İlhan KARAÇAY'dan Temmuz 2018 Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan Temmuz 2018 Bülteni
Tarih: 23.07.2018 > Kaç kez okundu? 1193

Paylaş


1- Türkiye-Hollanda ilişkileri normalleşiyor mu?

2- 15 Temmuz şehitleri Hollanda'da anıldı.

3- Hollanda Dışişleri Bakanı'nın kırdığı pot, Türkler'i de kızdırdı. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu'nun Hollanda tmsilcisi ve DEİK Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları ile birlikte, Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri Bakan'ı protesto eden açıklamalar yaptılar.

4- Futbolun güzelliği ve yanlış telaffuz edilen isimler.

5- Hollanda Kral ve Kraliçesi 'Yarım Ay' adlı ve armalı gemiyi ziyaretv etti.

6- Aykut Torunoğulları'nın ikinci kitabı 'Bakış Arası', gurbetçiliği acı ve tatlı günlerini anlatıyor.

7- Hollanda Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi: Ülkedeki Türkler giderek daha çok dindarlaşıyor.

8- Gönüllerin Sultanı Ümmü Gülsüm Amsterdam'da yaşatıldı.

9- Icon Beach sezona merhaba dedi.

10- Türk asıllı sunucu ve yazar Yeşim Candan'dan, Hollanda Başbakanı ve hükümetine şamar gibi satırlar.

11- Yeşil Hollanda sarardı!





İSTİRAHATI HAK ETTİK



Sözünü ettğim hak, yani dinlenmek, sadece yurtdışında yaşayan birler için değil. Tabii ki Anavatan'da yaşayan sizler için de geçerlidir.

Koskoca bir seçim furyası yaşadık.

65 gün boyunca 'Eeeeeey'ler ile beyinlerimize akıl yerine saman dolduruldu.

Yurtdışında yaşayan bizlerin çoğu, Türkiye'deki gelişmelerden hoşnut olmayan dünyalıların hor bakışları ve hor serzenişleri ile de şiştik.

Eeeee, bu saaten sonra hep birlikte istirahatı hak ettik.

Bu nedenle de istirahat boyunca azar azar okunmak üzere, koca bir bülten gönderiyorum.

İyi tatiller dileğimle.

Türkiye-Hollanda ilişkileri normalleşiyor mu?



Türkiye ve Hollanda Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Stef Blok, aynı gün yaptıkları açıklamalarda, NATO Zirvesi sırasında yaptıkları bir görüşmede, geçen yıl 11 Mart’ta meydana gelen ve ilişkileri bozan üzüntü verici olayları ele aldıklarını belirttiler.

Stratejik ortaklığa dayanan çok boyutlu ilişkilere zarar veren mevcut tıkanıklığın geride bırakılmasının her iki tarafın da ortak beklentisi ve arzusu olduğunu müşahade ettiklerini dile getiren Çavuşoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu görüşmemizde ortaya çıkan, ilişkileri normalleştirmek için adımlar atma iradesi ışığında inisiyatif alan Hollandalı mevkidaşım, tarafıma bir mektup iletti ve ilişkilerimizin normalleştirilmesi arzusunu teyit etti. Bu mektup üzerine kendisiyle ayrıca telefonda görüştük ve ilişkilerimizin önünü açmak için atılacak adımlar konusunda mutabık kaldık. Bu çerçevede ilk adım olarak, ortak bir açıklama yapma kararı aldık. Büyükelçilerimizi karşılıklı olarak kısa zamanda atamak üzerinde mutabık kaldık. Ayrıca, ülkelerimiz arasındaki diyalog ve güveni yeniden tesis etmek ve ilişkilerimizi eski seyrine sokacak müteakip yol haritasını belirlemek üzere Hollandalı mevkidaşım Blok’u ülkemize davet ettim. Bu ziyaretin de yakın zamanda gerçekleşmesi söz konusudur.”

Bakan Çavuşoğlu, Hollanda’da 450 bin kişiden meydana gelen büyük bir Türk toplumu bulunduğunu anımsatarak, Türkiye’de en büyük doğrudan yabancı yatırıma sahip bu ülkeyle ilişkilerin düzelmesi yolunda, dış politikada her zaman olduğu üzere milli menfaatler doğrultusunda hareket edeceklerini vurguladı.

Çavuşoğlu, Hollanda ile ilişkilerin bundan sonraki seyri için bir yol haritasını belirleyeceklerini kaydetti.

Hollanda hükümeti, Türkiye’deki anayasa değişikliği referandumu döneminde, Hollanda’da Türk vatandaşlarıyla bir araya gelerek konuşma yapmayı planlayan Çavuşoğlu’nun uçağına verilen iniş iznini iptal etmişti. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın da 11 Mart 2017’de Rotterdam’daki Türk konsolosluğuna girişine izin vermeyen Hollandalı yetkililer, Kaya’nın korumalarını gözaltına almış ve kendisini polis eskortuyla Almanya’ya gitmeye zorlamıştı. Gelişmeler üzerine Türkiye, ülke dışında bulunan Hollanda’nın Ankara Büyükelçisinin dönmemesini istemişti. İki ülke, diplomatik temsilini karşılıklı olarak maslahatgüzar düzeyinde tutuyordu.

İlhan KARAÇAY'ın analizi:



Geçen yıl 11 Mart'ı 12 Mart'a bağlayan gece meydana gelen olaylardan sonra, iki ülkenin ilişkileri, tamir edilemeyecek ölçüde bozulmuştu. Gelişmelere çok kızan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hollandalılar için 'Bunlar faşist ve Nazi kalıntıları' sözlerini kullanınca, diplomatik ilişkiler çok bozulmuştu. Türkiye'nin, Hollanda Büyükelçisini Ankara'ya kabul etmemesi üzerine, zaten boşta olan Türkiye'nin Lahey Büyükelçilik koltuğu da boş kalmaya devam etti.

Ne var ki, bu ilişki bozukluğu, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri de zedelemişti.

Erdoğan, Hollanda'dan mutlaka bir özür bekliyordu. Hollanda ise 'özür' kelimesini kullanmak istemiyordu. Ama her şeye rağmen ilişkilerin düzelmesi şarttı.

İki ülke diplomatları bariş için orta bir yol ararlarken, 5 ve 6 Aralık günleri Brüksel'de yapılan NATO zirvesinde biraraya gelen Hollanda'nın o zamanki Dışişleri Bakanı Zijlstra ile bizim Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu, barış için önemli bir sinyal verdiler. O görüşmeden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Avrupa'daki Hükümet Başkanları gibi Rutte'de eski dostlarımdır' sözü, Hollanda'da büyük bir umut doğurmuştu. Gerek Türk ve gerekse Hollanda medyası, Büyükelçi atamalarının yakında başlayacağından söz ediyordu.

Dışişleri Bakanlığımızın sözcüsü bu konuda Hollandalılar'a bir ismi zikretmişti bile.

New York eski Başkonsolosumuz ve şimdi Ankara'da Konsolosluk İşleri Genel Müdürü olan Mehmet Samsar'ı 'En iyi büyükelçimiz' olarak lanse etmişti bile.

Ortadaki tek sorun, 'Özür' kelimesini kullanmadan nasıl özür dileneceğiydi.

İki ülkenin diplomatları bu konu üzerinde kafa yorarlarken, Çavuşoğlu ile Zijlstra, bu kez 16 Ocak'ta Vancouver'de yapılan Kuzey-Kore zirvesinde biraraya gelme fırsatı yakaladılar. Ama zamanlama çok kötüydü. Zira o sırada ABD, Suriye'nin kuzeyine 30 bin asker yığma planı açıklanmıştı. Bu nedenle Çavuşoğlu'nun Zijlstra ile görüşecek vakti yoktu. Bu nedenle Büyükelçi atamaları da suya düşmüştü.

Aynı hafta sonu Türkiye Afrin harekatına başlamıştı. Tüm ülkeler Türkiye'yi tenkit ederken, Hollandalı Bakan Zijlstra, 'Türkiye'nin kendini koruma isteğini anlayışla karşılıyoruz' mesajı verdi. Türk medyası da bu açıklamayı geniş bir şekilde yayınladı.

Ne var ki, Türkiye ile Hollanda'nın arasının düzelmesini istemeyen kötü niyetli Hollandalı politikacılar, bu kez Ermeni soykırımını gündeme getirdiler ve Afrin harekatına da karşı çıktılar.

Diplomatik kaynaklar, Türk ve Hollandalı diplomatların en son 25 ve 26 ocak günleri Brüksel'de biraraya geldiklerini ve Türk tarafının, Hollandalıları hoşnut edecek bir metin hazırladıklarını, bu metnin de Erdoğan ve Çavuşoğlu tarafından imzalanmasının beklendiğini ileri sürdüler.

Ama bu imzalar atılmadı. Erdoğan ve Çavuşoğlu, hazırlanan metni beğenmemişlerdi. Açıkça 'özür' olmayan bir metnin geçerliliği yoktu. Erdoğan ve Çavuşoğlu, hazırlanan bu metbi 3 şubatı 4 şubata bağlayan gece ret etmişlerdi.

Erdoğan'ın bu kararı Zilstra'yı hayal kırıklığına itmişti. Zira ocak ayı sonunda yapılan görüşmeden sonra, Türkiye'nin konuya sıcak yanaşmasını bekliyordu.

Hollanda'nın Ankara eski büyükelçisi ve Dışişleri eski Bakanı Ben Bot, diplomatik ilişkilerde rol alıyordu. İyi bir Türkiye dostu olan Bot, işi Erdoğan'ın zora koştuğunu ileri sürüyordu.



DIŞİŞLERİ ESKİ BAKANI ZİJLSTRA

Hollanda Dışişleri Bakanı Zijlstra, bakan olmadan önce yaptığı bir açıklamada, Ruya'da Putin ile bir görüşme yaptığını söylemişti. Sonradan bunun yalan olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine Zijlstra Bakanlık'tan istifa etti ve yerine Stef Blok getirildi.

Bu bültendeki bir haberde görebileceğiniz gibi, Stef Blok'un son günlerde yaptığı bazı açıklamalar skandal olarak nitelendirildi. Başı derde girecek olan Blok'un, şimdi Türkiye ile yapılan uzlaşıları sürdürüp sürdüremeyeceği merak konusu oldu.

Türkiye, bu konuda kesin kararlı görülüyor. Diplomatik ilişkiler için Büyükelçi atamalarına 'evet' diyecek ama, özür dilemeyen bir Hollanda ile barışması da zor görülüyor.

*****



15 Temmuz şehitleri, Ana Vatan, Yavru Vatan ve tüm dünyada olduğu gibi, Hollanda'da dört temsilciliğimizde anıldı





Amsterdam Başkonsolosluğumuzdaki anma törenine, Sivil Toplum Kuruluşlarının temsilcileri ile medya mensupları katıldılar.



Türkiye’de 2 yıl önce 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminde şehit olanlar, Ana Vatan Türkiye, Yavru Vatan Kuzey Kıbrıs ve tüm dünyada olduğu gibi Hollanda'da dört temsilciliğimizde çeşitli etkinliklerde ayrı ayrı anıldı.

“Demokrasi şehitlerini anma'' ve “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak başlıklarıyla yapılan anma törenlerinde, teröristler lanetlendi.

Hollanda'daki ilk etkinlik Amsterdam Başkonsolosluğumuzda yapıldı.



Amsterdam Başkonsolosumuz Tolga Orkun, günün mana ve önemini anlatan konuşmasını yaparken

Başkonsolos Tolga Orkun, Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri ile medya mensuplarının katıldığı anma töreninde yaptığı konuşmada, 15 Temmuz darbe girişiminin, Türkiye tarihinin en kanlı, acımasız ve hain olaylarından biri olduğunu belirterek, “FETÖ’nün kana susamış darbe girişiminin ikinci yıl dönümünde, özellikle şehitlerimize ve darbe girişimini akim bırakan kahraman gazilerimiz ve bütün halkımızın fedakar girişimlerini anmak için bir araya geldik.” diye başlayan Başkonsolos Orkun, FETÖ’nün Batı tarafından desteklendiğinin herkes tarafından bilindiğine dikkati çekerek, “FETÖ, PKK gibi birçok terör örgütü ile ilişkisi ve aldığı destek aşikar olan acımasız bir terör örgütüdür. DEAŞ ve PKK’dan hiçbir farkı olmayan FETÖ’cüler hem aramıza sızıp faaliyet yapmışlar hem de diğer örgütlerle birlikte ülkemizi bölmeye çalışmışlardır. PKK ve DEAŞ ile mücadelemiz neyse FETÖ ile mücadelemiz de odur. Fakat biz birlikte olduğumuz sürece bu hain terör örgütünün faaliyetleri ve casusluk şebekesinin tamamı ortaya çıkarılacaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Amsterdam'da unlu mamülleri ile ünlenen Muhammed Karadeniz'in tatlı çeşitleri, börek. kurabiye ve poğaçaların ikram edildiği törende, Anadolu Ajansı muhabirleri tarafından çekilen fotoğrafları ve sinevizyonu izleyen davetlilerin, duygulu anlar yaşandığı gözlemlendi.

Lahey Büyükelçiliğimizde:

Amsterdam'daki törenden 4 saat sonra bu kez Lahey Büyükelçiliğimizdeki tören başladı.

