İlhan KARAÇAY'dan Mart 2017 Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan Mart 2017 Bülteni
Tarih: 13.03.2017 > Kaç kez okundu? 1650

Paylaş




İlhan KARAÇAY'dan Mart 2017 Bülteni

1- Hollanda'daki Türkler gerginlik istemiyorlar !!!

2- Varoluşumuzu tescil etmek için 15 Mart'ta sandığa gitmeliyiz

3- İlhan Karaçay'dan son tavsiye

4- Veyis Güngör, Milli Kültür Şurası'nda

5- Corendon'dan düğün seyahati

6- Beyazay Derneği'nden Yavuz Nufelli şiir dinletisi

7- İlhan KARAÇAY'dan mütevazı olma önerisi



İlhan KARAÇAY yazdı:

20 YIL ÖNCE KARAR VERMİŞ VE YAZMIŞTIM: HOLLANDA'YI SEVMİYORUM !

Hollanda'daki Türkler gerginlik istemiyorlar !!!

Hollanda'nın skandal kararı,

bize Öcalan'ın uçağını hatırlattı



Hollanda ile Türkiye arasındaki siyasi çekişme, bu ülkede yaşan yarım miyonu aşkın Türk vatandaşını ve Türk kökenlileri fazlasıyla üzüyor.

Hatta üzülmek bir yana, kahrediyor.

Hollanda'daki Türk kökenliler, iki ülke arasında yaşanan bu çekişmenin, iki ülkede yapılacak olan seçimlerden kaynaklandığını ve kendilerinin bu çekişmede 'Kurban' seçildiklerini hissediyorlar.

Hollanda'da 15 Mart'ta yapılacak olan genel seçimler arifesinde, en verimli oy avcılığının, ırkçılıkta yattığını farkeden siyasi partiler, birbirleri ile büyük bir yarışa girdiler.

Oy kaynağı sadece ve sadece, 'Yabancı düşmanlığı' olan Geert Wilders'in, anketlerde birinci parti olarak belirlenmesinden korkan diğer sağ partiler ve hatta ılımlı solcular da Wilders'i kopya etmeye başladılar.

Türk düşmanlığı, Haçlı ruhu ile zaten yaşamakta olan Hollanda'da, Wilders'in Türk Büyükelçiliği önünde sergilediği çirkin provakatif pankart açma eylemi, diğer siyasiler tarafından sert biçimde eleştirilmesi gerekirken, aynı siyasetçiler sessiz kaldılar ve onlar da benzeri eylemleri hayal etmeye başladılar.



16 Nisan'da Türkiye'de yapılacak olan Referandum için, Hollanda'da propaganda çalışması yapmak isteyen siyasilere kapıların kapatılmasını isteyen siyasetçiler, çeşitli söylemler ile kışkırtıcılığa başladılar.

İşte tam bu sırada, Wilders'in partisininin oy potansiyelini kıskanan Başbakan Rutte, öteden beri yapılmakta olan sözlü savaşı, çirkin bir eyleme geçirme kararı aldı. Rotterdam'da Türkler ile buluşmak için yola çıkan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'na engeller çıkarmaya çalışan Rutte, toplantının Başkonsolosluk rezidansında yapılacak olması planı karşısında çaresiz kaldı. Türk toprağı sayılan Başkonsolosluk bahçesine gelecek olanlara müdahale edilemeyeceğini öğrenen Rutte, bu kez hiç akla gelmeyen bir yöntemi seçti ve 'Güvenliği sağlayamayız' gerekçesiyle, Çavuşoğlu'nun uçağına iniş izni verdirmedi.

Bu haberin duyulmasından sonra adeta kükreyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, misilleme yapılacağından söz edince, Hollandalılar'dan da misilleme tehditleri geldi.

Bu durum, burada yaşamakta olan yarım milyonu aşkın Türk kökenliyi kahretti.

Yaşanan bu son olay bana ister istemez Abdullah Öcalan'ın, Suriye'den kaçtıktan sonra Rotterdam havalanına inmek isteyişini hatırlattı.

O zamanki olay şöyle gelişmişti:



16 Eylül 1998’de Hatay Reyhanlı’ya giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, “Sabrımızı taşırmasınlar” sözleriyle başladı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1 Ekim 1998‘de, TBMM’nin açılışında yaptığı, “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum” açıklaması izledi



9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan, Abdullah Sarıkurt adına düzenlenen sahte pasaportla, Rozalin kod adlı Ayfer Kaya’yla birlikte Yunanistan’a gitti ancak alanda, “Yunanistan’da 17.00’ye kadar kalabilirsiniz” yanıtını aldı. İltica talebi kabul edilmeyen Öcalan, kendisine tahsis edilen jetle Rusya’ya geçti. 4 Kasım’da iltica talebinde bulunan Öcalan’ın talebi Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma da kabul edildi. Ancak nihai karar çıkmadı. Öcalan, bunun üzerine 12 Kasım’da gittiği İtalya’da, havaalanında polisten iltica talebinde bulundu. Roma’da sahte pasaport kullandığı iddiasıyla tutuklanan ancak daha sonra serbest bırakılan Öcalan, bir villaya yerleştirildi. Öcalan’ın iade edilmemesi nedeniyle ise İtalya’ya karşı boykot kampanyaları başlatıldı.



16 Ocak 1999’da Öcalan gizlice yeniden Rusya’ya gitti. Rusya’nın “10 günün var” tavrı üzerine 29 Ocak’ta, özel bir uçakla Yunanistan’a geçen Öcalan, 31 Ocak’ta Belarus ya da Hollanda’ya gitmek için harekete geçti. Ancak her iki ülke Öcalan’a iniş izni vermedi. Biz de o zaman Rotterdam Havaalanı önünde gece boyu bir bekleyişe geçmiştik.

1 Şubat’ta, geri dönmek zorunda kaldığı Yunanistan’dan yeniden Belarus’a geçmeye çalışan Öcalan, başarısız oldu. Geri döndüğü Atina’dan 2 Şubat’ta Kenya’ya hareket etti. Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği rezidansına götürülen Öcalan, buradan ayrılması yönündeki baskılara karşı, elçiliği terk etmemek için 15 Şubat’a kadar direndi. Bu tarihte Hollanda’ya gidebileceği söylenen Öcalan, bu ülkeye gideceğini sanırken, yakalandı.

Öcalan cephesinde bunlar yaşanırken, ABD ile sürekli temas halindeki Türkiye de Öcalan’ı adım adım takip etti.

5 Şubat 1999’da Öcalan’ı teslim almak için hazırlanan yedi kişilik ekip için, işadamı Cavit Çağlar’ın özel uçağı 200 bin dolara kiralandı. 10 Şubat’ta Uganda’ya giden uçağa, 14 Şubat akşamı Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gitme talimatı verildi. Akşam 19.20 sıralarında operasyon başladı. Aprona giren araçtan çantasıyla inen Öcalan, Hollanda’ya gideceğini sanırken, özel operasyon ekibinin içerisinde bulunduğu uçağa bindi. Uçak, saat 20.00 sıralarında Türkiye’ye doğru hareket etti. Ağzındaki ve gözlerindeki bant açılan Öcalan’ın yolculuğu 6,5 saat sürdü. Öcalan, 03.30’da İstanbul’a getirildi ve İmralı’ya götürüldü.





Neredeeeen nereye değil mi değerli okurlarım?

Şimdi Hollanda'yı yönetenlere, 'Ne oluyoruz yahu, Türk uçağıyla Rotterdam'a inecek olan Çavuşoğlu terörist mi?' diye sorsak, yanlış mı yapmış oluruz?

Hoş, Dışişleri Bakanımız da daha sonra aynı soruyu Hollandalılar'a yöneltti.

Haydaaaaa!

Yorumumu yumuşak bir dil ile yazmaya çalışırken, Hollanda devletinin, Dışişleri Bakanımıza yaptığı ayıbın daha da büyüğünü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'ya yaptığını öğrendik.

Bakan Kaya, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'na iniş izni iptaline karşı, Almanya'dan Hollanda'ya kara yoluyla geldi. Ne var ki sınır kapısında önlem alan Hollanda polisi, konvoyda bulunan iki otomobili geri çevirdi.

Kısalan konvoy ile Rotterdam'a gelen Bakan Kaya, bu kez Başkonsolosluğumuza 30 metre kala dar bir sokakta durduruldu. Yolun her iki tarafını kapatan polis, Bakan'ın Başkonsolosluğumuza girmesini yasakladı.

Hollanda polisi, daha önce de Başkonsolosluğumuzun rezidansının bulunduğu caddeyi trafiğe kapamış, kimlik kontrolu yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine kent merkezindeki Başkonsolosluk binasına giden Bakan'ın konvoyu, önü ve arkası kesilerek sıkıştırıldı.

Bakan Kaya'nın polis tarafından engellendiği haberlerinin duyulması ve yayılması sonrasında, Türkler ellerinde bayraklar ile Başkonsolosluğumuzun önünde toplanmaya başladılar. Türklerin yığınlar halinde Başkonsolosluğa akın etmesi üzerine polis, Başkonsolosluğa giden tüm yolları kapattı ve yürümeyi sürdüren Türkler'i tartakladı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzun önünde cereyan eden gelişmeler televizyonlar tarafından canlı bir şekilde yayınlanmaya başlanınca, Türkler'in Başkonsolosluk önündeki sayısı onbine yanaştı.

Bu ara Bakan Kaya'yı sınır dışı etme planı devreye girdi. Hollanda polisi Bakan Kaya'ya ülkeyi terketmesini söyledi. Bakan Kaya buna karşı çıktı. Ama polis Bakan'a çok kaba davrandı ve konvoya eşlik ederek Almanya sınır kapısına kadar eskortluk yaptı.

Daha sonra Başkonsolosluğumuzun etrafında toplanan Türkler'in dağılması istendi. Türkler dağılmayınca polis kaba kuvvet kullanarak topluluğu dağıttı.

Bu yaşananlardan sonra her Türk kökenli gibi ben de kahrımdan ölecektim.

Hoş, ben zaten Hollanda'yı daha önce gönlümden çıkarmıştım.

Tam 20 yıl önce bir vesile ile kızmış olduğum Hollanda için 'Artık sevmiyorum' diye yazmıştım. Ve sonra da şu idiada bulunmuştum:

Hollanda'da bir tek demokrat olduğuna inanmıyorum.



Kaldı ki ben, 1978 yılında Arjantin'de yapılan Dünya Futbol Şampiyonasını Hürriyet ve TRT için izlerken, finalde kaybeden Hollanda için göz yaşı dökmüştüm.

Ama 20 yıl önceki kötü gelişmelerden sonra, ne Hollanda milli takımı için ne de Ajax için hiç üzülmedim.

Lalesini, yel değirmenini ve sarışınlarını da sevmez oldum Hollanda'nın...

İşte şimdi haklılığım bir kez daha ortaya çıktı.

Bakalım bundan sonraki günler daha neler getirecek.

Ama biz yine de sağduyudan yana olmalıyız.

Elbette birkaç akıllı adam çıkacak ve iki ülke arasındaki bu tatsız gerilimi bertaraf edecektir.

Haydi hayırlısı olsun.

Son durum:

Rotterdam'daki tatsız olayların sabaha karşı sona ermesinden sonra sessizliğe bürünen Hollanda'da, ertesi pazar sabahı televizyonlarda yayınlar başladı.

Bir tartışma programına katılan Mark Rutte'nin yanında Türk asıllı gazeteci ve TV program yapımcısı Fidan Ekiz de vardı.

Mark Rutte tabii ki kendi doğrultusunda savunma yaptı. Fidan Ekiz ise 'kaypak' sözleri tercih etti. Rutte'nin savunmasına karşı konuşan bir köşe yazarı, 'İyi ama siz bir ülkenin Bakanı'na sınırsız kısıtlama getirdiniz' deyince, Mark Rutte de, 'Biz kendilerine gelmeyin demiştk' yanıtını verdi.

Rutte, Türkiye'ye karşı bu kadar katı davranmalarının nedenini, 'Erdoğan bize Nazi kalıntısı ve faşist deyince kızdık, bizden özür dilemeli' deyince, Hollandalı köşe yazarı, 'Bana göre Erdoğan da sizden özür bekleyecek' yanıtını verdi.

Hollanda Başbakanı Rutte, bundan sonra Türkiye'nin tutumuna karşı davranacaklarını söylerken, 'Ama biz yine de diyalogdan yanayız. Türk Başbakan Yıldırım ile gece saat 02.0'de yaptığım telefon görüşmesinde bir yemekte buluşmayı ve konuyıu tatlıya bağlamayı teklif ettim' dedi.

Öğleden sonraki bir başka tartışma programına Dışişleri Bakanı Bert Koenders, CDA lideri Sybrand Buma ve Yeşil Sol lideri Jesse Klaver katıldılar. Bu tartışmada yine kim kimden özür dileyecek hesapları yapıldı. Tabii ki konuşmalar hep kendilerine yontularak yapıldı. Yani tek taraflı.

Koenders normalleşme yolunu seçeceklerini söyledi ama, Buma 'Erdoğan'a özür diletmek şart' dedi. Klaver de, demokrasinin her yerede geçerli olmasını istedi.

*****



Hollanda'daki kanaat önderleri ve farklı disiplinlerden uzmanların ortak görüşü:

Varoluşumuzu tescil etmek için 15 Mart'ta sandığa gitmeliyiz

* DENK Partisi'nin zaferi veya hezimeti Hollanda Türkleri'ne mal edileceği için, her türlü siyasi, sosyal ve kişisel farklılıklarımızı ikinci plana atarak gereken destek verilmelidir

* Türkiye’ye duyduğumuz aidiyetin Hollanda’ya duyduğumuz aidiyete halel getirmeyeceği, tam aksine bunun bir zenginlik olduğu gösterilmelidir





İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Türkevi Araştırmalat Merkezi tarafından her ay yapılmakta olan Amsterdam Tartışmaları'nın 51'incisinde, Hollanda’da 15 Martta yapılacak olan genel seçimleri farklı yönleriyle ele alındı.

Türk Sivil toplum kuruluşu yöneticileri, kanaat önderleri ve farklı disiplinlerden uzmanların davet edildiği toplantıda, seçimlerin özellikle Türk toplumu için ne anlama geldiği tartışıldı.

Türkevi Başkanı Veyis Güngör'ün ev sahipliği ve Ahmet Suat Arı'nın moderatörlüğünde yapılan toplantıya, Türkler'in Hollanda’da oy kullanmaya başladıkları tarihten itibaren ortaya koydukları siyasi tavırların, kronolojik olarak hatırlatılmasıyla başlandı. Tartışmada öne çıkan en önemli husus, mevcut siyasi atmosferin normal seyrinde olmadığı, haliyle de toplum olarak farklı okunması gerektiğiydi.

Sürecin başından itibaren, Hıristiyan Demokrat Parti CDA ve İşçi Partisi PvdA’ya olan ilgi, 2006 seçimleri öncesinde Ayhan Tonca, Osman Elmacı ve Erdinç Saçan'ın, sözde 'Ermeni soykırımını tanımıyorlar' gerekçesi ile aday listelerinden atılmalarıyla ciddi bir şekilde azaldı. Türk kökenli seçmenlerin önemini anlamayan siyasi partilere ders vermek için birlik olan Türkler, oylarını D66 Partisi listesinin alt sıralarındaki Fatma Koşer Kaya'ya vermişlerdi. O zamanlar medya, Türk kökenlilerin verdikleri oylar ile Fatma Koşer Kaya'yı meclise taşıdıklarını ve D66 Partisini kurtardıklarını yazmıştı. Bu tek seferlik tercih, sonraki seçimlerde tekrarlanmadı ve oylar farklı partilere dağıldı.

İkinci kırılma ise, 2012’de PvdA’da listelerinden Meclise giren Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ün parti içinde uyum politiklarıyla ilgili fikir ayrılığı yüzünden, partiden kovulmalarıyla yaşandı. İşçi Partili Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanı Asscher’ın, Türk gençleriyle alakalı yaptırdığı ciddiyeti tartışmalı araştırma yüzünden, fikir ayrılığına düşen Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk, bir müddet Kuzu-Öztürk Grubu olarak kendi meclis grubunu oluşturdular ve daha sonra da DENK partisi'ni kurdular.

'Yabancıların umudu' olarak kurulan DENK Partisi'ni daha da güçlendirmek için, diğer yabancı kökenli siyasetçiler ile birleşmeyi amaçlayan Kuzu ve Öztürk, amaçlarına ulaşmışlardı.

Özellikle, Surinam asıllı Sylvana Simons'u partilerine ve aday listelerine ekledikten sonra bir hayli güçlenen DENK Partisi ile Simons'un yolları ayrılınca, partinin popülaritesi az da olsa darbe yedi.



Türkevi Araştırmalar Merkezi'nde yapılan tartışma toplantısına katılanlardan Sadık Soley, Atilla Barat, Mehmet Türüncü, İbrahim Çitil, Reşat kaya, Bilal Ceyhan, Reis Coşkun, Mustafa Aksoy, Ali Rıza karacaer, Veli Tongel, Prof. Bedir Tekinerdoğan ve Mustafa Zeki Özen, Veyis Güngör ve İlhan Karaçay, fikirlerini beyan ederek sonuç bildirgesine katkıda bulundular



Katılımcılar 2006’daki Ermeni Meselesindeki kırılmadan sonra, Türkler'in önüne sürekli yeni engeller çıkarıldığını ifade ettiler. Ermeni Meselesinin yanı sıra, eşcinsel emansipasyonu, Türkiye ile ilişkiler, aidiyet meselesi, ‘uyum’la ilgili dayatmalar, dini ve kültürel yaklaşımları siyasete heveslenenlerin önüne sınav sorusu olarak getirdiklerine vurgu yapıldı.

İçinde bulunduğumuz sürecin, 2006’daki gibi stratejik tavır almamızı gerektiren geçici bir süreç mi, yoksa kalıcı bir tavra evrilen yeni bir süreç mi sorusunun da gündeme geldiği tartışmada, bu sürecin kalıcı olduğu yönünde fikirler beyan edildi. Buna gerekçe olarak da, ana akım siyasi partilerde, taviz vermeden siyaset yapmanın artık mümkün olmadığı ifade edildi. Artık küçük hesapların bir kenara itilmesi ve büyük düşünülmesi gerektiğinin altı çizilirken, bu ülkede var oluşumuzun, belirleyeceğimiz tavırla mümkün olduğuna da vurgu yapıldı. Bu bağlamda Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ün yeni oluşumu DENK’in çok ciddi olarak değerlendirilmesi ve onlara ana akım siyasi partiler ve medya tarafından ısrarla giydirilmek istenen ‘Türk partisi’ imajının kırılması gerektiği, katılımcılar tarafından ifade edildi.

DENK’in hem yeni olması hem de sınırlı imkanları sebebiyle geniş kesimlere ulaşma konusunda sıkıntılı olduğu, hatta çok önemli fırsatları değerlendirme konusunda ihmallerinin de olduğu ifade edildiği gibi, onlara Hollanda’nın yönetimine talip olma noktasından fırsat verilmesi gerektiği de belirtildi. DENK ile ilgili ifade edilen bir diğer husus da, partinin Avrupa’da yeni bir öncü hareket olduğu ve mutlaka desteklenmesi gerektiği oldu.

Özellikle, gerek Avrupa’da ve gerekse Amerika’da, siyasetin göçmenler üzerinden yürütüldüğü bir dönemde, gerek siyasi katılım ve gerekse DENK gibi oluşumların desteklenmesi gerektiğinin de altının çizildiği tartışmadai bir çok açıdan ciddi mesajların verilebileceği de ifade edildi. Türk seçmenlerin ilgisi veya ilgisizliği bir çok sonuçlar doğuracaktır ve bunların lehimize olması için yoğun katılımın olması, hatta Türkiye’deki seçimlerden daha fazla olması gerektiği de vurgulandı.

Son olarak da sandığa neden gitmemizin ne anlama geleceği, tartışmanın sonuç bildirisi olarak katılımcılar tarafından tespit edildi. Buna göre:

1. Siyasi katılımı azami seviyeye çıkararak gücümüzün farkına varılması sağlanmalı;

2. Sandığa giderek Hollanda’nın asli unsuru olduğumuzu, bu ülkenin yönetimi ile ilgili bizim de kaygılarımızın olduğunu ve bizim de eşit vatandaş olarak seçme ve seçilme hakkını vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiğimizi göstermeliyiz;

3. Türkiye’ye duyduğumuz aidiyetin Hollanda’ya duyduğumuz aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavrımızla göstermeliyiz;

4. Hollanda’daki siyasi tercihimizin Türkiye’den bağımsız olarak nitelenmesi gerektiğini ve tercihimize demokratik hak olarak saygı duyulması gerektiğini talep etmeliyiz;

5. Denk’in başarısı veya başarısızlığı göçmen kökenlilere mal edileceği için, her türlü siyasi, sosyal ve kişisel farklılıklarımızı ikinci plana atarak onlara ülke yönetiminde söz sahibi olma noktasında gereken desteğin verilmesi gerektiği katılımcılar tarafından ifade edildi.

Tartışma, bundan sonra yapılacak olan 52'nci Amsterdam Tartışmaları'nda, 15 Mart seçimleri sonrasında ortaya çıkacak olan tablonun analiz edilmesi temennisiyle kapandı.

*****

İlhan KARAÇAY'dan son tavsiye...

HOLLANDA SEÇİMLERİNDE GÜCÜMÜZÜ GÖSTERMENİN TEK YOLU VAR:

YIĞINLAR HALİNDE OY KULLANMAK VE BİR NOKTAYA ODAKLANMAK

Hollanda'da 15 martta yapılacak olan genel seçimlerde 240 bin Türk asıllı seçmen var. Bu seçmenlerin yüzde 60'ının sandıklara gideceğini varsayarsak, 144 bin Türk asıllı oy kullanacak. Hele hele, bir defalığına da olsa, yığınlar halinde sandığa gitsek ve yüzde 80 civarında oy kullansak, 192 bin oy eder ki,

'yeme de yanında yat' misali olur.

Ben şahsen oldum olası, ayrı bir parti kurup kendimizi soyutlamaktan yana değilim. Ben hep, siyasi partiler içinde yer almamızı yeğlemişimdir. Zira, siyasi partiler içinde davamıza destek olacak diğer partidaşlarımız var olacaktır.

Ne var ki, siyasi partiler, Milletvekili, Belediye Meclis Üyesi ve İl Genel Meclisi Üyesi olan Türk asıllılara, bırakın destek olmayı, köstek oldular ve hatta partilerinden attırdılar.

Bunun ilk örneğini 2006 seçimleri öncesinde Ayhan Tonca, Osman Elmacı ve Erdinç Saçan'ın, sözde 'Ermeni soykırımını tanımıyorlar' gerekçesi ile aday listelerinde çıkarılışı sırasında yaşadık.

O zaman çok kızmıştık. Türk kökenli seçmenlerin önemini anlamayan siyasi partilere ders vermek için, az da olsa birlik olmuştuk ve oylarımızı Fatma Koşer Kaya'ya vermiştik. O zamanlar medya, Türk kökenlilerin verdikleri oylar ile D66 Partisini kurtardıklarını yazmıştı.

İkinci dışlanma örneğini geçen yıl yaşadık. Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher'in, yabancılar politikasına tepki gösterdikleri için, İşçi Partisi'nden atılan Tunahan Kuzu ile Selçuk Öztürk, mecliste kendi gruplarını oluşturdular ve sonra da DENK adında bir parti kurdular.

'Yabancıların umudu' olarak kurulan DENK Partisi'ni daha da güçlendirmek için, diğer yabancı kökenli siyasetçiler ile birleşmeyi amaçlayan Kuzu ve Öztürk, amaçlarına ulaşmışlardı.

Özellikle, Surinam asıllı Sylvana Simons'u partilerine ve aday listelerine ekledikten sonra bir hayli güçlenen DENK Partisi ile Simons'un yolları ayrılınca, partinin popülerliği az da olsa darbe yedi.

DENK Partisi, 15 Martta yapılacak genel seçimlerde, gerek kendi ölçümlerinde ve gerekse partiye gönül verenlerin nazarında çok başarılı olacak.

Seçimlerde 4 veya 5 milletvekili çıkaracaklarına inanan partililer, Türkler'den başka Faslılar'dan ve hatta Hollandalılar'dan da oy alacaklarını inanıyorlar.

Seçim kampanyalarına daha ziyade, yabancı kökenlilerin haklarını savunma politikası sürdüren DENK Partisi, en çok da yabancı düşmanı Gerd Wilders ile karşı karşıya geliyor.

DENK Partisi, seçimler yaklaştıkça popülaritesini yükseltirken, pek çok kesimde sempati kazanmaya da başladı.

Hoş, son günlerde Tunahan Kuzu'nun, 'Bazı doktorlar yaşlı Türk hastaların fişini daha çabuk çekiyor' şeklindeki iddiası biraz olumsuz kaçtı ama, sonradan yapılan toparlama açıklamalar ile durum az da olsa düzeltildi.

Şimdi yeniden başa geçelim.

Ben şahsen, hala kendimizi soyutlamamaktan yanayım. Çeşitli siyasi partilerin listelerinde bulunan Türk kökenli adaylara oy verilmesini tercih ederim.

Ne var ki, sohbet ve tartışma yaptığım pek çok uzman ile görüşmelerimden sonra, bir defalığıma da olsa fikir değiştirdim.

En iyimser şekliyle 192 bin, ortalama şekliyle 142 bin oyumuzu çeşitli adaylar ve partilere böldüğümüz zaman, oylarımızın heba olacağı kesindir.

Bu durumda gerek Hollanda medyası ve gerekse siyasi partiler, oylarımızın değersiz olduğu kanaatini yayacaklardır.

Şimdi, hepimiz oylarımızı bir noktada odaklaştırırsak, oy sayımızı görecek olan medya ve siyasi partiler, bize çok daha değişik bir gözle bakacaklardır.

Bu durumda, diğer aday kardeşlerim beni bağışlasınlar ama, ben şahsen oyumu, çok iyi değerlenmesi için DENK Partisi'ne vereceğim.

Şahsi fikrimi şöyle paylaşabilirim: DENK Partisi bana göre en çok iki sandalye kazanacak konumdadır. Türkler'den, Faslılar'dan ve Surinamlılar'dan gelecek oy sayısı, bence 120-140 bini geçmez. Ama, biz oylarımızı DENK Partisi'ne yığınlar halinde verirsek ve DENK'in oy sayısını 200 binin üzerine ulaştırırsak, 3 veya 4 milletvekili kazandırmış oluruz ki, işte o zaman Hollanda medyası ve siyasi partileri epey sarsılırlar ve korkarlar.

Parlamentoda 3,4 veya 5 sandalyeye sahip olan bir parti, koalisyon ortağı bile olabilir. Hiçbir şey olmasa da, daha sonraki seçimlerde siyasi partiler, Türk kökenlilerin oylarının değerini anlarlar ve aday listelerine daha çok Türk kökenlinin adlarını koyarlar.

Bu nedenle ben DENK Partisi'ne oy vereceğim.

Ya siz ?

Bu yorumumdaki teklifim ile, diğer aday kardeşlerimi üzeceğimi ve hatta kızdıracağımı biliyorum. Ama toplumumuzun yararı için, bu kızgınlığı üstlenme cesaretini göstermek mecburiyetindeyim.

Bu yorumu lütfen bolca paylaşınız.

Hayırlı bir seçim katılımı ve sonucu dileğimle...

*****

Milli Kültür Şurası'nda Hollanda'yı Veyis Güngör temsil etti

Veyis Güngör, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açılışını yaptığı konferanslarda, Hollanda'daki kültür faaliyetlerini anlattı



İlhan KARAÇAY'ın haberi:

İlki 1982, ikincisi 1989, üçüncüsü ise 28 yıllık bir aradan sonra 2017'nin 3-4 ve 5 mart günleri yapılan Milli Kültür Şurası'nda Hollanda^yı Veyis Güngör temsil etti.

Konferanslarda iki defa söz alan Veyis Güngör, Hollanda'daki kültür faaliyetlerini anlattı.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Veyis Güngör'e konuşmalarını yaptıktan sonra bir altın madalya ve bir de takdirname verdi.

Veyis Güngör'ün konuşmalarını ve fotoğraflarını haberimizin son bölümünde bulacaksınız.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'nın ev sahipliğinde, Lütfi Kırdar salonlarında yapılan Şura'da konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "İrfandan yoksun bir kültür, hamallıktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde ahlaktan yoksun bir kültür anlayışı bizi ancak yozlaşmaya götürür. Oysa sanat ve kültürün amacı, insanı akli ve ahlaki kemale ulaştırmaktır" diye başladığı konuşmasına şöyle devam etti:

"Biz hem medeniyet birikimi hem tarihi geçmişi hem de devlet geleneği bakımından çok farklı bir milletiz. Çağ kapatıp çağ açmış bir ecdadın torunları olarak, kendimize yeni ve büyük bir gelecek inşa etme gücüne, iradesine, imkanına sahibiz. İşte onun için 'Büyük, güçlü Türkiye' diyoruz. Onun için 2023 hedeflerimize ulaşmak istiyoruz. İşte bunun için gençlerimize 2053 ve 2071 vizyonlarını miras bırakıyoruz. Bunun için anayasa değişikliğiyle ülkemizi yeni bir yönetim sistemine kavuşturmanın mücadelesini veriyoruz".

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapmış olduğu uzun konuşmasında, müzik alanında yaşanan yozlaşmaya rağmen ve hatta ona inat müziğin farklı alanlarında çok nitelikli çalışmaların yapıldığına değindi.



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan



Erdoğan, ''Aşık Veysel'in, Muharrem Ertaş'ın, Neşet Ertaş'ın eserlerinin 7'den 70'e bütün insanlar tarafından tekrar keşfedildiğini, yeni yorumlarla her gün biraz daha hayat bulduğunu anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Itri'nin, Dede Efendi'nin, Tamburi Cemil Bey'in ve diğer üstatların ölümsüz eserleri hem icra ediliyor hem yeni eserlere ilham kaynağı oluyor. Demek ki uğraşınca, emek verince, kaynak ayırınca netice alınabiliyor." diye devam etti.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, "Şûranın, yeni bir dönemin arifesinde, millî kültürün ihyası, zenginleştirilmesi ve çağın gereklerine uygun yeni kültür politikalarının üretilmesi hususunda bir milat olacağına gönülden inanıyorum" dedi.

Bakan Avcı konuşmasına şöyle devam etti: "Şûra sürecine başlarken ülkenin fikir hayatına, kültürüne, sanatına çok kıymetli katkılarda bulunan birçok isim arasından, onları temsilen milletin takdirine mazhar olmuş kültür ve sanat insanlarıyla toplantılar gerçekleştireceğiz. Tarih boyunca çok farklı kültürlerle hiçbir komplekse kapılmadan iletişim kurarak zenginleşen büyük bir medeniyetin mirasçısı olan milletimizin bu olağanüstü kültürel birikimini doğru ve etkin bir biçimde kullanması konusunda yeni bir ruhla, yeni bir vizyonla harekete geçmesi gerekiyordu"

Bakan Nabi Avcı, Kültür ve Turizm Bakanlığının, kültür ve sanat alanında 2002'den bugüne yapılan çalışmaları hakkında da şu bilgileri verdi:



"2002'de 42 olan kültür merkezi sayısı, önemli bir artışla 2016'da 110'a ulaşmıştır. Bakanlığımıza bağlı müze sayısı 2002'de 93 iken 2016'da 198'e çıkmış, 2002'de 7,4 milyon olan müze ve ören yerlerinin ziyaretçi sayısı, 2016'da 17,3 milyon kişiye ulaşmıştır. Bakanlar Kurulu kararlı Türk kazıları, 2002 yılında 57 iken, 2016'da 112 seviyesine ulaşmış, 2002'de Kültür ve Turizm Bakanlığınca arkeolojik kazı ve araştırmalara aktarılan toplam ödenek miktarı 1,9 milyon lirayken, 2016'da bu rakam yaklaşık 23 katına çıkarak 27,5 milyon lira seviyesine yükselmiştir. Ayrıca 1992-2002 arası yurt dışından getirilen eser sayısı 2 bin 525 iken, 2003-2016 yılları arasında yurt dışından getirilen eser sayısı 4 bin 270 adet olmuştur. 2002'de destek verilen özel tiyatro sayısı 59 iken, 2016'da 216'ya ulaşmış, 2002'de özel tiyatrolara verilen destek miktarı 850 bin lirayken, 2016'da yaklaşık 6 katına çıkarak 5 milyon lira seviyelerine yükselmiştir."



Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı

Ayrıca, 2002'de 23 olan sahne sayısının, 2016'da 65'e ulaştığını, 2001-2002 sezonunda 4 bin 63 olan devlet tiyatroları temsil sayısının, 2015-2016 sezonunda 5 bin 319'a yükseldiğini aktaran Nabi Avcı, "2001-2002 sezonunda 1 milyon 14 bin 57 olan devlet tiyatroları seyirci sayısı, 2015-2016 sezonunda 1 milyon 779 bin 121'e ulaşmış, 2001-2002 sezonunda opera ve bale temsil sayısı 584 iken, 2015-2016 sezonunda 843 temsile yükselmiştir." şeklinde konuştu.



Bakan Avcı, ayrıca 2001-2002 sezonunda 232 bin 760 olan opera ve bale seyirci sayısının, 2015-2016 sezonunda 314 bin 404'e yükseldiğini kaydetti.



''Yunus Emre Türk Kültür Merkezi açılarak, bugüne kadar dünyada yaklaşık 100 bin öğrenciye Türkçe öğretilmiştir. Ayrıca bu kapsamda kültür, sanat ve edebiyatımızı tanıtmaya yönelik birçok etkinlik yapılmıştır. Gençlerimizin kültür ve sanat faaliyetlerine katılımını artırmayı amaçlayan GENÇDES Projesi kapsamında, 2016'da 50 milyon, 2017'de ise 53,6 milyon lira ödenek ayrılmıştır. Yurt dışında bulunan kültür varlıklarımızın korunmasına yönelik çalışmalar kapsamında birçok kurumla iş birliği halinde 2002'den 2016'ya kadar 24 adet proje ve restorasyon çalışması yapılmış, yurt içindeki kültür varlıklarımızın korunması kapsamında ise 2002-2016 yılları arasında proje ve restorasyon olmak üzere bin 366 iş tamamlanmıştır."

Veyis Güngör

Şura'da Hollanda Türklerini temsilen iki kez konuşan Veyis Güngör, öğleden önceki konuşmasında şunları söyledi:

Türkiye, dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan ekonomik hareketlilik çerçevesinde, çoğunluğu Avrupa ülkeleri olmak üzere, farklı ülkelere iş gücü göçü verdi. Göç, zamanla aile birleşimine evrildi. Aile birleşimini, siyasi göç dalgası takip etti. Göç, evlilik yoluyla küçük boyutlarda da olsa hala devam ediyor.

Bugün, 5 milyonu Avrupa’da olmak üzere, dünyanın çeşitli ülkelerinde 6 milyonu aşkın Türk vatandaşı yaşamaktadır.

Avrupa’da yaşayan Türk nüfusunun yarıdan fazlası AB vatandaşıdır. Bu 5 milyonluk Türk nüfusu ise, bazı Avrupa Birliği üyesi ülkeleri nüfusundan daha fazladır.



Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Milli Kültür Şurası'nda Hollanda Türkleri'ni temsilen yaptığı konuşmalardan sonra Veyis Göngör'e bir altın madalya ve bir de takdirname verdi



Son yıllarda kendilerini 'diaspora' olarak tanımlamaya başlayan Avrupalı Türkler, zaman içerisinde kendi orta sınıflarını oluşturdular. Bunlar, girişimciler, sanatçılar, siyasetçiler, turizmciler, sivil toplum örgütleri, medya ve öğrenciler olarak sınıflandırılabilir.

Aynı zamanda örgütlü bir güç halini alan orta sınıfın, yaşadıkları ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel dinamiklerindeki değişimlere etkileri ciddi bir şekilde hissedilmektedir. Türkiye-AB ilişkileri, uluslararası ilişkiler, aidiyet duyulan ülkenin kültür ve medeniyet mirasının tanıtımı gibi kamu ve kültür diplomasisinin vazgeçilmezleri olan bu sınıf, aynı zamanda son yıllarda tartışmaya açılan 'Avrupa kimliği' tanımlanmasını da etkileyecektir. Bu sınıf, Avrupa’da çeşitliliğin korunması ve şekillendirilmesinde de rol oynayabilecektir.

Veyis Güngör, Hollanda Türkleri'ni temsilen konuştu.

Avrupa Türkleri ve Kültür Diplomasisi

Avrupalı Türkler, bir başka ifadeyle 'Türk diasporası', öncelikle göç ettikleri ülkelerde var olmak ve ayakta kalabilmek üzere, kültürel değerlerini canlı tutmanın yollarını aradılar. Yeni ülke ve toplumda doğan çocuklarına dil, din başta olmak üzere sınırlı ölçüde de olsa kültür ve medeniyet değerlerini öğretmeye gayret ettiler. Bu doğrultuda, özellikle göçün ikinci ve üçüncü onyılında, Türkçe derslerinin organizasyonu ve camilerin açılması yaygın bir faaliyet olarak görülmüştür. Kültürel kurumlaşmanın farklı süreçleri, ihtiyaç duyulan alanlarda dernek ve vakıfların kurulmasıyla farklı bir boyut kazandı. Kendi kültürlerini muhafaza ederek, uyum ve entegrasyonu seçen Avrupalı Türkler, toplumun hemen hemen her alanında organize olmayı tercih ettiler. Türkler, siyaset, ekonomi, eğitim, spor, medya, kültür ve sanat, sağlık sektörü gibi alanlarda hızla yerlerini alma sürecine girdiler. Bu alanlarda kurumların da oluşmasını sağladılar. Hatta, sosyal sorumluluk gereği sınır ötesi projelerle, uluslararası kalkınma işbirliği alanında organize olmayı da ihmal etmediler.

Avrupalı Türkler bu değişim sürecini yaşarken, kendiliğinden ya da adını koymadan bir kültür ve kamu diplomasisi örneği sergilediler.

Zira Türkler, bir taraftan mensup oldukları ve aidiyet duydukları ülkenin, kültürünü, dininni, coğrafyasını, medeniyetin değerlerini yaşatırken, diğer taraftan da gelmiş oldukları ülkedeki demokratik ve siyasi gelişmeleri ve değişimleri yaşadıkları ülke insanlarına anlatmada rol aldılar.

Avrupalı Türkler bu ve benzeri organizasyon ve faaliyetlerle, hem kültür diplomasisinin aktörleri, hem de uygulayıcıları olma özelliğine sahip oldular. Hatta Avrupalı Türkler, sadece kültür diplomasisinin uygulayıcıları olarak kalmamakta, yaşadıkları ülkelerin imkanlarını, elde ettikleri tecrübelerini, o ülkelerin bilgi, birikim ve teknolojilerini aidiyet duydukları ülkeye transfer ederek, o ülke insanlarının bölgesel kalkınmalarına da katkıda bulunmaktadırlar.



Veyis Güngör, Milli Kültür Şurası'nda konuşmasını yaparken

Aktörler ve araçlar

Avrupa Türkleri'nin kültür diplomasisi çerçevesinde karşımıza çıkan belli başlı aktörleri, hiç şüphesiz Türk STK’ları, Türk kökenli sanatçılar, siyasetçiler, girişimciler, öğrenciler, akademisyenler, turizmciler, sporcular, gastronomlar, yazarlar ve medya v.b. sivil veya gönüllü teşekkül ve gruplardır.

Kültür diplomasisinin pratikte uygulanması ise, kurumsal ve bireysel organizasyonlar, temsiller, üretim olarak şekillenmektedir. Diplomasi araçları ise, genel olarak konserler, fuarlar, sergiler, sinema ve tiyatro, yayınlar, tercümeler, geziler, konferans ve seminerler, panayırlar, camilerin açık kapı günleri, müze, yemek tanıtımı, Türkçe kursları olarak gözlemlenmektedir. Avrupa’da kültür diplomasisi uygulayıcıları arasında, elbette Avrupalılar da bulunmaktadır. Bunların da çalışmaları keşfedilmelidir.

Örnekler

Avrupa’daki Türkler'in kültür diplomasisine, KULSAN Vakfı ve Türkevi Topluluğu, Hollanda örneği olarak verilebilir. Her iki örnek de 25 yılı doldurmuş sivil ve gönüllü teşekküllerdir.

Kısa adı KULSAN olan Kütür ve Sanat Vakfı, 1987 yılında Hollanda’da Türkiye kaynaklı kültür ve sanat faaliyetleri organize etmek amacıyla kurulmuştur. Faaliyetlerini 'kültürel köprü taşları' olarak nitelendiren KULSAN, çeyrek asırda Türkiye’de icra edilen klasik müzik, tasavvuf musikisi, otantik ve geleneksel müzikleri organize ettiği 500’den fazla konserle Hollanda toplumuna tanıtmıştır. KULSAN, zaman zaman Türk ve Hollandalı sanatçıların katıldığı ortak konserler de organize etmiştir. KULSAN, faaliyetlerinin yanı sıra, Hollanda’da Türkiye kültür ve sanatı alanında bir bilgi ve deneyim bankası oluştururmuştur. KULSAN’ın faaliyetleri, genelde Hollanda Kültür Bakanlığı, Amsterdam Belediyesi ve farklı kültür fonları tarafından desteklenmiştir.

Türkevi Topluluğu, 1992 yılında Amsterdam’da kurulmuştur. Amacı, Anadolu’dan getirilen kültürel mirasa yabancılaşmadan, içinde bulunulan toplumun da değerlerine farkındalık yaratarak göç, kültür, bilim, siyaset, uluslararası ilişkiler alanında faaliyetler yapmaktır. Türkevi'nin kurumsallaşmış etkinliklerini şöyle sıralayabilirim: Aylık Amsterdam Tartışmaları, Araştırma Merkezi, Avrasya Sivil Toplum Forumu, Biyografi ve Mesnevi Okumaları ve Türkevi Yayınları’dır. Tercüme ve telif olmak üzere 25 yılda Hollandaca ağırlıklı olmak üzere Türkçe, İngilizce ve Japonca 111 kitap ve belgesel yayınlamıştır. Hollandaca yayınlanan bazı eserlerin konuları şöyledir:

Ibni Haldun ve Göç Tarihi;Mesnevi, 6 cilt;Mevlana Celaleddin Rumi’nin Yedi Öğüdü; Hoca Ahmet Yesevi;13. Yüzyıl Konya’sına Yolculuk;Ahi Evran ve Ahilik Sistemi; Yunus Emre; Evliya Çelebi; Dede Efendi; İstanbul Rehberi; Hacı Bektaş Veli.



Türkevi’nin faaliyetleri de, genelde Hollanda kültür ve özel kalkınma işbirliği fonları tarafından desteklenmiştir.



Koordinasyon ve sonuç

Avrupa’da, yukarıda sayılan sivil aktörlerin ve kurumların yanı sıra, yurtdışında Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçilikler, Kültür ve Turizm Ataşelikleri, Yunus Emre Enstitüleri gibi birim ve kurumlar da, Kültür Diplomasisi uygulayıcılarıdırlar.

Kültür diplomasisinin iki temel unsuru olan 'kültürel birikim ve miras' ve bunların uygulayıcıları ile 'sert güç' olarak tanımlanan siyasi ve ekonomik unsurların koordineli, birbirini destekleyici ve uyum içinde çalışması gerekmektedir.

Bugün, özellikle Avrupa’da, sivil ve gönüllü kültür diplomasisi aktörlerinin arkasında, söz konusu 'sert gücün' olduğunu söylememiz çok zordur. Bir an önce bu iki temel unsurun orantısal bir şekilde işlevsellik kazanması gerekmektedir. Böylece Türkiye’nin saygınlığı artacak ve tanıtımı daha etkin yapılacaktır. En önemlisi de, Avrupa’da kültür diplomasisi aktörlerinin ve uygulayıcılarının bir envanteri çıkartılmalıdır. Envanter, sadece Türk kökenlilerle sınırlı kalmamalıdır. Türk kültürünü gönüllü tanıtan, icra eden Avrupalılar da eklenmelidir.

Veyis Güngör'ün öğleden sonraki konuşması:

Avrupa ülkelerinde yerleşik hayata geçen Türkleri'nin öz kurum ve kuruluşlarını oluşturmaları, göç tarihinden hemen hemen on yıl sonra başlar. İlk on yıl, küçük gruplar halinde organize olunsa da, kurumların 1970’li yılların başında hayata geçirildiği gözlemlenir. Başlangıçta, daha çok işçi haklarını savunan sendikal kuruluşlarla birlikte, işçi haklarını gözeten dernek, vakıf, Türk Danış gibi bilgilendirici kurumlar oluşmuştur. Özellikle, Avrupa Türk göçünün önemli bir dönüm noktasını teşkil eden aile birleşiminden sonra, kurum ve kuruluşların sayısında hızla bir artış sözkonudur. Göç tarihinin üçüncü on yılına gelindiğinde ise, siyasi ağırlıklı Türk kuruluşlarının arttığı, hatta o yıllardaki Türkiye siyasi çeşitliliğinin bir izdüzüşümünü Avrupa’daki Türk kurumlarında görmemiz mümkündür. Siyasi kurumlaşmayı, din eksenli kuruluşların oluşması takip etmiştir. Sonraki yıllarda kurumlaşma farklılaşarak örneğin girişimcilik, kültür ve sanat, eğitim, hemşehricilik gibi alanlarda devam etmiştir. Kültürel değerlerin yaşatılması, aktarılması, geliştirilmesi, mirasın anlatılması kuruluşların organize ettikleri faaliyetlerde görülmüştür. Kültür diplomasisini kendine misyon edinen Türk kurum ve kuruluşların sayısı bir elin parmakları kadar azdır.



Uzmanlık alanlarına göre kurumsallaşma

Avrupa Türk göçünün ikinci ve üçüncü on yılında yoğun bir şekilde oluşan Türk kuruluşları, o günün şartlarına göre, hitap ettiği kitlenin hemen hemen tüm ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde şekillenmiştir. Her kuruluş çok amaçlı ve çok alanda faaliyet yapmış ve bunu gelen nesillere de aktarmıştır. Oysa bugün Avrupa’daki Türkler'in hem statüleri hem ilişkileri çok yönlü olarak değişmiştir. Tabii ki ihtiyaçları da evrilmiştir. Yeni toplumsal sorunlar, yeni oluşumlarını da zaruret haline getirmiştir. İnsan hakları, ırkçılık ve ayırımcılık, İslamofobia, siyasi katılım, lobicilik, sivil diplomasi gibi alanlar yeni kurumsallaşma alanları olmuştur. Avrupalı Türkler, bu alanlarda ciddi bir potansiyele sahiptiler. Aynı Türkler, uzmanlık alanlarına göre, yeni bir kurumsallaşma ve bu alanlarda derinleşme gerçekleştirmeliydiler. Uzmanlıklara göre oluşacak yeni kurusallasmada kültür politikaları ve diplomasisi geliştiren STK’lara ihtiyaç vardır.

Kültür diplomisisi ve partner kurumlar

Günümüzde, kültür diplomasisinin, ülkeler ve halklar arası ilişkilerde ne kadar önem kazandığı tartışma kabul etmez bir gerçektir. Hele, son aylarda, Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki gergin gelişmelere bakılırsa, kamu ve kültür diplomasisinin önemi bir defa daha görülmüş olur. Avrupa toplumuna dil, edebiyat, müzik, mutfak ürünleri, dizi ve sinema ürünleri, folklor gibi araçlar yoluyla ama mutlaka Avrupalı partner kuruluşlarla birlikte daha sağlıklı ulaşılıp, algıları değişebilirdi. Kültür diplomasisi faaliyetlerinde, partner kuruluşlar yanısıra, Türk kültür sanat dünyasının seçkin isimleri, hedef ülkelerin sanat dünyasındaki etkin isimleriyle işbirliği yapmaları, kültür diplomasisi açısından önemliydi.

Kurumsal ve kültürel bellek

Avrupa’da etkin ve hedefe yönelik kültür diplomasisinin hayata geçirilmesi için, öncelikle alanda var olan amatör ve profesyonel kurum ve kuruluşların, kişilerin, ürünlerin bir envanterinin çıkartılması gerekmektedir. Bu envanter çalışması üç boyutlu olmalıdır.

İlki hiç şüphesiz, Avrupalı Türkler arasındaki kültür diplomasisi aktörleri, kişi ve kurumların aktüel ve detaylı bilgilerinin belirlenmesi ve oluşturulmasıdır. İkincisi ise, Avrupa ülkelerinde Türk kültürüyle uğraşan, Türkiye’yi seven, İslam ve Müslümanlar üzerinde çalışan Avrupalı kişi ve kurumların aktüel ve detaylı bilgileri oluşturulmalı. Üçüncüsü ise, ilk iki gruba destek verecek, birlikte çalışacak Türkiye’deki kişi ve kurumların aktüel ve detaylı bilgileri.

Bu üç boyut arasında, koordineli ya da kendiliğinden oluşan işbirliği ve sinerji birliği sağlanmalı buna zemin hazırlanmalıydı. Tabiiki işin en önemli olan tarafı ise kamu ve özel girişimlerin koordineli ve birlikte çalışmalarıdır.

Hollanda örneği



Kültür Şurasına hazırlık çerçevesinde Hollanda’daki Türk kökenli sanatçılar hakkında yapılan bir tarama sonucu karşımıza çıkan sayı ve uğraş alanları şöyledir:

Profesyonel olarak faaliyet gösteren ressam, fotoğrafçı ve heykeltraşlar: +-25

Profesyonel olarak faaliyet gösteren müzisyenler ve kompozitörler: +-20

Profesyonel olarak faaliyet gösteren tiyatrocular, aktör ve aktristler: +-35

Profesyonel olarak faaliet gösteren yazar ve şairler: +-25

Profesyonel olarak faaliet gösteren diğer sanatçılar: +-15

Korolar, folklor grupları ve diğer kurumsal sanat vakıf ve dernekleri:+-25

Sayılar takribi sayılardır. Şu ana kadar her hangi bir kurum tarafından resmi bir sayım veya kayıt yapılmamıştır. Tabii ki bu gruba, Hollanda’da etkin olan Türk kökenli STK’lar başta olmak üzere, Hollandalı sanatçılar,Türkiye ve İslam ile ilgili faaliyet yapan kişi ve kurumlar da eklenmelidir.

Geniş tabanlı veri çalışması nasıl yapılmalıdır?

Hollanda örneğinden hareketle, tüm Avrupa ülkelerinde ayrı ayrı bir veri çalışması yapılmalıdır. Yapılacak veri tabanı çalışmasında, örneğin resmi ve sivil aktörlerin Almanya’daki kültür ve sanat kurumarı ve etkinlikleri, kişiler ve aktörler taraması yapılabilir. Örneğin Almanya’da:

-kültür ve sanat alanında çalışma yapan tüm devlet kurumları, belediyelerin kültür daireleri ve yıllık faaliyet proğramları,

-kültür ve sanat çalışmalarına destek veren, sponsorluk yapan tüm kuruluşlar, şirketler, özel kişiler,

-kültür ve sanat üzerine yazan gazete yazarları ve medya aktörleri, ilgi alanları,

-Almanya’nın ve diğer ülkelerin Almanya'daki göçmenlerin sanat ve kültürel çalışma yapan vakıfları, STK’ları ve faaliyet proğramları,

-Kiliselerin ve bunlara bağlı çalışan STK’ların ve bunların Kültür ve Sanat çalışmaları,

-Alman veya Türkiye kökenli sanatçılar, edebiyatçılar, sporcular, yazarlar,

-Alman kamuoyu tarafından yakından tanınan ve takip edilen kültür ve sanat insanları,

-Aristokrat ailelerin kültür ve sanat etkinlikleri, aile içinde sanat çalışmaları, bu alana özel ilgi duyanların,

-Tesbiti yapılan kurum ve kişilerin arasında Türk İslam Kültür ve sanatına özel ilgi duyanların,

-Üniversite ve İlim Dünyasında Türk kültür ve sanatı üzerine çalışma yapmış “müsbet” yazarlar, ilim adamları, oryatalistler ve araştırmacıların, vs. belirlenmesi.

Sonuç

Kültürlerin dinamik olmaları da göz önüne alındığında, Avrupa’da etkin, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir kültür diplomasisi için, yukarıda örneklenen üç boyutlu bir envanter çalışması yapılmalıdır. Kurumsal ve kültür belleğini oluşturacak envanter çalışmasına, öncelikle Türkiye’de başlanmalı. Ve Türkiye’deki kişi ve kurumlar, Avrupa’da icraatlar yapmaya teşvik edilmeli. Yani, Türkiye’de Avrupa’ya ilgi duyan kültür diplomasisi aktörleri, Avrupa’daki Türk ve Avrupalı Türk kültür diplomasi aktörleri birlikte çalışmalılar. Avrupa’daki Türk ve Avrupalı kültür taşıyıcıları, kişiler ve kurumlar ‘sert güç’ tarafından desteklenmelidir. Bu ikisi arasında –kamu ve özel girişim- işbirliği sağlanmalıdır. Hatta, kültür diplomasisi tıpkı Yunus Emre Enstitüsü, Kamu Diplomasisi örneğinde olduğu gibi, kurumsal hale getirilmelidir.



(*) ‘Kurumssal ve Kültürel Bellek’ konusunda, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının önemli bir bölümünün Avrupa ülkelerinde olması baz alınmıştır. Örneklemeler de Hollanda ve Almanya olarak sınırlandırılmıştır.

*****



*****

BEYAZAY DERNEĞİ'NDEN ENGELLİLERE ŞİİR DİNLETİSİ



Şiirleri ile geceye damgasını vuran Şair ve Yazar Yavuz Nufel programını icra ederken



Engellilerin eğitim, sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki, mesleki. hak ve menfaatlerini koruyup geliştirmek, istihdamı, sosyal hayata uyumu, insan hak ve özgürlüklerinden gerçek anlamda faydalanabilmelerini sağlamak, engellilere yönelik ayrımın kalkması ve hayatlarında girişken, üretken, verimli, başarılı bireyler olmaları için çalışmalar yapmak, engelliliğe yol açan nedenleri ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için her türlü çalışma yapmak ve sosyal dayanışmayı sağlamak, engelliler arasında karşılıklı sevgi ve saygıyı yerleştirmek,

ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı bireyler yetiştirilmesine katkıda bulunmak ve rehabilitasyonlarını sağlamak için kurulan Beyazay Derneği'nin Hollanda şubesi, engelliler için bir şiir dinletisi organize etti.

Engelliler ve yakınlarının büyük ilgi gösterdikleri şiir dinletisini Şair ve yazar Yavuz Nufel sundu.



Rotterdam başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız ve eşi Mehtap Ayyıldız, geceye onur konuğu olarak katıldılar

Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız ve eşi Mehtap Ayyıldız'ın onur konuğu olarak katıldıkları programa, engelli çocuklar ile yakınları büyük ilgi gösterdiler.

Dernek yöneticileri Asuman Eroğlu ve Deniz Sezer'in katkılarıyla renklenen gecede, Yavuz Nufel'in şiirleri damgasını vurdu.

*****

İlhan KARAÇAY'dan mütevazı olma önerisi

İÇTİMAİ DURUMA GÖRE HAREKET ETMEK...

Bazı dostlarım, içtimai durumlarına özen göstermeden, bilinçsiz davranışlar sergiliyorlar.

Topluma mal olmuş kişiler, iş yaşamlarında olduğu gibi, özel yaşamlarında da daha dikkatli olmalılar.

İsterseniz önce, 'Topluma mal olmuş' kişiyi tarif edeyim.

Kanaat önderleri, seçilmiş kişiler, bürokratlar, yazarlar, gazete ve televizyoncular, sanatçılar, temsilciler, velhasıl tüm ünlüler, topluma mal olmuş kişilerdir.

Naçizane şahsım, topluma mal olmuş bir kişi olarak, hep tarafsız ve objektif olmayı kendime şiar edindim.

Örneğin, CHP taraftarı bir aileden gelmiş olmama ve de gençlik yıllarımda CHP'de görev yapmış olmama rağmen, gerek çalışma ve gerekse özel yaşamımda CHP taraftarlığı yapmadım.

CHP kökenli olduğumu söyledim ve yazdım ama, CHP'cilik yapmadım.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne sevgi duyuyorum ve BJK taraftarıyım ama, bunu hiçbir zaman fanatikçe sergilemedim. Fenerbahçeli'yi, Galatasaraylı'yı ve herhangi bir Anadalu kulübü taraftarını üzecek ve kıskandıracak bir hareketim olmadı. Öyle ki, Hollanda'da kurulan Beşiktaşlılar Derneği'ne üye bile olmadım.

Gazeteciliğimin yanında seyahatçılık da yaparken, Hollanda Türk Seyahat Acenteler Birliği'nin kuruluşu için inisiyatifi ele aldım ama, kurulan bu dernekte ne görev aldım ne de üye oldum.

Hareketlerimi hep, 'Ben toplumdaki her birey ile iyi geçinmeliyim' prensibine göre ayarladım.

Hoş, tüm bu titizliğime rağmen, sırf kendi siyasi görüşlerine taraf olmadığım için, benden uzak duranlar olmuştur. Zira, ne yazık ki bazı kimseler, kendilerinden yana olmayanları

'düşman-rakip', tarafsız kalmayı yeğleyenleri de 'renksiz' olarak nitelerler.

Ama bizim buna aldırmamamız lazım ve yaşamımımzı mütevazı bir şekilde sürdürmemiz lazım.





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 19
Dün Tekil 875
Bugün Tekil 803
Toplam Tekil 4235344
IP 18.207.255.67






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























4 Rebi 'l-Ahir 1446
Ekim 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31


T RK, Y ld r md r, kas rgad r, D nyay ayd nlatan g ne tir
(Mustafa Kemal ATAT RK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.907 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu