İlhan KARAÇAY’dan Ocak 2020 Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY’dan Ocak 2020 Bülteni
Tarih: 21.01.2020 > Kaç kez okundu? 1170

Paylaş


1-İlhan KARAÇAY’ın, geçmiş ve gelecek yıllar değerlendirmesi: Dış Türkler, Ankara tarafından unutuldukça kimlik kayması yaşanacak ve önlem alınmazsa aidiyet hisleri yok olacaktır.

2- İlhan KARAÇAY soruyor:Turizme şimdiden doyduk mu? Utrecht Turizm Fuarı’nda bu kez yıldızlaşamadık…

3- İlhan KARAÇAY’ın tartışmaya açık haberi: Refah ülkelerinde de açlık sınırı altında yaşayanlar var.

4-İlhan KARAÇAY iddia ediyor: Kim ne derse desin, Avrupalı koyun gibi, Türk tilki gibi !

5-ORKA OTELLERİ

6-Filenin Sultanları başardı… Ya Avrupa Türkleri ???

7-Hollanda Başbakanı Rutte açıkladı: 2020’de Schengen sıkıntıya girebilir. Göç sorunu öncelikli konu olacak.

8-“Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir.” Bu adet Türkler’den Avrupa’ya geçmiştir.

9-Lahey’den şaşırtıcı bir karara göre, yok, var.

10-Hollanda Salon Futbolu Turnuvalarının en görkemlisini bir Türk genci düzenliyor.

11-Cemal Süreya’yı 30 yıl sonra 9 ocak’ta andık

12-Hollanda Kral ve Kraliçesi yemeğe davet etmişti… En İyi Kalpli Türk Mustafa Kum vefat etti.





*****************************************



Corendon Air’den yeni bir hizmet…!





Yeni sezonda Rotterdam’dan İzmir ve Kayseri uçuşları…

Hollanda’da sizlere yıllardır hizmet veren Corendon, havacılık dalında yeni bir hizmeti sizlere sunuyor.

23 Nisan’dan itibaren İzmir,

26 Mayıs’tan itibaren Kayseri

seferlerimiz için rezervasyonlarınıza başlayabilirsiniz.

MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com

********************************





İlhan KARAÇAY’ın, geçmiş ve gelecek yıllar değerlendirmesi:

Dış Türkler, Ankara tarafından unutuldukça kimlik kayması yaşanacak ve önlem alınmazsa aidiyet hisleri yok olacaktır

2019 yılını geride bırakıp 2020 yılına girdiğimiz zaman yazmak istediğim değerlendirmeyi, geçmiş ve gelecek yılı kapsayan bir değerlendirme olarak değil, geçen bütün yılları ve gelecek olan bütün yılları içeren bir değerlendirme olarak yazmayı daha uygun buldum.

Konumuz Dış Türkler’i kapsayacak ama, yaşama ve çalışma alanım Hollanda olduğu için, benzetmelerin çoğu Hollanda’dan olacaktır. Siz bunu yine de ‘Dış Türkler’ olarak algılayınız.

Hollanda’da yaşayan Türkler olarak günlük hayatın hemen her alanında ayrımcı, dışlayıcı davranışlara maruz kalıyor ve var olan haklardan eşit şekilde yararlanamıyoruz. Gerek Türkiye ve gerekse Hollanda, eşit değerde vatandaş olmamız için, beklediğimiz çalışmaları 2019 yılında da yapmadı.

Bizim Türkiye’ye olan aidiyet duygumuz ve Hollanda’ya bağlılık hissimiz ile entegrasyon başarımız maalesef işe yaramıyor.

55 yıllık göç yaşamımızda, çocuklarımızın eğitimdeki başarılarına rağmen, iş ve eşit gelir konusunda mağdur olan hep biz oluyoruz.

Dış Türkler’in eksiği

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar.

Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.

Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.

Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.

Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.

Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.

Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok olmaya evrildi gibi.

Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.

Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.

Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler. Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.

Türkiye’nin eksiği

Yukarıda dış Türkler’in eksiğini dile getirmeye çalıştım

Devletimizi yönetenler, 55 yıl önce başlayan Avrupa’ya göç serüveninden bu yana, sık sık buralara geldiler vei lk yıllarda kamplarda yaşayan Türkler’i ziyaret ettiler ve dertlerini dinlediler. Dertler dinleniyordu ama, dinleyenler Ankara’ya dönünce anlatılanları unutuyorlardı.

Biz de, ‘Dinlediklerini sigara paketlerinin arkasına yazıyorlar ve sonra da atıyorlar’ gibi laflar ediyorduk.

Dertlerimizin çözümü için Dış Türkler Bakanlığı kurulmasını, parlamentoya yurtdışı Türkler’inden de katılım olmasını yazdık, çizdik. Bu sese kulak veren olmadı.

Eğri otupup doğru konuşmak gerekirse, Recep Tayyip Erdoğan bu serzenişlere kulak veren ilk devlet adamı oldu. Erdoğan, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı kurdu ve yurtdışında oy kullanma işlevini kolaylaştırdı. Hoş, yurtdışından aday gösterme işlevini yapamadı ama, dileriz bundan sonraki seçimde bu da gerçekleşir.

Erdoğan’ın en doğru düşüncelerinden biri de, Lobi faaliyetlerinin güçlenmesi için kurdurduğu De Union of European Turkish Democrats (UETD) teşkilatı oldu. Bunun Türkçe açılımı Avrupalı Türk Demokratlar Birliği.

Bu teşkilat yurtdışındaki Türkler’in ve genellikle gençlerin her türlü sorunlarının çözümü için uğraş vereceği gibi, içinde yaşanılan ülkeye çok yönlü katılım ve sorumluluk alarak lobi oluşumunda da önderlik yapacaktı.

UETD’nin kuruluşunda etkin ve o dönemde Yurtdışındaki Türklerden de sorumlu olan Devlet Bakanı Prof. Dr.Mehmet Aydın, Amsterdam Noord’da yapılan bir toplantıya katılmıştı. Program Yavuz Nufel’in yazdıǧı ve Türkevi Yayınlarından çıkan 40 Yıl 40 İnsan kitabının tanımıydı. Hepimiz oradaydık. Bakan Aydın, artık Avrupa’daki Türklerin siyasette, ekonomide, eǧitimde daha katılımcı olmaları, Türkiye Avrupa Birliǧi ilişkilerinde rol oynamaları gerekir demişti. UETD örneǧini vererek, gruplar, partiler, hizipler üstü bir yapılanmayla, Avrupa ‘daki Türklerin hak ettikleri konuma gelmeleri Başbakanımız Recep Tayyip Erdoǧan’ın arzusudur mesajını vermişti.



UETD bu çerçevede bir süre ciddi etkinler yaptı. Kısa zamanda Hollandalı siyasetçiler, yazarlar ve gazetecilerin dikkatini çekti.

O yıllarda bizzat şahit olduǧum bir iki olay şöyle: uzun yıllar NRC’nin Türkiye sorumlusu olarak İstanbul ve Ankara’da görev yapan Hollandalı meslektaşım Froukje Santing beni aradı. Elinde Hollanda-Türkiye ilişkileri ile ilgili bir projesi vardı. Kendisine Ankara’da partner arıyordu. Birlikte UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör’ü ziyaret ettik. Veyis Güngör bizi çok sıcak karşıladı. UETD Başkanı, Hollanda ve Türkiye’nin çıkarlarına yönelik bu projenin hayata geçirilmesi için, tüm baǧlantılarını kullandı ve bize yardımcı oldu.



Bir başka projeye de daha şahit oldum. Rotterdam’dan Hollanda’da eǧitim alanında uzmanlaşmış bir kızımız Hollanda'daki eǧitim sistemlerinden Montassori, Janaplan veya Dalton metodunu Türkiye'de bazı okullarda uygulamak isteǧini UETD Başkanına getirmişti. Başkan Güngör, o gün Milli Eǧitim Bakanı olan Ömer Dinçer'in müsteşarını arayıp Rotterdam'dan gelen kızımız için randevu yapmıştı. Bunlar benim bizzat şahit olduǧum bir iki konuydu...



Ne var ki, çok güzel bir amaçla kurulmuş olan bu teşkilat, Erdoğan’ın yoğun işlerinden zaman bulamaması nedeniyle bazı milletvekillerinin kontroluna bırakılmıştı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu, işin içine siyaset sokuldu ve Avrupa devletleri de bu teşkilat için ‘Ankara’nın uzun kolu’ damgasını vurdu.

İşin içine siyaset ve menfaat o kadar sokuldu ki, adeta bir iç kavga başladı.

Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da düzenlenen 6’ncı Olağan Genel Kurul toplantısı’na katıldı. Zetra Olimpik Spor Salonu'nda yapılan bu genel kurulda, Avrupalı Türk Demokratlar Birliğinin (UETD) ismi Uluslararası Demokratlar Birliği (Union of International Democrats-UID) olarak değiştirildi.

Şimdilerde bu teşkilata AK Parti’nin Avrupa şubeleri gözüyle bakılıyor.

Oysa, Avrupa’daki Türkler, yaşadıkları ülkelerde dün olduǧu gibi bugün de hak ettikleri konumda deǧiller. Aşaǧıda okuyacaǧınız söyleşi bu iddiamızın çok açık bir örneǧidir.



Bir uyarı da Mahmut Aşkar’dan

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi, Dış Türkler’i çok iyi analiz etmiş olan Mahmut Aşkar’ı davet ederek bir toplantı düzenledi. Türkevi Başkanı Veyis Güngör’ün yonettiği bu toplantıda, ‘Avrupa Türklerinde kimlik kayması’ sorunu ele alındı.

Meramımı sizlere anlatabilmekte kolaylık sağlamak için, Aşkar ile yapılan söyleşiyi sizere sunuyorum:

Soru: Avrupalı Türklerin daha henüz kendilerini tarif edemediklerini söylüyorsunuz? Avrupalı Türkü kimler tarif edecek? Neden kendileri kendilerini tarif etmiyorlar? Avrupalı Türk ne demek?

M. Aşkar: Evet. Güzel bir soru. Avrupalı Türkleri elbette Avrupalı Türkler tarif edecektir. Etmelidir. Ancak, Avrupa’daki Türkler şimdilik kendilerini mensubu oldukları kurumların kimlikleriyle, yani alt kimliklerle tanımlamayı seçmekteler ki, bu kurumların önemli bir bölümü yıllar önce, Avrupalı Türkleri deǧil, Türkiye’yi kurtarmak için kurulmuştu. Avrupalı Türkler Anadolu’dan beraberlerinde getirdikleri deǧerlerle bir iki nesil idare ettiler. Ancak yeni nesiller için bu deǧerler yeterli görülmüyor. Deǧişen şartlar, toplumun da dönüşümünü beraberinde getirmekte. Bu gelişim ve deǧişimi de göz önüne aldıǧımızda genel anlamda Avrupalı Türklerin tanımı şu şekilde olabilir: ‘En azından iki dilli, iki vatanlı, çok kültürlü, bir ayaǧı kendi kültüründe diǧer ayaǧı ile diǧer kültürleri gezip dolaşan bir topluluǧa Avrupa Türkleri’ diyebiliriz.