Tören, şehitler için bir dakikalık saygı duruşu, Kuran-ı Kerim Tilaveti ve İstiklal Marşının okunması ile başladı.



Lahey Büyükelçiliğimizin Maslahatgüzarı Alper Yüksel konuşmasını yaparken.

Lahey Büyükelçiliğimizin rezidansında düzenlenen etkinlikte konuşan, Maslahatgüzar Alper Yüksel, “İki sene önceki hain darbe girişimi, İstiklal aşığı bir milletin kahramanlığıyla demokrasi zaferine dönüşmüştür.” dedi.



FETÖ’nün bazı ülkelerde masum rolü oynayarak düzenbazlıklarını sürdürmeye devam etmesine rağmen, giderek zayıfladığını söyleyen Yüksel, “Yabancı kamuoylarında da FETÖ’nün kendisini lanse etmeye çalıştığı şekilde eğitim ve hayır işleriyle uğraşan toplumsal bir hareket olmadığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır. Bunun anlaşılması o ülkeler bakımından da önemlidir. Zira FETÖ’nün ihaneti sadece Türkiye’ye yönelik bir ihanet değildir. Dünyanın hangi ülkesinde yapılandılar ise o ülkenin hukuk düzenine, demokrasisine ve özgürlüklerine de ihanettir” diye konuştu.

Türkiye’nin ve halkın demokrasisine sahip çıktığını ve zor günleri geride bıraktığını dile getiren Yüksel, “Türkiye terör örgütleriyle mücadelede polisiyle, askeriyle ve 15 Temmuz gecesi tek yürek olup sokağa dökülen silahsız ama korkusuz kahramanlarıyla başarılı olmuştur” ifadesini kullandı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzda:

Şehitlerimiz, Amsterdam ve Lahey'deki törenden bir gün sonra Rotterdam'da anıldı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzda yapılan anma töreni, saygı duruşunun ardından, İstiklal Marşı ve Kur’an-ı Kerim okunmasıyla başladı.



Rotterdam Başkonsolosluğumuzdaki anma törenine katılanlar, din görevlisi Osman Gül'ün yaptığı dua sırasında duygulandılar.





Din görevlisi Osman Gül'ün yaptığı anlamlı konuşma ve duygulandıran dualardan sonra, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız, yaptığı konuşmasına şöyle başladı:

'Değerli Misafirler, hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyor, 15 Temmuz Şehitlerini Anma Programı’na hoş geldiniz diyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı ve hain terör saldırısını atlatmamızın üzerinden tam iki yıl geçti. Aradan geçen zaman şunu açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur ki, 2016 yılının 15 Temmuz gecesi gerçekleşen bu hain girişim aslında darbe görünümü altında ülkeyi ele geçirme ve işgal planının bir parçasıydı. Bu hain planı yapanlar ise aklını, vicdanını ve ruhunu tek bir kişiye kiraya vermiş olan ve 40 yıldır yüce Türk milletinin dini ve milli duygularını istismar eden Fetullahçı Terör Örgütü’nün, ordu ve devlet içine sızmış hain militanlarıydı.

Adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan ulusal parlamentosunu bombalayan, terör örgütleriyle mücadelemizde ön cephede yer alan polis özel harekat karargahını yerle bir eden, silahsız sivillerin üzerine tanklar süren ve savaş uçakları ve saldırı helikopterlerinden ateş açan canilerle karşı karşıya kaldık.

Tarihimizde böyle bir vahşet yaşamamıştık. O gece darbecilerin gösterdiği vahşet ve hıyaneti tanımlayacak uygun kelimeleri bulmakta şahsen zorlanıyorum. Sözkonusu teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki en kanlı terör eylemini teşkil etmektedir. Ülkenin demokratik kurumlarını savunmak için sokağa çıkan masum sivillere karşı ölümcül silahlar kullanıldı. Kendilerini silah arkadaşı olarak gören ve girişime katılmayı reddeden masum askeri personel ve komutanlar öldürüldü.'



Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız konuşmasını yaparken.

Ayyıldız, 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimindeki acı deneyimden iki gurur vesilesi ortaya çıktığını belirterek, şunları kaydetti:

“Birincisi, Türk halkının cesaret ve kararlılığıdır. Toplumun ve siyasi yelpazenin her kesiminden vatandaşlarımız, darbecilere karşı sokağa döküldüler. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı’mızın gösterdiği liderlik ve halka yaptığı çağrının kritik önemi haizdir. Ayrıca televizyon kanallarımız darbecilerin tehditlerine, baskınlarına rağmen yayınlarına devam etti. Türk milleti bir bütün oldu. İkinci gurur vesilemiz ise Türk milletinin tüm dünyaya demokrasiye sahip çıktığını ve çıkacağını göstermesi olmuştur. Halkımız, Türkiye’ye silahlı grupların değil, sadece demokratik yoldan işbaşına gelen hükümetlerin ve milli iradenin hakim olabileceğini ortaya koymuştur.”



Rotterdam Başkonsolosluğundaki anma töreni İstiklal Marşımız ile başladı.



Bu girişimi sadece sapkın bir hain grubunun ülke yönetimini ele geçirme projesi olarak görmenin hata olacağına dikkati çeken Ayyıldız, “Bunu, günümüzde giderek şiddetlenen bölgesel ve küresel ölçekteki büyük güç mücadelesinin ve küresel güçlerin Türkiye üzerinden hayata geçirmek istedikleri hain planları dikkate alarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır.” diye konuştu.



Deventer Başkonsolosluğumuzda

15 Temmuz şehitleri, Amsterdam, Lahey ve Rotterdam'dan sonra, Hollanda'daki diğer temsilciliğimiz olan Deventer Başkonsolosluğumuzda da anıldı.

İnterajans'tan dostumuz Hüseyin Torunlar'ın izlediği ve yazdığı anma törenine, Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri ve medya mensupları katıldı. Töreninde konuşan Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Modrak, milli iradenin hain darbe girişimine karşı koymayı başardığını, Türk milletinin demokrasisine sahip çıkarak, tüm dünyaya bir demokrasi dersi verdiğini söyledi.



Deventer Başkonsolosluğumuz'daki anma törenine katılanlardan bir grup.

‘15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ etkinliğinde, “15 Temmuz alışılagelmiş türden bir askeri kalkışma değildi. Bir işgal hareketi, bir terör saldırısı ve bir ihanet örneğidir” diyen Başkonsolos, Yücel Modrak, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişiminin milletimizce engellenmesinin ve Türk demokrasisinin kazandığı eşsiz zaferinin ikinci yıldönümünü büyük bir gurur ve coşkuyla idrak edildiğini söyledi.

Mordak konuşmasını şöyle sürdürdü.

''Bugün, bu büyük ihanet sayfasını hatırlamak ve hatırlatmak, darbe girişimi sırasında kaybettiğimiz aziz şehitlerimizi anmak, gazilerimize ve yüce milletimize menfur darbe girişimine karşı verdikleri büyük mücadele için şükranlarımızı sunmak üzere bir araya gelmiş bulunmaktayız.

15 Temmuz alışılagelmiş türden bir askeri kalkışma değildi. Bir işgal hareketi, bir terör saldırısı ve bir ihanet örneğidir. Bu hain girişim, kendini “Kainat İmamı” olarak nitelendiren Fetullah Gülen’in takipçileri tarafından planlanan ve söz konusu terör örgütünün sivil mahram “imam”ları tarafından icra edilen bir darbe girişimdir. Geçtiğimiz iki yıl boyunca derinleşen soruşturmalar bu gerçeği kanıtlarıyla ortaya koymuştur.



Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Mordak

Türk demokrasisi, 15 Temmuz gecesi tarihinin en zor sınavlarından birini vermiş ve bundan başarıyla çıkmayı da bilmiştir. Bundan ne kadar gurur duysak azdır.

O karanlık gecede, her kesimden ve her siyasi görüşten Türk insanı sokağa çıkmış, demokrasisine dört elle sarılarak, tanklara ve tüfeklere karşı koymuştur. Bu tarihi bir dayanışma örneğidir.

Bu örgütün yabancı ülkelerdeki uzantılarıyla mücadelemizde de son iki yılda bazı başarılar kazanılmıştır. Çabalarımız iki ana eksende sürdürülmektedir. Bunlar, FETÖ tehdidine dair farkındalığın arttırılması ve yurtdışındaki FETÖ yapılanmasına yönelik atılan adımlardır.

Dış misyonlarımızın da katkılarıyla son 2 yıldır devam eden yoğun bilgilendirme kampanyasının somut neticeleri alınmaya başlanmıştır. Yabancı kamuoylarında FETÖ’nün kendisini lanse etmeye çalıştığı şekilde eğitim ve hayır işleriyle uğraşan toplumsal bir hareket olmadığı yavaş da olsa anlaşılmaya başlanmıştır.

FETÖ gerek mali kaynak olarak, gerek örgüt militanı devşirme anlamında elindeki en etkili araç olan eğitim kurumlarını da tek tek kaybetmektedir. 30’u aşkın ülkede yüzlerce FETÖ okulu/dershanesi kapatılmış, devlet kontrolüne alınmış veya Maarif Vakfına devredilmiştir.

Son olarak söylemeliyim ki, Türk Milleti, bu hain darbe girişimini bertaraf ederek, bir kez daha Cumhuriyet ilkelerine ve demokrasine bağlılığını kanıtlamış ve devletimizin sonsuza kadar ayakta kalması için canını ortaya koymaya hazır olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

Bu vesileyle, 15 Temmuz şehitlerimiz ile beraber vatanımız için canını feda eden tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor, onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, kahraman gazilerimize ve yüce milletimize şükranlarımı ve saygılarımı arz ediyorum.''

Hüseyin TORUNLAR (İnterAjans)

Hollanda’da şehitlerin isimleri ve fotoğrafları bulunan 251 balon gökyüzüne bırakıldı.



Uluslararası Demokratlar Birliği balonlu etkinlik yaptı.

Hollanda'daki dört temsilciliğimizde yapılan anma törenlerinden sonra, eski aldı ile UETD yeni adıyla UİD (Uluslararası Demokratlar Birliği) Başkanı Turan Atmaca tarafından düzenlenen bir başka etkinliğe çok sayıda Hollandalı- Türk katıldı. Saygı duruşu, Kuran-ı Kerim tilaveti ve sala okunması ile başlayan proğram 15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye’de yaşanan olaylardan derlenen sinevizyon gösterisi ile devam etti.

Daha sonra kürsüye gelen Başkan Turan Atmaca, 15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlara değinerek, “Minarelerimizden susturulmak istenen ezanlar yerine tam aksine o gece minarelerden ezan ve sela sesleri yükseldi. Bu ihanet şebekesinin adı FETÖ de olsa, PKK da olsa, ya da DEAŞ da olsa ve örgütlerin isimleri değişse bile, bu, hepsinin Türk milleti ve devletinin düşmanları olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.” dedi.



UİD Hollanda Başkanı Turan Atmaca etkinliğin sonunda davetlilere ve basın mensuplarına teşekkür ederek, “Hollanda bizim baba vatanımızdaki, Türkiye ise ana vatanımızdır. Yasalar çerçevesinde her türlü demokratik hakkımızı kullanarak etkinliklerimizi yapıyoruz. Bizi anlayışla karşılayıp etkinliğimize izin verdikleri için Yöneticilerimize teşekkür ediyorum. Lütfen buradan giderken klakson çalıp, taşkınlık yaparak çevreye rahatsızlık vermeyelim” diyerek davetlileri uyardı.

Etkinlik hiç bir taşkınlık yaşanmadan son buldu.



*****

Hollanda Dışişleri Bakanı'nın kırdığı pot, Türkler'i de kızdırdı.

Yurtdışı Türkler ve AkrabaTopluluğu'nun Hollanda temsilcisi ve DEİK Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları ile birlikte,Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri Bakan'ı protesto eden açıklamalar yaptılar.



İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok'un, kapalı bir toplantıda yaptığı konuşmadaki sözleri, başta yabancı kökenliler olmak üzere, siyasetçilerden de tepki aldı. Irkçılığın, insanların genlerinde bulunduğunu belirten Bakan Blok'un sözlerini görüntülü olarak kaydedip bir televizyon programına gönderen ve kimliğinin açıklanmamasını isteyen kişi, toplantıdaki çoğu katılımcının Bakan'ın yaptığı açıklamalar karşısında "şoke olduğunu" söyledi.



Dışişleri Bakanı Stef Blok & İşadamı Turgut Torunoğulları

Ortaya çıkan görüntülerde, dünyada göçmenlerin yoğun olup barışçıl yaşayan bir ülke tanımadığını kaydeden Stef Blok, "Bana, farklı etnik grupların yerli toplulukla bir arada barış içinde yaşadığı bir örnek gösterin. Ben bilmiyorum. Bu soruyu bakanlıkta memurlara da sordum." dedi.

Daha sonra bir katılımcı, farklı etnik grupların barış içinde bir arada yaşaması konusunda Surinam'ı örnek ülke olarak gösterdi. Bunun üzerine Blok, "Surinam barışçıl bir ülke mi? Cesur bir açıklama. İyimserliğine hayran kaldım fakat Surinam başarısız bir ülke. Bunun sebebi de ülkedeki ciddi şekildeki etnik bölünmedir." ifadelerini kullandı.

