınılmıyor.Uçaktan çok korkmaya başladık. Oğlum bırakın uçağı, asansöre bile binmiyor.”

Mustafa Bahçecioğlu (Roosendaal) : “Duygularımız çok karışık. Haarlemmermer belediyesine çok teşekkür ediyoruz.Otobüste bu gün olay yerine giderken bile birden heycanladık.Allah’a şükür ediyoruz ki yaşıyoruz. Duygularımız çok karışık. Geçirdiğimiz bu yıl ilk zamanlara kadar etkilemeyeceğini düşündük.Ama aradan bir ay geçtikten sonra ilk önce uykusuzluk başladı.Sabah uyanamamak, konsentrasyon bozukluğu ve agresiflik gibi problemlerle yaşamaya başladık. İlk etapta bunu çabuk atlatırım diye düşündüm ancak bu böyle olmayıp, geçen Kasım ayından bu yana profesyonel psikolojik destek alıyorum. Olacak gibi değil. Bu kaza benim gerek iş, gerekse günlük yaşamımı etkiledi, maddi olarak olumsuz şekilde etkilendim. Bu arada kazayı en az can kaybıyla atlatmaya neden olan, olayın kahramanları pilotlarımıza buradan rahmet diliyoruz. Pilotlarımız hakkında ortaya atılan spekülasyonlara hiç önem vermiyoruz.”

Mustafa Batman (Roosendaal): “Bugün tam 1 yıl oldu. Çok acı bir gündü. O günlere tekrar dönmüş olduk. 1 yıldır psikolojik ve fiziksel tedavi görüyordum. Bu anlamlı tören, bizim için bir dönüm noktasıdır. Duygularım şu an biraz karışık çünkü onlarca kişiyi uçaktan kendim kurtarmaya çalıştım. Çok sayıda ağır yaralının durumuna bizzat şahit oldum. Hatta ölenleri bile görmek beni derinden üzdü. Şu an hala fark ediyorum ki, o günler tekrar gözümün önünden geçiyor, hala unutamadım. Bu vesileyle pilotlarımızı burada anmadan geçmek olmaz. Allah rahmet eylesin.”

Ferruh Koral (Lahey): Yalnız yaşadığım için hiçbir kimseden destek görmedim, kendi kendimi tedavi etmeye çalışıyorum. Bugüne kadar geçirdiğim en kötü yıldı. Bel ve boynumdan geçirdiğim sakatlığım hala devam ediyor. THY, beni Türkiye’ye götürerek muayene yaptırdı. Ameliyat dediler, yaptırmadım. Hollanda’ya geri döndükten sonra hiçbir kimse arayıp, sormadı. Şuan kendi ağrılarımla uğraşıyorum. Sigortam ise ‘sana şu kadar ödeyebiliriz, fazlasını ödeyemeyiz’ dedi. Profesyonel tedavi görmem gerekir ama maddi imkanlarım buna el vermiyor. Avukatlarım konuyla ilgili takibatları sürdürüyor.”



’Uw leed is ons leed’

Slachtoffers crashTurkish Airlines herdacht



İlhan KARAÇAY

AMSTERDAM,- In de akker vlak bij de Polderbaan waar een jaar geleden het toestel neerstortte van Turkish Airlines, is vorige week bijna driehonderd slachtoffers, nabestaanden, hulpverleners en andere betrokkenen hebben in een weiland in de de Poldercrash herdacht.

De vliegramp kostte aan negen inzittenden het leven en tachtig personen raakten gewond.



Tijdens de bijeenkomst werd een gedenksteen onthuld ter nagedachtenis aan de slachtoffers van de vliegramp met een toestel van Turkish Airlines, die precies een jaar gelden het leven kostte aan negen inzittenden. Tachtig mensen raakten gewond.

Na toespraken van de burgemeester van Haarlemmermeer, de ambassadeur van Turkije en de consul-generaal van de Verenigde Staten werd een moment stilte gehouden.

Op de gedenksteen staat de tekst Uw leed is ons leed, in drie talen, voor de Nederlandse, Turkse en Amerikaanse slachtoffers. Burgemeester Theo Weterings sprak die woorden tijdens een herdenkingsdienst in maart vorig jaar.

De steen, een symbool voor de romp van het vliegtuig die na de crash nog weken in het weiland langs de A9 lag, is het middelpunt van een klein parkje. De gemeente richtte de plek in als permanente herdenkingsplaats. Rond de steen staan negen bomen, als herinnering aan de negen dodelijke slachtoffers.

„We weten nu allemaal dat het pad van de verwerking bochtig is, en geen duidelijk afgebakend einde kent. Ook daarom is deze plek, dit monument, van groot belang. Dit is de plek waar iedereen, op zijn of haar eigen moment, kan blijven herdenken”, aldus Weterings.

Voorafgaande aan de eenmalige herdenkingsbijeenkomst, die op nadrukkelijk verzoek van betrokkenen werd gehouden, ontvingen achttien burgers uit handen van burgemeester Theo Weterings in het gemeentehuis Haarlemmermeer een erespeld omdat zij na de crash direct hulp hadden verleend. Onder hen omwonenden, maar ook automobilisten die op de A9 reden en het toestel voor hun ogen zagen neerstorten.



„Deze burgerhulpverleners hebben levens gered, slachtoffers ondersteund en de professionele hulpdiensten geholpen. De samenleving is gebaat bij burgers, die het eigen belang en het eigen gevaar opzijzetten ten behoeve van anderen”, aldus Weterings die sprak van een heldendaad.

De herdenking werd bijgewoond door bijna alle passagiers die de crash hebben overleefd. Voor velen was het de eerste keer dat zij terug waren op de rampplek. De slachtoffers van de Poldercrash worden al een jaar gevolgd door de GGD van de veiligheidsregio Kennemerland. De organisatie verleende kort na het ongeval de eerste hulp en ging later over op het coördineren van verdere hulpverlening. Uit onderzoek blijkt dat de meeste betrokkenen nog steeds kampen met fysieke en geestelijke klachten. „We moeten deze mensen nog jaren blijven volgen, om ze indien nodig de juiste hulp te kunnen bieden”, aldus Ineke van der Zande, directeur van GGD Kennemerland.

Uit een uitgelekt rapport van de Onderzoeksraad voor Veiligheid van Pieter van Vollenhoven blijkt dat de afstand waarop vliegtuigen in een rechte lijn op de landingsbaan moeten aanvliegen, zes mijl is. Maar bij de Polderbaan zou daar regelmatig van worden afgeweken, zodat er meer vliegtuigen kunnen landen. Dit zorgt ervoor dat toestellen vrij dicht op de baan een scherpe bocht moeten maken om te kunnen landen



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com







MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





İlhan KARAÇAY bir nankörlüğü hatırlatıyor:

Auschwitz Kampı’nın kurtarılışı anıldı ama, Hitler’in yıkılışına sebep olan İsmet İnönü unutuldu.

Hollanda Başbakanı Rutte’nin 75 yıl sonra Yahudiler’den özür dilemesi eleştiri konusu oldu



Hollanda Başbakanı Rutte anma töreninde



Nazi döneminde bir milyonu aşkın Yahudinin öldürüldüğü Auschwitz kampının Sovyet birliklerince kurtarılmasının 75'inci yıldönümü dün törenlerle anıldı ama, Hitler’in yıkılışına sebep olan İsmet İnönü unutuldu.

Unutulmak mı yoksa inkâr ve nankörlük mü olduğundan şüphe ettiğim bu gerçeği, dönemi yaşamış olan Hollandalı kayınbabamdan bile duymuştum.

İsterseniz önce, dün dünyanın dört bir yanında anılan kurtarılış haberlerine bakalım, sonra da İnönü konusuna girelim.

İnsanlık tarihinin en kara dönemlerinden birine tanıklık eden ve Hitler döneminde Yahudi Soykırımı'nın sembolü olan Auschwitz Kampı'nın Sovyet ordusu tarafından kurtarılmasının 75’inci yıldönümü tüm dünyada anıldı.

Polonya sınırları içindeki Auschwitz, 1945’in 27 Ocak günü, Nazilere karşı savaşan Sovyet ordusu tarafından kurtarılarak, boşaltılmıştı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler'in yönetimindeki Nazi Almanyası döneminde, başta Yahudiler olmak üzere, eşcinsel, siyasi suçlu ve zihin engelli milyonlarca kişi, bir dizi toplama kampında öldürüldü. Nazilerin işgal ettikleri Polonya’da, 14 Haziran 1940 tarihinde açılan Auschwitz, bu kampların en büyüğü olarak biliniyor; belgelere göre sağ çıkamayanların ve çoğu gaz odalarından öldürülenlerin sayısı ise yaklaşık 1 milyon 100 bin.

Nazilerin 1933-1945 yılları arasında toplam 6 milyon Yahudi’yi öldürdüğünden yola çıkılıyor. Birleşmiş Milletler, 2005'te aldığı bir kararla 27 Ocak'ı 'Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü' ilan etmişti.

Hollanda’da yapılan anma töreninde ilginç bir özür dileme olayı yaşandı. Hollanda Başbakanı Rutte, 75 yıl boyunca hiçbir Hollanda Başbakanı’nın uygun görmediği özür dileme zaafiyetini göstermesi, özellikle sol düşünceye sahip olanlar tarafından ‘Gereksiz bir davranış’ olarak nitelendi.

Hollanda Başbakanı Rutte, 'Hollandalı memurlar Alman işgalcilerin emirlerini gönüllü olarak yerine getirdi'diyerek, Soykırım'dan hayatta kalan son temsilcilerden, dönemin Hollanda devletinin yaptıklarından dolayı, daha da önemlisi Yahudi vatandaşlarını korumamasından dolayı özür diledi.

Şimdi gelelim, benim Hollandalı kayınbabamın bile takdir ettiği gerçeğe:

Önce aşağıdaki habere bir göz atalım:

Hitler’in İnönü’ye Mektubu ve İnönü’nün Yanıtı



1941 yılına gelirken İtalya, Yunanistan’ı işgal etmiş, Balkanlardaki Alman işgali ise giderek yayılmaktaydı. Almanya tarafından uygulanan politik baskının yanı sıra faşist orduları da sınırlarımıza dayanmıştı. Türkiye bütün askeri gücünü Trakya ve İzmir’e yığmış, Meriç Nehri üzerindeki bütün köprüleri uçurmuş vaziyette faşist Almanya’nın taleplerine direnmeye çalışıyordu.

Türkler olası bir Alman saldırısı için tetikte beklerken, 1 Mart 1941’de Hitler, İsmet

İnönü’ye bir mektup yollar. Nazik bir üslup içerisinde yazılmış bu mektupta bazı önlemler için Bulgaristan’a gidecek Alman askeri birliklerinin, Türkiye tarafından bir tehdit olarak algılanmaması isteniyordu:

“Size resmen bildiririm ki, Almanya’nın bu önlemleri hiçbir şekilde Türkiye’nin toprak bütünlüğüne veya siyasi yapısına yönelmiş değildir. Aksine, birlikte yürüttüğümüz büyük ve hayati savaşın ve bu savaşı izleyen ıstıraplı yılların hatıralarıyla dolu olarak size Almanya ve Türkiye arasında gerçek dostluğa dayanan bir iş birliği için gelecekte dahi bütün koşulların var olduğuna kesin olarak inandığımı belirtmek isterim.”

İki ülkenin ekonomik açıdan birbirlerine gereksinimleri olduğunu vurgulayan Hitler, mektubunu bitirirken nazik üslubunu bir kenara bırakıp çok açık bir tehditle Türkiye’ye gözdağı verir:

“Bu bakımdan ben şimdi olduğu gibi gelecekte de, Almanya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirebilecek hiçbir sebep olmayacağı görüşündeyim. Bu düşüncelerle, Bulgaristan’da ilerleyen Alman birliklerinin, Türk sınırlarından, orada bulunmalarının amacı hakkında yanlış bir yorumda bulunulmasına meydan vermeyecek kadar uzak kalmalarını emrettim. Şu kayıtla ki, Türk hükümeti, bizi, bu tutumumuzda bir değişiklik yapmağa zorunlu kılacak önlemlere girişmesin.

Adolf Hitler”

İyi dileklerle biten bu mektubu alan İsmet İnönü, 12 Mart 1941 tarihinde Hitler’e bir yanıt gönderir. İsmet İnönü, kendisine gönderilen mektuptan dolayı memnuniyetlerini belirttikten sonra sözü Türk- Alman dostluğuna getirir. Ancak Hitler’in tehdit kokan açıklamalarına üstü kapalı olarak değil, aynı açıklık ve sertlikte yanıt verir:

“Türkiye, toprak bütünlüğüne ve tamamiyetine şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi-askeri kombinezonlar açısından bakamaz ve kutsal dokunulmazlık (mukaddes masuniyet hakkı) hakkının herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafere göre yorumlanmasını kabul edemez. İşte bu sebepledir ki, milli egemenliğine yönelecek her saldırıya karşı koymaya azimlidir.

İsmet İnönü”

İsmet İnönü, Hitler’in tehdidini aynı dille geri çevirdikten sonra Alman birliklerinin Türkiye açısından bir tehlike yaratmayacağı konusundaki güvenceden büyük memnuniyet duyduğunu, Alman birlikleri Türkiye’yi zorunlu bırakmadıkça Türk birliklerinin de Almanlara karşı bir eylem içinde olmayacaklarını belirtir.

Bu mektuplaşmadan kısa bir süre sonra 18 Haziran 1941’de Türkiye ile Almanya arasında Dostluk Anlaşması imzalanır. İnönü bu anlaşmayı “Hitler, Türkiye’nin Trakya’daki yığınağını gördükten sonra, Türkiye’ye saldırıyı bir sonraki aşamaya erteledi” şeklinde yorumlamıştır.



URAL DAĞLARI

Hitler, Rusya’ya rahat girebilmenin tek yolunun Türkiye’den geçeceğini biliyordu. Ama İnönü, yapılan nazik (!) yazışmalar sonunda bu geçişe izin vermedi. Hitler için Rusya’ya girmenin tek yolu Ural dağlarıydı. Ne var ki, Hitler’in ordusu Ural Dağları’nın soğuğuna dayanamadı. Kırılan Hitler ordusu, Amerika ve İngiltere’nin desteği sayesinde Rusyaya giremedi ve savaşı kaybett.

Dönemi yaşamış olan Hollandalı kayınbabamın, o zamanlar tüm dünyada konuşulduğu sanılan bir gerçeği bilmesine rağmen, bugün bu gerçeğin dile getirilmemesi, hakikaten bir inkâr ve nankörlük olmalıdır.





MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY yazdı:

Afetler sonrasında yaşanan mide bulandıran yardım kampanyaları...



Yaşanan afetler sonrasında yapılmakta olan yardım kampanyaları, dünyanın dört bir yanında aynı minval üzerinde işler.

Eksik olmasınlar ama, yardım kuruluşlarının topladıkları yardımları yararlı bir şekilde yerine ulaştırmaları hep olumsuz olmuştur.

En son yaşanan Elazığ depreminden sonra yeniden gündeme gelen ‘yardım yolsuzlukları’ iddiaları hepimizi üzmektedir.

İddiaların bazen doğru bazen de abartılı olduklarına şahit oluyoruz. Ama bir de, bilinçsiz bir şekilde çarçur edilen paralar vardır.

Öncelikle, ‘İyi niyet’in varlığına inanmalıyız. Dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren, dini ve siyasi kuruluş ve kişilerin, kendi amaçları doğrultusunda hareket etmeleri anlaşılır bir durumdur. Bu kuruluş ve kişiler bazen sıkıcı da oluyorlar ama, sonunda bir yerlere faydaları dokunuyor.

Bu nedenle böylesi kuruluşları ve kişileri dışlamak doğru olmayabilir.

Yadım kampanyalarının iyi işlemediğini veya çarçur edildiğini ortaya sermek için, bizzat yaşadığım bir olayı anlatmakta yarar görüyorum.

İsterseniz, daha önce yazdığım 4 Mayıs 2002 tarihli aşağıdaki yoruma bir göz atınız:

Çarçur edilen 65 milyon

Hepmizi can evimizden vuran Marmara depreminin acıları hala sürmektedir. Hollandalı Türkler’in bu konudaki tek tesellisi, tüm dünyaya örnek olacak bir şekilde yapılan yardım kampanyasında büyük bir rol üstlenmiş olmalarıdır.

Hatırlayacaksınız, Türkler tarafından oluşturulan bir komite, Hollanda hükümetine baskı yaparak, ulusal bir yardım kampanyası açılmasını sağlamıştı.

Başta Başbakan Wim Kok olmak üzere tüm Bakanların ve siyasi partilerin desteklediği bu yardım kampanyası, gerçekten dillere destan bir şekilde yapılmıştı.

Yine hatırlayacaksınız, Zaandam’daki Sultan Ahmet Camii’nde yapılan tören televizyonlardan canlı olarak yayınlanmıştı. Bu törende Hollanda Prens ve Prensesi’nin yanında, Başbakan Kok ve pek çok Bakan da hazır bulunmuştu.

Televizyonlardaki canlı yayınlara ülkenin en ünlu simaları katılmışlardı.

İşte, Türkler’in ön ayak olduğu bu yardım kampanyası sonucunda 65 milyon gulden toplanmıştı. Bu meblağ daha sonra yükselmişti ama, bunun ne kadar yükselmiş olduğunu da öğrenemedik.

Türkler’in ön ayak olduğu bu kampanya, Hollanda Kızıl Haç’ının kontrolunda olacaktı. Ama ne var ki, toplanan paralar tam 10 yardım kuruluşu arasında pay edilmişti. Hollanda’daki kurallara göre, ortak bir şekilde yapılan ulusal kampanyalarda, toplanan paralar yardım kuruluşları arasında pay ediliyor. Bu kuruluşlar da kendi inisiyatifleri doğrultusunda yardım ediyorlar.