Soru: ‘Avrupalı Türkler, Türkiye için bulunmaz nimettir’ diyorsunuz. Ancak Türkiye tarafından kıymetlerinin bilinmediǧini söylüyorsunuz. Hatta bir iktibas yapıyorsunuz: “Türkiye’nin ufkunda Avrupa Türkleri görünmüyor”. Buna raǧmen, Avrupalı Türkler, neden bir nimet ve onların kıymetlerinin neden farkına varılmıyor?

M. Aşkar: Bir çoǧumuz Türkiye’de geçirdikleri tatillerinde mutlaka müşahade etmişlerdir. Ayrıca, Ankara ile sıkı ilişkiler içinde olan kanaat önderlerinin de gözlemleri ne yazıkki, Türkiye’nin ufkunda Avrupalı Türklerin olmadığı yönündedir. Bu aslında garip bir vakıadır. Zira Avrupalılar, Türkler üzerine doktora tezleri yazılırken, araştırmalar yapılırken, kültür ve sanat, film, televizyon, yani her dalda Avrupalı Türklerle yakınen ilgilenilirken, Türkiye için bulunmaz bir nimet olan Avrupalı Türklerin, Türkiye tarafından uzun yıllar gözardı edilmesi anlaşılır gibi deǧil. Türkiye’nin, Avrupa ile uzun bir Avrupa Birliǧi üyeleǧi mücadelesi var. Buna raǧmen, Türkiye’nin on yıllarca umursamazlıǧı insanı şaşırtıyor. Kaldı ki, Avrupa Türkleri’nin önemli bir bölümü, yaşadıkları ülke ile deǧil de Türkiye’ye odaklı. Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Sayıları 5 milyona yaklaşan Avrupa Türkleri, orta ve uzun vadede Türkiye’nin gündemini menfi veya müsbet bir şekilde etkileyecektir.

Soru: Avrupalı Türkler ciddi bir şekilde Ankara’da lobi faaliyetleri yapmalı o zaman!

M. Aşkar: Evet. Bu hem de nasıl elzem. Her geçen günden daha fazla bir lobi faaliyetine ihtiyaç var. Belki bu bizim kızılelmalarımızdan biri olmalı. Avrupalı Türklerin menfaatlarını koruyan bir Ankara lobisi yapılmalı. Bu Avrupalı Türklerin en büyük eksiklerinden bir tanesidir.

Soru: Avrupa’daki müslümanların, Avrupalıları tekrar dine yani Hıristiyanlıǧa geri sarılmasını saǧladı görüşündesiniz. Bu süreç nasıl işledi? Avrupalılar nasıl tekrar dine döndüler?

M. Aşkar: Özellikle 1990’lı yıllardan sonra, hasseten Berlin duvarının da yıkılmasıyla, İslam ve Müslümanlar Avrupa’nın gündemine ‘düşman’ olarak gelmeye başladı. Bu süreç aynı zamanda Avrupa kimliǧinin kabarması ve yeniden tanımlanmasına sebep oldu. Yani, öteki üzerinden, bu kez Müslümanlar üzerinden Avrupa kimliǧi tanımlanmaya başladı. Avrupa’da Müslümanların görünürlüǧü, Hıristiyan kimliǧinin canlanmasını saǧladı. Tepkisel hareketlerden kaynaklanan bir kimlik arayışı oldu. Bir de Avrupalılar, yoğun ve bitkin hallerinden, tekrar titreyip kendilerine gelmelerini Müslümanlara borçlular. Müslümanların kendi dinlerini yaşama kararlılıǧı, Avrupalıların da kendi dinlerine tekrar geri döşününe vesile oluyor.

Soru: Eserinizde, Avrupadaki Türklerin uzun vadede Türk kimliǧi yerine, Müslüman daha doǧrusu Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧi ile öne çıkacaklarını öngörüyorsunuz. Ancak, Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧinin de içinin boş olduǧunu, bir savunma-tepki olarak bu kimliǧin kullanılacaǧını söylüyorsunuz? Yani karşımızda milli ve dini kimlik arasında tercih yapan Türkler, gençler var. Bu konuda argümanlarınız nedir?

M. Aşkar: Evet. Avrupalının tekrar boşalan kiliselere geri dönmesi ve unutulmaya yüz tutmuş dinini yeniden hatırlayabilmesi için Müslümanı İslamileştirmesi gerekiyor. Avrupa’da ayırımcılıǧa tabi olan ve sürekli ‘Biz Almanlar ve siz Müslümanlar’ tekerlemesini duyan gençler bir müddet sonra, kendilerini Türk olarak deǧil, ‘Biz Müslümanlar’ olarak ifade etmeye başlıyorlar. Türk gençleri Avrupa’da böyle bir süreçle, sosyalizasyonla karşı karşıyalar. Yani görünürde önce dekültürosyan (kültürel yozlaşma) ve devamında İslamileşme. Tabiiki bu noktada karşımızda, dinin teolojik temellerinden uzak, içi boşaltılmış, protesto kimliǧi olarak kullanılan bir müslümanlık anlayışı çıkıyor. Bu bizim için ve Avrupa için bir tehlikedir. Zira, reaksiyoner müslümanlıktan, gösteriye dönüşen şekilci dindarlık anlayışından, herkes ve her kesimden önce Müslümana ve İslam’a fayda gelmez.

Soru: Kültür ve eǧlencenin Avrupa’da varoluşumuzun, geleceǧimizin önemli köşe taşlarını oluşturduǧuna dikkat çekiyorsunuz? Avrupalı Türkler, kendilerine ait bir düǧün modeli, geleneǧi oluşturabildiler mi?

M. Aşkar: Evet. Bizi Avrupa kültür coǧrafyasında yarınlara taşıyacak olan ve gelecek nesillerimiz için hayati bir önem arz eden kültürel varlıklarımızın başında; görüntümüz ve eǧlencemiz gelmektedir. Avrupa’da düǧünlerimizin bir bölümü, çıǧırından çıkmış, gürültü kirliliǧi olan, çılgınca bir eǧlenceye dönüşmüş durumda. Bazı düǧünlerimiz ise, camiye sıkıştırılmış, cenaze merasimi mi, eǧlence mi olduǧu belli olmayan şekle büründürülmüş hale getirilmiş. Oysa bize has, yani kültür coǧrafyamız kodlu yapacaǧımız düǧünlere, müziğe, folklora ihtiyaç var. Buranın şartlarına göre yeni eǧlence, düǧün modelleri geliştirmeliyiz. Avrupa’nın ortasında otobanlarda konvoy oluşturmak, trafiǧi engellemek, düǧün geleneǧi olmayacaǧı gibi, toplum olarak görüntümüzü de yansıtmamaktadır.

Soru: Anadolu’da gönül erlerimiz tarafınan geliştirilen ‘eşrefi mahlukat’ insan merkezli bir hayat anlayışylaı, tekrar Avrupalı Türkler tarafından önce idrak edilip, içselleştirilerek sonra güncelleştirilerek, Avrupa’nın da karşı karşıya kaldıǧı göç, iklim, ırkçılık, ayırımcılık gibi sorunların çözümüne katkı saǧlanabilir mi?

M. Aşkar: Biz Avrupa’ya gönüllü olarak geldik. Bu gök kübbenin altında nasıl hayatımızı devam ettireceǧiz sorusuna cevap bulmalıyız. Doǧru bildiklerimizi söyleyen, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen insanlar olduǧumuzu Avrupalılara göstermek durumundayız. Örnek insan modeli oluşturmalıyız. Çaǧımızın ileri sanayi, insanı dolayısıyla toplumu giderek kendinden uzaklaştırdı. İnsan kendine yabancılaştı. Oysa, Yunus insanlıǧa, ‘Sen eşref-i mahlukatsın’ diyerek, onu kendine dönmeye, kendini aramaya, sahiplenmeye davet ediyor. Teknolojik üstünlük insanı giderek daha da tüketici, doymayan, tüketen, gaddar, ihtiraslı ve saldırgan yapıyor. Batı’da dini bitirdiler, ideolojiler artık insana heyecan vermiyor. ‘Bir ben vardır bende, benden içeru’ diyen Yunus’u, onüçüncü yüzyılda, tekkeden, dergahtan çıkarıp yirmibirinci yüzyılın entellektüel dünyasına, üniversite kürsülerine, düşünce kuruluşlarına taşımalıyız. Ama önce kendimiz, aydınımız ve akademisyenlerimiz Yunus’u anlamalı ve asrın idrakine sunmalı.

Soru: Eserinizde vatan kavramını farklı şekillerde tanımlayanlara yer veriyorsunuz. Bunlardan Karl Jaspers’ın, “Vatan: anladıǧım ve anlaşıldıǧım yerdir” tanımından hareketle, bunun Avrupalı Türkler için en uygun vatan tarifi olduǧuna vurgu yapıyorsunuz. Avrupalı Türkler için vatan nedir?

M. Aşkar: Vatan, kabul edildiǧimiz, dışlanma hissine kapılmadıǧımız yer olmalıdır. Bu açıdan yaklaşınca, Avrupalı Türklerin çift vatanlı oldukları söylenebilir. Yani, vatan; yerin altında ve üstünde sevdiklerinizin olduǧu yerdir. Kaǧıt üzerinde; Türk veya Alman vatandaşı olmanızın, yerine göre formaliteden öte bir manası yoktur. İzin mevsimini iple çeken vatandaşlarımızın bir kısmı Alman, Hollanda veya Belçika gibi ülkelerin vatandaşları olmalarına raǧmen, Türkiye’ye sadece dinlenmek için gitmediklerini herkes bilmektedir.

Soru: Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’dan bir alıntıyla “Avrupa, Türkleri İstanbul’un fethinden dolayı hiçbir zaman affetmeyecektir” cümlesi ve geçen yüzyılın başlarında yazılan “Türksüz Avrupa” kitabı, Protestanlıǧın kurucusu Luther ve Fransız düşünür Voltair’in düşüncelerinden hareketle, Avrupalıların hafızasında “Türkler Avrupa’nın ötekisi” fikri hala canlı mı? Böyleyse ne yapmalıyız?

