İlhan KARAÇAY'dan ŞUBAT 2019 BÜLTENİ - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan ŞUBAT 2019 BÜLTENİ
Tarih: 11.02.2019 > Kaç kez okundu? 1307

Paylaş


1- İlticacıların, sorunlarını sığındıkları ülkeye taşımamaları isteniyor.

2- Hollanda'daki yaygaracılar derslerini aldılar.

3- Suriyeli'ye verilen otomobil plakası, gurbetçiye neden verilmiyor?

4- Ermeniler, Hollanda'nın başına bela oldular!

5- BEYAZ KELEBEKLER'İN ÜÇÜNÜ 49 YIL ÖNCE KAYBETMİŞTİK 'Sen gidince Bak neler Oldu' şarkısı ile yurtdışında büyük üne kavuşan Beyaz Kelebekler'in Hollanda öyküsü.

6- Hollanda'nın İstanbul elçiliğindeki büyük aşkın adı: Beyazgül

7- Mudurnu evlerinin ahı tuttu... Hollanda gazetesine iki sayfa konu oldu.

8- Bülent Türker'e TÜRKSAV'dan ödül.

9- Murat Gedik'ten tarihi çağrı! “Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı Hollanda’ya taşımayalım”

10- İlhan Karaçay soruyor:“Utrecht Turizm Fuarı gecekondu fuarı gibi” diyen Prof. Dr. Faruk Şen ne yapmak istiyor?

11-Yavuz Nufel ‘Göç anı ve şiirleri’ ile büyüledi...

12- Torunoğulları ailesi,Tencere-Tabak,Turizm-Konaklama ve İnşaat-Devremülk'ten sonra Gastronomi'ye de el attı.

13- Şimdi de kafayı Başkonsolosluğumuza taktılar... İki siyasi parti, Rotterdam Başkonsolosluğumuzun kapatılmasını istiyor. Gerekçe:''Kürt kökenli bir Türk'e dayak ve biber gazı sıkma''

14- Funda Gül Özcan, Hollanda Güzel Sanatlar Yarışması'nda finale kaldı.

15- İslam düşmanı siyasetçinin, Müslüman oluşunu bir de benden okuyun...

16- Hollanda medyası: ''Türkler yasağa rağmen pofur pofur sigara içiyor''

17- Hollanda'da 2019'da hayatımızda neler değişecek.

18- Bulgar komşunun çorba parası sıkı takipte...

19- Corendon'dan Hollanda'yı sarsan bir atraksiyon daha...

20- Hollanda parlamentosu, geri kalmış ülkeler statüsüne giriyor...

*****

İlhan KARAÇAY yazdı:



İlticacıların, sorunlarını sığındıkları ülkeye taşımamaları isteniyor



Canlanan yeni görüş şöyle: İlticacı, ülkesinden siyasi nedenlerle kaçmıştır. Sığındığı ülkeye, 'Ben size sığınıyorum, sizin norm ve değerlerinize göre yaşamayı kabul ediyorum' diye söz veren biri, sözünde durmalıdır ve sığındığı ülkede kargaşa yaratmamalıdır



Hepimizin bildiği gibi, yaşadığı üldedeki gelişmelerden endişe duyup bir başka ülkeye iltica etmek isteyenlere 'sığınmacı' deniliyor. Ülkeler, sığınma nedeninin ekonomik olmaması üzerinde hassasiyetle duruyorlar. Sığınma nedeninin illaki siyasi olması gerektiğine önem veren ülkeler, talepleri kabul edilenlere yeni şartlar getirecekler.

Şöyle ki, konuyla ilgili olarak Avrupa Birliği'ne sunulan raporlarda, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde meydana gelen kargaşaların en büyük nedeninin, ilticacılardan kaynaklandığı belirtiliyor.

Raporlarda şu görüşler yer alıyor: '' İlticacı, ülkesinden siyasi nedenlerle kaçmıştır. Sığındığı ülkeye, 'Ben size sığınıyorum, sizin norm ve değerlerinize göre yaşamayı kabul ediyorum' diye söz veren biri, sözünde durmalıdır ve sığındığı ülkede kargaşa yaratmamalıdır. Bu durumda, geldiği ülkede, demokratik mücadele ve siyasi mücadele gibi, adı ne olursa olsun, konular yüzünden bir başka ülkeye sığınan kişi, geldiği ülkedeki kargaşayı, sığındığı ülkeye taşımamalıdır. Kargaşayı sığındığı ülkede devam ettirenlerin durumu yeniden gözden geçirilmelidir.''

Sığınmacılar hakkında böylesi ciddi eleştiriler arasında, esprili eleştiriler de var. Örneğin, Hollanda'nın Gouda Belediye Meclisi'nde , Hıristiyan Birlik Partisi'nin Grup Başkanı olan Theo Krins, meclise şöyle bir önerge veriyor:

'' Pek çok İslam ülkesinde, kadınlara bakış açısı, bizimkinden çok farklı. Örneğin, İslamlara göre evlenilecek olan kadının 'bakire' olması lazım. Ama biz buna pek önem vermeyiz. Buraya sığınan ilticacılar bu kültürü de beraberinde getiriyorlar. Buraya sığınanlar, Hollanda'nın demokratik bir hukuk devleti olduğunu, kadınlara, eşcinsellere, Yahudiler'e ve Hıristiyanlar'a saygı duymalılar.

Hollanda'ya sığınanlar, kendi kültürleri ve dinleri ne olursa olsun, hukuk devletimizin normlarını kabul etmeliler. Bu konularda toleranslı olmayanlar ve tedhişi seçenlerin ülkemizde yeri yoktur.''

Öte yandan, Hollanda medyasında yer alan yorumların çoğunda sığınmacı konusu yer alıyor.

Yorumların hemen hemen tamamında, sığınmacıların, kendi ülkelerindeki sorunları, sığındıkları ülkeye taşımaması gerektiği üzerinde duruluyor.

Tabii ki bu görüşe karşı olanlar da var. Özellikle pek çok geri kalmış ülkede, insanların ezildiğini öne sürenler, bu eziklikten kurtulmak için demokratik karşı koyma özgürlüğüne de önem verilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Bu mücadeleyi, ülkelerindeki diktatoryal rejimler içinde yapamayanların, sığındıkları ülkelerde aynı mücadeleyi sürdürmelerinin de bir hak olduğunu, aksi takdirde dünyadaki baskı rejimlerinden kurtulunamayacağını öne süren karşıt görüştekiler, ''Olumsuz gelişmelere göz yumamayız ve kulak tıkayamayız'' diyorlar.

İşte, Avrupa'da şimdi bu iki görüş çatışıyor.

Sizlerin bu görüşlerden hangisine katılıp kaytılmayacağını bilemiyorum ama, bana göre diktatoryal rejimlere karşı sessiz kalınmaması gerektiği gibi, sorunların da başka ülkelere taşınmaması gerektiği de bir gerçek olmalıdır.

Bakalım bu sorun, özellikle Avrupa Birliği içinde nasıl ele alınacak ve nasıl sonlanacak?

*****

Hollanda'daki yaygaracılar derslerini aldılar

Kendi antidemokratik tutumlarını görmezden gelenler, peşin hükümlü davrandıkları Ans Boersma olayında şiştiler...

İlhan KARAÇAY yazdı:

Gazeteci Ans Boersma'nın Türkiye'den sınır dışı edildiği haberi duyulur duyulmaz, Hollanda medyası ve politikacıları, peşin hükümlü yorumlarını dizmeye başlamışlardı.

Öyle ya, Türkiye'de basın özgürlüğü yoktu ya, her şey korkunçtu ya, Türkiye bir diktatör tarafından yönetiliyordu ya...

Böyle olunca da, Ans Boersma'nın sınır dışı edilişi de korkunçtu, bir diktatör tarafından yönetilen ülkede basın özgürlüğü de yoktu tabii.

Konuyla ilgi Türkiye'den bir açıklama gelmeden önce, parlamento adeta ayağa kalktı. Boersma'nın çalıştığı gazeteden açıklamalar yapıldı. Hollanda Gazeteciler cemiyeti de tepki verenlere katıldı.

Hepsi de aynı şeyleri söylüyorlardı: Türkiye'yi boykot edin, Türkiye'den hesap sorun, Lahey Büyükelçisini hizaya çekin...

Ama bu kez kazın ayağı öyle olmadı.

Halk deyimi ile Hollandalılar'ın 'gözü şişti.'

Zira, savunmaya kalkıştıkları gazeteci bayanın, aşkı uğruna belgelerde sahteciik yapacak kadar aşağılık işlere bulaşmış olduğu resmen anlaşıldı.

Bunun üzerine ağızlar değişti. Bu defa, 'Vay efendim, Hollanda polisi Türkiye'ye nasıl bilgi verirmiş' gibi saçmalıklar söylenmeye başlandı.

Hollanda'nın yaygaracı kesimi, kendi ülkelerindeki antidemokratikliği görmezden gelirler. Geçmişte yaşananları yazmaya kalkışırsam kitaplara sığmaz.

Bunun için sadece birkaç örnek yeter.

Birinci Örnek, arkadaşımız Fatih Özyar'ın başına gelenler.

Ondan sonra da benim 16 Eylül 2016'da yazdığım bir yorum var. Bunları okursak, Hollanda'daki antidemokratikliği öğrenmiş oluruz.



Fatih Özyar

Hollanda’da basın özgürlüğüne kelepçe

Basın özgürlüğü konusunda Türkiye'ye ders vermeye çalışan Hollanda, büyük bir skandala imza atarak sadece haber takibi yapan aHaber muhabirinin ellerine kelepçe takarak, 15 saat boyunca gözaltında tuttu. Avrupa'nın basın özgürlüğü konusundaki çifte standardı bir kez daha ortaya çıktı. Hollanda'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine sosyal medyada yapmış oldukları paylaşımlar nedeniyle gözaltına alınan Türk gençlerini kayıt altına alan aHaber muhabiri Fatih Özyar, polis tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden hukuksuz bir şekilde gözaltına alındı. Özyar'ın gazeteci olduğunu söylemesine ve basın kartını göstermesine rağmen gözaltına alınması büyük tepki topladı. Skandal gözaltı kararının ardından ellerine kelepçe takılan Fatih Özyar, yaşadığı hukuksuzluğu aHaber canlı yayınında anlattı: "Sadece haber takibi yaptığım için Hollanda polisinin hedefi oldum. Basın kartım olduğunu belirtmeme rağmen, polis bana buranın Hollanda olduğunu söyledi." Özyar, ellerine kelepçe vurulduğunu söylerken 15 saat gözaltında tutulduğunu da kaydetti.



‘HOLLANDA’DA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YOK’

16 Eylül 2016

İlhan KARAÇAY yazdı:

Bazı facebook arkadaşlarım, gazeteci meslektaşım Fatih Özyar’ın tutuklanmasından sonra kendi görüşlerini yazıyorlar.

Bunların arasında, tutuklamaya göbek atarcasına sevinmiş ifadeler var.

Bazıları da, Hollanda’da insan haklarının kısıtlı olduğunu ifade edenler ile dalga geçiyorlar.

‘Hadi canım sen de, Hollanda’da insan hakları kısıtlı demek saçmalıktır’ anlamında laflar ediyorlar.

Hem de Hollandaca olarak.

Hollanda’da insan haklarının bazı durumlarda nasıl da çiğnendiğini benden daha iyi bilen ve yaşayan yoktur sanırım. Bunun için 10 yıl öncesinde, ‘Hollanda’da bir tek demokrat bile yok’ iddiasında bulunmuştum.

Hollanda, bazı durumlarda tam bir ‘Polis Devleti’ haline dönüşüyor. İşte o sırada ne insan hakkı ve ne de basın özgürlüğü diye bir kavram tanınmıyor.

Basın özgürsüzlüğü’nden en ağır cezayı alan bir Türk-Hollandalı gazeteci olarak kesinlikle belirteyim ki, Hollanda’da siyaset yapanlar ve haliyle ülke yönetiminde etkili olanlar ile medya mensupları, ‘Derin Devlet’ endişesi içinde hareket ediyorlar. Bu Derin Devlet etkisi öylesine güçlü ki, en demokrat geçinen siyasetçi dahi sözlerine ve hareketlerine dikkat etmek durumunda kalıyorlar.

Örneğin, Hollanda’da Kraliyet ailesi hakkında bir eleştiri yapmaya kimse cesaret edemiyor.

Kendilerine ‘Cumhuriyetçiler’ diyen bir grup, hiçbir zaman etkili bir eylemde bulunamıyor. Bu Cumhuriyetçiler, Krallık yerine Cumhuriyetin gelmesini istiyorlar. Ama en solcu siyasetçi bile bunu hiçbir zaman gündeme getiremiyor.

Ne acıdır ki, sevelim veya sevmeyelim, Türkiye’mizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a en ağır hakaretleri yapan gazetecileri savunan ve övgüyle söz eden siyasetçiler ve medya, Kral Willem Alexander aleyhine bir çift söz eden bir Türk’ün tutuklanmasına ve 30 gün hüküm giymesine hiç ses çıkarmadılar.

Şahsen ben de basın özgürsüzlüğü kurbanı oldum.

20 yıl önce Alanya’da, Hollandalı kızları minibüslerine alıp gezmeye götüren ve daha sonra bu kızlara cinsel tacizde bulunduktan sonra birini öldüren lanet olası herifler hakkında bir yorum-haber yazmıştım.

O zaman yönettiğim DÜNYA Gazetesi’nde Türkçe ve Hollandaca olarak yayınlanan bu yorum-haber, Hollanda medyasında da çarpıtılarak yayınlandıktan sonra başıma gelmeyen kalmadı.

Ben yorum-haberimde, cinayeti işleyenlere lanetler yağdırmıştım. Bu ara, Hollandalı kızlara bazı tavsiyelerde bulunmuştum. ‘Türkiye bir İskandinav ülkesi değil’ demiştim. Türkiye gibi ülkelerde giyim kuşamınıza dikkat edin, yarı çıplak vaziyette dolaşmayın, hareketlerinize dikkat edin’ demiştim. Bir ajans muhabiri beni aradı ve mülakat yaptı. Düşüncelerimi açık bir şekilde ifade ettim. Cinayeti yapanları tekrar lanetledim.

Ama sonra ne oldu biliyor musunuz?

Tam 28 gazeteye servis yapan bu ajansın haber başlığı şöyleydi: ‘Türk gazeteci Karaçay, Alanya olayının suçlusu kızlardır’ dedi.

Böyle bir haberden sonra Hollanda’da yer yerinden oynadı tabii. Gazetelere ve haber portallarına gönderilen okuyucu mektupları içinde, ‘Kovun bu Müslüman köpeği’ diyenler ve ‘Vurun bu kahpe Türk’ü’ diyenler vardı.

Ortalık kabarınca kızların aileleri hakkımda suç duyurusunda bulundular.

Yargılandım.

Savunmamı yapan avukat, basın özgürlüğünden, fikir özgürlüğünden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından söz etti ama nafile. Medyanın etkisinde kalan hakimler, kızların ailelerine verilmek üzere, bana 18 bin eoru ceza kestiler.

Temyiz mahkemesine bizzat ben de katıldım. Salonda bulunan ailelere hitaben yaptığım konuşmada, yazdığım uzun yorum-haberin dikkatle okunmasını istedim. Yazımın hiçbir yerinde ‘Kabahat kızlarda’ diye bir ifade olmadığını söyledim. Hatta, aynı haberi aynı başlıkla yayınlayan Utrecht gazetesi başyazarının, ertesi günkü yorumunu gösterdim. Başyazar, ‘Karaçay’ın haberinde böyle bir ifade yok. Biz de haberi yanlış bir başlıkla verdik.’ diye yazmıştı. Mahkeme bunu bile görmezden gelmişti.

Kızların ailelerinden özür diledim. Ama nafile, 18 bin euroyu kuzu gibi ödemek mecburiyetinde kaldım.

İşte bu da Hollanda adaleti.

Şimdi, hiç kimse kalkıp bana, ‘Maval okuyorsun, Hollanda’da fikir özgürlüğü de var, insan hakları da…’ demesin.

Bunun aksini daha bir yığın örnekle ortaya koyabilecek deneyimlerim var.

*****

İlhan KARAÇAY yazdı:

Gurbetçi'ye 'Tu Kaka', Suriyeli'ye 'Ehlen sehlen'

TÜRKİYE'Yİ DÖVİZE BOĞAN GURBETÇİYE GEÇİCİ PLAKA VERİLMEZKEN, SURİYELİ SIĞINMACIYA PLAKA VERİLİYOR



MAKÛS TALİH NE ZAMAN DEĞİŞECEK?



1960'lı yılların başında çıkmıştı gurbet yoluna binlerce, onbinlerce Anadolulu...

Önceleri kendi rizikoları ile yola çıkmışlardı. Daha sonra 'Devlet Baba'nın kontrolu altında...

Yani 'Devlet Baba''nın ülkeler ile yaptığı görüşmeler sonunda hazırlanan mukaveleler, gurbeçiler için 'garanti' olmuştu...

Mukaveleler yürürlükteydi ama, mukavele kurallarını yerine getirmeyen Avrupalı işverenler, kural, mural dinlemiyorlardı.

O zamanlar Türk konsoloslukları bu iş anlaşmazlıklarına karışmıyorlar ve sadece pasaport işlemleri yapıyorlardı.

Gurbetçinin her türlü sorunu ile sadece biz gazeteciler ilgileniyorduk.

40 derece ateşli hastalıkla evinden işe gönderilen Türkler'in haklarını, sadece gazetemize yazarak değil, başta işverenin müdürü olmak üzere çeşitli mercilere telefon ederek ve yerel medyaya bildirerek savunuyor ve ortalığı karıştırıyorduk.

8-10 kişiyi bir yatak odasına sığdıran işverenin, mukaveleyi ihlal ettiğni biz ortaya çıkarıyorduk. Yerli işçiye yüksek maaş, yabancı işçiye düşük maaş verenlerin foyasını biz çıkarıyorduk ortaya...

Sonra aile birleşimi başladı. İskan sorunu başladı. Çocukların eğitim sorunu çıktı ortaya. Bayramlarda bile namaz kılınacak yerleri yoktu. Camiler kurulana kadar mücadele ettik gurbetçi için.

Yıllar ilerledikçe, gurbetçiden memlekete döviz akmaya başladı.

Bu kez politikacılar çıktı meydana. Avrupa'ya gelmeye başlayan politikacılar, sözüm ona dert dinliyor ve not alıyorlardı. Notları nereye yazıyorlardı biliyor musunuz? Mübalaasız, ceplerinden çıkardıkları sigara paketlerine yazıyorlardı. Yani sigara bitince paket de sorunlar da çöpe gidiyordu.

Daha sonraki yıllarda ataşelikler açılmaya başlandı. Çalışma Ataşesi, Eğitim Ataşesi, Din İşleri Ataşesi gibi...

Daha daha sonra da Müşavirler geldi.

Yurttaşlar Müşavirliklere ve Ataşeliklere dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı ama anlayan yoktu. Görev yine biz gazetecilere düşüyordu. Biz de yazıyorduk ve ortalığı karıştırarak çözüm bulmaya çalışıyorduk.

OTOMOBİL DERDİ

Yurttaşların binbir türlü derdi vardı. Bu dertlerden biri, yurda triptik ile otomobil girişi yapmaktı. Başta Turgut Torunoğulları olmak üzere, STK temsilcileri ile hep birlikte mücadele ettik ve sonunda yabancı plakayla iki yıl kalma hakkını elde ettik. Buna çok sevinmiştik.

Ne var ki, otomobillerini geride bırakan yurttaşlar her defasında mutlaka Gümrük Müdürlüğü'ne gitmek mecburiyetinde kalıyor ve bir taahhütname veriyor.Öncelikle bu işlemin kalkması gerekiyor. Taahhütnameyi bir defa verip, sürekli geçerli kalmasını sağlamak varken, neden her defasında Gümrük Müdürülüğü'ne gitme zahmeti veriliyor?

OTOMOBİLE PLAKA

Bize göre, yukarıdaki işlemler de artık tarihe karışmalı Suriyeliler'e geçici plaka verildiği gibi, yurtdışındaki biz yurttaşlara neden plaka verilmiyor? Suriyeliler'in ödedikleri 205.03 TL'yi biz de ödeyelim ve bize de geçici plaka verilsin ki, iki yıllık zahmetten ve her defasında taahhütname vermekten kurtulalım.

İnsanlara bazı haklar tanınınca, 'Onlara var da bize neden yok' derken, ırkçı bir tavır takınmıyoruz. Ama, onyıllardır anavatanı dövize boğan gurbetçiye, Türkiye'ye sokmak istedikleri otomobillere geçici Türk plakası verilmezken, ''Türkiye'ye hiçbir kazanç sağlamayan Suriyeli'ye neden böyle bir hak tanınıyor da bize tanınmıyor?'' diyenlere ne cevap verilir?

Gurbetçilerimizin bu makûs talihi ne zaman değişecek?

Bekleyeceğiz ve göreceğiz.



Reaksiyonlar:

Bu yazıyı Bülten'de yayınlamadan önce facebook'ta yayınladım.

Facebook'a gelen reaksiyonlardan bazıları şunlar oldu:



Ali Tiryaki:Siyasi Danışmanlık yapmakta olan Ali Tiryaki, konuyla ilgili olarak Ankara'ya bir dilekçe ile başvuracağını belirtti ve özet olarak şunları yazdı: Yurtdışında yaşamakta olan Türk toplumunun ihtıyaçlarının karşılanması ve sorunlarının çözülmesi, hükümetin başlıca görevlerinden biri olmalıdır. Araçlarımızın Türkiye'de sadece iki yıl kalabilmesi gülünçtür. Bu hak daha da geliştirilmelidir. Zira, şimdilerde sadece işçi olarak değil, akademisyen, bilim adamı, doktor, mühendis, avukat, gazeteci, sanatçı, politikacı, sporcu ve gazeteci olarak Türkiye'ye para yağdıran insanlara hak ettiklerini vermek lazımdır.

Arif Demir: Gurbetçilerin bir kısmı Türkiye'de araç aldı. Aracı bir kaç ay kullanıyorlar. Ama buna rağmen tüm yılın vergisini ödüyorlar. Bu da bir haksızlık değil mi?

Fahri Işık: Sevgili kardeşim Karaçay, harika bir konuya temas etmişsin. Bırakın 2 yılı , 5 yılı, bize satmamak kaydıyla bir otomobil hakkı vermeliler. Bunun için hep birlikte imza kampanyası yapmamız lazım. Avrupa Türkler'inden yüzde 65 oy almış olan Hükümet bu hakkı acilen vermelidir.

Şarkıcı ve şair Fahri Işık bir de uzun şiir göndermiş.

Zafer Gültekin: Bu kardeşimizin bize bir itirazı var. ''Hepsi çok güzel, yanlız yurt dışından getirilen araçların iki yıl kalma olayını meclise taşıyıp onaylatan sayın Mustafa Yeneroğlu'dur'' diye itiraz etmiş Gültekin.

Ben de Gültekin kardeşimize şu yanıtı verdim: Emeği geçenler çok. Sonunda Yeneroğlu önergeyi verdi. Turgut Torunoğulları Bakan ile konuştu. Yeneroğlu’dan önce ben bir Mersin milletvekiline önerge verdirmiştim. Bunlar hep yayınlandı.

Şimdi Yeneroğlu ikinci önergeyi vermeli.

Selamlar.

İbrahim Görmez: İlhan'cığım, bizim kaderimiz bu, ne yapalım? Eline sağlık. Benzetme keşke Suriyeliler üzerinden olmasaydı. Biliyorum, Suriyeliler'e haksızlık yapacak son kişi olduğunu... Lakin, aportta yatan çok Suriyeli düşmanları var, onu hatırlatmak istedim.

Görmez'e şu yanıtı gönderdim:Sevgili İbrahim, sadece Suriyeliler hakkında değil,, tüm sığınmacılar hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun. Hatta Suriyeliler hakkında olumlu yorum da yazdım.Ben insanların horlanmasına karşıyım. Ama, Suriyeliler'e verilen haktan daha iyi bir örnek veremezdim. Suriyeli'ye plaka veriliyor. Yurtdışındaki Türkler'e neden verilmiyor. Bunun izahı ne olabilir? Selamlar.

Aydın Bayka: Selam İlhan abi. Seni devamlı takip ediyorum. Birinci nesilden dördüncü nesile kadar, bütün gurbetçi sorunlarını yaşamış ve yazmış bir gazeteci olarak bir tek sen kaldın. Ha, bir de Yavu Nufel kardeşimiz var. Neler gördük, neler yaşadık ama maalesef istediğimiz yere gelemedik. Biz gelemedik ama devletimiz de bize el uzatmadı.

*****

Biz uyarmıştık ama dinlemediler...

Ermeniler, Hollanda'nın başına bela oldular!

* Kendi ülkelerinden kaçanlar bile kıyıma uğradıklarını iddia ediyorlar

* Ama Hollandalı yargıçlar bu yalanlara inanmıyorlar

* Sınır dışı kararlarına rağmen sırra kadem basan Ermeniler, çocuklarını geride bırakarak, istismar yollarına başvuruyorlar



Hollanda'daki Türk göçmen tarihinin başından bu yana, sıkça cereyan eden saçma Ermeni iddialarının yaşattığı kargaşa devam ediyor.

Bir zamanlar, saçma iddialara inanan Hollandalılar'a, 'Yapmayın, etmeyin, bunlar bir gün sizin başınıza bela olacak' diye uyarılarda bulunmuştuk.

İşte, o günlerde uyarılarımıza kulak tıkayan Hollandalılar, şimdilerde ceremeyi çekmeye başladılar.

Nedir Hollandalılar'ın çekmeye başladıkları cereme?

Ermenistan'dan (Dikkat ediniz, Türkiye'den değil, kendi ülkelerinden) gelip Hollanda'dan sığınma talep edenlerin sayısı bir hayli arttı.

Yargı kararlarına rağmen, sınırdışı edilmekten kurtulmak için kayıplara karışan Ermeniler, ülkenin en büyük gazetelerinden ve de sosyal demokrat görüşlü olan De Volkskrant'a iki sayfa halinde konu oldular.

Sığınmacı Ermeniler arasında en çok dikkat çekenlerden biri, Armina Hambartsjumian adlı kadının 2 çocuğu ile birlikte sığınma isteğinin ret edilişiydi. Sınırdışı edilirken, Howick (13) ve Lili (12) adlı çocuklarını gizli bir adrese bırakıp ülkesine tek başına dönen annenin dramatik hikayesi Hollanda'da gündemden düşmemişti. İki çocuğun da sınırdışı edşlmesi gerektiğine karar veren Danıştay'a rağmen, Hollanda parlamentosu özel bir oturumda bu çocuklara ikamet izni verilmesini sağlamıştı.

Hollanda'da bu durumda olan tam 740 Ermeni var.

700 Ermeni, ülkede özel olarak açılan sığınma evlerinde yaşıyor.

Ermeni başvurularının yüzde 90'ı ret ediliyor.

389 Ermeni gitti ama bunların yüzde 64'ünün nereye gittiği belli değil.

Akılları başlarına geldi

Hollanda'da sığınmacılara yardım eden görevlilere göre, ret kararlarından sonra en çok sorun çıkaran sığınmacıların Ermeniler olduğunu belirtiyorlar.

Sığınma istekleri ret edilenlerin hukuki işlerine bakan STUV kurumu hukukçularından Guyonne Metsers şöyle diyor: ''Ermenistan'daki ortam tabii ki iç açıcı değil. İnsanların kendilerine ve çocuklarına daha iyi bir yaşam için arayış içinde olmaları da doğaldır. Ama sığınmacı olmak için belli kurallar vardır. Bu kurallara uymayanlar ülkelerine geri gitmek mecburiyetindedir. Bize başvurular arasında, akla hayale gelmeyecek korkutucu durumlar vardır. Örneğin, Kongo'dan gelen bir sığınmacının o ülkeye geri dönmesi düşünülemez. Zira hemen katledilirler. Ama Ermenistan'da böyle bir durum yoktur.''



Lahey'de yaptığımız basın toplantısının kupürü

Nasıl başladı?

Hollanda'ya ilk Ermeni ve Süryani sığınmacılığı Twente bölgesindeki Enschede, Almelo ve Hengelo kentlerinde başlamıştı. Türkiye'den göç eden Ermeni ve Süryaniler, ''Orada, Hıristiyan olduğumuz için bize saldırılıyor, kesim hayvanlarımız öldürülüyor, çocuklarımıza tecavüz ediliyor'' gibi iddialar ile, Hollandalılar'ın yumuşak kalplerine girmeye başlamışlardı. Bu işi oradaki bir avukat üstlenmişti. Öyle ki, ilticacı Ermeniler kendilerini daha çok acındırmak için kiliselere sığınmaya başlamışlardı. Hollanda medyasının körüklemesiyle, Hollandalılar'ın Türkler'e bakış açısı değişmeye başlamıştı.

Bu gelişme tüm Türkler'i çok rahatsız etmişti.

İşte bu nedenle biz medya mensupları olarak Lahey'de bir basın toplantısı düzenlemiştik.

Hollanda medyasına bilgi vermek için düzenlediğimiz bu basın toplantısında, 'Bakın, biz bu Ermeni kardeşlerimize sığınma hakkı verilmesini candan istiyoruz. Ama bunların ortaya attıkları suçlamalar çok aşırı. Bu yüzden Hollandalı komuşularımız bize 'Hıristiyan düşmanı' olarak bakmaya başladılar. Biz bundan çok rahatsızlık duyuyoruz.' diyerek çeşitli belgeler sunduk.

Bizim bu girişimimizden sonra, Mardin'e giden bir Hollanda TV ekibi, oradaki halk ile ve Ermenicede çeşitli şekilde adlandırılan rahiplerle yaptıkları söyleşilerde, herhangi bir eziyetin yaşanmadığını ortaya koydular.

Ermeni ve Süryani yalanları birkaç yıl daha sürdükten sonra sönüp gitti.

Ama daha sonra, Türkiye'den değil, Ermenistan'dan gelen sığınmacı derdi başladı.

Zor günler yaşadık

Sözde Ermeni soykırımı konusunda Hollanda'da pek çok zorluklar yaşadık.

Assen kentinde kurulan bir Ermeni Anıtı öncesinde çok hareketli davrandık ama önleyemedik.

Aynısı Almelo kentinde yaşandı. Ermeniler bu kez kilisenin içinde bir Anıt diktiler.

Daha sonra, Ermeni iddialarının 'Soykırım' olarak tanınması için Hollanda parlamentosunda oylama yapıldı. Bu oylama öncesinde Başbakan Yardımcısı olan İşçi Partili Wouter Bos ile görüşmüş ve yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek, 1920 yılında, Handels Blad gazetesine yazan bir Hollandalı araştırmacının yazılı metnini sunmuştum. O zaman soykırım iddiası onaylanmamıştı.

Ama daha sonra bu konu yeniden gündeme geldi. Bakın o zaman ne yazmıştım:

Ülkeler arası sorunların yargılandığı Yüksek Adalet Divanı ile tüm dünyada ün yapan LAHEY, son yıllarda kurulan Savaş Suçluları Mahkemesi ile ününe ün katıp, insan hakları konusunda hayranlık kazanırken, Lahey Parlamentosu'nda alınan iğrenç bir karar, hem şaşırttı ve hem de nefret uyandırdı.

Türkiye'yi, 'Ermenilere soykırım yaptı' suçlaması ile oylayan Hollanda parlamentosundaki oturuma katılan 145 üyeden 142'sinin tamamı 'kabul' oyu verirken, Türkler'in kurduğu DENK partili 3 milletvekili 'ret' oyu verdi.

Kendi geçmişlerini görmezden gelen Hollandalılar, sözde Ermeni Soykırımı'nı ikinci ve hatta üçüncü kez mecliste tartıştılar ve kabul ettiler.



Erdinç Saçan-Ayhan Tonca-Osman Elmacı & Wouter Bos - İlhan Karaçay



Hollandalılar daha önce, siyasi partilerin seçim aday listelerinde yer alan Erdinç Saçan, Ayhan Tonca ve Osman Elmacı adlı 3 Türk'ü, sözde soykırımı tanımadıkları için adaylık listelerinden çıkarmışlardı.

Şimdi de Hollanda parlamentosunda yeni bir komedi sergilendi.

Hollanda'da koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği (CU) milletvekili Joel Voordewind tarafından hazırlanan 'Ermeni Soykırımı'nın tanınması' önerisine

Türkiye kökenli milletvekilleri tarafından kurulan DENK partisi dışındaki tüm partiler destek verdi. Öneri, 3'e karşı 142 oyla kabul edildi.

Meclis, hükümetten 'Nitelikli soykırımı kabul etmesi' talebinde bulunmadı. Hollanda hükümeti, soykırım yerine, 'Soykırım Meselesi' demeye devam edecek.

Hollanda geçici Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, alınan bu kararın hükümetin tanıması anlamına gelmediğini, ama 24 Nisan'da Ermenistan'daki 'soykırımı anma törenine' hükümeti temsilen bir heyet göndereceklerini söyledi.

Sigrid Kaag, hükümetin, 1915 olaylarıyla ilgili 'Ermeni Soykırımı' iddiası konusunda itidallı davranılması gerektiği düşüncesinde olduğunu belirtti.

Bir Hollandalı araştırmacının mektubu:

Araştırmacı yazar Gerard Scargo, Hollanda Hıristiyan Birliği Partisi Başkanı Rouvoet'a gönderdiği mektubunda özetle şunları yazmıştı: ''Siz, Ermeniler'in soykırım iddialarını doğruluyor ve meclisten geçirmek istiyorsunuz ama, Ermeni iddialarının gerçek olup olmadığını da bilmiyorsunuz.

Size 1920'de Haldels Blad'da yayınlanan bir haber-yorumu gönderiyorum. Okuduğunuz zaman, iki tarafın da birbirlerine karşı acımasızca saldırdıkları ortadayken, neye dayanarak Ermeni iddialarını destekliyorsunuz?

İstanbul'da konuştuğum yazarlar ve Azerbaycan'sa gözlerimle şahit olduğum ortama göre, Ermeniler geçmişin bedelini ne olursa olsun almak istiyorlar.

İnsanlık acısı tarif edilemez. O zaman da böyleydi, şimdi de...

Siz bir Hıristiyan olarak hangi tarafı seçiyorsunuz?''

İşte 1920'deki o haber

Ermeni iddiaları Hollanda'da kafaları karıştırırken arşivlerde bulduğum bir gazete kupürü, soykırım iddialarını çürütüyordu.

George Nypels adlı araştırmacının yazdığı haberin Türkçesini altta sunuyorum.



Algemeen Handelsblad Gazetesi Amsterdam, 25.05.1920 Türk-Ermeni Sorunu





Balkanlarda görev yapan bir gazeteci arkadaşımızdan aşağıdaki ilginç mektubu aldık. Bu mektubun içeriği, Ermeni sorununa Batı Avrupa'daki alışılageldik görüşten farklı bir bakış getiriyor. Bu gazeteci arkadaşımızın tarafsızlığına büyük güvenimiz var. Onun olayları değerlendirmesi daima kanıtlara dayandığı için, yazılarını yorumsuz olarak ve hiç bir değişiklik yapmadan olduğu gibi yayınlıyoruz.

Aynen Sultan Abdülhamit devrinde olduğu gibi, bugünlerde Kilikya'dan yeniden çok sayıda Ermeninin katledildiğine dair çirkin haberler geliyor. (Fransız işgali altındaki Adana, Gaziantep, Maraş ve Urfa'daki Ermeni zulmune ve katliamlarına karşı Kuvvayı Milliye Hareketleri) Konuyu çoktan unutmuş olan dünya kamuoyu, bu haberlerle yeniden şok oldu. Aslında din uğruna yapılan bu iğrenç katliamları savunmaya ve koruma altına almaya hiç niyetim yok. Fakat her gerçeğin iki yönü vardır. Olaylar sırasında Türkiye'yi parçalayıp yıkmak isteyen itilaf devletleri ve basını, propaganda yaparak Kilikya'daki Ermeni kıyımını Türklere karşı bilinçli olarak kullandılar ve bütün yıkımın Türkiye tarafından yapıldığını iddia ettiler. Önemli olan gerçeğin ne olduğunu bulmaktır. Bu bilinçle, sözü edilen bu kitlesel katliamdan gerçekte yalnızca Türklerin sorumlu olamayacağını gözler önüne sermek istiyorum.

Bu konuda fikrimi söyleme hakkını kendimde buluyorum. Çünkü Birinci dünya savaşı süresince Türkler ve Ermenilerin birbirleriyle nasıl bir nefret ile boğuştuklarını çok açık bir şekilde gözlerimle gördüm.

1918 baharında Rusların yenilgisinin sonucunda Türkiye yeniden saldırıya geçtiginde ve peygamberin mukaddes bayrağı Osmanlı ülkesinin dışında da dalgalandığında, ki Küçük Kaynarca anlaşmasından beri hiç böyle olmamıştı; ben kendimi Ermeni-Rus sınır bölgesinde buldum ve Türklerin Kafkasya'da ki ilerlemelerine şahit oldum.

Savaşı yaşayan bir kişi, bir ülke ve ulusunu tanımak için savaş halinden daha iyi başka bir fırsat olmadığını kabul edecektir. Bu durumda bütün insani canavarlıklar büyük bir şiddetiyle ortaya çıkar. Savaşımın gerektirdiği kaba güç kullanma ile, kültür ve uygar davranışlar kaybolur. O sıralar Avrupalı olarak bir tek ben, bu kritik ortamda bulunuyordum. Bu durumda söylenebir ki Türklerin Rus- Ermenistan'ına ilerleyişi sırasındaki olayların tek Avrupalı şahiti bendim.

Seyahatime başlamadan önce Ermeni yanlısıydım. 1916-1917'de İstanbul'daki kalışım sırasında, Ermenilere yapılan toplu katliam hakkında, az çok bilgisi olan Avrupalılardan ve Türkiye Ermenilerinden yeteri kadar tiksindirici, çirkin ayrıntılar duymuştum. Bu kişiler Türkleri suçlu ve Ermenileri de, barbar Türklerin masum kurbanları olarak görüyorlardı.