Türk depremzedeleri için toplanan paraların bu kuruluşlar arasında pay edilmesini ilk protesto eden biz olduk. Kendileri ile görüştüğümüz Hollanda Kızıl Haç örgütü başkanına bizzat yaptığımız bu itiraz fayda etmedi. Kızıl Haç Başakanına göre, gelenekler bozulamazmış…

Hatırlayacaksınız, DÜNYA’da Türkçe ve Hollandaca yayınladığımız sürmanşet haberlerde, toplanan 65 milyon guldenin ne olduğunu sormuştuk.

Utrecht’te yapılan bir toplantıya katılan, başta Kızıl Haç başkanı olmak üzere, tüm yardım kuruluşlarının başkanlarına aynı soruları yöneltmiştik.

Bu başkanlar, kendi projelerini yürüterek yardım yaptıklarını açıklamaya çalışıyorlardı. Kimi, mayıs ayında okul açacaktı, kimi hastane. Biz bu başkanlara, ‘Beyler, kış kıyamette insanlar donuyor. Başlarını sokacakları bir çatı yok. Çadırlarda perişan oluyorlar. Yardım yağmasına rağmen depremzedeler çok zor durumdalar. Toplanan paralar ile aciliyet gerektiren yardım yapılmalıdır. Sizlerin planladığı 5- 6 ay sonraki okul ve hastane yapımını sonraya erteleyin. Şimdi eldeki paralar ile acil yardımları yapın’ dememiz hiç bir işe yaramadı.

Bizim yaptığımız araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz verilere göre, 10 yardım örgütüne mensup heyetler Türkiye’ye seyahat edip durdular. Oralarda buldukları sözümona hayırsever kişi ve kuruluşlar kanalıyla yardım gayretine girdiler. Sonuçta kendi paylarına düşen paralar çarçur edildi.

Paraların bir kısmı birinci mevki uçaklara, lüks otellere, Boğaz’daki yemeklere, maaşlara ve Türkiye’deki açıkgözlere gitti.

Yapılmış olan gerçek yardımları inkar etmek doğru olmaz ama, paranın büyük bir bölümünün boşa gitmiş olması çok üzücüdür.

Muhammet Uysal, Sultan Ahmet Camii’nde yapılan törende şunu söylemişti : ‘ Küçük Hollanda’da yaşayanların yürekleri büyüktür’. Evet, yürekleri büyük olan insanları kutlamak ve teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Ama bu büyük yüreklerin cömertliğini istismar eden hırsızlardan hesap sormak da boynumuzun borcu olmalı. Bunun için sadece bizim değil, Hollanda’daki tüm Türk kuruluşlarının ayağa kalkması lazımdır. Öyle ya, bizim için toplanan paralara bizden başka kim sahip çıkacak ki ?

Yardım kuruluşlarının faaliyetleri hakkında çok şey yazıldı. Bunlardan biri de benim 5 Şubat 2000 tarihinde, yani Marmara depreminden 5 ay sonra DÜNYA’da yayınladığım yoruma bakınız isterseniz :



5 Subat 2000’deki haberimiz:

İlhan KARAÇAY yazdı...



Yardım Kuruluşları



Dünyanın her ülkesinde yar¬dım kuruluşları yardır. Bu kuruluşları elbette insanlar yönetir. 'Kul her zaman hata yapabilir' deyiminden yola çı¬karsak, in¬sanların hata yapışlarını olağan karşılarız. İyi ama 'kul her za¬man hata yapabilir' dendi diye, suç işlemenin mubah olduğu söylenmedi ya? Hani 'Vur de¬diysek, öldür demedik* diye bir başka deyim vardır. İşte in¬sanlar da bu gibi deyimleri kendi çıkarları için malzeme yaparlar ve 'şeytana uyup' usulsüzlük yaparlar.

Konuya girmeden kısa bir fık¬ra: üç dine mensup dini lider aralarında tartışıyorlarmış.

'Al¬lah için toplanan yardımı ne yaparsın' sorusuna sıra ile ce¬vap vermişler, iki dini lider ne yapacaklarını tatlı tatlı anlatmışlar. Ayrım yapmamak için hangi dinin lideri olduğunu yazmayaca-ğım üçüncü dini lider şöyle anlatmış. 'Ben topladığım paraları Al¬lah'a doğru havaya fırlatı¬rım.



'Al sevgili Allah'ım, ne kadar istersen al' derim. Al¬lah aldığı kadar alır, yere düşenler de benim olur." Bu dini liderin hangi dine mensup oldu¬ğunu tahmin etmişinizdir. Ama gelin biz ayrım yapmayalım ve bu liderin hangi dine mensup ol¬duğunu açıklamayalım.

Dünyanın her tarafında, kili¬se, sinagog ve cami etrafında usulsüzlükler yapılmıştır. Bu usulsüzlükleri yapanlar insan ol¬duğu için de hep af edilmişlerdir.

İnananlar, Allah için istenen yardımı hiç tereddüt etmeden vermişlerdir. Yardım yapan bu insanlara 'Yahu yapmayın, bu adamlar paraları iç edecek¬ler' uyarısı yapılsa da,

"Amaaan, Allah için verilen bu parayı iç etseler de üzülme¬yiz" derler ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemezler.

Bakın size bir anımı anlatayım. Amsterdam'ın ku¬zeyinde NDSM firmasının yanın¬da yurttaşlarımızın barındığı bir Atatürk Kampı vardı. Bu Kamp’a sık sık gider, yurttaşlar ile sohbet ederdim. 25 yıl önce, dini bütün ve din bilgisi çok yüksek olan bir arkadaşım olan Ahmet Dayan ile bu kampı ziyaret ettiğim gün, büyük bir toplantı havası vardı.

Yanaştığımız zaman üç zenci gördük. Yurttaşlarımız, Amerika¬lı olan bu üç zencinin etrafını çevirmişlerdi. Bu üç Amerikalı, İs¬lam dinini yaymak için dünya tu¬ru yaptıklarını anlatmışlardı. Bu¬nun için de Atatürk Kampı’nı seç¬mişlerdi. Bir anda 'Pamuk eller cebe' gitti ve bu üç zenci için binlerce gulden para toplandı. Kampa birlikte gittiğim ar¬kadaşım, "Yahu ne yapıyorsu¬nuz, bu adamların burada işi ne. Sizi mi Müslüman ya¬pacaklar?" diye çıkıştı ama na¬file. Pek çok yurttaşımız, "Boş ver ağabey, bu adamlar Al¬lah için buraya gelmişler. Gönlümüzden koptuğu gibi verdik" dediler.

Düşünün bir kere, bu üç zen¬ci neden Türk pansiyonlarını ve kamplarını seçmişlerdi? Türkler, Allah ve peygamber adına iste¬nenleri en çabuk veren bir inceli¬ğe sahip oldukları için. Bu inceli¬ğin ölçüşü tabii ki 'enayilik' bo¬yutunda olmamalı. Ama Türkler için bir deyim daha vardır. "Yap bir iyilik at denize, balık bil¬mezse, Halik bilir."

Türkiye'de yaşanan deprem felaketinden sonra yurt içinde ve dışında büyük yardım kampanya¬ları açıldı. Bu yardım kampanyalarının en görkemlisi ve anlamlısı Hollanda'da yapıldı. Türk fede-rasyon temsilcilerinin katkılarıy¬la, başta Kızıl Haç olmak üzere 10 Hollanda kuruluşu ortaklaşa bir kampanya başlattılar: Pren¬ses Margriet, Başbakan Kok ve bakanların katılımıyla Xaandam Sultanah¬met Camisi'nde başlatılan bu an¬lamlı kampanya sonunda 65 mil¬yon guldeni aşan bir meblağ top¬landı. Hollanda'aki bu eylem hem bizim tarafımızdan ve hem de tüm dünya tarafından çok övüldü.

Sorduk, soruşturduk ve bu 7 kuruluşun her birinin değişik kişi ve kuruluşlarla işbirliği yaparak Türkiye'ye yardım etmekte ol¬duklarını öğrendik. Ortada anlaşılmayan ve yanıt bekleyen durumlar vardı.

a) Toplanan para neden tek elden depremzedelere ulaştırıl¬madı da, yardım kuruluşları ara¬sında pay edildi?

b) Bu yardım kuruluşlarının Türkiye'de işbirliği yaptığı kişi, kuruluş ve firmaların güvenilirliği ne idi?

c) 65 milyon guldeni aşkın paranın toplanmasında büyük katkısı olan Türk federasyonları neden devre dışı bırakıldı? Hol¬landa yardım kuruluşları neden, "Bizim çalışma sistemimiz böyledir" diyerek kendi keyifle-rince hareket etti?

Biz DÜNYA Gazetesi olarak bunu Türkçe ve Hollandaca ya¬yınlar yaparak sorduk. Bu yayın-larımızı Hollanda medyasına ve bakanlıklara gönderdik. Pek çok medya kuruluşu bizimle temasa geçti. Ama bu ince konuya de¬ğinmekte imtina ettiler. Ne de olsa kendi vatandaşlarının kuru¬luşları idi.

Hafta içinde bir Kızıl Haç mensubunun hazır bulunduğu bir toplantıya katıldık. Türkler İçin Danışma Kurulu (İOT) binasında yapılan bu toplantıda, bugün ga¬zetemizde haberini göreceğiniz 500 bin guldenlik bir başka yar¬dım şeklinin tanıtımı yapılmıştı. Bu toplantının sonunda aynı ko-nuyu ANP ajansının muhabiri ile birlikte gündeme getirdik ama doyurucu cevap alamadık.

65 milyonu aralarında pay eden yardım kuruluşlarının neler yaptıklarını gösteren kısıtlı belge¬lerin fotokopyalarını al¬dık. Bunlara göz gezdirdiğimiz zaman, çok yuvarlak ve yüksek meblağlar gördük. Örneğin, "Sıhhi malzeme nakliyesi f.30.000" gibi bir ibare gör¬dük. Nasıl yani, bir kamyon mal¬zeme 30 bin guldene mi gitti

İşte bu gibi açıklamaların sağ¬lıksızlığı her zaman var olacaktır. Ayrıca, yardım kuruluşlarının ay¬rı ayrı yaptıkları ve yapacakları masraflar da dikkate alınmalıdır. Araya giren her kişi, kuruluş ve firmanın masrafı ve kârı da he¬sap edildiği zaman heba olan meblağın yüksekliği hepimizi üzecektir. Bu nedenle, tek elden ve kontrollü bir şekilde yapılması daha sağlıklı olacaktı. İç edil-mese bite, yapılan harcamaların meblağı endişe verici boyuttadır.

Bu da bir şükran borcu haberi:



10 Yıl sonra Şükran Plaketi aldılar

* ‘Asrın felaketi’ olarak tarihe gecen ‘17 Ağustos Marmara Depremi’ onuncu yılında Hollanda’da bir kez daha anıldı.



* Gölcük Arama Kurtarma Derneği GESOTİM, bölgeye hizmet edenlere plaket verdi.

* Ali Yavuz, Osman Çelik, Bülent Türker ve Özcan Özbay’ın plaketleri Rotterdam Başkonsolosluğu’nda verildi.

ROTTERDAM,- 17 Ağustos 1999 tarihinde Türkiye`yi yasa boğan ve asrın felaketi olarak tarihe geçen Marmara depreminin 10’cu yılı farklı bir şekilde anıldı, Anma törenleri bu yıl daha geniş kapsamlı tutularak, deprem sırasında ve sonrasında bölgeye yardımlarını esirgemeyen ülkeler, kurum, kuruluş ve kişiler bu etkinlikler çerçevesince teşekkür plaketiyle ödüllendirildiler.

Gölcük`te yapılan etkinlikte bölgeye yardım eden 27 ülkenin büyükelçileri ile 4 sivil vatandaşa plaket verildi. Gölcük’teki törene gidemeyenlerin plaketleri de sahiplerine ulaştırıldı. Hollanda’da yaşayan yurttaşlarımızdan Ali Yavuz, Bülent Türker, Osman Çelik ve Özcan Özbay da bu isimler arasında yer aldı.

Rotterdam Başkonsolosluğunda düzenlenen bir tören ile plaketler sahiplerine takdim edildi.

Rotterdam Başkonsolosumuz Esen Altuğ ve Muavin Konsolos Günay Babadoğan Ertan`ın ev sahipliği yaptıkları törende, Yavuz Nufel`in deprem ile ilgili olarak yazdığı ve klip haline getirilen `Enkaz Altında` başlıklı şiiri izlendi. Bunun ardından plakete layık görülen kişilerin tanıtımının yer aldığı bir slayt gösterisi sunuldu.

Slâyt gösterisinin ardından ödül dağıtımına geçildi. İllk olarak işadamı Ali Yavuz`a plaketini Rotterdam Anakent Belediye Meclis Encümen Azası Zeki Baran takdim etti. Ödülünü alan yardımsever işadamı Ali Yavuz, ödül için teşekkür ettikten sonra, “ Bölgeye o dönemde yardım kararı aldığımızda bazı engellemelerle karşılaştık ve bunları aşmamız zaman aldı. Ev yapmak, açıkta kalan insanlarımıza yardım etmek istedik ama nedenini tam anlayamadığımız engellemeler yaşadık. Sonunda da kendi yakın akrabamın arazisine 20 ev yaparak depremzedelere bağışladık. Bu yaşadıklarımızı Allah bir daha kimseye yaşatmasın.” dedi.

Bülent Türker`e ödülünü Hollanda Türk İşadamları Derneği (HOTİAD) Onursal Başkanı Mehmet Soytürk takdim etti. Bülent Türker, “Deprem boyunca bölgeye çeşitli yardımların yanısıra, özürlüler için de bir okul yaptırdık. Tüm emeği geçen arkadaşlarıma bu yardımlarından ötürü teşekkür ediyorum” dedi.

İşadamı Osman Çelik`e ödülünü Rotterdam Muavin Konsolosu Günay Babadoğan Ertan takdim etti. Osman Çelik ödülünü aldıktan sonra şunları söyledi: “Böyle acılı bir olayı bir daha yaşamamak dileğiyle tüm yardımseverlere buradan teşekkür ediyorum.”

Gazeteci Özcan Özbay ise ödülünü Demir Halk Bankası(DHB Bank) Rotterdam Şube Müdürü Devrim Baykal`dan aldı. Özcan Özbay duygularını şöyle dile getirdi: “Bu ödüller bize verilirken simgesel olarak verildi.Ben de bu ödülü tüm dostlarm adına alıyorum.”

Marmara depremi sonrasında yayınladığım haber:







Hollanda 'Hollanda' olalı böyle bir gece ya¬şamadı. Hüzün, gözya¬şı ve sevinç iç içeydi Hollan-da'da. Türkiye'deki deprem-zedelere yardım etmek için birbirleri ile yarışan Hollan dalılar, iç içe yaşadıkları 400 bin Türk'ten aldıkları ilham ile adeta coştular.

5 TV kanalının aynı anda yayınlayacağı bir yardım kampanyası planlanmıştı. Bu plan yapılırken başansız ol¬ma endişesi vardı. Çünkü bu yıl içinde biri Orta Amerika, diğeri de Kosova için iki bü-yük kampanya yapılmıştı. Buna ilaveten tatil dönemi¬nin sonuna gelinmişti. Yar¬dım yorgunu olduğu düşü¬nülen Hollandalıların, tatil sonrası bağışlayacak paralan da olmayabilirdi. Hollanda Kızıl Haç Başkanı, yapılacak bir TV kampanyasından pek umudu değildi. Ama bu dü¬şünceye karşı çıkanlar vardı. Hollanda İçişleri Bakanlığı nezdinde kurulu olan ve hü¬kümete tavsiyelerde bulunan Türkler İçin Danışma Kurulu bu düşünce ve endişeye kar¬şı idi. Türkiye'deki felaketin bir benzeri yoktu. Hollanda¬lıların hergün karşısına çı¬kan deprem manzaralarının etkisi hissediliyordu. Buna ilaveten iç içe yaşadıkları 400 bin Türk de hesaba ka¬tıldığı zaman, böyle bir kam¬panya başarılı olacaktı.

Ve öyle de oldu. Başta Kraliçe Beatrix'in kız karde¬şi Prenses Margriet, Millet Meclisi Başkanı Van Niewehoven, Başbakan Wim Kok, Başbakan Yardımcılan Annamarie Jorritsma ve Els Borst, Azınlıklardan Sorumlu Bakan Rogiervan Boxtel, Kuzey Hollanda Valisi Wim Kemenade, Hükümet sözcüsü Van Der Wulp , olmak üzere çok sa¬yıda milletvekili, Haarlem Piskoposu Punt, Musevi Ce¬maati Başkanı Van Zoeten-Dorp ve Türk-Hollanda halkı hazır bulundu. Camideki tö¬rene İşçi Partisi Milletvekili Nebahat Albayrak da katıldı ama nedense ortalıkta fazla görünmek istemedi.

Devlet erkanının karşılanışı sırasında ev sahipliği yapan Türkler misafirperverlik örneği gösterdiler. Cami önünde toplanan Türkler'in içten alkışları ek¬ranlara yansırken de Hollan¬dalılar’ın sevinci görülmeye değerdi.

Zaandam kentindeki Sultan Ahmet Camii tarihi günlerin¬den birini yaşıyordu. Bu ca¬minin ilk açılışına zamanın İçişleri Bakanı gelmişti. Ama şimdi devletin zirvesindeki¬ler buradaydı.

TV'de canlı yayın

Canlı yayın Sultan Ahmet Camii'nde başladı. CDA Partisi'nden Avrupa Parlamen¬tosu için aday olan Nihat Eski'nin yönettiği törende ilk önce Kuran okundu. İmam Osman Engin'in oku¬duğu Kuran cami içinde ve ekranları başında milyonları ağlattı.