M. Aşkar: Evet, çalışmamızda, Avrupalının hafızasında tarih içerisinde yer edinmiş Türk algısını anlatan bir kaç örnek verdim. Maksadım, düşmanlıkların yeniden sahnelendiǧi günümüz dünyasına ilave husumetler taşımak deǧildir. Tarihi olayları günümüze taşımak doǧru deǧildir. Aynı zamanda, tarihe mal olmuş bu tür hadiseleri yeni dostluklar kurmaya engel görmek de bir o kadar yanlıştır. Arzumuz, Avrupa’daki hayatımız ve Avrupalıya bakışımız daha akılcı bir zemine otursun ve karşılıklı ilişkilerde hayal kırıklıǧı yaşanmamasıdır.

Soru: Avrupa’da yetişen nesiller Türkçe’nin kuçaǧında doǧuyor, fakat Almanca’nın, Fransızca’nın veya Hollandaca’nın yuvasına teslim ediliyorlar diyorsunuz. Türkçe Avrupalı Türkler için ne anlama gelir? Sizce Avrupa’da Türkçesizleştirilen nesiller mi oluşuyor?

M. Aşkar: Zihinlere Türkçe zarureti yerleşmeden, gönüllerde Türkçe meşalesi tutuşmaz. Peyami Safa’nın dediǧi gibi: Dilini kaybeden bir millet herşeyini kaybetmiş demektir. Üstelik söze konu olan, farklı bir dilin hakim olduǧu bir ülkede azınlık olarak yaşayan bir toplum ise, kültürel kimliǧin korunması adına anadilin vazgeçilmez önemi daha iyi anlaşılır. Avrupa adlı kültür coǧrafyasında Türkçe olmayacaksa, yarınlarda ne biz oluruz, ne de bizden olanlar. Avrupa’daki varlıǧımızın teminatı olan Türkçe, her geçen gün biraz daha taraftar yani konuşanını kaybediyor. Avrupa’daki Türklerin geleceǧi Türkçe’ye, Türkçe’nin yarınlara taşınmasına baǧlıdır. Bu hayati görev, misyon da büyük ölçüde, Avrupa’daki Türkçe yazan, düşünen, konuşan, sanat icra eden aydınların omuzlarındadır...



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com







İlhan KARAÇAY soruyor:

Turizme şimdiden doyduk mu?



Utrecht Turizm Fuarı’nda bu kez yıldızlaşamadık…

Fuarda gözden kaçmayanlar

Yavuz Nufel’in iddiası: Bakan gidici

Avrupa’nın en önemli 5 turizm fuarından biri olan, Hollanda’nın Utrecht Turizm

Fuarı’nda, bu kez geçen yılki gibi şölen yaşanmadı.

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da fuar açılışına gelen Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy’u bu kez Utrecht Belediye Başkanı karşılamadı.

Aynı Bakanımız, bu kez arogand tavırları ile gözden düştü.

İstanbul’dan gelen ünlü şef Maksut Aşkar’ın gastronomi şovu çok sıkıcıydı.

Geçen yıl fuar açılışında yaşanan güzelliklerin ve atraksiyonların çoğu yoktu bu yıl.



Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli ve diğer konuklarla bu hatıra fotoğrafını çektirdi



Bin üçyüz metrekarelik bir alana yerleşen Türk standları arasında, Turizm Bakanlığımızı temsil eden Türkiye standı görkemli ve yararlı değildi. Yukarıdaki eleştirilere dikkat kesildiğimiz zaman akla şu soru geliyor: 2019 yılında Türkiye’ye giden 51 milyon turist sayısı ile, Hollanda’dan Türkiye’ye giden turist sayısındaki yüzde 12’lik çoğalma, bizi şimdiden şımarttı ve doyurdu mu acaba? Bu yılki fuarda yüzümüzü güldüren ve prestijimizi kurtaran iki kuruluş vardı. Bunlardan biri Türk Hava Yolları, diğeri de Corendon idi. Türkiye standında, ziyaretçilerin ağırlanabileceği oturma alanı olmadığı gibi, ikram da yoktu.Türk Hava Yolları fuarda açtığı standta oluşturduğu oturma alanında yiyecek ve içecek ikramında bulundu. Utrecht Turizm Fuarı'nın en büyük müdavimi olan ve Türkiye'ye en çok turist gönderen tur operatörü olarak bilinen Corendon da ziyaretçileri ikramlarla ağırladı.



Şimdi gelelim bu yılki fuarın açılışında yaşananlara:

50’ncisi yapılan Utrecht Turizm Fuarı’nın açılışına, başta Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy olmak üzere, Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli, Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan, Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ve Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Modrak katıldılar.



Türkiye’nin 2019 yılında 51 milyon turisti ağırladığını belirten Bakan Ersoy, 2020 hedefinin 58 milyon olduğunu belirtirken şunları söyledi:

"Bu hedefi inşallah tutturacağız. Şu anda erken rezervasyon satışları iyi gidiyor.

Hollanda’dan Türkiye’ye olan yolcu trafiğinde üst üste ciddi bir artış yaşanıyor. Hollanda pazarını 2019 yılında yüzde 12’ye yakın bir artışla kapattık. Şu anki satışları incelediğimizde yüzde 10 artışla 2020’de de tekrar Hollanda’dan Türkiye'ye gelen turist sayısı artacak gibi gözüküyor.

Turizm sektöründe büyük iflaslar yaşandı. Biz özellikle yoğun tanıtım yaparak pazardaki pasta payımızı da artırarak bu durumdan etkilenmeden çıkacağız gibi gözüküyor. Sezon boyunca tanıtıma hiç ara vermeden ağustos ayına kadar devam etmeyi öngörüyoruz. Planlamamızı ve bütçemizi buna göre ayarladık. Bu açıdan 2020'de bizim istediğimiz hedeflere ulaşacağımız gibi gözüküyor.

Belçika pazarının sonuçlarına da baktık, orada çok daha ciddi bir artış var.

Yüzde 20-25 gibi bir artış var. Bu da çok sevindirici."





FFuar’daki Turizm Bakanlığı’mızın standı bu kez beğenilmedi. Hollanda’da yıllarca turizmcilik yapan ve bir zamanlar Hollanda Türk Seyahat Acentaları Birliği’nin başkanlığını da yamış olan Aydın Bayka, arkada görülen Türkiye standının hiç beğenilmediğini belirtenler arasındaydı

Fuara katılan Antalya Valisi Münir Karaoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Kemer Belediye Başkanı Topaloğlu, Akdeniz Turistik Otelciler Birliği (AKTOB) Başkanı Erkan Yağcı, Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay ilgi odağı oldular ve bilgi alışverişinde bulundular.





FUARDA GÖZDEN KAÇMAYANLAR

Fuar açılışının ertesi günü facebook sayfama koymuş olduğum yukarıdaki haberimden sonra, reaksiyonda bulunanlar arasında, eski Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu da vardı.

Bakınız deneyimli diplomatımız neler yazmış:

Mustafa Orhan Ertuğruloğlu "Utrecht Turizm Fuarı, Hollanda'da senenin ilk fuarıdır. Çok önemlidir. Aslında bu fuarın çalışmalarının, geçen yılki fuar biter bitmez başlaması gerekirdi. Geçmişte, fuar biter bitmez Baki (İlgin) bey rahmetli olsun, Aydan (Karahan) bey olsun, Bilgin (Unan) bey olsun derhal sıcağı sıcağına bir değerlendirme toplantısı yapar, aksayan ve öne çıkan yönleri ele alır ve ertesi yıl fuarda aynı şeylerin olmaması için bir rapor hazırlarlardı. Hollanda'da her iki kişiden biri tatilini yurt dışında geçiriyor. O yüzden bu fuar bizim açımızdan önemli bir döviz akışı da sağlıyor. Herhalde artık bizim tur operatörlerinin dikkatleri Batı Avrupa'ya değil, Katar gibi Körfez ülkelerine yönelik. Buradan o anlaşılıyor.

Yanlış. Zira Dubai'de mesela benzer bir iklim var. Bilemem ne düşünüyorlar. Herhalde Avrupa'dan vaz geçmiş gibi görünüyorlar. Çok yazık. Bu ihmal, Hollandalı turist akışını Fas'a yönlendirmekten başka bir işe yaramaz. Üzüldüm. Bu iş bürokratın eline bırakılmamalı. Bürokrat ancak fuar düzenlemesini yapar. O kadar. Fuara büyük Turizm şehirlerinin daveti, katılımının sağlanması vs bürokratlara bırakılmayacak kadar önemli siyasi iştir. Bürokrata bırakılmamalı.Üzüldüm. "

Eski Başkonsolosumuzun bu reaksiyonundan sonra aradığım Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’ye, ‘Siz de fuar sonrası bir değerlendirme yapacak mısınız?’ diye sordum.

Aldığım cevap, ‘Tabii ki’ oldu.

Bakalım, Lahey Büyükelçimiz bu konuda nasıl bir rapor hazırlayacak?

Facebook’taki haberime bir reaksiyon da Musa Öztürk’ten geldi. Bakınız

Musa Öztürk neler yazmış:

Musa Öztürk "Beni bilirsin, düşündüğünü düşündüğü gibi söyleyen bir adamım.

Bu kafalarla turizm bundan öteye gitmez.

Avrupa’nın ikinci büyük fuarıdır bu fuar ve 40 milyon turisti vardır Hollanda’nın.

Bu da şu demek oluyor. Bir Hollandalı yılda 3-4 kez tatile çıkıyor.

Hollandalı turistler Fas’a taşındı. Bir bakın bakalım günde kaç uçuş var Fas’a. Türkiye’nin yerini orası aldı. Neden bir mücadele yok bunu geri kazanmaya?

Dedim ya, bu kafalarla bir yere varılmaz. "



Değerli meslektaşım Yavuz Nufel de hafiften dokunmuş fuar ve Bakan konusuna.

‘Hafiften’ dediğime bakmayın. Fena yüklenmiş Nufel kardeşim. Dahasını da yazacakmış.

Merak ediyoruz ama bakınız şimdi ne yazmış:

Yavuz Nufel "Turizm ve Kültür Bakanı Utrecht Turizm Fuarı’na Humus ve ebru yapımını izlemeye gelmiş! Bakan değil sanki gazino patronu. Koruması polis değil sanki bar fedaisi. Basın danışmanı / Müşaviri hanım ise eski konak kalfası... Siyasi kriz çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar. Kültür Bakanı Utrecht Fuarı’nda, humus ( yarım saat ve bir tek Hollandalı veya yabancı yok ) ve ebru ( 15 dakika ve tek başına ) yapımını izlemekten başka bir şey yapmadığı gibi, valisinden elçisine, turizmcisinden basın mensuplarına, başkonsoloslarından sıradan vatandaşlara, kaba, ukalaca davranışlarının sebebini çözemedik. Ama inanıyorum ki üç vakte kadar Bakanlık elden gider... Bakan olmadan önceki servetini 10 kat artığı yanına kar kalır... Daha detaylı bir yazı kaleme alıyorum, yazmasak olmaz. "

Venlo’dan gazeteci ve çeşitli derneklerin başkanlığını yapmış olan Muhlis Ayboğan yazmış.



Muhlis Ayboğan "Fuar’da konuşmuştuk. Ben her yıl bu fuara katılıyorum. Bu yıl farklı olur düşüncelerim vardı. Çünkü Utrecht Turizim Fuarı 50’nci yılını kutlayacaktı. Tabii ki kafamadaki düşünce de, Türkiye bölümü diğer yıllara göre dahada muhteşem olacaktı. Fuarda Türkiye bölümünü görünce ilk etapta hüsrana uğradm. Bölümün dizaynını kimlerin yaptığını bilemiyorum. Renk olarak, Turkiyedeki Hamam Mermer Rengine benziyordu. Işıklandırma da çok sönüktü. "

Fırsatçılara yem veriyoruz.

Yükselmekte olan Türk turizmini baltalamak isteyen ülkeler fırsat kollarken, biz de onlara yem vermekten geri kalmıyoruz.

İran’ın roket atarak düşürdüğü Ukrayna uçağı nedeniyle, Türkiye havasahasına girmekten korkan turistlerin rezervasyonlarında düşüş yaşanırken, bir belediye başkanının, Olimpiyatlara girme hakkı kazanan kızlarımızın ‘Açık-saçık’ olduklarından söz etmesi, dış medyada çok olumsuz yayınlandı. Bu da yetmezmiş gibi, Fethiye’deki Ova Oteli’nin yeni sahiplerinin yeni bir konseptle çalıştırılacak olması da dış basında geniş bir şekilde yer aldı.

Dış basın, Ova Otelin islam anlayışı ile işletileceğini, içki satışının yasaklanacağını, kadın ve erkeklerin yüzme havuzuna ayrı ayrı gireceklerini dile getirdi.

Dış basına göre, otelin yeni konseptinde alkolün olmadığını öğrenen İngilizler, "Biz alkolsüz otel istemiyoruz" demişler.

Pek çok İngiliz’in rezervasyonlarını iptal ettiği belirtiliyor.

Fuara bu yıl Türkiye adına katılan kuruluşlar:

Adalya Hotels, Akranes Hotel, Alanya Turizm Ofisi, Barut Hotels,Bodrum Turizm Ofisi, Comelia Hotels Golf Spa, Ela Quality Resolt, Hilton Dalaman, Kefaluka Resolt, NG Hotels, Side Star Hotels, Turk Pazarı, Turquaise Hotel, Voyage Hotels, Association of Turkish Travel Agencies, Güral Premier Heris Seramik ve Turizm sanatii A.Ş., Gürok Turizm ve Madencilik, Ali Bey Hotels&Resort,İzmir Turizm Ofisi, Kuşadası Turizm Ofisi, Paloma Hotels, Stone Group, Sunis Hotels, Yunus Emre Amsterdam, THY, Corendon.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





İlhan KARAÇAY’ın tartışmaya açık haberi:

Refah ülkelerinde de açlık sınırı altında yaşayanlar var



Dünyada resmi olarak tanınan 193 adet ülke var. Ancak bilinen ülke sayısı 236'dır. Birleşmiş Milletlere (BM) göre, 192 egemen ülke vardır.

Bunları, ‘Refah-Gelişmiş ülkeler’, ‘Gelişmekte olan ülkeler’ ve

‘Gelişmemiş- fakir ülkeler’ diye üçe ayırabiliriz.

Bu değerlendirmeler, daha önceleri sanayi ve teknoloji ölçümleri ile yapılıyordu. Ama şimdilerde bilgi, patent ve internet kullanımı da sınıflandırmada etkili oluyor.

Zengin, fakir ve aç deyimleri de bu verilerle saptanıyor.



Bu duruma göre, Türkiye’yi ‘Gelişmekte olan ülke’ sınıfına koyuyorlar.

Türkiye’deki sosyo ekonomik durumu bir kenara koyarak, gelişmiş bir refah ülkesi olan Hollanda’yı ele alalım.



Hollanda’daki en son nüfus tespitine göre, ülkede 17,5 milyon insan yaşıyor.

Çalışan insan sayısı 9,5 milyon.

Kişi başına düşen milli gelir 43 bin küsür euro.

2019 Bütçesinde 14 milyar euro fazlalık vardı.

Yukarıdaki iştah açıcı verilere rağmen, Hollanda’da yoksulluk tanımına uyan 666.000 kişi bulunuyor ve bu sayının 39.159’unu Türkler oluşturuyor. Türk kökenli yetişkin nüfusun yüzde 13,3’üne denk gelen bu oran, Hollandalılar arasında yüzde 3,3 dolayında seyrediyor.

Türk çocuklarındaki yoksulluk oranı yüzde 17,9 iken, Hollandalı çocuklardaki yoksulluk oranı yüzde 4,4.

Türkler arasındaki yoksulluk oranı Hollandalılar’dan çok fazla görülüyor ama, toplamda 326 bin (yüzde 49) yoksula sahip olan yabancılarda, Suriyeli çocuklar yüzde 77’yi, Somalili çocuklar ise yüzde 59’u oluşturuyor.

Hollanda’da milyonlarca kişi aldıkları maaş ve ödenekleri ile ay sonunu getiremiyor.

Ev kirası ile hastalık sigortası primlerini ödeyemeyenlerin sayısı yarım milyon.

Büyük şehirlerdeki evsiz insanların sayısı da yüz bine yakın.

Onbinlerce insan, ‘Gıda Bankası’ denilen yerlerden yiyecek alıyor.

Hollanda’dan başka verilecek örnekler de var. İskandinav ülkeleri, İsviçre ve hatta ABD. Dünya’ya hükmettiği iddia edilen ABD’de milyonlarca kişi çöp kutusunda yemek arıyor.

Bu değerlendirme haberini neden mi yazdım?

Aslında kasıtlı bir amacım yok.

‘Gelişmiş ve refah ülkelerde dahi durum böyleyse, gelişmekte olan ülkelerdeki durum eleştitilmeli mi’sorusunu tartışmaya açmış oluyorum.

Tabii ki, bu tartışma, siyasi görüşten uzak, gerçeklere dayanır nitelikte olmalı.

Hadi bakalım.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY iddia ediyor:

Kim ne derse desin, Avrupalı koyun gibi, Türk tilki gibi !

Öteden beri yazar ve söyler dururum.

Avrupa halkları, siyasiler ve medya tarafından koyun gibi bilgilendirilir (!).

Medya tarafından tek taraflı, sığ ve bilinçsizce bilgilendirilen (!) Avrupa halkı ile, dağdaki çobanın bile siyaset ve spor konularında tilki gibi bilinçli Türkler’i aynı kefeye koyamayız.



Örneğin, benim yaşadığım Hollanda’da halk, dünyada yaşanan gelişmeleri çok sığ bir şekilde takip edebiliyor.

İsterseniz, en son yaşanan, ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesi ve Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme konularını ele alalım.



Dünyada pek çok kişi, her gün daha da derinleşen olaylar karşısında korku ve huzursuzluk içindeyken, Hollanda’daki halk, medya ve siyasetçilerin kasıtlı söylemleri ile oyalanmaktadır. Hoş, ben buna kasıtlı yerine ‘bilgisizce’ de diyebilirim.

Hollanda medyası, ‘Türk askeri, petrol ve gaz için Libya’da’ ve ‘Amerika İranlı General’ı öldürdü’ başlıklı sığ haberler ile yetinirken, Türk medyasına baktığımız zaman, bu haberlerin ne kadar detaylı bir şekilde bilgilendirici olduğunu görüyoruz.





Olayların yaşandığı günlerde, Hollanda televizyonlarında genellikle, eşcinsellik, seks ve çok az iç siyaset konuları işlenirken, Türk televizyonlarında en az 10 tartışma programı vardı.

İç siyaset konularında çok çirkinleşen bizim tartışmacılar, dış siyaset konusunda daha ağırbaşlı görüldüler. Libya’yı anlatırlarken, Libya’nın Birleşmiş Milletler’deki konumu, resmi hükümet ile isyancı Hafter arasındaki savaş gibi konularda çok bilgili görünen tartışmacılar, Ortadoğu konusunda da birbirleriyle yarıştılar. Hoş, işin ucu iç siyasete dokunduğu zaman aynı tartışmacılar yine çirkinleştiler. (Bazıları da bocaladıkları zaman, karşısındakinin anlattıklarının anlaşılmaması için avazı çıktığı kadar bağrırılar. Bir tartışmacı açık açık, ‘Sırf söyledikleri duyulmasın diye bağırıyorum’ itirafında bile bulundu. İşte bu gibi durumları Hollanda televizyonlarında göremezsiniz.)

Ben şahsen CNN TÜRK ve HABER TÜRK’teki tartışmaları zaplarken, arada bir eşimin seyrettiği Hollanda televizyonuna da bakıyordum. Ne yalan söyleyeyim,eşim ile yaptığım kısa konuşma sırasında kendimi çok ayrıcalıklı hissettim. Hollanda televizyonlarındaki içi boş programlar ile Türk televizyonlarındaki programları değerlendirirken, Hollanda halkının koyun gibi bilgilendirildiğini, Türk halkının ise verilen bilgier ile tilkileştirildiğini düşündüm.

Biliyorum, bazıları ‘Bu kadar da abartma Karaçay’ diyecekler. Hollanda gazetelerindeki köşe yazarları arasında tabii ki, konularında uzmanlaşmış yazarlar vardır. Bazı TV tartışmalarına katılan uzmanlar da vardır. Ama ne yalan söyleyeyim, ben şahsen Türkiye’deki uzman yorumcular ile Hollandalı yorumcular arasında, Türkler lehinde dağlar kadar fark olduğunu gözlemliyorum.

Ama bir fark var tabii. Türkiye’deki gazeteciler ve yorumcuların çoğu (yani hepsi değil), konuşma yaptıkları sıfata göre davranıyorlar ve adım atıyorlar. Örneğin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile söyleşi yaparlarken, tartışmaya hiç yeltenmiyorlar. Ne var ki, pozisyonu ne olursa olsun değişik sıfatlara karşı aslan kesiliyorlar. Örneğin, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile söyleşi yaparken, adeta aslan kesildiler ve saygıdan da uzak tartışmayı yeğlediler. Bu konuda en çok eleştirilen de Nagehan Alçı oldu..

Hollandalı gazeteci ve yorumcularda bunu göremezsiniz.

Çanlar çalıyor

Dünyadaki gelişmeleri yorumlayanlar arasında yer alan yazar Salim Koçak, ‘Çanlar kimin için çalıyor’ başlıklı yazısında bakınız ne diyor:

“Dünyanın en önde gelenlerinden kabul edilen Lübnanlı yazar ve fikir adamı Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı adlı son kitabında feryat etmekte, belki de dünyadaki her aydından daha da fazla bu gidişe dikkat çekmekte.

Adı geçen kitabının sayfalarında diyor ki Amin Maalouf:

’Tarihte ilk kez insan türünü başındaki her türlü felâketten kurtarıp bir özgürlük, kusursuz ilerleme, gezegen dayanışması ve paylaşılan refah çağına dinginlik içinde götürmenin araçlarına sahibiz; ama son sürat zıt istikamette ilerliyoruz.’

Demek ki binmişiz alâmete, gidiyoruz kıyamete. Buna toplu intihar da denilebilir.

Ve demek ki çanlar insanlık için çalıyor..

O nedenle ve özellikle Irak’taki şu son ABD operasyonunun nelere gebe olduğundan da hareketle Amin Maolouf’un söyledikleri üzerinde ne kadar durup düşünülse, kafa yorulsa fazla olmayacaktır. Hiç olmazsa çocuklar ve torunlar için... ”

MUTLU YILLAR DİLEĞİMLE.

MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com





MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY’ın yorumu:

Filenin Sultanları başarı elde etti…

Peki ya Avrupa Türkleri ???



Sertap Erener Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazandıktan sonra yazdığım yorumun başlığı,

Eurovizyon’u Sertap Erener değil, Avrupalı Türkler kazandı‘ şeklindeydi.

Hollanda’yı 3-0 yenen Almanya’yı, aynı skor ile yenerek Olimpiyatlara katılma vizesini alan Filenin Sultanları için aynı başlığı atmayacağım ama, yine de sormadan edemiyorum:

Ya Avrupa Türkleri’nin başarısı ne olacak?







Bakınız, Eurovizyon başarısından sonra ne yazmıştım.

Sertab Erener’in Eurovizyon Şarkı Yarışması’nda birinciliği kazanması, yıllardır horlanan, dışlanan ve ilkel olmakla suçlanan Avrupa’daki Türkler’i, tam anlamıyla bir ‘Zafer sarhoşu’ yaptı.

Şüphesiz ki, dünyadaki tüm soydaşlarımız ve hatta Türkiye’ye sempati duyan Müslümanlar da bundan büyük bir haz aldılar.

En çok yurtdışındaki Türkler’in mutluluk duymasının nedeni, sadece ve sadece yıllardır horlanmış olmaktır.

Türk futbol takımlarının, Nihatlar’ın, Emreler’in başarılarından ve Azra’nın dünya güzeli seçilişinden sonra, “İşte bakın gördünüz mü, bizde neler varmış” gibisinden övünen Avrupa Türkleri, Sertab Erener’in Eurovizyon Şarkı Yarışması’nı kazandıktan sonra sokaklara dökülmediler ama, mutluluktan sabahlara kadar eğlendiler.

Türkiye’yi hep geri kalmış bir ülke, insanlarını da ilkel olarak imgeleyenlere karşı, “Bakın bizde ne güzel ve modern insanlar, ne güzel müzik, ne güzel dans ve ne güzel kültür varmış” diye haklı bir hava atma fırsatı yakalayan Avrupa Türkleri çok mutlular.



Avrupa Türkleri bu mutluluğu Sertab’a değil kendilerine borçlular.

Sertab Erener burada sadece bir araç olmuştur.

İddia ediyorum: Türkler’in desteği olmasaydı Sertab Erener birinciliği kazanamayacaktı.

Bu sözlerim ile Sertab’ı ve şarkısını küçümsemek istemiyorum.

Çok samimi söylüyorum:

Benim olduğu gibi, başkalarının görüşüne göre, Sertab’ın şarkısı melodi ve sov olarak en güzeli idi.



Benim asıl anlatmak istediğim, Avrupalı’ya güven duyulmaması gerektiğidir.

Hadi Semiha Yankı’nın ‘Seninle bir dakika’sı Avrupalı için kedi miyavlaması gibi olurdu ama, ya diğerleri? Ajda Pekkan’ın ‘Petrol’una da puan vermedikleri için nasıl kızmayalım?

Kaldı ki, o zaman petrolün aktüalitesi ve şarkının ritmi biraz daha fazla puan almasını gerektiyordu ama, Avrupalı yine ön yargılı davrandı ve puan vermedi.



Dikkat ederseniz, Halk Jürisi, yani telefonla katılım başlatıldıktan sonra, pek çok ülkeden yüksek puanlar almaya başladık.

Bu geçen yıl da öyle oldu.

Türkler’in yaşadığı Hollanda, Almanya, Belçika, Fransa, Avusturya, İngiltere ve İskandinav ülkelerinden yüksek puanlar aldık. Geçen yıl da bu nedenle beklediğimizden çok puan aldık. Bu yıl buna bir de Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın verdiği puanlar eklenince Belçika ve Rusya’yı geride bırakabildik.



Yarışma sonrasında Türk medyasına baktığımız zaman çok şaşırdık.

Başarının asıl kahramanları bir kenara itilerek, “Gördünüz mü, demekki Avrupalı bize karşı önyargılı davranmıyormuş. Güzel bir eser yaparsan Avrupalı bunu takdir ediyormuş. Demekki Haçlı ruhu iddiaları doğru değilmiş” diye yazan dostlarımız vardı.



Doğrulama.

Yukarıdaki görüşümün doğru olduğunu daha sonraki Eurovizyon yarışmalarından sonra çok daha iyi anladık. Bakın o zaman ne yazmıştım.

Eurovision’da ülke sayısı çoğalınca

Türkler’in oy kaynağı averajı düştü

Geçen hafta cumartesi gecesi yapılan Eurovision Şarkı Yarışması Finali’ne katılan Sibel Tüzün onbirinci olduğu için çok üzülmüş ve sabaha kadar ağlamış. Tabii ki üzülenlerin başında Avrupa’da yaşayan Türkler de bulunuyor.

Şimdi soruyorum: Avrupa’daki Türkler olmasaydı, göz kamaştırıcı güzelliğine ve muhteşem dekoltesine rağmen Sibel Tüzün acaba kaçıncı olurdu?

Ben söyleyeyim. Ajda Pekkan gibi hüsrana uğrar ve en azından sondan ikinci olurdu.

Neden mi?

Hesabı yapmak çok basit.

Türkiye’ye 12’şer puan veren Hollanda, Fransa ve Almanya ile 7 puan veren Belçika’da Türkler olmasaydı, bu ülkelerden alacağimız puan üç veya dördü geçmezdi. Böyle olunca da en azından 30 puan daha az alacak olan yarışmacımız sıralamada sonlarda kalırdı.

Geçen yıl Eurovision’da bizi temsil eden ve “Avrupa’daki Türkler’in hepsi beni tanır” saçmalığında bulunan Gülseren de, yine Türkler sayesinde 92 puan toplamış ve 13’üncü olmuştu.

Peki, “Avrupa’daki Türkler sayesinde Sertab Erener birinci oldu da, ondan sonrakiler neden birinci olamadı veya üst sıralarda yer alamadı” diye soracak olanlara yanıtım şu olur:

Çünkü o zaman yarışmada sadece 24 ülke puan veriyordu. Bu ülkelerin çoğu da Batı Avrupa ülkeleriydi. O zaman birinci seçilen 140-150 puan toplayabiliyordu.

Şimdi ise yarısmada elenen ve hatta katılmayan ülkeler bile puan veriyor. Bu ülkelerin çoğu da Türkler’e puan vermeyen ülkeler.

Yani Türkler’in oy kaynağı averajı düşünce, diğer ülkeler daha çok puan toplamaya başladılar.

Bu sistemi sırf Türkler’in birinciliğini engellemek için yerleştirdiklerini söylersem abartı yapmış olmam. Zira, Sertap’ın birinci olmasından sonra tüm Avrupa medyası “Bu iş böyle gitmez. Türkiye, Avrupa’daki Türkler’in oyları ile her zaman birinciliği alır. Sistem mutlaka değişmeli” diye feryat etmişlerdi.

İşte Avrupalılar da bu sistemi getirerek Türkler’in etkisini yarı yarıya düşürmüs oldu.

Filenin Sultanları:

Gerçekten büyük bir mücadele vererek herkese parmak ısırttılar.

Ama onlara güç veren de Avrupalı Türklerdi. Yağmur, soğuk, fırtına demeden kilometrelerce yol katederek Apeldoorn kentine akın eden Avrupa Türkleri, ellerinde bayraklarımız ile tribünleri doldurdular. Tribünleri doldurmakla kalmadılar, Sultanlarımızı en fanatik bir şekilde tezahüratları ile desteklediler. Maçı seyrederken bir ara bir Alman voleybolcu kızın kulaklarını tıkadığını fark ettim. Yani Türkler öylesine bağırıyorlardı ki, ‘Panzerler’ diye anılan Almanlar’ın kulaklarını sağır edercesine yıpratıyorlardı.

İşte bu nedenle, Tokyo Olimpiyatları vizesi alan Türkiye’nin başarısında, Avrupalı Türkler’in payı da yadsılanmamalıdır.



Öteden beri, Dış Tükler’in lobi gücünden yararlanılması gerektiğini yazar dururum.

Şimdi devletimizi yönetenlere soruyorum:

Anladınız mı Avrupa’da yaşayan Türkler’in lobi gücünü?

Hâlâ anlamadınızsa pes vallahi!!!

REAKSİYONLAR

Yukarıdaki yazımı daha önce facebook sayfamda yayınlamıştım.

Gelen reaksiyonlar çok hoş ve isabetliydi.

Reaksiyonlarda bulunanlardan biri de, beni TRT’de yaptığı ‘Hayal Bu Ya’ programına davet eden ve Şovmen Beyaz ile konuk eden, Türkiye’nin beğenilen şarkıcısı Pınar Ayhan oldu.

İzninizle bu konuda gelen reaksiyonları da yazımın sonuna ekliyorum.