Türklerle aram yeterince iyi olduğu için, bu hassas konuda, hiç bir Avrupalının konuşmaya cesaret edemeyecegi şeyleri sorabiliyordum. Türklerin bana karşı olan davranışları, benim Ermenilerin suçsuz, Türklerin de suçlu olduğuna dair inancımı kuvvetlendiriyordu. Çünkü ben Ermeni olayları ile ilgili bilgi almak için, soru sorduğumda Tüklerden şöyle yanıt alıyordum: "Bizim hakkımızda anlatılanların hepsi doğru. Biz 1 milyon Ermeniyi kestik. Bu korkunç bir katliamdı. Fakat biz bu konuda haklıydık ve bu suçtan ötürü ancak kendimize karşı sorumluyuz." Bütün çabalarıma rağmen bu konuda ayrıntılı ve olayların gerçek nedenleri hakkında bilgi elde edemiyordum. Ben de bu durumda şöyle bir yargıya varabiliyordum: Orada Hristiyanlara karşı fanatik bir din savaşı güdülüyordu. Bu olaylar Ermenistan'ın dünyayla tüm ilişkisinin kesildiği Yukarı Ermenistan'da meydana geliyordu. Orada Ermeniler Türklerin insafına terk edilmişti.

1918 ilkbaharında Trabzon'a geldim. Bilindiği gibi kıyıdan Ermenistan'in dağlık bölgelerine giden tek yol buradandır. Trabzon 1915'de Ermeni katliamını yaşamıştı. 3 yıl sonra bu kentte yaşayan Rumlar ve Avrupalı Levantenler bana Trabzon surları içinde olan inanılmaz vahşeti; Trabzon sokaklarında nasıl Ermeni kanı aktığını, Ermeni mahallelerinin nasıl alev alev yandığını, bu olaylardan günler haftalar sonra bile çocuk cesetlerinin Platana limanındaki Bizans duvarına vurduğunu anlatıyorlardı. Ben yanmış yıkılmış mahalleleri gördüm. Bana bunların bir zamanlar Ermeni mahalleleri olduklarını anlattılar. Bana Hristiyan kiliselerini gösterdiler. Bunlar Ermeni kiliseleriymiş. İnsanlar gübre yığınlarını eşelerken hala kemikler ve ceset artıkları buluyorlarmış. Bana bunların Ermenilere ait olduklarını anlattılar.

Bütün bunlar, insanın hiç unutamayacağı korkunç izlenimlerdi ve herkes bir tek şey diliyordu: "Tanrı bizi ve herkesi bu barbarlıktan ve Müslümanların düşmanlığından korusun."

Bütün bu olanlardan dolayı ben lanetlerimi yağdırırken şüphesiz ki Hristiyanların tarafını tutması lazım gelen sıradan yaşlı bir Fransiskaner papazı başını salladı ve "Yanılıyorsunuz", dedi. "Sadece Türkler suçlu değildir. . Avrupa'dan gelen ve Avrupa kültür anlayışıyla Asyayı değerlendiren biri olarak, doğal olarak bu halkın yok edilmesi suçuna karşı lanetlerini yağdıracaksın. Fakat senin gördüklerin ve sana anlatılanlar, gerçeğin tamamı değildir. Bütün bunları anlayabilmen için olayları bir Asyalı gibi görmen ve yorumlaman gerek. Şunu unutma ki burada yüzyıllardır birbirlerinden nefret eden ve birbirine kin güden iki halk var. Burada iki farklı zihniyet var: Ermeni ve Türk zihniyeti. Bu iki düşman görüşteki insanlar birbirlerinin yok edilmesi gerektiğine inanırlar. Evet 1915'de Ermeniler yok edilmişlerdi, her şey onlara karşydı ve yenilgiyi kabullenmek zorundaydılar. Fakat insan şuna inanıyor ki, eğer aynı konuma Ermeniler sahip olsalardı onlar da Türklere aynısını yapacaklardı. Benim raporlarımdan ve benim Beyazıt, Van, Erzurum ve Erzincan'daki görevlilerden aldığım raporlardan biliyorum ki 1915'de Ruslarla savaş başladığında Ermeniler, Türk ordusunun arkasından isyana kışkırtıldılar ve Türk köy ve kasabalarını yıkıp, yerle bir ettiler. Daha sonra Türkiye'de olan olaylar işte Ermenilerin bu ilk düşmanca tutumu nedeniyle başlamıştır. Kabul ederim ki çok korkunç şeyler oldu; Şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde çok kan aktı. Fakat Ermeniler bu kan gölünün oluşmasında suçsuz değillerdi. Türkler gereğinden fazla ileri gittiler, fakat suç yine sadece Türklerde değildi. Suç Avrupalılarda görülmeyen çok derin nefretlerin oluştuğu, Asyalı düşünce tarzındaydı ve bu düşünceyle yapılan savaşta vahşice davranışlar ortaya çıkıyordu. "

" Örneğin Trabzon'a bak. Yanmış, yıkılmış Ermeni semtlerini gördün, fakat yerle bir edilmiş Türk mahallelerini de gördün mü? Henüz daha taze Türk mezarlarına da dikkat ettin mi? Hayır mı! Haydi git ve gör. Ermeniler de aynı pozisyonda oldukları zaman Rus ordusunun korumasında zafer kazandıklarında, 1915' de yaşananlar tekrarlandı. Fakat bu sefer Türkler, Ermenilerce katledildi. Ermeniler, nerede bir Türk bulsalar onu acımasızca kesip doğradılar, nerede bir cami görseler onu yağmalayıp yaktılar. Türk mahalleleri yakıldı, duman ve alev içinde kaldı. Tıpkı bir zamanlar Ermeni semtlerinde olduğu gibi. Şimdi Anadolunun içlerine gidip savaşın bütün bu izlerini takip edebilirsin: Bayburt'da, Erzincan'da,, Erzurum ve Kars'da. Oralarda daha dumanı tüten yığınlar göreceksin; daha çok kan ve ceset koklayacaksın. Ancak bunlar Türklerin ölüleri olacaktır."

Fransiskaner rahip bana gerçekleri söylemişti. Aylarca Ermenistan ve Kürdistan(Doğu Anadolu ve Kafkasya) içlerinde yolculuk yaptım ve gerçekten de rahibin bana anlattıklarının doğru oldugunu gördüm. Rus ordusunun geri çekilmesinden ve bunu takip eden barış anlaşmasından sonra, sözün ona Ermeni ordusu( Ermeni çeteleri) çeşitli operasyonlar yaptı. Bu çeteler Rusların çekildikleri bu Türk bölgelerini işgal ettiler. Ruslar işgal sırasında Türklerin canlarını ve mallarını koruyorlardı. Rusların geri çekilmesinden hemen sonra olanlar ise, yürek parçalayıcıdır. Küçük Türk yerleşim birimlerindeki insanlar, General Antranik ve Murat'ın çeteleri tarafından tek bir canlı kalmayıncaya kadar katledildi. Camiler son taşına kadar tahrip edildi.

Bu bulunmaz fırsatı yakalayan Ermeniler, beklentilerini, hayallerini bayağı genişlettiler ve neredeyse bütün Anadolu sanki onların olacakmış gibi davranmaya başladılar. Anadolu'da yaşayan Türklerle, yaşayan son erkeğe, son kadına ve son çocuğa varıncaya kadar hesaplaşabileceklerini ve onları yok edeceklerini umuyorlardı. Ben Erzincan'da yıkıntılar arasında yatan yüzlerce boğazlanmış Türkün cesedini gördüm. Kuyuların içine ışık tuttuğumda cesetlerle dolu olduğunu gördüm. Açılan toplu mezarlarda yüzlerce kadın ve erkek cesetlerinin üstüste yığılmış olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bunları kim yapmıştı? Zafer kazanan Ermeniler tabiki. Böyle manzaralar sürekli olarak Yukarı Ermenistan yollarında, Kürdistan ve Rusya-Ermenistan'nda bana eşlik etti. Türkler'inde şimdi tekrar bir zafer kazandıklarında öç almaları ve öfkeyle misilleme yapmaları şaşırtıcı mıydı dersiniz? Şunu da itiraf etmeliyim ki, Rusya Ermenistan'ına yürüyüşleri sırasında Türkler tarafından yapılan öldürmeler de sürdü. Sarıkamış sınırının karşı tarafında birbirine yakın Ermeni yerleşim yerleri ateş ve demirle yerle bir edildi. Asya'nın bu vahşi ülkesinde şimdi zafer kazananlar, önceki zafer kazananlara karşı korkunç vahşi bir öfke duyuyorlardı. Halkların halklara karşı bu acımasız davranışlara nasıl kışkırtıldıklarını, bu acımasız nefreti, bizim Avrupalı beyinlerimiz anlamaz. Fakat biz Yukarı Ermenistan denilen bu bölgenin uygarlığı ile, Avrupa halklarının eski kültürünün karşılaştırılabileceğini düşünmemeliyiz. Çünkü buralarda yaşayan halkların milliyetleri yoktur, fakat çeteleri vardır. Bunu şöyle açıklamak mümkün. Buralarda iki çete karşılaştığında, bu taraflardan birinin imha edilmesi demek oluyordu. Bu nedenle bugüne kadar Büyük Ağrı Dağları'nda birlikte yaşamak için uzlaşmak, ortayolu bulmak diye birşey düşünülemez. Bunun yerine yanlızca imha etmek geçerlidir. Yukarı Ermenistan'ın çıplak dağlarında bir anlaşma yoktur, sadace ölüm kalım mücadelesi vardır. Kazanan yaşar, kaybeden ölür....

Benim Aleksandropol'de(Gümrü) kalışım sırasında orada yaşayan insanların düşünce yapısına ışık tutan şöyle bir olay oldu. Bir gün Alagöz dağları yönünden bir top atışı duyuldu. Türk sınırı arkasında korku içinde yaşayan Ermeni halkı bunu şöyle açıklamışlar; İngilizler Türklere karşı ilerliyorlar ve Türkler birkaç saat içinde yenilmiş olacaklar. Birden Türk sınırının gerisinde bir ayaklanma oluştu ve Ermeni köylerindeki zayıf Türk nöbetçileri şeytanca işkencelerle öldürüldü. Fakat ortada Ermenilerin geldiklerini sandıkları İngilizler yoktu. Olayın aslı şu idi: Kafkas Ermenilerinden bir birlik önce Türk cephesini yarmayı denemişler. Top atışı sesleri bu yüzdendi. Bu çatışma birkaç saat sonra bitti. Fakat sıra intikam almaya gelmişti. Türk askerlerinin sinsice katledildiği Ermeni köyleri yakılmaya başlandı. Bu durumda Ermenilerin hiç suçu olmadığı söylenebilir mi?

Tamamen Türklerin eline geçen Aleksandropol(Gümrü) kenti bir Ermeni kentiydi ve ben burada Türk işgaline rağmen günlük işlerini güçlerini yapan, şehrin ileri gelen Ermenileri ile tanıştım. Bu kişiler Ermeni çetelerinin düşüncesiz davranışları nedeniyle Türklerin bir gün öç alacakları düşüncesiyle sürekli korku içinde yaşıyorlar ve bir gün sırf bu yüzden yok olacaklarına inanıyorlardı. Ermeni halkının bir kısmı, ki buna ileri gelenleri diyebilirim, Türklerle barışcı bir anlaşma yapılmasının taraftarıydılar. Çünkü şimdi beraber yaşamak zorundaydılar ve karşılıklı bir antlaşma, bu cinayetlere bir son verebilirdi. Fakat halkın büyük bölümü ve çeteler yani sözde Ermeni askerleri, barışın adını bile etmiyorlardı. Onların sloganı: " Ya biz, ya da onlar; birimizden biri yok olmalı" idi.

Düşününüz, Antlaşma ve barış isteyenler, Ermeni halkının büyük çoğunluğu tarafından lanetleniyordu. İçinde bulunduğum Ermeni çevrelerinden bazı insanlar bana açıkça şöyle diyorlardı: " Şimdi Türkler başa geçti, ancak biz pek yakında tekrar başa geçtiğimizde elimize geçirdiğimiz hiç bir Türk'ü sağ bırakmayacağız. Onlarla bizim aramızda bir anlaşma olması mümkün değil. Asırlardır görülecek bir hesabımız var onlarla. Sürtüşmemiz, halkımızın tarihi kadar eskidir. Bu savaşım, Türklerin ülkemize gelmesiyle başladı. Bu savaş ya biz, ya da onlar yok olana kadar sürecektir. Biz barış istemiyoruz. Lanet olsun Türklerle dostluk kuranlara!"

İste o zamanlar Ermenilerin düşünceleri böyleydi. Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanma ümitleri pek yoktu. Zaferi kazanan Ay-Yıldız'ın (Türkler’in) ise bütün Rus- Ermenistan'ını ele geçirecegi görülüyordu.

İşte bunları duyduktan sonra, şimdi Türklerin geri çekilip de, Türk yerleşim yerleri tekrar Ermenilerin eline geçtikten sonra olanları tahmin etmek, herhalde zor olmasa gerektir.

Uzlaşmalar ancak uygar halklar arasında olabilir. Vahşi Asya'nın halkları arasında sadece nefret ve yok etme duyguları vardır. Evet, Türkler suçludur, katlettiler, ancak ellerine fırsat geçince aynı katliamları yapan Ermeniler acaba daha az mı suçlular? İnsan Asya'yı sadece Asyalı bakış açısıyla değerlendirebilir.

*****

İlhan KARAÇAY geçmişi canlandırıyor:

3 KELEBEĞİ 49 YIL ÖNCE KAYBETMİŞTİK

'Sen gidince Bak neler Oldu' şarkısı ile yurtdışında büyük üne kavuşan Beyaz Kelebekler'in Hollanda öyküsü



'Sen Gidince Bak Neler Oldu' şarkısıyla dünyaya ün salan Beyaz Kelebekler Grubu, 49 yıl önce bugünlerde feci bir kaza geçirmiş ve o kazada 3 yavru Kelebek'i kaybetmiştik. 8 kişilik o grup, iki otomobille, tam 49 yıl önce, Adapazarı'na konsere giderken yolda bir kaza geçirdi. Bu kazada Altan ve Rifat kardeşler ile Behzat Kutlubağ vefat etmişlerdi.

Tam 5 yıl bir kabus yaşamı süren Beyaz Kelebekler grubunun, kaza öncesine dayanan Avrupa sevdası, şahsım tarafından gerçekleştirilmişti. Kelebekler'in Hollanda'dan tüm dünyaya taşan şöhretleri, onların büyük acısını bir nebze olsun dindirmiştir ama, sizlere önce o acı kazayı okutayım, daha sonra da Hollanda serüvenlerini yazayım.

18 ocak 1970 Pazar gününe kadar her şey yolunda gidiyordu.. Beyaz Kelebekler, zirveye doğru tırmanıyorlardı. Fakat pazarı pazartesiye bağlayan gece bir felaket yaşandı. Feci bir trafik kazası, 3 Beyaz Kelebek'in yanarak ölmesine ve grubun kolunun, kanadının kırılmasına sebep oldu...

Beyaz Kelebekler, pazar gecesi Maksim'deki programlarından sonra iki otomobile binmişler, Adapazarı'ndaki konsere gidiyorlardı. Öndeki otomobilde menajerleri Turgut Akyüz, Ercüment Ateş ve Ender Akacan vardı. Arkadaki Chevrolet'de ise Altan ve Rıfat Eke kardeşler ile, Behzat Kutlubağ, topluluğun kadın solisti Ülkü Üst ve Bülent Ortaç vardı.

Eşme köyüne kadar yolculuk gayet iyi geçmişti. Şakalaşıyorlar biraz sonraki konseri konuşuyorlardı. Öndeki otomobil Adapazarı'na varmıştı ama, arkadaki otomobil gelmemişti. Konser vakti de gelmişti. Çaresiz bir şekilde eksik kadroyla sahneye çıktılar ve

arkadaşlarının yolda olduklarını söyleyip seyircilerden özür dilediler. Ama ikinci otomobil bir türlü gelmiyordu. Daha sonra o "kötü haber" geldi ve sahnedeki 3 Kelebek tam anlamıyla yıkıldı. Seyirciler de tabii...



O kötü haberi şimdi Tozlu Magazin'den okuyalım:

18 Ocak Pazar gecesi Maksim Gazinosu’nun kulisinde, Beyaz Kelebekler’in menecerleri Turgut Akyüz ile konuşuyorduk.

''Zor günler geride kaldı, artık önümüzdeki günler bizim. Kendimizi kabul ettirmek için ne sıkıntılar çektik, çok iyi biliyorsunuz. İnşallah bir gün Avrupa sahnelerine de çıkarsak, o günleri hatırlar ve yazarsınız.''

Bu konuşmanın üzerinden dört veya beş saat geçmiş geçmemişti, telefonumuz acı acı çaldı. Adapazarı muhabirimiz arıyordu ve bize şu kara haberi veriyordu:

''Beyaz Kelebeklerden üçü yanarak öldüler. Fakat kimliklerini henüz tespit edemedim. Ankara - İstanbul yolu trafiğe kapandı.''

Yarım saat sonra telefonumuz ikinci defa çalacak ve Adapazarı muhabirimiz feci kazada ölen 3 Beyaz Kelebek’in kimliğini verecekti: Altan Eke, Rıfat Eke ve Behzat Kutlubağ...

Verilen haberin gerçek olmamasını dileyerek sabahı zor ettik. Ama dileğimiz olmadı. Haber gerçekti. 3 Beyaz Kelebek aramızdan sessizce ayrılmıştı.

Adapazarı muhabirimiz kazayı telefonda şöyle anlatıyordu: ''Beyaz Kelebekler’in bindikleri 34 FS 467 plakalı otomobil, Eşme Köyü yakınlarında, Antalya’dan gelen 10 tonluk, portakal yüklü bir kamyonun altına girmiş ve paramparça olarak şarampola yuvarlanmıştır. Kaza sırasında otomobilin benzin deposu ateş aldığı için, Altan Eke, Rıfat Eke ve Behzat Kutlubağ yanarak ölmüşlerdir. Alevlerin tesiriyle cesetlerin kemikleri birbirine yapışmış, üç Beyaz Kelebek, tanınmayacak hale gelmişlerdir.

Aynı otomobilde bulunan şoför Feridun Necip Öner, Ülkü Üst, Bülent Ortaç mucize kabilinden hafif yaralarla kurtulmuşlardır. Şoförün ve diğer iki Beyaz Kelebek’in kurtulmasında kamyon şoförünün büyük cesareti rol oynamış, çarpışmadan sonra şarampola yuvarlanmasına rağmen, kamyonundan dışarı fırlayan şoför, yanan otomobilin yanına yaklaşarak ellerinin yanmasına aldırış etmeden, şoför arkadaşını ve diğer iki Beyaz Kelebek’i dışarı çıkarmıştır. Üç Beyaz Kelebek ise baygın halde olduklarından, bu sırada alevler de etrafı iyice sardığından maalesef kurtarılamamışlardır. Hükümet doktorunun verdiği bilgiye göre, zaten üç Beyaz Kelebek yanmasalardı da gene kurtulamayacaklardı. Zira, arkada oturan Behzat Kutlubağ’ın vücudu, kazanın olduğu anda boynundan kasıklarına kadar yarılmıştır. Altan ve Rifat Eke’nin de kafataslarında iri iri delikler açılmıştır.''

'Kara haber tez yayılır' derler...

Beyaz Kelebekler’in ölüm haberi de bir anda bütün Türkiye’yi mateme boğdu. Gözyaşları 21 Ocak günü Şişli Camisinde hıçkırığa döndü..







3 TABUT, 3 BEYAZ KELEBEK...

Beyaz Kelebekler’in cenaze törenine ilgi çok büyük oldu. Şişli Camii’nin avlusu tamamen dolmuştu. İğne atılsa, düşecek yer kalmamıştı koskoca avluda. Üç musalla taşı, üç tabut, üç imam..

Geride kalan Beyaz Kelebekler’den beşi tabutlara kapanmışlar. Sarsıla sarsıla ağlıyorlardı. Menejerleri Turgut Akyüz’ün gözleri kan çanağı gibi. Yüzü sapsarı. Başını sallayıp duruyor. Dudakları kıpırdıyor, ama ne söylediği pek anlaşılmıyor. Bülent Ortaç, kazadan kurtulanlardan. Ayağının kütük gibi şiş olmasına rağmen, koltuk değneklerine dayana dayana son vazifesini yapmak için camiye gelmiş. Küçük darbukacı Ercüment Ateş (ölen Behzat’ın teyzesinin çocuğu) kelimenin tam anlamıyle perişan bir halde.

Ağlayanlar yalnız Beyaz Kelebekler değil. Bütün İstanbul göz yaşı döküyor. İstanbul’un en uzak semtlerinden, Küçükçekmece’den, Soğuksu’dan, Kartal’dan, Pendik’ten, yakın illerden, Tekirdağ’dan, İzmit’ten, Adapazarı’ndan, Çatalca’dan, Çorlu’dan gelenler var. Otobüsler, minibüsler, otomobiller tutmuşlar, Şişli Camii’ni, Şişli Meydanı’nı doldurmuşlar.

Dudaklarında genellikle dört kelime dolaşıyor: ''Yazık oldu'' ve ''Kara yazı...''

Cenaze törenine gelenler arasında müzik dünyamızın şöhretleri de var. Gelemeyenler çelenk göndermiş. Berkant, Ateş Böcekleri, ölen arkadaşlarının resimlerini taşıyor.

Avluda Nuri Sesigüzel, Alâeddin Şensoy, Kadri Şençalar, Zeki Çetin, Ahmet Sezgin üzüntülü üzüntülü dolaşıyor. Zeki Müren gelememiş, çelenk göndermiş. Selda Alkor üzüntüsünden Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılmış...

Şişli Camii’nin minarelerinden yükselen ezan sesleri, kılınan cenaze namazı, imam Sadettin Evginer’in dokunaklı sesiyle yaptığı dualar ve tabutların sırayla camiden çıkışları. Gözyaşı, hıçkırık, feryatlar, bayılanlar...

İlk durak, öğrenimlerini yaptıkları İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’dur. Son durakları ise Feriköy mezarlığı...

Feriköy Mezarlığı'nda yanyana üç mezar kazmışlar. Kar incecikten yağıyor, iliklere işleyen bir soğuk var ama, kim dinler soğuğu. Akan gözyaşları etrafı ısıtıyor. Biraz sonra üç Beyaz Kelebek ebedi istirahatgahına yerleştirilecek. Artık ne flüt, ne kaval, ne de gitar sesi var. Derin bir sessizlik... Üzerlerine topraklar atılıyor. Kara kara topraklar. Islak topraklar. Bu toprakların üstüne konan çelenkler. Karanfiller, güller, orkideler, kasımpatılar.

GERİDE KALANLAR

''Ölenle ölünmez'' derler ama, bunu siz bir de ölenin yakınlarına sorun. Behzat Kutlubağ’ın annesine, babasına, akrabalarına, geride kalan Beyaz Kelebekler’e ve iki çocuğunu bir anda kaybeden, hayatta tutunacak bir dalı kalmayan, Altan ve Rıfat Eke kardeşlerin gözü yaşlı annesi Vasfiye Eke’ye sorun...

Hayatta yapayalnız artık Vasfiye Eke...



Talihsiz kadın. Alnının yazısı kara yazılmış. Kocasını, çocuklarının babasını yıllar önce kaybetmiş. Adapazarı yolunda ise Azrail, iki yavrusunu bağrından koparıp götürmüş. Müslüman kadın, dindar kadın Vasfiye Eke.. Yavrularının arkasında gözyaşı dökmek istemiyor. Ama ana yüreği bu, dayanılır mı bu acıya?..

İşte böyleydi Beyaz Kelebekler'in dayanılmaz kaza öyküleri.

Ama bir başka öyküleri daha vardı Kelebekler'in...

Bu kez, tadına doyum olmayacak bir öykü.



Hollanda öyküsü



Yıl 1975. Kazanın ardından beş yıl geçmiş. Kelebekler'in kaptanı rahmetli (altta açıklayacağım) Turgut Akyüz'ün, Adapazarı'na hareket etmeden önce Tozlu Magazin'e yukarıda okuduğunuz gibi, söylemiş olduğu, ''Zor günler geride kaldı, artık önümüzdeki günler bizim. Kendimizi kabul ettirmek için ne sıkıntılar çektik, çok iyi biliyorsunuz. İnşallah bir gün Avrupa sahnelerine de çıkarsak, o günleri hatırlar ve yazarsınız'' dileğini yerine getirme zamanı gelmişti.

O yıllarda, gazetecilik ve seyahatçılık faaliyetlerimin yanında konser organizasyonları da yapıyordum. Öyle ya, gurbette vatan hasreti çeken yurttaşlarımız vardı ve bu yurttaşlarımız, özlem duydukları Türk müziğini sadece cızıltılı radyolardan dinleyebiliyorlardı. Bırakın canlı konser izlemeyi, TV ekranlarına bile hasretti gurbetçilerimiz.

Bu nedenle, gurbetçilerimizi Türk müzik sanatçıları ile buluşturma programları yapmayı kaçınılmaz bir borç bilmiştim.

Eeeee, bir bakıma ticaretti de bu...

Kimi zaman kazandırdı kimi zaman da kaybettirdi.





Beyaz Kelebekler, Hollanda'nın otantik köyü Volendam'da yöresel kıyafetler ile bu hatıra fotoğrafını çektirdiler



Hollanda'ya ilk konser turnesini 1975 yılında planladım. İstanbul'da sanatçı arayışı içindeyken, Anadolu türkülerinin en sevilen yıldızı Saniye Can ile görüştüm ve anlaştım.

Kıbrıs çıkarmasından sonra Karaoğlan türküsü ile ünlenen Rıza Konyalı da kadro için mükemmeldi. İyi de, bir de assolist lazımdı. Kadroda Anadolu ezgilerini yorumlayacak iki isim vardı. Bunlara bir de modern folklorumuzu yorumlayacak biri lazımdı.

O sırada aklıma ilk gelen isim Beyaz Kelebekler oldu. Beyaz Kelebekler 5 yıl önce bir facia yaşamıştı ama, daha sonra kurdukları kadro ile başarılara imza atıyor ve aranan sanatçılar oluyorlardı.

Beyaz Kelebekler'in kaptanı rahmetli Turgut Akyüz ile görüşürken, ekibin bel kemiği sayılacak olan Bülent Ortaç ve Ender Akacan da vardı.

Beyaz Kelebekler'in ilk hedefleri para değildi. Bu da benim işime yarıyordu tabii.

Onların amacı Avrupa'da ve dünyada tanınmaktı. Kendilerine bu sözü verdim, 'Tanınmanız için elimden gelen her türlü fedakârlığı yapacağım' dedim.

Öyle de yaptım. Hollanda turnesi başlamadan önce gazeteleri, radyoları ve TV istasyonlarını dolaştım. Gazeteler, 'Türkiye'den Witte Vlinders (Beyaz Kelebekler) geliyor' haberlerini yaparken, o zaman çok ünlü olan eğlence programı yapımcısı Tineke Vos (Nooijer) ile konuşup anlaşmıştım.

Reklam kampanyalarımdaki ilk hedefim Türklerdi ama, Hollandalılar için de Hollandaca reklamlar yaptırdım.

Bir ay içinde tam 16 yerde konser verilecekti. Tesadüf ya, Lahey kentinde uluslararası bir müzik festivali düzenlenmişti. O festivale Beyaz Kelebekler de davet edilmişti. Ama program saati bize uymuyordu. Zira aynı gün TV proramı çekimi için Hilversum kentine gidecektik.

Biz de bu davete karşı 'olmaz' dedik. Festival saat 13.00-17.00 arasındaydı. Biz saat 16.00'da Hilversum'da olmalıydık. İmdadımıza Tineke yetişti.

'Siz 15.00'te sahneye çıkın, ben sizi polis eskortuyla buraya getirtirim' diyen Tineke, sorunu böyle çözmüştü.

Beyaz Kelebekler'in Lahey Uluslararası Müzük Festivali'ndeki performansı muhteşem olmuştu. Biz polis eskortu ile Hilversum'a vardıktan sonra Lahey'den mutlu bir haber geldi.

Festival'in en sevilen ve en çok alkışlanan ekibi Beyaz Kelebekler olmuştu.

Tineke'nin, akşam yayınlanacak olan programı saat 16.00'da çekilmeye başlanmadan önce bir ricada bulundum. ''Sahnede sana bir lale buketi vereceğim. Sen de bana teşekkür edeceksin değil mi?'' dediğim Tineke, ''Hem de seni öpeceğim'' demişti.

''O zaman sen de bana, 'Bu Hollanda çiçekleri için teşekkür ederim' dermisin'' diye rica ettiğim Tineke, sahnede bu isteğimi yaptı ve beni öptü de...

Ben de çekim sırasında, ''Ho, ho, dur bakalım, sana verdiklerim Hollanda çiçeği değil, Türk çiçeğidir'' dedim ve lale soğanının Hollanda'ya Türkiye'den getirilmiş olduğunu kısaca anlattım. Tineke çok şaşırmış bir şekilde, ''Öyle mi, ne zaman oldu bu?'' diye sorunca,

''4-5 yüz yıl kadar önce'' önce deyip izleyicileri merakta bıraktım. İnanır mısınız, o sırada TV istasyonuna telefon yağdı. Ansiklopedilere bakanlar, lale soğanının 400 yıl, 410, yıl 415 yılönce getirilmiş olduğunu anlattılar. (Bu hesaplama, lale soğanını Hollanda'ya gönderen Busbecq'in, İstanbul'da görev yaptığı 1555-1562 yıllarını baz alınarak yapılmıştı.





Fotoğrafta, TV ekranlarında, Beyaz Kelebekler şarkılara başlamadan önce,Tineke Vos'a lale soğanının Türkiye'den Hollanda'ya götürülüşünü anlatıyorum. Evet, işte böylece, lalenin Türkiye'den Hollanda'ya getirilmiş olduğu tartışmaları kuvvet kazanmış oldu



Plak yapımcıları

Tineke bu programa, aralarında anlaşmazlık olan plak yapımcılarını da tartışmak için davet etmişti. Plakçılar stüdyodayken Beyaz Kelebekler üç şarkı söyleyecekti. Bizim favori şarkımız Sen Gidince değil, Karanfilli Yar Allı Yar şarkısıydı.

Beyaz Kelebekler üç şarkıyı da muhteşem bir shov ile söyledikten sonra, Hollanda'nın en ünlü ve eksantrik plakçısı Joost Draijer ayağa kalktı ve bize koşarak gelip, Sen Gidince Bak Neler Oldu şarkısını ima ederek, ''İkinci şarkıyı plak yapmak isterim' dedi. Biz de çok sevindik ve hemen kabul ettik.

Stüdyoda bulunan arkadaşım Mİlliyet muhabiri Kamuran Sümercan araya girdi ve, 'Tee Set Grubu'nun solisti Pater Tettero benim çok iyi dostumdur. O da plak yapıyor. Bir de onunla konuşalım'' dedi. Peter Tettero adını duyan Josst Draijer, 'No problem' diye araya girdi ve, ''Peter'in plaklarını da ben yapıyorum, birlikte çıkarırız'' diyerek yüreğimize su serpti.





Önde görülen sarışın Peter Tettero, Tee Set Grubu ile Hollanda'nın en ünlü topluluklarından birinin solistiydi Daha sonra dostluğumuzun uzun yıllar devam ettiği Peter, 9 Eylül 2002 tarihinde genç yaşta vefat etti



Bir aylık konser süremiz doldu ama, plak çalışmaları için zamana ihtiyaç vardı. Beyaz Kelebekler plak çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye'ye döndüler.

'Sen Gidince Bak Neler Oldu' plağı piyasaya çıkması ile birlikte radyolarda her gün yüzlerce defa çevriliyordu. Öyle ya, gerek Peter Tettero ve gerekse Joost Draijer, radyo istasyonları tarafından destekleniyordu.

Kelebekler'in şarkısı listelerde her geçen gün yükseliyordu. Hollanda'nın dört bir yanında bu şarkı yankılanıyordu. Witte Vlinders (Beyaz Kelebekler) adı artık herkes tarafından ezberlenmişti.

Sen Gidince Bak Neler Oldu şarkısı listelerde birinci sırayı alınca, dünyanın diğer ülkelerinde de dağılmaya başlandı ve Kelebeklerimiz tüm dünyada şöhret olmuşlardı.

Beyaz Kelebekler listelerde tırmanmaya başladığı zaman Türkiye'de yayınlanan haberlerden biri şöyleydi:

Beyaz Kelebekler Hollanda Listelerinde Beşinci sırada !

“Sen Gidince” adlı plaklarını “TIP PARADEJ” listesinde üç haftada gösterdiği başarı üzerine Hollanda Televizyonu, renkli filmlerini çekmek üzere Beyaz Kelebekler'i Hollanda'ya davet etti.



İlk defa bir Türk topluluğu , Avrupa’da müzik listelerine girdi .

On biri aşkın yıldır pop müzik dünyamızda varlıklarını sürdüren Beyaz Kelebekler'in son Hollanda turnesi sırasında, Tee-Set’in Stüdyolarında doldurduğu “Sen Gidince” adlı plakları , 30 şarkılık “Tip Pared” listelerine 17. sıradan girdi, ikinci hafta 6 . sıraya yükseldi ve arkasından bir basamak daha yukarıya , 5 . sıraya yükseldi.



30’luk “Tip Parade” listelerinin başına yükselme başarısını gösteren plaklar , daha sonra “Top 40” listelerine girerler. Ve bu listeye giren şarkıcı ve topluluklar için Hollanda TV ‘sinde özel bir “Top Pop” adlı program hazırlanır. “Top Pop”da sanatçılarla röportajlar yapılır ve listeye giren plakları tanıtılır.



Beyaz Kelebekier'in Top 30 listesinin başlarına yükselmesi üzerine menajer Theo Kuppens, geçtiğimiz hafta Türkiye’ye geldi.Kupens , Beyaz Kelebekler’le birlikte 8 Mayıs Perşembe günü Yeşilköy’den Holandaya uçtular.Beyaz Kelebekler’le beraber HEY Dergisi sorumlu büdürü Doğan Şener’de Türk topluluğunun bu başarısını yerinde izlemek üzere Holanda’ya üçtu.



Hollanda radyosunda “Sen Gidince” devamlı surette ve günde onlarca defa çalınıyor.Olayı öğrenen Beyaz Kelebekler ise on bir yılı aşkın süredir , belki de hayatlarında en mutlu günlerini yaşıyorlar.''



Sevil Özyurt & Semra İleten



Hollanda turnesinin ilk yıllarında solist Sevil Özyurt idi. Daha sonra Semra İleten solist oldu.

‘Sen Gidince Bak Neler Oldu’ isimli şarkıyı plakta söyleyen ve meşhur eden Sevil Özyurt (Yaprakgül) 18 Ocak 2018 günü geçirdiği kalp krizi sonrasında yaşamını kaybetti.



Haberimi Facebook'ta yayınladıktan sonra benimle temas geçen Semra İleten, 25 yıldır Londra'da yaşadığını, sahne çalışmalarına devam ettiğini söyledi. Semra'nın 34 yaşında bir de dünya güzeli kızı var. Semiramis adlı kızı da sahne çalışmaları yapıyor. O Ses Türkiye Yarışması'nda, Alicia Keys'in 'Failling' şarkısını söylemeye başladığı zaman, jüri üyesi Murat Boz sahneye fıtrlamış ve Semiramis ile dans etmişti.

Facebook haberinden sonra Kelebekler'in yakışıklısı Ender de aradı ve ''Abi bilmedikleriniz var'' dedi ve şunları ekledi:'' Ben önce arkadaki arabaya binmiştim. Sonra beni kovdular ve öndeki arabaya attılar. Sevinilecek gibi değil ama, böylece ben ölümden kurtuldum.''

Kelebekler'in beyni sayılan Bülent Ortaç da benimle temasa geçti ve, ''Canım ağabeyim, çocukların arkasından rahmet okuyacak kimse kalmamıştı. Sayende şimdi binlerce kişin,in rahmetine mazhar oldular.49 yıl sonra da olsa, ölenlere rahmet okuttuğun için teşekkür ederim''

1980 yılında dağılan Beyaz Kelebekler'de daha önce de acı bir ölüm olayı yaşanmıştı. Grub'un kaptanı Turgut Akyüz, Stardust isimli bir gazino açmıştı. Turgut Akyüz 18 Şubat 1983 gecesi talihsiz bir şekilde öldürülmüştü.

O haberi de Tozlu Magazin'den okuyalım:

Türkiye'de gazeteler, Beyaz kelebekler haberleriyle doluydu. Benim muhabirlik yaptığım Hürriyet, TV'de 7 Gün, Gong, Hafta Sonu, Kelebek gazeteleri de bu haberlerle doluyordu. Bir gün Genel Müdürümüz rahmetli Nezih Demirken aramıştı ve, 'Ne o Karaçay, Beyaz Kelebekler'den başka haber bulamıyor musun?' diye takılmıştı.

Tesadüf ya, o günlerde Nezih ağabeyim Hollanda'ya gelmişti. Kendisini Schiphol Havalimanı'ndan aldım. Yolda gelirken radyoda Sen Gidince çalmaya başladı. Nezih abi yüzüme soğuk bir şekilde baktı. Otele vardık. Odaya çıktık. Odada radyo yine Sen Gidince ile inliyordu. Yine bir bakış.

Otomobile bindik ve Zwolle kentine doğru gitmeye başladık. Yolda radyo da yine Sen Gidince. Bu kez Nezih ağabey bana döndü ve, ''Ne o Karaçay, ben gelmeden radyolarla anlaşma mı yaptın?'' diye yeniden takıldı.

Hollanda televizyonları daha sonra Beyaz Kelebekler'i iki defa özel olarak davet ett. Ben de1976 ve 1977 yıllarında iki kez daha turne yaptım. Konserlere gelen Hollandalı sayısı Türkler'den çoktu.1978 yılında, Arjantin'de Dünya Futbol Şampiyonası'nı takip ederken, Kelebekler'den Bülent Ortaç aradı ve ''Abi bize Avrupa geneli için bir teklif var. Muazzez Abacı ile birlikte konser turnesi yapacaklar. Ama biz önce senden izin alalım istedik'' dedi. Ben de tereddütsüz 'Tamam' dedim.

Beyaz Kelebekler bu kez Almanya başta olmak üzere, Avrupa'nın dört bir yanında konserler verdiler ve çok beğenilerek şöhretlerine şöhret kattılar.



Turgut Akyüz Kör Kurşunun Hedefi Oldu

16 Şubat 1983 Çarşamba günü büyük bir acı yaşandı gazino dünyasında. Stardust Gece Kulübü sahibi Turgut Akyüz, Abbas Heybetli tarafından tabanca ile vurularak öldürülmüştü. Olayın nedenleri konusunda çok şey söylenmiş, iddialar arasında, gazino patronlarının Gönül Yazar'a sahne boykotu uygulama kararı aldıkları halde Turgut Akyüz'ün bu kararı hiçe saymasının olaya neden olduğu iddiası bile yer almıştı.

Oysa olay gecesi gazinoya arkadaşları ile gelen Abbas Heybetli, olay sırasında söylediği şeyleri, 22 Şubat Salı günü Fatih'de yakalandıktan sonra da ileri sürmüş ve, «Yengem Muazzez Abacı'nın söylediği 'Yasemen' şarkısını o an Gönül Yazar'ın okumasına dayanamadım. Çünkü o şarkıyı yengem tanıtmıştı ve bestecisinden sonra onun sayılırdı. Bu yüzden Gönül Yazar'ı uyardım. Ama Turgut Akyüz çok sert bir şekilde müdahale etti, içkiliydim ve kendime hakim olamadım» demişti.

Neden ne olursa olsun, o akşamki bir öfke her iki tarafın da acı çekmesine yetmişti sonuçta. Cuma günü kar ve tipi altında yapılan cenaze töreninde acı ve gözyaşı vardı, Hemen bütün ses sanatçıları, Turgut Akyüz'ü son yolculuğunda yalnız bırakmamış ve törene gelmişlerdi. Olayı içinde yaşayan ve en çok etkilenen Gönül Yazar, sinir krizleri geçirirken, Sezen Aksu onu yatıştırmaya çalışmıştı. Adnan Şenses, Azize Gencebay, Müşerref Tezcan, Selma Güneri, Mehtap Ar, Sevim Çağlayan, Vahdet Vural törende göze çarpan sanatçılardandı..





49 yıl sonraki anımsamalar...



Beyaz Kelebekler Grubu'nun kaza yaptıklarının 49'uncu yıldönümünde, Facebook'ta kısa bir haber yayınlamıştım. Facebook dostlarım bu haberi bolca paylaşmışlar, yorumlamışlar ve hoş bulmuşlardı.

Yorum yapanlardan ikisi çok ilginçti. Yorumculardan biri Mehmet Ali Uğraş idi.

Uğraş, bana bir Mersin hatırlatması yapıyordu. 1975 yılında yaz tatili sırasında Kelebekler'i, Mersin'de çalıştırdığımız turistik tesislere götürmüş ve birkaç gün program yaptırmıştım.

Uğraş alttakileri yazmış ve bir de o günlerde yayınlanan bir gazete ilanını göndermiş.







Mehmet Ali Uğraş

Müzisyen arkadaşlarımıza Tanrı'dan rahmet diliyorum..Ruhları şād olsun...

İlhan ağabey, belirttiğin gibi Hollanda'dan sonra, 1975 yazında "Beyaz Kelebekleri" Mersin'e gazinonuza getirmiştin...Ben de Ankaralı Kent Set orkestrasının solistliğini yapmıştım o yaz hatırlarsan...

Beyaz kelebeklerin müzisyenleriyle bizim orkestranın müzisyenleri kumda çok maç yapmıştık..

İşte o güzel yazın anısına, bu gazete ilânını iletiyorum...Selamlarımla...







Bir yorum da Necati Koçak'tan geldi. O da şöyleydi:



Necati Kocak: Bende CD var, sonraki sanatçısı Ayşe Gül hediye etmişti .Kendisiyle hala görüşüyorum









İlhan Karacay: Ayşe Gül, kaza sırasındaki solist Ülkü’den önce çalıştı. Aktör Özkan Yılmaz ile evlendi ve boşandı. Ayşe sizi Adana’dan tanıyor.

Ayşe’den sonra Azize solist oldu.

O da Orhan Gencebay ile evlendi.

Daha sonraları da Sevil ve Semra solistlik yaptı.

Ne anılar değil mi?





*****

Hollanda'nın İstanbul Büyükelçiliğindeki Efsanevi Bir Aşkın Hikayesi:

Beyazgül



1727 yılında Lale Devri döneminde yaşanmış bir aşk hikayesi...

Yıllarca anlatılmış ve günümüze kadar aynı tadı vermiş ve hiç unutulmamış.

Hollanda elçisi olarak İstanbul’a atanan Cornelis Calkoen, Patrona Halil İsyanı’ndan sonra saraydan azad edilen ve Hollanda Büyükelçiliği'nde hizmetçi olarak çalışan Beyazgül’e aşık olur. Bu büyük aşk gözlerden uzak kalamaz.Herkes tarafından öğrenilir. Calkoen’in görev süresi geçmiştir ve gitmek zorundadır. Beyazgül’ü de yanına almak ister ama bu mümkün değildir. Calkoen gittikten sonra Beyazgül. Büyükelçilikten atılmıştır. Aşkı ile yanıp tutuşan Beyazgül, her gün saraya gelip Calkoen’in ne zaman geleceğini sorar. Beyazgül, Calkoen gelmeyince hasretinden kara sevdaya yakalanır ve sonunda acı bir şekilde vefat eder.

Calkoen daha sonra İstanbul’a gelir ama artık Beyazgül yoktur.



Beyazgül daha sonra efsaneleşmiştir.

Beyazgül anısına Hollanda Büyükelçiliği'nin bahçesine bir heykel yaptırılır. Büyükelçiliğin sakinleri onun hayaletini o günden beri gördüklerini ve varlığını hissettiklerini söylerler.

14 Şubat Sevgililer Günü’nde aşıklar Beyazgül’ün anısına heykele çiçek bırakırlar.

2012 yılında da Beyazgül’ün hayaletini temsil eden bir ışık heykeli sergilendi.

Beyazgül hikayesinde birçok kaynak ve fazla bilgi var. İnternette, anlatılanlar da farklılık gösteriyor. En çok da merak edilen Beyazgül hayaleti sarayda dolaşıyor mu?

Bunun en iyi cevabını almak için en doğru yol konsolosluğa gitmek, incelemek ve konuşmak olurdu.

Hollanda Konsolosu Robert Schuddeboom ile Beyazgül hakkında konuşuldu ve alttaki röportaj gerçekleşti:

-Siz bu hikayeyi buraya gelmeden önce de biliyor muydunuz?

-Robert Schuddeboom: Burada çalışacağım haberini aldığımda biraz hazırlık yaptım. Herkes bana İstanbul’a gidince hayaletli bir evde yaşayacaksınız diyordu. Bu hikayeyi birkaç kişi biliyordu. Ben buraya gelmeden önce öğrendim. Hollanda’da bu hikaye pek fazla kişi bilmiyor.



İstanbul'daki Hollanda Büyükelçiliği'nde, Beyazgül'ün temsili hayaleti



-Böyle hikayelere inanır mısınız? Beyazgül’ün konsolosluğa etkisi nedir?

-Robert Schuddeboom: Ben hayaletlere inanmıyorum. Fakat çoğu kişi gördüğünü ve hissettiğini söylüyor. Buranın diğer binasında farklı bir ofis var. Yakın zamanda akşam orada üst katta çalışıyordum. Aşağı katta da üç iş arkadaşım çalışıyordu. Onlar benim evde olduğumu bilmiyorlardı. Ses duydular ve korktular. Hemen dediler ki “Bu Beyazgül” Yani buradaki yaşamda önemli bir parça. Burası eski bir ev ve çok farklı sesler yapıyor zaten. Her zaman çatıda farklı sesler duyuyorum ve kuşların bu sesleri çıkardığını umuyorum. Aslında hayaletlere açık olursanız Beyazgül olduğuna inanırsınız. Bir arkadaşım burada kaldı ve hayaletlere inanıyordu. Bu yüzden bana, bütün gece Beyazgül’ü duyduğunu söyledi.

-Bu hikaye buradaki yaşamın önemli bir parçası mı?

-Robert Schuddeboom: Evet önemli bir parçası. Hala inanmıyorum ama herkes bu hikayeyi biliyor. Özellikle burayı ziyaret edince konuşuyorlar. Bu nedenle iş arkadaşlarım da hemen bir ses duyunca Beyazgül’ü düşünürler. Beyazgül burada önemli bilinen bir parça ve Beyazgül hakkında şaka bile yapamıyorum. Çünkü burada bu hikaye çok ciddi bir şey.

-Hikayeden etkilendiniz mi?

-Robert Schuddeboom: Evet. Aslında Beyazgül oyununu seyrettikten sonra etkilendim. Çünkü oyunda iki kişi hayalet olarak birbirlerine sarılmayı deniyorlardı. Sarılmayı istiyorlardı fakat olmuyordu. Bu yüzden oyundan etkilendim.

-Bazı kaynaklarda 20 yıl mektuplaştıkları yazıyor. 20 yıl mektuplaştılar mı?

-Robert Schuddeboom: Hayır. Konsolos burada 17 sene çalışmış. Çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra tanışıp aşık olmuşlar. Normalde böyle bir ilişki için o dönemlerde izin yoktur. Çünkü biri Müslüman diğeri Hıristiyan. Fakat Sultan buna izin verdiği için ilişkileri devam etmiş.Önce Beyazgül ölmüştür. Konsolos Londra’ya gittiğinde Beyazgül’ü de yanında götürmek istedi fakat bu mümkün değildi. Beyazgül, ülkeden çıkamadı. Gerçek aşk vardı, bu ilişki için izin vardı ama onun ülkeden çıkmasına izin yoktu. Önce Londra’ya sonra Dresden’e gitti. İstanbul’a gelmek için sürekli izin almayı deniyordu. Ama aslında izin almadan önce Beyazgül öldü. Herhalde tüberkülozdan öldü. Bana göre bir kırık kalpten ölmek daha güzel. Sonra konsolos kalp krizi geçirdi, bu yüzden öldü. Burada 17 yıl çalıştı. Aslında bu ilişkiden dolayı gönderilmedi. Sadece zaman doldu. Dönmesi gerekiyordu ama sürekli daha uzun kalmayı deniyordu.

-Hollanda’da bu hikaye biliniyor mu?

-Robert Schuddeboom: Hollanda’da çok fazla kişi bu hikayeyi bilmiyor. Henüz Beyazgül dans gösterisi orada yok. Dans gösterisini götürmek istiyorlar çünkü böyle bir hikayeye sahip olmak önemli ve Hollanda’da daha çok bilgi vermek istiyorlar.

- Bu hikaye nasıl buralara geldi?

Robert Schuddeboom: Sorularınızla mahfolduğum için özür dilerim. Burada uzun yıllar çalışan bir arkadaşımı çağırıyorum şimdi. Gerçekten iyi bir soru.

Tineke Sökmen: Merhaba ben Tineke Sökmen çok memnun oldum. Ben 1989’da burada işe başladığımda bu hikaye vardı. Ama ne zaman başladı ben de bilmiyorum. Bu hikayeyi iş arkadaşlarımdan duydum. Bu hikaye sürekli bu şekilde anlatılmaya devam etti. Hatta aşağıda da bir heykelimiz var. Onun üstünde de bir yazı var zaten. Ben burada işe başladığımda hikaye vardı, heykel vardı. Ama ne zaman başladı hiç bilmiyorum.

-Peki siz ilginç olaylara rastladınız mı? Çünkü eski konsolos eşleri Beyazgül’ün hayaletini hissettiklerini söylemişler.

-Tineke Sökmen: Bazen kapılar açık oluyor, bazen de piyano. Akşam kapalı olmasına rağmen. Biri mi çaldı Beyazgül mü geldi bilmiyorum. Ama Beyazgül çok olumlu bir hayalet. Yani buradaki atmosfer çok olumlu.

- Beyazgül hayaletinin saraya uğur getirdiği söyleniyormuş. Hatta eski konsolosun eşi merdivenlerden düşerken birinin elini tuttuğunu söylemiş.

-Tineke Sökmen: Evet, böyle bir hikaye var. Dediğim gibi çok olumlu bir hayalet.

-Türkiye’de bu tarz hikayeler oldukça fazla ve çok da inanılır. Belki biliyorsunuzdur.

-Tineke Sökmen: Evet, biz de çok inanmak istiyoruz çünkü Beyazgül çok olumlu, biz böyle olumlu olayları seviyoruz. Burada arkadaşlarla beraber aramızda çok güzel bir enerji var.

-Beyazgül buranın olmazsa olmazı herhalde.

-Tineke Sökmen: Evet, Beyazgül bizimle beraber, biz bir takımız. Bu hikayenin esasını kaynak olarak kitapta bulabilirsiniz. Bunun hakkında kitap var. Ama dediğim gibi biz Beyazgül’le birlikte çok mutluyuz. Takımız!

-Robert Schuddeboom:Beyazgül’le birlikte çalışıyoruz ama ona maaş yok. O gönüllü olarak burda.

-Tineke Sökmen: Beyazgül sadece bekar erkeklere kendini gösteriyor. Herhalde bir gün erkekler içkiliydiler. Beyazgül’ü gördüklerini söylediler. Bundan emin değiliz ama kesinlikle iyi bir ruh var.

-Bizde Aslı ile Kerem, Leyla ile Mecnun gibi efsaneler dilden dile anlatılır. Beyazgül hikayesi de Hollanda’da böyle masal gibi anlatılıyor mu, biliniyor mu?

-Robert Schuddeboom: Bu hikayeleri henüz okumadım. Ama okumak istiyorum.Nasıl bitiyor?

-Maalesef kötü.

-Robert Schuddeboom: Romeo ve Juliet sadece bir gün gerçekleşti. Ama bu hikaye senelerce sürdüğü için daha güzel bir hikaye.

-Tineke Sökmen: Hollanda’da var mıydı bu tarz hikayeler?

-Robert Schuddeboom: Hollandalılar çok romantik bir halk. Bunu hareketleriyle belli ediyorlar, hikayelerle değil.

-Türkler biraz hikayeye bağımlı kalıyorlar.

-Tineke Sökmen: Evet, biraz öyle.

Gerçek bir aşk hikayesi sahneye taşındı:

BEYAZGÜL

18. yüzyılda Hollanda elçisi Cornelis Calkoen ile cariye Beyazgül’ün efsaneleşen aşk hikayesi sahneye taşındı. 20 yıllık ayrılığın ardından sevdiğine kavuşacağı haberini alan elçinin yolda ölümü, Beyazgül’den saklanan gerçekler ve yıllarca her gün elçilik kapısındaki bekleyiş… Hollanda Konsolosluğu bahçesine heykeli dikilen Beyazgül, Hocapaşa Dans Tiyatrosu’nda yeniden canlanıyor.



Mistik mekanda gerçek aşk

Efsaneleşen aşk hikayesi, tarihi bir mekanda yeniden hayat buldu. İstanbul Devlet Opera ve Balesi başdansçısı Oktay Keresteci’nin sanat danışmanlığını, Vildan Kavaklıgil ve Özge Kök’ün koreografisini yaptığı gösteri, Sirkeci’deki 540 yıllık tarihi binada hizmet veren Hocapaşa Dans Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Kemal Çakırgöz’ün yapımcılığındaki gösterinin etkisi 360 derece video mapping uygulamasıyla daha da artıyor.

*****

Hollanda gazetesine iki sayfa konu oldu

Mudurnu evlerinin ahı tuttu...

Yüzyılların mimarisi dururken bunları yapıp iflas ettiler



Şato tipi mimarisiyle Türkiye’nin gündemine oturan Bolu’nun Mudurnu ilçesindeki

'Burj Al Babas' projesinin iflası, Hollanda'nın en büyük gazetelerinden de Volkskrant'a tam iki sayfa konu oldu.

Ekonomik nedenlerden dolayı inşası durdurulan proje için, İstanbul 3’üncü Asliye Ticaret Mahkemesi iflas kararı verdi. Piyasaya 27 milyon dolar borçları olduğunu belirten Sarot Group Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin Yerdelen ise, karara itiraz edeceklerini söyledi.

'Burj Al Babas' projesi için 2011’de çalışmalara başlandı. İnşaat için kentsel sit alanı olan Mudurnu’nun üç kilometre uzağında bir bölge seçildi. Site içinde termal turizmi de yapmak isteyen Sarot Group bünyesindeki Burj Al BabasTermal Turizm Pazarlama İnşaat Taahhüt Limited Şirketi arsa topladı. Araziler normal değerinin 4-5 katı fiyata satın alındı. 120 bin liralık arazisini Sarot Group’a 660 bin liraya sattığını belirten bir esnaf, “Şu anda villaların yapıldığı bölgede 11 dönüm arazim, üzerinde de kümesimiz vardı. Şirket bize başka bir bölgeden arazi takası teklif etti. Reddettik. Daha sonra arazimi satın almak istediler. Değeri 120 bin lira civarındaydı. Önce 200 bin lira verdiler. Yine kabul etmeyince pazarlık sürdü. Sonunda 660 bin liraya sattım” dedi.

350’Sİ ARAPLARA SATILDI

Projenin çiziminden sonra 750 dönüm arazi üzerinde içinde AVM, cami ve diğer sosyal donatı alanı bulunan 732 villadan oluşan Burj Al Babas projesinin inşaatına başlandı. Proje kapsamında inşaat alanı ile termal su kaynakları arasında sıcak su taşıması için 4 kilometre uzunluğunda borular döşendi. İnşaat devam ederken villalardan 350’si Katar, Bahreyn, Kuveyt, Dubai ve Suudi Arabistan’daki müşterilere satıldı. 2018’in başında şirket, müşterilerinden alacaklarını tahsil edemeyince villaların inşaatı sekteye uğradı. Şu ana kadar 587 villanın yapıldığı projenin inşaatı tamamen durdu. Bunun üzerine Sarot Group konkordato için İstanbul 3’üncü Asliye Ticaret Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak mahkeme iflas kararı verdi.



Het leek in 2014 nog een leuk idee: 732 villa’s identieke villa’s bouwen in de buurt van Mudurnu, in het noordwesten van Turkije. Zelfde torentjes, zelfde raampjes, zelfde balkonnetjes. Een beetje dicht op elkaar, maar de kasteeltjes waren zo verkocht. Vier jaar later zijn er 587 klaar, maar is de bouw stilgelegd. Ze staan allemaal leeg. De gelijkenis met de spooksteden in, die zijn ontstaan tijdens de financiele crisis in Spanje, is frappant.

De Turkse projectontwikkelaar heeft het faillissement aangevraagd omdat veel van zijn klanten uit Qatar, Bahrein, Koeweit en de Verenigde Ade Golf-regio hun rekening niet betalen. De villa’s kosten per stuk zo’n 400 duizend euro.

Ze zijn gewoon te koop. Foto Adem Altan / AFP

*****

Bülent Türker’in Atatürk ve Çanakkale Müzesi’ne TÜRKSAV’dan Ödül…

Ödül Töreni 23 Nisan'da Hollanda'da yapılacak



3 yılı aşkın zamandır Hollanda’nın Rotterdam şehrindeki evlerinde kurdukları Çanakkale Müzesi'ni, bu güne kadar kimseden en ufak bir destek almamalarına rağmen, binlerce insanı ağırlayan Bülent Türker ile annesi 82 yaşındaki Zehra Türker ve oğlu Buğra Türker , yaptıkları gönüllü hizmetlerden dolayı, 2018 yılı Uluslararası TürkSav ödülünü kazandılar.

TürkSav Yönetim Kurulu Başkanı Yahya Akengin yaptığı açıklamada, yaptıkları gönüllü çalışmalar ile, Atatürk ve Çanakkale’yi Avrupalılara tanıtan Türker ailesi, ödüllerini Hollanda'da yapılacak olan özel bir törende alacaklar.

Ödül kazandıklarını öğrenen Bülent Türker, “3 yıl aradan sonra ilk kez böyle Uluslararası bir ödül kazanmak bizleri çok mutlu etti.

Başta müzeye büyük emeği geçen annem Zehra Türker ve oğlum Buğra Türker ile , müze müdürümüz Erol Sanburkan, Vahit Acıöz , Ayşe Yanar, Ali Koç Radyo Deniz, Meral Togay ve Hatice Bayar ile Hülya Ahmet Kula çiftine çok teşekkür ederim. Bu ödülü annem Zehra Türker’e armağan ediyoruz. En büyük emek onundur.” dedi.

Ödül töreni, 23 Nisan 2019 tarihinde Hollanda’da yapılacak.



Bu yıl ayrıca ilk defa olmak üzere “19 Mayıs Türk Dünyası Diriliş Ödülü” verilecek.

İlk ödül sahibinin Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev olduğu bildirildi. Nazarbayev’e ödülü, Kazakistan’ın başkenti Astana’da takdim edilecek.

*****

Murat Gedik'ten tarihi çağrı!

“Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı Hollanda’ya taşımayalım”



Hollanda Türk Federasyonu Başkanı Murat Gedik önemli mesajlar verdi.

Rotterdam Meydan Restoran'da verilen akşam yemeğine, Rotterdam MÜSİAD ve HOKAF Başkanı Mustafa Duyar, Hollanda Türk Hukukçular Birliği Başkanı Av.Ejder Köse, HOTİAD Genel Sekreteri Faruk Halıcı, İOT Başkanı Zeki Baran, DENK Partisi Avrupa Parlementosu adayı Ayhan Tonca, TOVER Başkanı Durmuş Doğan, LAPON Başkanı Arif Yakışır, Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil, Hollanda Nogay Türkleri Başkanı Orhan Demirci, Batı Avrupa Türk İslam Merkezi Başkanı Uğur Arısoy ile birlikte STK temsilcileri ve çok sayıda basın mensubu katıldı.



Hollanda Türk Federasyonu olarak kırmızı çizgilerinin, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü olduğu ifade eden Başkan Murat Gedik, “ Biz, siyasi görüşü, dini inancı ne olursa olsun, bu kırmızı çizgilerimize saygı duyan herkes ile görüşmeye, bir araya gelmeye hazırız. Türkiye’deki siyasi kutuplaşmaların Hollanda’ya taşınmasını istemiyoruz. 11 Mart akşamı yaşanan olayların etkisi hala sürerken, bu tür onayların yaşanmasına müsade etmemeliyiz. Türkiye’deki seçimlere gösterdiğimiz hassasiyeti yaşadığımız ülke içinde göstermek zorundayız. Önümüzde eyalet ve Avrupa Parlementosu seçimleri var. Türkiye seçimleri için yüzlerce km kaybedip oy verirken, evimize 100/200 metre uzaktaki sandığa gitmiyorsak sorun var demektir” dedi.

Katılımcılar sırası ile söz alıp Murat Gedik’e böyle geniş tabanlı bir toplantı için teşekkür ettiler, düşüncelerini dile getirdiler ve bu tür toplantıların periyodik olarak yapılmasının önemine vurgu yaptılar.

''Bu toplantı ile diğer STK’lara öncülük ve ağabeylik mi yapmak istiyorsunuz'' sorusu üzerine Gedik, “ Hayır öyle bir düşüncemiz yok, bu kez biz yaptık bir başka sefere bir başka STK yapar. Amaç ortak paydalarda birlik olmak” diye cevap verdi.

İOT’nin çiçeği burnunda başkanı Zeki Baran, yıllar önce İOT’ye bağlı federasyonlara kabul edilmeyen HTF ile ilgili düşünceleri olduğunu ifade ederek, yakın zamanda kendisinin de bu tür bir toplantı organize ederek bilgiler vereceğini söyledi.

HOTİAD Genel Sekreteri Faruk Halıcı ise gençlere yönelik çalışmalara ivme kazandırılmasının ve STK yönetimlerinde gençlerin önünün açılması gerektiğini ifade eden bir konuşma yaptı.

Propramın sonunda HOKAF ve Rotterdam MÜSİAD Başkanı Mustafa Duyar da önümüzdeki ilk iki aylık süreçte gerek HOKAF, gerekse Rotterdam MÜSİAD olarak yapılacak etkinlikler hakkında bilgi vererek, katılımcıları davet etti.

BaşkaHaber.eu

*****

İlhan KARAÇAY soruyor:

Prof. Dr. Faruk Şen ne yapmak istiyor?

“Utrecht Turizm Fuarı gecekondu fuarı gibi” diyen Şen, “Türk medyası Bakan'ın konuşmasını beğenmedi” ifadesiyle neyi amaçlıyor?

Ben de sayın Şen'e soruyorum: Biz başka bir fuarı mı gezdik, yazdıklarımız hayal ürünü müydü





Prof. Dr. Faruk Şen (solda), Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli (ortada) ve Turgut Torunoğulları (solda) ile birlikte



Geçen hafta, ben de dahil, Türk medyasının sitayişle söz ettiği Utrecht Turizm Fuarı,

Prof. Dr. Faruk Şen'e göre, 'Gecekondu Fuarı' gibiymiş.

Türk standlarının bulunduğu yere sadece Türkler gelmiş ve hiçbir Hollandalı yanaşmamış.

Fuar'a katılan Türkiye Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un konuşmasını da Türk yerel basını beğenmemiş. Bunların hepsini sayın Şen, kendi yayın organı BRANDDAY.NET haber portalında yayınlamış. Bizden de bazı arkadaşlar bunları kendi haber portallarında aşağıdaki gibi yayınladılar:

“Utrecht Turizm Fuarı gecekondu fuarı gibi”

Uzun süredir Avrupalı Türklerin Turizme katkılarını araştıran TAVAK Başkanı Prof.Dr. Faruk Şen, Utrecht Turizm Fuarını gecekondu fuarına benzetti.

İş adamı Turgut Torunoğulları’nın desteği ile yaptığı araştırma raporunu açıklamak için Hollanda’ya gelen Şen, Fuarın ilk günü araştırmanın bir nüshasını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a verdi. Daha sonra Torunoğulları ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek araştırması hakkında bilgi verdi.

Hollanda’dan Almanya’ya geçen Şen çeşitli temasların ardından Zeki Şahin’in. Kanal Avrupa TV’de sunduğu Avrupa Masası propramının canlı yayın konuğu oldu. Geçtiğimiz gün Türkiye’ye dönen Şen, kendi yayın organı BRANDDAY.NET haber portalında yayınladığı haberlerde Hollanda Türk basınından övgülerle söz ederken Utrecht Turizm fuarı’nı yerden yere vurdu.Şen’in ilgili haberler şöyle

Utrecht Turizm Fuarı hakkında:

Utrecht Turizm Fuarı ikinci sınıf bir fuar. Hollanda’da gerçekleşen bu fuar Avrupa’da bir salonda gerçekleştirilen gece kondu fuarına benziyor. Fuara en görkemli katılımı Türkiye gerçekleştirdi. Fakat Türklerin fuar alanında yalnız Türkiye’den gelen yetkililer ile Hollandalı Türkler bulundular. Karşılıklı selamlaştılar. Hollandalılar pek uğramıyor. Bu fuara bu kadar para harcamanın hiçbir anlamı yok. Türk yetkililerin bunu görmesi lazım.

Hollanda Türk basını hakkında:

Hollanda’da yerel Türk basını gayet aktif bir şekilde çalışıyor. Bunlar Türklere yönelik haberleri ön plana çıkarırken Türk işadamlarını da konumunu ciddi bir şekilde irdeliyorlar. Utrecht Turizm Fuarı’nda boy gösteren Türk yerel basını Bakanın konuşmasını beğenmediler.



Ben üstteki haberi okuyunca çok şaşırdım doğrusu. Fuar'ın açılış günü kendisi ile yan yana oturduğum sayın Şen'i, Almanya'da yıllarca iyi ve hayırlı işlere imza atmış bir kişi olarak tanıyorum.

Son olarak, hepimizin çok sevdiği ve takdir ettiği Turgut Torunoğulları'nın desteği ile yapmış olduğu, 'Avrupa Türkleri'nin Türk turizmine katkısı' başlıklı araştırması da takdire şayandı.

Şen, bu konudaki raporu da Bakan Ersoy'a takdim etme fırsatı bulmuştu.

Peki, sayın Şen Utrecht Turizm Fuarı'nı neden küçümsedi?

Şen'e göre, 'Gecekondu Fuarı gibi' yakıştırmasını yaptığı Fuarda,Türk standlarının bulunduğu yere sadece Türkler gelmiş ve hiçbir Hollandalı yanaşmamış.

Fuar'a katılan Türk Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un konuşmasını da Türk yerel basını beğenmemiş.

Hayret! Biz başka bir fuarı mı gördük acaba?

Türk medyasında, 'Türkiye Fuar'ın yıldızıydı' diye başlık atan medya sayısı bir hayli çoktu. Ben de 'Utrceht Turizm Fuarı'nda Türkiye şöleni' başlığını kullanmıştım.

Utrecht Belediye Başkanı'nın, her şeyi bir kenara atarak Türk standına gelişi ve Bakan Ersoy ile birlikte açılışı yapışı hayal mıydı acaba?

Türk Turizm ve Tabıtma Müşavirliği'nin, Türk Hava Yolları'nın, Corendon'un, Kuşadası, Bodrum ve daha pek çok yöremizin standları muhteşem değil de gecekondu gibi miydi?

Kuşadası standında yapılan, 'Türkiye seyahati çekilişlerine' katılan yüzlerce kişi Hollandalı değil miydi? (Her gün iki kişiye Kuşadası seyahatı hediye edildi. Bazı istisnalar ile pek çok Hollandalı'ya da bonkörlük yapıldı.)

Şen'e göre, Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy'un konuşmasını yerel basın mensupları beğenmemiş. Hangi basın mensubu beğenmedi acaba, öğrenebilir miyiz?

Sayın Şen, bu açıklamasıyla biz medya mensuplarını da yalancılıkla suçlamış olmuyor mu? Aslında, Prof. Dr. Faruk Şen'e darılmamak lazım: Zira kendileri, sadece fuarın açılış günü ordaydı. Açılış gününe de sadece turizmciler ve medya mensupları katılırlar. Kaldi ki ben, her yıl yaptığım gibi, fuarın açık olduğu tüm günlerde oradaydım.

Utrecht Turizm Fuarları'nı beğenmediğimiz ve eleştirdiğimiz yıllar da oldu. Fuar'daki eksiklikleri yazdığımız yılların haddi hesabı yok.

Fuara Türk devletinin parasıyla katılan bazı yörelerimizin standları, son iki gün yani cumartesi ve pazar günleri bomboş oluyordu. Bu durumu yazdım. Sağolsun Bakanlığımız bu uyarımı ciddiye almış ve fuara devlet parasıyla katılmak isteyenleri Ankara'ya çağırarak uyarıda bulunmuş. Bu nedenle de, bu yıl fuara pek çok yöremiz katılma imkanı bulamamış.

Eeeee, demek ki bazı uyarılarımız da işe yarıyormuş.

Şimdi, geçen ayki bültenimde yayınladığım fuar haberini aşağıya tam metin ve fotoğraflarla aktarıyorum.

Okuduktan sonra lütfen siz karar veriniz:

Bu fuar 'Gecekondu' gibi miydi?

Bu fuarda Hollandalılar Türk standlarına yanaşmamış mı?

Bakan Ersoy'un özetlediğimiz konuşması 'Beğenilmez' bir konuşma mıydı?



*****

Yavuz Nufel ‘Göç anı ve şiirleri’ ile büyüledi...





Gazeteciliği, yazarlığı ve şairliği ile Avrupa’daki Türkler’in yakından tanıdığı Yavuz Nufel, Hollanda'ya Göç'ün hikayesini şiirlerle anlattı.

Nufel, GÖÇ adlı şiir dinleti gecesine katılan sanatseverlere tam anlamıyla bir 'poezie' ziyafeti verdi.

Daha önce Avrupa’nın ve Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde 150 kez sahne alarak, tek kişilik anlatısı ile seyirci karşısına çıkan Nufel, Lahey'de gördüğü ilgiden oldukça memnundu.

Göçün 60 yıllık hikayesini şiirlerle, anılarla ve öykülerle anlatan Nufel, Lahey'deki Sanatolia salonundaki katılımcılara ,‘Hoş geldiniz’ dedikten sonra, hem kendi yaşadıklarını, hem de çevreden aldığı bilgileri şiirle harmanlayarak sundu. 60 yıllık bir döneme ait olan bu hikâyelerde izleyiciler bazen duygulandı bazen de kahkahalara boğuldu.



Başta Hollanda olmak üzere Avrupa’ya Türk işçi göçünün yaklaşık 60 yıllık sürecini çeşitli yönleri ile anlatmış olan Nufel, “Gösterimizi Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde defalarca yaptık. Yakın geçmişimize ışık tutarken yaklaşık 60 yıldır buralarda yaşayan insanlarımızın acı tatlı anılarını anlatıyorum. Gösterilerimde gülmek ve hüzünlenmek, garanti. Anlattıklarım bir hayal ürünü değil. Yaklaşık 35 yıldır yaptığım araştırmaların, gözlemlerin, izlenimlerin ürünüdür.'' diye konuştu.

Yavuz Nufel, ''Bu akşam Sanatolia Vakfı’nın sahnesinde Göç destanı ile Güldük, hüzünlendik... Yağmur, uzak ve yakın demeden onca yol katedip gelen yüreği güzel insanlardan, çok gelmek isteyip de gelemediklerini ve yüreklerinin bizimle olduğuna inandığım dostlara destan dolusu şükran ve teşekkürlerimi sunuyorum'' diye devam etti.

Sanatolia Vakfı

Yavuz Nufel, Tamer Barış Ülger yönetiminde, kurulduğu günden beri istikrarlı bir şekilde yoluna devam eden Sanatolia Vakfı'nın çalışmalarına da değindi ve ''Tiyatrodan müziğe, sahne sanatlarını, başta gençler ve çocuklar olmak üzere Hollanda’da sevdiren Sanatolia Vakfı, Türkiye’den sanatçı getirmek yerine kendi bünyesinde yetiştirdiği gençlere ve Hollanda’da yaşayan sanatçılara imkan vermeyi tercih ederek farkını ortaya koyuyor.'' dedi.

Türkiye’den gösteri için gelen sanatçıların Avrupa’daki Türk sanatçı ve sanatçı adaylarının önünü kestiğini, şevkini kırdığını vurgulayan Nufel, “60 yıllık göç tarihimizde ne yazık ki; iş dünyası, siyaset ve akademik alanda yakaladığımız başarıyı sanatın hiç bir dalında yakalayamadık. Bunun nedeni ise Türkiye’den etkinlik için getirilen sanatçılardır. Nasıl olsa hazırı varken ne gerek var, mantığıdır. Bu düşünceyi zaman zaman kırmaya çalışan girşimler olduysa da maalesef başarılı olamadılar. Bu yüzden ben Sanstolia’nın çalışmalarını takdir ediyor ve destekliyorum, sanata değer veren herkesin de desteklemesini istiyorum” diye devam etti.

*****

Torunoğulları ailesi, Tencere-Tabak, Turizm-Konaklama ve İnşaat-Devremülk'ten sonra Gastronomi'ye de el attı

Haber:İlhan KARAÇAY

Fotoğraflar:Ergun KULA



İnanılmaz bir ticari başarı grafiğine sahip olan Karslı Torunoğulları ailesi, Tencere-Tabak,

Turizm-Konaklama ve İnşaat-Devremülk'ten sonra Gastronomi işine de el attı.

Tencere Krallığı'ndan, Hollanda'da bir sokağı olduğu gibi satın almaya, İstanbul'da, Fetiye'de ve Marmaris'te sayısız otel işletmeye ve İzmit yöresinde yaptıkları inşaatları devremülk satmaya kadar en iddialı işlerin altından başarı ile kalkan Torunoğulları ailesi, başlarında ağabey Turgut Torunoğulları olmak kaydıyla, yeni yeni işlere el atıyorlar.

Her işletmeden bir aile ferdinin sorumlu olduğu işlerin sonuncusu gastronomi, yani yeme içme işi oldu.





Torunoğulları ailesinin fertlerinden, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği Başkanlığı'nı yapan Aykut Torunoğulları, İstanbul Nişantaşı'da bir lokanta açmayla gastronomi işini başlatan aile ferdi oldu.

Nişantaşı Ocakbaşı adı verilen lokantanın açılış merasimi de, katılan davetlilerin şöhretli olması nedeniyle, tabii ki çok görkemli oldu. Öyle ya, Aykut Torunoğulları Hollanda'da Beşiktaşlılar Derneği Başkanlığını yapıyorsa, kardeşi Erdal Torunoğulları da, Türkiyemizin bu güzide kulübünde Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyor. Bu nedenle de, Torunoğulları'nın her etkinliğinde ünlülleri görmek mümkün oluyor.



Nişantaşı Cihangir'deki Ocakbaşı lokantasının açılış törenine, spor, sanat ve medya dünyasından, BJK Genel Sekreteri Ahmet Ürkmezgil, Gürbüz Çapan, Bülent Seyhan, Prof.Faruk Şen Kağıthane ilçe emniyet müdürü Birol Taşkoparan, futbolculardan İbrahim Toraman, Uğur Boral, ses sanatçılarından Onur Akın, Gökhan Tepe, Ali Altay, sinema dünyasından yönetmen Aydın Bulut, Eyşan Özhim, Keremcem, Nuri Alço, Tolgahan Sayışman, Ufuk Şen, Hüseyin Elmalıpınar, basının usta kalemlerinden Bilal Meşe, İsmail Er, Fatih Doğan, Serdar Sarıdağ, Ercan Öztürk, kardeşleri Erdal ve Ertan Torunoğulları katıldılar.



Gastronomi mesleğinin son günlerde ülkemizde de sıkça rağbet görmeye başladığını belirten Aykut Torunoğulları, bu sektörde başarılı olmak için, önce ne ile meşgul olduklarını araştırmak gerektiğini belirtti ve şunları söyledi:

''Kültür ve yemek arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplin olarak geçen gastronomi adı, ilk olarak Fransız yazar Joseph Berchoux tarafından kullanmış. Ortaya çıkışı 1801 yılına dayanan gastronomi, Yunanca mide ile ilgili "Gastro" ve kanun, kural anlamındaki "Nomos" kelimesinden türeyen "Nomy" kelimelerinin birleştirilmesinden oluşan bir kelimedir. Yenilebilir tüm maddelerin, hijyenik olan ama sağlığa uygun olmasına şart koşulmayacak şekilde azami damak ve göz zevkini amaçlayarak sofraya, yenmeye hazır hale getirilmesine kadar olan süreç, gastronominin çalışma alanıdır''.



Aykut Torunoğulları, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü mezunlarına, açacakları lokanta zincirinde staj ve iş vermeyi hedeflediklerini de sözlerine ekledi.

Torunoğulları, Edelstaal Group olarak 2019 yılında gastronomi alanında farklı ve kapsamlı projelere imza atacaklarını belirttikten sonra, ''Burada açmış olduğumuz mekanın, Vodafone Arena’ya yakınlığından dolayı Beşiktaşlıların da uğrak yeri olacaktır.

Tabii ki diğer sporsever insanlarımızın da başımızın üzerine yeri var'' dedi.

Torunoğulları, rezervasyonlar için bir telefon numarası bırakmayı da ihmal etmedi:

0090 212 244 00 48

*****

Şimdi de kafayı Başkonsolosluğumuza taktılar...

İki siyasi parti, Rotterdam Başkonsolosluğumuzun kapatılmasını istiyor

Gerekçe:''Kürt kökenli bir Türk'e dayak ve biber gazı sıkma''





2017 yılının 21 mart günü, zamanın Aile'den Sorumlu Bakanımızın girişinin yasaklandığı sırada büyük olaylara sahne olan Rotterdam Başkonsolosluğumuz'un kapatılmasını isteyen iki siyasi parti, şimdi de, '''Kürt kökenli bir Türk'e dayak ve biber gazı sıkma'' iddiası ile, bu isteği ikimci kez tekrarladılar.

Bir süre önce, yaşamına son vermek için konsolosluk içinde üzerine benzin dökerek kendisini yakan, konsolosluktakilerin yardımı ve itfaiyenin girişimi ve travma helikopterinin yardımı ile ölümden kurtulan bir Türk'ün hikayesini bahane eden, son olarak da konsolosluktaki bekleme süresine kızıp ortalığı alt-üst eden birine yapılan müdahaleyi öne koşan ırkçı Yaşanabilir Rotterdam ve CDA partisi, konsolosluğun kapatılması için önerge verdiler.

Önergeyi veren Yaşanabilir Rotterdam Partisi Meclis Üyesi Tanya Hoogwerf şunları söyledi:

''Konsolosluğa gelen bir Kürt, uzun bekleme nedeniyle bir görevli ile münakaşa etti. Bunun üzerine dört güvenlik görevlisi adama karşı göz yaşartıcı gaz sıkarak dövdüler.''

Rotterdam savcılığı konuyla ilgili yapmış olduğu soruşturmada, olaya sadece bir güvenlik mensubunun müdahale ettiğini, onun da diplomatik dokunulmazlığı olduğunu açıklamıştı.

Meclis üyesi Tanya Hoogwerf, ''Bir güvenlik görevlisinin diplomatik dokunulmazlığının olması benim için yeni bir şey'' derken, soru yoneltilen Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Ebutaleb de ''Konsoloslukta silah ve göz yaşartıcı gaz bulundurmak izne bağlıdır.'' dedi.



Bu ayın başında, Başkonsolosluğa gelen bir Türk, bilinmeyen bir nedenle üzerine benzin dökerek kendini ateşe vermişti. Rotterdam polisi, Başkonsolosluktaki kendini yakma olayı ile ilgili olarak, ''Bir intihar girişimiydi'' açıklamasını yapmıştı. Konsolosluktakilerin yardımı, itfaiyenin girişimi ve travma helikopterinin yardımı ile ölümden kurtulan Türk hakkında daha fazla bilgiye ulaşılamadı.

Yavuz NUFEL

*****

Funda Gül Özcan, Hollanda Güzel Sanatlar Yarışması'nda finale kaldı

İlhan KARAÇAY

1984 Almanya doğumlu Funda Gül Özcan, Hollanda'nın De Volkskrant Gazetesi'nin , Schiedam kenti Stadelijk Müzesi ve Avrotros ile ortaklaşa düzenlediği Güzel Sanatlar Yarışması'nda son üçe seçilerek finale kaldı.

Güney Afrikalı Neo Matlago ve Hollandalı Lonneke van der Palen ile birlikte son üçe kalan Funda Gül Özcan'ın eserleri, Schiedam'daki Stedelijk Müzeum'da sergilenecek. Sergi devam ederken, özel jüri birinciyi ilan edecek.





12'ncisi yapılan yarışmaya, Hollanda'da çalışan ve yaşları 35'i geçmeyen sanatçılar kabul ediliyor ve birinciliği kazanana 10 bin euroluk ödül veriliyor.

Funda Gül Özcan, Münih'te Fina Art Akademisi'ni bitirerek sanat hayatına başladı.

Daha çok vitrin çalışmaları ile ünlenen sanatçı, şu anda Amsterdam Devlet Akademisi Güzel Sanatlar bölümünde çalışıyor. Sanatçının eserleri, 2016 yılında Amsterdam'daki bir sergide 'En çok ilgi çeken eserler' olarak nitelenmişti.

*****

İlhan KARAÇAY yazdı...

İslam düşmanı siyasetçinin, Müslüman oluş hikayesini bir de benden okuyun...

Hollanda medyası, dini dönüşümün, kitap satışı için propaganda aleti olarak kullanıldığını öne sürüyor



Van Klaveren, imam Azzedine Karrat'ın huzurunda kelime-i şehadet getirdi

Geçen yılın ekim ayında Müslümanlığı seçen bir Hollandalı siyasetçi hakkında yazmış olduğumuz haberler, aradan 4 ay geçtikten sonra, temcit pilavı gibi ısıtılarak medyaya tekrar konu oldu.

Bizim tarafımızdan övgüyle söz edilen bu siyasetçi hakkında Hollandalılar ateş püskürüyor.

İsterseniz önce, konuyu hatırlamak için, Anadolu Ajansı'nın servis ettiği haberi okuyalım, daha sonra da Hollandalılar'ın neler dediğine bakalım:

Hollandalı eski siyasetçi, İslam karşıtı kitap yazarken Müslüman oldu

Hollanda'da, bir dönem aşırı sağcı Özgürlük Partisinde (PVV) milletvekili ve ikinci adam olan Joram van Klaveren, İslam karşıtı kitap yazarken Müslümanlığı seçti.

Hollanda basınında çıkan haberlere göre, eski siyasetçi 39 yaşındaki Joram van Klaveren, geçen yıl ekim ayında şehadet getirerek Müslüman oldu.

Eski siyasetçinin, Müslümanlık karşıtı kitap yazdığı süreçte yaptığı araştırmalar sırasında İslamiyet ile ilgili bakış açısı değişti.

İslamiyet'i seçen Klaveren, Müslüman olduktan sonra gayrimüslimlerin İslam karşıtı düşüncelerini çürüten bir kitap çıkardı.

2010-2017 yıllarında Hollanda Parlamentosunda milletvekili olan van Klaveren, 2014'te PVV lideri Geert Wilders'in, Fas kökenliler için sarf ettiği ırkçı sözlerinden sonra partiden ayrılarak bağımsız milletvekili olmuştu. Wilders'in, ırkçı söylemlerinden ötürü yargılanma süreci devam ediyor.

Van Klaveren, ülkede 2017'de yapılan genel seçimlerde kendi kurduğu partiden aday olmuş fakat yeterli oy alamadığı için siyasete veda etmişti.

Bir dönem aşırı sağcı PVV partisinde olan Birlik Partisi lideri Arnoud Van Doorn da yaklaşık 6 yıl önce partiden ayrılarak Müslümanlığı seçmişti.



Van Klaveren, Hollanda'nın dini yayın kurumu EO Televizyonunda

Şimdi bakın, geçen yıl ekim ayında bu konuya hiç değinmeyen Hollanda medyasının şimdi yazdıklarına.

İşte De Telegraaf'tan pasajlar:

Camilerden sevinç nidaları, eski arkadaşları ve tanıdıklarından şaşkınlık. PVV Partisi'nin eski milletvekili Joram van Klaveren'in İslam dinine dönüşümü bomba gibi patladı. Tıpkı, Hayvanları Koruma Partisi Başkanı Marianne Thieme'nin barbecue (mangal) partisi yapışı gibi...

''Hakikat mı?'' diye soruyor haberi yeni duyan eski bir meslektaşı.

''Çok acı'' diye bağırıyor eski bir çalışanı.

''Onu böyle tanımazdık'' diyor üçüncü şahıslar.

Bu şaşkınlık anlaşılır. Zira, Van Klaveren, birkaç yıl öncesine kadar İslam için, ''Son yüzyılın ülkemize çöken en kötü hastalığı'' diyordu. Geert Wilders'in gözünün nuru, Yahudi-Hıristiyan kültürün en büyük savunucusuydu Van Klaveren.

Aylarca ortalıkta görünmeyen Van Klaveren'den dün o büyük söz düştü:Hıristiyanlığı İslam ile değişmişti.

Radyo 1'de yaptığı konuşmada, Hz. İsa için söylenen Allah'ın oğlu, Allah'ın babası ve Allah'ın ruhu deyimleri ile, çarmıha geriliş hakkında tereddütleri olduğunu söyledi.

Van Klaver'da, İslam'daki kelle koparmalar, kadın düşmanlığı ve şiddet suçlamalarından eser kalmamıştı. O'na göre, peygamber Muhammed'e atfedilen kötü şeyler yalandı ve yeni inançlar Hollanda için biz zenginlikti.

Dönüşüm, Van Klaveren için bir ilk değildi. Zira kendisi daha önce de VVD Partisi'nden PVV'ye dönmüştü. Orada dört yıl milletvekilliği yaptı. Parti başkanı Wilders'in, ''Daha az Faslı, daha az Faslı'' söylemlerinden sonra partisinden ayrıldı veVNL Partisi'ni kurdu. Ama 2017 seçimlerinde bir koltuk bile kazanamadı.



Van Klaveren, PVV Başkanı Wilders ile iyi günlerinde



VNL Partisi'nin Grup Başkanı Jan Roos da bu habere inanamadı. '' Bakın, partimizin hiç sandalye kazanamamasından sonra ben de bunalıma girdim. Ama din değiştirmeyi hiç düşünmedim. Bu iş neye benzedi biliyor musunuz? Hayvanları Koruma Partisi Başkanı Marianne Thieme'nin mangal partisi organize edişi ile, Bir siyahinin Ku Klux Klan'a üye oluşuna.''

Jan Roos, bu dönüşüme şüphe ile bakıyor ve ''Bu dönüşüm, yazdığı İslam kitabının satışı için bir propaganda aracı mı acaba?'' diye ekliyor. Kendisinden önce İslam dinini seçen partidaşı Arnold van Doorn gibi, kaybetmenin yarattığı düşmanlık hislerine mi kapıldıklarını soran Jan Roos, bunun bir Stokholm Sendromu olabileceğini söylüyor.

Eski partidaş Hero Brinkman da, ''Bir şeyden korkarsan, gider oraya sığınırsın'' benzetmesinde bulunuyor.

2013 yılında İslam dinini seçen partidaş Arnold van Doorn, Van Klaveren'i yürekten tebrik etti. ''Bu konuda duyumlar alıyordum. O'nun camilerde dolaştığı rivayetleri geliyordu.'' diyor van Doorn.

Van Doorn şöyle devam ediyor: ''PVV Partisi, din değiştirmek isteyenler için iyi bir yetiştirme çiftliğidir. Aslında, gençler de İslam düşmanlığı medya tarafından körüklendiği zaman aratırmaya giriyorlar ve sonunda din değişimine gidiyor.''

Serbest Üniversite'den din psikologu Joke van Saane, her yıl yüzlerce Hollandalı'nın İslam dinine geçtiğini söylüyor. İslam'ı seçen Van Klaveren'in, reformcu Ortadoks bir ailede yetiştiğini ve bu akımın İslam'a benzediğini belirten Saane, bu sınıftakilerin çok çabuk sistem değişikliği yaptıklarını öene sürüyor.

Van Klaveren'in İslam dinine dönüşüm yaptığı sırada, O'na kelime-i şehadeti okutan imam Azzedine Karrat, bu gelişmeyi küçümsemek isteyenlere karşı, ''Hiç de inanılmayacak bir durum yok. Bir insan neden boş yere din değiştirsin ki?'' diyor.

*****

TÜRKİYE'DEKİ SİGARA İÇME LAÇKALIĞI HOLLANDA MEDYASINA KONU OLDU

''Türkler yasağa rağmen pofur pofur sigara içiyor''





İçinizden bazıları belki hatırlayacaklardır. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında İstanbul’da korumalarıyla bir kahvehanenin önünden geçerken, üst kattaki balkonda sigara içen bir adam görür. Erdoğan adama seslenerek sigara içmenin müeyyidesi olduğunu hatırlatır. Adam istifini bozmadan sigara içmeye devam eder. Erdoğan korumalarını kahvehaneye yollar. Sonunda kahvehane sahibi yüklü bir para cezası öder.



Erdoğan sigaradan hoşlanmıyor. Kurallara aldırmayanlardan da hoşlanmıyor. Hele hele onlara kuralları hatırlattığında, kendisini takmayanlardan hiç hoşlanmıyor.

Kahvehaneler ve restoranlar gibi kapalı alanlarda sigara içmek 2014 yılından beri yasak. Evet, yasak var ama, Türkler, tıpkı Türk gibi sigara içmeyi sürdürüyorlar. Uygulamada da buna göz yumuluyor. Keza Türkiye’de, kahvehanelerde de yasak olmasına karşın pofur pofur sigara içiliyor. Restoranların ve kahvehanelerin önündeki teraslarda sigara içilebiliyor. Bazı restoranlarda sigara içmek için ayrılmış salonlar da var. Tabii buna ek olarak ünlü nargile kahveleri de var.

Şimdiki hükümet, bundan önceki hükümetler gibi, Türkler arasında yaygın sigara tiryakiliği ve tütün endüstrisi ile mücadele etmeye kararlı. Geçtiğimiz yıllarda bu konuda birçok önlem alındı. Mesela tütünden alınan vergiler artırıldı. Filmlerde sigara sahneleri sansürleniyor.

Tüm bunlara karşın Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türk sigara endüstrisinin uyanıklığı sayesinde sigara içenlerin sayısında artış olduğunu öğrenince şaşırdı. Bunun üzerine Koca, sigaraya karşı yeni bir savaş açtı. Sigara içenler bundan böyle ikinci sınıf yurttaş muamelesi görecek. Restoranlarda ve hava alanlarında Sigaraya ayrılan mekanlar daraltılacak. Bakalım bunlar nasıl sonuç verecek?

*****

Hollanda’da 2019’da hayatımızda neler değişecek?

Siz değerli okurlarımıza, hem Hollanda'daki sosyal imkanları tanıtmak ve hem de Türkiye ile Hollanda arasında bir kıyaslama yapabilmeniz için alttaki bilgileri sunuyoruz:

2019 Mali yılı bütçe tasarısına göre, 1 Ocak’tan itibaren hayatınızda neler değişecek, cebinize ne kadar para girecek ve ne kadar para çıkacak, bunları sizler için derledik.



“Milyonlar Notası” olarak adlandırılan 2019 Mali yılı bütçe tasarısı, bu yıl halkın alım gücünde ortalama yüzde 1,5’luk bir artış öngörüyör.

Bu yıl devletin toplam gelirinin 305 milyar, toplam giderinin ise 295 milyar avro olması öngörülüyor.

Şimdi bakalım, 2019 yılı ile birlikte Hollanda’da hayatımızda neler değişecek:

Sağlık Sigortası

2019 yılı Zorunlu Sağlık Sigortası katkı payı değişmiyor ve 1 Ocak’tan itibaren 385 avro olarak kalacak. Hükümet 2021 yılına kadar katkı payını dondurma kadarı aldı ve önümüzdeki 3 yıl boyunca kişisel katkı payı artmayacak.

Sağlık sigorta primleri ise 2019’da aylık kişi başı 12 avro zamlanacak.

Hollanda sağlık sigortası temel primi (basis premie) ortalama 14 avro artışla 124 avro civarında olacak.

Sağlık Sigortası yardımı

2019 yılı için tek gelirliler için üst sınır 28720 avro yıllık kazanç olurken, hane geliri 35996 avro olarak belirlendi. Bu gelirin altındakiler, gelire bağlı olarak sağlık yardımı alabilecek. En yüksek sağlık sigorta yardımı yıllık 1.233 avro olarak belirlendi.

KDV (BTW), yükseliyor

Yeme içme, temel gıda maddeleri, bakkaliye, kuaför, kitaplar, sinema, kültür, sanat, konser etkinlikleri ile ilaçtan alınan yüzde 6 oranındaki düşük KDV oranı yüzde 9'a çıkıyor. Ortalama bir hane halkına, bunun yansıması günlük harcamalarında 20 avro ekstra olacak. Ancak ortalama olarak hükümet tarafından yapılan açıklamaya göre yılda 300 avro fazla vergi ödenmiş olacaksınız.

Şirketlere vergi indirimi geliyor

Limited Şirket (BV) ve Anonim Şirket (NV)'den alınan temettü vergisi, yabancı yatırımcılardan alınmayacak. Böylece çok uluslu şirketler ile yabancı yatırımcılar tarafından kurulan şirketler vergi ödemeyecek.

Gelir vergisi:

Hollanda'da gelir vergisi değişiyor. Çalışanların net geliri artacak.

2019 yılından itibaren 4 kademeli gelir vergisi uygulaması, 2 kademeye düşürülecek. İlk olarak 2019 yılında verginin ilk kademesi yüzde 36,65, ikinci kademesi ise yüzde 38,1 olarak belirlendi.

2021 yılında ise 2 kademeli vergi sınıflandırmasına geçilecek. Yeni uygulama ile, 68 bin avroya kadar kazananlardan yüzde 37,05 gelir vergisi ve sosyal sigorta kesintisi yapılacak. 68 bin üzeri için ise yüzde 49,5 vergi kesilecek. Böylece çalışanların eline daha fazla net maaş geçecek.



Babaya doğum izni 5 güne çıkıyor

Yeni baba olan işçi ve memura tanınan 2 gün ücretli izin hakkı, 2019 yılından itibaren 5 gün olarak hayata geçecek. 2020 yılında ise, eşler buna ek olarak 5 hafta izin alabilecekler. Ancak bu tamamen ücretsiz olmayacak. UWV Kurumu tarafından ödeneğin yüzde 70'i ödenecek.

Doğumda ödenen bir günlük uzman bakıcı parası 5 güne çıkarılıyor.

Çocuk parası kinderbijslag

Çocuklu ailelere verilen çocuk parası artıyor. İki çocuğu olup, her iki çocuğu ilkokul çağında olanlar yılda çocuk başı 85 avro daha fazla çocuk parası alacak.

Ev, Konut

Doğalgaz üretiminin azaltılacak olmasından dolayı, gelecek yıl yüzde 3 oranında zam geliyor. Bu zam sadece vergiyi kapsıyor, ayrıca doğalgaz tarifelerine tedarikçi firmalar tarafından zam uygulanabilir.

Elektiriğe ise kilowat başına 0,72 kuruş indirim yapılacak. Hükümet doğalgaz tüketimini, azalan üretimden dolayı azaltmak ve alternatif enerjiye geçişi hızlandırmak istiyor.

2019 yılında bu artışlar ile ortalama hane başı enerji giderinin 130 avro civarında artması bekleniyor.

Kısa analiz:

Ekonominin tüm çarklarının döndüğü ve en iyi gittiği dönemde dahi, kaşıkla verilen, kepçe ile geri alınıyor. 'Halkın alım gücü yüzde 1,5 artacak' deniliyor ancak, buna karşın, kişi başı sağlık sigorta parası yıllık 130 avro artıyor.

Yine aynı şekilde hane başı enerji giderleri artıyor. Bir de tüm temel gıda ve ihtiyaç maddelerindeki KDV (BTW) artışı ile yılda en az 300 avro hane başı giderlerin artması öngörülüyor. Verilenden fazlası diğer yollardan geri alınmış olacak.

Turkinfo.nl

Hollanda'da sosyal yardım

Bir zamanlar, geniş sosyal haklara sahip olan bir Hollanda devleti vardı. Almanya’dan Hollanda’ya ziyarete gelen akrabalarımız Hollanda sosyal güvenlik sistemine imrenerek bakarlardı. Ya bügün ?

Ne zaman sosyal yardım?

Geliriniz asgari ücretin altında, işsizlik ödeneğiniz (WW) bitmek üzere veya geçim zorluğu içindeyseniz ve de düzenli bir geliriniz ve mal varlığınız yok ise,

(Participatieuitkering ) ödeneği için başvuru yapabilirsiniz.

1 Ocak 2019 tarihi itibari ile Hollanda’da; Brüt Yasal Asgari Ücret € 1.615,80 avro’dur. Ödenekler ve Brüt Asgari Ücret enflasyona bağlı artışa endekslenerek, her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz’unda yeniden düzenlenir.



Yıllık Tatil hakkınız nedir ?

Sosyal yardım ödeneği alanların, iş pazarındaki pozisyonu ne olursa olsun,

18'den 67 yaşına kadar, her yıl 4 haftalık ücret veya ödeneği tatil parası olarak hak ederler.

Gönüllü hizmetler ödenekleri etkiler mi ?

Ödenek alan kişilerin bir kurumda gönüllü hizmet vermeleri mümkündür. Verilen hizmeti, ödenek alınan belediyeye bildirmeniz şarttır. Yapılan hizmet karşılığı, hizmet verilen kurumdan ve belediyeden veya vergi iadesinden ayda en fazla € 170 avro ve yılda toplam € 1700 avro ek yardımdan faydalanmanız mümkün olup, belediyelerde ve vergi dairesinde bu gönüllü ödenek, gelir sayılmadığı için, aldığınız gönüllü hizmet katkısı; kira, hastalık ve çocuk parası gibi yardımları da etkilemez.



Sosyal Yardım Ödeneĝi. Sosyal yardım ödeneğinden yararlanabilmek için, eşlerin veya yalnız yaşayan çocukluların, azami para ve mal varlığının € 12.240 avro, yalnız yaşayanların azami mal varlığının ise € 6.120 avro olması lazımdır.

Hollanda'da ayrıca, beklenmeyen bir kaza sonrası zararların karşılanması, gazete, kütüphane, yüzma havuzu aboneliği, derneklere aidat, iflas edenlere yardım, borçlu olanlara yardım gibi hizmet veren Hukuksal Danışmanlık Bürosu (Rechtshulp ), ‘Het Juridisch Loket’ denilen ücretsiz hukuksal yardım büroları bulunmakatadır.

Bu bürolardan da hukuksal yardım alabilirsiniz. www.juridischloket.nl.

Daha geniş bilgiyi belediyelerden, UWV ve SvB ‘ın www.gemeenten.nl, www.uwv.nl, www.werk.nl ve www.svb.nl gibi web adreslerinden almanız da mümkündür.



Nejat Sucu

Sosyal Hizmetler Uzmanı

*****

Bulgar komşunun çorba parası sıkı takipte...

AB'nin Türkiye raportörü Kati Piri, Hollanda'dan giden Türk delegasyonunu, Bulgar temsilcilerle yüzleştirdi



Avrupa Birliği'nin Türkiye raportörü Hollandalı Kati Piri, Hollanda'dan Tekin Ateş, Mehmet Safrantı, Hasan Tekten ve Cafer Ateş'i, Bulgar parlamenterlerle yüzleştirdi



İlhan KARAÇAY'ın haberi:



Türkiye hakkında yazdığı raporlarla, Türkler'in büyük bir çoğunluğunun hoşnut olmadığı Hollandalı Kati Piri, Bulgaristan'dan otomobilleri ile transit geçen Türkler'den alınan, 'Çorba parası'nı sıkı takibe aldı.

Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü olan Kati Piri, geçen yıl Burgaristan'a yaptığı bir araştırma ve soruşturma ziyaretinde, Bulgaristan sınır güvenlik görevlilerinin, kara yoluyla ülkelerine tatile giden Avrupalı Türkleri, baskı ve sindirme yoluyla rüşvet vermeye zorladığını belirterek, Bulgar yetkililerden buna karşı önlem alınmasını istemişti.

Hollandalı parlamenter, Avrupalı Türkler'in Bulgar polisi ile yaşadığı sorunların anlatıldığı "Kara kitabı", 1 Ocak 2018'de AB Dönem Başkanlığı'nı devralan Sofya hükümetine iletmişti.

Karayoluyla ülkesine giden Avrupalı Türkler'in, Bulgar sınır güvenlik birimlerinin karıştığı yolsuzlukların kurbanı olduğunu ileri süren Kati Piri, Türkiye kökenli yolcuların 14 saate yakın güneş altında bekletildiklerini de söylemişti.

AP Türkiye Raportörü'ne göre, Bulgar polisi Avrupalı Türkleri rüşvet vermeye zorladı, kaynağı belli olmayan nakit cezalar yazdı, zorunlu dezenfeksiyon gerekçesiyle araçları zorla yıkattı. Ödemeyi reddedenler uzun süre kuyrukta bekletildi.

Geçen yıl, 3 Bulgar gümrük görevlisinin işlerine son verilmesine rağmen, Türk yolculara karşı yapılan yolsuzlukların devam ettiği izlenimini alan Kati Piri, Bulgaristan'ın 11 yıldır AB üyesi olmasına ve Birliğin milyonlarca euro sübvansiyon vermesine rağmen, sınırdaki yolsuzlukların önlenemediği doğrultusunda şikayetlerin devam ettiğini belirtti.

4 Kişilik delegasyon

Bu nedenle, Hollanda'dan 4 kişilik bir heyeti, Avrupa parlamentosu'ndaki Bulgar temsilcilerle yüzleştirmeyi planlayan Kati Piri, bu girişimi geçen hafta gerçekleştirdi.

Hollanda'dan Tekin Ateş, Mehmet Safrantı, Hasan Tekten ve Cafer Ateş, Bulgar temsilcilere, Türkler'den topladıkları şikayetleri anlattılar.

Kati Piri'nin Avrupa Parlamentosu'ndaki asistanı Steven Schotte'den şahsıma gelen basın bildirisinde, Bulgaristan'daki yolsuzlukların, bir yıl önceye kıyasla daha çok arttığını dile getiren Türk temslcilerin, Bulgar paralamenterlere pek çok olayı belgeleriyle anlattıkları belirtiliyor.

Basın bildirisinde, 4 Kişilik Türk delegasyonunun, Bulgar parlamenterlere şunları söyledikleri belirtiliyor: ''Her yıl yüzbinlerce vatandaşımız karayolundan Türkiye’ye giderken ülkenizden geçmek zorunda kalıyor. Her yıl bu konularda haberler yapılıyor, yazılıp, çiziliyor. Defalarca uyarıldınız. Ses kayıtları, video görüntüleri, fotoğraflar ortaya konuldu. Bulgar görevliler Türk sürücülerden sürekli rüşvet istiyor, verilmezse binbir zorluk çıkarılıyor. Memurlarınız vatandaşlarımızı çeşitli gerekçelerde korkutarak tehdit ediyor, 'Ya para verirsin, ya arama yaparım, yada mahkemeye çıkarsın' denilerek pasaportları rüşvet alana kadar gasp ediliyor. İnsanın Bulgaristan’ın bir Avrupa Birliği üyesi olduğuna inanası gelmiyor. Bu kadar açık ve net delliler varken nasıl oluyor da Bulgar yetkililer buna dur demiyorlar? Neden Türk sürücülerin soyulmasına izin veriliyor? Neden yıllardır bir önlem alınmıyor?''

*****

Corendon'dan Hollanda'yı sarsan bir atraksiyon daha...



İlhan KARAÇAY'ın haberi:



Başlangıçta, 19 Euroluk bilet fiyatı ile Hollanda'da büyük bir atraksiyona imza atan Corendon, turizm ve havacılıkta 'En Büyük' olduktan sonra, şimdi de yeni bir atraksiyon ile Hollanda'da gündem yarattı.



Atilay Uslu ve Yıldıray Karaer ortaklığı ile başlayan küçük bir havayolu ve tur operatörlüğü şirketi, şimdilerde Hollanda'nın en büyük turizm ve havacılık şirketi oldu.

Türkiye, Hollanda ve Malta bayraklı 3 havayolu şirketine sahip olan Corendon, başta Türkiye olmak üzere, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Makedonya, İspanya, Tunus, Mısır, Kıbrıs, Endonezya, Fas, Dubai, Gambia, Portekiz, Brezilya, Tayland, Bali, Bonaire, Curaçao ve Arap Emirliklerine turlar düzenliyor.

Tur organize ettikleri yerlerde pek çok otele de sahiplik yapan Corendon, Schiphol Havalimanı'na yakın olan Badhoevedorp köyünde, 44 bin metrekarelik alana sahip olan, Benelüks'ün en büyüğü sayılan bir otel daha açtı. 680 odalı bu otelin, 35 bin metrekarelik dev bahçesine yine dev boyutta bir uçak yerleştirmeyi planlayan Corendon, bu çok ilgi çekici atraksiyonu, bir hafta süren bir çalışmadan sonra gerçekleştirdi.

Dünyanın en büyük uçaklarından biri olan Boeing 747 tipi uçak, KLM Havayolu şirketinden , motor ve teknik cihazlar söküldükten sonra 2,5 milyon euroya satın alındı. Uçak satın alındı ama, 170 ton ağırlığındaki uçağın otelin bahçesine taşınması büyük bir sorundu. Uçağın 6 tapulu tarladan başka, ülkenin en işlek karayollarından biri olan A9'dan da geçmesi lazımdı.

6 Tarla sahibi ile ayrı ayrı görüşüldü ve geçiş için biri hariç anlaşmaya varıldı. Sahibi 85 yaşında bir bayan olan tarladan geçilemeyecekti. Ama uzun görüşmeler ve araya sayılı isimlerin girmesinden sonra bu sorun da çözüldü.

Tarlaların bazılarındaki su kanallarından geçmek için köprüler yapılması gerekiyordu.

Uzun süren çalışmalardan sonra bu sorun da çözüldü. Ne var ki, en büyük sorun, uçağın A9 karayolundan geçirilmesiydi. En işlek karayollarından birinin en az yarım saat kapatılması büyük sorun teşkil ediyordu.

Hollandalı yetkililere, uçağın otel bahçesinde sembolik kalmayacağı, sosyal amaçlı kullanılacağı, müze, kütüphane olarak da hizmet vereceği anlatılınca, 68 bin euroluk bir bedel karşılığında onay alındı.

İşte, böylesi uzun ve maceralı uğraşlardan sonra, dev uçağın A9'dan da geçişi önceki gece gerçekleşti ve uçak otel bahçesindeki yerine kondu.

Hollanda'da herkesin konuştuğu bu konu hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulunan Corendon yetkilileri, çok ilginç konuşmalar yaptılar.

51 yaşındaki Atilay Uslu yaptığı açıklamada, son aşamayı heyecanla izlediğini belirterek, bir kişi ile başlayan projeyi 55 kişilik bir ekiple tamamladıklarını söyledi.

Diğer otellerinde olduğu gibi, bu otelde de uçak temalı bir şey olması gerektiğini düşündüklerini kaydeden Uslu, “Dedik ki herkesin hayal ettiği bir uçak olan Boeing 747 jumbojet uçağını otelin bahçesine koyalım. Boeing 747 uçağın 50’inci yıldönümü olan 9 Şubat’ta bu işin olması için yola çıktık.” dedi.

Uçağın nakliye aracında bulunan 192 tekerin 57 manevra yaparak bahçeye girdiğini ifade eden Uslu, “Bahçe 51 metre fakat uçağın eni 64 metre. Bu yüzden son bölüm heyecanlı geçti. Uçağın içinde insanların 5D ile tecrübe edeceği türbülans ve uçak tarihi gibi farklı ve güzel temalar işlenecek.” dedikten sonra, 22 departmandan onay aldıklarını belirterek, hepsinin gönül rahatlığıyla olmadığını, bazılarının baskı bazılarının ise sevgi ile olduğunu anlattı.



Yıldıray Karaer & Günay Uslu

Diğer ortak Yılıray Karaer de, uçağın otelin bahçesine yerleştirilmesinin sadece Hollanda’da değil dünya genelinde izlendiğini aktararak şunları kaydetti: “Biz işe başlarken bu şekilde bir gündem olacağını beklemiyorduk. Hem otelimiz hem markamız için iyi bir reklam oldu. Uçak yerine konulduktan sonra içinde yapılması gereken modifikasyonlar, iyileştirme ve hazırlık dönemi var. Eylül ayına kadar bunları tamamladıktan sonra ziyaretçilere açılmış olacak.”

Projede önemli rolü olan otelin üst düzey yöneticilerinden Atilay Uslu’nun kız kardeşi Günay Uslu da, Boeing 747 tipi uçağın otoyol ve arsaları geçerek bahçeye konulmasının ülkede bir ilk olduğunu dile getirdi.

Günay Uslu, şöyle devam etti: “Devlet adamlarını ikna etmek çok zor olmadı fakat tarla sahipleri olan 16 çiftçiyi ikna etmekte zorlandık. Bunların 6 tanesi çok zorluk çıkardı. Çok uçuk rakam isteyenler oldu pazarlık yaparak bir sonuca vardık. Baya bir uğraştık aslında. İnat ettik artık yapacağız dedik ondan sonra inatla buraya getirdik. İnsanlar gerçekten başarabilecekler mi diye oturup bizi seyrettiler. Binlerce kişi geldi ve biz bunu beklemiyorduk. 10 bin kişi başvurdu fakat kapasiteden dolayı bazılarını elemek zorunda kaldık.”

Uslu, uçağın Eylül ayında ziyarete hazır olduktan sonra ilk yıl 300 bin, 3 yıl sonra ise 500 bin ziyaretçi beklediklerini söyledi.



Uçağın A9 karayolundan geçişinden önce, sözü edilen otelde bir respsiyon organize edildi. Bu resepsiyona, Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli'nin yanında, Hollandalı bürokratlar ve politkacılar ile medya mensupları katıldı.

İşte, böylesi uzun ve maceralı uğraşlardan sonra, dev uçağın A9'dan da geçişi önceki gece gerçekleşti ve uçak otel bahçesindeki yerine kondu.





OTEL BAHÇESİNDEN İLK FOTOĞRAFLAR:

Cumartesiyi pazar'a bağlayan gece, saat 24.00'ten sonra otel bahçesine yerleştirilen dev uçağı görebilmek için, pazar sabahı otele akın eden meraklılar, trafiğin aksamasına neden oldular. Pazar sabahının ilk meraklıları arasında ben de vardım. İşte dün sabahtan ilk görüntüler.





50 Yıllık Boeing 747'nin öyküsü

Hollanda'nın en büyük gazetesi De Telegraaf, uçağın Corendon oteline yerleştirildiği günkü sayısında, 50 yıl önce yapımına başlanan Boeing 747 uçaklarının öyküsünü yayınladı.

Birinci sayfada, ''Gönüllerin hırsızı Jumbo jet'' başlığı ile, personelin Boeing uçağına veda ediş fotoğrafı yayınlandı.

Gazetenin içinde de iki sayfa olarak yayınlanan haberde, 70'li yıllarda büyük rağbet gören Boeing 747 tipi uçaklardan, tüm dünyada şimdi sadece 500 adet kaldığı ve 10 yıl sonra da tamamen ortadan kalkacağı bildirildi.

De Telegraaf gazetesi bu sayfanın sonunda da, ''Corendon, bu tip uçaklardan biri olan Grand Old Lady'i otel bahçesine koyarak, unutlmamasını sağladı'' diye yazdı.

*****

Hollanda parlamentosu, geri kalmış ülkeler statüsüne giriyor...

Selçuk Öztürk ile De Graaf arasındaki münakaşa, Hollanda siyaset dünyasındaki dengeleri alt üst etti.

Öztürk'ün suçlamasına dayanamayan ırkçı partili De Graaf, 'Seni ömür boyu takip edeceğim, elimdem kurtulamazsın' tehdidinden sonra özür diledi ama, Öztürk polise gidecek.



Tartışma konusu: Sosyal yardım ödeneği alan Türkler'in Türkiye'deki mal varlıklarının kontrolu.



Machiel de Graaf & Selçuk Öztürk

İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Geri kalmış ülkelerdeki ve haliyle de Türkiye'deki parlamentolarda meydana gelen gayri medeni tartışmalar ve kavgaların bir benzeri, Hollanda parlamentosunda da yaşandı.

Siyaset bilimcilerin, 'Hollanda gibi uygar bir ülkeye yakışmayan sahneler' olarak nitelediği tartışma, Türk asıllı milletvekili Selçuk Öztürk ile Hollandalı Machiel de Graaf arasında yaşandı.

Her şey, sosyal ödenek alan Türkler'in, Türkiye'deki mal varlıklarının araştırılması konusundaki tartışma ile başlamıştı.

Hollanda'da yüksek mahkeme, bazı belediyelerin başvurusu üzerine ele aldığı 'Mal varlığı kontrolu' konusunda olumlu bir karar çıkarmıştı. Bunun üzerine bazı belediyeler, sosyal ödenek alan Türkler'in, ülkelerindeki mal varlıklarını kontrola başlamıştı.

DENK Partisi Başkanı ve milletvekili Selçuk Öztürk, bu konuda mecliste ilgili Bakan'a, ''Bu uygulama neden sadece Türkler için yapılıyor. Türkiye'de, İtalya'da, İspanya'da pek çok Hollandalı'nın da mal varlığı var. Bunlar neden kontrol edilmiyor?'' sorusunu yöneltti.

İlgili Bakan, uygulamanın sadece Türkler için geçerli oluşunu gözden geçireceğini belirtirken, ırkçı partisi PVV milletvekii Machiel de Graaf, uygulamanın yerinde olduğunu belirttikten başka, 'Türkler defolup gitsinler' diye ağır hakarette bulundu. Bunun üzerine çok sinirlenen Selçuk Öztürk, elinde bir gazete kupürünuü göstererek, 'Türkler için bu kötü sözleri kullanan şahıs, geçmişte sosyal ödenek yolsuzluğu yapmıştır.' suçlamasında bulundu.

De Graaf da bunun üzerine sinirlendi ve 'Seni ömür boyu takip edeceğim, elimdem kurtulamazsın' tehdidini savurarak çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Selçuk Öztürk de, 'Hadi evine git' deyince geri dönenen De Graaf ile Öztürk arasında vuruşmalı bir kavgaya ramak kalmıştı.



Parlamento Başkanı Fas asıllı bayan Khadija Arib, bu tartışmanın seviyesinin çok düşük olduğunu belirterek, tarafların sözlerini geri almalarını ve özür dilemelerini istedi.

De Graaf sözlerini geri aldı ve özür diledi. Öztürk ise, 'Benim geri almam gereken sözüm yok, özür de dileyecek bir durum yok' dedi.



Parlamentodaki bu tartışma, Holanda televizyonlarında ve yazılı basında çok geniş yer aldı.

Siyasi yorumcu Frits Wester, son zamanlarda parlementodaki tartışmaların seviyesinin düşmekte olduğunu belirtriken, ''Eskiden bir Asya ülkesinde parlamentoda yaşananları gülerek izliyorduk. Şimdi aynı durum bizim parlamentoda yaşanır oldu'' dedi.

Meclis başkanının da gevşek davrandığını belirten Wester, ' Mecklis Başkanı, en azından salondan atma zezası verebilirdi' diye devam etti.

Selçuk Öztürk, kendisini sözlü olarak tehdit eden De Graaf için polise gideceğini ve suç duyurusunda bulunacağını belirtti. Öztürk, 'Şimdi dokunulmazlığı olsa da, milletvekilliğinden sonra cezaya çarptırılmasını sağlayacağım' diye devam etti.