Bundan sonra bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Canlı yayın sırasında Tüm Hollan¬da bir dakika sustu. Daha sonra her iki ülkenin milli marşlan çalındı ve söylendi. İlk konuşmayı Başbakan Wim Kok yaptı. Depremin acımasızlığını sergileyen bü¬yük bir fotoğrafın önünde konuşan Başbakan Kok, Türkler arasında bulunmak¬tan büyük bir mutluluk duy¬duğunu belirtirken çok da duygulandığını ifade etti. Tüm Hollandalılar'ı yardıma çağıran Kok, yaraların sarıl¬ması için birkaç yıl gerektiği¬ni, kendilerine düşecek gö¬revi de seve seve yapacakla¬rını söyledi.



Daha sonra kürsüye Lahey Büyüköçimîz Bilgin Unan, İngilizce yaptığı ko¬nuşmada hissiyatını düe ge¬tirdi ve tüm Hollanda'ya Hollandaca teşekkür etti.

Daha sonra Amsterdam Göçmenler Televizyonu'nda çalışan Gülcan Engin, Hol¬landa'da öğrenci olan Deniz Çavuş'un yazdığı "Karde¬lenlerin Çığkğr adlı bir şi¬iri okudu. Bir başka genç kı¬zımız İnci Pamuk da bu şiirin Hollandaca'sını okuduğu zaman Prenses Margriet baş¬ta olmak üzere herkesin gözleri yaşardı.

Türkler için Danışma Kuru¬lu Başkanı Ayhan Tonca ve Türk İslam Kültür Demekleri Federasyonu Başkanı Mu¬hammet Uysal'ın yaptıkları konuşmalar da çok etkiliydi. Muhammet Uysal'ın, "Te-şekkürler Hollanda, Te¬şekkürler Hollandalı, top¬rağı küçük ama yüreği bü¬yük ülke" dediği anda ise tüm gözler yaşardı.

Sultan Ahmet Camif'ndeki tören Şemseddih UluSaTın duası ile sona erdikten sonra Başbakan Kok ve diğer ko¬nuklar bir saat daha kalarak vatandaşlarımızın dertlerini dinlediler.

TV kampanyası

5 kanalda birden yayınla¬nan TV Yardım Kampanya-sı'na ülkede akla gelebilecek tüm ünlü kişiler katıldı.

Bağış meblağı, gece boyu sü¬ren yardımlar ile daha da yükseldi.

Yayından 6 gün sonra yapı¬lan açıklamaya göre, 797 no¬lu hesaba yatırılan para mik-tan 50 milyona yaklaştı. Bun¬dan önce yapılan bir yardım kampanyasında 18 milyon guldenle kapanan TV yayı-nından sonra bu meblağ 50 milyonu bulmuştu. Kosova için yayın sırasında toplanan 40 milyon gulden, bir ay son¬ra 109 milyon guldeni bul¬muştu. İşte bu deneyime ba¬kıldığı zaman, Türkiye için yapılan yardım meblağının da 100 milyon guldeni bul¬ması bekleniyor. Buna ilave¬ten Türk kuruluş ve örgütle¬rinin ayn ayn yaptıklan kam¬panyalar da hesaba katıldığı zaman, Türkiye için toplana¬cak yardımın 100 milyon gul¬deni de geçmesi bekleniyor.

Belediyeler

Amsterdam Belediyesi Meclis Üyesi Deniz Balak kampanyaya 1 milyon gul¬den ile başlayacaklarını be¬lirtti. Aynca deprem yörele¬rinden birini 'Kardeş' ilan edecek olan Amsterdam Be¬lediyesi, bu kardeş şehire gerekli her türlü yardımı ya¬parak himayesine alacak. Amsterdam Belediyesi cö¬mert davranmaya devam ederek, Türkiye'ye gönderi¬lecek olan yardım eşyaları¬nın nakliye bedellerini de karşılayacağını açıkladı. Amsterdam'ı Rotterdam Be¬lediyesi de 1 milyon gulden ile takip etti. Hollanda'daki diğer belediyelerin de kam¬panyaya yüksek meblağlarla katılması bekleniyor.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Hollanda tarım ihracatında 95 milyar ile dünya ikincisi

Hollanda’dan 270 kat büyük olan ABD 145 milyar ile birinci, Hollanda’dan 23 kat büyük olan Türkiye ise Avrupa ikincisi



İlhan KARAÇAY yazdı:

Türkiye’nin Konya Ovası kadar bir toprağa sahip olan Hollanda, 94,5 miyar euroluk tarım ihracatı ile, kendisinden 23 defa büyük olan Türkiye’nin 22,2 miyarlık ihracatını 4,5 misli ile geçerek Dünya İkincisi oldu. İhracatta Dünya Birinciliği’ni, Hollanda’dan 270 kat büyük olan ABD 145 milyar ile elde ettiler.

National Geographic'in araştırmasına ve Hollanda İstatistik Kurumu ve Wageningen Üniversitesi Ekonomik Araştırma Merkezi'nin verilerine göre, ihracat oranını bir yıl öncesine göre yüzde 5 artıran Hollanda, bu ihracat oranına, başka ülkelerde yetiştirdiği 26 miyarlık, tohum, meyve sebze, hayvansal ve bahçe ürünlerini ülkeye getirdikten sonra, burada işleyerek ve başka ülkelere göndererek ulaşıyor.

34 bin kilometrekarelik yüzölçümü ve 17 milyonluk nüfusu ile pek çok ülkeden çok daha küçük olan Hollanda, buna rağmen tarım ihracatını her yıl artırmaya devam ediyor.

Hollanda’nın tüm dünyaya sattığı ürünler, çiçek, çiçek soğanı, gıda ve bitkilerden oluşuyor.

Çiçeklerde lale, karanfil ve gül, gıdada ise süt ve süt ürünleri ile et ihracatı göze çarpıyor.

Resmi rakamlara göre, Hollanda'nın 2019 yılında en fazla ihraç ettiği altı ürün şöyle sıralanıyor:

Çiçek soğanı ve süs bitkileri: 9,5 milyar euro, Et ve et ürünleri : 8,8 milyar euro, Süt ürünleri ve yumurta: 8,6 milyar euro, Sebze : 7,3 milyar euro, Meyve : 6,2 milyar euro, İçecek : 5,8 milyar euro.



Çok modern bir tarım ülkesi olan Hollanda’da organik üretim de yapılıyor.

Genellikle, seralarda gelişmiş teknoloji kullanılıyor. Bu teknolojiye göre, su kullanımı yüzde 90 daha az oluyor.

Zirai ilaç kullanımında da kısıtlamalar var. Örneğin, pestisit ilacı hemen hemen hiç kullanılmıyor. Emek gücünden yararlanmak ve mikrop bulaştırmamak için de, sürücüsüz traktörler ve drone kullanılıyor. Böylece ürünlerim kalitesi yükseldiği gibi, alınan ürün rekoltesi de iki misli oluyor.

Sebze ve meyve üretiminde alınan hasat oranı hesap edildiği zaman, Hollanda’nın dünyada en yüksek oranı elde ettiği görülüyor. Dünyada en çok tüketilen biber, domates ve salatalık ihracatında Hollanda bir numarada yer alıyor. Hollandalılar’ın uyguladığı bu teknolojıyi dünyada 140 ülke kopya ediyor.

Hollandalılar tarım ürünlerinin en büyük bölümünü Almanya’ya gönderiyor. Tarım ihracatının yüzde 25’ini Almanya’ya yapan Hollanda’nın diğer iyi müşterileri, Fransa, İngiltere, Belçika ve Avusturya’dan oluşuyor.

Hollanda, tarım ürünlerinden başka zirai ilaç ve zirai makineler ihracatından da 10 miyar euro kazanıyor.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Türkiye’de tarım sektöründe yer alan insanların büyük şikâyetlerine karşın, resmi makamlarımız bu sektörde çok iyi yol alındığını iddia ediyor.

İşte, özellikle çiftçilerimizin isyan ettikleri ‘ilgisizlik’ karşısında, Tarım Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamalar şöyle:

Türkiye tarımda 52 milyarlık hasılayla Avrupa ikincisi

Tarım Bakanlığı, ‘samanı bile ithal ediyoruz’ iddialarına rakamlarla yanıt verdi. Buna göre, Türkiye, 51.8 milyar dolarlık tarımsal hasılasıyla Avrupa’da Hollanda’dan sonra ikinci sırada

Ürün fiyatlarının mevsimsel etkilerle artmasının ardından eleştiri tahtasına yerleştirilen Türkiye'nin tarım ve gıda performansı rakamlarla açıklandı. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın hazırladığı verilerle tarımsal destekler, saman, buğday ve tohum üretim ile patates ekim alanları gibi konularda gündeme gelen iddialar cevaplandı. Buna göre, tarımda net ithalatçı olduğu iddia edilen Türkiye, 51.8 milyar dolarlık tarımsal hasılasıyla Avrupa'da birinci sırada bulunurken, 2002'de 3.8 milyar dolar olan tarımsal ihracat, 2018'de 17.7 milyar dolara yükseldi. Tarla bitkileri ile meyve ve sebze üretimine yönelik bitkisel üretim miktarı, aynı dönemde 98 milyon tondan, 117 milyon tona çıktı. Kırsal kalkınma alanında gerçekleştirilen 25 bin proje ve 9 milyar liralık hibe ödemesiyle 200 bin kişiye istihdam sağlandı. Tarımsal gayri safi yurtiçi hasıla da 2002-2017 döneminde 37 milyar liradan 213 milyar liraya yükseldi. Bakanlık, saman üretimine ilişkin rakamları da paylaştı. Buna göre, Tükiye'nin yıllık saman üretimi ortalama 25 milyon ton civarında iken ithal edilen saman miktarı ise üretimin 10 binde 4'üne karşılık gelen 9 bin 525 ton oldu. İthalatın toplam değeri de 1 milyon doların altında bulunuyor. Türkiye, un ihracatında dünyada birinci sırada yer alıyor. Ancak buğdayda ihracat bazlı ithalat yapılıyor. Bu buğday, ihracat amacıyla makarna ve irmik üretiminde kullanılıyor. Son 16 yılda mamul maddenin buğday karşılığı dahil toplam buğday dış ticaret rakamlarına göre, 53.4 milyon tonluk ithalata karşılık, 68.1 milyon tonluk ihracat yapıldı.



Tarıma yönelik kapsamlı teşvikler ve sağlanan kolaylıklar ihracat rakamlarına da yansıdı. Sektörde son 5 yılda yapılan ihracat 107 milyar 320 milyon dolara ulaştı Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerinden yapılan derlemeye göre, Türkiye'nin tarım alanında gerçekleştirdiği ihracat geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 6.6 artış gösterdi. Cumhuriyet tarihinin ihracat rekoruna tarım sektörünün katkısı 22 milyar 645 milyon 609 bin dolar oldu. Tarım alanında yapılan ihracat 2017'de 21 milyar 217 milyon 12 bin dolar, 2016'da 20 milyar 211 milyon 119 bin dolar olarak kayıtlara geçti. Bu alanda 2015'te 20 milyar 769 milyon 542 bin dolar, 2014'te ise 22 milyar 477 milyon 154 bin dolarlık ihracat yapılmıştı. Bu dönemde bitkisel ürün ihracatı, 74.4 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde hayvansal ürün ihracatı yüzde 10.7 milyar dolara ve ağaç ve orman ürünleri ihracatı 22 milyar 153 milyon 319 bin dolara ulaştı.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerinden yapılan derlemeye göre, Türkiye'nin tarım alanında gerçekleştirdiği ihracat geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 6,6 artış gösterdi.

Cumhuriyet tarihinin ihracat rekoruna tarım sektörünün katkısı 22 milyar 645 milyon 609 bin dolar oldu. Tarım alanında yapılan ihracat 2017'de 21 milyar 217 milyon 12 bin dolar, 2016'da 20 milyar 211 milyon 119 bin dolar olarak kayıtlara geçti. Bu alanda 2015'te 20 milyar 769 milyon 542 bin dolar, 2014'te ise 22 milyar 477 milyon 154 bin dolarlık ihracat yapıldı.



Son yıllarda tarıma yönelik verilen kapsamlı teşvik ve sağlanan imkanlar ihracat rakamlarına da yansıdı. Böylece son 5 yılda tarım alanında 107 milyar 320 milyon 436 bin dolarlık ihracat gerçekleştirildi.

Bu dönemde bitkisel ürün ihracatı, 74 milyar 415 milyon 67 bin dolara ulaştı. Aynı dönemde hayvansal ürün ihracatı yüzde 10 milyar 752 milyon 50 bin dolara ve ağaç ve orman ürünleri ihracatı 22 milyar 153 milyon 319 bin dolara ulaştı.

TARIMSAL İHRACATIN 2018 KARNESİ

Geçen yıl tarım sektöründe en çok ihracat 3 milyar 634 milyon 464 bin dolarla Irak'a yapıldı. Irak'ı 1 milyar 525 milyon 941 bin dolarla Almanya, 1 milyar 5 milyon 459 bin dolarlık ihracatla ABD takip etti.

Söz konusu dönem alt sektörler bazında incelendiğinde, en yüksek ihracat 6 milyar 688 milyon 863 bin dolarla hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamüllerinde yapılırken bunu 5 milyar 14 milyon 613 bin dolarla mobilya, kağıt ve orman ürünleri ve 2 milyar 513 milyon 893 bin dolarla su ürünleri ve hayvansal mamuller izledi.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





İlhan KARAÇAY soruyor:

Hâlâ çorba parası dilenen Bulgar’dan daha da yolsuz muyuz?

2019 yolsuzluk algı endeksi açıklandı: Türkiye 91’inci sırada

Yani Türkiye’den daha dürüst 90 ülke varken, Türkiye’den daha yolsuz 89 ülke var





Gazetelerde okumuş, televizyonlarda izlemiş ve radyolarda duymuşsunuzdur.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2019 yolsuzluk algı endeksi sonuçlarını açıklamış.

Bu açıklamaya göre Türkiye, hâlâ çorba parası dilenen Bulgar’dan daha da yolsuzmuş…

Yolsuzlukla mücadelede dünyanın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan ve 100’ün üzerinde ülkede faaliyet gösteren Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International), 1995’ten bu yana her yıl yayınladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nin 2019 sonuçlarına göre, Türkiye bu yıl 39 puan ile 180 ülke arasında 91. sıraya gerilemiş. Geçtiğimiz yıla göre 2 puan daha kaybetmiş olduğu belirtilen Türkiye, sıralamada bir yıl içinde 13 basamak geriye düşmüş. 2013 -2019 yılları arasında en çok düşüş yaşamış olan 3 ülkeden biri olan Türkiye, bu sürede 11 puan kaybederek 38 sıra gerilemiş.

Yolsuzluk değerlendirmesinde hangi kriterlerin dikkate alındığını aşağıda okuyacaksınız. Ama önce şunu sormak istiyorum: Allah aşkına söyleyin, gümrüklerde ve yollarda Avrupalı otomobil sürücülerinden hâlâ çorba parası dilenen Bulgaristan’da, aşağıdaki olumsuz kriterler daha mı az? Zira Bulgaristan, açıklanan listede 74’üncü sırada yer alarak, yolsuzlukta, Türkiye’den 17 basamak daha dürüstmüş.

Hayret değil mi? Bulgaristan’daki gümrük kapılarında ve oto yollarında otomobil sürücülerinden çorba parası dilenen görevliler hakkında şikâyetler Avrupa Birliği tarafından incelemeye alındı. Çok şükür, Türkiye’de gümrük kapılarında ve oto yollarında rüşvet alımı 30 yıla yakın bir mazide gömüldü.



DANİMARKA EN DÜRÜST ÜLKE

Yolsuzlukta dürüst ülkelerin başında Danimarka geliyor. Danimarka’yı sırası ile Yeni Zelanda, Finlandiya, Singapur, İsveç, İsviçre, Norveç, Hollanda ve Almanya takip ediyor.

Hollanda’nın yolsuzluk değerlendirmesinde en ilginç kriter nedir biliyor musunuz?

Hollanda’daki siyasetçiler, siyaseti bıraktıktan sonra devlet kurumlarında yüksek maaşlı makamlara atanıyor. Hollanda’nın yolsuzlukta paun kaynettiği kriterler arasında, yurtdışında yapılan ihalelerde verilen rüşvet yer alıyor. Örneğin, Van Oord adlı liman diplerini temizleme firması ile ING Bankası ve Atradius sigorta şirketi Angola’da skandal işlere bulaşmışlar. Afrika’nın en zengin kadını İsabel dos Santos’un, onmilyonlarca dolar zenginleştirildiği belirtilen skandal olaylar, daha değişik ülkelerde de sürdürülüyormuş.

KRİTERLER

Yolsuzluk ölçümünde rol oynayan kriterler şöyle açıklanıyor:

Siyasetin finansmanına dair şeffaflık ölçümleri ve karar alma süreçlerinin kapsayıcılık ve katılımcılık düzeyine yönelik araştırmalar, 2019 Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçları ile örtüşmektedir. Siyasetin finansmanı ile ilişkili bir biçimde artan yasa dışı para hareketleri de öne çıkan bulgular arasında.

Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi’ndeki bu hızlı düşüşünün temel nedenleri arasında gücün, otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanması, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerine yönelik ihlaller, kamu kurumlarının, özellikle de denetleyici ve düzenleyici kurumların etkisini ve işlevini yitirmesi, Meclis’in denetleme ve hesap sorma gücünü kaybetmiş olması bulunmaktadır. Politika geliştirme ve karar alma süreçleri gitgide daralan çevreler içinde yürütülmekte, katılımcılık ve halkın kararları etkileme gücü gittikçe azalmaktadır.