Blok, başka bir kişinin Singapur'u örnek vermesi üzerine ise "Singapur küçük bir ülke ve göçmenler konusunda son derece seçici. Onlar fakir göçmenleri almazlar. Belki temizlik işleri için olabilir." sözlerine yer verdi.

Stef Blok, ırkçılığın insanların genlerinde olduğunu ve çok sayıda göçmenin ülkeye gelmesinin yerli toplumun sınırlarını zorladığını öne sürdü.

"Muhtemelen, genlerimizin derin bir yerlerinde, herkesin belli olduğu bir grup ile birlikte olmak istiyoruz ve yabancı insanlarla bir bağ kuramıyoruz." diyen Blok, ülkenin bazı bölgelerinde göçmenlerin çok fazla olduğu yerleri örnek gösterdi.

Bu bölgelerde yaşayan yerli insanları anlayabildiğini ifade eden Blok, "Benoordenhout'ta (Hollandalıların çoğunlukta oturduğu yer) yaşayıp bir pazar günü Türk fırınından ekmek almak çok güzel ve etraftaki yaşananlardan da rahatsız olmuyorsun. Fakat orada yaşıyorsan aşırı derecede rahatsız oluyorsun." değerlendirmesinde bulundu.

Avrupa'da her ülkenin aynı sayıda mülteciyi kabul etme konusunda ortak bir noktada anlaşma sağlayabileceğini düşünmediğini belirten Blok, "Doğu Avrupalılar bunu hiçbir zaman kabul etmezler. Bunu fazla da zorlamamak lazım. Varsayalım kabul ettiler; Varşova ve Prag'da sokaklara bakın, orada göçmen bulamazsınız. Onlar bir hafta sonra oradan kaçıyorlar çünkü muhtemelen şiddete maruz kalıyorlar. Orada yaşama şansları yok." yorumunu yaptı.

Bakan Blok, gelen tepkiler üzerine yaptığı yazılı açıklamasında, katıldığı toplantıda, amacının soru ve cevap bölümünde orada bulunan insanlarla açık bir şekilde tartışmak olduğuna değinerek, yaptığı çarpıcı açıklamalarla bazı insanlara rahatsızlık verdiği için üzgün olduğunu kaydetti.

Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri ve Turgut Torunoğulları. Bakan Blok’a 'Hollanda bizim de ülkemiz' dediler.

Hollanda Dış İşleri Başkanı Stef Blok’un basına sızan skandal konuşmasına, Surinamlılar'dan sonra Türkler de büyük tepki gösterdiler. Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri, Bakan'ın yaptığı konuşmayı protesto ederlerken, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu Hollanda temsilcisi ve DEIK'in Avrupa Bölge Komitesi Başkanı olan işadamı Turgut Torunoğulları, 'Hollanda bizim de ülkemiz' başlıklı bir açıklama yaptı.

Bakanın sözlerinin Hollanda Türk Toplumunu da derinden yaraladığını belirten Torunoğulları’nın açıklaması şöyle:

''Hollanda dış işleri Bakanı sayın Blok katıldığı bir kapalı toplantıda çok kültürlü toplumların birbirletiyle iyi geçinemediğini söylemiş. Sayın Bakan'ın yaptığı bu açıklama, Hollanda Türk toplumunu derinden yaralamıştır. Hollanda Türk toplumu 50 yıldır 18 bin müteşebbisi ile sorumluluklarını yerine getiren ve komşuları ile güzel ilişkiler kuran bir toplumdur.

Hollanda bizim de ülkemizdir. Benim gibi, 18 bin iş adamının Hollanda’ya yatırım yapmaya devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bu tarz açıklamalar da bize geri adım attıramaz. Bu tür talihsiz açıklamaları doğru bulmuyoruz. Sayın Bakan'ı bu tür açıklamalar yerine, bu konudaki var olan güzellikleri, çok kültürlü toplumun aslında bir zenginlik olduğunu, ülkeye zenginlik katkısı sağladığını görmeye çağırıyoruz.

Bir önceki Dışişleri Bakanımız Koenders'un, bizlere göstermiş olduğu anlayışı ve hoşgörüyü (Koenders, Torunoğullarını işyerinde ziyaret etmişti) sayın Blok’tan da beklediğimizi ve bu tür söylemlerin Hollanda Türk toplumunu derinden yaraladığını bildirmek isterim.''



*****



İlhan Karaçay yazdı…

Futbolun güzelliği ve yanlış telaffuz edilen isimler

Gazetecilik yaşamımda 6 Dünya ve 7 Avrupa Şampiyonası izlemiş olan ve iki yıl önce Uluslararası Futboltenisi Federasyonu tarafından, Türk sporuna yaptığım hizmetlerden ötürü ödüllendirilen bir Gazeteci ve Yazar olarak sizlere futbolun güzelliklerini anlatmaya çalışacağım.

Futbol konusundaki anılarım büyük bir kitaba ancak sığar. Türk medya dostlarım ile anılarım arasında özel ilginçlikler de var ama, inşallah bir gün bunları bir kitapta toplarım.



Uluslararası Futboltenisi Federasyonu tarafından, Türk sporuna yaptığım hizmetlerden ötürü ödüllendirilmiştim. Ödülümü ünlü teknik direktör Abdullah Avcı vermişti.



Rusya'da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası, dünyadaki tüm futbolseverleri hayal kırıklığına uğrattı ama, Hırvatistan'ın finale kalması biraz olsun heyecan yarattı.

Şampiyonluğu kimin hak ettiği veya etmediği konusuna hiç girmeyeceğim.

Ama, final maçındaki hakemin iki yanlış kararının, Fransa lehine ve Hıvatistan aleyhine çalıştığını rahatlıkla söyleyebilirim.

İlk gol öncesindeki faul kararı hakkında pek iddialı değilim. Ama penaltı konusunda çok iddialıyım. Zira, gerek FİFA ve gerekse UEFA'nın hakemlere talimatı şöyle: Tereddütlüysen düşündüğün kararı verme. Hakem, penaltı pozisyonuna tam 3 defa bakma gereği duydu. Yani tereddütlüydü. O zaman penaltı kararı verilmemeliydi.

Yazık oldu Hırvatistan'a.

Bu nedenle tüm dünyada gönillerin şampiyonu Hırvatistan oldu.

Her zaman yazmışımdır. Avrupa Futbol Şampiyonaları, Dünya Futbol Şampiyonaları gibi renkli olmuyor. Güney Amerikalılar ve Afrikalılar turnuvalara renk katıyor. Özellikle Brezilyalılar şampiyonaların en renkli görüntülerini yaratıyorlar.

Biz Türkler de bu konuda az değiliz ha!

Hiç unutamayacağım bir görüntü de 1982’de İspanya’da yapılan Dünya Futbol Şampiyonasıydı. Bu şampiyonaya Türkiye katılmamıştı. Ama Barcelona’nın Ramblas meydanında gece yarısı şenliklerinde bir grup Beşiktaşlı taraftarın açtıkları Türk ve BJK bayrakları etrafında yapılan danslar beni çok duygulandırmıştı. O fotoğrafı çekme ve Hürriyet’te yayınlama şansı da bana nasip olmuştu.

Spikerler:

Dünya Futbol Şampiyonalarını yayınlayan TRT spikerlerinin çoğu yakın dostlarımdır.

Yıllarını TRT'de geçirmiş olan Levent Özçelik ve Erdoğan Arıkan, daha geçen yıl misafirim olmuşlardı. Onları Hollanda'nın otantik köyü Volendam'a götürdüm ve milli giysileri içinde fotoğraf çektirdim. Dünya Futbol Şampiyonası'nı anlatan Kerem Öncel de dostumdur.

Sağolsunlar, diğer yayın kurumlarında da çalışan bazı spiker arkadaşlarım, Hollanda ve Belçika maçlarının öncesinde beni ararlar ve isimlerin nasıl telaffuz edileceğini sorarlar.

Ben de elimden geldiği kadar yardımcı olurum.



Levent Özçelik ve Erdoğan Arıkan ile Hollanda'nın otantik köyü Volendam'dan bir hatıra.



Ne var ki, bu kez bazı isimler çok yanlış telaffuz edildi. TRT spikerleri, her ne kadar isim telaffuzu hakkında açıklamalar yapıp 'Bizdeki telaffuz şekli bu' diye anons ettilerse de, insanların isimlerinin yanlış telaffuz edilmesi hem çok gülünç ve hem de çok ayıp oluyor. Bu konuda Hollanda spikerleri bile şimdilerde büyük özen gösteriyorlar.

Bir zamanlar bizim hakeme 'Şakir' diyen Hollandalı spikerler, şimdi 'Çakır' demeye başladılar. Belçika'nın Fas asıllı futbolcusu Chadli'ye, bizimkiler yanlış olarak 'Şadli' derken, Hollandalı spikerler 'Çadli' olarak doğrusunu söylediler. Hollanda alfabesinde ' ı' ve 'ç' harfleri olmadığı halde doğru teleffuz yapan Hollandalılar'a karşın bizim spikerler, Belçikalı De Bruyne'ye, 'De Bruin' telaffuzunu yakıştırıken, bu isim 'De Braune' olarak teleffuz edilmeliydi. Yine Belçikalı futbolcu Alderweireld'ın adı 'Alderwereld' olarak teleffuz edilmeliken, bizim spikerler 'Aldervayrold' dediler.

Bizim için çok önemli olmadığı sanılan bu durum, aslında çok önemli bir konudur.

Hollanda'da benim soyadımı, 'Karaki' ve 'Karaci' diye telaffuz edenlere ben 'Karaçay' dedirmeyi başarmışımdır.

Televizyonlardaki yanlış telaffuzlar konusunda daha önce de bir yorum yazmıştım.

Bugünkü ortam ile örtüşen o yorumu, şimdiki yorumuma ekliyorum.



Türk dilbilimcileri göreve çağırıyorum

Çoğu dostum olan televizyon spikerleri dil hatası yapıyorlar.



Kimler geldi, kimler geçti spor ve spor medyası dünyamızdan...

Kimi bıraktı, kimi alkışlandı ve unutulmadı...

Kiminin de adları anımsanmıyor .

Bazılarının mezarları bile kayboluyor.

İşte bu ortamdaki dünya içinde tam 50 yıl kaldım.

50 yıldır yapmakta olduğum gazetecilik geçmişimde, pek çok meslektaşım ile, özellikle yurtdışında çok önemli ve ilginç anılarım olmuştur.

Özellikle Türk sporuna isimlerini altın harflerle yazdırmış olan, kimi 'merhum' olmuş, kimi de yaşamakta olan bu dostlarımın isimlerini bu yazımın sonunda sizlere sunacağım.

Şimdi gelelim asıl konumuza.

Spor müsabakalarını TV'lerde anlatan dostlarımın çoğu dil hatası yapıyorlar.

Televizyonculuktaki heyecanın, çoğumuzu strese soktuğunu ve bu nedenle yanlışlar yaptığımızı normal olarak kabul etmeliyiz. Şahsen ben, canlı yayınlarda daha rahat konuşabildiğim halde, band çekimlerinde daha çok hata yapıyorum. Bazı anonslarım üç beş kez tekrar çekiliyor. Bu nedenle, bu konudaki hatalara hiçbir diyeceğim yoktur.

Ne var ki, anlatımlarda bariz Türkçe hatası yapılmaktadır.

Örneğin, pek çok arkadaşımız, son yıllarda 'kritik' kelimesini dillerine pelesenk yaptılar.

Kaleye girmekte olan topu büyük bir başarı ile önleyen futbolcunun yaptığına, ' Çok kritik bir kurtarış veya hareket' diyor spiker dostlarımız. 'Kritik' vurgulaması üç beş yıldır yapılıyor. Ama yanlış oluyor. Kritik kelimesi dilimize dışarıdan gelmiştir. Hollandaca ve İngilizcede aynı kelime kullanılıyor. Burada maç anlatanlar, bir futbolcunun riskli ve tehlikeli bir hareketine 'kritik' derler. Ama nedense, bizdeki spiker dostlar, 'Muhteşem bir kurtarış' diyecekleri yerde, 'Çok kritik bir kurtarış' diyorlar. Medyadaki dilbilimcilerimiz de bu yanlışa hiç ses çıkarmıyorlar.

Spiker dostlarımızın bir yanlışı da, 'direk' söyleminde oluyor. Direk, her dilde dik duran destek anlamındadır. Dik duran destek, kereste olabilir. Buna 'dilme' de denilebilir. Direk, betondan veya demirden de olabilir.

Yatay olan bir nesneye 'direk' denilmez.

Ama nedense bizim spiker dostlarımız, kaledeki iki direğin üzerine yatay olarak yapıştırılmış parçaya 'üst direk' diyorlar.

Hollanda'daki spiker ne diyor biliyor musunuz?

'Lata' diyor. Ne tesadüftür ki, Hollandacada lataya 'lat' deniliyor. Yani bizim spikerlerin 'üst direk' dedikleri nesneye yabancılar doğru olarak 'lata' diyor.

Şimdi bizimkiler, 'Bu deyim halk diline yerleşmiştir, değiştiremeyiz' diyecekler ama, dilimizi yanlış kullanmaktansa, iki direğe üstten bağlanmış nesneye 'lata' veya 'dilme' demek daha doğru olacak.

Bu konuda da dil bilimcilerimiz ne der bilemem.

Maç anlatımlarında spikerler, 'Üzüm üzüme baka baka kararır' misali kopya çekiyorlar.

Örneğin, yuvarlanmakta olan bir topun dışarı çıkmasını isteyen futbolcunun bu hareketi sırasında, 'Topun çıkmasına izin verdi' diyorlar. Aslında burada futbolcu izin vermiyor. Topun dışarı çıkmasına göz yumarak sağlıyor. Yani, 'Topun dışarı çıkmasını sağladı' demek daha doğru olacak.

Buna benzer hataları çoğaltmam mümkün ama ben fuzuli konuşmalara değinmeyi tercih edeceğim. Spiker arkadaşlarımızın çoğu, TV yayınlarını, radyo yayını sanıyorlar. Kaldı kı, radyo dinleyicisi oyunu görmez, sadece dinler. Bu nedenle spiker radyo yayınında, 'Sağdan aldı, sola ilerdeki Hasan'a attı' gibi anlatımlar yapabilir. Ama ne var ki bizim spikerlerimiz aynı anlatımı TV yayınında da yapıyolar. Seyircinin gördüğü şeyi tekrarlamanın ne faydası var? Avrupa'daki TV spikeri maç anlatırken yorum yapar ve sadece futbolcu ismi söyler.

Bir eleştirim de spor yorumcusu dostlarıma: 'Falan futbolcu bu takıma yakışmaz. Yönetim bu futbolcuyu derhal göndermeli' gibi, insanın ekmeğiyle oynayacak yorumlardan kaçının lütfen.

Yorumlar sadece teknik konuda olmalı. 'Futbolcunun şu hatası, bu eksiği var' denilebilir. Ama bu fuybolcunun kovulmasına yol açacak yorumlardan kaçınmalıyız.





ABD'de yapılan 1994 Dünya Futbol Şampiyonası'ndan bir kupür.



Spor ve spor medyasında tanıdığım, kimi ile çok iyi dost olduğum, kimi ile sadece çay kahve içip veya yemek yediğim alttaki dostların isimlerini, bir saatlik bir uğraş sonunda yazabildim.

Yazamadığım dostlarımdan özür diliyorum.



Erol Simavi (Hürriyet'in eski sahibi), Dinç Bilgin (SABAH'ın eski sahibi), Nezih Demirkent (Hürriyet-DÜNYA), Samim Var - Arap Samim (Hürriyet), Çetin Emeç (Hürriyet), Necmi Tanyolaç (Tercüman), Halit Kıvanç (TRT-Hürriyet), Eşref Aykaç( Hürriyet), Gündüz Kılıç (Hürriyet), Coşkun Özarı (Antrenör-Yorumcu), Tahsin Öztin (Hürriyet), Oktay Ekşi (Hürriyet), Necati Zincirkıran (Günaydın), Gökşin Sipahioğlu (Hürriyet-Sipapress), Mehmet Barlas (Milliyet-Sabah), Mehmet Ali Birand (Milliyet-Kanal D), Bedri Koraman (Milliyet), Nehar Tüblek (Hürriyet), Nuyan Yiğit (Hürriyet-Günaydın), Murat Sertoğlu (Tercüman-Hürriyet), Talay Erker Hürriyet-Sabah-Star), Ali Ulvi Tural (Hürriyet), Kadri Aytaç (Antrenör-Yorumcu),Kenan Akın (Tercüman), Hıncal Uluç (SABAH), İslam Çupi (Tercüman), Togay Bayatlı (Milliyet), Doğan Koloğlu (Hürriyet), Deniz Arman (TRT), Doğan Hızlan (Hürriyet), Hasan Pulur (Milliyet), Ali Şen (F.B.Başkanı-Yorumcu), Özhan Canaydın (G.S. Başkanı), Kenan Onuk (TRT-NTV), Şansal Büyüka (Milliyet-Lig TV), Suat Turker (Hürriyet), Muammer Elveren (Hürriyet), Mehmet Biber (Hürriyet), Fatih Terim (Antrenör-Yorumcu), Bülent Özveren (TRT) , Levent Özçelik (TRT), Fuat Akdağ (NTV), Kemal Belgin (Tercüman), Garbis Keşişoğlu (Hürriyet), Hasan Cemal (Milliyet-Cumhuriyet), Fatih Altaylı (Hürriyet-Haber Türk), Güven Taner (Tercüman), Kamil Başaran (Hürriyet), Ertuğrul Akbay (Günaydın), Hüseyin Kırcalı (Milliyet), Erol Aydın (Tercüman), Erdal Aydın Tercüman), Hasan Sarıçiçek (Türkiye), Necil Ülgen Fanatik), Can Uyguç (Radikal), Turgay Şeren (Antrenör-Yarumcu), Adnan Dincer (Antrenör-Yorumcu), Ali Gümüş (Tercüman), Ali Kırca (TRT-ATV), Ercan Taner (TRT-NTV), İlker Yasin (TRT-Kanal D), Yalçın Çetin (TRT), Abidin Aydoğdu (TRT), Doğan Yıldız (TRT-FOTOSPOR, Akın Göksu (TRT), Tansu Polatkan (TRT), Öztürk Pekin (TRT) Murat Ünlü (TRT), Taylan Uygur (TRT), Orhan Ayhan (Tercüman), Murat Kosova (NTV), Ümit Aktan (TRT), Okay Karacan, (TRT) Alaattin Metin (Hürriyet), Vala Somalı (Hürriyet), Zafer Mutlu (Günaydın-Sabah-Vatan), Büşah Gencer (Sabah-Star), Can Bartu (Futbolcu-Yorumcu), Can Tanrıyar (SHOW TV), Birol Peker (Futbolcu-Yorumcu), Celal Demirbilek (Hürriyet), Ziya Şengül (Futbolcu-Yorumcu), Fikret Ercan (Hürriyet), Şevket Uygun (Tercüman), Onur Belge (Hürriyet), Cem Buba (Hürriyet), Korkut Göze (Hürriyet), Engin Verel(Futbolcu-Yorumcu), Mehmet Şehirli (Hürriyet-Sözcü), Turgay Renklikurt (Tercüman), Tuncer Cebecioğlu (Hürriyet) , Gürkan Bilgiç (Milliyet), Ömer Üründül (Tercüman), Ahmet Altan (Hürriyet Dış haberler), Güntekin Onay (NTV), Doğan Pürsün (Tercüman), Oğuz Tongsir (Milliyet), Faik Çetiner (Tercüman-Kanal 6-Haber Türk), Halil Özer (milliyet-Haber Türk), İzzet Aygün (Günaydın), Atilla Karsan (Günaydın), Volkan Karsan (Hürriyet), İhsan Topaloğlu (Milliyet), Melih Aşık (Milliyet), Meriç Tunca (Star-Hürriyet), Eyüp Karadayı (Hürriyet), Faik Gürses (Günaydın), Esat Yılmaer (Hürriyet), Hayri Ülgen (Hürriyet), Hayri Hiçler (Tercüman), İskender Ayvalık (Hürriyet Adana), Sinan Tanyıldız (Hürriyet Adana) Nezih Alıkş (Milliyet), Özer Yelçe (Milliyet), Bilal Meşe (Milliyet), Nezih Akkutay (Hürriyet), Ersan Çelik (Günaydın), Abdulkadir Yücelman (Cumhuriyet), Mustafa Denizli (Antrenör-Yorumcu), Şenol Güneş (Antrenör -Yorumcu), Nazım Koka (Antrenör-Yorumcu), Metin Türel (Antrenör-Yorumcu), Melih Gümüşbıçak (Show TV-Lig TV), Acun Ilıcalı (Show TV-Kanal 8), Ömer Güvenç (Hürriyet-Lig TV), Kerem Öncel (TRT) Erdoğan Arıkan (TRT), Haluk Şahin (Hürriyet-Bilgi Üniversitesi), Ertuğ Karakullukçu (Hürriyet), Kazım Kanat (Hürriyet), Yılmaz Özdil (Star-Hürriyet-Sözcü), Uğur Dündar (Hürriyet-Sözcü, Bekir Coşkun (Hürriyet-Sözcü), Özkan Saçkan (Günaydın-Sözcü) , Aykut Işıklar (Hürriyet-Bugün), Faruk Zabcı(Hürriyet), Doğan Uluç (Hürriyet), Sıtkı Uluç(Tercüman-AA), Atilla Gökçe (Milliyet), Can Ataklı (Sabah-Vatan), Zakir Barutçu (Star-Olay TV), Veysel Serçe, Ergin Sanver, İlyas Namoğlu (Hürriyet), Yusuf Namoğlu (Futbol hakemi-Yorumcu), İlhan Söyler (Hürriyet), Erman Toroğlu (Futbol hakemi-Yorumcu), Mehmet Tezkan (Star- ATV-Milliyet), Deniz Gökçe (Akşam), Ekrem Dumanlı (Zaman), Güneri Cıvaoğlu (Tercüman-Güneş-Sabah-Milliyet), H.İbrahim Ekiz (Zaman), İsmet Tongo (Fanatik), Mustafa Dolu (Günaydın-Akşam), Naci Yalınkılıç Rauf Tamer, Saygı Öztürk, Tevfik Yener, Uğur Cebeci, Yavuz Donat, Yener Susoy (Milliyet), Naci Arkan (Günaydın-Türkiye), Tanju Çolak (Futbolcu-Yorumcu), Metin Gören (TRT Antrenör-Yorumcu), Cengiz Özdemir( Star-Akşam), Aziz Aktel (Hürriyet), Ardan Zentürk (Günaydın-Kanal 24), Melih Şendil (Lig TV), Abdullah Avcı (Antrenör-Yorumcu), Aykut Kocaman (Antrenör-Yorumcu)Selçuk Onur (Dünya-Lojiport), İsmail Elden (TRT BELGESEL), SACİT Şahin (TRT BELGESEL), Süleyman Rodop (Telegol

*****



Hollanda Kral ve Kraliçesi 'Yarım Ay' adlı ve armalı gemiyi ziyaret etti

Kral ve Kraliçe, Hoorn şehrindeki Haliç-Altın Boynuz’da tekne turu yaparak halkı selamladılar ve alkış aldılar





İlhan KARAÇAY yazdı

Şenol OCAKLI fotoğrafladı...

Hollanda Kralı Willem Alexander ve eşi Kraliçe Maxima, Kuzey Hollanda’nın Hoorn ve Enkhuizen liman kentlerini ziyaret programı çerçevesinde, bir zamanlar dünyaya korku salan 'Halve Maen' (Yarım Ay) isimli ve armalı gemiyi de ziyaret ettiler.

Bir zamanlar Hollandalılar hesabına çalışan denizci kaşif Henry Hudson'un, etrafa korku salmak için kullandığı, Osmanlı'ya ait 'Yarım Ay' adlı ve armalı gemiyi, özellikle ziyaret eden Kral ve Kraliçe, el sallayarak selamladıkları halktan coşkulu alkışlar topladılar.

Hollandalılar, 80 yıl süren İspanya savaşını, yine Osmanlı armaları sayesinde kazanmışlardı. Bu nedenle Prens Maurits, Belçikaya yakın bir bölgede, savaşın kazanıldığı bölgeye 'Türkiye' adını vermişti. Günümüzde turistler tarafından çokça ziyaret edilen Türkiye Köyü'nün öyküsünü, Youtube'de, TRT BELGESEL için hazırladığımız 'Uzaktaki Dostlar' serisinde bulabilirsiniz.

Bazı Hollandalılar'ın bugün de hala boyunlarına astıkları yarım ay biçimindeki gümüş kolyeler işte o dönemin mirasıdır. Yarım ay üzerinde ‘’Papa taraftarı olmaktansa Türk olmayı yeğlerim’’ ibaresi yer almaktadır.

Osmanlılar'ın Hollanda'nın varoluşundaki etkinliği sadece bunlarla sınırlı değil.

Hollanda'yı devlet olarak tanıması için İstanbul'a gönderilen Büyükelçi Haga, uzun bir bekleyişten sonra Sultan Ahmet tarafından kabul edilmiş ve Almanlar'ın, Venedikliler'in, Fransızlar'ın istememesine karşın, Hollanda 'devlet' olarak tanınmıştı.

Daha sonra lale, seramik ve tütün gibi zenginliklerimiz ile zenginleşen Hollanda, ne yazık ki şimdilerde bize düşman gibi davranıyor.





YARIM AY GEMİSİ ve HENRY HUDSON

Karal ve Kraliçe'nin ziyaret ettiği Yarım Ay gemisinin asıl kahramanı, Henry Hudson adında bir İngilizdir.

Kaşif olan Hudson'un, sosyal medyada da yayılan hikayesi şöyledir:

Hudson'un çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkin bilgi yoktur. Ailesinin bir kuşak önceki bazı üyelerinin, Hudson’ın keşif gezilerine mali destek sağlayan

Kuzeydoğu Geçidini araması.

