İlhan KARAÇAY'dan Haziran 2019 BÜLTENİ - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan Haziran 2019 BÜLTENİ
Tarih: 29.06.2019 > Kaç kez okundu? 1125

Paylaş


İlhan KARAÇAY'dan Haziran 2019 BÜLTENİ

1- İstanbul seçimleri: Her şey olması olduğu gibi olur inşallah !

2- Hollanda'dan bir Belediye Başkanı geçti: Neşet Tarhan.

3- Hollandalı Türkler Ankara'daki fotoğraf sergisinde yaşatıldı. “Gurbette” fotoğraf Sergisi büyük ilgi gördü.

4- Hollanda'da yabancı evlilikle ilgili olarak ikinci kitap yayınlandı. GRENZELOZE LİEFDES - SINIRSIZ AŞKLAR. İlk kitap 1980'de 'Yabancı Evlilik' - 'Mijn Man Komt Uit Turkije' adıyla İlhan Karaçay tarafından yayınlanmıştı.

5- DENK Partisi neden silindi?

6- Gazetem Hürriyet'e hiç yakışmadı.

7- Çağımıza yakışmayan gümrük manzaraları. Otomobil konusunda Suriyeliye 'Ehlen sehlen', gurbetçiye 'Tu kaka'.

8- Guinness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken ilçe: MEZİTLİ 50 yıl önce bir tek bina yoktu. Şimdi gökdelenler yükselmiş.

9- 3 Türk, oto yedek parçası satışında Hollanda'yı ele geçirdi. Hollanda'nın 7 bölgesindeki şubeler ile, binlerce oto tamircisine seri şekilde yedek parça servisi yapılıyor.

10- 32-41 derece ile kavrulan Hollanda'da en serin yeri bulduk. Deniz ortasındaki sıcaklık 23 dereceydi

*****

HER ŞEY OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ OLUR İNŞALLAH !

İlhan KARAÇAY'ın yorumu:

31 Mart yerel seçimlerinin ardından yaşanan İstanbul krizi, kimi insanları sevindirmiş, kimilerini de çok üzmüştü. Tıpkı, seçimlerin yenilenme kararında olduğu gibi...

31 Mart öncesinde yaşanan çirkin propaganda söylemleri, 31 Mart'tan sonra bir nebze olsun yumuşamıştı.

Sonra bir çocuk çıktı ortaya ve Adaylardan birine, 'Her şey daha iyi olacak' dedi.

O aday da bu söylemi slogan haline getirdi.

Demokrasiden, sevgiden, barıştan ve dostluktan yana olan insanları mutlu eden bu söz, rakip aday tarafından da benimsendi ve o aday da, 'Her şey çok daha güzel olacak' demeye başladı.

Bu gerçekten sevindirecek bir tutumdu.

31 Mart'tan önceki çirkin söylemlerle geçirdiğimiz ayları unutmaya çalışırken, bu kez 23 Haziran'a kadar yaşayacağımız olumsuzlukların üzüntüsüne kapıldık.

Çoğumuz, 'Şu seçim tamamlansa da, bu eziyetten kurtulsak' diye dua ederken, nihayet 23 Haziran geldi ve, 'Her şey güzel olacak' sloganını benimseyenler seçimi kazandı.

Seçim akşamından itibaren facebook, messenger ve WhatsApp'ıma yüzlerce, 'Her şey güzel oldu' mesajı geldi.

Tabii ki ben de 'Demokrasiden, sevgiden, barıştan ve dostluktan yana olan' bir insan olduğum için sevindim. Çirkin söylem ve tartışmalardan kurtulduğumuz için de mutlu oldum.

Hele hele, seçimi kaybedenin, kazananı tebrik etmesi, seçimi kazananın Cumhurbaşkanı'na, 'Sizinle birlikte çalışmak istiyorum, sizi ziyaret etmek istiyorum' deyişine, Cumhurbaşkanı'nın da tebrik mesajı göndermesine daha çok sevindim.

İşte bu nedenle, gelişmelerin medeni ülkelerde olduğu gibi yürümesi için, ' HER ŞEY OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ OLUR İNŞALLAH !' diyorum.

Seçimler öncesindeki çirkin söylemlere ayak uyduran, eşi ve dostuyla dahi çirkin tartışmalara giren ve ayrışmaya yol açan yurttaşlarım da gevşerler inşallah !

(Sevgili okurlarım-yurttaşlarım, dikkat ettiyseniz yazımın içinde hiç isim yok. Olur ya, bu isimlere alerji duyanlarımız vardır. Eeee, ben de hep 'renksiz' olmak isterim ya!

Objektifliğime halel getirmemek için isimleri bile yazmadım.

Ama, seçime damgasını vuran sloganın sahibi küçük çocuk Berkay'ın adını yazmamda bir mahsur yoktur sanırım.

Stressiz ve huzurlu günler dileğimle...



Hollanda medyası

İstanbul seçimlerine, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Hollanda medyasından da geniş yer verildi. Seçim günü birinci sayfasını olduğu gibi bu konuya ayıran De Volkskrant gazetesi, Türk halkının büyük bir heyecan içinde olduğunu yazdı.

RTL televizyonu seçim günü akşam haberinde, ilk haber olarak Hollanda'daki tropikal hava sıcaklığı haberinden sonra İstanbul seçimlerini yayınladı. İstanbul muhabirlerini canlı yayında konuşturan RTL, seçim sonucunun Türk demokrasisine zenginlik kazandıracağını belirtti.

Yarı devlet Kurumu olan NOS Televizyonu, akşam ana haber bülteninde İstanbul seçimlerini ilk haber olarak verdi. NOS televizyonu da İstanbul'daki muhabirine canlı bağlandığı haberinde, seçimi kaybeden Binali Yıldırım'ın ve daha sonra da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, rakipleri tebrik etmesinin, Türk demokrasisi için bir kazanç olduğunu bildirdi.

Seçimin ertesi günü Hollanda gazeteleri de bu konuya birinci sayfalarında yer verdi. Sosyal Demokrat görüşlü De Volkskrant gazetesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mağlubiyeti kabul ettiğini, seçime yeniden bir itirazın beklenmediğini yazdı.

Ülkenin en büyük gazetesi olan De Telegraaf gazetesi ise şunları yazdı:

''İstanbul’da tekrarlanan Belediye Başkanlığı seçimini yeniden Ekrem İmamoğlu kazandı. Bu kez sonuç kesin: İktidar partisi AKP’li rakibi Binali Yıldırım kaybettiğini kabul etti.

İmamoğlu, muhalefet partisi CHP adayı idi. Mart ayında yapılan seçimi de o kazanmıştı. Fakat o dönemde Yıldırım’dan ancak 13.000 fazla oy alabilmişti. Neredeyse Hollanda kadar nüfusu olan İstanbul’da bu kıl payı fark sayılır.

Şimdi Yıldırım ile aradaki fark çok fazla. Oyların %54’ünü alan İmamoğlu, Yıldırım’a 775.000 fark attı. Bunda biraz da seçimlere katılımın, mart ayının çok daha üstünde olmasının payı var.

İmamoğlu seçim sonrası yaptığı konuşmasında, ‘Bu, İstanbul için yeni bir başlangıç’ dedi ve doğrudan Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben, ‘Sayın Cumhurbaşkanı, depreme hazırlık gibi, daha hızlı metro yapmak gibi, mülteci konuları gibi, İstanbul’un acil sorunlarında merkezi ve yerel yönetimin merkezi yönetim ile uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlamanın önemi ortadadır. Ben ilkelere uygun olarak sizinle uyum içinde çalışmaya hazırım ve talibim’ dedi.

Cumhurbaşkanı, İstanbul’un müstakbel belediye başkanını bir twit ile kutladı. Erdoğan'ın seçim kampanyasında söylediği 'İstanbul'u kazanan, Türkiye'yi de kazanır' sözünden hareketle, İstanbul'un kaybına sonun başlangıcı demek fazla iyimserlik olacaksa da, Erdoğan'ın imajına büyük hasar verdiği bir gerçektir.''

Türkiye'de demokrasi

Hollanda medyasında genel olarak vurgulanmak istenen, İstanbul seçimlerinin Türk demokrasisine yararlı olduğu gerçeğidir. Yorumcular, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İmamoğlu'nu tebrik etmesinin, Erdoğan'da bir yumuşama emaresinin başlangıcı olduğunu vurgulamaya çalışıyorlar.

Aynı yorumcular, gelecek seçimlerde İmamoğlu örneğinin başka yerlerde de yaşanma ihtimali üzerinde duruyorlar.



Fotoğrafta gördüğünüz küçük Berkay'ın 'Her şey daha güzel olacak' sözünü, , her şeyin medeni ülkelerde olduğu gibi yürümesi için, ''HER ŞEY OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ OLUR İNŞALLAH !'' diye yineliyorum.

*****

Hollanda'dan bir Belediye Başkanı geçti: Neşet Tarhan



Avrupa Birliği tarafından, 'Herkes İçin Eşit Şartlarda Yaşanabilir Kent ' seçilen Amsterdam'da, belediyeciliği A'dan Z'ye araştırdı.

Bir hafta süren ve çeşitli etkinliklerde, dünyanın dört bir yanından gelen 450 konuşmacıya da ders veren Tarhan, Mersin ve Mezitli'yi 45 dakika süren tartışmada anlattı.

İlhan KARAÇAY yazdı:



WeMakeThe.City adlı festivale dünyanın dört bir yanından konuşmacılar,müzisyenler ve çocuklar davet edildiler



Hollanda'nın Amsterdam kemtinde yapılan ve tam bir hafta süren 'Herkes İçin Eşit Şartlarda Yaşanabilir Kent Festivali'ne, dünyanın dört bir yanından 450 konuşmacı davet edilirken, Türkiye'den sadece bir Beldiye Başkanı davet edildi. Bu da, Mersin'in Mezitli İlçesi Belediye Başkanı Neşet Tarhan'dan başkası değildi.

Evet, Neşet Tarhan, festivaldeki etkinlikleri takip etmek ve de konuşmak için geldiği Amsterdam'da adeta fırtına gibi esti. Tarhan'ın burada fırtına gibi esmesine katkıda bulunan iki kadınımız da vardı.

Amsterdam'daki organizasyonun ortaklarından Pakhuis De Zwijgers'in, 'WeMakeThe.City' projesinin beyni olan Ekim Tan ile Mersin Üniversitesi'nden Nida Naycı, tüm etkinliklerde Neşet Tarhan'ın yanında oldular.



Festival'in konusu

Festivalin doğuşu 2016 yılına dayanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu Jurisi, şehri daha yaşanır hale getirmek için, firmalar, girişimciler, sosyal yardım kuruluşları, ilim dünyası ve halka, yenilikler ve değişimler üzerinde hizmet veren ve eşitsizliğe karşı mücadele yapan Amsterdam Belediyesi'ni birinci seçmişti. Amsterdam belediyesi de, bu seçimden iki yıl sonra 2018'de, belediyeciliği dünyaya öğretmek için festival yapma kararı aldı.

İlki geçen yıl yapılan festivalin ikincisi bu yıl 17-23 Haziran'da yapıldı.

Amsterdam'daki festival etkinlikleri çerçevesinde, kentin, eşit şartlarda yaşanabilir hale gelmesi için, insanların yaşamlarındaki sosyal, kültürel, sağlık, eğitim, iş yaşamı gibi konulardaki yenilikler gösterilirken, kentin imarı, su ve enerji sorunlarının da nasıl çözümlendiği gösterildi ve anlatıldı.

Örneğin, Amsterdam'da binlerce Türk'ün de çalışmış olduğu NDSM tersanesi ve Türkler'in barındığı Atatürk Kampı'nın kapanışından sonra, bu yerlerdeki toprağın zehirlenmiş olduğu anlaşılmış. Zehirlenmiş toprakların temizlenmesi için özel bitkiler yetiştirilmiş ve oralara yerleştirilen gemiden bozulmuş evlerin toprakla bağlantısı da, yüksek teraslarla kesilmiş.

Bu yöntem ile toprak 5 yıl içinde zehirden arındırılmış oluyor.



Aynı bölgede, evlerde harcanan sular da yeni yöntemlerle değerlendiriliyor. Yağmur suları, mutfak suları ve tuvalet suları ayrı ayrı depolanıyor ve bunlar heba edilmeden arındırılarak yeniden kullanılıyor. Enerji konusu da güneş panelleri ile çözümleniyor.

Su içinde inşa edilen evlerde de iklim şartlarına göre ucuz ve konforlu bir yaşamın nasıl gerçekleştirildiğine şahit olduğumuz gün, balık yetiştirilen özel konteyner-akvaryumlardan alınan sular ile daha yararlı bir bitki yetiştiriciliğini gördük.

Yukarıda anlattığım konular üzerinde uzman olan Mersin Üniversitesi'nden Nida Naycı, Neşet Tarhan'a bu konuda teknik biligier verdi. Nida Naycı, bunların aynı şekilde uygulanması için, Mersin'de bir labaratuvar kuracaklarını belirtti. Bu konuda bir çalışma var bile. Play City ve CityLab olarak adlandırılan bu çalışma sonunda, Play City, çeşitli kuruluşların ve bireylerin ayrılmaz ve işbirliğine dayalı planlama alanı olmak için, Mersin Üniversitesi ile işbirliği içinde Mersin CityLab'ı kurulmuştur. Proje, mevcut kentsel planlama gündeminde acil iki konuya değinmektedir: Birincisi, şehir planlamada işbirlikçi karar vermeye yönelik uzun vadeli kültürel değişim yaratmayı amaçlamaktadır . İkincisi, Citylab kentsel dönüşümdeki mevcut kısa vadeli yaklaşıma bir alternatif olarak düşünen dairesel sistemlere odaklanmayı önermektedir . Bu proje, Yaratıcı Endüstriler için Hollanda Uyarım Fonu tarafından kolaylaştırılan uluslararasılaşma programı çerçevesinde ortaya çıkmıştır.

(Haberin sonunda, Bulut Bagatır'ın, Hollanda'nın İstanbul Başkonsolosu Bart van Bolhuis ile yapmış olduğu bir söyleşiyi ekleyeceğim. Hollanda'nın, kent yaşamında harikalar yaratan bir ülke olduğu vurgulanan bu söyleşiyi okumak isteyenler, haberin sonundaki bölüme baksınlar lütfen)



Neşet Tarhan, Amsterdam'daki etkinliklerin tamamını görebilmek için yoğun bir çaba sarfetti.

O tiyatrodan bu tiyatroya, o etkinlikten bu etkinliğe koşarken çok yoruluyordu tabii.

Kendilerine eşlik ettiğim Tarhan, bahçesine yerleştirmiş olduğu uçak sayesinde dünyaca ünlü olan Corendon Oteli'nde arada bir dinleniyordu.

...Ve tarihi gün

Neşet Tarhan'ın, Amsterdam festivalindeki en önemli günü, konuşma yaptığı gün oldu.



Dünya envanterlerinde kayıtlara geçen festivalin iki saat süren bir tartışma bölümünde, Mersin için 45 dakika ayrıldı. Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, Mersin Üniversitesi'nden Nida Naycı, Amsterdam'daki organizasyon bürosundan Ekim Tan ve Mersin'de daha önce çalışmalar yapan uzman Frank Alsema'dan kurulu bir panel, program moderatörün sorularına yanıtlar verdi.

Amsterdam dışında Berlin, Londra, Anvers, Roterdam, Milano gibi farklı kentlerde, sürdürülebilir kentler, sağlıklı kentler, katılımcı kentler, ıklim duyarlı kentler, döngüsel kentler gibi geleceğe ilişkin vizyonların tartışıldığı oturumlarda, Mersin'den ilgili projeler tam 45 dakika tanıtıldı.

Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, kadın üretici pazarı, gönüllü serası gibi kentsel ekonomiye ilişkin deneyimli projelerini aktarırken, Avrupalılar'a adeta ders verdi.

Aşağıda, Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan'ın yapmış olduğu konuşmayı sunuyorum.

İşte, Neşet Tarhan'ın dikkatle dinlenen ve zaman zaman alkışlanan slayt gösterimli konuşması:

''Değerli Konuklar, Ben Türkiye'nin güneyinde, Kıbrıs'a bakan bir sahil kentinde Belediye Başkanlığı yapıyorum.

Başkanlık yaptığım yer Mersin-Mezitli.

Mezitli, Hollanda'da denizin doldurulmasından sonra kazanılan toprak parçasına kurulan Almere kenti ile aynı kaderi paylaşır sayılır.



Mezitli, 50 yıl önce, içinde bir tek binası olmayan bir köy idi. Bu fotoğrafı, işte bu salonda şimdi fotoğraf çekerken gördüğünüz gazeteci İlhan Karaçay tam 50 yıl önce çekmişti. Fotoğrafta değil bina ev bile göremiyorsunuz.



Bu fotoğraf da, yine İlhan Karaçay tarafından 50 yıl sonra, geçen hafta çekildi. Görüldüğü gibi, 50 yıl sonra Mezitli, 200 bin nüfusuyla adeta Mersin'in Satelit (uydu-peyk) şehri oldu.



Almere de 1976 yılında teslim edilen ilk ev sonrasında, Amsterdam'ın Satelit kenti sayılabilecek 208 bin nüfuslu bir yer oldu.

Mezitli'nin nüfusu, yaz aylarında yarım milyonu geçmektedir. Zira burada kurulan yüzme havuzlu ve sosyal tesisli binlerce siteye, yüzbinlerce insan yerleşiyor.

İlçemizin güneyinde 15 km. deniz ve kumsal, kuzeyinde ise 2 bin metre yüksekliğe ulaşan Toros Dağları vardır. İlçemizin kuzey bölgesinde narenciye ve diğer tarım ürünleri yetiştiriciliği vardır. Deniz yönündeki yerleşim alanları ise Mersinliler'in ikamet için tercih ettiği yerlerdir.

Mezitli 2500 yıllık tarihi olan ve hâlâ arkeolojik kazı çalışmalarının devam ettiği bir yerdir. İlçemiz, kültür ve sanatsal kimliği ile öne çıkmaktadır. Bu kent kimliğinin, uluslararası boyutta da öne çıkarılması, Kent Labaratuarı'nda bir çalışma konusu olmalıdır.

Mezitli, kadın dostu bir belediyeye sahiptir. Özellikle % 90'nı kırsal alanda, % 10'u da kent merkezinde olmak üzere 650 kadın, 9 yerdeki üretici merkezlerinde ürettikleri ürünleri doğrudan tüketicilere sunmaktadır. Bu projemiz, 2018 yılı sonunda Çin'de gerçekleştirilen Kentsel İnovasyon Yarışması'nda birincilik kazanmıştır.

İlçemizde kadın nüfusu daha fazladır. Mezitli, yalnız yaşayan kadınların tercih ettikleri bir bölgedir.

Kent planlaması ve plan değişikliklerinde de, Birleşmiş Milletler'in 2030 yılına kadar öngördüğü 17 hedeften bazılarının öne çıkarılması, sürdürülebilir kalkınma için önemlidir.

Son olarak ifade edeceğim önemli bir konu da şudur: Mezitli'de 200 binlik nüfusun yanında, sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, kayıt dışı olanlarla beraber 40 bin Suriyeli Mülteci bulunmaktadır. Bir milyon nüfuslu Mersin kentinde ise Suriyeli sayısının 350 bin olduğu bilinmektedir. Uluslararası kurumlar, bu bağlamda ülkemize yapacaklarını öngördükleri sözleri tam olarak yerine getirmemişlerdir. Bütün bu olumsuzluklara karşın Belediyemiz, Mezitli'deki Suriye dernekleri ile iletişim içerisinde ortak çalışmalarını sürdürmektedir.

Belediyemiz, Suriyeli gençlere ücretsiz spor sahaları tahsis etmekte, Suriyeli kadınların ürettiklerini doğrudan pazarlamaları için yer tahsisi yapmaktadır.

Entellektüel düzeyi yüksek, sosyal yaşam olarak yerleşik nüfus ile, Suriyeliler arasında önemli doku yumuşaklığı aşılamamıştır. Bu durum potansiyel sosyal çatışma ortamına zemin hazırlayabilmektedir. Bu sorunun çözümünde tüm gelişmiş ülkeler ve AB gibi uluslararası kurumların harekete geçmelerinin grektiği kanısındayım.



Sürdürülebilir kalkınma için, Birleşmiş Milletlerin öngördüğü 2030 hedeflerinden öncelikli olanların etap etap desteklenmesi, gerçekleştirilmesi gerekir.

Bütün bunlar için, yeniliğe açık, entellektüel birikimi yüksek, yılın 325 günü güneşli Mezitli ilçemizde, (tabii ki destekleriniz ile) Mezitli Kent Labaratuvarını, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin'deki üniversitelerimizle ve diğer kent dinamikleri ile gerçekleştirmek arzusundayız.''



Neşet Tarhan dostlarla buluştu ve veda etti

Amsterdam'da festival boyunca yoğun çalışmalar yapan ve Mersin'i tüm dünyaya tanıtan Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, festivalin sonunda dostlarla buluştu ve sonra da Hollanda'ya veda etti.

Amsterdam'ın göl kenarındaki Meram Restaurant'ta, Mezitli'de evleri bulunan ve Lahey'de balıkçılık yapan Birol ve Hülya Tekin çifti, eğitimci ve politikacı Cezmi Doğaner, Kraliyet ailesinin terzisi İbrahim Özcan, gazeteciler Coşkun Yeğenoğlu, Deniz Erkoçu ve İlhan Karaçay ile yenilen yemekten sonra, gölbaşı hatırası görüntülenen Tarhan, bu buluşmadan duyduğu memnuniyet ile Hollanda'ya veda etti.

Hollanda'nın İstanbul Başkonsolosu ile söyleşi

Dünya nüfusunun yarısından fazlasına, yakın gelecekte ev sahipliği yapacak olan kentler, bazılarına göre iklim değişikliği ile mücadelede geleceğimizi belirleyecek ana faktör olacak. “İklim değişikliği ve iklim adaptasyonuna baktığınızda kentlerde ve yönetimlerinde büyük bir enerji görüyorsunuz. Ulusal düzeyde harekete geçmek çok daha zor” diyen Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Bart Van Bolhuis de aynı fikre sahip. Ancak Van Bolhuis’a göre birbirimizin başarılarından ve hatalarından öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü “Aşırı iklim olaylarını daha fazla yaşayacağımızı hepimiz biliyoruz”.

Van Bolhuis ile akıllı, esnek ve döngüsel kent kavramlarını tartıştık, kentlerin iklim değişikliği kapsamındaki rolünü konuştuk…

Hollanda Kent Yaklaşımı kent kimliği yaratmakta harika bir örnek olarak karşımızda duruyor. Bu girişimin içerisinde yer almış biri olarak yaklaşımı nasıl tanımlarsınız?

''Bu yaklaşımın harika bir girişim olduğunu düşünüyorum. Ben de kişisel olarak içerisinde bulundum ve bu süre zarfında güzel işler yaptığımızı söyleyebilirim. Hollanda’da kurumların birlikte çalışması gerektiği düşüncesine oldukça fazla inanıyoruz. STK’lar, hükümet ve özel girişimler büyük inovasyonlarda bir araya gelerek çalışıyorlar. Kentlerin çevre ile ilgili büyük problemler yaşadığını biliyoruz. Biz de Hollanda’daki üniversitelerle ve kent tasarımı konusunda aktif çalışmalar yürüten şirketlerle toplanıp, kentlerin bu problemlerine nasıl çözümler getirebileceğimizi tartışıyorduk. Ana odak noktamızı da yaşanabilir kentler yaratmak adına kentlerin dokusunu nasıl tasarlayabiliriz sorusu oluşturuyordu.''

Sizin de bildiğiniz gibi kentlerin nüfusu her geçen gün artıyor. Yapılan araştırmalar 2050 yılına kadar dünya nüfusunun %75’inin kentlerde yaşayacağını ortaya koyuyor. Kentlerin bu anlamda atması gereken öncelikli adımları nelerdir?

''Kentlerin şu an üzerinde çalıştığı birçok konu olduğunu biliyorum. Örneğin, büyük kentlerin oluşturduğu işbirliği sonucunda ortaya çıkan C40 adlı organizasyon bu konuya odaklanıyor. İklim meselesi bunların başında geliyor. Aynı zamanda enerji alanında yerel üretim ve depolamaya geçiş üzerine çalışıyorlar. Belki de daha önemlisi kentlerin iklim değişikliğine nasıl uyum sağlayabileceğini, nasıl esnek kentler yaratılabileceğini tartışıyorlar. Bu özel senaryoda Hollanda’nın oldukça tecrübe biriktirdiğini düşünüyorum. Rotterdam şehrinin altyapısında iklim değişikliği göz önünde bulundurularak yapılan çalışmalar ve benzerleri güzel örnekler oluşturuyor. Bunların yanında her büyük kentte görebileceğiniz trafik ve kirlilik sorunu var. Akıllı Mobilite (Smart Mobility) denilen kavram paylaşım ekonomisi ile birlikte kentlerin bu problemlerine bazı çözüm önerileri getiriyor. Mesela, Hollanda 2030 tarihinden itibaren sadece elektrikli otomobillere izin vereceğini, benzinli ve dizel araçları yasaklayacağını duyurdu. Bisikletin de göz ardı edilmemesi gerek. Bütün bu akıllı ve yeşil mobilite sisteminin daha da gelişerek sağlıklı kentlerin gelişimine katkıda bulunacağını umuyorum. İnsanlar hava kirliliği nedeniyle yaşamlarını yitiriyorlar. Bu sebeple bu sistemin gelişmesi gerekiyor. Buraya yapılacak yatırımlar trafik sıkışıklığına da bir çözüm olabilir.

Çünkü bu sıkışıklık insanların üretebileceği zamanı trafikte harcamalarına neden oluyor ve ekonomik bir zarar doğuruyor. Diğer bir konuyu ise döngüsel ekonomi oluşturuyor. Hollanda’da döngüsel ekonomi odaklı bir hareket başladığını söyleyebilirim. Kent tarımcılığı gibi farklı alanlarla ilişkilendiriliyor. Döngüsel ekonomi anlayışı ile atıkları da bir ürüne çevirip kullanıyoruz. Anlayacağınız, atığa sadece atık gözüyle bakılmıyor. Mesela Rotterdam’da harika bir örnek var. Kahvelerden artakalan telveler mantar üretiminde kullanılıyor. Mantarlar yerel olarak o kentte yetiştiriliyor ve restoranlarda tüketiliyor. Kahve telveleri de restoranlardan toplanıyor. Yani yerel ölçekte döngüyü kapatıyorlar. Bu sadece bir örnek. Bira üretimi yapanlar da fırınların atıklarını alarak üretimlerinde kullanıyorlar. Döngüyü kent düzeyinde kapatabilmeyi başarmamız gerekiyor. Bu da kentlerin önündeki üçüncü zorluk ve aynı zamanda bir fırsat. Çünkü birçok sorun kentlerde bir araya geliyor. Kentlerin aynı zamanda yaşayan birer laboratuvar olduğunu da düşünürsek fırsat tam da buradan doğuyor.''

O zaman siz de birçok insanın ulusal devletlerin değil kentlerin geleceğimizi belirleyeceğine dair görüşüne katılıyorsunuz.

''İklim değişikliği ve iklim adaptasyonuna baktığınızda kentlerde, kent yönetimlerinde büyük bir enerji görüyorsunuz. Ulusal düzeyde harekete geçmek çok daha zor. Bununla birlikte ABD yönetimin iklim değişikliği konusundaki tutumu da malum. Kentler ise politikaları ve uygulamalarıyla çok aktif bir rol oynuyorlar. Bu görüşün hayata geçmeye başladığını da düşünüyorum. Hollanda’da kısa bir süre göreve başlayan yeni hükümetin iki başbakan yardımcısı kent düzeyinden geliyor. Birisi Amsterdam, “Amsterdam enerji üreten bir kent. İngiltere’nin de dahil olduğu birçok ülkeden atık ithal ediyorlar. Çok üst düzey sistemler kullanılıyor ve çok az emisyona neden oluyor” birisi Rotterdam belediyesi başkan yardımcıları. Kentlerin gücünü buradan bile anlayabilirsiniz. Ancak bunun kentler ve ulusal devletler arasındaki bir yarış olmadığını da belirtmek gerekiyor.''

Biraz önce döngüsel ekonominin önemini siz de vurguladınız. Kentler bu modeli kendi sistemlerine nasıl entegre edebilir?

''Döngüsel ekonomiye geçişin bütün faydalarıyla birlikte önümüzdeki 10- 20 yılda gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Burada iş modellerini, finans sistemini, hukuk sistemini adapte etmelisiniz. Mesela bankalar kendi çalışanlarını eğitmeliler. Bir buçuk yıl önce gerçekleşen bir toplantıda bu konuyu ülkelerin diğer temsilcileriyle tartışırken şöyle bir örnek verdim. Atık artık var olmayacak. Ancak kanunlar atığı halen atık olarak görüyor. Şu an onu bir ürün olarak görmemiz gerektiğini biliyoruz. İhracat ve ithalat yasalarını buna göre değiştirmeniz gerekiyor. Böylece atıklar için yeni bir pazar oluşturabilirsiniz mesela. Döngüsel ekonomiyi iklim değişikliği ile mücadelede en büyük katkıyı verebilecek bir model olarak görüyoruz. Geçen sene Hollanda’da bazı hedefler belirledik. Bu hedeflere göre 2050’ye kadar döngüsel ekonomiye geçmiş olmamız gerekiyor. 2030’a kadar ise metal, fosil yakıt gibi ürünlerin girdisini %50 oranında düşürmeliyiz. Enerji tüketimini de böylece düşürebiliyorsunuz. Döngüyü bu şekilde kapatabilirsiniz. Bu hedeflerimiz Paris Anlaşması’ndaki ulusal hedeflerimize ulaşmamıza da yardım edecek. Biraz önce bahsettiğim telvenin mantar üretiminde kullanılması gibi ufak örneklerin yanı sıra Unilever gibi uluslararası firmaların da çalışmalarından bahsetmek gerekiyor. Onlar da tamamen döngüsel ekonomiyi temel alan bir iş modeline geçme planı yapıyorlar. Philips aydınlatma da ampul veya lamba satmayacaklarını, hizmet olarak ışık satacaklarını açıkladı. Her türlü malzemenin üretim odağı, daha verimli bir hale gelmesi ve materyal girdisini azaltmak adına hizmet alanına kaydırılıyor. Haliyle şirketler için direkt fayda sağlıyor. Ancak bu sisteme geçişin kolay olacağını söylemek zor, çünkü adı üstünde, bu bir geçiş ve birçok şeyi değiştirecek.''

Enerjiyi verimli kullanmak hemen bütün araştırmaların bir çıktısı olarak karşımızda duruyor. Kentler verimlilik konusunda nasıl bir yol izleyebilir?

''Amsterdam’daki büyük bir tesiste geri dönüştürülemeyen şeyler enerji üretiminde girdi olarak kullanılıyor. Amsterdam enerji üreten bir kent. İngiltere’nin de dahil olduğu birçok ülkeden atık ithal ediyorlar. Çok üst düzey sistemler kullanılıyor ve çok az emisyona neden oluyor. Tabii burada akıllı kentler devreye giriyor. Benim görüşüme göre enerji geçişi sadece fosil yakıtlardan yenilenebilirlere olmayacak. Aynı zamanda büyük enerji üretimlerinden küçük ölçekli enerji üretimlerine geçiş de söz konusu olmalı. Evler enerji üretebilir ve depolayabilir. Teknoloji bunu mümkün kılıyor. Bu biraz da zorunluluk haline gelmeye başlayacak. Ticari ve yerleşim alanları olarak binaların enerji verimliliği de aynı şekilde kritik. Yeni hükümetimiz de enerji verimliliğinde yeni bir seviyeye geçmek için büyük bir yatırım yapma kararı aldı. Paris Anlaşması hedefine ulaşmamız için büyük bir adım olacak. Her zaman bu konuda yatırım yapmalısınız.''

Peki kentlerin geleceğini kim şekillendirecek? Özellikle katılımcı bir yaklaşım oluşturmak için nasıl modeller oluşturulabilir?

''Burada hem belediyelere hem de o kentte yaşayan insanlara iş düşüyor. Ancak kentlerde yaşayan insanların büyük bir rolü olduğunu söylemeliyim. Hollanda’da “Hollanda Diyaloğu” diye adlandırdığımız sürece büyük bir inancımız var. Bu süreçte toplanıyoruz ve beraber yaratma evresini başlatıyoruz. Yerel organizasyonlar ve tasarımcılar ile atılacak bir sonraki adımı tartışıyoruz. Aslına bakarsanız bu bizim uluslararası olarak da işlettiğimiz bir süreç. Kasırganın New Orleans’ı vurmasından sonra orada çok aktiftik. Su yönetimi ile ilgili yeni bir sistem kurmak için orada bulunduk ve başardık. Masada sadece hükümetten insanlar yoktu. Benim de içerisinde bulunduğum bir projede Los Angeles’taki nehir için bir çalışma yürüttük. İnsanları uzmanlarla bir araya getirdik ve beraber yaratma sürecini başlatarak projemizi tamamladık. Burada önemli olan sadece insanlar arasındaki bağlantıyı kurup birbirlerini desteklemelerini sağlamak değil, aynı zamanda kent yönetiminin düşünemeyebileceği inovatif fikirleri hep beraber ortaya koymak. Tabii bir noktadan sonra kent yönetimiyle de iletişim halinde oluyorsunuz.''

Kendini iyileştiren asfalt ve solar otoyollar gibi inovatif teknolojik ürünler konuşulmaya başlandı. Bu teknolojilerin varacağı nokta neresi olabilir? Ayrıca bu teknolojilere yeterince ilgi olduğunu düşünüyor musunuz?

''Birçok yeni teknolojiye sahip ürün geliyor ve bunların en büyük özelliği düşük maliyetli olmaları. Şu an 10 yıl öncesine göre karşımızda çok farklı bir tablo var. Akıllı insanlar bu teknolojilerle ilgileniyorlar. Bunu da sadece kendilerini adadıkları için değil, ortada bir de pazar olduğu için yapıyorlar. Bu teknolojik inovasyonlarla ilgili gerçekten iyimserim. Kentlerin de bu teknolojileri uygulamak için iştahı olduğunu görüyorum. Kentleri yaşayan bir laboratuvar olarak gördüğümü belirtmiştim. Bu teknolojileri aldığınız zaman bunların kanıtlanması gerekiyor. Başarısız da olabilirler ama denemek zorundasınız. Bu da risk almanız gerektiği anlamına geliyor. Bu yüzden yaşayan laboratuvarlara ihtiyacımız var. Böylece bu teknolojiler test edilebilir. Aynı zamanda hükümetler ve kent yönetimleri için başlangıç müşterisi diyebiliriz. Böyle teknolojilerin maliyeti başlangıçta ağır olabiliyor. Rüzgar enerjisi kapasitesine bakın. Devlet desteği olmadan böyle bir şeyi başlatmak mümkün değildi. Şimdi ise Hollanda’da devletin bir kuruşu olmadan ilk offshore rüzgar parkı kuruldu. Bunda teknolojilerin gelişmesinin de payı var. Ancak devletlerin ve kent yönetimlerinin rolü kilit pozisyonda.''

Kısa bir süredir İstanbul’da bulunuyorsunuz. Kent hakkındaki ilk gözlemleriniz neler?

''Birkaç aydır İstanbul’dayım ve burada olmaktan dolayı çok mutluyum. Harika etkinlikler düzenleniyor. Kendimi evimde gibi hissediyorum. Aynı zamanda her metropolde olduğu gibi İstanbul’un da iklim adaptasyonu ve altyapı, hava kirliliği ve mobilite konularında büyük sorunları mevcut. Mesela İstiklal Caddesi’nde yoğun bir çalışma var. Ancak biraz endişeliyim. Şehri yağmurdan yalıtmak imkansız. Su toprağa sızamayacak. Aşırı iklim olaylarını daha fazla yaşayacağımızı hepimiz biliyoruz. Birkaç hafta önce de burada (başkonsolosluk) aynı şeyi yaşadık. Yarım saatte çok yoğun bir yağış oldu. Biz de harekete geçtik ve bahçemizde bazı önlemler aldık. İstanbul ile birlikte çalışmayı dört gözle bekliyorum. Deneyimlerimizi paylaşmaktan memnuniyet duyacağım. Tabii “bunu şöyle yapmalısınız” demek benim görevim değil. Deneyimlerimizi, başarılarımızı ve başarısızlıklarımızı paylaşmayı teklif edebilirim ve böylece birbirimizden birçok şey öğrenebiliriz, çünkü İstanbul Avrupa’nın en büyük kenti. Açık süreçlere gerçekten inanıyorum. Bu üç konuda daha hızlı sonuca varmak için de birbirimize ihtiyacımız var. Hollandalı STK’lar, üniversiteler ve şirketler de Türk ortaklarıyla çalışmaktan memnun olacaklardır.''

Hollandalı Türkler Ankara'daki fotoğraf sergisinde yaşatıldı

“Gurbette” fotoğraf Sergisi büyük ilgi gördü



“Gurbette” adlı Hollanda'ya göç fotoğraf sergisi, Atlas Kültür Merkezi ve Zülfü Livaneli Kültür Merkezi'nin ortaklaşa düzenlediği bir törenle, Hollanda'nın Ankara Büyükelçisi Marjanne de Kwaasteniet tarafından açıldı.

Hollanmda ile sözleşme yapıldığı zamanın Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem ve proje sorumlusu Şahin Yıldırım'ın eşlik ettikleri açılışa yurt içinden ve dışından yüzlerce davetli katıldı.

Hollanda Büyükelçisi Marjanne de Kwaasteniet yaptığı konuşmada, “Öncelikle hepize hoş geldiniz diyorum. Bugün “Gurbette Sergisi” için burada bulunmaktayız.

''Gurbette” kelimesinin ne Hollandacada ne de İngilizcede tam bir karşılığı yok. Anladığım kadarıyla ‘Abroad’, yani 'yurtdışında' ve ‘Emotion” duygusu anlamı taşıyor. ‘Emotion’ duygu anlamlarina geliyor. Biliyorsunuz 19 augustos 1964'te “işçi anlaşması” yapıldı. Bu anlaşma çerçevesinde isçiler kısa bir dönem Hollanda'da kalacaklardı. Ama bir çoğu için bu geçici kalış, uzun süre kalış haline geldi. 50 ıil sonra 2014 yılında, Atlas Kültür Merkezi ve Şahin Yıldırım beyin girişimiyle, birinci nesile vefa borcunu ödemek için Hollanda'da bir çok etkinlik düzenlendi. Etkinliklerden biri olan bu sergi, bugün de “Gurbette” olarak Ankara'ya getirildi.

Elbette Türkiye'den Hollanda'ya giden birinci nesilin yaşamları sanıldığı kadar kolay olmadı. Türkler, ilk yıllarda özellikle ağır işlerde çalıştılar. Bir çoğu bir odayı onlarca kişi ile paylaştılar. Dil sorunu çektilerinden, el kol hareketleri ile iletişim kurmaya çalışıyorlardı. Tabii bir de bunların yanında aile özlemleri vardı. Bu yüzden 1970'li yıllardan sonra da ailelerini Hollanda'ya getirmeye başladılar. Şunu rahatlıkla söleyebiliriz ki, Türkler ve Hollandalılar, 55 yıl içinde çok güzel ilişkiler kurdular. Aradan geçen 55 yıl sonra Türkler, Hollanda'nın önemli bir parçası haline geldiler. Ayrıca, Türkler'in Hollanda ekonomisine katkıları da ok büyük oldu. Hollanda'da şu anda üçüncü ve dördüncü nesl Türkler'den söz ediyoruz. Bunlar toplumun her alanında temsil ediliyorlar. Hollanda'da şimdilerde Türk kökenli önemli siyasetçilerimiz, işadamlarımız, eğitimde çalışanlar ve diplomatlarımız var. Yeni nesilin eğitim şansı çok daha yüksek ve imkanları ise daha fazla. Şu anda Türkiye'deki Elçiğimizde ikinci ve üçüncü nesil Türkler'den çalışanlarımız var.

Sözlerimi, Şahin Yıldırım beyin nezdinde, Atlas Kültür Merkezi'ine, “Gurbette” sergisini hazırladıkları ve Hollanda – Türkiye ilişkilerine katkı sundukları için teşekkür ediyorum.

14 haziran 2019 tarihinde, yani bugün Ali Naili Erdem bey, tam olarak 51 yıl önce Çalışma Bakanı olarak Hollanda'yı ziyaret etti. 14 Haziran 1968 cuma günü, Hollanda Sosyal İşler Bakanı olan Rolvink tarafindan kabul edildi. Bugün 92 yaşında ve eşiyle birlikte sergimizi ziyaret etiği için kendisine teşekkür ediyoruz.''



Eski Bakan Ali Naili Erdem ise şu konuşmayı yaptı: ''O yıllarda ekonomimiz hiç iyi gitmiyordu. Özellikle Anadolu'dan Avrupa'ya gitmek isteyen 400 bine yakın işçimiz vardı. Avrupa'nın ise bize verdigi kontenjan sayısı 250 bin idi. Hollanda’ya ilk gittiğimde, o zamanki mevkidaşım ile görüşmemde daha fazla işçi almasını ve bizim işçilere de Hollandalı gibi sigortalı ve uzun vadeli işler vermesini söylemiştim.''



Organizasyonun sorumlusu Şahin Yıldırım ise şunları söyledi:

''Bilindiği gibi, Hollanda-Türk İşgücü Anlaşması bundan tam 55 yıl önce Lahey’de imzalandı. 19 Ağustos 1964’te hayata geçirilen anlaşma ile, ilk dönemde Hollanda’ya yaklaşık 5 bin kişi göç etti. O dönemde memleketlerini arkalarında bırakıp çalışmaya giden Türkler, yıllar içinde burada yeni hayatlar kurdular.

Zamanın’da “Gastarbeider” yani ‘misafir işçi’ olarak adlandırılan birinci nesil için, süre zarfında 'göçmen' , 'etnik azınlık' ve 'yabancı’ gibi terimler kullanıldıysa da, yarım asır sonra bu terimler yerini ‘Nederlandse Turken’, yani ‘Hollandalı Türkler’ kavramına bıraktı. Kısacası zorlukları ve güzellikleri, inişleri ve çıkışları ile Hollanda’da ‘kollektif’ bir tarihimiz oluştu.

Şimdiki nüfusu 500 bini geçen Hollanda’daki Türkler, ülkedeki en büyük azınlık gurubu oluşturduğu gibi, siyasetten kültüre, araştırmadan işverenine kadar her sektörde temsil ediliyorlar.

Peki ama yarım asırda bu süreç nasıl bu aşamaya geldi?

İşçi göçü anlaşması neden yapıldı?

Birinci nesil Türkler Hollanda’da nereler’de çalıştılar?

Birinci nesil ne tür şartlar içinde yaşamlarını idare ediyorlardı?

Pansiyon hayatları nasıldı?

Birinci nesilin Hollandalı komşuları ile geçimleri nasıldı?

Hollandalı’lar 1960 yıllarında Türkler için neler düşünüyorlardı?

Bunun yanında dil sorunları, aile birleşimi, kültür, spor, siyaset ve inanç ile alakalı benzeri konuların hepsini “GURBETTE” fotoğraf sergisinde derledik. 'Gurbette' fotoğraf sergisinde ziyaretciler, fotoğraflar ve hikayeler eşliğinde bu yarım asırlık ‘kollektif’ tarihimizi görme ve okuma fırsatı bulacaklar.

Hollanda'daki kollektif tarihimize sahip çıkmak ve birinci nesile vefa borcumuzu ödemek için, 2009 yılında çalışmalara başladım. Çok uzun soluklu olan bu maraton, 2012 yılında şekil almaya başladı. Kitap, belgesel ve sergi fikri hamlaştıkça güzelleşiyordu. Konuştuğum herkes bu projeyi merak ediyordu. Çünkü, göçün 50'nci yılı çerçevesinde, daha önce hiç böyle bir çalışma yapılmamıştı.

Hollanda’ya göç hikayemizi ’50 jaar, 50 verhalen’ yani ’50 yilda, 50 hikaeye’ kitabi olarak yayınladım. Birinci nesil Türk ve Hollandalı ile bire bir röportajlar yaptım. Bunlardan en öne çıkan ve geçmiş 50 yıla ışık tutacak hikâyeleri seçtim ve kitap haline getirdim.

Sergimiz, 2014 yılında işçi göçünün 50'nci yılı çerçevesinde 50 adet fotoğraftan oluşmaktadır. Bu fotoğrafların 25'i Türkiye'nin farklı illerinden gelerek Hollanda’ya yerleşen birinci nesilden, diğer 25'i ise Hollandalılar'ın (işverenler, komşu, öğretmen, tercüman, iş arkadaşları vs.) fotoğraflarından oluşmaktadır. Sergide bu fotoğrafların yanı sıra, kişilere ait hikayelere, geçmiş döneme ait fotoğraflara ve pasaport, mektup gibi kişisel eşyalara yer verilmektedir.



Hollanda'ya göç hikayemizi, daha önce 'Türkiye Gurbette’ adı altında, Marmara Üniversitesi ile birlikte İstanbul'da gerçekleştirdik. Bugün de sergimiz Ankara'da.

Hollanda Büyükelçisi Marjanne de Kwaasniet ve Eski Çalışma Bakanı, Ali Naili Erdem'in de sergi açılışına katılmaları bizim için onur vericidir.

Tarih boyunca hem ekonomik hem de kültürel bir çok alanda ortak paydası olan iki milletin, 19 ağustos 1964 yılında ilişkileri işçi anlaşmasıyla daha bir ivme kazandığını görüyoruz. NItekim şu anda Hollandalı Türkler'in nüfusu 500 bini aşmış durumda ve siyasetten, işadamına, egitimden, memuruna kadar her alanda temsil edilmektedirler. Bizim de ‘GURBETTE’ fotoğraf sergisi ile amacımız, Hollanda’daki kollektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır. Nitekim, tarihi unutan bir millet yok olmaya mahkumdur. Bugün bu serginin bu kadar ilgi görmesi, iki ülkenin bir birine verdiği değerden kaynaklanıyor.



Gurbette fotoğraf sergimiz 29 haziran 2019 tarihene kadar Zülfü Livaneli Kültür Merkezi'nde sergilenecektir. Tüm tarih, sanat ve kültür sevenleri “GURBETTE” fotoğraf sergesini görmeye davet ediyoruz.

İlgi duyanlar, Hollanda- Türkiye ilişkilerinin geçmiş 55 yılına dair tüm konuları, 3 dilde (Ingilizce, Hollandaca ve Türkçe) 29 haziran tarihine kadar, Zülfü Livaneli Kültür Merkezi'nde ziyaret edebilirler.''

*****

Hollanda'da yabancı evlilikle ilgili olarak ikinci kitap yayınlandı

Şahin Yıldırım öncülüğünde 4 imzadan çıkan kitap:

GRENZELOZE LIEFDES - SINIRSIZ AŞKLAR

İlk kitap 1980'de Yabancı Evlilik - Mijn Man Komt Uit Turkije adıyla İlhan Karaçay tarafından yayınlanmıştı





Hollanda'da karışık evlilik ile ilgili olarak İlhan Karaçay tarafından 1980'de yayınlanan ilk kitapta, yabancı evlilik sayısı 180.670 olarak belirtilmişti. Aradan 39 yıl geçtikten sonra Şahin Yıldırım, Yvette Kopijn, Laura Schalkwijk ve Daniella Tasca tarafından yazılan kitapta, resmi olarak yabancı evlilik sayısının 467 bine çıktığı belirtilmiş. Yabancılarla ilişki içinde olanların sayısı da 650 bin olarak belirtiliyor. Bu sayıların hepsi, Merkezi İstatistik Bürosu'nun verilerine dayanıyor. Demek oluyor ki, Hollanda'da her 6 ilişkiden biri yabancılarladır.

Hollanda Kralı Willem-Alexander ile Arjantin asıllı Maxima'nın evliliği, şüphesiz ki, çok kültürlü Hollanda yaşamında, en ünlü aşk hikayelerinin başında gelir. Kitapta yer alan 24 kişinin en ünlüsü ve ilginci de İlhan Karaçay-Jeanne evliliğidir.

Sayılara bakıldığı zaman, karışık aşk ilişkilerinin geleceği çok parlak görülüyor. Bu da gösteriyor ki, yabancı ilişki içinde olanlar, ayrı kültürlere sahip oldukları halde, karşılıklı anlayış, tolerans ve saygı konusunda, ders verici nitelikte anlaşıyorlar.

İşte bu nedenle, Şahin Yıldırım ve arkadaşları, bu konuyu aydınlatmak için, Türk, Faslı, İtalyan, Yunan, Hindu, Surinamlı, Antilyanlı, Polonyalı, Bulgar, Portekizli, İngiliz, Çinli ve Yeşil Burun Adaları'ndan gelen 24 kişi ile röportaj yaptılar.

Kültür farklılıklarından doğan zorlukların yanında, romantik, dramatik ve eğlenceli hikayelerle dolu bu röportajlarda, en önemli unsurun aşk olduğu ortaya seriliyor.



Bu projenin lideri Şahin Yıldırım şunları söylüyor:

''Bu kitap, iki kültürlü kombinasyonun her zaman kolay olmadığını, ama aşk ile tutkunun, zorlukları aşabilmek için en büyük etken olduğunu ortaya seriyor. Röportajlarda, eşler arasındaki almak ve vermek işlevinin önemli olduğu anlaşılıyor. Biz toplumsal yaşamı kültür bakımından zenginleştirebiliriz. Zorluklara birlikte sırt verdiğimiz zaman her sorunu yok edebiliriz. Politikacılar da bundan ders çıkarmalılar.'



166 sayfalık kitapta yer alan 'Sınırsız aşk' hikayeleri arasında, Türk-Hollandalı ilişkisine örnek olarak, evliliklerini 49 yıldır sürdüren İlhan Karaçay-Jeanne ilişkisi yer almıştır.

39 Yıl önceki kitap

İlhan Karaçay, 1980 yılında yayınladığı 'Yabancı Evlilik' başlıklı kitabındaki önsözde şunları yazmıştı:

Geçmiş yıllarda gerek Hürriyet’te ve gerekse diğer basın organlarında yabancılarla evli Türklere ait röportajları okumuşsunuzdur.

Kısa bir süre önce HÜRRİYET’in yayınladığı “Almanya’dan Bir Yar Gelir Bizlere” adlı seri röportaj bu tip karışık evliliklerin bir örneği idi. Hollanda’daki Türkler'in Hollandalılar ile yaptıkları evliliklerde bir ayrıcalık var. Bu küçük ülkede genç ve güzel kızlar Türk erkeklerini adeta kapışıyor gibiler.



Bunun en büyük nedenlerinden biri, Hollanda halkının Almanlar, Fransızlar ve Amerikalar gibi aşırı milliyetçi olmamaları. İkinci neden de Hollandalı kızların diğer ülkelerin kızlarına kıyasla daha serbest yetişmeleri.

Türkler açısından önemli olan üçüncü neden ise, Hollandalı kızların Türk erkeklerini diğerlerinden daha insancıl, daha yürekli ve de daha yakışıklı bulmalarıdır.

Hollandalılar ile Türkler arasındaki evliliklerin yüzde onu boşanmalar ile sonuçlanmaktadır. İki ayrı kültüre ve iki ayrı geleneğe sahip bu insanların birlikte yaşamaları özellikle ilk yıllarda zor oluyor. Gerçi Hollanda’daki evliliklerin dörtte biri yani yüzde yirmi beşi ayrılmalarla sonuçlanıyor ama bu ayrılıkların nedenleri daha ziyade cinsel ilişkiler ve cinsel serbestîden oluşuyor.

Türkler ile Hollandalılar arasındaki evlilikler ise çoğunlukla kültür ve gelenek anlaşmazlıklarından bozuluyor.

Bir Türkle evli olmanın Hollandalı kadına mutluluk verdiği şeklindeki görüş ve inanış, genç kızlar arasında bir reklam gibi yayılırken bu iki ırk arasındaki birleşmeler de her geçen yıl artıyor.

Ortada bulunan tek engel, gerek Hollandalı’nın gerekse Türk’ün ebeveynlerinden geliyor. Ama iki sevgili arasındaki aşk bağı bu engeli her zaman aşmasını biliyor.

Hollandalılar'ın, nesillerini kuruturcasına yabancılarla evlenmeleri ve bu yabancılar arasında Türkler'in dördüncü sırayı alması bu konuyu derinlemesine deşmemize yetti.

Evlilik müessesesi, karı kocanın içtimai durumlarına göre değişiktir. Türkle Türk’ün, Hollandalı ile Hollandalı’nın evliliğinde de bu durum değişmez.

Biz Türkiye’nin ayrı ayrı yörelerinden Hollanda’ya gelmiş olup, Hollandalılarla evlenmiş insanlarımız arasında bu evlilikleri inceledik.

Karı-koca ayrı branşlardan kimseleri seçtik. Kendileri ile konuştuğum halde sütünlarıma aktaramayacağım çiftler oldu.

Sütunlarımıza aktaracağımız çiftleri saatlerce dinledim. Onların duygularını tam olarak aktarma gücü ne bir gazetecide ne de bir başka uzman kişide bulunur.

Bir insanın duyguları kendi kaleminden en gerçekçi bir şekilde çıkar. İşte ben de bir Hollandalı kız ile evli Türk olarak bu seri röportajın sonunda kendimle yaptığım röportajı yayınlamayı en çıkar yol olarak gördüm.

Acısı tatlısı, mutlusu ve az mutlusu ile Türk-Hollanda karışımı çiftlerimizin öykülerini hep birlikte okumaya başlamadan önce aile sırlarını hiç çekinmeden anlatan çiftlere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimi belirtmek isterim.''

39 Yıl önceki sayılar

SAYILARLA YABANCI EVLİLİK

Türkler’i en çok Hollandalılar seviyor.

Yel değirmeni ve laleler ülkesinin kızları Türk erkeklerini kapışıyorlar.

14 milyon nüfuslu Hollanda’nın 6151 kızı Türk erkeği ile evli 322 Hollandalı erkek de Türk kızını seçti.

Toplam olarak 111 bin 242 Hollandalı kız, 69 bin 428 Hollandalı erkek yabancı ile evli.

Her yıl 10 bin Hollandalı'nın yabancı ile evlenmesinin sürmesi halinde Hollanda nesli kayıplara karışacak.

Ülkede 1 milyonu aşkın melez çocuk var.

Hollanda-Türk melez çocuklarının sayısı 13 bin 744.

Yel değirmenleri, lalesi, peyniri, futbolu ve Johan Cruyff’ı ile dünya ülkelerinin büyük sevgisini kazanmış olan küçücük Hollanda, Türkler’i en çok seven ülke görünümünde.

Nüfus oranına göre, dünyada Türk erkeğini en çok tercih eden kızlar Hollanda’da bulunuyor.

İki milyon Türk’ün yaşadığı, nüfusu 60 milyonu aşan Batı Almanya’da Alman kızları ile vli Türkler'in sayısı 11 bin iken, 100 bin Türk’ün bulunduğu nüfusu 14 milyon olan Hollanda’da Türklerle evli Hollandalı kızların sayısı 6151.

Gerek Türkler'in sayıları ve gerekse Alman ve Hollandalılar'ın nüfusları oranlandırıldığı zaman, Hollandalı kızların Türk erkeklerini tercihi bir dünya rekoru oluyor.

Türk kadınları yönünden durum tam olarak tersi. Hollandalı erkeklerle evli Türk kadınlarının toplam sayısı 322 iken, Bonn evlilik büroları Federal Birliği'nin bildirdiğine göre, her yıl 400 kadar Türk kadını Alman erkeklerle evleniyor.

Buna rağmen gerek Alman ve gerekse Hollandalı erkeklerin yabancı kadınlarla evlenmeleri oranlandırıldığı zaman Türk kadınlarının kendi milletlerinden bir erkeği tercih ettiği anlaşılıyor.

Hollanda’da toplam olarak 111 bin 242 kız 69 bin 428 erkek yabancılarla evli. Evliliklerin çoğu yabancıların kendi ülkelerinde yapılıyor, bunların büyük bir kısmı da Hollanda’ya yerleşiyor.

Her yıl 10 bin kadar Hollandalı, yabancı biriyle evleniyor. Yabancılarla evliliklerin devam etmesi halinde, 100 yıl sonra Hollanda neslinin kayıplara karışacağı hesap ediyor.

Zira eskiden sömürgeci bir ülke olan Hollanda’da bulunan Surinamlı, Endonezyalı ve Antil Adalılar'la yapılan evlilikler de hesaba katıldığı zaman, yarım milyon Hollandalı'nın ayrı ırktan biri olduğu ve bu evliliklerden bir milyonu aşkın melez çocuk doğduğu ortaya çıkıyor.

Hollanda’da bulunan Hollandalı Türk melezlerinin sayısı da artıyor. Bu melezlerin sayısı şu anda 13 bin 744.

Her yıl 500 kadar Türk’ün bir Hollandalı ile evlenmesi ve bu rakamların yıldan yıla artması ile 100 yıl sonra Hollanda’da Türk-Hollandalı karışımı nüfusun 1 milyonu bulması bekleniyor.

Hollanda’da bulunan saf Türklerle, karışık Türkler'in birleşmeleri ile de, yüz yıl sonra Hollanda’da iki milyonluk dev bir Türk toplumu oluşacak.

Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri de hesaba katıldığı zaman, Avrupa’daki Türk nüfusunun 20 milyonu bulması bekleniyor. Yurt dışından yaşadıkları ülkenin yönetiminde söz hakkı olan 20 milyonluk bir Türk toplumu düşünüldüğü zaman da 100 yıl sonraki Türkiye’nin ‘lobi’ gücü şimdiden Avrupalıyı da korkutuyor olmalı.

Hollandalılar ile diğer yabancıların evlilik rakamlarına bakıldığı zaman, Almanların birinci sırayı aldıkları görülür. Hollandalılar sıra ile en çok Alman, İngiliz, Belçikalı, Türk, İtalyan, İspanyol ve Faslılar ile evleniyor. Bu sıralamaya göre Türkler dördüncü sırayı alıyor.

Ancak Türkler'in genel olarak hangi ülkenin insanları ile evlilik yaptıkları oranlandıkları zaman Hollandalılar rekor kırıyor.

Demek oluyor ki Türkleri en çok Hollandalılar seviyor. Yukarıda okuduklarınız, 39 yl önceki tespitlerdi. 39 yıl sonraki duruma baktığımız zaman, 100 yıl sonra neler olacağı şeklindeki tahminlerimin doğruluğu anlaşılacaktır.

*****

İlhan KARAÇAY Yazdı...

DENK PARTİSİ NEDEN SİLİNDİ ?

DENK Partisi'nin, Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki başarısızlığından sonra yazdığım yorumlarımda, 'DENK Partisi'nin neden başarısız olduğunu daha sonra yazacağım' demiştim.

Pek çok okurum ve dostum 'Hani, neden yazmıyorsun' diye sorup duruyorlar.

Yazmak zor değil ama, eleştirilerim nedeniyle, beni en çok kırılacak olan kalpler düşündürüyordu.

Dün, değerli bir fikir adamı ile bir otel lobisinde uzun bir sohbet yaptık. Bu sohbet sırasında DENK Partisi de gündeme geldi. Aramızda konuştuklarımız üzerinde hemfikirdik.

'Yaz artık' dedi bu fikir adamı da...

İşte ben de yazıyorum.



Hatırlarsınız, 15 Mart 2017 seçimlerinden önce, gazetecilikteki tarafsızlık ilkemi bir kenara atmış ve 'Bir defa da olsa DENK Partisi'ne oy verin' başlığı ile yorum yazmıştım.



Bakın ne yazmıştım o yorumumda:



''Hollanda'da 15 martta yapılacak olan genel seçimlerde oy hakkı olan 240 bin Türk asıllı var. Bu seçmenlerin yüzde 60'ının sandıklara gideceğini varsayarsak, 144 bin Türk asıllı seçmen oy kullanacak. Hele hele, bir defalığına da olsa, yığınlar halinde sandığa gitsek ve yüzde 80 civarında oy kullansak, 192 bin oy eder ki, 'yeme de yanında yat' misali olur.

Ben şahsen oldum olası, ayrı bir parti kurup kendimizi soyutlamaktan yana değilim. Ben hep, çeşitli siyasi partiler içinde yer almamızı yeğlemişimdir. Zira, siyasi partiler içinde davamıza destek olacak diğer partidaşlarımız var olacaktır.

Ne var ki, siyasi partiler, Milletvekili, Belediye Meclis Üyesi ve İl Genel Meclisi Üyesi olan Türk asıllılara, bırakın destek olmayı, köstek oldular ve hatta partilerinden attırdılar.

Bunun ilk örneğini 2006 seçimleri öncesinde Ayhan Tonca, Osman Elmacı ve Erdinç Saçan'ın, sözde 'Ermeni soykırımını tanımıyorlar' gerekçesi ile aday listelerinde çıkarılışı sırasında yaşadık.

O zaman çok kızmıştık. Türk kökenli seçmenlerin önemini anlamayan siyasi partilere ders vermek için, az da olsa birlik olmuştuk ve oylarımızı Fatma Koşer Kaya'ya vermiştik. O zamanlar medya, Türk kökenlilerin, verdikleri oylar ile D66 Partisini kurtardıklarını yazmıştı.

İkinci dışlanma örneğini geçen yıl yaşadık. Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher'in, yabancılar politikasına tepki gösterdikleri için, İşçi Partisi'nden atılan Tunahan Kuzu ile Selçuk Öztürk, mecliste kendi gruplarını oluşturdular ve sonra da DENK adında bir parti kurdular.

'Yabancıların umudu' olarak kurulan DENK Partisi'ni daha da güçlendirmek için, diğer yabancı kökenli siyasetçiler ile birleşmeyi amaçlayan Kuzu ve Öztürk, amaçlarına ulaşmışlardı.

Ben şahsen, hâlâ kendimizi soyutlamamaktan yanayım. Çeşitli siyasi partilerin listelerinde bulunan Türk kökenli adaylara oy verilmesini tercih ederim.

Ne var ki, sohbet ve tartışma yaptığım pek çok uzman ile görüşmelerimden sonra, bir defalığına da olsa fikir değiştirdim.

En iyimser şekliyle 192 bin, ortalama şekliyle 142 bin oyumuzu çeşitli adaylar ve partilere böldüğümüz zaman, oylarımızın heba olacağı kesindir.

Bu durumda gerek Hollanda medyası ve gerekse siyasi partiler, oylarımızın değersiz olduğu kanaatini yayacaklardır.

Şimdi, hepimiz oylarımızı bir noktada odaklaştırırsak, oy sayımızı görecek olan medya ve siyasi partiler, bize çok daha değişik bir gözle bakacaklardır.

Bu durumda, diğer aday kardeşlerim beni bağışlasınlar ama, ben şahsen oyumu, çok iyi değerlenmesi için DENK Partisi'ne vereceğim.

Şahsi fikrimi şöyle paylaşabilirim: DENK Partisi bana göre en çok iki sandalye kazanacak konumdadır. Türkler'den, Faslılar'dan ve Surinamlılar'dan gelecek oy sayısı, bence 120-140 bini geçmez. Ama, biz oylarımızıDENK Partisi'ne yığınlar halinde verirsek ve DENK'in oy sayısını 200 binin üzerine ulaştırırsak, 3 veya 4 milletvekili kazandırmış oluruz ki, işte o zaman Hollanda medyası ve siyasi partileri epey sarsılırlar ve korkarlar.

Parlamentoda 3,4 veya 5 sandalyeye sahip olan bir parti, koalisyon ortağı bile olabilir. Hiçbir şey olmasa da, daha sonraki seçimlerde siyasi partiler, Türk kökenlilerin oylarının değerini anlarlar ve aday listelerine daha çok Türk kökenlinin adlarını koyarlar.

Bu nedenle ben DENK Partisi'ne oy vereceğim.

Ya siz ?

Bu yorumumdaki teklifim ile, diğer aday kardeşlerimi üzeceğimi ve hatta kızdıracağımı biliyorum. Ama toplumumuzun yararı için, bu kızgınlığı üstlenme cesaretini göstermek mecburiyetindeyim.

Bu yorumu lütfen bolca paylaşınız.

Hayırlı bir seçim katılımı ve sonucu dileğimle...''

Yukarıdaki yorumum ve pek çok kanaat önderinin tavsiyaleri etkili olmuş ki, o zaman DENK Partisi 216.147 oy almıştı ve DENK Partisi 3 milletvekili çıkarmıştı.

Peki sonra ne oldu?

Üç sandalye kazanan DENK Partisi'nin, Türk asıllı kurmayları Selçuk Öztürk ve Tunahan Kuzu, bu başarıda en çok puanı kendilerine yazdılar. Bu başarıda çok büyük rol oynayan kanaat önderlerini hiç anmadılar ve bir kenara ittiler.

Bana şahesen, bırakın görüşme teklifini, bir teşekkür bile gelmedi. Aynı ilgisizlik, DENK Partisi için yoğun çaba gösteren kanaat önderlerine de gösterildi.

Kaldı ki, kanaat önderlerinin, başarıların devamı için nelerin yapılması gerektiği fikirleri alınmalıydı.

Ama ne yazık ki partinin kurmayları, 'Biz biliriz, biz yaptık ve biz kazandık' inadını sürdürdüler.

Açık yüreklilikle söylüyorum. Tunahan Kuzu, Hollanda parlamentosunda en iyi konuşan ve derdini en iyi anlatan bir milletvekilidir. O'nun her konuşması, rakiplerini çok kızdırdığı gibi, O'nu dinleyen Hollandalılar üzerinde de etki yaptı. Hollanda'daki pek çok yorumcu da, Kuzu'nun iyi bir konuşmacı oldukları yazdılar.

Şimdi gelelim, DENK Partisi'nin neden silindiğine.

DENK kurmayları, partlerine 'Türkler'in partsi' denmesinden korktular.

Daha önce meclise giren Türk asıllı milletvekillerinin, 'Biz Hollanda milletvekiliyiz' diye korkak söylemleri gibi, DENK Partisi de 'Biz Hollanda partisiyiz' deme ihtiyacını duydu.

Kaldı ki, gerek Türk asıllı milletvekilleri ve gerekse DENK Partisi kurmayları, 'Bizim tabanımız Türk asıllı toplumdur, biz onların haklarını savunmakla mükellefiz' diyebilmeliydiler.

Nasıl ki, Groningen'den seçilen bir milletvekili, 'Ben çiftçilerin hakkın savunuyorum' diyorsa, Maastricht'ten seçilen bir milletvekili, 'Ben madencilerin hakkını savunuyorum' diyorsa ve Amsterdam'dan seçilen bir milletvekili, 'Ben eşcinsellerin hakkını savunuyorum' diyorlarsa, Türk kökenlilerden oy alan milletvekilleri de, 'Biz Türk kökenlilerin haklarını savunuyoruz' diyebilmeliler.

Kaldı ki, meclislere seçilen Türk kökenlilerin, Hollanda'da yaşayan Türk kökenliler için önerge verdikleri de çok az görülmüştür.

DENK Partisi de mecliste, Türk kökenliler için, birkaç cılız sesten başka önerge falan vermemiştir.

Bunun farkına varan Türk kökenliler de, son seçimde DENK Partisi'ne oy vermemişlerdir.

Zira, son yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, seçilmesine kesin gözüyle bakılan Ayhan Tonca'ya sadece 60 bin oy verilmiştir.

Daha önce verilen 216. 147 oy nerede, 60 bin oy nerede?

Bu farkın doğmasına bir neden daha var.

Hollandalılar, yanlış bir görüş de olsa, DENK Partisi'ne 'Erdoğan'ın partisi' gözüyle bakıyorlar. Bu görüş yazıldı ve çizildi.

Böyle olunca, Erdoğan karşıtlarının çoğu DENK Partisi'ne oy vermez oldular.

Peki bu durum düzelir mi?

Açık yüreklilikle söyleyeyim:

Bu saatten sonra çok zor.



*****

GAZETEM HÜRRİYET’E HİÇ YAKIŞMADI…

Avrupa'da ırkçılık zirveye çıkarken, Hollanda seçimlerinde ırkçıların tokat yediği haberi doğru değil



Gazetecilik yaşamımda en uzun hizmet ettiğim ve gönülden bağlandığım Hürriyet gazetesi, 25 Mayıs 2019 tarihli baskısının birinci sayfasındaki manşetine ‘Avrupalı ırkçı tokat yedi’ başlığı ile bir haber koymuş.

Brüksel mahreçli ve Güven Özalp imzalı haberin ara başlığı da şöyleydi: ‘Hollanda’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine büyük beklentiye giren İslam karşıtıradikal sağcı Geert Wilders ağır bir yenilgi aldı.’

Wilders için bu ifade çok doğruydu. Ama haberin içeriğinde, ırkçıların yenilgi aldığı ve bu yenilginin diğer Avrupa ülkelerine de yansımasının beklendiği ifade edilmiş.

İşte bu çok yanlış.

Zira, Hollanda’da yapılan son yerel seçimlerde de Wilders eskiye kıyasla daha az oy almıştı ama, Wilders’in rakibi olan yeni bir ırkçı parti olan Demokrasi İçin Forum (FvD partisi oy patlaması yapmıştı. Yani, Wilders’e oy vermiş olanlar, şimdilerde ırkçılık bayrağını eline geçirmiş olan Thierry Baudet’i tercih etmişlerdi.

Hafta içinde Hollanda’da yapılan AP seçimlerinde Wilders’in 4 olan sandalye sayısı 1’e düştü ama, rakibi olan Baudet 3 sandalyeyi kendi hanesine yazdırdı.

Yani ırkçı oylarda bir azalma olmadı.

Baudet, daha genç, daha dinamik ve biraz da daha sempatik olduğu için, Wilders hegamonyasına son vermiş ve ‘Irkçıların lideri’ olmuştur.

İşçi partisinin başarısına gelince:

Bu başarı Timmermans’ın değil, Kati Piri’nin başarısıdır.

Bilndiği gibi, Kati Piri Avrupa Parlamentosu’ndaki Türkiye raportörüdür.

Hollanda’da AP seçimlerine ilk defa katılan DENK Partisi, Ayhan Tonca’yı aday göstermişti. Ayhan Tonca’nın seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Ama daha önce Türkler’den büyük destek gören bu parti bu defa aynı ilgiyi göremedi. Bunda tabii ki parti yöneticilerinin hataları vardı. Ama bunları bir başka yazıda anlatmak için sabır rica ediyorum.

Hollanda’daki Türk seçmenler, genelde İşçi Partisi’ne oy verirler.

Kati Piri, Türkler’in en çok şikayetçi oldukları Bulgaristan’dan geçiş konusunu sıkı bir şekilde ele almıştı. Bulgaristan’a iki defa giden Piri Türkler’in sempatisini kazanmıştı. Hoş, Kati Piri Türkiye raportörü olarak pek çok Türk’e antipatik gelmişti ama, demek ki O’nu sempatik bulanlar çoğunluktaydı.

Sonuç: Avrupa’da ırkçılık azalmıyor. Aksine, iltica sorunları ırkçıların çoğalmasına sebep oluyor.

*****

ÇAĞIMIZA YAKIŞMAYAN GÜMRÜK MANZARALARI...

SURİYELİ'YE 'EHLEN SEHLEN', GURBETÇİYE 'TU KAKA' SORUNU



İpsala gümrük kapısındaki 6 kilometrelik kuyruk



Üç ay kaldığım Mersin'den, güzelliklere doyamadan Hollanda'ya dönmek mecburiyetinde kaldım. Mecburiyet, yurda iki yıllığına soktuğum otomobilimi, geri getirmek zorunluluğundan doğdu. Sürümüne doyamadığım 3500 motor güçlü Chrysler otomobilimi orada bırakmak istemiştim. Tanış olduğum Mersin Gümrük Müdürü, otomobilimi gümrüklü bir depoda bırakabileceğimi söylemişti. Ama otomobili bırakmaya gittiğim zaman, mevzuatın azizliğine uğradım. Zira otomobilimi sadece 3 aylığına depoda bırakabilirmişim. Kaldı ki, ikinci defa giriş yapabilmem için 6 ay yurtdışında kalmam gerekiyor.

Daha önce, 'Suriyeli'ye ehlen sehlen, gurbetçiye tu kaka...' diye yazmıştım.

Suriyeli'ye, Türkiye'de kalış için plaka veren devletimiz, devletimizi dövize boğan biz gurbetçilere bu imkanı tanımıyor. Hoş, eskiden 3 ay olan hakkımızı iki yıla çıkardık ama, bu da bizi tatmin etmiyor. Hele hele emekliliğini yaşayanlar için...

Dilerim, yurdışındaki vatandaşların sorunları ile ilgilenen milletvekillerimiz bu konuyu yeniden irdelerler...

Otomobil ile 30 mayıs cumartesi günü yola çıktım. Malum, Bayram tatilinin ilk günüydü. Türkiye yollarında beklediğim yoğun trafik yoktu. Ne var ki, İstanbul'da Yavuz Sultan Selim köprüsünü geçerken aynı soygunculuk yapıldı ve 'HGS kartınız okunmadı' denilerek 37 TL ektradan para alındı.

Köpüden çıktıktan sonra Edirne oto yoluna bağlanacağımızı zannederken, birden bire Çatalca çıkışından ayrılmak mecburiyetinde kaldım. İşte tam o sırada bizi Edirne oto yoluna bağlayacak olan tek şeritli bir ara yola düştük. Tatilin ilk günü olması nedeniyle, otomobiller bu yola düşmüşlerdi. Tam 4 saatlik bir geçikmeden sonra Edirne oto yoluna girebildik.

Niyetim, Yunanistan'ın İgoumenitza limanından feribot ile İtalya'ya gitmekti.

Normal şartlarda saat 22.00'de İgoumenitza'da olacaktım. Saat 23.00'teki gemi ile İtalya'ya geçecektim. Ama ne yazık ki bu 4 saatlik gecikme planımı bozmuştu.

'Edirne üzerinden Bulgaristan'a mı gireyim, İpsala'dan Yunanistana mı?' diye düşünürken, kalabalığı hesaba katarak İpsala'dan gitmeye karar verdim.

Ege'ye gitmek için Çanakkale yoluna düşen İstanbullular'ın yoğunlaştırdığı trafik nedeniyle, İpsala'ya da geç olaştım.



İpsala gümrüğünde iki sıradan tek sıraya düşen otomobil kuyrugu



İpsala gümrük kapısına 6 kiliomatre kala otomobil kuyruğu başladı.

'Çabuk geçer' diye düşünürken, bir saatte 100 metre, 3 saatte 300 metre ileleyebildik. Bu gidişle sabahı bulacağımıza emin olunca, otomobil kuyruğundan çıkıp geri dönmeye karar verdim. İpsala'da bir otelde kalacak ve sabah erken gümrüğe gelecektim. Otomobil kuruğundan çıktım ve geri döndüm. 500 metre sonra, dönüş için karşı şeride geçtim. Ne göreyim, karşıdan bir otomobil İpsala gümrük kapısına ters yönden gidiyor.

Gazeteciyim ya, merak ettim ve ben de geri döndüm. Bu sefer ben trafik kurallarını ihlal edip ters yönden gitmeye başladım. Ne mutlu ki karşıdan bir tek araç bile gelmiyordu.

İpsala gümrüğünün çıkış kapısından içeri rahatça girdim. kapıda kimse yoktu. Gümrük alanına girince, çıkış yapmak için iki otomobil sırası vardı. Bunlardan birine eklendiğim zaman, önümde sadece 15 otomobil vardı.

Geride kalanların sıra hakını yedim ama, sabaha karşı çıkabileceğim kapıdan yarım saat sonra çıkacak olmanın sevincini yaşayamadım. Zira aklım arkada kalanlarda kalmıştı.

Eeee, ne yaparsın, 'Arayan belasını da bulur mevlasını da' derler ya...

İpala gümrük kapısında işler çok yavaş yürüyordu. Önce pasaporta polisten çıkış mühürü vuruluyordu. Sonra da gümrük memuru çıkış işlemi için pasaportu, aracın ruhsatını, sigorta kağıdını kontrol ediyordu.

Polis gişesinde şef görünümündeki birine şöyle seslendim: 'Bu gecikme neden oluyor? Arkada 6 kilometre kuyruk var.'

Memur ne iş yaptığımı sorduktan sonra gazeteci olduğumu öğrenince cevap verdi: 'Bakar mısınız, her tarafta inşaat var. Sadece iki kapı açabiliyoruz. Yazın lütfen, bu yaz boyunca böyle devam edecek. Hem girişlerde ve hem de çıkışlarda saatlerce bekleme olacak.'

Polis kontrolunda iki şerit olan otomobil kuyruğu, gümrük konrolunda nedense tek şeride düşüyordu.

Gümrük memurunun bulunduğu gişeye gelince şöyle seslendim: 'Bu işlem çok uzun oluyor. Hepimizin otomobilleri bilgisayarda var. Dökümanları tek tek inceleyeceğiniz yerde, bir arkadaşınız sadece plaka numaralarımızı bilgisayardaki memura bildirse iş hemen biter' .

Beni duyan memur duyarlılık gösterdi. Oradaki bir bayan memura, 'Bu işe beyefendiden başlayalım. Plakayı yüksek sesle oku' dedi. Benim plaka numarasını duyan bilgisayar başındaki memur 30 saniye sonra 'Çıkın' dedi. Bu işlem için pasaportumu bile almadan iş bitmiş oldu.

Arkamdakiler de daha çabuk geçiş yapmaya başladılar.

Böylece, haksızlık yaptığım geridekilere yardımım dokunmuş oldu ve hak yeme üzüntüsünden kurtuldum.

Türk gümrüğünden kurtulduk ama bu kez Yunanistan gümrüğünde kuyruk uzundu. Neyse ki orada işler daha çabuk yapılıyordu.

Saat 22.00'de Yunanistan'a giriş yaptım. Saat 00.30'da konaklamak için Kavala'ya girdim ve bir otel bularak geceyi geçirdim.

Sabah uyandığım zaman karar vermekte zorlandım. İtalya'ya geçmek için İgoumenitsa'ya mı gitsem, yoksa, Makedonya (pardon, Yunanlılar'ı memnun etmek için Kuzey Makedonya demem lazım), Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya ve sonra da medeni ülke Avusturya'yı mı takip etsem diye düşündükten sonra ikinci tercihi yaptım.

Yapmaz olaydım. Yukarıda saydığım her ülkenin gümrük kapılarında, giriş ve çıkışlarda saatlerce bekledim. Hadi, Türkiye'de bayram tatili vardı. ama Avrupa'daki bu kalabalık nedendi acaba? Şimdi böyle olursa, yaz tatilinde yola çıkacakların başına neler gelecek.

En güzeli İtalya üzerinden Yunanistan ama, bu güzergahın sonunda İpsala Gümrük kapısı derdi var.

Bu durumda tavsiye debileceğim tek şey var: Uçakla gidiniz ve Türkiye'de otomobil kiralayınız.

Yaşadığımız bilgisayar çağına hiç yakışmayan bu gümrük manzaralarından kurtulmanın tek yolu var. Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, her gümrük kapısının toleranslı bir şekilde kontrolsuz olması. Sorun, otombil ise, bu sorun Hollanda gibi, iç kontrollarda halledilebilir. Hollanda'ya giren yabancı plakalı bir otomobilin, uzun süre ülkeden kalması tespit ediliyor ve işlem başlatılıyor. Her ülke bu sorunu böyle çözebilir.

*****

Guinness Rekorlar Kitabı'na girmesi gereken ilçe

M E R S İ N - M E Z İ T L İ

50 yıl önce bir tek bina yoktu

Şimdi gökdelenler yükselmiş



1960’lı yılların başında, Mersin Özel İdaresi, Mezitli’nin Viranşehir Mevkii’nde, Pompeipolis diye anılan antik kentin üzerine bir restaurant inşa etmiş ve burayı Karaçay kardeşlere 40 yıllığına kiraya vermişti.

Karaçay kardeşler, orta büyüklükte inşa edilen bu restaurantı büyüterek, Türkiye’de ‘gazino’ olarak anılan müzikli bir restaurant haline getirmişlerdir.



O zaman, Mersin şehir merkezine 10 km. mesfede bulunan Mezitli, küçük bir köydür.

O zamanın köy sakinleri için, dans edilip yemek yenilen bir gazino çok lükstür ve hatta geleneklerine göre ‘ayıp’tır. Bu nedenle köy sakinlerinden bazıları, Pompeipolis-Karaçay Gazinosu’na gelen otomobilleri taşlamaktadır.



Karaçaylar’ın ilk ayları, otomobil taşlayanlarla mücadele ile geçmiştir.

Karaçaylar daha sonra kumsal üzerine bir motel inşa etmişler ve daha sonra da yaz günleri 2000 kişinin uğrak yeri olan bir plajı işletmeye açmışlar. Öyle ki, Belediye otobüsleri Mersin’den Viranşehir’e gün boyu yolcu taşımışlar. Plaja gelenlerin kimi yüzüyor, kimi de mangal yakıyordu.

1960’lı yıllarda, Mezitli’de bir tek apartman dahi yoktu. İlk apartman 1973 yılında Niyazi ve Vefa Develi kardeşlerin narenciye bahçesinin ortasına dikilmiştir. Daha sonra bu apartmana ilaveler yapılmış ve Soli Tesisleri olarak, Türkiye’de ilk ‘yüzme havuzlu site’ modası yara



Soli Tesisleri bugün 11 yüzme havuzu ve 2 bin daire ile Türkiye’nin hem ilk ve hem de en büyük sitelerinden biridir.

Viranşehir’de kurulan ilk apartman ‘Doktorlar Sitesi’dir. Daha sonra İçişleri Bakanlığı Tesisleri ve diğerleri inşa edilmiştir. Ve artık Mezitli’nin bahçeleri apartman yığınları ile dolmaya başlamıştır.

50 YIL SONRA

50 yıl sonra Mezitli yolundaki o tabela yoktu ama, 'Mezitli Belediyesi' yazılı olan tabelanın önünde çektirdiğim fotoğrafta ise, göğe yükselen binalar görünüyor.



Bugün, Mezitli de dahil olmak üzere, Mersin-Silifke arasında tam 500 bin dairelik konutlar inşa edilmiştir. Liparis ve Quinaba gibi süper lüks sitelerin bulunduğu Mersin-Silifke arasında, Türkiye’nin dört bir yanından gelenler birer daire satın almışlardır. Daire satın alanlar arasında 5 bin yabancı uyruklu da vardır. Yabancı uyruklu olanların çoğu Belçikalı, Hollandalı, Rus ve İskandinav'dır. Yakın bir gelecekte Mersin onbinlerce yabancı uyruklunun yaşadığı bir kent olacaktır.

Yaz aylarında,Mersin-Silifke arasındaki alış-veriş merkezleri önündeki otomobiller içinde 33 numaralı Mersin plakasına rastlamak zordur. Bu plakaların çoğu, Adana. Gaziantep, Kayseri, Sivas, Kahramanmaraş, Malatya, Urfa, Diyarbakır, Konya, Ankara ve İstanbul’a aittir.

BELEDİYE BAŞKANI NEŞET TAHRAN

Mezitli'nin, Guinness Rekorlar Kitabı'na girecek kadar hızla gelişmesinde, Belediye Başkanları'nın etkileri de çok önemli. Daha önce Uğur Yıldırım, sonra da Neşet Tarhan, Mezitli'nin sosyal ve kültürel yaşamına da renk katmışlardır.



Benim şahsen görüşüp sohbet ettiğim ve on gün sonra da Hollanda'da ağırlayacağım Neşet Tarhan'ı, isterseniz Mersinli yazar Ahmet Akın'ın kaleminden okuyalım:

Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan 62 bin 504 oyla başkanlığa bir kez daha seçildi. 2014 seçiminde 42 bin 141 olan oyunu 62 bin 504 oya çıkararak önemli bir başarıya imza attı. Tarhan, 5 yıllık döneminde başarılı işlere imza atarak belediye başkanlığında adeta bir marka haline geldi. Mezitlililer de, hizmetlerinin karşılığını oy olarak sandıklara yansıttı.



Neşet Tarhan’dan bahsederken eşi Sembol Hanımdan bahsetmeden geçmek olmaz. İyimser ve hoşgörülü tavrı, gülen yüzüyle her eve girdi. Mezitli’nin ve çocukların geleceği için oy istedi. Adeta bir lokomotif görevi üstlendi. Hani derler ya, “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır”, işte Sembol Hanım o kadınlardan birisi.

Neşet Tarhan çok sayıda yeni projeler sundu. Ama, benim en çok tuttuğum “Mezitli’yi kültür ve sanatın merkezi yapacağız” sözleri oldu. Gerçekten, 60’lı, 70’li yıllarda kültür ve sanatta, eğitim ve sporda, ticaret ve tarımda Türkiye’ye önder olan Mersin’in eski güzel günlerine kavuşması her Mersinli'nin büyük bir özlemi.

“3-6 yaş okul öncesi eğitim faaliyetlerini yürütecek en az 5 okul” projesi ile, “0-3-36 ay çocuklar için çocuk bakım merkezleri” projesi, Mezitli’nin yüz akı olacaktır. Okul öncesi eğitim süresince çocuklar ilköğretime hazırlanırken, paylaşmayı, dayanışmayı, sosyalleşmeyi ve birlikte çalışmayı öğrenirler. Okul öncesi eğitimin amacı çocuklarda öğrenmeye ilgi uyandırmak ve çocuğun varolan yeteneklerini görünür kılmaktır. 0-6 yaş grubunda, gelişim düzeyinde okul öncesi eğitimi almış çocukların, düzeyleri daha yüksektir ve okuma yazmaya daha hızlı geçmektedirler. Çocuklarımızın Şikago’da yaşamaları nedeni ile yanlarına gidip geliyoruz. Gördüğüm ve hayran olduğum okul öncesi eğitim sistemi Şikago’ya bağlı 146 bin nüfuslu Naperville ilçesinde. Yazarak anlatmak çok zor. Gidip yaşamak ve görmek gerekiyor.

Öğrenci Yurdu, Çocuklar İçin Eğitim Projeleri, Yaşayan Laboratuvar, Heykel Tasarım Akademisi ve Müzesi, Sanat Merkezi ve Sosyal Tesis, Mezitli Belediye Tiyatrosu, Sanat Sokağı, Gezici Tiyatro-Sinema-Kütüphane Hizmetleri, Ücretsiz Kültür Gezileri, Sivil Toplum Kuruluşları ve Basın Merkezi, Engelsiz Plajı, Geçici Hayvan Bakımevi, Endemik Türler Tanıtım Merkezi, Tece’de Deniz Kenarında 76 Dekarlık Yeşil Alan ve Spor Tesisi, Kapalı Yüzme Havuzu ve Kapalı Spor Merkezi, Fındıkpınarı Yaylasında Gençlik Kampı, Kapalı Şişme Oyun Parkı, Kent Laboratuvarı, Mutlu Yaşam Merkezi, Mezitli Deresi Kenarı Çevre Düzenlemesi diğer projeleri.

*****

3 Türk, oto yedek parça dalında Hollanda'yı ele geçirdi

Hollanda'nın 7 bölgesindeki şubeler ile, binlerce oto tamircisine yedek parça servisi yapılıyor

İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Hollanda'da başarılara imza atmış pek çok Türk'ten söz etmişizdir.

Kimine 'Tereciye tere satan Türk' dedik, kimine de 'Hiç deniz görmediler ama balıkçı kralı oldular', dedik.

Türkler'in başarıları sadece iş dünyası ile sınırlı değil tabii. Yüksek eğitim yapıp, devlette ve holdinglerde önemli postları ele geçirmiş Türkler ile, siyasete girip milletvekili ve meclis üyesi olan Türkler'in sayıları da çok yüksek.



Geçen hafta, gelen bir açılış daveti nedeniyle, bir grup Türk'ün oto yedek parça dalında çok büyük bir başarıya imza atmış olduklarını öğrendim. Amersfoort şehrindeki bu açılış, STAR OTO YEDEK PARÇALARI'na aitti.

Üçü de Kayserili olan Mustafa Kaya ve ikisi de Ali Kaya olarak aynı adı taşıyan kafadarlar, 1993 yılında birlikte çalışmaya karar vermişler.

Almanya'da bir süre çalıştıktan sonra Amsterdam'a göç eden ve daha sonra Schiphol Havalimanı'nda çalışan Mustafa Kaya, Yüksek Makina Mühendisi olan hemşehrisi Ali Kaya (Senior) ve bir firmada muhasebe sorumlusu olan Ali Kaya (junior)) ile oto yedek parça işi için bir şirket kurdular.

İşlerin iyi gitmesi üzerine şube sayısını artırmaya karar veren üçlü, bugün Hollanda'da tam 7 şube ile hizmet veriyorlar. Binlerce oto tamircisine en kısa sürede parça yetiştiren STAR, Amersfoort'taki şubeyi yeni bir yerde daha da büyüterek açılışını yaptı.



Üç ortak ve şirketin Genel Koordinatörlüğü'nü yapan Veli Tongel, Hollanda'nın dört bir yanından gelen oto tamircilerinin katıldığı açılış töreninde, Türk mufağının en leziz yemeklerini sundular.

Şirketleri hakkında bilgi veren Veli Tongel şunları anlattı:''Star Oto Yedek Parcaları adlı şirketimiz, 1993 yılından bu yana başarılı bir şekilde toptancılar ve müşteriler arasında önemli bir rol oynamaktadır. Başlangıçta tek bir şube olarak piyasaya giren Star, günümüzde yedi büyük şubesiyle, Amsterdam'daki üç şubemiz ile, Arnhem, Haarlem, Utrecht ve Amersfoort şehirlerinde müşterilerine hizmet vermektedir. Otomotiv alanında oldukça geniş ve zengin yedek parçalarıyla tüm müşterilerimize seri hizmet yapıyoruz.''

Veli Tongel, ileriye dönük planlar hakkında da şunları söyledi:

''Star, çeşitli alanlarda verimliliği ve rekabet imkanlarını artırmak için yenilikçi düşüncelere açık ve destekleyici tutum izlemektedir. Bilişim dünyasını yakından takip eden uzmanlarıyla şirketimizin tüm birimlerinde çağın gereklerine uygun, bilgisayar programlarını başarıyla adapte etmiştir. Müşterilerine yönelik reklam tanıtımları ve ürünlerinde kaliteye ve fiyat indirimlerine dikkat ederek piyasaya uygun dengeleri bulmaya calışıyoruz. Önümüzdeki süreçte yatırım stratejimize uygun olarak, şube sayımızı 10'a çıkarmayı hedeflemekteyiz.''

*****

32-41 DERECE İLE KAVRULAN HOLLANDA'NIN EN SERİN YERİNİ BULDUK

Deniz ortasındaki sıcaklık 23 dereceydi



Hollanda, içinde bulunduğumuz hafta kavurucu sıcakların yaşandığı yer oldu. Öyle ki, sıcaklığın 37, bazı yerlerde de 41 dereceye yükseldiği ülkede, yaşlılar, çocuklar ve hastalar için uyarıcı bildiriler yayınlanıyor ve önlemler alınıyor.



Hollanda'da sıcaklığın 32 derece olduğu gün, Lelystad ile Enkhuisen'i birbirine bağlayan

25 kilometrelik deniz yolunu seçtik. Yolun ortasında özel olarak yapılmış yarmadadaki restauranta gittik ve 23 derece serinlikte balık çorbası içtik.

Sıcak günlerde tavsiye ederim...