Pınar Ayhan: Bizler anavatanda canımızı dişimize taktık, Avrupa’da gurur duyulacak işlere imzalar atılmaya devam edilsin diye çabalıyoruz. Modern, çağdaş, akılcı eserlerin devam etmesi, ilerici, bilimi destekleyen, lâik (yani inançlara eşit ölçüde saygılı) bir ülke ile mümkündür. Kadınlarımız dünyanın dört bir tarafında göğsümüzü kabartıyor. “İşte Türkiye Cumhuriyeti budur! dedirtiyor. Anavatandaki bizler ve siz yurtdışındaki kardeşlerimiz, el ele verip, bizi dünyaya gerici, yobaz, bilimle işi olmayan, emperyalistlerin maşası olmuş, sorgulamayan bir millete dönüştürülmememiz için büyük çaba sarfetmeliyiz. Bu yolda verilecek hiçbir destek lütuf değildir; görevdir. Sizler bizim Atatürk Cumhuriyeti temsilcilerimizsiniz. Avrupalıyı Türkiye’ye hayran bıraktıran da budur. Çağdaş, bilgili, kültürlü insana hayran kalınır. Yobaza, geri kalmışa değil. Dünyanın neresinde olursak olalım, birbirimizi çağdaş normlar adına desteklemeye devam etmeliyiz.

Sizlere kardeşçe sevgilerimizi ve saygımızı gönderiyoruz.

Ayhan Özsöylemez 50 yıl Hollanda'da çalışıp yaşadım, Batının Türkleri hep küçük ve düşük bir ırk, ülke olarak gördüklerine kendim tanık oldum. Hatta bugünkü Türkiye siyasetinin uygulanması bile, Batı ve ABD tarafından tezgahlamıştır! Atatürk ilkeleri ve ordumuzun zayıflamasınında sebebi Batılı güçlerdir!

Göçebe kökenli millet medeni olamaz kanısı var. Osmanlı'nın kuyruk acısı hiç bitmiyor!

Kısacası dünyada ne kadar geri bırakılmış milletler varsa onlar için sömürme organıdır: Kahrolsun emperyalizm. Kızlarımız başta olmak üzere, oradaki başarımız elbetteki yurttaşlarımızın katkısı ile gerçekleşmiştir!!Selamlar

Mustafa Cakir: Süper bir yazı İlhan abi. Ben Mustafa Çakır Amsterdam Türkiyemspor kurucularından. Öncelikler sağlıklı bir ömür diliyorum. Size tamamen katılıyorum. Ve de ekliyorum, eğer bu Avrupadaki Türkler olmasa, şu an yapılan dış ihracat %80 düşer diyorum. Döviz girdisi de düşer. Ama bunu görecek hiç bir hükumet yönetici göremedik ve ‘ne yaptıksa biz yaptık’ diyorlar. İnşallah geç olmadan bir gün anlarlar.

Selamlar Mustafa Çakır

Musa Öztürk: İlhan abi, yıllardır hep birlikte söylüyoruz ama duyan olmuyor. Duyanlar da partizanlık yapıyor trollük yapıyor. Elbette Filenin Sultanları gönlümüzü fethettiler ama biz de onların gönüllerini fethettik. Bizi sevindirdiler, onlarla gurur duyduk, onur duyduk. Keşke bizi yönetenlerle de duyabilseydik...

Ender Akkoc Işık: İlhan Karacay abim, hâlâ Avrupalı Türkleri görmemekte israr ediliyor maalesef. Hic bir Turk takımını Avrupa’da yalnız bırakan bir gurbetçi gördük mü? Ama gurbetçiyi yalnız bırakan bir Türkiye var.

İbrahim Görmez: Görüyor, görüyorlar da, işlerine gelmiyor sevgili kardesim. Eline sağlık.



Sila Altuntas: Yazınıza katılıyorum. Güzel yazı, tebrikler.

Lakin devleti yönetenler korkarım ki gurbetçiye üvey evlat muamelesi yapmaya devam edeceklerdir.

Nasıl ki Hollanda’da tam olarak kabul görmüyorsak, bu kendi ülkemiz için de aynısı geçerli bana góre.

Dışlanan horlanan üvey evlat gurbetçiler, ama işleri düştüğünde sağma ineği, Oy toplama kitlesi. Saygılar.

Hakan Salih Dikmen: Voleybolcu kızlarımız her röportajlarında seyirciye teşekkür etti. Bunu da buraya not düşmekte yarar var. Ama dediğiniz çok doğru. Keşke bu bütünleşmeyi her konuda yapabilsek. Avrupa’da çok güçlü oluruz. Siz daha iyi biliyorsunuz. Sevgiler

Serdar Cicek: Çok doğru ve yerinde bir tesbit. ANGARA DUY SESİMİZİ



Mesut Cavusoglu: Tespit herzamanki gibi tam isabetli ve mükemmel

Yasar Icyuz: Onurumuz kızlarımız başarıları daim olsun Maşallah

Aydin Akkaya: Doğru tespit... Katılıyorum

Ali Caglayan: Her durumda ülkesini kayıtsız, şartsız destekleyen yüce Türk milletinden başka bir millet daha var mı bu dünyada??

Cipcip Hüseyin Çoruhlu: İlhan Karaçay abi, yurtdışındaki Türk milletinin milliyetciliği tartışılmaz.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Hollanda Başbakanı Rutte açıkladı:

2020’de Schengen sıkıntıya girebilir

Göç sorunu öncelikli konu olacak



İlhan KARAÇAY yazdı:

Hollanda Başbakanı Mark Rutte, 2020 yılında ele alınması gereken öncelikli sorunun göç sorunu olduğunu açıkladı. Avrupa ülkelerinde adeta tur atan sığınmacı göçmenlerden, hangilerinin ekonomik sığınmacı, hangilerinin siyasi sığınmacı olduklarına iyice bakılması gerektiğini belirten Rutte, sınır kontrollarını ortadan kaldıran Shengen anlaşmasının gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.



Schengen sözleşmesinin feshedilip edilmeyeceği sorusuna, ‘Şimdilik fesh edilmesine gerek yok ama, mevcut uygulama gözden geçirilmeli ve sınır kontrolları başlamalıdır’ yanıtını veren Rutte şöyle devam etti: ‘Görüyoruz ki, başarı şansları olmayan sığınmacı göçmenler Avrupa’da turluyorlar ve sonunda ya Fransa’ya ya da Hollanda’ya giriyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile bu konuyu görüşüyorum. Bu hafta da bir grup Büyükelçi ile bu konuyu paylaşacağım. Ülkeler, sınırları dışında dolaşan gerçek sığınmacı ile ekonomik göçmen arasındaki farkı görmeliler. Ekonomik göçmenlerin sınır dışlarında kalmaları lazım. Bu yapılmazsa, Schengen’i sürdürmek imkânsızlaşır. Bu nedenle 2020’nin ana konusu göçmenler olacaktır.’



Rutte’nin bu çıkışını siyasi bir girişim olarak niteleyen yorumcular şu iddiada bulunuyorlar: ‘Anketlere göre, Rutte’nin partisi VVD’de oy kaybı devam ediyor. Yabancı karşıtlığı ile daha çok oy toplayan, Rutte’nin en önemli rakipleri Geert Wilders ve Thierry Baudet, bu söylemleri yıllardır dile getiriyorlar.’

Gazetecilerin, ‘Ne yani, Schengen’den vazgeçip sınır kontrolu mu başlamalı?’ sorusuna Rutte şu cevabı veriyor: ‘Ben sadece Hollanda’dan söz etmiyorum. Schengen ortadan kalkmaz ama tehlikeye girer. Sadece bizim sınır kontrolu yapmamız, büyük bir ekonomik krize yolaçabilir.’

Yukarıda yazılanlardan da anlaşılabileceği gibi, Başbakan Rutte, siyasi rakipleriyle boy ölçüşebilmek için, 2020 yılında VVD’yi güçlendirmek için bu konu üzerinde fazlaca duracaktır.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



“Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir”

Bu adet Türkler’den Avrupa’ya geçmiştir





Dünyaya gelmemiz ile birlikte bazı haklara sahip olmuşuzdur.

Bu haklar arasında inaç özgürlüğü de vardır.

Bu hak, dünyanın her tarafında yapılan mücadeleler ile elde edilmiştir.

Bu hakkı özgürce yaşayabilmek için, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletine ihtiyaç vardır.

Tabii ki bir de barışa…

Barış olmazsa özgürliklerin de bir anlamı kalmaz.

Fırsat bulmuşken, bazı kafalarda yanlış yerleşmiş olan bir fikri çürütecek olan gerçeği de ortaya koymak istiyorum.

Gazeteci Cengiz Yılmaz kardeşimiz güzel bir değerlendirme yapmış.

Aynen aktarıyorum.

Dünyanın en önemli Sümerologlarından birisi olarak kabul edilen Dr. Muazzez İlmiye Çığ diyor ki: “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor ve buna Hayat Ağacı deniyordu. Bu Sümerlerde de vardı.

Bir ucunda Gök Tanrısı duruyordu.

Halen Orta Asya’da 22 Aralık’taki gündönümünde, evlerine Akçam Ağacı getirip, dallarına ertesi sene için Tanrı’dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için kurdele koyuyorlar.

Türklerdeki bu ağaç süslemenin Hristiyanlıktaki Noel ile bir ilgisi yoktur.

Bu adet, daha sonra Türkler yoluyla Avrupa’ya geçmiş, 16’ncı yüzyılda Almanya’da başlamış ve buradan da dünyaya yayılmıştır.”



Coğrafi bir olgu olarak, 21/22 Aralık gecesi, günler uzamaya, geceler kısalmaya başlar.

Eski Türkler’in inanışlarına göre, Güneş, 21/22 Aralık gecesi, KARANLIĞI yenmekte ve bu güne “NARDUGAN” denmekteydi.

Dugan, Tugan= Doğan

Nardugan= Doğan Güneş, anlamına gelir.

Türkler, Nardugan’da, Hayat Ağacı (Sonsuz Hayat)’nı temsilen bir Akçam’ın altına duaları Tanrı’ ya gitsin diye hediyeler koyuyorlar, ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlardı.

Yaşlılar ziyaret ediliyor ve bir arada yemek yeniyordu.

Bu gelenek halen Tatarlar, Başkırlar, Çuvaşlar ve Karaçay- Malkarlar tarafından yaşatılmaktadır.

“Hayat Ağacı” (Sonsuz Hayat) motifi, Hitit, Urartu ve daha sonraki dönemlerde Selçuklular ve Osmanlılar’ da farklılık gösterse de göze çarpar.

Halı ve kilim desenlerinde de, “Hayat Ağacı” motifi sıklıkla görülür.



Ve son olarak çok önemli bir konuyu da unutmayalım:

21/22 Aralık günlerinde, Muğla’ nın Bodrum İlçesi’ ne bağlı Gündoğan Beldesi’nde “NARDUGAN ŞENLİKLERİ” yapıldı, örnektir.

Gündoğan sahilinde ‘Nardugan’ (doğan güneş) ateşi yakıldı,

‘Hayat Ağacı’ olarak seçilen bir okaliptüs ışıklandırıldı.



Sevgili Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu’nun yazısına da ekliyorum:



Mustafa Orhan Ertuğruloğlu

XMAS VEYA NOEL BAYRAMI

"Noel Bayramı kutlamaları ana hatlarıyla pek değişmez. Çekiciliği belki de burada yatar. İnsanın kendi kendisiyle hesaplaşmasına, geçmişin muhasebesini yapmasına uygun bir ortam sunar. Ailenin bir ferdi artık ebediyen aranızda değildir. Ya da çocuklardan biri orta okula başlamıştır. Hayatın sıradanlığı yüzünden böyle farklılıklar öne çıkar. Bu sanki her yıl belli bir anda suyun sıcaklığını ölçmek gibi bir şeydir. Geçen yıl bu vakit ne yapmıştık?

Bir şeyi hep birlikte yapmanın toplum yaşamında değeri vardır. Ailenizin özel anma günleri daha farklıdır. Birinin ölüm yıl dönümü gibi. Ailenizin dışındakileri pek ilgilendirmez. Sadece sizi ilgilendirir. Noel Bayramının (XMasın )hoşluğu o ki, tüm hristiyan kültürü o gün tefekküre dalar. Dükkanlar kapalıdır. İstesen de şehirden veya köyden dışarı çıkamazsın.

Bu Noel Bayramında pijamalarımı çıkarmayıp, evde oturacak ve çocuklarımla 'Lords of the rings' filmini seyredeceğim. Bazen hiçbir şey yapmamak da güzeldir."

Daan Roovers, Volkskrant'a Christmas ile ilgili olarak bunları yazmış.

Bu gece saat 23.00'den itibaren Hristiyanlık Alemi, Christmas veya Noel Bayramını kutlamaya başlayacak.

Hollandandalı Filozofun yukarıda belirttiği gibi dükkanlar kapalıdır. Trenler, otobüsler seyrektir. Hollanda'da 2 gün gazete de çıkmaz. Hoş Hollanda'da gazeteler Pazar günleri de çıkmıyor.

Viktorya dönemine kadar İngiltere'de XMAS 12 gün kutlanırmış. Şimdi 2 gün kutlanıyor. Hoş fiiliyatta bir ay kutlanıyor desem daha doğru olur. Aralık başından itibaren daireler iskelet kadro çalışır. Işıklandırmalar, XMAS partileri 5 Aralık'ta başlar ve yılbaşına kadar sürer. Ben bakanlıkta çalışırken, yurt dışında görevli olduğum yıllarda Aralık ayında Batı Avrupalılardan hiçbir ciddi iş beklemezdik.

Eskiden dini bayramlarda Türkiye'de de gazeteler çıkmazdı. Gazeteciler Cemiyeti Bayram Gazetesi çıkartırdı. Sanki görevlerini çok güzel yapıyorlarmış gibi, gazete patronlarının aç gözlülüğüne hatır o güzel adet de tarihe karıştı.

MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



İlhan KARAÇAY yazdı:





Lahey hükümetinin almış olduğu şaşırtıcı bir karara göre, 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren, ‘Holland’ adı tarihe karışacak. Bakanlıklar, yurtdışındaki Büyükelçilikler, Üniversiteler ve Firmalar bundan böyle, şimdiye kadar ‘Holland’ olarak kullanılan ülke adını

‘The Netherlands’ olarak kullanacaklar. Bugüne kadar kullanılan ‘Holland’ adlı logo da yeni bir logo ile yer değişecek. Bundan böyle, NL harflerine lale sembolü işlendiği iddia edilen bir logo kullanılacak.

Turizm Bakanlığı, ‘The Netherlands’ ismi ile yurtdışında daha çekici bir ortam yaratılacağını, şimdi sadece Kuzey ve Güney Holland vilayetlerinde yaşatılan turizmin, diğer 10 vilayete de yayılacağını belirtirlerken, Dış Ticaret Bakanı Sigrid Kaag, ‘Ülkemizi dışarıda daha modern bir imaj ile lanse edeceğiz’ dedi.



Peynir, takunya ve lale simgelerinin bayatladığını, bunun yerine yeni ve modern bir ele alış biçiminin yaşama geçirileceğini belirten Turizm Bakanlığı, ‘Ülkemiz sadece 2 vilayetten değil, 12 vilayetten oluşuyor’ açıklamasını yaptı.

Ne ilginçtir ki, şimdiki Hollanda devletinin yöneticileri, ‘Biz artık Hollanda ismini sevmiyoruz’ dercesine, ülkenin resmi adının Nederland olduğunu söylüyorlar ve bundan sonra tüm dünyadaki resmi devlet isimlerinin ‘The Netherlands’ olarak geçeceğini belirtiyorlar.

Dış ülkelerde, 'I am from Holland' diyenler, 1 ocak 2020’den itibaren

'I am from the Netherlands' demek mecburiyetinde kalacaklar.

Dışişleri Bakanlığı ile Ekonomi Bakanlıkları, bu karmaşadan bıktıklarını belirterek bundan böyle sadece 'The Netherlands' isminin kullanılacağını belirtti.

FARK NEDİR?

Peki, Hollanda ile Nederland arasındaki fark nedir. Nederland 12 Vilayetten oluşuyor. Ama insanlar Nederland’tan söz ederken de Holland diyor.

Aslında, Rotterdam, Lahey ve Leiden’i içine alan Güney Hollanda ile Amsterdam, Haarlem ve Alkmaar’ı içine alan Kuzey Hollanda adlı 2 Vilayet ‘Hollanda’ olarak anılıyor. Diğer 10 vilayet ile birlikte 12 Vilayetten oluşan ülke Nederland’ı oluşturuyor.

Ne var ki, insanlar diğer Vilayetlerden de söz ederken ‘Holland’ diyorlar.

Ülkenin resmi adı ‘Koninkrijk der Nederlanden’ (Alçak topraklar Kraliyeti) Willem Alexander ülkenin Kralıdır.





TARİHÇE



Şimdiki Nederland toprakları, 1588 ile 1795 arasında ‘Yedi Birleşmiş Nederlanden Cumhuriyeti’ olarak anılırdı. Ülke 1795’te Fransız ordusu tarafından işgal edildi ve adı ‘Bataafse Cumhuriyeti’ oldu.

Napolyon, 1806 yılında kardeşi Lodewijk’i buraya Kral olarak tayin edince, ülke cumhuriyetten krallığa geçiş yapmış oldu. Napolyon’un düşüşünden sonra da ülke ‘Nederland Kraliyeti’ olarak kaldı.

‘Holland’ olarak anılan bölge, ekonomi ve refah bakımından çok zengin olduğu ve tüm ülkeye yayıldığı için, dış ülkelerde de ‘Holland’ adı tüm ülke için kullanıldı.

Hollanda denildiği zaman tabii ki laleler, değirmenler ve peynir akla gelir.

Bazıları ‘Ben Hollandalı değil Nederlandlıyım’ der ama, futbol maçlarında herkes ‘Hup Holland hup’ diye tezahürat yapar.

TARİHÇİLER NE DİYOR ?

Tarihçi Samuel Kruizinga şöyle diyor: ‘Tarihsel açıdan bakıldığı zaman, ‘Holland’ veya

‘The Netherlands’ denmesi fazla bir fark yaratmıyor. Holland, Leiden bölgesinde bol ağaçlı bir bölümden oluşuyordu. O zaman ‘Holtland’ veya ‘Houtland’ deniliyordu. Nederland ise Maas ve Ren nehirlerini de içine alan Schelde deltası gibi, daha büyük bir alanı kapsıyordu.’



Tarihçi Kruizinga’ya göre, ‘Holland’ ismi tarihi açıdan daha tanınmış bir isim.

‘Holland’ isminin siyasi, askeri ve ekonomik alanda daha ünlü olduğunu belirten Kruizinga, ‘Holland adı ağza daha iyi yakışıyor. Tıklım tıklım dolu bir stadyumda Holland naraları daha cazibeli olur. Bu nedenle bu isim değişikliğinin kolay olmayacağını sanıyorum’ diye devam etti.



Breda Üniversitesi Turizm Dairesi Başkanı Jos van der Sterren, Kruizinga’yı destekler mahiyette konuştu. ‘Holland ismi daha kolay çağrışım yapacağı gibi, ülkemize bakanların zihninde demir atmış olan düşüncelere göre, pazarı elinde tutacak bir addır.’

Hollanda’daki bu değişikliğe dünya medyasında geniş yer ayrıldı. The Sun gazetesi, BBC Televizyonu ve Sydney Morning Herald gazetesi, Hollanda’daki isim değişikliğine bir anlam veremediklerini yazdılar ve söylediler.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Hollanda Salon Futbolu Turnuvalarının en görkemlisini bir Türk genci düzenliyor

35’inci AUNİ Turnuvasını, Türkler’in oluşturduğu Amsterdam El Ninios takımı kazandı



İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Hollanda’da düzenlenen salon futbolu turnuvalarının en görkemlisini Avni Kandemir adlı bir Türk genci organize ediyor. 1982 yılında henüz 15 yaşındayken başlattığı turnuvaya kendi adını vermek isteyen Türk genci Avni, adının Hollandalılarca telaffuz edilemediğini, bu nedenle Avni yerine Auni adını kullanmayı tercih ettiğini söylüyor.

Amacının değişik kültürlerden gençleri bir araya getirip kaynaştırmak olduğunu söyleyen bu genç yetenek, Hollanda’daki ırkçılığın önüne bir sed çekiyor.

Ülke genelinde farklı etnik kültürden futbolcuların yer aldığı kulüplerin katıldığı geleneksel Auni Salon Futbol Turnuvası, Hengelo`da yapıldı.

Turnuvayı, yine kendi kurduğu ‘Auni, Dostluk, Kardeşlik ve Spor Vakfı’ kanalıyla organize eden Türk gencine,15 yaşındaki oğlu Emre ve arkadaşları yardım ediyor.

Turnuvaya spor camiasından her yıl tanınmış simalar katılıyor. Daha önce ünlü teknik direktör Dick Advocaat, Frank de Boer, Louis van Gaal, Sjaak Swart, Edgar Davits ve bonservisi Villareal'de olan ve şu an kiralık olarak Real Valladolid takımının formasını terletmeye devam eden Enes Ünal ve Feyenoord`dan Karim El Ahmadi’nin katılmış olduğu turnuvaya, bu yıl da Guus Hiddink davetliydi. Ayrıca, Ajax’ta forma giyen Hakim Ziyech’in kardeşi Hicham da turnuvaya renk kattı.

Turnova boyunca ҫeşitli kültürel etkinlikler de oldukҫa ilgi gördü.



Avni Kandemir’in 35 yıldır başarı ile sürdürdüğü bu organizasyon medyada geniş yer alıyor



Turnuva erkekler ve bayanlar kategorilerinde yapıldı.

Bayanlarda SC Barbaros Hengelo takımı dördüncü olurken, finalde Noppen&Naaldhakken’i penaltı atışları ile mağlup eden Tricolores Hengelo bayan takımı şampiyon oldu.



Erkekler finalinden önce Rana (8), Elanur (11) ve Yaren (9) adlı kızların dans gösterisi ilgiyle izlendi ve büyük beğeni kazandı. Fotoğrafta Avni Kandemir ve dansçı kızlar görülüyor



Erkekler çeyrek final maçları yüksek tempoda ve heyecanlı geçti. Sportmenlik ve saygı, seyirciler tarafından takdirle karşılandı ve alkışlandı.

Birinci yarı final maçı El Ninios-Team Potlood arasında yapıldı ve El Ninios maçı 2-1 kazandı.

İkinci yarı final maçı FC Harderwijk ile FC Posof arasında oynandı ve maçı 3-1 Posof kazandı.

Üçüncülük maçı Team Podlood-FC Harderwijk arasında oynandı ve maçı 3-0 kazanan Team Potlood üçündü oldu.

Final maçında karşı karşıya gelen Amsterdam’dan El Ninio ile Hilversum’dan FC Posof takımları kıyasıya bir mücadele verdiler. El Ninios çok kaliteli ve heyecanlı geçen maçta, geçen yılın şampiyoru FC Posof’u 6-1 yendi.

Final oynayan takımların kadroları şöyleydi:

EL NINIOS: Alpay Yüzgec (kaleci), Kemal Gezer, Burak Ozdemir, Cüneyt Avsar, Joey Jejajan, Adem Koçak, Omar Nejjari ve Ediz Moldur.

FC POSOF:

Oscar de Groot (kleci), Okan Özçelik, Mesut Aydemir, Umur Agir, Yavuz Atesci, Saba Gwendelidze, Yasin El Badey ve Walid Ould Chikh.

Goller: 1-0 Omar Nejjari, 2-0 Kemal Gezer, 2-1 Walid Ould Chikh, 3-1 Kemal Gezer, 4-1 Joey Jejajan, 5-1 Burak Ozdemir, 6-1 Adem Koçak.





Organizasyonun jürisi Hengelo’dan FC FROHINDENGROIP takımını Fair Play, turnuvanın en iyi oyuncusunu STAN NIJHUIS, turnuvanın en iyi kalecisini ALPAY YÜZGEÇ ( Aynı zamanda Türkiye Salon Futbolu Milli Takım kalecisi) ve gol kralını da ROBERT WILENS olarak ilan etti ve kendilerine çok özel oymalı camdan kupa verdi.

Organizasyonun 36’ncısı 27 Aralık 2020 tarihinde yapılacak.

Turnuvaya katılan 24 takımdan tur atlayan 12’sinin klasmandaki yerleri şöyle oldu:

1.EL NINIOS Amsterdam, 2. FC POSOF Hilversum, 3.TEAM POTLOOD Steyl,

4.FC HARDERWIJK Harderwijk, 5. FC ZSA ZSA SU Hengelo, 6.E ZORGT Arnhem,

7. TCPM-STARS Hengevelde, 8.FC FROHINDENGROIP Hengelo,

9. SURYOYE BARADAEUS Hengelo, 10.BEYDILLISPOR Utrecht,

11. DEVENTER FC Deventer, 12. AZC/AMV ALMELO Almelo.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Cemal Süreya’yı 30 yıl sonra 9 ocak’ta andık





‘Üstü Kalsın’ şiiri ile belleğimizden silinmeyen, iyi kalpli insan Cemal Süreya’yı, ölümünden tam 30 yıl sonra 9 ocakta rahmetle andık.

ÜSTÜ KALSIN

Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat

Fena değildir...

Üstü kalsın...



Süreya’nın Vikipedi’deki biyografisi:

Cemalettin Seber veya tanınan adıyla Cemal Süreya (1931, Erzincan - 9 Ocak 1990, İstanbul), Türk şair, yazar ve çevirmendir. Türk şiirinde modernist bir hareket olan ‘İkinci Yeni’ şiirinin öncü şairlerinden biridir. İlk şiir denemelerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da, asıl şiir çalışmaları üniversite yıllarında başlamıştır. Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Sıcak Nal (1988), Güz Bitigi (1988) ve Sevda Sözleri (1990) adlarındaki şiir kitaplarının yanı sıra, deneme, eleştiri, günlük ve antoloji türlerinde de yazmıştır. Eserlerinde en sık işlediği temalar aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm, tanrı düşüncesi, portreler ve manzum poetikadır. Ayrıca Fransızcadan kırka yakın kitabı Türkçeye çevirmiştir. Onüç Günün Mektupları (1990) dışında, hiçbir yazısı veya şiiri, dergi ve gazetede yayımlanmadan kitaba dönüşmemiştir. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan Süreya, Papirüs dergisini çıkarmış ve bu dergide edebî görüşlerini açıklamasının yanı sıra, dergiyi bir aydın olarak fikirlerini ortaya koymak için araç olarak kullanmıştır.

Dersim İsyanı sebebiyle Erzincan'dan Bilecik'e göç etmek zorunda kalan Alevi Kürt-Zaza bir ailede dünyaya gelen Süreya, devlet memurluğu da yapmıştır. Dört defa evlenen Süreya, bunların dışında "Üvercinka" adını verdiği kişi ve Tomris Uyar dâhil olmak üzere çeşitli ilişkiler yaşamıştır.

Sanat hayatı boyunca çeşitli mahlaslar kullanmış, çocukken kendisine verdiği "Cemal Süreyya" adını kullanırken girdiği bir iddia sonucu, adındaki "y" harflerinden birini atmıştır. 9 Ocak 1990'da girdiği şeker koması sonucu vefat etmiş, cenazesi 10 Ocak'ta Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Kulaksız Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.

Yazdığı kitaplarla 1959'da Yeditepe Şiir Armağanı (Üvercinka), 1966'da Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü (Göçebe) ve 1988'de Necatigil Şiir Ödülü (Sıcak Nal ile Güz Bitigi) kazanmıştır. Kitap-lık dergisinin Türkiye'nin kuruluşunun 75. yıldönümü sebebiyle 1998'de hazırladığı "75 Yılda 75 Kitap listesi"nde iki kitabıyla (Üvercinka ve Sevda Sözleri) yer almıştır. Ayrıca çocuklar için ele aldığı yazılardan oluşan ve daha sonra kitaplaştırılan Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 100 temel eser listesinde 30. sırada yer almıştır. 1991'den itibaren Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği tarafından Cemal Süreya Şiir Ödülü verilmektedir.



MailScanner has detected a possible fraud attempt from "app.inboxify.nl" claiming to be www.corendonairlines.com



Hollanda Kral ve Kraliçesi yemeğe davet etmişti…

En İyi Kalpli Türk Mustafa Kum vefat etti



Kral Alexander ve Kraliça Maxima tarafından öğle yemeğine davet edilen yardımseverler. Mustafa Kuş, Kraliçe Maxima’nın arkasında yer aldı



İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Hollanda’nın Leiden kentinde, islamofobi ve Türk düşmanlığının önüne geçebilmek için yaşam geçirdiği ‘Oma Lief’ (Sevgili Büyükanne) projesi ile dikkatleri üzerine çeken Mustafa Kuş, 53 yaşında yaşama gözlerini yumdu.



Kimsesiz yaşlıları ziyaret edip onlara yardım eden Kuş, harekete geçirdiği Türk çocukları ve gönüllü diğer arkadaşları ile birlikte medya tarafından tanıtılınca büyük ilgi gördü.

2015 yılında, ‘Ülkesel Acı Paylaşma Ödülü’ne layık görülenler arasında yer alan Kuş, bu nedenle Kral Alexander ve Kraliçe Maxima’nın Noordeinde Sarayı’ndaki öğle yemeğine davet edilmişti.



Annesinden ilham almış

Sevgili Büyükanne projesini annesinden ilham alarak yaptığını söyleyen Kuş,

kendisi ile daha önce yapılmış olan mülakatların birinde şöyle konuşmuştu:

“Ben doğduktan bir kaç ay sonra ailem Hollanda’ya göç etti. Annem eski toprak. Bana hep, ‘Bak oğlum biz geldik. Hollandalılar bizim elimizden tuttu. Bu insanlara elinden geldiğince yardım et’ derdi. Annem yaşlandı bizim yanımızda öldü.

İlk Türk asıllı polis memurlarından biriyim. 2010’da emekli olduktan olduktan sonra, insani işlerle ilgilendim. Son dönemde de İslamofobiye ve Türklere karşı ön yargılar vardı. Topluma örnek olabilecek ve ön yargıları kırabilecek bir çalışma yapmak istedim.

Bizde büyüklerimiz hasta da olsa evimizin baş köşesinde yer alırlar. Ama Hollanda’da böyle değil. Biz de onlarla gönül bağı kurmak istedik. Hollanda’daki yaşlıların ilaca ya da paraya değil, sadece ilgiye ihtiyacları var. Biz haftada bir gidip yemeklerini yedirip, çaylarını içiyoruz. Yanlarında kalıyoruz. Düzenli olarak her bir yaşlıya iki gönüllü gidiyor. Onlarla gerçek bir akraba bağı oluşturmaya çalışıyoruz. Yaş, ırk ve kültürün önemli olmadığını anlatıyoruz.

Hollandalı yaşlılar çoğunlukla yalnızlık çeken insanlar. Bizim dinimizden ve ırkımızdan olmayan bu yaşlılara yaklaşarak onlara sahip çıkıyoruz. Aslında çok bir şey yapmıyoruz. İlgimizi ve sevgimizi gösteriyoruz. Bizimle arkadaş oluyorlar.

Hayatından bıkmış bir büyükannenin ötenazi hakkını kullanmak istediğini öğrenmiştik. Bizden gördüğü sıcak ilgi karşısında bu kararından vazgeçen kadın şunları söylemişti:‘Benim de sevenlerim var artık. Onları bırakıp gidemem.İstediğiniz kadar ilaç çıkartın istediğiniz kadar teknolojiyi geliştirin. Sevgi ve ilgi olmadan onları kazanamazsınız.

Sevgi iyileştirirmiş.”

İyilikseverliği ile tüm Hollanda’da ünlü olan Mustafa Kuş’un cenaze namazı Leiden’deki Fatih Camisi’nde kılınan Kuş’un naaşı memleketine gönderirldi.