İHALELERDE YAPILAN ŞEFFAF OLMAYAN DEĞİŞİKLİKLER

Kamu İhale Kanunu’nda yapılan 200’e yakın değişiklikle Kanun, amaçlanan şeffaflık, hesap verebilirlik, dürüstlük ilkelerinden uzaklaşmış, genişletilen istisna kapsamı ile denetim ve adil rekabetin sağlanabildiği kamu alımlarının oranı hızla azalmıştır. 2004 yılında yüzde 75 olan açık ihale oranı 2019 yılının ilk 6 ayında yüzde 63’e kadar düşmüştür. Pazarlık Usulü ve İstisna kapsamında yapılan ihalelerin toplam oranı ise 2004 – 2019 arasında yüzde 10’dan yüzde 32’ye kadar yükselmiştir.

Kamu ihalelerinin gerekli şeffaflık, denetim ve hesap verebilirlik mekanizmalarından yoksun bir biçimde yürütülmesi, ahbap çavuş kapitalizmi eleştirilerini artırmaktadır. Kamu kaynaklarının kullanımı denetlenememektedir. Ekonomik kararlar alınırken, kaynak dağılımı belirlenirken şeffaflık ve katılımcılık ilkelerinin göz ardı edilmesi ve siyasetin finansmanı ile siyasal etik konularını düzenleyen yasal çerçevenin zayıflığı yolsuzluk riskini artırmaktadır. Seçim dürüstlüğüne aykırı uygulamaların ve basın organlarına, sivil toplum örgütlerine yönelik baskının artması ile birlikte yolsuzluğa ilişkin sorunlar da yaygınlaşmaya devam etmektedir.

ÖZARSLAN: TÜRKİYE YOLSUZLUKLA İLGİLİ KRİTİK BİR SÜREÇ YAŞIYOR

Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yönetim Kurulu üyesi ve Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı E. Oya Özarslan, 2019 yılı sonuçlarına ilişkin yaptığı değerlendirmede, Türkiye’de yolsuzlukla ilgili kritik bir sürecin yaşandığına dikkat çekerek,“Türkiye yolsuzluklarla ilgili kritik bir süreç yaşıyor. Dünya Yolsuzluk Algı Endeksi’nde bir yıl içinde 13 sıra düşerek 180 ülke arasında 91. sırada yer alan ülkemiz, böylece ülke tarihindeki en düşük sırayı almış durumda. Bu durum bir yandan kamu kaynaklarının dağılımı konusunda gittikçe artan kaygıları derinleştirerek, sosyal eşitsizlikler yaratmaktadır. Öte yandan ülkemizin diğer ülkelere göre rekabetçiliği ve yatırım çekebilme kapasitesini düşürmektedir. Acilen kurum ve kuralların işlediği ve denge denetleme mekanizmalarının bulunduğu tam demokratik bir sisteme dönülmelidir.” diye konuştu.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Dünyaca ünlü saçların yerinde yeller esiyor…

Ruud Gullit İstanbul’da saç ektirdi



İlhan KARAÇAY yazdı:

Hani bir laf vardır, ‘Ne oldum değil, ne olacağım’ demeli…

Hiç kimsenin, olduğundan daha kötü bir duruma gelmesini istemeyiz ama, dünyaca ünlü ve sevilen saçlarını yitiren ve saç ekme mecburiyetinde kalan Ruud Gullit için üzüldük vallahi.

Nasıl saçlardı onlar. Kıvrıl kıvrıl, lüle lüle ve de orman gibi…

Eeee, ‘Ne oldum değil, nasıl olacağım’ demeli lafı tam oturdu şimdi.

İsterseniz önce, Gullit’in kariyerine bir göz atalım, sonra da saç ekimi macerasını anlatalım:

Futbolculuk döneminde kendisiyle defalarca görüştüğüm ve bir de TV röportajı yaptığım Ruud Gullit, Surinam’dan Hollanda’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak, profesyonel futbol kariyerine HFC Haarlem’de başlamıştı. 1979 yılında Amsterdam DWS’ten Haarlem’e profesyonel olarak transfer olan Gullit, bir defans oyoncusu olarak 24 maç oynamıştı. Haarlem’in bir üst lige çıkmasında rol oynayan Gullit, daha sonra orta sahadaki oyunlarında gol atmaya da başlamıştı. 1983 /1984 sezonunda Feyenoord’a transfer olan Gullit, aynı sezon Ajax’a kızıp ezeli rakip Feyenoord’a transfer olan Johan Cruyff ile birlikte oynama şansını da yakalamıştı. Feyenoord’u Cruyff ile birlikte hem lig hem de kupa şampiyonu yapan Gullit, aynı sezonda yılınfutbolcusu seçildi.



1984/1985 sezonunda sakatlıklar nedeniyle pek çok maçta oynayamayan Gullit, sezon sonunda PSV’ye transfer oldu.

PSV’de iki sezon oynayan Gullit, iki şampiyonluk ve Altın Top armağanı’nın ardından Hollanda milli takımının da yıldızı oldu.

İşte o zamanlar o muhteşem örgülü saçlar da ünlü oldu.

Sezon sonunda 16,5 milyon guldenlik rekor bir meblağ ile AC Milan’a transfer olan Gullit, milli takımdan arkadaşları olan Marco van Basten ve Frank Rijkaard ile birlikte, Milan’ın ‘Altın Üçlüsü’ oldu.

AC Milan’ın şampiyonluğundan başka, ‘Avrupa’da Yılın Futbolcusu’ seçilen Gullit, 1987’de ‘Dünya’da Yılın Futbolcusu’ ünvanını kazandı. Gullit, ‘Dünya’nın en iyi futbolcusu’ ünvanını 1989 yılında da kazandı.

1988/1989 ve 1989/1990 sezonlarında dizindeki sakatlıklar nedeniyle pek az maçta oynayabilen Gullit, 1992/1993 sezonunda da sadece 15 maçta oynayabildi ve Milan’daki başarı serüvenine veda etti.



Gullit, iki takım arkadaşıyla birlikte, 19 yaşında girdiği Hollanda milli takımını 1988 Avrupa Şampiyonası’nda, finalde Rusya’yı 2-0 yenerek şampiyon yapanlardan biriydi.

Gullit, 1990 Dünya Kupası ve 1992 Avrupa Şampiyonası’nda da milli takımda yer almıştı.

Gullit, milli takımda 66 maç oynadı ve 17 gol attı.

Gullit, İtalya’da kalmayı seçti ve Sampdoria kulübüne taransfer oldu. 16 gol attığı takımının lig üçüncüsü oluşu, Gullit’in iyi bir tercih yapmış olduğunu gösterdi.

Üçüncülük tek başarı değildi. Zira o yıl Kupa finalinde eski takımı AC Milan ile final maçı oynadı. Galibiyet golünü atan Gullit, kupanın da sahibi oldu.

Gullit’in bu başarısı üzerine AC Milan 1994/1995 sezonunda onu yeniden transfer etti.

Kupa finali yine AC Milan ve Sampdoria arasında oynandı ve yine Gullit kazandı.

Daha sonra formdan düşen Gullit, sezonun ortasında yeniden Sampdoria’ya döndü.

32 yaşına basan Gullit bu kez İngiltere’nin Chelsea kulübüne transfer oldu. Futbolcu olarak pek bir varlık gösteremeyen Gullit, ilginç bir karar ile futbolcu/antrenör oldu. 1997 yılında FA Kupası’nı kazanan Gullit, 1998’de antrenörlükten çıkarıldı ve futbolcu yaşamına da son verdi.

SAÇ EKİMİ

Bir zamanlar kıskanılan saçları ile kendisini tüm dünyaya sevdirmiş olan Gullit, beklenmedik bir şekilde dökülen saçlarının ardından ne kadar göz yaşı dökse haklıdır değil mi?

Ekme saç için Hollanda’da girişimde bulunan Gullit, daha sonra bir arkadaşının tavsiyesi üzerine, saç ekimini İstanbul’da yaptırmaya karar verdi.

İsterseniz hikâyenin bundan sonrasını, Gullit’e saç ekme şansını takalayan Hairwold İstanbul firmasının web sayfasından aktaralım:



GULLİT GİBİ BİR ÜNLÜNÜN HAİRWORLD İSTANBUL’DA, DEVRİMSEL FUE CT STEM CELL (KÖK HÜCRE) TEKNİĞİNİ TERCİH ETTİĞİNİ GURURLA DUYURURUZ.

Ruud Gullit Hairworld İstanbul’dan önce, başka bir Hollanda kurumunda saç ekim tedavisi oldu fakat memnun kalmadı. Arkadaşı Najib Amhali’in Hairworld İstanbul’da saç ekim tedavi sonucunu görünce, hemen ikna oldu. Lange Frans, Najib Amhali, Royston Drenthe, Mr. Polska ve Huub Smit gibi ünlü isimlerin Hairworld Istanbul’daki tedavileri de başarıyla sonuçlandı. Ayrıca dünyanın pek çok yerinden saç ekimi tedavisi yaptırmak isteyen binlerce kişi Hairworld İstanbul’u seçti.

Rekabet edilemez başarı yüzdesi

Hairworld İstanbul’u seçen Ruud Gullit aslında kesin başarıyı ve en etkili sonucu seçti. FUE CT tekniği, %97’den yüksek başarı oranıyla; piyasada çok daha düşük yüzdelerde kalan diğer tüm tekniklerin en başında gelmektedir.

Tecrübe ve uzmanlık

Ruud Gullit, tedavisi sırasında Hairworld İstanbul’da çalışan deneyimli ve profesyonel saç ekim uzmanlarının ilgi ve yaklaşımından çok memnun kaldı. Gerçekleştirdiğimiz binlerce operasyonun kazandırdığı tecrübeleri Ruud Gullit’in operasyonunda da kullandık. Bir Türk saç ekim kliniği olarak ülkemizin sağlık turizmindeki başarısını ve kalite farkını en iyi şekilde dünyaya gösterdik. Özellikle kıvırcık saç ekimlerindeki başarılarımız Ruud Gullit gibi birçok tanınmış ismi ülkemize getirmiştir.

Kişiye özel saç ekimi

FUE CT yöntemimizin en önemli farkı, uyguladığımız kişiye özel tedavi yöntemleridir. Bu yöntemler, saç ekim isteyen misafirlerimizin kişisel durumuna ve isteklerine göre, geliştirdiğimiz 30 farklı protokole dayanan en uygun tedavi sürecini belirliyor ve bu doğrultuda tedaviye başlıyoruz.

Devrimsel FUE CT STEM CELL tekniği dünyada rakipsiz

Devrimsel FUE CT STEM CELL (KÖK HÜCRE) tekniği, Ruud Gullit için Hairworld İstanbul tarafından sunulan en gelişmiş tedavi teknolojisi seçildi. Bu teknolojide, FUE CT saç ekim tedavisi öncesinde, FUE CT protokollerine uygun kök hücreler, yağ dokusundan ayrıştırılır. Bu hücreler hastanemizdeki FDA onaylı GMP laboratuvarın da 6 hafta boyunca belirli uygulamalar geçirirler ve laboratuvarımızda işlendikten sonra kafa derisindeki dermis tabakasına enjekte edilir. Kök hücrelerin iyileştirme ve onarım özelliği saç köklerinin ve kafa derisindeki kan dolaşımının optimizasyonunu sağlamaktadır. Özellikle yaşlanan kafa derisi hücrelerinde ve cilt sorunu olan saç ekim hastalarında ayrıca tavsiye edebileceğimiz bir yöntemdir. Bu da en başarılı saç nakli için en doğru başlangıç noktasıdır.

Başlangıçtan sona kadar mükemmel rehberlik.

Ruud Gullit, Hairworld İstanbul’u saç ekimi için tercih ettiği andan itibaren, tedavisinin verimli ve sorunsuz bir şekilde yürütülmesi için elimizden gelen her şeyi yaptık. Tedavi sürecinde, baştan sona kadar, Ruud Gullit’i en iyi şekilde bilgilendirdik. İstanbul’a yapacağı seyahate hazırlanmasında ona gerekli rehberliği yaptık ve İstanbul’da kendisine Hollandaca konuşan 7 çalışanımız diğer misafirlerimizde de olduğu gibi farklı noktalarda rehberlik ettiler. Tedaviden sonraki dönemde, Hollanda’da BIG kayıtlı doktorlar tarafından sağlanan profesyonel bakım ve destek sayesinde alınacak sonucu güvence altına alıyoruz.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





O’nu TRT Genel Müdürlüğü sırasında tanımıştım. İsmail Cem İpekçi’yi ölümünün 13’üncü yılında andık



Rahmetliyi TRT Genel Müdürlüğü yaptığı yıllarda tanımıştım. 1975 yılında TRT’nin mukaveleli Hollanda muhabirliğini üstlendiğim yıldı. Aynı yıl Hollanda’nın NOS Televizyonu’na Pasaport adlı programı da yapıyordum.

TRT’yi ziyaret ettiğim bir gün, Genel Müdür İsmail Cem İpekçi ile görüşme şansına ulaştım.

Makamında tam 3 saat kaldım ama, o süre zarfında onlarca ziyaretçi ile birlikte çay içtim durdum.

Kimler gelmiyordu ki? Politikacılar, sanatçılar, yazarlar ve de film yapımcıları.

O ziyaretim sırasında beni en çok duygulandıran görüşmeler film yapımcıları ile yapılan görüşmeler oldu. Hepsi senaryolarını masaya bırakıyor ve içerik hakkında bilgiler veriyorlardı. İpekçi onları sabırla dinliyordu ve sonunda da hep şunu söylüyordu: ‘Bana, eğitici senaryolar ile gelin. Kadromuzda eğlendirici program yapan iyi elemanlarımız var. Sizlerden gençlerimize yararlı olacak öğretici yapımlar istiyorum.’

İpekçi’nin bu sözleri, eğitici senaryo ile gelenleri mutlu ediyor, aşk, meşk hikâyeleri ile gelenleri mutsuz ediyordu. Tüm ziyaretçilerin önünde, gizlisi saklısı olmayan görüşmeler, TRT Genel Müdürü’nden beklenen en iyi hizmetti.

Bir ara makamında sadece ben kalmıştım. O sırada bana ‘Görüyorsun değil mi İlhan, millet neler için bana geliyorlar.’ Diyerek, işinin zorluğunu anlatmaya çalıştı.

Daha sonra Dışişleri Bakanı olduğu zaman da Lahey’de birlikte olma şansını yakaladığım İsmail Cem İpekçi muhteşem bir insandı.

Bu güzide insanımızın yaşam öyküsünü Biyografya com’dan okuyalım:

Gazeteci-yazar, fotoğraf sanatçısı, siyaset ve devlet adamı, Dışişleri eski Bakanlarından

(D. 15 Şubat 1940, İstanbul - Ö. 24 Ocak 2007, İstanbul). Tam adı İsmail Cem İpekçi olup ünlü sinemacı İhsan İpekçi’nin oğlu, ünlü gazeteci-yazar Abdi İpekçi’nin kuzenidir. İstanbul’da Robert Kolej’i (1959) ve Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni (1962) bitirdi. Ertesi yıl “Milliyet”te gazeteciliğe başladı. 1964’ten 1969’a kadar “Cumhuriyet” gazetesinde çeşitli konularda inceleme yazıları yayımladı ve bu gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1971-74 yıllarında Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi Başkanlığı’nı yaptı. Ercan Arıklı ile haftalık “ABC” gazetesini çıkardı.



İsmail Cem, 1974-75 yıllarında, CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde TRT Genel Müdürlüğü yaptı. I. Milliyetçi Cephe hükümetince genel müdürlükten alınması ve Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına karşın görevine iade edilmemesi iktidarla muhalefet arasında uzun süren tartışmalara yol açtı. 1975’te Ercan Arıklı ve Kadri Kayabal ile birlikte “Politika” gazetesini kurdu ve bu gazetenin başyazarlığı ile yayın yönetmenliğini yürüttü. Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nde siyaset sosyolojisi alanında yüksek lisans yaptı (1991).

Cem, 1985’te Halkçı Parti (HP) ile Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) birleşmesiyle oluşturulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nda görev aldı. Partinin Haziran 1987’de yapılan 3. Olağanüstü Kongresi’nde de parti meclisine ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliğine seçildi. 1987 Genel Seçimleri’nde SHP listesinden İstanbul Milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Parti içinde “Yeni Sol” olarak adlandırılan grupta yer aldı. 1991 Genel Seçimleri yine SHP listesinden İstanbul Milletvekili seçildi. 1992’de SHP’den ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden oluşumunda görev aldı. 1993 Cumhurbaşkanlığı seçimine CHP adayı olarak katıldı.

İsmail Cem, 7 Temmuz 1995’te 50. Hükümet’te Ercan Karakaş’tan boşalan Kültür Bakanlığı görevine getirildi. 1995 Genel Seçimleri’nden önce Demokratik Sol Parti’ye (DSP) geçerek, Kayseri’den milletvekili seçildi. DSP’nin TBMM Grup Yönetim Kurulu üyesi oldu (1996); 30 Haziran 1997 tarihinde kurulan 55. Hükümet’te de Dışişleri Bakanlığı görevine atandı. Bakanlığı döneminde özellikle Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkilerine yoğunlaşan Cem, Türkiye’nin Aralık 1999’da Avrupa Birliği adayı olmasında ve Yunanistan ile ilişkilerin düzeltilmesinde etkili rol oynadı.

11 Temmuz 2002’de, hükümetin ve Demokratik Sol Parti’nin artık işlevini yitirdiği gerekçesiyle Dışişleri Bakanlığı görevinden ve DSP’den istifa etti. Kısa süre sonra arkadaşlarıyla Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) kuruluşuna katıldı ve bu partinin genel başkanlığına getirildi. YTP’nin beklenen ilgiyi görememesi üzerine de, 2004 yılında YTP’nin CHP’ye katılma kararı alındı. Cem, CHP’nin 24 Ocak 2005’te yapılan olağanüstü kurultayının ardından Parti Meclisi üyesi, Bilim ve Kültür Platformu Başkanı ve Genel Başkan Başdanışmanı olarak görev yaptı.



İsmail Cem, 18. ve 19. dönem İstanbul, 20. ve 21. dönem Kayseri milletvekilliği yaptı. Türkiye Cumhuriyet’i tarihinin en uzun süre görev yapan dördüncü dışişleri bakanıdır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Batı Avrupa Birliği (BAB) Asamblesi üyelikleri (1987-96) yaptı. 1989-91 ve 1993-95 tarihlerinde olmak üzere iki kez Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Sosyalist Gurubu Başkanvekilliğine seçildi. AKPM ve BAB Asamblesi Türk Parlamenter Gurubu Başkanlığına seçildi (1996). Avrupa Medya Enstitüsü Danışma Kurulu üyeliği yaptı.

İsmail Cem, Türk-Yunan dostluğuna yaptıkları katkıdan ötürü, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu ile birlikte 2000 yılında, merkezi New York’ta bulunan Doğu-Batı Enstitüsü’nce “Yılın Devlet Adamı Ödülü”ne layık görüldü. “Ekovitrin” dergisince verilen Yılın Starları ödülleri kapsamında, 2002 yılında “Yılın Bakanı” seçildi. Türkiye’ye yaptığı başarılı hizmetlerden ötürü Türk Kalp Vakfı tarafından “Sakıp Sabancı İyi Kalp Ödülü”ne değer görüldü. Merkezi İsviçre’de olan Dünya Ekonomi Forumu’nca hazırlanan ‘Rüya Hükümeti’nde İsmail Cem de “En başarılı 4 dış politikacıdan biri” sıfatıyla yer aldı. Türkiye ve Yunanistan arasındaki barışa katkılarından dolayı İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nce 1999 Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Gazetecilik Altın Heykel Yarışması, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Büyük Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.

İsmail Cem, akciğer kanseri tedavisi için yatırıldığı İstanbul Cerrahi Hastanesi’nde 24 Ocak 2007’de yaşamını yitirdi. Cenazesine aynı dönem çalıştığı meslektaşı Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da katılmıştı. Yorgo Papandreu, 9 Ekim 2009 tarihli Türkiye ziyareti kapsamında, Türkiye-Yunanistan arasında dostluğu başlattığı için İsmail Cem’in mezarını ziyaret ederek, mezarının üstüne zeytin dalı bıraktı. 2010 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) tarafından “İsmail Cem Televizyon Ödülleri” düzenlenmeye başlandı.

İsmail Cem, 24 Ocak 2007 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti, Zincilkuyu Mezarlığında toprağa verildi. Elçin Cem ile evli olan İsmail Cem, İpek ve Kerim adlarında iki çocuk babasıydı.

İsmail Cem, bütün yaşamı ve görevleri süresinde Türkiye’nin sorunları, dış politika sorunları, siyasal sistemler ve özellikle de sosyal demokrasi üzerine düşünmüş, çözümler üretmiş, önermiş ve düşündüklerini, anıları dahil, yazarak kamuoyu ile paylaşmıştı. Ayrıca fotoğraf sergileri açtı ve kimi fotoğraflarını kitap olarak da yayımladı.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY soruyor:



Siz de kendi kendinizin öğretmeni misiniz?

Çok eski kavramlar güncelleşiyor



Otodidakt; Kendi kendinin öğretmeni

Otoditaktizm; Kendi kendine öğrenme...





Leonardo da Vinci’nin, kendi kendini yetiştirmiş en büyük otodidakt olduğu biliniyor





Çoğunuz, ‘Nereden çıktı bu otodidakt kelimesi’ diye soracaksınız.

Malumunuz, Google Amca’da arama yaptığınız sürece, çok eğitimli olmasanız da, yani kartvizitinizdeki ismin önünde Prof., Dr., Drs., Mühendis, Avukat, Tarihçi veya Uzman payeleri olmasa da, paye olarak ‘Otodidakt’ kelimesini hak etmiş olursunuz. Yani kendi kendinizin öğretmeni olursunuz. Böylece de ‘Otodidakt’ etiketini kazanmış olursunuz.

Peki, gerçekten nereden çıktı bu ‘Otodidakt’ lafı?

Bakınız bu konuda Fatih Özsoy kardeşimiz ne yazmış:

“Gezegenimizde bilgi çağının da ötesinde zamanlarda yaşıyoruz artık. Sonsuz bilginin var olduğuna, her an her yeni gün gezegende, evrende var olan bilgilerin katlanarak artmaya devam ettiğini yaşayarak öğreniyoruz.

Kitaplar, internet sayfaları, eğitimler ve daha birçok alan bilgi havuzlarını günden güne arttırmaktadır. Peki insanoğlu tüm bu bilgilere hep bir öğretmen ya da öğretici ve yönlendirici aracılığı ile mi ulaşmaya çalışacak.

Çağın, zamanın gerektirdiği bilgi ve beceriler hızla değişmektedir. Dün beden gücü ile çalışacak bireyler gerekli iken, bugün belki de robot tasarlayıp, kodlamalar yapıp her şeyin daha mükemmele ulaşmasını sağlayacak bilgiler, beyinler gerekmektedir.

Birer cümle ile Otodidakt - Otoditaktizm nedir? Sorusuna cevap verip, detaylı açıklamalar ile yazımıza devam edeceğiz.

Otodidakt kavramı, kısaca kendi kendinin öğretmeni anlamını içermekte iken, Otoditaktizm ise kendi kendine öğrenme olarak ifade edilebilmektedir.

Kelimenin köklerine inecek olursak; auto yani kendi, didaktikos yani öğretim anlamına gelmektedir.

Herhangi bir eğitim modeli ya da eğitici gerekmeksizin kendi kendine yapılan düşünme, araştırma ve çalışmalarla öğrenme modelidir. Derinlemesine düşünme, bilgilere ulaşmaya çalışma (kütüphane, deneyi internet), araştırma yapma gibi yöntemlerle bilgiyi öğrenme yolunu tercih etmektedirler.

Genel olarak, her noktadan, her kaynaktan bilgi edinmeye, anlamaya, bilgileri yorumlamaya çalışmaktadırlar.

Bilinenden daha çok, bilinmeyenleri, daha ne yapılabilir, daha ne olabilir sorularının peşinden yeni bilgilere koşuyorlar.

Yoğun öğrenme tutkusu, yeni bilgi öğrenme coşkusuna sahip olmaktadırlar.

Otodidaktizm ifadesi, kaynaklarda ilk olarak 1160’lı yıllarda Endülüslü Filozof Abu Baker Ibn Tufayl’in felsefi içerikli romanı Hayy’da yer almaktadır. Söz konusu kitapta, Marakeşli bir çocuğun kendi başına çeşitli aletler geliştirmesi ve doğa ile mücadelesi anlatılmaktadır. Kitabın ana mesajı ise “insanı geliştiren toplum ya da onun sözleşmeleri değil, yine insanın ta kendisidir” şeklindedir.

Herkes otodidakt olabilmektedir. Örneğin, 7 yaşındaki bir kız çocuğu, kitap ya da dergi sayfalarını karıştırıp okuyarak anlamaya çalışmakta ise, otodidaktik bir davranış gösterdiği ya da otodidakt bir eğilime sahip olduğunu ifade edebilmektedir.

Leonardo da Vinci’nin tarihteki en mühim otodidaklardan birisi olduğu bilinmektedir.

Günümüz koşulları neredeyse hepimizi birer otodidakt olma yoluna itmektedir. Çünkü; Çağımızın gelişen teknolojisi, birbirinden farklı iş, hayat tarzı, yaşam biçimi veya alışkanlıklara kazanımızı zorunluluk haline getirebilmektedir. Her yeni gün değişen ve öğrenilmesi gereken bilgilerin yoğunluğu hızla artmaktadır. Çocuklarımızın henüz okul hayatları dahi başlamadan bir çok bilgi ve gereksinim hayatlarına dahil olmaktadır. Halihazırda kullanılan eğitim sistemimizin yöntemlerinin yeterliliği ile geçerliliği zamanla bitmektedir. ‟



Otodidakt payesi konusunda araştırma yapmış olan Ufuk Tarhan şunları yazmış:

Latince, Auto = Kendi ve Didaktikos = Öğretim kelimelerinden türemiş. Düşünerek, derinleşerek,

hazmederek odaklı öğrenme şekli. Herhangi bir okula, eğitim sistemine bağlı olmaksızın kendi

başına yapılan düşünmelerle, araştırmalarla, tartışmalarla, çalışmalarla öğrenme hali...

Otodidaktlar çok ama çok düşünerek, kütüphanelerde, web sitelerinde araştırmalar, tasarımlar,

deneyler, egzersizler vb. yaparak belirli bir konuda, alanda çok derinleşiyorlar. Geliştirdikleri bilgi

ve deneyimi klasik, sınırlı eğitim sürelerinde ve yapılarında edinmek mümkün olmadığı için okuldan,

arkadaşlarından, kardeşlerinden, uzmanlardan, mentorlardan öğreniyorlar, rehberlik alıyorlar.



Her yerden, her kaynaktan bilgi emiyorlar, süzüyorlar, evirip, çeviriyorlar. Kendilerini

belirli bir sisteme bağlı olmak zorunda hissetmiyorlar. Hissetseler de oralarda tatmin olmuyorlar.

Onları bilinenler değil, bilinmeyenler, daha ne olabilir‟ler, ya olursa‟lar çekiyor...



Tek kitlendikleri şey hakkında sınırsız bilgi edinmek istedikleri konu alan oluyor. Ötesi onları pek

ilgilendirmiyor... Kısacası öğrenme tutkuları hiç bir engel tanımıyor, mazeret kabul etmiyor...

Ve kabullendiğimiz doğruların aksine, pek çok içeriği aslında bu otodidakt profiler geliştiriyor, zenginleştiriyor. Çünkü onlar yayınlar, yapıyor, itirazlar ediyor, yorumlar yazıyor ve sürekli çomak sokuyor; gelişimi zorluyorlar...



Tarihten bilinen en önemli otodidaktlardan biri Leonardo da Vinci. Benim yakından tanıdığım iki üç

örnek; Jacque Fresco ve Dr. Sadeg Faris. Her ikisi de sistemli eğitimden geçmemiş ancak en bilinen

üniversitelerde dersler vermiş, ödüller, patentler almış, ‘dahi’ denen bilim insanları. 21. Yüzyılın en

meşhur otodidaktlarından bir de mimar Tadao Ando.



Eminim şimdi düşününce sizler de pek çok otodidakt isim bulacak hatta kendinizin de bir otodidakt

olduğuna hükmedeceksiniz... Ki eminim doğrudur... İçinde bulunduğumuz çağ otodidaktizmi

kolaylaştırıyor, teşvik ediyor ve klasik öğrenme yollarını takviye ediyor...

Neden otodidaktizm?

1. Teknoloji, yeni farkındalıklar iş ve yaşam biçimlerini/alışkanlıklarını değiştirmeyi zorunlu kılıyor.

2. Bu nedenle değişim ve öğrenilmesi gereken şeylerin sayısı, kapsamı çok fazla ve çok hızlı artıyor.

3. Daha okulu, akademik literatürü gelişmeden pek çok konu hayatımıza giriveriyor.

Yepyeni ihtiyaçlar, sorunlar, fırsatlar, tehditler yaratıyor. Yani gitmek istesek de pek çok konunun

okulu oluşamadan, sorusu, ihtiyacı oluşuyor...

4. Geleneksel eğitim içeriklerinin, yöntemlerinin, araçlarının çoğu kısa sürede işlevsizleşiyor.

5. Giderek artan hız ve çeşitlilikte, bilgiye, uzmana, kaynağa vb. erişim farklı ve çoklu kanallardan

olanaklı ve kolay hale geliyor. Dijital kanallardan öğrenme olanakları ise tersine, kolaylaşıyor,

çoğalıyor ve ucuzluyor.

6. Klasik kanallardan eğitim almak giderek pahalılaşıyor insanların geliri düşüyor ve aradaki makas,

açıldıkça açılıyor.

7. İnsanlar odaklanmak ve derinleşmek istedikleri alanlar dışında gereksiz şeyler öğrenmeye çalışarak

vakit kaybetmek istemiyorlar. İşte bu nedenlerle diyorum ki gelişmek, değişmek isteyene artık

bahane yok... Yol ardına kadar açık. Üstelik de bu, zaten neredeyse antik çağlardan beri kullanılan

bir yöntemmiş... İlerleyelim:)



O zaman bu yüzyıla yeni bir isim daha takabiliriz... Otodidakt Çağı...



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY yazdı:



Gurbetçi otomobillerine 2 yıllık triptik hakkının mimarı Turgut Torunoğulları, şimdi de ‘Özel Plaka’ için harekete geçti



T.C. Anayasası’nın ‘Temel haklar ve ödevler’ kısmında yer alan 62’nci maddesinde, “Türk Devleti, yabancı ülkelerde çalışan vatandaşlarının aile birliğini, çocuklarının eğitimini, kültürel ihtiyaçlarını ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gerekli tedbirleri alır” ifadesinden ve 5256 sayılı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Kanunu’nun 3’üncü maddesinin J fıkrasında yer alan, “Yurtdışında yaşayan ve/veya çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak ve çözüm önerileri geliştirmek” hükmünden yararlanmak isteyen yurtdışındaki Türkler, seslerini Ankara’ya duyurabilmek için çırpınmaya devam ediyorlar.

Gurbetçi otomobillerine 2 yıllık triptik hakkı verilmesinin mimarı olan,

Edelstaal Simtronic Şirketler Grubu ve Orka Hotels Yönetim Kurulu Başkanı Turgut Torunoğulları, şimdi de yurttaşlarımızın otomobillerine, tıpkı Suriyeliler’e verildiği gibi, özel plaka verilmesi için kolları sıvadı.

Turgut Torunoğulları, Türkiye’ye onyıllardır döviz yağdıran gurbetçilerimize bu hakkın tanınması için, yurtdışındaki Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte Ankara’da lobi oluşturacaklarını belirtirken, ‘Ankara bizim sesimize mutlaka kulak verecektir’ ifadesinde bulundu.



Dertler katmerleşiyordu

1960'lı yılların başında çıkmıştı gurbet yoluna binlerce, onbinlerce Anadolulu...

Önceleri kendi rizikoları ile yola çıkmışlardı. Daha sonra 'Devlet Baba'nın kontrolu altında...

Yani 'Devlet Baba''nın ülkeler ile yaptığı görüşmeler sonunda hazırlanan mukaveleler, gurbeçiler için 'garanti' olmuştu...

Mukaveleler yürürlükteydi ama, mukavele kurallarını yerine getirmeyen Avrupalı işverenler, kural, mural dinlemiyorlardı.



O zamanlar Türk konsoloslukları bu iş anlaşmazlıklarına karışmıyorlar ve sadece pasaport işlemleri yapıyorlardı.

Gurbetçinin her türlü sorunu ile sadece biz gazeteciler ilgileniyorduk.

40 derece ateşli hastalıkla evinden işe gönderilen Türkler'in haklarını, sadece gazetemize yazarak değil, başta işverenin müdürü olmak üzere çeşitli mercilere telefon ederek ve yerel medyaya bildirerek savunuyor ve ortalığı karıştırıyorduk.

8-10 kişiyi bir yatak odasına sığdıran işverenin, mukaveleyi ihlal ettiğini biz ortaya çıkarıyorduk. Yerli işçiye yüksek maaş, yabancı işçiye düşük maaş verenlerin foyasını biz çıkarıyorduk ortaya...

Sonra aile birleşimi başladı. İskan sorunu başladı. Çocukların eğitim sorunu çıktı ortaya. Bayramlarda bile namaz kılınacak yerleri yoktu. Camiler kurulana kadar mücadele ettik gurbetçi için.

Yıllar ilerledikçe, gurbetçiden memlekete döviz akmaya başladı.

Bu kez politikacılar çıktı meydana. Avrupa'ya gelmeye başlayan politikacılar, sözüm ona dert dinliyor ve not alıyorlardı. Notları nereye yazıyorlardı biliyor musunuz? Mübalaasız, ceplerinden çıkardıkları sigara paketlerine yazıyorlardı. Yani sigara bitince paket de sorunlar da çöpe gidiyordu.

Daha sonraki yıllarda ataşelikler açılmaya başlandı. Çalışma Ataşesi, Eğitim Ataşesi, Din İşleri Ataşesi gibi...

Daha daha sonra da Müşavirler geldi.

Yurttaşlar Müşavirliklere ve Ataşeliklere dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı ama anlayan yoktu. Görev yine biz gazetecilere düşüyordu. Biz de yazıyorduk ve ortalığı karıştırarak çözüm bulmaya çalışıyorduk.



OTOMOBİL DERDİ

Yurttaşların binbir türlü derdi vardı. Bu dertlerden biri, yurda triptik ile otomobil girişi yapmaktı. Başta Turgut Torunoğulları olmak üzere, STK temsilcileri ile hep birlikte mücadele ettik ve sonunda yabancı plakayla iki yıl kalma hakkını elde ettik. Buna çok sevinmiştik.



OTOMOBİLE PLAKA

Bize göre, yukarıdaki işlemler de artık tarihe karışmalı Suriyeliler'e geçici plaka verildiği gibi, yurtdışındaki biz yurttaşlara neden plaka verilmiyor? Suriyeliler'in ödedikleri 205.03 TL'yi biz de ödeyelim ve bize de geçici plaka verilsin ki, iki yıllık zahmetten ve her defasında taahhütname vermekten kurtulalım.

İnsanlara bazı haklar tanınınca, 'Onlara var da bize neden yok' derken, ırkçı bir tavır takınmıyoruz. Ama, onyıllardır anavatanı dövize boğan gurbetçiye, Türkiye'ye sokmak istedikleri otomobillere geçici Türk plakası verilmezken, ''Türkiye'ye hiçbir kazanç sağlamayan Suriyeli'ye neden böyle bir hak tanınıyor da bize tanınmıyor?'' diyenlere ne cevap verilir?

Bakalım gurbetçilerimizin bu makûs talihi ne zaman değişecek?

İki yıllık triptik hakkının mimarı olan Torunoğulları’nın girişimlerini merakla bekleyeceğiz.







MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





İlhan KARAÇAY yazdı:

Vay huysuzlar vay !

OY HAKKIMIZI İPTAL ETTİRMEK İSTİYORLAR…

Türkiye'de bir grup (huysuz) genç, gurbetçilerin oy verme hakkının iptal edilmesi yönünde kampanya başlatmış: Avrupa'nın nimetlerinden faydalanıp, Türkiye'nin kaderini belirliyormuşuz.

Türkiye'nin en çok ziyaret edilen forum sitelerinden Ekşi Sözlük'te, yurt dışındaki vatandaşlara tanınan oy hakkının iptal edilmesi yönünde kampanya başlatılmış.

"Gurbetçi oy hakkının iptali kampanyası" adlı başlıkta, yurt dışındakilerin Avrupa'nın nimetlerinden faydalanıp, Türkiye'nin kaderini belirlemesinin rasyonel olmadığı, yaşamadan, görmeden verilen oyların, Türkiye'dekilerin kaderini belirlediği ileri sürülüyormuş.

Bu huysuzlar, oy hakkımızın iptal edilmesi için, izinsiz olarak elde ettiğimizi öne sürdükleri çifte vatandaşlığımızın iptal edilemesi için, yaşadığımız ülkenin makamlarına ihbar edilmesini savunurken, diğer huysuzlar da, Türkiye'de 6 aydan fazla yaşamayanlarımızın oy kullanamamızı önermiş.

Gece yarısı, uyku arası baktığım facebook’ta gördüğüm bu haber ve bu habere karşı verilen reaksiyonlar tüylerimi ürpertti. Öyle ya, yurtdışında yaşayan bizlerin, Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilmemiz için yıllarca mücadele etmiştik. Büyük uğraşlardan sonra elde ettiğimiz bu hakkın geri alınması için öne sürülen en büyük neden nedir biliyor musunuz? Yurtdışında yaşayan Türkler’in çoğu, yaşadıkları ülkelerde sol partilere oy verirken, Türkiye’de sağ partilere oy vermeleriymiş.



‘Vay huysuzlar vay !’ lafını tekrarlıyorum.

Ne ilginçtir değil mi?

Oy kullanabildiğimiz bazı ülkelerde de bazı huysuzlar bu hakkın elimizden alınmasını istiyorlar.

Bunun sebebi de, Türkiye’ye duyduğumuz aidiyet imiş.

Mademki kalbimiz Türkiye için atıyormuş, o zaman bu ülkelerden defolup Türkiye’de oy kullanmalıymışız.

Tezata bakar mısınız ?

İki arada bir derede kaldık.

Yaşadığımız ülkedeki huysuzlar, onların ekonomilerine sağladığımız katkıyı bir kenara atıp bizi dışlamaya çalışırlarken, anavatanımızdaki bazı huysuzlar da, doğduğumuz ama orada doyamadığımız için yurtdışına göç ettiğimiz gerçeğini bir kenara iterek dışlama yapıyorlar.

Anavatanımıza milyarlarca döviz kazandıran bizlere verilen bir hakkı yok etmek isterlerken, ülkemize sığınan ve milyarlarca dolar kaybettirenlere verilen oy hakkından hiç söz etmiyorlar.

VERİLMEYEN HAKLAR

Yurtdışında yaşayan Türkler, eskiden söylediğimiz gibi hala yumurtlayan tavuk muamelesi görüyor. Örneğin 10 bin eurodan bin euroya düşürttüğmüz askerlik bedelini yine yükselttiler ve 5 bin küsür euroya çıkardılar. Otomobillerimize 2 yıllık triptik hakkı aldık ama, hâlâ Suriyeliler’e verilen hak bize verilmedi. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, yurda soktukları otomobillerine üç kuruş harc ödeyerek Türk plakası alıyorlar. Tüm feryatlarımıza rağmen bu hak bize hâlâ verilmedi. Daha önce yazmış olduğum ‘Suriyeli’ye ehlen sehlen, (Suriyeli’ye hoş geldin) gurbetçi Türk’e tu kaka’başlıklı yorumumda belirtmiş olduğum gibi, biz gurbetçi Türkler yurdumuza milyarlarca döviz soktuk ve hâlâ da sokuyoruz. Buna karşın sığınmacılar sadece dövizlerimizi yiyorlar.

Şimdi kaldırılması istenen oy kullanma hakkımız var ama, hâlâ seçim bölgemiz yok. Bu konuda da, Avrupa’da seçim bölgesi oluşturulması ve bu bölgelerden meclise seçilme hakkımız verilmedi.

Şimdi bir çağrım var tabii…

Bizi duymak istemeyenlere ve verilen haklarımızı geri almak isteyen huysuzlara karşı siz de sesinizi duyurunuz.

Görsünler bakalım. Yurtdışında yaşayan bizler, bu çirkin ve haksız isteğin altında kalır mıyız?



Bu yazıma, bir süre önce yazdığım aşağıdaki yorumumu eklemek istiyorum.



İlhan KARAÇAY’ın, geçmiş ve gelecek yıllar değerlendirmesi:

Dış Türkler, Ankara tarafından unutuldukça kimlik kayması yaşanacak ve önlem alınmazsa aidiyet hisleri yok olacaktır



2019 yılını geride bırakıp 2020 yılına girdiğimiz zaman yazmak istediğim değerlendirmeyi, geçmiş ve gelecek yılı kapsayan bir değerlendirme olarak değil, geçen bütün yılları ve gelecek olan bütün yılları içeren bir değerlendirme olarak yazmayı daha uygun buldum.

Konumuz Dış Türkler’i kapsayacak ama, yaşama ve çalışma alanım Hollanda olduğu için, benzetmelerin çoğu Hollanda’dan olacaktır. Siz bunu yine de ‘Dış Türkler’ olarak algılayınız.

Hollanda’da yaşayan Türkler olarak günlük hayatın hemen her alanında ayrımcı, dışlayıcı davranışlara maruz kalıyor ve var olan haklardan eşit şekilde yararlanamıyoruz. Gerek Türkiye ve gerekse Hollanda, eşit değerde vatandaş olmamız için, beklediğimiz çalışmaları 2019 yılında da yapmadı.

Bizim Türkiye’ye olan aidiyet duygumuz ve Hollanda’ya bağlılık hissimiz ile entegrasyon başarımız maalesef işe yaramıyor.

55 yıllık göç yaşamımızda, çocuklarımızın eğitimdeki başarılarına rağmen, iş ve eşit gelir konusunda mağdur olan hep biz oluyoruz.

Dış Türkler’in eksiği

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar.

Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.

Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.

Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.

Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.

Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.

Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok olmaya evrildi gibi.

Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.

Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.

Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler. Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.

Türkiye’nin eksiği

Yukarıda dış Türkler’in eksiğini dile getirmeye çalıştım

Devletimizi yönetenler, 55 yıl önce başlayan Avrupa’ya göç serüveninden bu yana, sık sık buralara geldiler vei lk yıllarda kamplarda yaşayan Türkler’i ziyaret ettiler ve dertlerini dinlediler. Dertler dinleniyordu ama, dinleyenler Ankara’ya dönünce anlatılanları unutuyorlardı.

Biz de, ‘Dinlediklerini sigara paketlerinin arkasına yazıyorlar ve sonra da atıyorlar’ gibi laflar ediyorduk.

Dertlerimizin çözümü için Dış Türkler Bakanlığı kurulmasını, parlamentoya yurtdışı Türkler’inden de katılım olmasını yazdık, çizdik. Bu sese kulak veren olmadı.

Eğri otupup doğru konuşmak gerekirse, Recep Tayyip Erdoğan bu serzenişlere kulak veren ilk devlet adamı oldu. Erdoğan, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı kurdu ve yurtdışında oy kullanma işlevini kolaylaştırdı. Hoş, yurtdışından aday gösterme işlevini yapamadı ama, dileriz bundan sonraki seçimde bu da gerçekleşir.

Erdoğan’ın en doğru düşüncelerinden biri de, Lobi faaliyetlerinin güçlenmesi için kurdurduğu De Union of European Turkish Democrats (UETD) teşkilatı oldu. Bunun Türkçe açılımı Avrupalı Türk Demokratlar Birliği.

Bu teşkilat yurtdışındaki Türkler’in ve genellikle gençlerin her türlü sorunlarının çözümü için uğraş vereceği gibi, içinde yaşanılan ülkeye çok yönlü katılım ve sorumluluk alarak lobi oluşumunda da önderlik yapacaktı.

UETD’nin kuruluşunda etkin ve o dönemde Yurtdışındaki Türklerden de sorumlu olan Devlet Bakanı Prof. Dr.Mehmet Aydın, Amsterdam Noord’da yapılan bir toplantıya katılmıştı. Program Yavuz Nufel’in yazdıǧı ve Türkevi Yayınlarından çıkan 40 Yıl 40 İnsan kitabının tanımıydı. Hepimiz oradaydık. Bakan Aydın, artık Avrupa’daki Türklerin siyasette, ekonomide, eǧitimde daha katılımcı olmaları, Türkiye Avrupa Birliǧi ilişkilerinde rol oynamaları gerekir demişti. UETD örneǧini vererek, gruplar, partiler, hizipler üstü bir yapılanmayla, Avrupa ‘daki Türklerin hak ettikleri konuma gelmeleri Başbakanımız Recep Tayyip Erdoǧan’ın arzusudur mesajını vermişti.



UETD bu çerçevede bir süre ciddi etkinler yaptı. Kısa zamanda Hollandalı siyasetçiler, yazarlar ve gazetecilerin dikkatini çekti.

O yıllarda bizzat şahit olduǧum bir iki olay şöyle: uzun yıllar NRC’nin Türkiye sorumlusu olarak İstanbul ve Ankara’da görev yapan Hollandalı meslektaşım Froukje Santing beni aradı. Elinde Hollanda-Türkiye ilişkileri ile ilgili bir projesi vardı. Kendisine Ankara’da partner arıyordu. Birlikte UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör’ü ziyaret ettik. Veyis Güngör bizi çok sıcak karşıladı. UETD Başkanı, Hollanda ve Türkiye’nin çıkarlarına yönelik bu projenin hayata geçirilmesi için, tüm baǧlantılarını kullandı ve bize yardımcı oldu.



Bir başka projeye de daha şahit oldum. Rotterdam’dan Hollanda’da eǧitim alanında uzmanlaşmış bir kızımız Hollanda'daki eǧitim sistemlerinden Montassori, Janaplan veya Dalton metodunu Türkiye'de bazı okullarda uygulamak isteǧini UETD Başkanına getirmişti. Başkan Güngör, o gün Milli Eǧitim Bakanı olan Ömer Dinçer'in müsteşarını arayıp Rotterdam'dan gelen kızımız için randevu yapmıştı. Bunlar benim bizzat şahit olduǧum bir iki konuydu...



Ne var ki, çok güzel bir amaçla kurulmuş olan bu teşkilat, Erdoğan’ın yoğun işlerinden zaman bulamaması nedeniyle bazı milletvekillerinin kontroluna bırakılmıştı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu, işin içine siyaset sokuldu ve Avrupa devletleri de bu teşkilat için ‘Ankara’nın uzun kolu’ damgasını vurdu.

İşin içine siyaset ve menfaat o kadar sokuldu ki, adeta bir iç kavga başladı.

Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da düzenlenen 6’ncı Olağan Genel Kurul toplantısı’na katıldı. Zetra Olimpik Spor Salonu'nda yapılan bu genel kurulda, Avrupalı Türk Demokratlar Birliğinin (UETD) ismi Uluslararası Demokratlar Birliği (Union of International Democrats-UID) olarak değiştirildi.

Şimdilerde bu teşkilata AK Parti’nin Avrupa şubeleri gözüyle bakılıyor.

Oysa, Avrupa’daki Türkler, yaşadıkları ülkelerde dün olduǧu gibi bugün de hak ettikleri konumda deǧiller. Aşaǧıda okuyacaǧınız söyleşi bu iddiamızın çok açık bir örneǧidir.

Bir uyarı da Mahmut Aşkar’dan

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi, Dış Türkler’i çok iyi analiz etmiş olan Mahmut Aşkar’ı davet ederek bir toplantı düzenledi. Türkevi Başkanı Veyis Güngör’ün yonettiği bu toplantıda, ‘Avrupa Türklerinde kimlik kayması’ sorunu ele alındı.

Meramımı sizlere anlatabilmekte kolaylık sağlamak için, Aşkar ile yapılan söyleşiyi sizere sunuyorum:

Soru: Avrupalı Türklerin daha henüz kendilerini tarif edemediklerini söylüyorsunuz? Avrupalı Türkü kimler tarif edecek? Neden kendileri kendilerini tarif etmiyorlar? Avrupalı Türk ne demek?

M. Aşkar: Evet. Güzel bir soru. Avrupalı Türkleri elbette Avrupalı Türkler tarif edecektir. Etmelidir. Ancak, Avrupa’daki Türkler şimdilik kendilerini mensubu oldukları kurumların kimlikleriyle, yani alt kimliklerle tanımlamayı seçmekteler ki, bu kurumların önemli bir bölümü yıllar önce, Avrupalı Türkleri deǧil, Türkiye’yi kurtarmak için kurulmuştu. Avrupalı Türkler Anadolu’dan beraberlerinde getirdikleri deǧerlerle bir iki nesil idare ettiler. Ancak yeni nesiller için bu deǧerler yeterli görülmüyor. Deǧişen şartlar, toplumun da dönüşümünü beraberinde getirmekte. Bu gelişim ve deǧişimi de göz önüne aldıǧımızda genel anlamda Avrupalı Türklerin tanımı şu şekilde olabilir: ‘En azından iki dilli, iki vatanlı, çok kültürlü, bir ayaǧı kendi kültüründe diǧer ayaǧı ile diǧer kültürleri gezip dolaşan bir topluluǧa Avrupa Türkleri’ diyebiliriz.

Soru: ‘Avrupalı Türkler, Türkiye için bulunmaz nimettir’ diyorsunuz. Ancak Türkiye tarafından kıymetlerinin bilinmediǧini söylüyorsunuz. Hatta bir iktibas yapıyorsunuz: “Türkiye’nin ufkunda Avrupa Türkleri görünmüyor”. Buna raǧmen, Avrupalı Türkler, neden bir nimet ve onların kıymetlerinin neden farkına varılmıyor?

M. Aşkar: Bir çoǧumuz Türkiye’de geçirdikleri tatillerinde mutlaka müşahade etmişlerdir. Ayrıca, Ankara ile sıkı ilişkiler içinde olan kanaat önderlerinin de gözlemleri ne yazıkki, Türkiye’nin ufkunda Avrupalı Türklerin olmadığı yönündedir. Bu aslında garip bir vakıadır. Zira Avrupalılar, Türkler üzerine doktora tezleri yazılırken, araştırmalar yapılırken, kültür ve sanat, film, televizyon, yani her dalda Avrupalı Türklerle yakınen ilgilenilirken, Türkiye için bulunmaz bir nimet olan Avrupalı Türklerin, Türkiye tarafından uzun yıllar gözardı edilmesi anlaşılır gibi deǧil. Türkiye’nin, Avrupa ile uzun bir Avrupa Birliǧi üyeleǧi mücadelesi var. Buna raǧmen, Türkiye’nin on yıllarca umursamazlıǧı insanı şaşırtıyor. Kaldı ki, Avrupa Türkleri’nin önemli bir bölümü, yaşadıkları ülke ile deǧil de Türkiye’ye odaklı. Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Sayıları 5 milyona yaklaşan Avrupa Türkleri, orta ve uzun vadede Türkiye’nin gündemini menfi veya müsbet bir şekilde etkileyecektir.

Soru: Avrupalı Türkler ciddi bir şekilde Ankara’da lobi faaliyetleri yapmalı o zaman!

M. Aşkar: Evet. Bu hem de nasıl elzem. Her geçen günden daha fazla bir lobi faaliyetine ihtiyaç var. Belki bu bizim kızılelmalarımızdan biri olmalı. Avrupalı Türklerin menfaatlarını koruyan bir Ankara lobisi yapılmalı. Bu Avrupalı Türklerin en büyük eksiklerinden bir tanesidir.

Soru: Avrupa’daki müslümanların, Avrupalıları tekrar dine yani Hıristiyanlıǧa geri sarılmasını saǧladı görüşündesiniz. Bu süreç nasıl işledi? Avrupalılar nasıl tekrar dine döndüler?

M. Aşkar: Özellikle 1990’lı yıllardan sonra, hasseten Berlin duvarının da yıkılmasıyla, İslam ve Müslümanlar Avrupa’nın gündemine ‘düşman’ olarak gelmeye başladı. Bu süreç aynı zamanda Avrupa kimliǧinin kabarması ve yeniden tanımlanmasına sebep oldu. Yani, öteki üzerinden, bu kez Müslümanlar üzerinden Avrupa kimliǧi tanımlanmaya başladı. Avrupa’da Müslümanların görünürlüǧü, Hıristiyan kimliǧinin canlanmasını saǧladı. Tepkisel hareketlerden kaynaklanan bir kimlik arayışı oldu. Bir de Avrupalılar, yoğun ve bitkin hallerinden, tekrar titreyip kendilerine gelmelerini Müslümanlara borçlular. Müslümanların kendi dinlerini yaşama kararlılıǧı, Avrupalıların da kendi dinlerine tekrar geri döşününe vesile oluyor.

Soru: Eserinizde, Avrupadaki Türklerin uzun vadede Türk kimliǧi yerine, Müslüman daha doǧrusu Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧi ile öne çıkacaklarını öngörüyorsunuz. Ancak, Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧinin de içinin boş olduǧunu, bir savunma-tepki olarak bu kimliǧin kullanılacaǧını söylüyorsunuz? Yani karşımızda milli ve dini kimlik arasında tercih yapan Türkler, gençler var. Bu konuda argümanlarınız nedir?

M. Aşkar: Evet. Avrupalının tekrar boşalan kiliselere geri dönmesi ve unutulmaya yüz tutmuş dinini yeniden hatırlayabilmesi için Müslümanı İslamileştirmesi gerekiyor. Avrupa’da ayırımcılıǧa tabi olan ve sürekli ‘Biz Almanlar ve siz Müslümanlar’ tekerlemesini duyan gençler bir müddet sonra, kendilerini Türk olarak deǧil, ‘Biz Müslümanlar’ olarak ifade etmeye başlıyorlar. Türk gençleri Avrupa’da böyle bir süreçle, sosyalizasyonla karşı karşıyalar. Yani görünürde önce dekültürosyan (kültürel yozlaşma) ve devamında İslamileşme. Tabiiki bu noktada karşımızda, dinin teolojik temellerinden uzak, içi boşaltılmış, protesto kimliǧi olarak kullanılan bir müslümanlık anlayışı çıkıyor. Bu bizim için ve Avrupa için bir tehlikedir. Zira, reaksiyoner müslümanlıktan, gösteriye dönüşen şekilci dindarlık anlayışından, herkes ve her kesimden önce Müslümana ve İslam’a fayda gelmez.

Soru: Kültür ve eǧlencenin Avrupa’da varoluşumuzun, geleceǧimizin önemli köşe taşlarını oluşturduǧuna dikkat çekiyorsunuz? Avrupalı Türkler, kendilerine ait bir düǧün modeli, geleneǧi oluşturabildiler mi?

M. Aşkar: Evet. Bizi Avrupa kültür coǧrafyasında yarınlara taşıyacak olan ve gelecek nesillerimiz için hayati bir önem arz eden kültürel varlıklarımızın başında; görüntümüz ve eǧlencemiz gelmektedir. Avrupa’da düǧünlerimizin bir bölümü, çıǧırından çıkmış, gürültü kirliliǧi olan, çılgınca bir eǧlenceye dönüşmüş durumda. Bazı düǧünlerimiz ise, camiye sıkıştırılmış, cenaze merasimi mi, eǧlence mi olduǧu belli olmayan şekle büründürülmüş hale getirilmiş. Oysa bize has, yani kültür coǧrafyamız kodlu yapacaǧımız düǧünlere, müziğe, folklora ihtiyaç var. Buranın şartlarına göre yeni eǧlence, düǧün modelleri geliştirmeliyiz. Avrupa’nın ortasında otobanlarda konvoy oluşturmak, trafiǧi engellemek, düǧün geleneǧi olmayacaǧı gibi, toplum olarak görüntümüzü de yansıtmamaktadır.

Soru: Anadolu’da gönül erlerimiz tarafınan geliştirilen ‘eşrefi mahlukat’ insan merkezli bir hayat anlayışylaı, tekrar Avrupalı Türkler tarafından önce idrak edilip, içselleştirilerek sonra güncelleştirilerek, Avrupa’nın da karşı karşıya kaldıǧı göç, iklim, ırkçılık, ayırımcılık gibi sorunların çözümüne katkı saǧlanabilir mi?

M. Aşkar: Biz Avrupa’ya gönüllü olarak geldik. Bu gök kübbenin altında nasıl hayatımızı devam ettireceǧiz sorusuna cevap bulmalıyız. Doǧru bildiklerimizi söyleyen, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen insanlar olduǧumuzu Avrupalılara göstermek durumundayız. Örnek insan modeli oluşturmalıyız. Çaǧımızın ileri sanayi, insanı dolayısıyla toplumu giderek kendinden uzaklaştırdı. İnsan kendine yabancılaştı. Oysa, Yunus insanlıǧa, ‘Sen eşref-i mahlukatsın’ diyerek, onu kendine dönmeye, kendini aramaya, sahiplenmeye davet ediyor. Teknolojik üstünlük insanı giderek daha da tüketici, doymayan, tüketen, gaddar, ihtiraslı ve saldırgan yapıyor. Batı’da dini bitirdiler, ideolojiler artık insana heyecan vermiyor. ‘Bir ben vardır bende, benden içeru’ diyen Yunus’u, onüçüncü yüzyılda, tekkeden, dergahtan çıkarıp yirmibirinci yüzyılın entellektüel dünyasına, üniversite kürsülerine, düşünce kuruluşlarına taşımalıyız. Ama önce kendimiz, aydınımız ve akademisyenlerimiz Yunus’u anlamalı ve asrın idrakine sunmalı.

Soru: Eserinizde vatan kavramını farklı şekillerde tanımlayanlara yer veriyorsunuz. Bunlardan Karl Jaspers’ın, “Vatan: anladıǧım ve anlaşıldıǧım yerdir” tanımından hareketle, bunun Avrupalı Türkler için en uygun vatan tarifi olduǧuna vurgu yapıyorsunuz. Avrupalı Türkler için vatan nedir?

M. Aşkar: Vatan, kabul edildiǧimiz, dışlanma hissine kapılmadıǧımız yer olmalıdır. Bu açıdan yaklaşınca, Avrupalı Türklerin çift vatanlı oldukları söylenebilir. Yani, vatan; yerin altında ve üstünde sevdiklerinizin olduǧu yerdir. Kaǧıt üzerinde; Türk veya Alman vatandaşı olmanızın, yerine göre formaliteden öte bir manası yoktur. İzin mevsimini iple çeken vatandaşlarımızın bir kısmı Alman, Hollanda veya Belçika gibi ülkelerin vatandaşları olmalarına raǧmen, Türkiye’ye sadece dinlenmek için gitmediklerini herkes bilmektedir.

Soru: Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’dan bir alıntıyla “Avrupa, Türkleri İstanbul’un fethinden dolayı hiçbir zaman affetmeyecektir” cümlesi ve geçen yüzyılın başlarında yazılan “Türksüz Avrupa” kitabı, Protestanlıǧın kurucusu Luther ve Fransız düşünür Voltair’in düşüncelerinden hareketle, Avrupalıların hafızasında “Türkler Avrupa’nın ötekisi” fikri hala canlı mı? Böyleyse ne yapmalıyız?

M. Aşkar: Evet, çalışmamızda, Avrupalının hafızasında tarih içerisinde yer edinmiş Türk algısını anlatan bir kaç örnek verdim. Maksadım, düşmanlıkların yeniden sahnelendiǧi günümüz dünyasına ilave husumetler taşımak deǧildir. Tarihi olayları günümüze taşımak doǧru deǧildir. Aynı zamanda, tarihe mal olmuş bu tür hadiseleri yeni dostluklar kurmaya engel görmek de bir o kadar yanlıştır. Arzumuz, Avrupa’daki hayatımız ve Avrupalıya bakışımız daha akılcı bir zemine otursun ve karşılıklı ilişkilerde hayal kırıklıǧı yaşanmamasıdır.

Soru: Avrupa’da yetişen nesiller Türkçe’nin kuçaǧında doǧuyor, fakat Almanca’nın, Fransızca’nın veya Hollandaca’nın yuvasına teslim ediliyorlar diyorsunuz. Türkçe Avrupalı Türkler için ne anlama gelir? Sizce Avrupa’da Türkçesizleştirilen nesiller mi oluşuyor?

M. Aşkar: Zihinlere Türkçe zarureti yerleşmeden, gönüllerde Türkçe meşalesi tutuşmaz. Peyami Safa’nın dediǧi gibi: Dilini kaybeden bir millet herşeyini kaybetmiş demektir. Üstelik söze konu olan, farklı bir dilin hakim olduǧu bir ülkede azınlık olarak yaşayan bir toplum ise, kültürel kimliǧin korunması adına anadilin vazgeçilmez önemi daha iyi anlaşılır. Avrupa adlı kültür coǧrafyasında Türkçe olmayacaksa, yarınlarda ne biz oluruz, ne de bizden olanlar. Avrupa’daki varlıǧımızın teminatı olan Türkçe, her geçen gün biraz daha taraftar yani konuşanını kaybediyor. Avrupa’daki Türklerin geleceǧi Türkçe’ye, Türkçe’nin yarınlara taşınmasına baǧlıdır. Bu hayati görev, misyon da büyük ölçüde, Avrupa’daki Türkçe yazan, düşünen, konuşan, sanat icra eden aydınların omuzlarındadır...

********

Türkiye’deki seçme ve seçilme hakkının, yurtdışındaki yurttaşlarımız için ne kadar önemli olduğunu eski bir yazımda da belirtmiştim. Vakti olanlar bu yazıma da bir göz atabilirler

YURTDIŞINDA OY HAKKINI BİR DE İLHAN KARAÇAY'DAN OKUYUN...



Avrupa'da yaşayan Türkler, demokrasiden kaynaklanan seçme ve seçilme haklarını kullanabilmek için, on yıllarca önceden serzenişte bulundular. Biz de medya olarak bu serzenişe çok duyarlı olduk ve böylesi bir katılımın en azından yurttaşlık hakkı olduğunu ön plana çıkardık.

Buralara gelen devlet büyüklerine hep bu konuyu hatırlattık ve bu demokratik haktan yararlandırılmamız gerektiğini her defasında haykırdık.



Seçilme hakkı

Yurtdışındaki yurttaşlarımızın seçilme hakları aslında kısıtlanmamıştı. Ama bu yurttaşların aday olabilmeleri için gerekli kolaylık sağlanmamıştı. Yurttaşlarımız, seçilebilmek için, Avrupa'daki işini, gücünü bırakacak, Türkiye'ye gidecek, bir siyasi partiden aday olabilmek için çok sıkı ve de çirkin bir yarışa girecekti.

Olacak şey değildi tabii ki bu...

Bu nedenle yurtdışındaki Türk vatandaşları aday olmakta çok zorluk çekiyorlardı ve aday olamadıkları için de seçilemiyorlardı.

Seçme hakkı

Seçme hakkının çok önemli olduğunu ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar var. Türk demokrasisinde büyük bir boşluk yaratan, yurtdışındaki vatandaşların oy kullanamamasını olumlu hale getirmek için verdiğimiz mücadele, kısmi bir başarıyla sonuçlanmıştı. O zaman yurttaşlarımıza gümrük kapılarında oy kullanabilme hakkı verilmişti. Güzel de olmuştu bu sistem. Yurttaşlar bir ay boyunca geçtikleri gümrüklerde oylarını kullanır olmuşlardı.

Eh, ne de olsa bu demokratik haktan bir nebze de olsa yararlanmaya başlamıştık.

Yurtdışındaki vatandaşlarımız için gümrüklerde oy kullanabilme hakkı 23 Temmuz 1995 tarihinde kanunlaşmış ve anayasanın 67'inci maddesine ilave edilmişti.

Ne var ki, yurttaşlarımızın o tarihten bu yana yapılan seçimlerde kullandıkları oy sayısı 200 bini geçmemiştir ki, bu da oran olarak yüzde beşe tekabül ediyordu.

Kaldı ki, dünya ülkelerinde 7 milyon kadar Türk yaşıyor ve bunların 4 milyonu da oy hakkına sahipti.

Yurttaşlarımızın ve onları temsil eden Sivil Toplum Kuruluşları'nın bıkmak ve usanmak bilmez mücadeleleri sonunda, yurtdışındaki vatandaşlara yaşadıkları ülkelerde Türkiye seçimleri için oy kullanma hakkı tanındı.

Yurttaşlarımız kendilerine tanınan bu hakkı ilk kez, 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde kullandı.

Ama nasıl?

Hollanda'dan verelim örneği:

500 binden fazla yurttaşımızın yaşadığı Hollanda'da, sadece Rotterdam ve Deventer kentlerinde iki sandık yeri belirlendi.

Bu sandıklarda oy kullanabilmek için randevu şartı getirildi ve üç günlük bir süre tanındı.

Şimdi önce dezavantajlara değinelim:

Pek çok yurttaşımız için Rotterdam ve Devente'e gitmek kolay değildi. Bu iki yer, bazılarına 150 km. mesafede bulunuyordu. Şimdi düşünün bir kere. Mersin'de ikamet eden bir seçmen, oy kullanmak için Osmaniye'ye, İskenderun'a veya kendi il sınırları içinde bulunan Anamur'a gider miydi?

Gitmezdi tabii...

Hollanda'daki Türk seçmenler de 150 km. uzaktaki sandıklara tabii ki gitmeyeceklerdi.

Şimdi diyeceksiniz ki: 'Eeeee, yıllarca oy hakkı,oy hakkı dediniz, alın size oy hakkı dediğimiz zaman da uzaklığı bahane ettiniz'.

Bunu kim dediyse haklı olabilir.

Peki randevu neyin nesiydi?

Oy kullanmak için bir gününü feda edecek ve çokça yol masrafı harcayacak olan yurttaşı randevu saatine bağımlı tutmak da büyük zorluk yaratmıyor muydu?

Oy kullanacak yurttaş, hiç bir gün ve saate bağımlı olmadan, istediği gün ve saatte sandığa daha kolay ve istekli gidebilirdi elbette.

Rotterdam'daki Ahoy salonlarında 60 sandık yerleştirilmişti. Böyle olmasına rağmen randevu şartı neden konumuştu?

Sonuçta, her ülkede olduğu gibi, Hollanda'da da Türk seçmenin ancak yüzde beşi sandığa gitti. Bu sonuç üzerine gerek Ankara'daki siyasetçiler ve gerekse Hollanda'daki bazı Sivil Toplum Kuruluşları ve yazarlar, oy vermeye gidemeyen yurttaşlarımıza karşı tepki koydular ve eleştirdiler.

Bana göre, yurttaşlarımızın bu seçime ilgi göstermemesinin nedenleri, sadece yukarıda sözünü ettiğimiz engellerden kaynaklanmıyor.

Bu seçime ilgi gösterilmemesinin bir başka nedeni de, seçimin Cumhurbaşkanlığı seçimi olmasındandır. Yurttaşlarımız, Genel Seçim ve Yerel Seçimlere kesinlikle daha çok ilgi göstereceklerdir. Bu nedenle yurttaşlarımızı oy kullanmadıkları için cezalandırmaya ve azarlamaya gerek yoktur.

Tabii ki, 'Cumhurbaşkanı seçmek de önemlidir' diyenleriniz olacaktır. Bu da saygı görülmesi gerekn bir görüştür. Ama yurttaş, ülkeyi Cumhurbaşkanı'nın yönetmediğini, Merkezi ve Yerel Yönetimler'in çok daha önemli olduğunu bilmektedir.



FACEBOOK’TA REAKSİYONLAR:



Harun Hno Oguray Günaydın İlhan abimiz, Gerçekten öyle iki arada bir derede kalıyoruz Herzaman

Mehmet Hadra aynen katılıyorum. Siyasi rantlar ugruna, ihtiraslar ugruna malesef akılları gidiyor bu şahsiyetlerin....

Gulcemal Balcık Akansu Bence haklı bir eylem...yurt dışında yasıyoruz ama Türkiye’de yaşayanların kaderine söz hakkına sahipiz...çok saçma…

Kasim İbrahim Akdemir İlhan Karacay abi birde bakarsınki kendilerini çok demokrat lanse edereler. Biz bu hakları almak için yıllarca mücadele ettik...

Seyyid Burhaneddin Kekec Gurbeti vatan edinmişiz vatanda bile gurbetteyiz....

Hümeyra Gül Çakmak Çok güzel ifade edip yazmışsınız. Sanki Avrupa’da ki Türkler ta başından beri mi oy kullanabiliyorlardı? Ne mücadeleler sonucunda bu hakkı elde ettiler. Biz Avrupa’lı Türklerin kesinlikle ayrıcalığı var. Yaşadığımız ülkeninde her türlü şartlarını politikasını yakından takip etmeye mahkumuz, aksi takdirde geleceğimizi inşa edemeyiz. Onun yanı sıra Ana vatanımızda da olup biteni bilip takip etmek oy vermek en büyük hakkımız. “Et tırnaktan ayrılmaz”...

Elbetteki vatanımızda olup bitenden bizde haberdar olup söz sahibi olmalıyız. Yıllarca ilk jenerasyon çalışıp bir gün geri döneceğiz diye çalışıp çabaladılar. Şu andaki tabloya bakılırsa 3 cü ve hatta 4 cü kuşaklar bile Türkiyeye dönüş için fırsat kolluyorlar... tabiki de vatandaş olarak söz hakkımız olacak ve bizlerde seçme hakkına sahip olacağız. Hem Hollanda vatandaşı olarak Hollanda daki hayatımız için seçme ve seçilme hakkımız vardır. Hemde Türk asıllı olarak vatanımızda olup biteni yakından takip edip seçme ve seçilme hakkımız olmalı. Ülkeler hiçbir hakları olmadığı halde birbirinin işlerine burnunu sokarken müdahale ederken biz vatandaş olarak elbetteki fikrimizi beyan etme hakkına sahibiz…

Ayrıca emin olun biz yurt dışındaki vatandaşlar Türkiyede olup biten her mefhuma daha sağlıklı bakıyoruz. Bizler süzgeçten geçirip objektif te bakabiliyoruz, doğru gözlem yapıyoruz. 2 yılı aşkın zamandır Türkiyede yaşıyorum ve geldiğimden beri Türkiye seçim sürecinden geçiyor. İnanın burdaki vatandaşlar objektif bakamıyorlar. Hemen dolduruşa gelip fitneye mahal veriyorlar. Hangi görüşe sahip olursa olsun çok çabuk etki altında kalıyorlar. Halbuki Avrupa’daki Türkler her fırsatta tatilini vatanında geçirdiği için yapılan hizmeti de hakkıyla görüyor, baltalamaları da, fasafisoları da.... Avrupa’da ki Türkler dengeyi sağlıyor. Türkiyedekiler aynı çarkın içinde döndükleri için, değişimin bile bazen farkında değiller. Avrupa’daki ler ise her değişimi hakkıyla gözlemliyorlar... Anlaşılan o ki, bazı sizin “zındık” diye tabir ettiğiniz bana görede “hazımsızlar” olayın farkındalar ve hazmedemedikleri için baltalamaya çalışıyorlar!

Hümeyra Gül Çakmak Sizinde elinize ve yüreğinize sağlık. Teşekkür ederim

Sila Altuntas Değişmeseydi bence Zındık iyidi..?

Daha yumuşatmak için Hollandaca eş anlamı olan "Profaan"

kullanabiliriz kulağa daha hoş geliyor. ?

Durmus Dogan Yurtdışındaki Türklerin Türkiye ile ilgili bircok hakları seçim malzemesi yapılarak verilir gibi yapılip geri alındı.Secme hakkınında ilerde şartları ya ağırlaştırılır yada kaldırılabilir diye düşünüyorum..

Mustafa Kocak Ağzına Yüreğine Sağlık abi

Bizi Ülkemizden Kimse kopartamaz bizler Ülkemize her şeyimizle katkı yapıyoruz Tabiki Oy hakkımızda Olmazsa Olmaz Hakkımızdır...!!!



Türkan Çavuşoğlu-Güner İyi sabahlar abi yazının devamını bekliyoruz bu zındıklar kendilerini ne zannediyorlar biz burada yıllarca neler yaşadık neler gördük ne zulümler gördük bunlara bunların pabuçmu giyindireceğiz haksız yere saygılar abim.

Türkan Çavuşoğlu-Güner Oy bizim hakkımız verilen hak geri alınamaz İlhan abim canla başla bunun için çalışacağız saygılar selamlar

Yasar Icyuz Günaydın sayın hocam övey evlat muamelesi görmemize Hl.devleti umarım müsade etmez zaten yabancılar yeteri kadar ekonomi değirmeninde kanunsal kaidelerde tuz buz olmadımı? Kaleminize kuvvet müstesna medya mensubu arkadaşlar dışında bazı medya mensupları parlak övgülerini görüyoruz hani derler ya! Alt tarafı bağlar gazeli işte o hesap keşke sesimizi duyurmak İÇİN toplumun sesini medyamız duysalardı bu cesareti kimse bulamazdı Türk toplumu adına teşekkürler hocam saygılar

Ibrahim Gormez SEVGILI KARDESIM IL:HAN: TURKIYEDEKI SOL PARTILER FASIST SAG SAG PARTILER SOSYAL DEMOKRAT ONUN ICIN AVRUPADA SOL PARTILERE OY VERIRKEN TURKIYEDE SAG PARTILERE OY VERIYORUZ.

I brahim Gormez Kardesim bu yolda tum varligimizla seninle beraberiz rabbim yoluna tas koyanlari islah etsin dogrularin yardimcisi allahtir eline yuregine saglik

Erdogan Gureler Günaydın sevgili abeyim demirel 1979 sözü işçi dövizleri olmasa ilaç ithal edemeyiz 70cent muhtaçsız dedidiği günler babalarımız yarım asıra yakın ikinci ve üçüncü kuşak para yatırım ev yazlıklarda izinde bu yıl 4 milyar euro para bıraktı futbolcu askerlik parası ki mecburiyet yok çoğu avrupa dogumlu her türlü insan ve teknoloji bilgi Türkiye gönderiyor 40 yıldan sonra bir oy atıldı katılım kullanma oranı yüzde 40 nañkör insanlarda vefa yok bizim ülkede bir iş yaptırdın mı 10 yere sormak gerek güven yok bu insanlar kendilerini sorgulasinlar hükümetleri sorgulasinlar sorun kendilerinde işsizlik verimsizlik yaşayanların kendisinde

Erdogan Gureler Ercüment Özbek sana ne zararı var ayrıca kaderini tayin etmiyor vatandaşsan tabi hakkın 80 milyon nüfus ta yüzde kaç

Erdogan Gureler Gulcemal balçik akansu sizin ülkenizle bagınız iyi değilse herkes öyle değil akrabası var malı para gönderiyor iş yapıyor askerlik için para ödüyor vs.

Erdogan Gureler Kırk yılda elde edilmiş hakları geri vermek akıl ile bağdaşmaz bizim bir soyumuz milletimiz özümuz var terk edilmiş gibi kalmak olur açikcası

Arif Demir Gurbetcıden aldıkları 5200 euro askerlık parasını da kaldırsınlar

Yavuz Nufel Bınlara Zındık demek de huysuz demek de hafif kalır, ben biliyorum neyi hak ettiklerini ama buraya yazamam ?

Ercüment Özbek Hollandalılar"Twee wallejes eten" derler.Burda refahla yaşayıp.Türkiyenin kaderini tayin etmek olmaz.

Cengiz Elmas Aynen Bende buna katılıyorum.

Burda refahla yaşayıp.Türkiyenin kaderini tayin etmek olmaz.

Şiho Perkgöz Günaydın ilhan abi,bilgilerin ve takibatin için çok teşekkürler...

Saygul Sozen Kutuk Sevgili ilhan bey ben Son seneler uzun kaliyorum turkiyede ve ne acidirki avrupada dogup buyumus biri buyuk lider ataturk Un kim oldugunu ve Turkiye icin neler yaptigini bilmedigi gibi turkiyeye gelip ataturk icin saygisizca elestiriler yaptigi gibi mevcut hukumetin ataturke karsi nefret hakaret iceren paylasimlarina ortak oluyor lar ve atama saygisizlik edenlere oy verip avrupaya insan haklarindan yararlanmaya basliyorlar o yuzden bilincsiz egitimsiz insanlari gidip turkiyede oy vermelerine karsiyim

Ali Aytaş Yurtdışında yaşayanların oy hakkının iptalini isteyenler sanırım ‘huysuz’dan ziyade fesat/kıskanç! Bununla beraber oy kullanımı e-devlet şifresiyle internet üzerinden yapılabilirse hem bizler açısından kolay olur, hem de devlete (maddi) külfet olmaktan çıkar.

Suavi Karataş Neden korkuyorlar, yurt dışı oyları birşeyleri değiştiriyormu.? Evet ondan dolayı böyle bir değişiklik istiyorlar.. Yukardakilerin mutlaka haberi vardır..

Yıllardır maddi manevi kullandılar bizi, şimdide Avrupanın yaptığı gibi kendi ülkemde bizi "ikinci sınıf insan" muamelesi yapıyor. ÇOK ÜZÜCÜ....

Mustafa Koyuncu Reis ne karar alırsa doğrudur itiraz yok. Reis herşeyi doğru bilir söyler. Reis ne derse onu mutlaka kabulleniriz yapmak zorundayız hata yapmaz. Herşeyi Reis bilir!!! Türkiye zaten Gurbetçiyi gözden gönülden cıkarmış. Gurbetçi Anavatanı Türkiye'yi gözden gönülden cıkarmaz Vatan severdir. Bu noktada Vurun Gurbeçiye verdiğiniz hakları geri alın!!! Oykullanımını iptal edin, Gümrüklerde izin sezonu saatlece bekletin, Askerliği yükseltin, İzine gelirken telefon kaydını ikibinlira yapın Vurun abalıya Bukadar yapılanlardan sonra vatansevrdir gıkı cıkmaz.

Aysel Sabuncu O huysuzlar ne derse desinler..avrupaya gelmek icin can atiyorlar bizlerde anavatanimiz icin canimizi veriyoruz. Secimlerde avrupadan AK'a cokca oy verildigi icin secim hakki iptali istiyorlar. O genclere yaziklar olsun. Ne Mutlu Turkum Diyene❤??❤

Bizler ikinci kusaklar yavas yavas Anavatana donuyoruz insallah..

Fikirtepeli Erdogan Herkes yaşadığı ülkede oy kullansın.

Ahmet Palaz Ne çok bok adam varmış ülkede. Tarkan denen it de bunlardan olmalı. Dümbük kalkmış Atatürk ne yaptı ki diyor ve çok bilmiş yalanlarını burada belge diye sunuyor. Ata nın neler yaptığını iyi biliriz de bu kendini bi mok zanneden devşirme Osmanlı Çocuğuna yanlış anlatmışlar kafası karışmış.Mehteri fazla vermişler. Soru Ata neleri yapmadı diye sorsaydı yanıtı sanırım bu olurdu - Senin gibi O.Ç larına özgür bir yaşam yolunu açmış ama kalın kafan ve de bok beynin çürük olduğundan anlamakta zorlanıyor olmalı. Belki de sen Türk bile değilsin. Oy konusuna gelince, doğru olan insanın yaşadığı ve yaşamını idame ettiği yerde oy kullanması bence en doğru olandır. Aksi takdir de geçmişte olduğu gibi ve hala süren hem siyasi açıdan hem de ekonomik açıdan kullanılacakdır. Örnekleri saymayayim zira biliniyor.

Özgür Adigüzel Çok doğru yazmışlar bende yurt dışında yaşıyorum ama oy kullanmama konusunda eksidekilere katiliyorum...

Suavi Karataş İlhan abi, konunun gülecek bir yanı yok çok ciddi bir konu bazı şahıslar arkadaşların yorumlarına gülüyorlar, ya işin ciddiyetinde değiller yada bizimle dalga geçiyorlar. Biz burada bize ait olan haklarımızı bizden almasınlar diye uğraşı veriyoruz. Umarım gereği yapılır.

Musa Öztürk Ilhan abi, bu haberi okuyunca insan itiliyor, irkiliyor çünkü faşizmin kuralları her yerde aynıdır bu türk de olsa hollandali da olsa vs. bu ırkçı kafalar kendilerinden olmayanı dışlarlar çünkü tek dertleri kendi ideolojileridir. Bu anlayış korkutucu bir o kadar da ürkütücüdür. Yıllarca bize döviz makinesi ve almancılar olarak baktılar, yaşadığımız ülkelerde de yabancı ya da misafir işçi olduk hep. sonunda gördük ki büzler ne gidiciyiz ne de kalıcı ama çocuklarımız kalıcı da olsa gelenek görenek ve ananelerimize bağlı olsun. Anne ve babalarının geldikleri memleketlerini unutmasınlar, bunun için de yıllarca mücadele ettik. Şimdi elde ettiğimiz üç beş hakkımızdan bizi mahrum bırakmak isteyen bu telsizlere şunu söylemek isteriz. Biz yurtdışında yaşayanlar hep verdik ve hiç bir şey almadık... siz hep aldınız ve de çaldınız hiç bir şey de vermediniz. Bizim sizlerden çok ama çok alacağımız var yani sizden alacaklayız.

söylenecek çok şey var keşke bir toplantı organize edilse de bunları tartışabilme olanağımız olsa. Selamlarimla

Asli Gûnaydin Ilhan bey, okuduğumda çok büyük haksızlık olduğunu düşündüm ki göçmen gurbetçi kuşakları olduğumuzdan T.C. vatandaşlık haklarımız elimizden alınamaz ki sağcı takımı halkı ele almasını biliyor solcularda alsın bilinclendirsin ki vatandaşlık hak ve görevlerimizi gerçek anlamda yaşayalım...Saygilarimla

Asli Gûnaydin Vatandasligimizida alsınlar bari....

Ertugrul Gultekin Gökhan Görmez bey ney isabetli? Sen Sosyal Demokrasinin insan temelli bir hareket olduğunu bilmez misin?

İnsana ait temel bir hakkın gasp edilmesini nasıl isabetli bulursun?

E.Gultekin Sosyal Demokrat Dernekleri Federasyonu eski başkanı Hollanda.

Temel Coskun Oy hakkimizdir.Kimse zaptedemez. Saygilar

Yasar Icyuz Sayın hocam Hollanda’da 2 milyona yakın vatandaş sokakta yatıyor aç!!voetse paket(yemek yardımı alıyor) ve klejden banktan giyiniyor (ikinci el giysiler ) ve yeni türeyen schuld seneren (borçlu) denilen göya yardım şirketleri maaşlara el koyuyor haftalık 50 Euro İLE idare etmek zorunda vatandaş asosyal bir yaşam sunuluyor bilhassa yabancılara insanca yaşam yok!!! Bunları defalarca belirttik maalesef hl. Türk medyasının ilgisini hiç çekmiyor ancak zengin iş adamlarımızın boy boy tanıtımları şiirler dergilerde entel dantel konular sosyal yaşam İLE ilgilenen yok müstesna meslektaşlarımız dışında maalesef yok halkın içinde analiz yapmak sorunlara eğilmek yok!! Lobilerde kutlamalar vuryası popüler İyiki varsınız hocam BELKİ toplumu unutanlara hatırlatırsınız aile kavramı kaybolmak üzere sosyal görevli kardeşlerimiz Hollandalıya kendini beğendirmek çabasında avukatlarımıza zaten ulaşmak mümkün değil çok acı sosyal yaralarımız sorunlarımız tozlu raflarda bekliyor lütfen bunlarıda belirtin sağolsunlar bazı müstesna yerel gazetelerimiz değiniyor ama!! Onların mesajlarınıda alan yok çok üzücü ama gerçekleri görmek istemiyorlar sosyal medya zaten magazin olmuş oysa ciddi çok ciddi tehlikeler kapıdan içeri girdi bile siyasette sadece sandık başına gelene dek güvendiklerimiz ağzımıza bir parmak bal veriyor sonrası yok!! İnşallah bir TV kanalında bu sorunları duymak hepimize nasip olur da gafletten uyanırız sayın hocam saygı ve selamlarımla.

Ahmet Vatansever Öz Ben şahsen , Türkiye Cumhuriyetinde sürekli yaşamayanların , Türkiye Cumhuriyetinde sürekli yaşayanların kaderini belirlemelerine karşıyım ! Birde denildiği gibi burda sol partilere oy verip , Türkiyede muhafazakar patlilere oy vermekte bu olayı tam bir gülünç hale getiriyor ! Kısacası Türkiye Cumhuriyetinde SÜREKLİ yaşamayanlara oy hakkı verilmesin !

Ahmet Vatansever Öz İkiyüzlülük nedir ? İkiyüzlülük , avrupada yaşayıp bütün demokratik özgürlüklerden yararlanıp, Türkiyede şeriat istemektir !

Ali Osman Ok Anayasal hakkımızı bir kaç sünepenin istedikleri parti iktidar başa geçmiyor diye elmizden almak istemeleri sadece komik. Yarın da Doğu'dakiler Batı'ya karışmasın mı diyecekler? Sonuçta Iğdır'daki adamın oyu ile Istanbul Nişantaşı'ndaki adamın hayatı şekillenebiliyor. "Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi" zihniyetinin bir farklı versiyonu bu.

Ama çok istiyorlarsalar yurtdışında yaşayan Türkler'in oy hakkını alsınlar bizden. Fakat dövizli askerlik kaldırılsın, herkesin dövizleri iade edilsin.

Yurtdışı Türkler Başkanlıği yurtdışında yaşåyan Türklere devredilsin, Diyanet yurtdışına karışmasın. Görüldüğü gibi bu liste saçma sapan yere gider, Türkiye yurtdışında yaşayan Türklerle bağını kesmelidire kadar gider.

Oy vermek her Türk vatandaşının Anayasal hakkıdır, nerede yaşayacağımıza da bireyin kendisi karar verir. Bu zamana kadar neden verilmedi özür dileriz demeleri gerekirken, hadsizlik yapıyorlar. Oy hakkını sınıflara ayırmaya kadar gider ve hukukun temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin ihlalidir bu.

Bugün yurtdışı, yarın eğitime göre, başka zaman doğu batı ayrımı, bir sonraki etap kadın erkek ayrımı olacak galiba.

Türkiye bir hukuk devletidir, Hindistan zannediyorlar galiba bu ülkeyi.

Serafettin Babacan Gurbette kimliği unutulan milletler, bu tür zihniyetler sebebiyle olmuştur.

Gurbetçi Türkler kadar anavatana, maddi ve manevi, sahip çıkan benzer bir millet yoktur.

Bu kampanyayı başlatanların, birileri tarafından yönlendirildiği ihtimali üzerine, araştırma yapılması uygun olur.

Avrupa’daki STK’lar da Türk devletine bu grup aleyhinde duyuru yapması yerinde olacaktır.

Musa Öztürk Sevgili Ilhan abi, bu verilmiş hakkın geri alınması anlamına gelir amma buraya gelmeden bazı püf noktalarına parmak basmak gerekir.

birincisi bu oy kullanma sistemi çok yanlış, keşke bir hafta süreyle konsolosluklarda kullanma olsa daha iyi olur.

İkincisi bu durum akp milliyetçiliğini yani akp aktrollerini doğurdu ve buna dikkat etmek lazım bir de turkiyeden gelip parti liderlerinin açık alanlarda miting yapmasını çok ama çok sakıncalı bulduğumu söyleyebilirim. aslında miting gibi toplantılar birlik ve beraberliğimizi zedeliyor, salon toplantıları yapılabilir amma partililer adına da yapılması sakıncalıdır.

Bir diğer konu ise yapılacak toplantılar herkese açık ama politik içerikten uzak daha çok sorunlarım tartışıldığı toplantılar olmali eskiden olduğu gibi. Turkiyedeki yetkililer bize akıl vermeyi düşünmesinler amma bizden akıl alsınlar...bu konuyu tartışalım çünkü bizim sorunlarımızı en iyi biz biliriz. bize sormadan da bir adım atmasınlar bizim hakkımızda. selamlarimla.





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 24
Dün Tekil 875
Bugün Tekil 799
Toplam Tekil 4235340
IP 18.207.255.67






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























4 Rebi 'l-Ahir 1446
Ekim 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31


T RK, Y ld r md r, kas rgad r, D nyay ayd nlatan g ne tir
(Mustafa Kemal ATAT RK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 2.002 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu