…Kaybettik…! - Ergin JABLE - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









…Kaybettik…! - Ergin JABLE
Tarih: 21.12.2019 > Kaç kez okundu? 2345

Paylaş




Doç. Dr., Priştine Üniversitesi/Filoloji Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Priştine / KOSOVA. E-posta: erginj@gmail.com ORCID No:0000-0003-0556-5097





Sabah erken uyanmamak için ezan sesinden rahatsız olup iç işlerine şikayet ettik; hıncımızı evin dışında öten horozun başını baltayla keserek çıkardık; yerine evimize minik köpek getirdik, horozu kaybettik.



Çocuklukta “kur-anani / kur-babani, uyaceS, koynakçeS, haydut ile jandar” oynarken televizyona daldık; Türk isimli oyunlarımızı kaybettik.



Küçük yaşta hak etmediğimiz parayı almadık; büyüyünce millete ait devletin tüm kurumlarını çar çur ettik, paraya çevirdik; günaha, harama boğulduk, tövbemizi kaybettik.



Utanma duygusuyla tek erkeği sünnet ederken “zamana uyduk” parolasıyla televizyonlarda alenen toplu sünnet törenleri düzenleyerek utanmayı kaybettik.



Eski Türk usulünde kullanılan minder, şilte, çardak derken bebeleri uyuttuğumuz ninnilerle birlikte beşiği kaybettik.



Mezar taşında babanın ismiyle soy adı geçen evladın üzerine devlet baskısı ile değiştirilip, bize soy adı yerine dağ, şehir, köy adı yerleştirilerek biz doğarken soy adımızı kaybettik.



Din gardaşıdır diye vahabi, mahabi, tahabi ile selefi, melefi, telefilere canımızı açtık; döndük, baktık; mezar taşlarımızın izini kaybettik.



Okumadık, tefekkür etmedik, vaaz derken televizyondan parayla ders veren hocayı, hacıyı dinledik; şaşırarak dinimizi kaybettik.



Yetiştirmede en üstün olduk; parmak kadar çocukların nazına yenildik; hanımlığı, beyliği, agalığı kaybettik.



Nalınları beğenmedik, terlik dedik; atlarla nalbantları mersedese dönüştürdük; nalıncılıkla nalbantlıktan, nal ile mıhtan bıktık; yük taşıyan eşeklerle savaş kazandıran atları, at arabalarını kaybettik.



Sağ elin verdiği, sol elin görmediği zekatın, sadakanın şeklini beğenmedik; boy, pos göstererek, reklam uğruna iftar çadırları kurduk; kurban etlerini alenen dağıttık, yaydık, yayıldık; Allah’ın sevdiği sırlarımızı kaybettik.



Büyük baş hayvanı kendimiz kestik; beyin, kelle, suda haşlanmış kemikli et, ayaklı fasulye, kuzu bağırsağından sucuk yaptık; ne tür etten yapıldığını bilmediğimiz sosis, kitchen gibi yemeği buzdolabının kısayolundan yedik; besmeleyle kestiğimiz hayvanı da, eti de kaybettik.



Esnaf dedik, ticaret dedik yollara kapıldık, bavulcu, karaborsacı olduk; saraç, bıçakçı, tüfekçi, fişekçi, makasçı, çadırcı, ibrikçi, cezveci, sarrafçı, kaşıkçı, beşikçi, vagancı, fıçıcı, kürkçü, yapagici, fesçi, mafesçi, fırçacı, elekçi, sofracı, sandıkçı, yastıkçı toplam 162 zanaatımızla içindeki alet edevatları Türkçe isimleriyle birlikte kaybettik.



Kurabiyelerden vazgeçtik, fabrika ayarlı çips, smoki, çubuklara taptık; çabuk zenginleşmek için aşırı ilaçlı seradaki domatese, bibere, patlıcana güvendik, kanser olduk; Allah’ın nimetlerini kaybettik.



Türkiye’nin Sesi Radyosu’ndan sonra 1951 yılında ilk ve tek devlette açılan Priştine Radyosu Türk Halk Orkestresi’nin 1999’da kapatılmasına izin verdik; bunca yerli eseri, besteyi, şarkıyı, türküyü kaybettik.



Hanımlar kab yıkamasın diye misafiri eve davet etmedik, ev yerine restorana götürdük; çok paralı ucuz yemekleri yedirdik; sokak arkadaşlığımızı artırdık, samimiyetle dostluğu kaybettik.



Ninelerimizin taşıdığı başörtüsünü beğenmedik, şekil değiştirdik, dini siyasallaştırdık; siyasallaşarak kot pantolonlu türbanı destekleyerek başörtüsü inancını, ninelerimizle birlikte kaybettik.