Hudson 1607 ilkbahannda, oğlu John ve 10 yol arkadaşıyla birlikte Kuzey Kutbu üzerinden Japonya ve Çin’e geçişi sağlayacak bir geçit bulmak amacıyla Moskova Kumpanyası adına denize açıldı. Kuzey Kutbu çevresinde buzlarla kaplı olmayan bir deniz bulabileceği inancıyla kuzeye doğru yöneldi. Kutup bölgesindeki buz kütlelerine ulaştıktan sonra,

denizbuzunun kıyısını izleyerek Svalbard (Spitsbergen) Takımadalarına

varıncaya değin doğuya doğru ilerledi. Asya’ya kuzeydoğudan geçişi sağlayacak bir geçit aramış olan Felemenkli denizci Willem Barents’in (1550-97) daha önce dolaştığı bölgede yeni yerler keşfettikten sonra İngiltere’ye döndü.

Bir yıl sonra gene Moskova Kumpanyasından, bu kez Barents Denizinin doğusundaki Novaya Zemlya Takımadaları ile Svalbard arasında bir Kuzeydoğu Geçidi arama görevi alarak yeniden denize açıldı. Ama buzlar ilerlemesini engelleyince seferi yarıda keserek ülkesine döndü.

Hudson İngiltere’ye dönüşünden kısa süre sonra, Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası’yla yaptığı anlaşma gereğince üçüncü kuzeydoğu seferine çıkmak üzere Amsterdam’a gitti. Amsterdam’da bulunduğu sırada, Kuzey Amerika’dan Büyük Okyanusa geçişi sağlayan iki ayrı geçit olduğuna ilişkin haberler duydu. Bunlardan birinin yaklaşık 62° kuzey enleminde bulunduğu söyleniyordu; bu geçit İngiliz kâşif Kaptan George Weymouth’un 1602’de çıktığı seferin seyir defterinde anlatılıyordu. 40° kuzey enlemine yakın olduğu söylenen ikinci geçidin varlığını ise İngiliz asker, kâşif ve kolonici Kaptan John Smith, Virginia’dan yeni bildirmişti. Bu haberler Hudson’ın ilgisini çektiyse de, kuzeydoğuya yapacağı yolculuğun başarısızlıkla sonuçlanması durumunda doğrudan Hollanda’ya dönme konusunda kumpanya yöneticileriyle anlaştı.



Hudson 6 Nisan 1609 günü “Half Moon” (Yarım Ay) adlı bir gemiyle Hollanda’dan denize açıldı. Rüzgâr ve fırtına yüzünden yolculuğunu yarıda kesmek zorunda kalınca, kumpanya yöneticileriyle anlaşmasını çiğneyerek mürettebatına Kuzeybatı Geçidini aramak için yola devam etmeyi önerdi. Mürettebat öneriyi kabul etti. Hudson Atlas Okyanusu kıyılarında seyrederken, Floransalı denizci Giovanni da Verrazano’nun 1524’te keşfettiği ve sonradan Hudson Irmağı adını alacak büyük ırmağa girdi. Bugün New York eyaletindeki Albany kentinin bulunduğu bölgeye kadar yaklaşık 240 km ilerledikten sonra, ırmağın Büyük Okyanusa geçişi sağlamadığı sonucuna vararak Hollanda’ya dönmeye karar verdi.

Dönüş yolculuğu sırasında İngiltere’nin Dartmouth limanına uğradı. Burada İngiliz yetkililer ona ve gemisindeki İngiliz mürettebata yabancı ülkeler adına yeni keşif gezilerine çıkmaktan vazgeçmelerini emrettiler. Ama Hudson’ın seyir defteri ve tuttuğu notlar Hollanda’ya gönderildi, yaptığı keşifler kısa sürede bu ülkede de öğrenildi.

Hudson bundan sonra, Kaptan Weymouth’a dayanarak varlığı öne sürülen geçidi aramak için Amerika’ya yeni bir sefer düzenlemek üzere hazırlıklara başladı. Weymouth seyir defterinde, gelgit nedeniyle suların her çekilişinde büyük bir su baskınına uğrayan bir geçitten (bugün Hudson Boğazı) söz ediyor, bu ise boğazın ötesinde büyük bir su kütlesi bulunduğunu düşündürüyordu. Hudson bunun Büyük Okyanus olduğundan emindi. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, sefer masraflarını karşılaması için ona 300 sterlinlik bir yardımda bulunmayı kabul etti. Moskova Kumpanyasından da buna yakın bir yardım aldığı sanılan Hudson’a mali destek sağlayanlar arasında beş soylu ile 13 tüccar da vardı.

Hudson Körfezine yolculuk.

17 Nisan 1610’da “Discovery” adlı 55 tonluk bir gemiyle Londra’dan yelken açan Hudson, İzlanda’da kısa bir mola verdikten sonra Kuzey Amerika’ya doğru ilerlemeye başladı. Hudson Boğazından geçip Hudson Körfezine girdikten sonra batıya doğru gitmek yerine, körfezin doğu kıyısını izleyerek güneye yöneldi. Sonunda Hudson Körfezinin güney ucundaki James Koyuna vardıysa da buradan Büyük Okyanusa çıkışı sağlayacak herhangi bir geçidin olmadığını görüp kış bastırıncaya değin bölgede dolaştı.

Çok geçmeden, sert iklim koşullan nedeniyle hareket edemez duruma gelen gemide mahsur kalan mürettebat arasında hoşnutsuzluk baş göstermeye başladı. Soğuktan ve yiyecek kıtlığından kaynaklanan sorunların yanı sıra, Hudson’ın kayırdığı kişilere gizlice yiyecek sağladığına ilişkin söylentiler gerginliği daha da artırdı. Sonunda tayfalar, Hudson’ın görevden aldığı ikinci kaptan Robert Juet önderliğinde ayaklandılar; dönüş yolculuğunun başlamasının hemen ardından Hudson’ı ve aralarında oğlunun da bulunduğu sekiz kişiyi yakalayıp küçük bir sandala bindirerek Hudson Körfezinde denize bıraktılar (22 Haziran 1611). Ayaklanmanın elebaşılarının ve mürettebattan çok sayıda kişinin Eskimolarla çıkan bir çatışmada ölmesine karşın, geride kalanlar “Discovery”yi İngiltere’ye döndürmeyi başardılar. 1631-32 yıllarında Hudson Körfezi dolaylarında dolaşan bir kâşif, kazazedelerin yaptığı sanılan bir kulübenin kalıntılarına rastladıysa da Hudson’la yanındakilerden bir daha haber alınamadı.

Hudson’ın Verrazano, Davis ve Barents’in keşfettikleri bölgelerde yaptığı yeni keşifler coğrafya bilgisinin zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu keşifler ayrıca Felemenklilerin Hudson Irmağı çevresindeki bölgeyi kolonileştirmelerine, İngilizlerin ise Kanada’nın büyük bölümü üzerinde hak iddia etmelerine ortam hazırlamıştır.

Hudson’dan bir daha haber alınmadı. Gemi mürettebatından sağ olarak İngiltere’ye varmayı başaranlar, suçlu olduklarının anlaşılmasından sonra tutuklandılar. Ölümünden sonra Hudson’un adı verilen Hudson Nehri’nin, Hudson Boğazı’nın ve Hudson Körfezi’nin varlığı, kendinden önceki denizciler tarafından biliniyordu.

*****

Aykut Torunoğulları'nın ikinci kitabı 'Bakış Arası', gurbetçiliğin acı ve tatlı günlerini anlatıyor





Hollanda’da işadamı Aykut Torunoğulları ikinci kitabı 'Bakış Arası'nı okuyucu ile buluşturdu. Sevgili dostlarım Yavuz Nufel, Ali Okşak ve Özcan Özbay'ın takip ettikleri tanıtım gecesi, Rotterdam’da ünlü Zuidplein Tiyatro salonunda gerçekleşti.

Programa, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadın Ayyıldız başta olmak üzere, işadamları, Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri ve vatandaşlardan oluşan yaklaşık 200 konuk katıldı.

Türkiye'den gelen TV programcılarından Cihangir Gökdoğan’ın sunumu ile başlayan gecede ilk konuşmayı, Yazar-Şair Yavuz Nufel yaptı. Çok heyecanlı olduğunu belirten Nufel, “Birinci kitabın tanıtımında da uzun uzun konuşmuştum, birinci kitabın kirvesi, bu ikinci kitabında amcasıyım ben. Birinci kitap ile ikinci kitap arasında gerçekten büyük fark var. Sevgili Aykut’un birinci kitabı çıraklıksa, bu ikinci kitap kalfalık, ustalık olmuş.” dedi.





Toplantıda, ´Bakış Arası´ kitabını okuduğunu sőyleyen Başkonsolos Sadin Ayyıldız şöyle konuştu: “Sevgili Aykut kardeşimizin bu ikinci kitap tanıtımı dolayısıyla bir arada olmaktan mutluyum. Aykut beyin ilk kitap tanıtımında da bulunmuştum. Öncelikle kitap yazma cesareti gösterdiği için Aykut Torunoğulları’nı tebrik ediyorum. Kitap, insanın ruhunu zenginleştiren, manen, kalben, ruhen güçlü kılan önemli bir araç. Kitabın bambaşka özellikleri var. Her kitap ayrı bir dünya, her kitap ayrı bir âlem. Dolayısıyla ne yazıldığından ziyade, kitabı yazan, emek veren mutlaka kendinden bir şeyler katmıştır, bence bu önemli. Aykut kardeşim kitapta hayata bakışını, iç dünyasını yansıtmış,güzel bir kitap olmuş, eline kalemine sağlık. Bir kitabı yazmaya cesaret etmek takdiri hak eden bir durumdur. Kısa bir süre içinde ikinci kitabını da yazması ve yayınlaması ise gerçekten takdir edilmesi gereken bir başarıdır.Bu vesileyle kendisini takdir ediyor, başarılarının devamını diliyorum".

Aykut Tolunoğulları'nın ilk kitabının tanıtımında da bulunduğunu sözlerine ekleyen Başkonsolos Sadin Ayyıldız, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ne yazık ki çok fazla kitap okuyan bir toplum olduğumuzu söyleyemeyiz. Kitap okumak, hem kendimiz hem de gelecek nesiller açısından gereken bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum. Maalsef Avrupa'da yaşayan sizlerden sonra ki nesil Türkçe dili bakımından ciddî sorunla karşı karşıya kalacaktır. Bu kitapları okuyabilmesi için çocukların ,Türkçe diline iyi hakim olması gerekiyor. Bu anlamda ana-babalara görev düşüyor.Kısacası Aykut kardeşimin bu kadar yoğun işleri arasında yaşadığı,gördüğü,şahit olduğu durumları en güzel şekilde ve içtenlikle bize aktardığı için teşekkür ediyorum. Daha nice kitaplar yazmasını diliyorum. Güzel bir kitap olmuş,eline kalemine sağlık. Aykut Torunoğullarını tanımak istiyorsanız bence her iki kitabını okumanızı öneriyorum".





Programa Türkiyeden katılan, Ender Balkır’ın türküleriyle renk kattığı programda , kitabın yazarı Aykut Torunoğulları, ikinci eserinin tanıtımını yaparken, doğduğu kent olan Kars´ta geçirdiği gençlik yıllarından kısa öyküler anlattı ve ´Bakış Arası´ kitabından bölümler aktardı.

Torunoğulları bu ikinci kitabını hangi duygular içinde yazdığını, anıları ve gözlemlerini davetlilerle paylaştı.



Aykut Torunoğulları, “Baba yarım” dediği ağabeyi Turgut Torunoğulları’nı sahneye davet ederek duygu ve düşüncelerini paylaşmasını istedi.

Turgut Torunoğulları, “ Sülalemizde yazar yoktu ama görüyorum ki Aykut kardeşim bu işi başarı ilke yapıyor. İlk kitabı çıkınca bir hatıra olsun diye köşe yazılarını topladığı bir kitap olarak düşünmüştüm. Fakat görüyorum ki yanılmışım. Ailemizden bir de yazarın çıkmış olması benim için ayrı bir gurur. İlk dünyasındaki başarılarını edebiyat dünyasında da yakalayacağına inanıyor, tebrik ediyorum” dedi.

Kısa bir aranın ardından proğramım ikinci bölümde yazar Aykut Torunoğulları yine hem kitap içeriği hemde gözemlerini anlatırken sanatçı Ender Balkır da kadife sesi ile Türk Halk Müziğinden örnekler verdi.

Aykut Torunoğulları’nın kitabını alan davetliler yazara imzalatmak için uzun kuyruk oluşturdu, birlikte fotoğraf çektirdiler.

Altın Bilek yayınlarından çıkan ve Bakış Açısı 168 sayfa ve tüm kitapçılarda satışta bulunuyor. İnternet üzerinden de sipariş edilen Bakış Arası’nın bu yaza damga vuracak kitaplar arasında olması bekleniyor.

Aykut Torunoğullarının ilk kitabı Karmakarışık ise birden çok baskı ile kaç 10 bin adet ile kendi alanında ilk kitap olmasına rağmen bir rekora imza atmıştı.



Aykut Torunoğulları - Yavuz Nufel - Tanıtımdaki melekler



Bu arada güzel sunumu ile Cihangir Gökdoğan, serhat türkülerin tarifsiz sesi Ender Balkır ve Önder Meral davetlileri coştururken dinleyicilere neşeli dakikalar yaşattılar.

Toplantı bitiminde sıraya giren davetliler ise Aykut Tolunoğulları'na kitabı imzalatmak için birbirleriyle yarıştılar.

*****

Hollanda Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi: Ülkedeki Türkler giderek daha çok dindarlaşıyor

Hollanda Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi'nin (SCP) araştırmasına göre ülkede yaşayan Türkiye ve Fas kökenli Müslümanlar, son 10 yılda giderek daha fazla dine bağlandı. Daha fazla kişi camiye gitmeye, daha çok kadın başını örtmeye başladı. BBC'den arkadaşım Yusuf Özkan'ın toparladığı habere göre, "Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında son dönemde artan gerginlik ve buna bağlı dışlanma hissi", Müslümanların dine bağlanmasındaki etkenlerden biri.

SCP'nin Türkiye ve Fas kökenlileri araştırmasının nedeni, ülkedeki en büyük iki Müslüman grubu incelemek istemesi.

Hollanda'ya Türkiye'den gelenlerin yüzde 86'sı, Fas'tan gelenlerin ise yüzde 94'ü kendisini "Müslüman" olarak tanımlıyor.

Rapora bakılırsa, Hollanda toplumunun baskıcı tavrı, göçmenler arasında inancı, Müslüman kimliğini ve bir topluma ait olmayı daha da çekici kılıyor. Toplumda İslam hakkındaki olumsuz görüş, Müslüman toplumunu din konusunda daha fazla bilgi sahibi olmaya teşvik ediyor.



5 grupta değerlendirildiler

SCP'nin araştırmasında, Türkiye ve Fas kökenli Müslümanlar 5 ayrı grupta değerlendirildi. Bunlar şöyle:

• Laik: kendisini Müslüman olarak tanımlıyor ama pratikte fazla bir şey yapmıyor. Helal besinler yiyor, oruç tutuyor

• Kültürel: Camiye gitmiyor ve pek dua etmiyor. Ancak, inanca önem veriyor. İslam hakkındaki olumsuz yorumlardan inciniyor. Helal besinler yiyor.

• Seçici: İnancına kendi yorumunu katıyor. Bir bölümü düzenli olarak camiye gidiyor ama beş vakit namaz kılmıyor. Helal gıdaya ve oruca önem veriyor.

• İnançlı: Hemen hemen bütün dini emirleri yerine getiriyor ama sıklıkla camiye gitmiyor. Bu kesim büyük ölçüde kadınlardan oluşuyor.

• Katı: Sürekli camiye gidiyor, tüm dini emirleri uyguluyor ve bütün Müslümanların bunu yapması gerektiğine inanıyor.

SCP'ye göre, Hollanda'daki Müslümanlar giderek daha fazla "inançlı ve katı" grubuna dahil oluyor. Türkiye kökenliler arasında bu oran son 10 yılda yüzde 37'den yüzde 45'e yükseldi. Faslılar arasında da yüzde 77'den 84'e ulaştı.

Araştırmaya göre, Hollandalı Müslümanların yüzde 0,5'i selefist. Yüzde 8'i de aşırı dinci. Müslümanların yüzde 10'u da "dini amaçlı şiddeti" onaylıyor.



Her 3 Müslümandan ikisi 'ayrımcılığa' dikkat çekti

Her üç Müslümandan ikisi, sıkça ayrımcılığa uğradığını ve Hollandalılar'ın İslam hakkında olumsuz görüşe sahip olduğunu düşünüyor.

Bu görüş en fazla, "Seçici Müslümanlar" olarak adlandırılan grupta yaygın. SCP'ye göre, çoğunlukla genç ve fazla inançlı olmayan bu kesim, Hollanda toplumuna daha yakın. Bu yüzden de ayrımcılığı daha yakından hissediyor.

Uzun süre laik bir toplumda yaşayan inançlı göçmenler uzun vadede daha az dindarlaşıyor. Ancak Hollanda'daki durum bunun tam tersi. Çünkü göçmenler kendi sosyal çevresinde yaşıyor. Bu çevre laik değil. Başka düşüncelerle pozitif bir ilişkileri yok.

Bu nedenle de, Hollandalıların olumsuz yaklaşımı, Müslüman göçmenlerin kendi kökleri ile bağ kurmasına ve dini kimliğini ön plana çıkarmasına yol açıyor.

Medya fırsatı kaçırmadı

Hollanda medyası, Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi'nin yayınladığı raporu fırsat bilerek, ateşli olan bu konunun üzerine körükle gitti.

Dostum Mustafa Orhan Ertuğruloğlu'nun tercümesini yaptığı De Telegraaf gazetesindeki 'Rehin alındık' başlıklı haber şöyle:



Hollanda’daki Müslüman toplumda tutucu İslamiyet’in tırmandığını gösteren Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi'nin dün yayınlanan araştırması, Türk asıllı yazar Ebru Umar’ı hiç şaşırtmamış. Batılı görüşleri dolayısıyla Müslümanlar tarafından sürekli saldırıya uğrayan ünlü köşe yazarı, uyum rüyasının paramparça olmasının müsebbibi olarak Hollanda yönetimini sorumlu tutuyor. ‘ Bu nedenle Hollanda devletini kutlamak lazım.Müslümanlar, güçlenmedi, güçlendirildi. Onlar bu duruma itildi. Camiler, İslam Okulları ve diğer şeyler, hiç ihtiyaç olmadığı halde onlara ikram edildi. Bu imkanlar durup durduğu yerde yaratıldı’ diyor Ebru Umar.

Umar’a göre, Müslüman toplum işi-gücüyle meşgulken, hükümetler, geleceğin toplumunu şekillendirmeğe kalkmış. Umar şöyle devam ediyor:’ Örneğin, benim ebeveynimin nesli bunlarla uğraşmıyordu. Hatta buna karşıydılar. Ama gelişme o yönde sürüp gitti. Aile birleşimi, gelin-damat transferleriyle aileler aynı durumun içine düşürüldüler. Müslümanlar, Hollanda’ya geldikten sonra tutucu Müslüman yapıldılar’ .



Suvain Ephimenco, Ebru ile hemfikir. “ Theo Van Gogh’un ülkesi:Çok kültürlü çözülme kitabın' yazarı olan Cezayir doğumlu Fransız, özgür Hollanda toplumuna giren Müslümanlar'ın çoğunlukla kendi toplumlarının baskısına maruz kaldıklarını vurguluyor.

Özellikle bu baskıyı en çok kadınlar his ediyor. SCP’nin araştırmasından, son yıllarda camilere artan rağbete ilaveten, başını bağlayan kadın sayısındaki artışa dikkat çekiliyor.

Ephimenco: ‘90’lı yılların başından itibaren, başını bağlayan kız çocuklarının sayısında artış var. Evlendikten sonra Hollanda’ya gelen modern bir Müslüman kadın tanıyorum. Buraya geldikten kısa bir süre sonra kadın başını bağladı. Toplumun baskısı yüzünden başka türlü yapamazdı.Bu sosyal ve dini baskı, karşı koyulamayacak kadar ağırdır. Müslüman iş arkadaşları tarafından aşağılanmasın diye kollarını kapatarak çalışan Bosnalı bir temizlik işçisi tanırım.’ diye devam ediyor.



Temizlik şirketi Mas Grubu kurucusu ve başarılı iş adamı Fas Kökenli Hollandalı Rahme el Mouden, bunu onaylamıyor: ‘ Personelimizin %60’ı Müslüman. Ben böyle bir şeye asla izin veremem. İslamiyet içinde çeşitli anlayışlar var. %60 çoğunluğun, diğerlerine baskı uygulamasına ne kadar zor olursa olsun izin veremem. Zira demokratik bir ülkede yaşıyoruz.’diyor Fas kökenli Hollandalı.



Ebru Umar, ‘modern toplum yaşamımıza duyulan nefret, Hollanda’daki din özgürlüğü ile ilgili. Çünkü din, devletin işi değil. ‘ Bu nedenle dini kuruluşlara devlet mali yardım yapmamalı. Birileri cami açmak istiyorsa,hodri meydan. Her şeyi üzerine almak kaydıyla buyursun açsın. Bizim buna sivil toplum kuruluşu olarak izin vermemiz yanlış. Din,özel hayatı ilgilendirir.’ derken, Ephimenco, tutucu İslamiyet’in tırmanışını ayrımcılığa ve İslam karşıtlığına bağlayan faraziyeleri kabul etmiyor. ‘Tabii mağduru oynadıkları için öyle diyecekler. Böylece, gittikçe daha dinsel bir karaktere bürünen seçimlerini haklı gösterecekler. Ben bunu kendi kendini dışlamanın başka bir şekli olarak görüyorum.’ şeklindeki görüşüne, Fas asıllı

El Mouden ise olaya farklı bakıyor ve ‘Evet. İslamiyet giderek daha seviliyor. Çünkü medya, İslamiyet hakkında olumsuz yayın yaptığından, gençler internete yöneliyor. Bunu engelleyemezsiniz. Hollanda’da bir milyon Müslüman, 500 kadar cami var. Oysa beyaz Hollandalılar’ın dini inançları zayıfladığından Kiliseler kapanıyor. Buna tanık oluyoruz. Öte yandan kendimizi de aldatmayalım.Burası bir Suudi Arabistan da değil.’ diyor.



Seksenli yılların sonunda İran’dan kaçan hukukçu Afşin Ellian, 2004 yılında şöyle uyarmıştı. ‘İşçi Partisi PvdA, Job Cohen’in başını çektiği entellektüeller, bana da, Ayaan Hirsi Ali’ye de lanet okudu. Bizim travma geçirdiğimizi söylediler. Güya bütün Müslümanlar, Tıpkı Hristiyanlar gibi zaman içinde kendiliklerinden laikleşeceklerdi. Şimdi bunun ne kadar büyük bir sorun haline geldiğini görüyoruz.’



Ebru Umar da aynı şeyden korkuyor. ‘Süreç devam ediyor. Hollandalılar, yumuşak başlı olduklarından, kendi toplumumuzu boğuyoruz. Rehin alınıyoruz ve bu durumu yaratan politikacıları seçmeğe devam ediyoruz. Hollanda toplum yaşamını tehdit eden Denk gibi bir parti, gittikçe büyüyor. Bunlar nasıl seçilmeyi becerdiler. Anayasa ve İşçi Partisi PvdA sayesinde parlamentodaki sandalyeleri adeta çaldılar’ diyen Umar, insanlar tarafından yapılan yasaların gene insanlar tarafından değiştirilebileceklerini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

‘Bunun zamanı geldi. Rehin alındık. Teslim olduk. Ne yapılması gerektiğini söylemek bana düşmez. Köşe yazarı olarak ben durum tesbiti yaparım ve uyarırım. Fakat gelecekte olabilecekleri düşünmeğe korkuyorum’.

Ellian da sert önlemler alınmasını istiyor. ‘Göçmen alımını sınırlamak, uyuma ağırlık vermek gerekir. Anayasa’nın, İslamiyet’e sağladığı özgürlükler yasaklanmamalı ama kamusal alanda sınırlandırılmalı. Devletin güvenliği tehlikedeyse bu mümkün.’

Ellian’a göre durum çok acil. ‘Artık önümüzde yirmi yıl vakit kalmadı. Kısa süre öncesine kadar Hollandalılar, Müslümanların çoğunluğunu ortalama olarak laik sanırdı. Artık bunun böyle olmadığını biliyoruz. İnsanlar korkuyor. Bunun çözümü var. Ama çözmeyi istemek lazım. Bu hem istek, hem cesaret işi’ diyor Ellian.



(*)Ebru Umar, 2016 yılında Türkiye’de tatilde iken, Erdoğan’a hakaretten tutuklanmış, çifte uyruklu olduğundan, Hollanda'nın yaptığı girişim sonucu 42 gün yattıktan sonra serbest kalmıştı.

(**) Theo van Gogh.Sinema rejisörü. İslamiyette Kadın’ı konu alan filmi dolayısıyla 2004 yılında Faslı bir terörist tarafından suikaste kurban gitti.

*****

GÖNÜLLERİN SULTANI ÜMMÜ GÜLSÜM AMSTERDAM'DA YAŞATILDI





Yaşları 50'yi geçkinlerin, şöhretini duydukları, 'Şark Bülbülü' olarak gönül verdikleri şarkıcı ve aktrist Ümmü Gülsüm, Amsterdam'da iki günlük müzikalde yaşatıldı.

Yahudi-Arap aktörlerden oluşan İsrailli topluluk, Mısırlı şarkıcı ve aktrist Ümmü Gülsüm’ün hayatını canlandırdı.

Ona her ünlü gibi, ne isimler takılmadı ki. 'Şark Yıldızı' dediler. 'Dördüncü Piramit' dediler. 'Tüm Araplar’ın Anası' dediler.

Ünlü aktör Ömer Şerif: 'Şark’ta Ümmü Gülsüm'süz her gün renksizdir' d





Biz ise onu Şark Bülbülü olarak tanıdık.

Şark Bülbülü Ümmü Gülsüm, 1898’de doğdu, 1975’de öldü.

Ümmü Gülsüm nasıl yaşadı?

Bu sorununcevabını Amsterdam’daki De Balie tiyatrosundaki müzikallerde gördük..

Tel Aviv’deki Yafa Müzik Tiyatrosu, şarkıcının fırtınalı hayatını Hollanda seyircisine tanıttı.

Hollanda’ya ilk kez gelen Yafa Tiyatro Topluluğu'nun bir özelliği var. Yahudi ve Arap aktörlerin rol aldığı müzikalde, Arapça ve İbranice konuşuldu. Müzikalde üç Yahudi ve üç Arap sanatçı oynadı. Zaten topluluğun misyonu, milli, etnik ve sınıfsal ayrımları aşan tiyatro yapmak. Tabii herkes bunu hoş karşılamıyor. Örneğin, İsrail’in Bayan Kültür Bakanı, bundan hiç haz etmiyor.







Hollanda’nın ana akım de Volkskrant gazetesi tiyatro muhabiri Vincent Kouters, Müzikal’in rejisörü ile telefonla bir söyleşi yapmış.

İşte size söyleşiden satır başları.

Tiyatronun kurucularından 62 yaşındaki Igal Ezrati, İsrail’den telefonla yaptığı görüşmemizde, ‘Bu oyunu on yıl önce yapmak mümkün değildi. Arap Müziğinin İsrail’de uzun süre yasaklandığını biliyor musunuz? Burada Arap kökenli büyük bir toplum yaşıyor. İzlenen Kültür politikası icabı, gençliklerindeki şarkıları dinlemekten mahrum kaldılar. Arapça, düşmanın dili olarak görüldüğünden bastırıldı. 'Geçmişi bırak, İbranice-Hebrew- konuş' dediler. Son yıllarda bu konuda biraz yumuşama var. Arap Müziğinin yeniden doğuşuna tanık oluyoruz. Batı kökenli Yahudiler bile Ümmü Gülsüm’ün müziğini dinliyor. Bu oyunla, müziğin ve sanatın, kültürel farklılıklar arasında köprü olabileceğini göstermek istiyoruz’ diyor.

Soru:Oyun, sanatçının keşfedilmesinden ölümüne kadar geçen süreyi kapsıyor sanırım.

Cevap: 'Kesinlikle. Ümmü Gülsüm’ün büyülü bir yaşamı vardı. Zamanının bütün iktidar odaklarıyla iyi ilişkiler içinde oldu. Mesleğinin başında, Mısır Kralı Faruk’un gözdesiydi. Darbeden sonra Faruk ülkeden kaçınca, Nasır’a söyledi. Oyunda, sanatçının ayakta kalabilmesi için illa da yağcı mı olması lazım sorusunu da soruyoruz.

Öte yandan feministti. 1920’li yıllarda kadınların sahnede şarkı söylemeleri yasaktı. Sahneye çıkana kötü gözle bakılırdı. Ümmü Gülsüm, dindar bir aileden gelse de, zarif kıyafetlerle sahneye çıktı ve dünya çapında şöhret oldu. Diğer taraftan kendi kendisinin patronuydu. Tüm Arapların Anası diye anılsa da, maalesef hiç çocuğu olmadı. Bu onun hayattaki en büyük üzüntüsüydü.'

Soru: Yafa Tiyatrosuyla, İsrail’de yaşayan toplumların işbirliği yapabileceğini kanıtlamış oluyorsunuz her halde.

Cevap: 'Oldum olası İsrail’e, Ortadoğu’nun hoş görülü adası derler. Tiyatromuzda Yahudi ve Arap tiyatrocuların ve aktörlerin birlikte çalışması bence demokratik ve laik topluma örnek olmalı. '

Soru: Buna karşı çıkan var mı?

Cevap: 'Kültür Bakanımız Miri Regev bizden hoşlanmıyor. Bizi Filistin yanlısı olarak ve terör kışkırtıcılığı yapmakla suçluyor Şüphesiz, repertuarlarımızda, ülkedeki çatışmalara da yer veriyoruz. Madalyonun her iki yüzünü de göstermeye çalışıyoruz. Oysa kadın, sadece kendi görüşünün yansıtılmasını istiyor. Mamafih, girişimleri başarısız oldu. Maliye Bakanı, yasaları çiğnemediğimize karar verdi ve para yardımını kesmedi. Bunu bir yerde Miri’nin reklamına borçluyuz!'

Soru: Tiyatronuzun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Cevap: 'İsrail daha da sağa kayacak ve ırkçılık daha da artacak. Bunun bilinciyle yaşıyoruz. Tiyatro olarak, ülkeye ayna tutmaya ve Ümmü Gülsüm’ün müziği üzerinden hayatın nasıl normalleşebileceğini göstermeye çabalıyoruz.Sahnede her şeyi söylemek serbest. Bakan: ‘İfade hürriyeti size, para verip vermemek hakkı bize ait’ diyor. Yardım almasak, ayakta kalamayız. Ama gelecekten umutluyum.



Türkiye’den İsrail’e giden Yahudilere Safarad deniyor. Safarad’ların bir kolu, 1492’de Endülüs Emevi devleti çöktükten sonra İspanya ve Portekiz’den kaçarak, Selanik, İzmir ve İstanbul’a yerleşmiş. Diğer kol, Anvers’e ve Amsterdam’a yerleşmiş. Anvers’e ve Amsterdam’a gelenler, elmas işçiliğini de beraberlerinde getirmiş. Amsterdam kesim o yüzden ünlü. Türk ve Hollanda Yahudileri’nin İspanyol asıllı olanları, Ladino dedikleri, arkaik bir İspanyolca konuşuyor.

İstanbul’dan ve İzmir’den İsrail’e göç eden bazı Yahudiler, bana, Ladino’nun da İsrail’de bastırıldığını, sadece Hebrew dedikleri İbranice’nin konuşulmasını teşvik ettiklerini söylemişlerdi.

MUHTEŞEM GÜLSÜM'ÜN İLGİNÇ BİYOGRAFİSİ

Ümmü Gülsüm; bazı verilere göre 1898 yılında, bir başka veriye göre de 4 Mayıs 1904 tarihinde Mısır‘da Dakhaliye eyaletinde Tamay Zahayra köyünde bir imamın kızı olarak doğdu. Babası İbrahim Elbeltaci tarafından keşfedilen sesinin ilk eğitimini henüz beş yaşındayken Kur'an-ı Kerîm okumayı öğrenerek yaptı. Kuran'ın tamamını ezbere okuyabiliyordu. 12 yaşına geldiği zaman ise o dönemde küçük kızların şarkı söylemeleri günah olarak kabul edildiği için babası tarafından üzerine erkek giysileri giydirilerek komşularına ve yakın köylere, özellikle Ramazan gecelerinde götürülerek ilahiler, kasideler ve Kuran okutulurdu.

1923 yılında babası Kahire‘ye götürerek ses eğitimi aldırdı. Kariyerinin bu noktasında Ahmad Rami adında ünlü bir şairle tanıştırıldı ve dersler almaya başladı. Şiir ve Fasih Arapça dersleri için götürüldüğü Ahmad Rami'nin onun için yazdığı yaklaşık yüz otuz yedi şarkıyı da daha sonraları seslendirdi.

Önceleri Mısırlı aristokratların evlerindeki gece toplantılarında şarkılar söyleyerek seçkin çevrelerin arasına girmeyi başardı.

Mısır Kralı Faruk döneminde kralın doğum gününde şarkılar okuyacak kadar saray çevresinde el üzerinde tutuldu. Sesi erkekle kadın sesi arasında bir ses olarak tanımlandı. En ünlü Mısırlı besteciler, ona şarkı yapmak için yarıştı.

Muhammed Abdülvahab, Riyad el Sunbati, Muhammed el Kasabci gibi ünlü bestekârların eserlerini yorumladı. Okuduğu üç yüze yakın sayıda besteler arasındaİnta Omri, Daret el Ayyam, Atlal, Elif Leyla ve Leyla, Hagartak, El Nil, Ala Beled-il Mahbub, Baed Annak, El Hobb Kullu, Tala-al Bedru Aleyna, Leilet-il Hobb, Ya Masaharny sayılabilir.

Mısır'da geniş halk kitlelerine ulaşmak için sinemayı ustalıkla kullandı ve o dönemde bütün Ortadoğu ve Türkiye'de de gösterilen altı filmde başrol oynadı. 1937 yılında Mısır Radyosu ile yaptığı ve her ayın ilk Cuma gecesi (yani Perşembe gecesi) saatlerce sürecek canlı konser programlarıyla ününün doruğuna ulaşmayı başardı. Böylece kendisini konserlerinde izleyemeyecek kadar yoksul olan halkına ulaştığı gibi Fas'tan Türkiye'ye kadar olağanüstü büyük bir coğrafyada sesini sevenlerine duyurdu. Konserleri unutulmazdı, şarkı söyleyeceği saatlerde Arap ülkelerinin liderleri konuşma yapmazdı. Sokaklar boşalır, halk sokaklara çıkarılan radyolarının başında onun sesini dinlerdi.

Krallık rejiminin 1952'de sona ermesiyle Ümmü Gülsüm'ün radyo konserleri kısa bir süre yasaklandıysa da bu yasak, yanlışlığın anlaşılmasıyla bizzat Mısır Arap milliyetçilerinin başı ve Ümmü Gülsüm hayranı Abdülnasır'ın emriyle kaldırıldı. Arap-İsrail savaşlarında büyük bir zafer beklerken Mısır ordularının bozguna uğraması, onu derinden yaraladı. Mısır'ın kaybettiği maddî zararlar ve daha önemlisi prestijin yeniden Ortadoğu'da kazandırılabilmesi için ülkesi yararına konserler vermek üzere Fas, Kuveyt, Libya, Lübnan, Sudan, Tunus gibi Arap ülkelerinde konserler verdi. Kazandığı yaklaşık 2½ milyon sterlini mücevherleriyle birlikte olduğu gibi Mısır hükümetine bağışlaması, halkının kalbindeki yerini sağlamlaştırdı.

Kralın amcalarından biri olan Şerif Sabri Paşa 1946′da Ümmü Gülsüm ile evlenmek istedi, ancak kraliyet ailesi, bu evliliğe şiddetle karşı çıktı. Evlenemeyince çok üzüldü. Aşk hayatındaki hayal kırıklığı yüzünden duygusal olarak çöküntü yaşadığı bu dönemde Gülsüm, bestekar ve udi Mahmut Şerif'le evlendi ancak bu evlilik birkaç gün sürdü.

1954 yılında şair Ahmed Rami'nin kendisiyle tanıştırdığı Dr. Hasan el Hifnavi ile evlendi. Hiç çocuğu olmadı.

Ümmü Gülsüm, Arap ülkeleri dışında sadece Fransa'da 1967 yılında muhteşem bir konser verdi. Bu konser Paris Olympia Konser Salonu'nda olağanüstü ilgiyle karşılandı.

Ümmü Gülsüm sesiyle, yorumuyla, okuduğu bestelerle tam bir İslâm-Arap ruhunu dinleyicisine sundu. Şarkılarda sesiyle yaptığı yorumlar eşsizdi. Bu nedenle okuduğu bir bestenin ne kadar sürede biteceği bilinemezdi. Her birinde değişik yerlere yaptığı vurgularla şekilden şekile soktuğu tekrarlamalar seyircisi tarafından bıkmadan dinlenirdi. Verdiği konserler olay olur, halk taşkınlık yapardı.

Ümmü Gülsüm, 1975 yılında vefat etti. Kahire'deki cenazesine katılan insanlar, yaklaşık 4½ milyon kişiyle Mısır devlet başkanı Cemal Abdülnasır'ın cenazesine katılanlardan daha çok sayıdaydı.



*****

Icon Beach Sezona Merhaba Dedi

TURİZM'DE IKON BEACH CLUB EN TECİH EDİL EN POPÜLER MEKAN OLACAK







Marmaris turizminin lokomotiflerinden Sentido Orka Lotus Beach Hotel Yönetim Kurulu Başkanı Caner Torunoğulları ve ünlü besteci-şarkıcı ve aranjör Sinan Akçıl ortaklığı, Marmaris’e Avrupa çapında bir 'Beach Club' kazandırdı. Torunoğulları ve Akçıl ikilisi, 'Avrupa’nın en iyisi olacak' iddiasıyla turizme kazandırdıkları Icon Beach Club’ın mutfağını da, Michelin ödüllü dünyaca ünlü İtalyan aşçı Enzo Crimeli’ye teslim ettiler.

Marmaris’in İçmeler Beldesi mahallesinde, Sentido Orka Lotus Beach Hotel sahilinde verilen bir resepsiyonla hizmete giren Icon Beach Club, yapılan sınırsız ikramlarla, ilk olarak Marmaris sosyetesinin beğenisine sunuldu.



Orka Otelleri yönetim kurulu üyesi ve turizm yatırımcısı genç işadamı Caner Torunoğulları şöyle konuştu:

Marmaris’in, Bodrum’dan, Çeşme’den neyi eksik? Eksiği yok tabii fazlası var. O halde çok daha iyi bir marka olmamız gerekli. Biz de Marmaris’e yakışır bir marka oluşturmak amacıyla yola çıktık. Marmaris’e kazandıracağımız ICON Beach sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da tercih edilen en popüler mekanı olacak.

Asıl maharet, Avrupa Şampiyonu Michelin Ödüllü ünlü İtalyan aşçı Enzo’da. ICON Beach Club’ın mutfağı; 12 yaşında bulaşıkçı olarak girdiği mutfakta, 48 yıldır çalışan, sadece dünyanın en prestijli şeflerine verilen ‘Michelin Yıldızı’ ödüllü aşçı Enzo Crimeli’ye teslim edildi. Dünyanın en ünlü restoranlarında çalışan Enzo, 1989’da Avrupa Şampiyonu olarak, 'Şeflerin Şefi' ünvanını da sahip. Kendisi bu gözde muhteşem mekanda müşterilerimize enfes pizzalarını tattıracak.

Ayrıca, turizm sezonu içerisinde bir çok programlar yapılacak. Popüler sanatcılarla programlar yapıp halkımıza en iyi hizmeti sunmaya çalışacağız.”



Caner Torunoğulları'nın babası olan, Edelstaal Group Simtronic ve Orka Hotels Yönetim Kurulu Başkanı Turgut Torunoğulları (Fotoğrafın ortasındaki koyu elbiseli) ise şöyle konuştu:

“Avrupa’da Edelstaal Group International Simtronic çelik tencere satışlarından kazandıklarımızı Türkiye’ye döviz kazandırarak yatırımlarımız turizm ve inşaat sektorunde devam ediyor. Turizm sektoründe İngilizlerle yeni ortaklıklar kurarak bir cok yeni yatırımlara başladık. Ayrca Torunoğulları Ailesi olarak İnşaat sektoründe bircok projelerimiz hayata geçiyor. Elimizin değdiği yerler yeşersin, doğaya insana yarayışlı bir şeyler yapmak için oğlum Caner Torunoğulları Türkiye’nin tanınmış sanatcısı ve beste yazarı aranjör Sinan Akçıl ortaklığında Marmaris’in İçmeler Beldesi mahallesinde, Sentido Orka Lotus Beach Hotel sahilinde yapımı tamamlanan IKON Beach Club doğaya zarar vermeden plajları ve yollarını çicek bahcesine dönüştürüp halkımızın hizmetine sunarak bu gün açılışını yapıyoruz hayırlı uğurlu olsun”

Açılışa özel olarak helikopteriyle İstanbuldan katılan Yükselir Grup yönetim kurulu başkanı Yavuz Yükselir, Marmaris’ten bir çok bürokrat ve işverenler katıldılar.

Açılışa işleri ve yoğun konser proğramı dolayısıyla katılamayan Sinan Akcıl, “Marmaris, dünya ünlülerinin buluşma noktası ve, Avrupa’nın en iyisi olacak" mesajını gönderdi.

*****



Türk asıllı sunucu ve yazar Yeşim Candan'dan, Hollanda Başbakanı ve hükümetine şamar gibi satırlar...



* Erdoğan'ın sevgisi ile Rutte'nin soğuklu arasında kaldılar

* Onları, şefkat ve liderlikle elinizde tutun

* Rutte'nin Hollandalı Beyaz seçmene yaranmak için yaptığı

'defolsunlar' tavrı, Türkler'i Erdoğan'ın kucağına itiyor

* Hollanda Türkleri iki popülist akımda sıkışıyor



İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Hollanda'da özellikle konferanslarda sunuculuk yapan yazar Yeşim Candan'ın, ülkenin ikinci büyük ve sosyal demokrat görüşlü de Volkskrant gazetesine yazdığı bir yorumda, Hollanda Başbakanı Rutte ve hükümetine şamar gibi satırlar yazdı.



Cumartesi ekinde birinci sayfadan anonslu olarak, iki sayfa olarak yayınlanan yorumun ana teması, Türkiye'deki 24 Haziran seçimleriydi.

Hollanda'daki Türkler'in seçimlere katılımını ve sonrasındaki sevgi gösterilerini eleştiren Hollandalılara, 'Siz Türkler'i dışlıyorsunuz ama, Erdoğan onlara kucak açıyor' şeklinde seslenen Yeşim Candan, Türkler'in bazı hareketlerine de anlam veremediğini yazdı.

Hollanda'da doğup büyüyen Yeşim Candan, seçim gecesi Amsterdam'ın merkezindeki bir meydanda, ellerinde Türk bayrakları ile Erdoğan lehinde slogan atmalarını hayretle izlediğini belirttikten sonra şunları yazdı:





Hollandalı Türk gençleriyle, Erdoğan’ın çekici gücü üzerine söyleşiler yaptım. Bazılar bana kendilerini Hollanda’da yabancı gibi hissettiklerini, ırkçı Wilders’in sert konuşmalarından ötürü kendilerini dışlanmış gibi gördüklerini söylediler. Kötü deneyimler yaşamışlar ve sıkıcı eleştirilere hedef olmuşlar. Hislerini kısmen anlıyordum. Hollandalı olduğumdan dolayı gurur duymakla birlikte, şurasını belirtmek isterim ki, dışlama denilen sosyal fenomenin patenti Hollandalılar'a aittir. Buna hemen her gün tanık oluyorum.



De Volkskrant gazetesi, iki sayfalık yorumdan başka iki sayfa da illüstrasyon yayınladı.

İllüstrasyonun başlıkları şöyleydi: 'Erdoğan'ın şefkati ile, Rutte'nin soğukluğu arasında.'

'Türk Hollandalılar, iki popülist akım arasında kaldılar.'



Ayrımcılık gerçeğini de biliyorum. Rotterdam West’te, yoksul bir semtte büyüdüm. Uyuşturucu bağımlıları ve kavgalar semtin huzurunu kaçırdığından, mahallede polis eksik olmazdı. Benim oturduğum sokak ‘Küçük Türkiye’ idi. Hep Türk çocuklarıyla oynadım ve Hollandacayı ilkokulda öğrendim. O zamandan beri göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlere 'Siyah mahalle’ demelerine karşı koymuşumdur. Eskiden Türkler arasında gruplaşmalar yoktu.

Bölünmemiş bir toplumduk ve o toplumun bir parçası olmaktan gurur duyuyordum.



Yeşim Candan'ın (Sağ başta) babası 50 yıl önce Hollanda'ya gelen ilk Türler arasındaydı. 50 yılda çok gelişen aile Hollanda medyasına daha önce de konu olmuştu.





Büyükbabam, 1968 yılında, Ankara yakınlarındaki Tuzgölü havzasındaki küçük bir şehirden Hollanda’ya gelmiş. Rotterdam’da ilk müslüman kasabını açan babamdır. Ben ailemi hep girişimci olarak görmüşümdür. Ticaretle uğraştılar, dükkanlar açtılar. Sürekli ‘ Kazanmak için yaşa, kaybetmek başarısızlara aittir’ fikriyle yaşadım. İçinden çıktığım semt bana kavgayı öğretti. Ona rağmen hep birleştirmeden yana oldum. Bana engel olmalarına izin vermedim.

Zomergasten TV programında, Hollanda Başbakanı Rutte, bir gazeteciyi tartaklayan ve 'defol buradan' diyen Hollandalı Türk göstericiler için, 'Siz defolun. Siz Türkiye'ye yıkılın gidin' şeklinde sert konuştu.

Son günlerde birçok insanın “Neden defolup ülkelerine gitmiyorlar?’ dediklerini duyuyorum. Bu nefret duygularını anlıyorum. Bununla birlikte, bu şekilde küfürler bölünmeyi derinleştirir ve insanları daha çok Erdoğan’ın kucağına iter. Türk bayrakları ile sokağa dökülen insanlar, Türkiye’nin ve Hollanda’nın iki popülist gücü arasında sıkışmışlar. Hollanda’nın bir kesiminin tartışmalarda, 'Yeriniz burası değil, yıkılın gidin' şeklindeki söylemleri, Erdoğan’ın sözlerinde başka türlü ifadesini buluyor.

Bu bir nevi aşk-nefret ilişkisi. Karına 'defol git' dersen, eninde sonunda onu başka bir erkeğin kucağına itersin.

Özellikle Hollandalı genç Türkler arasında işte buna tanık oluyoruz. Erdoğan onları, 'Siz benim vatandaşımsınız, sizin lideriniz benim' diyerek bağrına basıyor. Onları adam yerine koyuyor ve bir kuşağa, gurur duyacakları bir kimlik sunuyor.

Rotterdam’daki gösterilerden sonra, Türk toplumunun sorunlarını tartışmak için RTL Late Night programına konuk oldum. O programda Hollanda Başbakanı Rutte’ye, bu gençlere neden sahip çıkmadığı sorusunu yönelttim. Aynı soruyu gene soruyorum. 'Sizin lideriniz Erdoğan değil. Sizin sahibiniz benim' diyecek bir başbakan isterdim.



Hollandalı politikacılar ‘Yıkıl git’ diyecek yerde, daha akıllıca bir cevapla karşımıza çıkmalı. Bunlar, asla bu ülkeden gitmeye niyeti olmayan Hollanda vatandaşları. Burada kalıcılar ve birbirimize muhtacız. Bu insanlara ne kadar sık ‘defol git’ derseniz, o toplum o kadar çok kendini Türk hissedecektir.

Hollanda, bu tolumdan beklentilerini onlara açık bir dille söylemeli. Bu sadece oturup onlarla çay içmek ve onları dinlemekle olmaz. Onlarla anlayacakları dille iletişim kurulmalı. Bu bağlamda Geert Wilders’den öğreneceğimiz çok şey var: Adam en azından ne demek istediğini açıkça söyleyebiliyor. Bu toplumun da buna ihtiyacı var: 'Sizden beklentimiz şudur ve bunun sınırı da budur' denmeli.

Hollanda hükümeti, Türkiye ile bağlantıları olan bütün örgütler ve kuruluşlarla konuşmalı: o görüşmelerde yumruğunu masaya vurabilmeli. Onlardan ne beklendiğini ve uygulamada Hollanda’ya sadakatin ne anlama geldiğini açıkça ve yüksek sesle söylemeli.



Son sözüm Hollandalı Türkler'e:

Erdoğan’a çıkan %73 oy üzerine ne yapmalıyız? Geçenlerde Amsterdam’da, Türkiye’deki seçimleri konu alan bir akşam toplantısı düzenledim. Toplantıya katılan çeşitli kuruluşların başkanları tartıştı. Bazı katılımcılar ‘let’s agree to disagree’ oyununun kuralını ilk kez öğrenmiş oldular. Hollanda’da birbirimizle konuşabildiğimizi gösterebildik.

İslamcılar ve laikler bazen birbirleriyle çatışsalar da, ne kadar zor olursa olsun, Türk toplumu olarak ortak değerlerimizin ve çıkarlarımızın nerede yattığını belirlemek için diyalogu sürdürmeliyiz. Bu iletişimde tehdide ve yıldırmaya yer yok.

Ve Türk toplumu kendi kendisine şu soruyu sormalı: Hollanda’da yaşamıma nasıl yön vereceğim? Çifte kimliğimden gurur duymakla beraber, ayrımcılığa ve toplum yaşamından dışlanmaya gözlerimi kapatamam. Bazen başkalarının sana karşı davranışlarını kontrol edemezsin. Hollandalı Türkler, girişimciliklerinden güç almıştır. Türkleri her yerde, ticaret hayatı içinde görmek muhteşem. Toplumun bu yüzünü görmek ve kutlamak isterim. Asıl liderlik, buradaki toplum yaşamında ayakta kalmanın sorumluluğunu taşımaktır. Kendi yaşamına yön vermektir. Bunun için Rutte’ye veya Erdoğan’a ihtiyaç yoktur."



*****

YEŞİL HOLLANDA SARARDI !



Hollanda tarih boyunca yukarıdaki gibi yemyeşildi



48 Yıl önce Mersin'e götürdüğüm eşim Jeanne, sararmış otları görünce çok şaşırmıştı.

Zira o, Hollanda'nın yemyeşil otlarına alışıktı.Yaz aylarında yağmura hasret kalan Mersinli çiftçiler, kuruyan otları yeşertemiyordu ama, tarlalarındaki ekinleri yemyeşil yapıyorlardı.

Bunu bir Hollandalı'ya anlatmak zordu tabii.





Hollanda şimdilerde yukarıdaki fotoğraflardaki gibi sapsarı



50 yıldır yaşadığım Hollanda, şimdi sapsarı oldu. İki hafta yağmur yağmayınca otlar kurudu, Toprak altındaki sular da çekilince, fidanlar ve ağaçlar da kurudu.

Eeee, tabii afet olunca, insanoğlu çaresiz kalıyormuş demek...

Tarımcılıkt, Avrupa'yı besleyecek kadar maharetli olan Hollandalılar, şimdilerde bir tabii afet ile karşı karşıyalar.

Hollandalılar, bakalım bu sorunun altından nasıl kalkacaklar?

*****





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 18
Dün Tekil 844
Bugün Tekil 633
Toplam Tekil 4231842
IP 35.173.48.18






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























29 Rebi 'l-Evvel 1446
Ekim 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31


Ben sadece asil bir ailenin evlad olmakla de il, fakat asil bir milletin evlad olmakla gururluyum.
(AT LLA)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.692 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu