Kaf Dağı’ndan Bir Masal Ülkesi: Karaçay - Malkar - Doç. Dr. Ufuk Tavkul - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Kaf Dağı’ndan Bir Masal Ülkesi: Karaçay - Malkar - Doç. Dr. Ufuk Tavkul
Tarih: 13.12.2008 > Kaç kez okundu? 12549

Paylaş


Kafkasya...Adını hemen herkesin duyduğu, hakkında az yada çok bir şeyler bildiği, kimilerine göre efsanelerde anlatılan Kaf Dağı’nın ülkesi. Kimilerine göre ise, Kafkasya karlı dağların, cengaver savaşçıların, ayak parmaklarının ucunda savaş danslarını oynayan korkusuz dağ kartallarının, uzun boylu - ince belli güzel Çerkes kızlarının hayal beldesi.

Kafkasya aslında konuyla yakından ilgilenen uzmanların dışında, Türkiye’de halk tarafından pek tanınmayan bir bölge. Türklerin Kafkasyalılarla tanışmaları, 1860’lı yıllarda Kafkas kabilelerinin Rusya tarafından Anadolu topraklarına sürülmeye başlandıkları zamana dayanıyor. Sürülenlerin büyük bölümünü Kafkasya’da kendilerine Adige adını veren Çerkes kabileleri oluşturduğundan, Türkler Kafkasya göçmenlerinin hepsine, dış görünüm ve giyim kuşam açısından birbirlerine benzedikleri için, Çerkes adını veriyor. Anadolu halkı benzer geleneklere ve giyime sahip Kafkasya göçmenlerinin aslında birbirinden farklı kabilelere ve değişik dillere sahip olduklarını ilk bakışta fark edemiyor. Bu yüzden, Çerkes adı Türkiye’ye göç eden Kafkasyalıların ortak adı oluyor.

Kafkasya aslında Karadeniz sahillerinden başlayarak Hazar denizine kadar uzanan, uzunluğu 1100 kilometreyi, genişliği ise 160 kilometreyi bulan yüksek sıradağların adı. Avrupalı, Rus, Arap ve Türk gezginleri ile misyonerler ve araştırmacılar yazdıkları eserlerde Kafkasya olarak Kafkas sıradağlarının üzerinde ve kuzeyinde yer alan toprakları kabul ediyorlar. Bu topraklarda Abhazlar, Adigeler, Karaçay-Malkarlılar, Osetler, Çeçen-İnguşlar ve Dağıstanlılar yaşıyor. Kafkas dağlarının güneyine ise Kafkasya değil, Kafkas Ötesi (Rusça Zakavkaz, İngilizce Transcaucasus, Arapça Mavera-i Kafkasya) adı veriliyor. Yani Gürcüstan, Ermenistan ve Azerbaycan Kafkasya’da değil, Kafkas Ötesi’nde yer alıyor. Gerçekten de Abhaz, Adige, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halkları tarih, kültür, sosyal yapı ve etnik ilişkiler açısından bir bütünlük gösterirken, Azeri ve Gürcülerin Kafkas kıyafetleri giyerek, Kafkasyalıların halk danslarını oynamalarının dışında Kafkas halkları ile ortak kültürel değerleri yok. Bazı küçük benzerlikler ise kültürel difüzyon yoluyla Kafkasyalılardan onlara geçmiş. Ermenilerin ise Kafkasya halklarının kültürleri ile hiç bir benzerlikleri ve ilişkileri yok. Kısacası asıl Kafkasya, Kafkas Ötesi’nden çok farklı bir fiziki ve kültürel coğrafyaya sahip.

Ruslar Kafkasya’yı ve Kafkasyalılar’ı ilk olarak Puşkin ve Tolstoy’un eserleriyle tanıyorlar. Puşkin ve Tolstoy romanlarında Kafkasyalıların yalnızca korkusuz ve acımasız savaşçılar değil, aynı zamanda gururlu, mert ve asil insanlar olduklarını okuyucularına yansıtıyorlar. Kafkas dağlarının yüceliği ve görkemi Puşkin ve Tolstoy’u adeta büyülüyor. Tolstoy "Kazaklar" adlı romanında, romanın baş kahramanı Rus subayı Olenin’in Kafkas dağlarıyla ilk karşılaşmasını şiirsel bir dille şöyle anlatıyor:

"Dağlar başlangıçta yalnızca şaşırttılar Olenin’i, sonra içinde bir sevinç uyandırdılar. Daha sonra Olenin, başka dağlara benzemeyen, bozkırlardan dimdik fışkırmış gibi görünüp, uzaklara doğru koşan o karlı doruklar zincirine baktıkça, yavaş yavaş bu güzelliğin anlamını çıkarmaya, "dağ"ın ne demek olduğunu hissetmeye başladı. O andan sonra, gördüğü, düşündüğü, duyduğu her şey onun gözünde yepyeni, tıpkı o dağlar gibi derin, yüce bir anlam kazandı. Bütün Moskova anıları, duyduğu utanma ve yerinmeler, Kafkasya’ya ait kurduğu bütün hayaller, hepsi yok oldu, bir daha hiç yenilenmedi."

Kafkasya gerçekte baştan başa karlı dağlarla kaplı bir ülke değil. Kafkasyanın Karadeniz sahillerinde yer alan Abhazya tropik bir iklime sahip, neredeyse hiç kar yağmıyor. Adigeler’in yaşadıkları bölgelerde ise alçak engebeler ve sık ormanlar yer alıyor. Kafkasyanın ortalarına doğru Kabardeylerin yaşadığı bölge de dümdüz ovalardan, hafif engebeli tepelerden oluşuyor. Çeçen-İnguş bölgesinin güney kısmı Kafkas dağlarına dayansa da, halkın yaşadığı bölgeler genellikle düzlükler ve ormanlar arasında yer alıyor. Dağıstan’ın kuzeyi de düzlüklerle kaplı iken, güneyinde çıplak kayalık dağlar yükseliyor. Ancak Kafkas dağlarına haklı şöhretini kazandıran iki bölge var. Bunlar Orta Kafkaslar’da yer alan Karaçay-Malkar ve Osetya bölgeleri. Her iki bölge de Tolstoy’un tasvir ettiği karlı doruklara sahip. Bu iki bölge içinde Kafkasya’nın en sarp ve yüksek dağları ise Karaçay-Malkar bölgesinde yükseliyor.

Karaçay-Malkar yalnızca Kafkaslar’ın değil, Avrupa’nın da en yüksek zirvesine sahip. Bu zirve 5642 metre yüksekliği ile Kafkaslar’ın ortasında yükselen efsanevi "Elbruz Dağı". Elbruz’u uzaktan, yaşadıkları ovalardan gören Adige-Kabardeyler ona kendi dillerinde nurlu dağ anlamına gelen "Oşhamafe" adını verirler. Elbruz’un üzerinde yaşayan Karaçay-Malkarlılar’ın dilinde onun adı "Mingi Tav"dır. Mingi Tav Karaçay-Malkar dilinde “ebedi, sonsuz dağ” anlamına gelir.Bu isim binlerce yıldan beri Elbruz dağını bir tanrı kabul eden Karaçay-Malkar halkının eski şamanist inançları ile ilgilidir.

Karaçay-Malkarlılar, Kafkasya ile ilgilenenlerin dışında adını hemen hiç kimsenin duymadığı, sarp ve derin vadilerde yer alan köylerde yaşayan, Kafkaslar’ın küçük bir "dağlı" halkı. Tarih boyunca kendilerine "Tavlu"(Dağlı) ve "Alan" isimlerini veren Karaçay-Malkarlılar Sovyetler döneminde ikiye ayırılmışlar. Karaçaylılar Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti idaresi altına alınırken, Malkarlılar da Kabardin-Balkar Özerk Cumhuriyetine bağlanmışlar. Bugün iki ayrı halkmış gibi görünseler de gerçekte aynı dil, kültür ve tarihi paylaşan tek bir halklar. Elbruz dağı yaşadıkları bölgenin tam ortasında yükseliyor ve iki halkı birbirinden ayırıyor. Elbruz’un doğusundaki dağlık arazi Malkar(Balkar) bölgesini oluştururken, batısındaki dağlık arazi de Karaçay adını alıyor.

Karaçay-Malkarlılar Dağıstan’da yaşayan Kumuklarla birlikte Kafkasya’nın Türk kökenli halklarını oluşturuyorlar. Her iki halk da bugün Türk dilinin Kıpçak lehçesi grubuna giren dillerde konuşuyor. Ancak Karaçay-Malkar dili Kumukça’ya göre eski Türkçenin arkaik özelliklerini daha fazla koruyor.

Tarihi geçmişi çok eski devirlere dayanan bir bölgede yaşayan Karaçay-Malkarlılar yüzyıllar boyunca Kafkasya’yı hakimiyetleri altında tutan, etnik unsurlarını ve kültürlerini Kafkasya’da bırakarak Kafkas kültürüne damgalarını vuran eski atlı göçebe kavimlerin torunları. Günümüzden 3500 yıl önce kuzey bozkırlarından gelerek Kafkaslar’a giren ve burada yaşamakta olan tarımcı-yerleşik kabileleri egemenlikleri altına alan Kimmerler ile başlayan Proto-Türk kavimlerinin akınları İskitlerle devam eder. M.Ö. 1200-1000 yılları arasında Kafkasya’da Beştav bölgesi ile Kuban ırmağı başlangıcında bazı kurganlar bırakan Kimmerler Kafkasya’daki katakomb mezarları kültürünün de yaratıcısı olurlar. M.Ö. 7 ile 5. yüzyıllar arasında İskitler’in baskısı neticesinde Kimmerler Kafkas dağlarını aşarak Kafkas Ötesi’ne ve Anadolu’ya yayılırlar.Bu arada kendilerinden bazı grupları Kafkas dağlarında bırakırlar. İşte bunlar Karaçay-Malkarlılar’ın Kafkasya’daki ilk atalarıdır. Onların arkasından Kafkaslar’a gelen İskitler Kafkas halklarını hakimiyetleri altına alırlarken, onları kültürel açıdan da çok etkilerler. Bronz çağını bırakarak demir çağına geçen İskitler de Kafkas dağlarında küçük gruplar bıraktıktan sonra tarih sahnesinden çekilirler. Artık sahnede Hunlar vardır. Hunlar M.S. 370 yıllarında Kafkaslar’ın kuzeyine gelirler ve kendileri gibi Orta Asya’dan gelip Kafkasya’da aşağı Kuban boylarına yerleşen soydaşları Alanlar’ı boyundurukları altına alırlar. Hunlar Kafkasya’dan çekilirken Kuban ırmağı kıyılarında Bulgar adlı kabilelerini bırakırlar. Bulgarlar hayvan yetiştirme, ziraat, sosyal ve idari örgütlenme konularında çok gelişmişlerdir. Orhun yazıtlarından 400 yıl önce Kafkasya’da runik harfli yazıtlar bırakan Bulgar Türkleri, egemenlikleri altındaki Kafkas halklarını kültürel yönden çok etkilerler. Bulgarlar bir süre sonra soydaşları Alanlar ile birleşirler. Bu sırada bir başka Türk imparatorluğu Kafkasya’yı yine egemenliği altına almak üzeredir. Bu Hazar imparatorluğudur. Hazarlar Kafkas halkları üzerinde büyük bir siyasi ve kültürel hakimiyet kurarlar. 9. yüzyılda Hazarlar’ın bir kabilesi olan Kabar Türkleri imparatorluğa isyan ederler. 10. yüzyılda Hazar imparatorluğu çöker ve Hazar Türklerinin soylular sınıfını oluşturan pek çok aile ve soy Kafkasya’ya sığınarak burada yaşamakta olan Kafkas halklarının arasına karışırlar. Hazar imparatorluğunun dağılmasıyla Kafkasya’ya gelen Kıpçak Türkleri de yaklaşık 300 yıl boyunca Kafkasya’nın tek hakimi olurlar. 1237 yılında Kafkasya’yı işgal eden Cengiz Han’ın torunu Batu Han’ın ordusu Kıpçaklar’ı yener. Kıpçaklar’ın bir bölümü Kafkas dağlarına sığınarak orada yüzyıllardan beri yaşamakta olan Kimmer-İskit-Hun-Bulgar-Alan-Hazar kavimlerinin kalıntısı soydaşlarıyla birleşirler. Kafkasya artık Cengiz Han’ın torunlarının kurduğu Altın Ordu imparatorluğunun egemenliğindedir. Altın Ordu imparatorluğu dağıldıktan sonra, Altın Ordu Hanları’nın soyundan gelen aileler Kafkasya’ya gelerek daha önce hakimiyetleri altına aldıkları halkların başına yönetici egemen sınıf olarak geçerler. Bu dönemde Karaçay-Malkarlılar da kendilerine özgü bir halk olarak Kafkas dağlarında ortaya çıkarlar. Yüksek dağlar arasında, sarp ve derin vadi içlerinde, dış dünyadan tecrid edilmiş bir biçimde yaşayan Karaçay-Malkarlılar bu sayede 3500 yıl öncesine dayanan kültürlerini korumayı başarırken, Kafkasya’da kendilerine özgü bir yaşam tarzı da geliştirirler. Kafkas dağlarının en yüksek zirveleri artık Karaçay-Malkar halkının yurdudur.

Karaçay-Malkarlılar’ın Kafkas dağlarındaki hayatları kolay geçmez. Dağlılar doğanın zor şartları altında yaşam mücadelesi verirlerken, Kafkasya’nın kuzey düzlüklerini ele geçiren Altın Ordu Hanları’nın soyundan gelen Kabardey prensleri Kafkasya’da hakimiyetlerini ilan ederler. Abhazya’dan Dağıstan’a kadar bütün bölgelerde egemenlik kuran Kabardey prensleri Kafkas kabilelerini vergiye bağlarlar. Karaçay-Malkarlılar o yıllarda Elbruz dağının doğu eteklerindeki Bashan(Baksan) vadisinin yukarı kısımlarında, sarp ve ulaşılmaz bir bölgede yaşamaktadırlar. Kabile Karça adında bir beyin liderliğinde, Kabardey prenslerinin baskısından uzak, dağlar arasında yaşamını sürdürmektedir. Bir gün kabilenin beyi Karça Bashan ırmağına bir köprü yaptırmak ister. Köprü yapılırken ağaç parçaları ve yongalar ırmağa düşer. Irmak ağaç parçalarını alarak dağların eteklerine, Kabardey’in büyük prensi Kaytuk oğlu Aslanbek’in köyüne götürür. Irmağın yukarısından gelen ağaç parçalarını ve yongaları gören Kabardeyler, ırmağın yukarı kısımlarında bir kabilenin yaşamakta olduğunu anlarlar. Kabardey prensi Kaytuk oğlu Aslanbek kendisine vergi vermeden yaşayan bir kabilenin varlığını öğrenince çok hiddetlenir. Ordusuyla birlikte Bashan ırmağının yukarısına çıkar ve orada Karça’nın kabilesiyle savaşır. Kaytuk oğlu Aslanbek’e yenilen Karça Kafkas dağlarının arkasında yaşayan Gürcüler’in Svan kabilesinden yardım ister. Svanlar Karça’nın yardımına savaşçılarını yollarlar. Karça’nın Svanlar’dan yardım aldığını öğrenen Kaytuk oğlu Aslanbek Karça’nın barış teklifini kabul eder. Kabardeyler Karça’nın kabilesinden aldıkları mal ve esirleri iade ederler. Kaytuk oğlu Aslanbek Karça’nın kabilesinden savaşta ölen iki gencin yerine, Kafkas geleneklerine göre kan davasının sürmemesi için Kabardeyler’den iki delikanlıyı verir. Bunlar Kaytuk soyunun Dohşuk sülalesi ile Tambiy soyundan iki gençtir. Kabardey’den gelen bu iki gencin soyundan Karaçay’da Tohçuk ve Tambiy adlı iki soy ortaya çıkar. Bir süre sonra Karça kabilesini alarak Elbruz dağının batısına, Kuban ırmağının doğduğu yüksek dağlık araziye göç eder ve kabilesi burada Karaçay adıyla yayılır. İşte efsaneler Karaçaylılar’ın Kabardeylerle mücadelelerini ve şimdiki topraklarına göç edişlerini böyle anlatır.

Karaçay-Malkarlılar günümüzde de Kafkas dağlarında 19. yüzyılı aratmayan bir yaşam tarzını sürdürüyorlar. Bu Dağlı halkın hayatını onlara atalarından miras kalan hayvancılık ve onunla ilgili faaliyetler biçimlendiriyor. Hayvancılık günümüzde Karaçay-Malkar halkının hemen her şeyi. Hayvan sürüleri kışı Elbruz dağının kuzey eteklerindeki Biyçe-Sın yaylasında geçiriyorlar. Mayıs ayı başlarında dağ otlaklarına açılan dağ geçitleri henüz kar altında iken, at sürüleri karla kaplı geçitlerden geçirilerek dağ otlaklarına çıkarılıyorlar. Koyun sürüleri ise Biyçe-Sın’daki kışlaklarda kalmaya devam ediyorlar. Mayıs’ta yeni doğan kuzular biraz büyümeye başladıktan sonra, koyunlar kırkılıyor ve dağ otlaklarına göç hazırlığı başlıyor. Karaçay-Malkarlılar’ın dağ otlaklarında "cay koş" adını verdikleri ağılları ve barınakları bulunuyor. Bunlar genellikle 3 bin metre yükseklikte, buzulların hemen yanında yer alıyor. Koyun ve at sürüleri Ağustos sonuna kadar 3 bin metrenin üzerindeki otlaklarda yayılıyorlar. Ağustos sonunda koyun sürüleri 2200 metre civarındaki ikinci "koş"a indiriliyor. Eylülün 15’inde dağların zirveleri yeniden karla kaplanıyor. Bu, koyun sürülerinin daha aşağılara, vadiye indirilme zamanının geldiğinin bir işareti. At sürüleri ise dağda kalıyor ve ancak otlaklara kar düştükten sonra kışlağa indiriliyor.

Kafkas dağlarında hayvan otlatmanın pek çok tehlikesi var. En başta geleni koyun ve at sürülerine saldıran ayılar ve kurtlar. Koş’ların hemen hepsinde ayı ve kurtlarla ilgili hikayeler anlatılıyor. Son zamanlarda ortaya çıkan bir diğer tehlike ise, Karaçay-Malkarlılar’ın dağların ardında yaşayan komşuları Svanlar. Kafkas dağlarının geçitlerinden aşarak Karaçay-Malkarlılar’ın dağ çiftliklerini(koş’larını) basan Svan eşkıyaları zaman zaman çobanlarla silahlı çatışmaya giriyor ve başarabilirlerse koyun ve atları çalıyorlar. Karaçay-Malkar gençleri de silahlanarak dağ geçitlerinden aşıp Svan köylerini basıyorlar. Hırsızlık olayları zaman zaman bu iki halkı ciddi bir çatışmanın eşiğine getiriyor. Svanlar bugün Gürcüstan devleti vatandaşı. Karaçay-Malkarlılar ise Rusya Federasyonu’nun vatandaşları. Kafkas dağlarının zirvelerinde, gözlerden uzakta cereyan eden bu çatışmalar aslında yüzyıllar boyunca bu iki halk arasında süre gelen eşkıyalık olaylarının günümüze bir yansıması. Karaçay-Malkar halk edebiyatı, Karaçay-Malkar çiftliklerini basmaya gelen Svanlar’a karşı yapılan savaşları ve köle ve hayvan sürüleri gasbetmek için Svan köylerini basan Karaçay-Malkar yiğitlerinin kahramanlıklarını anlatan destanlarla dolu.

Karaçay-Malkarlılar’ın bir kısmı "koş tamada" adını verdikleri liderlerinin önderliğinde dağ otlaklarında hayvan sürülerini otlatırken, geride kalanları da en az onun kadar ağır bir iş bekliyor. "Cıyın tamada" adı verilen başkanın önderliğinde Karaçay-Malkar erkekleri gruplar halinde dağ yamaçlarına çıkıyorlar ve hayvanların kışın yiyecekleri otu temin etmek için tırpan sallamaya başlıyorlar. Karaçay-Malkar baştanbaşa sarp dağlarla kaplı bir ülke olduğundan, ot biçilebilecek çayırlar oldukça az. Bu yüzden, ot neredeyse altın kadar değerli. Dimdik yamaçlarda, uçurum kenarlarında bile korkusuzca tırpan sallayan Karaçay-Malkarlılar kimi zaman bellerinden bağlandıkları iplerle yamaçlardan sarkıp ot biçmeye devam ediyorlar.

Hayvancılık bugün Rusya’da para getirmediğinden, Kafkas dağlarında zor şartlar altında koyun sürüleri beslemenin Karaçay-Malkarlılar için ekonomik yönden pek cazibesi kalmamış. Et ve süt ürünlerini genellikle kendi tüketimleri için kullanıyorlar. Ancak hamarat Karaçay-Malkar kadınları sayesinde ailelere oldukça iyi para kazandıran bir iş var ki, neredeyse bütün aileler nakit para ihtiyaçlarını bu şekilde sağlıyorlar. Karaçay-Malkar’da yediden yetmişe genç kızlar, orta yaşlı hanımlar ve hatta nineler bile ellerinde örgü şişleri, bütün gün kazak, şal, çorap, bere, eldiven örüyorlar. Kendi yetiştirdikleri koyunların yünlerinden iğirdikleri saf yün ipliği ile ördükleri kazaklar Çerkessk, Karaçayevsk, Nalçik, Kislovodsk, gibi şehirlerin pazarlarında Rus ve Çerkes kadınları tarafından adeta kapışılıyor. Bir kazağı iki günde ören bir kadın bunu pazarda 60 bin ruble’ye (10 dolar’a) satabiliyor. Böylece, ortalama aylık gelirin 100 dolar civarında olduğu Kafkasya’da Karaçay-Malkar kadınları tek başlarına bu parayı kazanabiliyorlar. Her evde örgü örebilen en az iki-üç kadın bulunduğu göz önüne alındığında, Karaçay-Malkarlılar’ın hayvancılık sayesinde belirli bir refah seviyesine ulaştıkları gözleniyor.

Kafkasya’yı yüzyıllar boyunca siyasi ve kültürel yönden egemenlikleri altında tutan atlı-göçebe savaşçı kavimlerin torunları olan Karaçay-Malkarlılar’ın toplumsal yapılarında atalarından miras kalan feodal geleneklerin bütün canlılığı ile yaşadığı ve korunduğu hemen dikkati çekiyor. Halkın arasında kökü tarihin derinliklerine uzanan eski asalet unvanlarının, toplumsal tabakaların varlığı insanı şaşırtıyor. Günümüzde bile Karaçay-Malkarlılar mensup oldukları soyları prensler(biy), hür halk tabakası/asiller(özden) ve köle soyundan gelenler(kul/kazak) olarak çeşitli sosyal tabakalara ayırıyorlar. Tarih boyunca aralarında çok sert çekişmelerin yaşandığı bu tabakalara mensup soylar arasında bugün de gizliden gizliye bir çekişme ve mücadele hissediliyor. Yetmiş yıllık Sovyet döneminin bile sosyal tabakalaşmayı ortadan kaldıramaması gerçekten ilginç. Eski soy adları bugün resmi soyadı olarak kullanıldığından ve her soyun hangi sosyal tabakaya mensup olduğu değişmez kurallarla belirlenmiş olduğundan, Karaçay-Malkarlılar günümüzde dahi ister istemez kendilerini prens, asil ya da köle soyundan gelenler diye sınıflandırıyorlar. Çağımızda hiçbir siyasi ya da ekonomik etkisi kalmamasına rağmen 19. yüzyılda kalan asalet unvanları halk arasında geçerliliğini koruyor. Üstelik bu unvanlar doğuştan kazanıldığı için, hiç kimse bir başka sosyal tabakaya dahil olamıyor.

Tolstoy’un "Kazaklar" romanında yazdığı gibi, insan "dağ"ın ne demek olduğunu Kafkas dağlarını görünce hissetmeye başlıyor. Kafkas dağlarının en ihtişamlı zirveleri ise Karaçay-Malkar topraklarında yükseliyor. Kafkaslar’ın ve Avrupa’nın en yüksek zirvesi Elbruz(Mingi Tav) iki başlı bembeyaz doruklarıyla yüzlerce kilometre öteden göze çarpıyor. Kafkaslar’ın en yüksek dağı olmakla birlikte, Elbruz Kafkaslar’ın en ihtişamlı zirvesi değil. Kafkaslar’ın yüreklere hayranlıkla birlikte korku salan muhteşem zirveleri Elbruz’un çevresinde yükseliyor. Bunların başlıcaları 5 bin metreyi aşan yükseklikleriyle Elbruz’un doğusundaki Çerek, Bızıngı, Çegem ve Bashan vadilerinde yer alan Dıh Tav, Koştan Tav, Cangı Tav, Katın Tav, Cantuvgan, Tonguzorun, Uşba, Azav, Nakra Tav, Kogutay zirveleriyle, Elbruz’un batısındaki Kuban, Gondaray, Ullu Kam, Uzun Kol, Teberdi, Ishavat, Morh, Laba vadilerinde yükselen Dalar Tav, Beli Ala Kaya, Dombay Ölgen, Buv Ölgen, Çotça Tav, Cuguturlu Çat, İyne Tav, Alibek gibi ulaşılmaz zirveler.

Karaçay-Malkar dağları baştanbaşa buzullarla kaplı. Kilometrelerce uzunluğa sahip bu buzullar Kafkasya’nın büyük ırmaklarının da su kaynakları. Kafkas dağlarının ortasında bir koni gibi yükselen Elbruz’un buzulları dağın dört bir yanına sarkıyor. Zirveden 2500 metreye kadar inen buzulların her biri Karaçay-Malkar dilinde ayrı bir isim taşıyor. Ullu Azav, Ullu Kam, Kükürtlü, Ters Kol, Garabaşı, İrik, Ullu Çıran bunlardan bazıları.

Malkar bölgesindeki Bızıngı vadisi ile Karaçay bölgesindeki Teberdi-Dombay vadisi adeta birer buzul cenneti. Burada buzullar neredeyse orman sınırının altından başlıyor ve yalçın zirvelerle son buluyor. Bızıngı, Alibek, Amanavuz, Cuguturlu Çat buzulları muhteşem görünümleriyle seyredenleri büyülüyor.

Karaçay-Malkar halkının arasında bir süre yaşayıp, onlarla iletişim kurulduğunda, halkın sosyal ve ekonomik yapısını belirleyen bu görkemli dağların aynı zamanda onların toplumsal karakterlerini de biçimlendirdiği anlaşılıyor. Son derece yardımsever, misafirperver olan bu halk, alçakgönüllü olduğu kadar gururlu ve boyun eğmez bir karakter taşıyor. Hayat tarzlarından doğaya ve bağımsızlıklarına çok düşkün oldukları dikkati çekiyor. Zaten bağımsızlık ve hürriyet aşkları yüzünden başlarına gelmeyen kalmamış. Çarlık döneminde bir avuç nüfuslarına bakmadan Rusya’ya defalarca baş kaldırmışlar. 1886 ve 1905 yıllarında içlerinden bir grup Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış. Geride kalanlar Sovyetler döneminde de uslanmamışlar. 1920’den 1943 yılına kadar rejime karşı defalarca ayaklanarak silahlı mücadeleye girmişler. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordusunun Kafkasya’ya girmesi üzerine silahlı çeteler kurarak Sovyet Kızıl Ordusu’na savaş açmışlar. Ancak Almanlar’ın Kafkasya’dan çekilmesiyle birlikte Kızıl Ordu yurtlarını işgal etmiş ve Karaçay-Malkarlılar 1943-1944 yıllarında topyekün Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmüşler. Stalin tarafından "Sovyet rejiminin amansız düşmanları" ilan edilen Karaçay-Malkarlılar, 1957 yılında Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev tarafından affedilerek Kafkasya’daki yurtlarına iade edilmişler.

Sovyetler döneminde inşa edilen bütün turistik tesislerin, kayak ve dağcılık merkezlerinin bomboş beklediği şu günlerde Karaçay-Malkar bölgesi dünya cennetini görmek isteyenlerin yanı sıra, ulaşılmaz zirvelere tırmanmayı arzulayan dağcıların ve Kafkas dağlarında yüzlerce yıldan beri yaşatılan ilginç bir otantik kültürle tanışmak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir ülke.

"DAĞ DİLİ" KARAÇAY-MALKARCA

Karaçay-Malkarlılar kendilerine Tavlu (Dağlı), dillerine de Tavça yada Tav Til (Dağ Dili) adını verirler. Gerçekten de Karaçay-Malkar dilinin dağ yaşantısı ve doğa tarminolojisi açısından zenginliği dikkati çekmektedir. İşte dağlar ve doğa ile ilgili bazı sözcükler:

tav: dağ

çıran: buzul

bugoy: buzullar arasındaki derin yarık ve uçurumlar

ıpsıl: buzullar arasında oluşan buzdan köprü

çokay: kayalık dağların sivri zirvesi

özen: vadi

kol: bir vadiye açılan küçük vadi

kulak: dar ve sarp vadi

tar: kayalık kanyon

avuz: vadi

avuş: dağ geçidi

ıpçık: buzullar arasından geçen dağ geçidi

koban: ırmak

çerek: ırmak

közlev: pınar

şavdan: kaynak

çuçhur: şelale

gara: maden suyu

tagay: buzullara tırmanmak için ayağa takılan krampon

mucura: buzullara tırmanırken kullanılan, demirden yapılmış ucu sivri sopa

KARAÇAY-MALKAR SOY DAMGALARI

Eski Karaçay-Malkar toplumsal yapısında, kökü onların atlı-göçebe savaşçı atalarına dayanan "soy damgası" kullanma geleneği vardı. Damgalar at, sığır gibi hayvanlara vurulmakla beraber, evlerin kapısında, özel eşyaların üzerinde de kullanılırdı. Asil ve hür soydan gelen her ailenin soy damgası bulunurdu. Azat edilen köle soyları da damgaya sahip olabilirdi. İşte bazı soyların damgalarından örnekler:

ABAY

ABAYHAN

ADURHAY

AYSANDIR

BAYÇORA

BAYRAMKUL

BOLAT

CAMANKUL

ÇOTÇA

ELKAN

HUBİY

KAYIT

KIRIMŞAVHAL

KOBAN

KUDAY

KULÇA

LAYPAN

MALKARUK

ORUSBİY

OTAR

OZARUK

SILPAGAR

SÜYÜNÇ

ŞAMAN

TAMBİY

TEMİRBOLAT

TOHÇUK

TOTURKUL

TRAM

TULPAR

KARAÇAY-MALKAR ESKİ İNANÇLARINDA TANRILAR

18. yüzyıl sonlarına kadar doğa üstü güçlere, kutsal tanrılara inanan Karaçay-Malkarlılar, 1782 yılında Kabardey’den gelen bir hoca vasıtasıyla müslüman olmaya başladılar. Ancak şamanist inançlar halk arasında 20. yüzyıla kadar gücünü korudu. Bugün dahi Karaçay-Malkar dilinde şamanizm döneminden kalan tanrı isimleri canlılığını korumaktadır. Karaçay-Malkar mitolojisinin tanrıları şu isimleri taşırlar:

Teyri: göklerin ve diğer bütün tanrıların hakimi, gök tanrısı

Ot Teyri: ateş tanrısı

Suv Teyri: göllerin, akarsuların tanrısı

Cer Teyri: toprakların tanrısı

Tabu: aile ocağının tanrısı

Çoppa: ziraatçiliğin tanrısı

Umay: çocukları ve kadınları koruyan tanrıça

Apsatı: av hayvanlarının ve avcıların tanrısı

Totur: kurtların, avcıların, çobanların tanrısı

Bayrım Biyçe: çocukları ve kadınları koruyan tanrıça

Gollu: bereket tanrısı

Cer İyesi: toprakların hakimi olan kutsal ruh

Üy İyesi: evi koruduğuna inanılan kutsal ruh

Suv Anası: ırmak ve göllerin koruyucu tanrıçası

Şıbıla: yıldırım tanrısı

Eliya: şimşek ve gökgürültüsü tanrısı

Gori: rüzgar tanrısı

Cel Anası: rüzgar tanrıçası

Gılan: rüzgar tanrıçasının oğlu