Cenneti anaların ayağı altında bildik, inandık; anaların yetiştirdiği erkeklere parmak gösteren kızlarını komutan yaptık; erkek denilen evi koruyan köpekle birlikte analıkla babalığı, Türk hatununu kaybettik.



Her sokak başında çeşmelerin yıkılmasına ses çıkarmadık; evimize taşıyarak plastik şişe içerisinde suya inandık; yüzün, suyun hürmetiyle berrak suyumuzu kaybettik.



Sabah namazına denk gelecek şekilde kimseye göstermeden paytonla aldığımız gelini, yıllar sonra açık-saçık tanınmaz halde sosyal medyadan herkesle paylaşarak gelinimizi, gelinliğimizi, geleneğimizi kaybettik.



Düğünde, ölümde 13 kişilik sofrada oturduğumuz ve birlikte yediğimizi değiştirdik; kokteylleştirerek pantolonlarımızın ütü çizgisi bozulmasın diye plastik çatal, tabak, bıçak ile ayakta durmayı, kenarda, köşede yiyerek bereketi kaybettik.



Türk çayı içtik, Rus çayı oldu; Türk kahvesi yerine papazın adını taşıyan Makyato’ya taptık; Don / Ceylon diye markalara dikkat ettik, çayımızı, kahvemizi kaybettik.



Ailece hep birlikte “sarma, dolma, imam bayıldı” evde yerken yorulduk, Batılılaşıp üstelik restoranda çeşitlerle çeşitlendik; ektiğimiz, biçtiğimiz, yaptığımız doğal yemeğimizi, oklavayla tereyağını kaybettik.



Pide, lahmacun, güveç, tava derken “pizza, noudle, hamburger, makarna” ile Türk adını taşıyan mutfağımızı kaybettik.



Evin “ulicesi / uluca / – reisini” dinlerken, karşımıza diktiğimiz sabah, akşam, gece, gündüz televizyonu “reis”leştirerek, evin reislerini kaybettik.



Doğum, ölüm, ramazan, bayram bilinen ve yaşanan özel günlerimizi sosyal medyadan kutladık, tatile çıktık; canlı yaşama hislerini kaybettik.



Tepsiden bıktık, masa aldık, tabaklara her şeyi ayırdık; birlik ve beraberliğimiz dahil yemek soframızı kaybettik.



Masalın yerini yalan, fıkranın yerini dolan, şiirin yerini inşaat, öykünün yerini asfalt, düğünün yerini banket alırken edebiyatımızı kaybettik.



Ölçüsüz şair, düzensiz yazar olduk; ölçülü şiir, düzenli metin yazan Akif, Beyatlı, Gökalp’tan ünlü olduk; redif, cinas, aliterasyon, yarım, tam, zengin kafiyeyi, edebi kuralları kaybettik



Yabancı yatırım, ekonomi, yol, inşaat derken inşaatların altında kalan türbe, yatır, adak, çeşme yerlerini kaybettik.

Türk’ün dili, kültürü, örfü, adeti, geleneği, göreneği, töresi demeden birbirimize saldırdık; böldük, bölündük; hep Allah’tan bekledik, üretici yerine yönetici olduk; edebi de, ahlakı da kaybettik.

Dedilere, kodulara karıştık; boş işlere önem verip zamanımızı harcayıp manileri, ninnileri, tekerlemeleri, halk hikayelerini, masalları, efsaneleri, fıkraları, ata sözlerini, deyimleri, bilmeceleri, alkışları, kargışları, yeminleri, yalvarmaları, yakıştırmaları, lakapları, okşamaları, kelime hazinesini, oyunu, eğlenceyi kaybettik.

Ork diyerek her sahte sesi bir piyanoda bulduğumuzu sandık; aldatıldık, kandırıldık; gerçek sazı, çiftetelliyi, davulu, zurnayı kaybettik.

Bilgisayar, telefon, ipad, lap topa daldık; çanağı, çömleği, kurşun döktürmeyi kaybettik.

Televizyonu rahat izlemek için, çocuklarımızı kreşe, anaokula, sokağa taşıdık; çocuklarla sürekli düşüp kalkan nine ile dedeyi kaybettik.

Watsap, viber, feysbuk derken telefonu elimize aldık; ipek, pürüncük, el dokumaları, oyaları, el işlemeleri, tenteneyi kaybettik.

Evin dışındaki abdesthaneyi kapattık, evin içine tuvaleti yerleştirdik; sülalece hepimiz tek banyoda sıra bekler olduk, sığdırıldık, duş aldık; susağı, kazanı, her odada bulunan hamamcığı kaybettik.



Selam aleyküm dediğimiz ince, dar, yuvarlak zarif “ü” ünlüsünü beğenmedik; yerine kalın, dar, yuvarlak “u” ünlüsünü getirerek Arap’ın kalınlığını kazandık; Türk’ün zarifliğini kaybettik.



Çinliyle, Moğol ile yetmedi, Müslümandır dedik, Laz’ı, Çerkez’i, Kürt’ü, Gürcü’yü, Arap’ı içimize aldık, evlendik; hala, dayı, teyze, amca, kayınço, bacanak dedik, soyumuzu karıştırdık, Türk evladını kaybettik.



Tekke, zaviye, cami ve kütüphanelerden “el yazmaların” aslını gizlice alarak hırsızlık yaptık ve kopyalayıp, kopyayı geri verdik; bilimi filim haline getirdik, ilimi kaybettik.



Akademisyen dedik, kütüphaneleri soydurduk; gözümüzün önünde hocanın ders çalmasına izin verdik; haddimizi bilmedik, kibrimizi artırdık, merhametimizi kaybettik



Bilim filim olunca yerli ağzımızı bırakıp dizilere koştuk; dizileri taklit etmeye başladık, maneviyatımızı kaybettik.



Fikri zapt, vicdanı zapt, irfanı zapt nesilleri istedik; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür öğretmenleri kaybettik.



Türk’ün, Türkçe’nin sayesinde maaş aldık; Türk’e, Türkçe’ye atılan kurşunlara kalkan olamadık; çalışmadık, ders almadık, çalışmadan parayı cebimize attık, onursuz olduk; 3 köfte bir ekmek almadan iş yapmadık; ekmeğimize haramı karıştırdık, helalı kaybettik.



Başkentin 6 okulunda tahsil gördük, sustuk, iki okula yerleştirildik; yine sustuk tek okulun iki sınıfına yerleştik, birleştirilerek tek sınıf olduk; şehirden mahalleye sığmadık, sokağa yerleştik; başımızı sokacak daireye razı olduk, geniş bahçeli evimizi kaybettik.



Kendi anadillerinde eğitim görmeleri için çocuklarımızı burs yardımı ile Türkiye’ye gönderdik; yarısından fazlası geri dönmeyince öğrencileri bulamadık; sayımızı kaybettik.



Elimize akıllı telefon tutuşturulunca kendimizi deli ettik; sosyal medyaya tıkladık, kendi eserlerimizi değil, kendimizi beğendik; kendi fotoğraflarımızı, bencilliğimizi, çıplaklığımızı, cimriliğimizi, zavallılığımızı gösterdik, her yere serdik; sosyal sorunlarla yardımlaşmayı, sosyal hayatı, sırlarımızı, cömertliğimizi, kişiliğimizi kaybettik.



Dünyaya meydan okuyan, atalarımızdan kalan adalet ve dürüstlüğü çekinmeden yüz yıllarca taşıdık; aile reisi ölmeden hisselerde 8’de 1’i tanımadık, 2’de 1’i hiçe saydık; ufak kazanımlara koştuk; hakkı, hukuku, hakikatı ezdik; dostluğu, adaleti, dürüstlüğü, kaybettik.



Birimiz ayda 100 lira, birimiz günde 100 milyon lira kazandık; Rabbena hep bana dedik, ülke çıkarlarından kendi çıkarlarımıza, kurum çıkarlarından kişi çıkarlarına doymadık, her yere el attık, gelir adaletini kaybettik.



1969 yılında basın hayatına başlayan, yazı diliyle anlatılan Türk dili ve kültürüyle birlikte bir araya geldiğimiz yuvarlak masa toplantılarının değerini bilmedik; “Çığ, Kuş, Sevinç, Tomurcuk” dergilerini de kapsayan “TAN” ve “Yeni Dönem” gazetesini de kaybettik.



Doğuştan var gücümüzle “Vatan Türkçe, Türkçe Vatandır” dedik, bağırdık; bir imza ile dilimizi sattık; en üst değerlerimizi, milli varlığımızı, benliğimizi, birliğimizi, dirliğimizi, ciddiyetimizi kaybettik.



Tarihimizi anar olduk, onunla övünür olduk; mevlüt, mersiye, meddah derken ziyankar olduk; üretkenliği kaybettik.



Uzaktan kumandalı uyduyu seyrederek Türkiye’ye uyduk; giyimi, kuşamı, dilimizi ona uydurduk; Türk dilini yeniden kazandık sandık; Türkçe konuşan ağız özelliklerimizi, yerli ve milli olan değerlerimizi kaybettik.



Kimseye silah çekmedik, kimseyi vurmadık, kimseyi kırmadık; kimsenin malını, mülkünü zapt etmedik; devlet nezdinde suçlandık, arandık, tarandık; bürokrasiye-agalığa, diplomasiye-beyliğe güvenimizi kaybettik.



Cihan devletimizi çıkar uğruna kendimiz yıktık; resmi dilimizi kendi elimizle, oyumuzla kaldırdık; butik devletler içerisinde topluluk durumuna düştük; yetmedi topluluk olmaktan da çıkarıldık; işimizi, aşımızı, şerefimizi kaybettik.



Köktürk, Uygur, Osmanlı Türkçesi’ne önem vermedik; Arap, Fars, İngiliz, Fransız derken öz kardeşlerimizle anlaşamadık; sınırlandırarak Türkiye Türkçesi derken ortak Türkçemizi kaybettik.



Koskoca devletten mahalleye döndük, kurduğumuz parti, dernek derken düşen oylarımızla halkımızın yarısından fazlasını kaybettik.



Dünya ile karşı karşıya savaşa girdik; kendi elimizle beslediklerimizi düşman kıldık; birbirimize düştük, asıl düşmanlarımızı kaybettik.



Çok partili sisteme girdik; eski olan her şeyi attık; çok parti, çok dernek kurduk, göbeğimizle Ankara’ya direk bağlandık, sesimizi çıkaramadık; adam olduk sandık, irademizi kaybettik.



Ne kadar yanlış adam varsa arkasından koştuk, üstüne para harcadık; hak etmediği görevlerin başına getirdik; müdür, vekil, bakan seçtik, seçtirdik; canla, başla çalışan, adil olan herkesi kaybettik.



Asimile olduk, farklı dilde konuştuk; göç ettik, neslimizi, yerimizi, birbirimizi bulamadık; kendi yöremizin içinde yolumuzu kaybettik.



Vatan ne Türkiye’dir Türkler’e ne Türkistan dedik; Vatan büyük ve müebbed bir ülke olan Turan’ı kaybettik.



Rabbimizin doğal yarattığını kabullenemedik; modern devletlerin kurduğu LGBT’ye karşı çıkamadık, ayaklanmadık, direniş göstermedik; yetim, öksüzden beter, lanetlenmiş halde light züppe evladı olduk; anayı da, babayı da kaybettik.

Liderin doğduğunu unuttuk, lider olunur sandık; gelmişimiz, geçmişimiz süründü, doğuştan er’lerimizi kaybettik.

1951 yılında eğitim ve diğer hakları kazanmış göründük; kendi kendimize gelin-güveği olduk; 1946 yılında mücadeleyi başlatan ve idam edilen “Yücelcileri” yitirdik; sustuk, topuzu yememek için başımızı eğdik, kendi işimize baktık; sıra bize de gelince Türk’ün eliyle Yücel’meyi, Türklüğümüzle birlikte her şeyimizi kaybettik.

Filistin, Süriye, Irak, Bosna, Kosova için bağırdık, çağırdık, yardım ettik; aslımız, soyumuz, neslimiz olan Doğu Türkistan’ı dile bile getiremedik; Kürşad, Bilge Kağan, Tonyukuk, Kültigin derken atavatanla birlikte haysiyetimizi kaybettik.

Ne kadar Süriyeli, Iraklı, İranlı ve sayresi varsa Türk vatandaşlığı verdik; Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova gibi Balkan Türklüğü’ne ait Türklere vatandaşlık vermedik; sonunda kardeşliğimizi de kaybettik.

Dünya dedik, mal dedik; uğruna can aldık, can verdik; gıybete, krediye, borç batağına battık; kimse ümitlenmesin milletçe – ümmetçe cennetle birlikte vicdanımızla ahireti kaybettik.

Ne söyledikse kendimizi dinletemedik, okutamadık; boşuna konuştuk, boşuna yazdık; doğuştan her şeyi bildik; faniydik baki kalmadık; en son dünyaya getirdiğimiz kültürümüzü, medeniyetimizi, insanlığımızı kaybettik.

Biz hep, Köktürk, Uygur, Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Azeri, Türk Dünyası dedik, kendimizi aldatarak dilimizi de kandırdık; sokağa bile sahip çıkamadık, böylece bittik; Türkiye’nin en çok yatırım yaptığı ve kazandığı Kuzey Makedonya’daki kardeşlerimizi tanıdık, bildik, andık; sadece Doğu-Batı-Güney ve Merkez Makedonya’daki kardeşlerimizi bekledik; bölgelerini, yerlerini bulamadık, halen kavuşamadık; Türk’ün, Türkçe’nin merkezi ve babası olmak isteyen/çabalayan Türkiye bize söylesin, acaba onları da mı kaybettik…?!!!