Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Parti Genel Merkezinde düzenledikleri Basın Toplantısı. 8 Ağustos 2019 - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Parti Genel Merkezinde düzenledikleri Basın Toplantısı. 8 Ağustos 2019
Tarih: 10.08.2019 > Kaç kez okundu? 857

Paylaş


Sayın Basın Mensupları,



Değerli Dava Arkadaşlarım,



Sözlerimin başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.



Bugün sizlerle Türkiye’mizin huzur, refah ve güvenliğini doğrudan etkileyen iç ve dış kaynaklı risk ve tehditlerle ilgili değerlendirmelerimi ana hatlarıyla paylaşmayı düşünüyorum.



Bu kapsamda düzenlediğimiz basın toplantımıza hoş geldiniz sefalar getirdiniz diyorum.



Değerli Basın Mensupları,



Aziz Dava Arkadaşlarım,



Gerek içinde yaşadığımız bölge, gerekse de bölgemizin eklemlendiği küresel zemin ve sınır hatları uzun süreden beri kaynamaktadır.



İnsanlık derin bir huzursuzluk sarmalındadır.



Bilhassa Türk ve İslam coğrafyaları sistematik ve süreklilik içeren yoğun operasyon sağanağındadır.



Mübarek Kurban Bayramı’na çok az bir süre kala geniş ve muhtevalı bir muhasebe yapmak, sorun ve kriz alanlarına projeksiyon tutmak bizim açımızdan ertelenemez bir zorunluluktur.



İdeolojik yakıtı Neo-Liberalizm ve bundan mülhem kara kapitalizm olan küresel emperyalizm doymak bilmeyen iştahıyla, dur durak bilmeyen arzularıyla zulüm saçmaya, kaos aşılamaya devam etmektedir.



Mazlum toplumların menzil ve mevzi kaybı tehlikeli boyutlardadır.



Paylaşım ve bölüşüm kavgaları, güç ve egemenlik kutuplaşmaları sertleşmiş, adeta seriye bağlanmış durumdadır.



Karşımızdaki dünya tablosu alarm verici düzeydedir.



Küresel adalet yoğun bakımda, küresel hoşgörü ameliyat masasında, karşılıklı saygı, işbirliği ve diyalog çıkmaz sokaktadır.



Neresinden bakarsanız bakınız insani ve vicdani değerler komadadır.



Bu mülahaza ve müşahedelerim bir vehmin mahsulü değildir.



Sayıca ağırlığı İslam coğrafyalarında bulunan milyarlarca insan sömürü çarkındadır, şiddet ve dehşet çemberindedir.



Biraz hak, biraz demokrasi, biraz özgürlük hedef ve talebinde olan masum ve mazlumların karşında; daha çok petrol, daha çok gaz, daha çok servet, daha çok şöhret, daha fazla kuvvet peşinde koşan emperyalist ülkelerin açık cephe açmaları insani felaketlerin yegâne sebeplerinden birisidir.



Bir diğeri, belki de en müessir sebebi inanç temellidir.



Bugün küresel çatışma haritasına bakıldığında kriz ve gerilimlerin ana arterinde özellikle Türk ve İslam coğrafyalarının bulunduğu çok net bir şekilde görülebilecektir.



Kışkırtılan iç savaşların, kamçılanan etnik ve mezhebi anlaşmazlıkların, terör saldırılarının, tırmanan asimetrik cepheleşmelerin, yaygınlaşan ekonomik ve siyasi kumpasların kaynağında Türk ve İslam’a duyulan husumet yer almaktadır.



Müslümanların oluk oluk kanı dökülmektedir.



Müslüman Müslümana düşman edilmektedir.



Emperyalizm toplumsal mühendislikle, istihbarat oyunlarıyla, örtülü operasyonlarla, hatta doğrudan askeri güç kullanarak özellikle Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar müdahale etmediği alan bırakmamıştır.



Bunun yanısıra Asya-Pasifik, Orta Asya, Güney Asya, Okyanusya ve Sahraaltı Afrika kanlı ve zalim emellerin sinsi ve stratejik planlarının içine çoktan dâhil edilmiştir.



Bunlar oluyorken asıl hesap, asıl hedef Türkiye’dir, Türk milletidir, Türk vatanıdır.



Bu ibret verici gerçeği görmek, buna dikkat etmek nitekim beka düzeyinde önemli ve önceliklidir.



Dışişleri Bakanı’nın açıkladığı “Yeniden Asya Açılımı”nı önemsemekle birlikte, coğrafyamızı stratejik güce dönüştürüp bir ayağımızla doğuya diğeriyle batıya tutunmak Türkiye’yi kafeslemek isteyen muhasım odaklara en kalıcı cevap ve mesaj olacaktır.



Türkiye eksen siyasetine dümen kırmak yerine erdemli, milli, tarihi müktesebata ve başkent Ankara vizyonuna müzahir, aynı zamanda Anadolu coğrafyasının bin yıllık jeopolitiğine bağlı aktif ve ön alıcı politikalarla kuşatmayı etkisiz hale getirecektir.



Üzerinde yaşadığımız coğrafyayı tarih şuuru ile okuyup yorumladığımızda geçmişten bugüne kökleşip büyüyen düşmanlık salgınının tesir ve tevzi sahalarını anlamlı şekilde analiz etmemiz de mümkündür.



Dikkatlerinizi çekmek isterim ki, mütecaviz niyet ve gelişmelerin özünde Türk ve İslam değerlerine yönelik hınç, hırs, öfke ve nefret yatmaktadır.



Bu çerçevede medeniyetler ve dinler arasında dokuz asırdır süren, yani ilk Haçlı seferinden bugüne kadar dinmek bilmeyen bir hesaplaşma ve boğuşma aleni şekilde varlığını göstermektedir.



Dünya üzerinde düşük veya yüksek yoğunluklu silahlı çatışma, sınırlı savaş, şiddet içeren veya içermeyen kriz, anlaşmazlık yaşanan ülke ve bölgelerin hemen hemen tamamı Türk ve İslam coğrafyasıyla bağlantısı vardır.



Bize göre bu tesadüfi olamaz, olmayacaktır.



Şu anda dünya üzerinde 52 ayrı ülke ve bölgede kriz ve çatışmalar devam etmektedir.



Bunların 34’ünde dönem dönem alevlenen silahlı çatışmalar yaşanmaktadır.



Mesela Cezayir’den Yemen’e, Sudan’dan Irak’a, Kamerun’dan Demokratik Kongo’ya, Somali’den Afganistan’a, Libya’dan Mali’ye, Filipinler’den Myanmar’a, Mısır’dan Suriye’ye, Etiyopya’dan Çad’a, Hindistan’dan Pakistan’a varıncaya kadar pek çok ülke çalkantılı ve krizlerle meşguldür.



57 İslam ülkesi derecesi farklılaşan iç ve dış sarsıntılara maruzdur.



Bu ülkelerin yoksulluk, yolsuzluk, hukuksuzluk, gelir dağılımı adaletsizliği, etnik ve mezhep gerginliği, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ortak özellikleridir.



Pek çoğunda var olan yer altı zenginlikler yer üstündeki sefalet ve felaketleri örtmeye yetmemiştir.



İsraf diz boyu, açgözlülük, gemlenemeyen nefis, kontrolsüz tamahkârlık korkunç boyutlardadır.



Bir avuç kaymak tabaka ne var ne yok yiyip yutmaktadır.



Yüz milyonlarca insanın kursağından bir lokma ekmek, bir yudum su güç bela geçerken, sırtını emperyalizme dayamış, geleceğini zalimlerin elinde görmüş küçük ve ayrıcalıklı bir grup fildişi kulelerinde haram sefası sürmektedir.



Bu çarpıklıkların hiçbirisinin İslam’da yeri yoktur.



Maalesef yüce dinimiz İslam hem içten hem de dıştan saldırı altındadır.



Müslüman nüfusun artışından korkan çürük Haçlı kafası bunun önüne geçmek maksadıyla bir yandan İslam’ın içten içe sorgulanmasını diğer yandan da dışarıdan farklı yöntemlerle tahribini, inanç ve etki alanının daralmasını projelendirmektedir.



Kapanmamış, kapatılmamış hesaplar her fırsatta görülmek üzere tedavüle sokulmaktadır.



Türkiye’nin İslam ülkelerinin lideri seviyesine çıkma ve sıçrama potansiyeli ise her seferinde engellenmekte, ülkemizin önü iç ve dış blokajlarla kesilmektedir.



İslam toplumlarının adalet, huzur ve istikrar içinde nasıl yaşadığı, bunun tarihin hangi dönemlerinde ortaya çıktığı aklı, vicdanı ve basireti olan her insanın malumudur.



Korkulan tarihin tekerrürüdür.



Bu amaçla da Türkiye durdurulmak istenmektedir.



Bazı düşünce kuruluşlarıyla araştırma gruplarının, gelecek yıllarda Müslüman nüfusun artacağı yönündeki tespit ve değerlendirmeleri küresel güç merkezlerini ürkütmüş, bu nedenle de terörle, iç kargaşayla, karanlık hesaplarla, zalim komplolarla kaçınılmaz bu tarihi gerçeğin baltalanması amaçlanmıştır.



1968’de kurulan Roma Kulübü bu amaca gizli veya açık hizmet için faaliyet göstermiştir.



Roma Kulübü yeni dünya düzenini baz ve esas alarak Hıristiyan-Budizm karması bir dünya dininin hakim olması için çalışmalar, propagandalar, toplantılar, gizli operasyonlar yapmıştır.



FETÖ’cü alçakların baş aktör olduğu dinler arası diyalog tuzağı bu kapsamda kurgulanmıştır.



Hedef, dinler arası hoşgörü ve diyalog maskesiyle İslam’ı geriletmek, Müslüman sayısının artışını frenlemek, dünya üzerinde tek devlet-tek din gayesini hayata geçirmektir.



Özellikle Roma Kulübü’nün 1972’de yayımlanan bir raporunda 2020’de Müslüman nüfusun Hristiyan nüfusun önüne geçeceğini vurgulaması bugünkü kaos ve krizlerin gizli bahanesini de deşifre etmektedir.



Bir başka çalışmada da, 2070 yılında, Müslüman nüfusun 2 milyar 920 milyona ulaşarak Hristiyan nüfusu geçeceği açıklanmıştır.



Ortadoğu’ya yapılan zalim markaj ve müdahalelerin nedenlerini uzaklarda aramaya gerek yoktur.



Yüzyılın Anlaşması kılıfıyla Filistin’i Siyonizm’e yem etmek isteyen, bu itibarla işbirlikçi emirleri, prensleri, kralları Camp David’e çağıran, aynı zamanda Evanjelistlerin ümidi olan ABD Başkanı’nın nereye varmak istediği az çok bellidir.



1967 sınırlarına bağlı kalarak başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız ve egemen bir Filistin devleti hem tarihin hem de inanç ve insanlık vicdanının kaçınılmaz bir mecburiyetidir.



Hükümet kurulamamasından kaynaklanan bunalımdan dolayı 17 Eylül’de tekrar yapılacak İsrail seçimleri öncesi, bu mecburiyetin bir mahkûmiyete, karanlık bir esarete dönüşmesi için zalimler el birliği, güç birliği içindedir.



İslam’ın her değerine cephe alan emperyalist ülkeler Türkiye’nin bölgede sözünün geçmemesi amacıyla her yol ve kirli yönteme başvurmaktadır.



İslam coğrafyası kontrollü ve yönetilebilir istikrarsızlıklara hapsedilmiştir.



Nüfusunun yüzde 90’nı Müslüman olan Keşmir’de 1947’den itibaren var olan sıcak çatışmaların kimlerin mirası olduğu da bilinmektedir.



Keşmir üzerine kumar oynayanların niyetleri aşikârdır.



Hindistan Anayasası’nın Jammu-Keşmir Eyaletine özel statü tanıyan 370’inci maddesinin 5 Ağustos 2019’da ilga edilmesiyle Keşmir yarası bir kez daha kanamıştır.



Pakistan ile Hindistan bugüne kadar 3 defa savaşmalarına rağmen sonuç alamamışlar, bu defa da dördüncü kez tekrar karşı karşıya gelmişlerdir.



İki ülkedeki nükleer silah kapasitesi dikkate alındığında Keşmir’in, ilave olarak bölgenin nasıl büyük bir uçurumun kenarında olduğu net olarak anlaşılacaktır.



Keşmir’de oyun kuranlar Kerkük’te kıyım, Kıbrıs’ta yıkım peşindedir.



Ayrıca İran’ın, ABD ve Birleşik Krallıkla derinleşen bir krizin içinde olduğu ortadadır.



Yaptırımlar, ambargolar, Cebelitarık Boğazı ile Hürmüz Boğazı çerçevesinde nükseden sorunlar günbegün artış göstermektedir.



Suriye’de masumlara kast edilmektedir.



İdlib mayın tarlası gibidir. Nerede ve ne zaman infilak edeceği meçhuldür.



Mısır’da sokakta bomba yüklü araçlar patlamaktadır.



Sina Yarımadası diken üstündedir.



Irak, Libya, Cezayir karmakarışıktır.



Yemen’de gündem silahtır, kurşundur, savaştır, akan kan ve gözyaşlarıdır.



Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirliği uydulaşmış, emperyalist projelerin temin ve taşeronluğuna soyunmuşlardır.



Kısacası çevremiz zifiri karanlıktır.



Ve de Türkiye’ye Irak ve Suriye’nin kuzeyiyle birlikte Fırat’ın doğusundan meydan okunmaktadır.



Ülkemizi terörizmle susturacaklarını zanneden gafil ve alçaklar elbette tarihi bir yanlışın içine düştüklerini çok yakında anlamak durumunda kalacaklardır.



Bunun bedelini ise eninde sonunda ağır şekilde ödeyeceklerdir.



Terör örgütleri, ekonomik baskılar, yaptırım tehditleri, siyasi oyunlar, diplomatik şantajlar, darbe girişimleri Türk milletini haklı davasından geri döndüremeyecektir.



İslam coğrafyasına düzenlenen yeni nesil haçlı akınları püskürtülmezse gelecek karanlığa havale edilecektir.



Mukavemetiyle bunun önündeki en müteyakkız güç Türk milletidir.



Çünkü Türk milleti mazlumların umut ışığı, İslam’ın umut sancağı, Türklüğün adalet ve hakkaniyet ufkudur.



Türkiye bölgesinde parlayan yıldız, uyanmış devdir.



Küresel ve bölgesel senaryo yazanların karşısında 82 milyon tek kale, tek bilek, tek yürektir.



Korkularından veya işbirlikçi olduklarından dilleri boğazlarına akanlar için kudretimizin yok sayılması boşuna bir gayrettir.



Türkiye terörü hem içinden hem de mücavir bölgelerden söküp atmaya muktedirdir.



Asırların içinden süzülüp bugünlere ulaşan Türk devlet aklı, Türk yönetim anlayışı aradığımız ilham ve iradeyi fazlasıyla işaret etmektedir.



Teröristlerin yanında kim duruyorsa Türkiye’nin karşısındadır.



Terör örgütlerine kimler yardım ve yataklık yapıyorsa Türkiye’nin azmi ve azametiyle Allah’ın izniyle her seviyede tanışacaklardır.



Sayın Basın Mensupları,



Değerli Dava Arkadaşlarım,



Ülkemiz egemenlik haklarıyla birlikte toprak bütünlüğünü savunmak, uluslararası hukuktan doğan meşru imkanları kullanmak suretiyle terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürmektedir.



Bu mücadelemiz esnasında dost ve müttefik olduğu iddia edilen ülkelerin verecekleri şaibesiz ve şüphesiz destek çok önemlidir.



Temel arayış ve amacımız da bunu sağlamak olmalıdır.



Sınırlarımızı korumak devlet olma haysiyetimizin ihmali olmayan bir icabıdır.



Suriye’nin kuzeyinden kaynaklanan ve milli bekamızı tehdit eden terörist faaliyetleri odağında karşılayıp etkisiz hale getirmek ülke güvenliği ve jeopolitik zaruretler açısından büyük bir ihtiyaçtır.



Aynısını Pençe 1 ve Pençe 2 operasyonlarıyla Irak’ın kuzeyinde icra ettiğimiz bilinen bir husustur.



Kaldı ki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarıyla da güney sınırlarımız boyunca inşa edilmek istenen terör koridorunu stratejik noktalarından yardığımız sarih bir hakikattir.



Vatanımızın güvenliğini, yüksek tehdidin yeşerdiği alanları kurutarak, hain ve haşaratın üreyip yuvalandığı çukurları kapatarak temin etmek yegane seçenektir.



Sınırlarımızı emniyete alacak şekilde inşa edilecek güvenli bölge planlaması bu nedenle kaçınılmaz bir zarurettir.



30 ile 35 km’lik bir derinlikte kurulacak bir güvenli bölge yalnızca Türkiye’yi değil, bölgeyi de güvenceye kavuşturacaktır.



Bu çerçevede ABD askeri heyetiyle 23 Temmuz’da yapılan ilk tur temasların ikincisi 5 Ağustos’tan itibaren başlamış ve 7 Ağustos’ta tamamlanmıştır.



Suriye’nin kuzeyinde ABD ile koordineli bir şekilde kurulması düşünülen güvenli bölgeye ilişkin yapılan müzakerelerde Müşterek Hareket Merkezi’nin en kısa sürede Türkiye’de kurulması konusunda uzlaşmaya varılmıştır.



Ülkemizin güvenlikle ilgili kaygılarını telafi edecek tedbirlerin alınacak olması, bu konuda mutabık kalınması memnuniyet vericidir.



Temennimiz yeni bir oyalama sürecine tevessül edilmemesidir.



Müşterek Hareket Merkezi’nin kurulmasını müteakiben güvenli bölge Türkiye’nin haklı ve meşru taleplerine göre tesis edilmelidir.



Derinliği ve genişliği Türkiye’nin tezlerine, güvenlik ihtiyaçlarına uygun şekilde gerçekleştirilmelidir.



Güvenli Bölge, terör örgütü PKK/YPG’nin güvenliğini değil Türkiye’nin güvenliğini muhafaza etmelidir.



ABD müttefiklik ahlakıyla çelişmemelidir.



Bu ülkenin PKK/YPG’yi kanatlarının altına alarak ulaşacağı hiçbir yer yoktur.



Güvenli bölgenin kurulmasıyla birlikte ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar için yeni bir hayat ve iskânın ortamı süratle hazırlanmalıdır.



Türkiye, sığınmacıların en temel insani ihtiyaçlarını karşılamak üzere imar, inşa ve bayındır faaliyetlerini yapacak donanım ve yeterliliktedir.



Bu güvenli alanın denetim ve kontrolü de Türkiye tarafından sağlanmalıdır.



Böylelikle Türkiye’de kucak açıp misafir ettiğimiz Suriyeli sığınmacılar için yeni ve emniyetli bir hayatın temeli kazılmış, ilk adımı atılmış olacaktır.



ABD, Türkiye’yi anlamalı, sevmiyorsa da saygı duymalıdır.



Terör örgütleriyle arasına kalın ve kesin mesafeler koymalıdır.



YPG’ye silah ve cephane sevkiyatından mutlaka vazgeçmeli, yanlıştan dönmelidir.



Onurlu bir devletin terör örgütlerinden medet umması, teröristlerle ittifak içine girmesi akıl, adalet ve ahlakın tümden inkârıdır.



Güvenli bölge kurulmasıyla ilgili iddia edilen müspet gelişmeler ABD’nin lütfu değildir.



Türkiye’nin haklı olduğu bir konuda hakkını yedirmesi, bunun yanında taviz vermesi asla düşünülemeyecektir.



Müzakerelerin uzaması, güvenli bölgenin derinlik mesafesiyle ilgili görüş ve yaklaşım farklılıkları terör örgütü PKK/YPG’ye elbette zaman kazandırmıştır.



30 Temmuz 2019 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Kararı’nda vurgulandığı gibi, Suriye sınırı boyunca var olan otorite boşluğunun ülkemizi hedefine alan tehdide dönüştüğü, bölgenin terör örgütlerinden temizlenmesi amacıyla bir barış koridorunun inşası gündeme alınmıştır.



Türkiye güvenli bölge talep ve tasavvuruyla huzurun, güvenliğin, istikrarın, barışın, bütünlüğün, kardeşliğin yanında; bölücünün, zalimin, hainin, cani emellerin karşısında olduğunu göstermiştir.



Yanıbaşımızda terör devleti kurmayı aklından geçirenler unutmasınlar ki, son nefesimize, son neferimize kadar direniriz, alayının aklını alır, heveslerini kursaklarında bırakırız.



Şehit oluruz, ama Türkiye’yi böldürmeyiz.



Gazi oluruz, ama Türk vatanını çiğnetmeyiz.



Teslim olmayız, sessiz kalmayız, göz yummayız.



Herkesi uyarıyorum ki,



Ya şerefimizle, bekamızla ve milli birliğimizle yaşayacağız; ya da küresel tezgâha gelip terörist provokasyonlar, iç sabotaj, suikast ve işbirlikçi tertiplerle süreç ve zaman içinde eriyip gideceğiz.



Ya istiklalimizi muhafaza edeceğiz ya da izmihlale boyun eğeceğiz.



Bütün risk ve güvenlik tehditlerine rağmen Türk milleti var olacaktır.



Türkiye ilelebet yaşayacaktır.



Terör örgütleri nerede bulunuyorsa bulunsunlar oraları tepeden tırnağa arındırıp melanetin kökünü kopararak yok etmek tarihe, ecdada, şühedaya namus borcumuzdur.



Biz borcumuza sadığız.



Fırat’ın doğusunda terör örgütü PKK/YPG’nin tutunmasına asla müsaade edilmemesi gerektiğine gönülden inanıyoruz.



ABD’nin ağzına bakamayız.



Acaba ne der diye hesap edemeyiz.



Biz millet ne der ona bakmalıyız.



Biz milli beka neyi gerektiriyor ona dikkat etmeliyiz.



CHP’nin Fırat’ın doğusu için barışçı yaklaşımlar ve diyaloglar önermesi müflis ve teslimiyetçi bir dildir.



Söylenmek istenen nedir? Hangi barışçı yaklaşımlar izlenecektir? Nasıl bir diyalog kurulacaktır?



PKK/YPG’yle masa mı kurulsun, CHP bunu mu istiyor?



Fırat’ın doğusunda ihanet var, rezalet var, düşman var, Türk’e kefen biçen alçaklar var.



Bunlarla ilgili ne tür bir diyalog teklif ediliyor?



Bu nasıl bir acziyettir, nasıl bir köhneliktir, nasıl bir zafiyettir?



HDP’li temelsiz şahıs ise savaş politikalarından vazgeçilsin diye utanmadan çağrı yapıyor.



Bu köksüz, Kürtlerle barışmanın yolunu arayın diye fitne yayıyor.



Kürt kökenli kardeşlerimizle küslük yoktur ki barış olsun.



HDP Türk ve Türkiye düşmanlarının içimizdeki sızıntısıdır.



CHP’den bu sızıntıdan beslenen siyasi sızıdır.



İP’ten bahsetmeye gerek bile yoktur, çünkü hepsi aynı zillet çuvalının dibinde kaynaşmış, kucaklaşmıştır.



CHP-HDP Fırat’ın doğusundaki terör inlerinde fikren ve gıyaben buluşmuşlar, Türkiye’nin terörle mücadelesini engellemek, havayı zehirlemek amacıyla devreye girmişlerdir.



Bunlar yalanın, riyanın, bölücülüğün, istismarın çıbanbaşlarıdır.



PKK ormanları yakarken çıtını çıkarmayan, hatta sinsi sinsi gülümseyen bölücü HDP’nin, Kaz Dağları’nda su ve vicdan nöbetine girmesi ise tiyatrodur, masaldır, aldatmadır.



Farklı ve maksatlı bir hazırlığın varlığına işarettir.



Biz ormanlarımızın yok edilmesini asla doğru bulmayız.



Ancak PKK/HDP’nin taraf olduğu bir yerde de bit yeniği olduğuna inanırız.



Orman yakan namertlerin ağaç kesiliyor diye çığlık atması skandal ötesi bir çarpıklık, mide bulandırıcı bir çelişkidir.



CHP, HDP’yle gelecek hayalleri kurmaktadır.



İP ise bu hayalin vagonudur.



Bunlar ne diyorsa desinler, ne yaparsa yapsınlar, Fırat’ın doğusunda hilal yükselmeli, hainler tek tek cezalandırılmalıdır.



Terörle yaşamaya alışmayacağız.



Terörist saldırıları sineye çekmeyeceğiz.



Ne yapalım, kaderimizde de bu varmış demeyeceğiz.



Terör örgütlerine övgüler düzen sözde aydın, akademisyen, siyasetçi, gazeteciler bilmelidirler ki, ya vatan haini damgasıyla hayatları boyunca yaşayacaklar, ya da ıslah ve pişman olacaklardır.



Bu işin aması, fakatı, bahanesi yoktur.



Terörle huzur, teröristle insanlık şerefi arasında tarafsız bir alan yoktur.



Hatırlatmak isterim ki,



Türkiye 2015 yılının ikinci yarısından 2016 yılının ikinci yarısına kadar süren terörist kalkışma ve istila girişimine muhatap kalmıştı.



Şırnak Cizre, İdil, Silopi; Hakkari Yüksekova; Diyarbakır Silvan, Sur, Bağlar; Mardin Derik, Dargeçit, Nusaybin; Muş Varto’da PKK’nın cadde ve sokaklara hendekler kazması, barikatlar kurması, patlayıcılar yerleştirmesi, bazı yerlerde özyönetim ilan etmesi namuslu hiçbir insanın kabul edemeyeceği işgal teşebbüsleriydi.



Hendek terörü süresince 532 kahraman güvenlik görevlimiz şehit olmuş, 228 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiş, terör eylemlerinden 1 milyon 300 bin kişi etkilenmiştir.



Az evvel saydığım il ve ilçelerde 2 bin 307 hendek ve barikat kaldırılmıştır.



Bunu görmeyen hıyanet taraftarları ise beka mücadelesini sabote etmeye kalkışmışlardır.



11 Ocak 2016 tarihinde, bin 128 sözde akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında ülkemizin doğu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisiyle aşağılanmıştı.



Takip eden süre içinde nihai imzacı sayısı 2 bin 200’ü aşmıştı.



Yurt içinden ve yurt dışından sözde akademisyen ve entelektüellerin imza attığı PKK bildirisinde sokağa çıkma yasakları eleştirilmiş, devlet katliamcı olarak gösterilmişti.



Anayasa Mahkemesi de, İstanbul 32.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 4 Nisan 2018’de verdiği kararda hak ihlali olduğunu 26 Temmuz 2019 tarihinde açıklamıştır.



Anayasal düzeni yıkmak için kan döken, eylem yapan bir terör örgütüne destek olan sözde akademisyenlerle ilgili verilen cezaların neresinde hak ihlali vardır?



Bunlar haklı değil, haysiyetsizdir.



Bu nasıl bir haktır? Bu halde hak nedir, nasıl tarif edilecektir?



Hainlerle ilgili hak ihlali kararı verenler maşeri vicdanda vebal altındadır.



Milletin hakkı ne olacaktır?



Vatanın hakkı ne olacaktır?



Devletin hakkı ne olacaktır?



Şehitlerin, gazilerin hakkını kim nasıl teslim edecektir?



İhanetin hakkı olmaz, affı olmaz, ihmali olamaz.



Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararıyla hakkın doğasına zarar vermiştir.



Terörün, terör destekçiliğinin, devlete katliamcı iftirasının tanımı hezimettir, zillettir, rezalettir, hıyanettir.



Geldiğimiz bu aşamada Anayasa Mahkemesi’nin bu hak ihlali kararına ilk derece mahkemesinin riayet etmemesi adaletin ruhuyla çelişmeyecektir.



Hakkı inkâr eden, hakikate dirsek çeviren, halka zulmeden bir alçalmanın hakkı da yoktur, hukuku da yoktur.



Var diyenlerin bu milletin arasında yeri olmayacaktır.



Değerli Basın Mensupları,



1 Ağustos 2019 Perşembe günü tarihi bir çağrıda bulunmuştum.



Milliyetçi Hareket Partisi’nden bir vesile ve sebeple koparak İP’e katılan kardeşlerimi birliğe, beraberliğe, kucaklaşmaya davet etmiştim.



Fiziken değilse bile aklen ve fikren aramızda olan, gönlü ve yüreği bizimle beraber olan dava arkadaşlarımızın yuvaya dönüşlerini temenni etmiştim.



Hamd olsun bu çağrı ve davetim geniş yankı uyandırdı.



Yaptığım çağrıya küstahça ve kahkahayla cevap verenler günü geldiğinde son gülenin iyi güleceğini ağlayarak, rezil rüsva olarak öğreneceklerdir.



Siyasetin doğası gereği bazen küslük, bazen kırgınlık, bazen de kızgınlık yaşanabilmektedir.



İP’te milliyetçi ve ülkücünün yeri yoktur.



Hakikaten de İP’in yönetiminin bunu teyit etmesi, ülkücüleri kenara itmesi hazin bir vakıa olarak karşımızdadır.



İP kozmopolit, icazetli, fikirsiz, hedefsiz, sadece MHP’den intikam almak üzere kurulmuş hastalıklı siyasi bünyedir.



Ülküsü olanın, Ülkücüyüm diyenin İP’te işi olamaz.



Türk ve Türkiye sevdası olanların fitne-fesatla yolu kesişemez.



İP’in 4.Olağanüstü Kongresi’nde çarşaf liste dediler, demokrasi dediler, ayarlanmış ve planlanmış anahtar listeyi 239 kişinin içine özenle ve kurnazca yerleştirdiler.



Ülkücüler dışlandı, Ülkücüyüm diyenler yok sayıldı.



İP’in Başkanı Türk milletine yalan söyledi, delegelerini yüzsüzce aldattı.



Demokrasi değil demogoji sahneye çıktı.



İP zaman kaybıdır, ayıplıdır, arızalıdır, sakıncalıdır, Kandil ve Pensilvanya’nın ileri karakoludur.



İP Başkanı’nın Ülkücülere haydut demesi tek kelimeyle kokuşmuşluktur.



Bununla birlikte Ülkücüye haydut demek şerefsizliktir.



İşbirliği yaptığı teröristlere haydut diyemeyen, FETÖ ve PKK’ya ses çıkaramayan, bunun yerine Ülkücülere ahlaksızca saldıran kimliksiz ve dönekler zamanı geldiğinde bu millete hesap vereceklerdir.



MHP ve Ülkü Ocakları’ndan haydut değil haysiyet abidesi, ahlak ve adamlık şahanesi dava insanları, vatan ve millet sevdalısı şahsiyet anıtları yetişmektedir.



Ülkücü zamanı ve zemini Türk-İslam ülküsüyle kavrayan; hadiseleri, gelişmeleri, geleceği dün bugün ölçeğinde cem edip fikir, eylem, ahlak ve inançlarıyla kuşatan iffet, itibar ve iftihar zirvesidir.



Bu gerçeği bilip görmesine rağmen çarpıtan kim varsa iki cihanda da hasmımızdır.



Onlardan hem bu dünyada hem de Mahkemeyi Kübra’da davacı olduğumuzu tekraren muhataplarına duyuruyorum.



Geleceğin ilk günü, geçmişin karanlığına ilave edilen bir zillet anıdır.



Ülkücü kardeşlerimi aramıza bir kez daha çağırıyorum.



İP’te hayır, huzur, gelecek olmadığını ifade ediyorum.



Kullanılıp kenara bırakılan kardeşlerimi kucaklamaya hazır olduğumuzu bu vesileyle bir kez daha açıklıyorum.



Onlar bizim için İYİ’dir, diğerleri ise sadece İP’siz, sapsızdır.



Konuşmanın sonunda sizlerin, aziz milletimizin ve Türk-İslam âleminin mübarek Kurban Bayramı’nı gönülden kutluyorum.



Kesilecek kurbanların kabulünü niyaz ediyorum.



Bayramın birliğe, dirliğe, beraberliğe vesile olmasını diliyor, bayram tatili süresince yola çıkacak vatandaşlarımızın trafik kurallarına riayet etmelerini hayati önemde değerlendiriyorum.



Basın toplantımıza katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.



Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.



Kaynak:

http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4593/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_Parti_Genel_Merkezinde_duzenledikleri_Basin_Toplantisi_8_Ag.html