Rus Emperyalizminin Doğu Türkistan’daki Son Kurbanları - Yrd. Doç. Dr. İklil Kurban - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Rus Emperyalizminin Doğu Türkistan’daki Son Kurbanları - Yrd. Doç. Dr. İklil Kurban
Tarih: 19.12.2008 > Kaç kez okundu? 6047

Paylaş


Doğu Türkistan’ın yani Uygurların bugünkü kara kaderinde, Rus Emperyalizminin payı son derece büyüktür.

Bilindiği gibi Rus Emperyalizmi, Kazan Hanlığının işgaliyle beraber doğmuştu. Kazan’ın 1552’de, Ural sahası Başkurtlarının 1555’te, İdil ağzındaki Astrahan’ın 1556’da Rusların eline geçmesiyle, parçalanmakta ve zayıflamakta olan Türkistan’ın kapıları Rus genişlemesine açılıvermişti. Rusya toprağı Korkunç İvan’ın devrinde (1584) 1.530.000 kare İngiliz mili olmuşsa, Büyük Petro’nun devrinde (1684) 5.953.000 kare İngiliz mili, Yekaterina II’nin devrinde (1775) 7.123.000 kare İngiliz mili olur. Görülüyor ki, Rusya 200 yıl içinde 5 misli büyümüştür (Kurban, 1990: 40).

XIX. Yüzyılın sonlarına doğru 6 milyon kilometre kare büyüklüğündeki Türkistan’ın 3’te iki kısmının Rusların, 3’te bir kısmının Çin’in eline geçmesiyle, Batı Türkistan Rus Türkistan’ı olarak, Doğu Türkistan Çin Türkistan’ı olarak adlandırılmaya başlar. Fakat Rusların, Çin sömürgesi haline gelen Doğu Türkistan üzerindeki hırsı ta 1960’lı yıllara kadar sürer gider. Bu hırs, bazen Çin’in lehine, bazen de Uygurların lehine değişse bile, Uygurların kurtuluşu önünde bir set olmaya devam edecektir. Çünkü Ruslar, Doğu Türkistan’dan gelen özgürlük-bağımsızlık esintilerinin, kendi sömürgesi olan Batı Türkistan’ı etkileyeceğinin elbette farkındadır. Bu sebepledir ki, Doğu Türkistan’da 1865-1933-1944 yıllarında üç kez kurulan bağımsız Uygur devletlerinin sonunu hazırlamada Rusların payı son derece büyüktür.

Rus Emperyalizminin var olma felsefesinin bugün de çalıştığı, hatta ciddi bir arayış içinde olduğu bilinmektedir. Rus Emperyalizminin var olma felsefesinin temelini şu iki eylem oluşturur: sürekli silahlanmak-sürekli etki alanı yaratmak.

10 yıllık Şın Şisey Devri (1933-1943), Doğu Türkistan’ın da, Çinli Albay Şın Şisey başta olmak üzere tüm amirlerinin Moskova tarafından belirlenip, Stalin tarafından tek elden yönetildiği bir devirdir. Bu devirde Sovyet yargıçları tarafından sorgulanıp öldürülen kişi sayısı 100 000’i bulmuştur (Kurban, 2007: 61). Rus emperyalizminin genişlemede en doruğuna ulaştığı devir-İkinci Dünya Savaşı’nda, Sovyetlerin tüm Doğu Avrupa’yı ele geçirmesiyle gerçekleşecektir. Böylece Stalin, Rus Emperyalizminin en şevketli devrinin önderi olarak ün kazanacaktır. Stalin kazandığı bu ünü için iki etkene borçludur: Rus Emperyalizmine olan bağlılığına ve İkinci Dünya Savaşı’nda Batı’dan gördüğü yardımına. Eğer Batı Hitler’i arkadan hançerlememiş olsaydı, bugün Rus Emperyalizmi ve Çin Emperyalizmi diye bir şey olmamış olurdu. Batı bugün Rus ve Çin düşmanlığı karşısında geçmişte yaptığı hatalıklarının dersini almakta, biz Türkler ise bu Batı hatalığının ağır bedelini yok olup gitme tehlikesiyle ödemekteyiz. Bugün Uygurlar Çin Emperyalizminin midesine doğru sürüklenmekte, Tatarlar ise Rus Emperyalizmin midesine doğru sürüklenmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber şanlı devrine giren Rus Emperyalizmi, kendi eliyle komünizmleştirilmiş Çin’i de Moskova yörüngesinde dönmeye zorlar. Fakat Çin’in ırkçı gururu buna izin vermez; Stalin de ölür (1953); Rus-Çin kavgası patlak verir. Yıl 1962, bahar ve yaz ayları… Doğu Türkistan’ın Sovyet sınırına yakın şehirlerde sanki bir savaş alarmı…Almatı’dan seslendirilen “Vatanı Kurtarma Radyosu” sırasıyla Uygurca-Kazakça-Çince ateşli yayınlar yaparak, halkı Sovyetlere kaçmaya ve Çin’e karşı isyana kışkırtır. Bu kaçış mayıs ayında toplu bir göç haline dönüşür. Rus sınırından geçen insanların sayıca 60.000’i bulduğu da haberler arasındadır. 29 Mayıs sabahı, Gulca şehrinin otobüs terminali mahşer günü gibidir. Bilet almaya ve otobüse binmeye gelenlerin sayısı gittikçe biraz daha artar. Oysa ne bilet satılır, ne de otobüs kalkar. Tıklım tıklım kalabalık sanki önceden anlaşmış gibi, gitmeye yolun açılması ve izin verilmesi için hükümet binasına doğru yürürler. Stalin Caddesi ile Azatlık Caddesi arasına inşa edilmiş, arkası birbirine bitişik hükümet binasıyla parti binası artık her şeye hazırlanmış durumdadır. Kalabalık daha yetkili olan Azatlık Caddesindeki parti binasına yaklaşır. Ama demir parmaklıklarla kuşatılmış avlu kapısı çoktan zincirlenmiştir. Gittikçe artarak Azatlık Caddesine sıkışan insanlar yatağına sığmayan bir nehir gibi dalgalanır durur ve durmadan “İzin verin! Gideceğiz! Şehir sizlere kalsın!” diye seslenirler. Sabahtan bu yana çok yorulan insanlar; öğleden sonraki hızla alçalmakta olan güneş; bir de bu kadar çoğunluğa yaklaşan gizli kader… Şimdi hepsi, insanlar da, güneş de, gizli kader de acele eder durur… Birkaç kişinin demir parmaklıklardan atlaması üzerine halkın önündeki parti binası ve arkasındaki ordu binası çatılarına yerleşen Azatlık Ordusunun askerleri makineli tüfekten kurşun yağdırmaya başlarken, şaşkınlıkla bir o yana, bir bu yana dalgalanan kişiler kurşun yağmuruna hedef olmaktan kurtulamazlar. Makineli tüfekler durmadan ateş kusar… Böylece Azatlık Caddesi, Azatlık Ordusu tarafından azat edilirken(!), güneşin son ışıkları da sönüp, Gulca şehrinin gökleri tamamen karanlığa gömülür (Kurban, 2007: 116-117).

İşte yukarıda anlatmaya çalıştığım Gulca 29 Mayıs Kanlı Olayı ile Rus-Çin düşmanlığı duruğuna ulaşmış; Gulca’daki Rus konsolosluğu kapatılmış; Konsolosluğun sorumluları Gulca’yı terk etmiş; Kosolosluk çalışanlarından yerli-dokunulmazlığı bulunmayan Hemit, Taş, İlyar ve Nail’ler yakalanıp Ürümçi Hapishanesine götürülmüşlerdir. Bu kişiler Gulca’daki Rus dilli Stalin Okulunda okumuş ve Konsolosluğun yüksek maaşlı görevlileri olarak Ruslara hizmet veriyorlardı. Artık Ruslar onları tanımıyordu.

Yıl 1980, Eylül ayı, ben Türkiye’ye gitmek üzere yol hazırlıklarım ile uğraşırken, yukarıda adı geçen Taş, İlyar ve Nail’ler Ürümçi hapishanesinden Gulca’ya dönmüşlerdi. Hemit’e dönme bahtı nasip olmamış-hapishanede delirip ölmüş. Dönenlerle görüşüp dertleştim, bitkin ve yaşlanmış bir halleri vardı. 18 yıl süren mahkumiyet, hele Çin gibi feodal-zalim bir idarecinin elinde geçen ömür, ömrün de en verimli gençlik çağı… Evet yanlış duymadınız 18 yıl hapiste yatmak. Bir zamanların bu Sovyet fedaileri, 18 yıllık gençlik ömürlerinin acı intikamını, Çin’den değil, daha çok Sovyetlerden alınması gerektiğinde hemfikirlerdi. En yakın akrabalarının Sovyetlerde bulunmasına rağmen, asla Sovyetlere gitmeyeceklerini söylüyordu. Taş 1981 yılında ailece Avustralya’ya göçmen olarak gitmiştir. İlyar’ı, Çin hükümeti öğretmenlik ile görevlendirmiş; Nail’in akli dengesi pek yerinde olmadığı için, ne yapacağı-nasıl geçineceği henüz belli değildi. İşte Rus Emperyalizminin Doğu Türkistan’daki son kurbanları bunlardı.

Rus Emperyalizmini yakından tanıyan ve onun oyunlarını yaşamış-görmüş biri olarak, Türkiye’ye geldikten sonra da, bu konu hep ilgi alanım olagelmiştir. Çünkü benim ülkem ve benim ulusum asırlardır bu emperyalizmin sömürgesi ve kölesi olageldiğine göre, onları kurtarmak elimden gelmese bile, düşüncelerim ile, eylemlerim ile onlarla olan birlikteliğim, namus borcumu hafifletiyor-vicdanımı rahatlatıyordu.

Rus Emperyalizmi 1990’lı yıllardan sonra aşağıya doğru yuvarlansa bile, var olma felsefesinden vazgeçmiş değildir: Sürekli silahlanmak-sürekli etki alanı yaratmak. Moskova, Kazan, Taşkent ve Almatı gibi Rus Emperyalizminin kimliğini yansıtan-izini taşıyan birçok şehirlerde bulundum. Buralarda kaba-tiksindirici, zorlamaya dayanan Rus gerçeğine tanık oldum. Rus Emperyalizminin Türkiye’deki oyunları, arsızlığın ta kendisi idi.

Yıl 1992, Tataristan bağımsızlığını ilan etmiş, 30 Ağustos bağımsızlık günü olarak kutlanmaya başlamış (Kurban, 1998: 109); 1995’te bu günün coşkusunu yaşamak bana da nasip olmuştu. Tataristan gerçekten bir bağımsız devlet olmasa bile, bu bağımsızlık ruhunu-idealini Tatar ulusu çoktandır yaşıyordu. Fakat, Tatarların bu nispi mutluluğunu hazmedemeyen Putin Kazan’a gelir ve Rus egemenliğini rahatsız eden bu ruha 2005 yılının Ağustos ayında son verir. Güya O, 30 Ağustos günü doğmuş Kazan şehrinin 1000 yıllığını kutlamaya gelmişmiş. Artık bağımsızlık günü diye bir şey yoktu, 30 Ağustos Kazan şehrinin doğum günü olarak kutlanacakmış. Çünkü Putin böyle olmasını istemekle yetinmeyip, ayrıca “Rus devletinin ulusu yaratılacak” demiş. Putin’e göre, “Herkesin Rus olma zorunluluğu varken, bağımsızlık demek, ne demek!”

İstanbul’daki Tataristan Temsilciliği’nden, adıma gönderilmiş bir davetiye aldım:

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, TÜRKSOY,

Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliği

Ve Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı,

R.F. Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan şehrinin kuruluşunun

1000. yıldönümü münasebetiyle düzenlenecek olan

Fotograf sergisi açılış törenini ve kokteyli onurlandırmanızı diler.

Tarih: 04 Ekim 2005, Salı

Yer: Resim ve Heykel Müzesi Tel: (0312) 428 12 06

Ulus Ankara 428 12 01

Saat: 18.30 Davetiye iki kişiliktir

İşte bu davetiye, Putin’in Kazan’daki girişiminin Türkiye’deki uzantısı idi. Rus gülümsemesinin arkasında neler olabileceğini gayet iyi bildiğim için, bu davete eşim ikimiz gitmedik. Gidenler aracılığı ile öğrendiğime göre, kokteyl eşliğinde birçok Tatara “Tatarlığa hizmet”(!) ödülü verilmiş ve bu ödül bugün de verilmeye devam etmektedir.

Ruslara göre, kendi ülkesindeki esir Tatarları susturmanın yolu, önce özgür dünyadaki özgür Tatarları susturmaktan geçecektir. Özgür dünyadaki esneklikten yararlanan Ruslar, buradaki Tatarları susturmanın yolunun ise, kendilerine meyil hain ruhlu Tatarları bulup, onları ödüllendirmekten geçecektir.

Bakalım, Rus Emperyalizminin Türkiye’deki kurbanları kimler olacak !? Tıpkı Gulca’daki gibi…

Kaynaklar:

Kurban, İklil, “Türkistan’da Ceditçilikten Türkçülüğe-1”, Türk Yurdu, sayı.37, yıl 1990.

Kurban, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı, İstanbul 1998.

Kurban, İklil, Gerçekler ve Yalanlar, Ankara 2007.