İlhan KARAÇAY'dan Şubat 2017 Bülteni - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'dan Şubat 2017 Bülteni
Tarih: 26.02.2017 > Kaç kez okundu? 1670

Paylaş


1- Hollanda Başbakanı'na şamar gibi mektup

2- Hollandalılar ilk kez KUZU kurban edecekler...

3- Corendon'dan muhteşem etkinlikler

4- Maastricht Havalimanı'nın patronu İsmail Durmaz

5- Artık bir işçi çocuğu profesörümüz de var

6- Aaah içine tükürdüğüm politka ah!

7- Birinci nesil Türkler için gözyaşları sel olup taştı

8- Hollandalılar camiye saldırıyı önlemek için etten duvar ördüler

9- Amsterdam Tartışmaları'ndaTürk girişimciliği ele alındı

10- Başbakan Rutte'nin yüz karası ilanına tepkimize gelen tepkiler

11- Türkiye hep Batı'ya baktı, Doğu'yu hiç dikkate almadı

12- Antalya'nın 'Turizm Kurmayları' Almanya ve Hollanda'daydı...



Hollanda Başbakanı'na şamar gibi mektup...

Hollanda Başbakanı Rutte'nin oy toplamak için gazetelerde yayınlattığı tam sayfa ilan, Hollanda'da günün konusu oldu

Türk Sivil Toplum Kuruluşları'ndan tepkiler yükselirken,

Veyis Güngör'ün, Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte Başbakan'a gönderdiği mektup, siyaset dünyasını karıştırdı



İlhan KARAÇAY yazdı:

Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin, 15 Mart'ta yapılacak olan genel seçimler çerçevesinde tüm gazetelere tam sayfa olarak verdiği ilan, Hollanda'da son günlerin en çok konuşulan konusu oldu.

Partisi Hürriyetçi Liberal parti VVD'ye oy toplayabilmek için, popülist ırkçı siyasetçilere özenen Başbakan Rutte'nin, ilanda sarfettiği sözler, sadece yabancılar arasında değil, diğer kesimlerde de eleştiri konusu oldu.

Tam sayfa ilanda, yabancıları kastederek, 'Hollanda'daki toplumsal yaşama ayak uyduramayanlar çekip gitsinler' anlamında cümleler kuran Mark Rutte'ye Türk Sivil Toplum Kuruluşlarından büyük tepki geldi. Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği adına yapılan açıklamada, Başbakan Rutte'nin sarfettiği sözlerin yenilir içilir cinsten olmadığı vurgulandı ve Başbakan'ın geri dönüş yapması istendi.

Amsterdam'da kurulu olan Türkevi Araştırmalar Merkezi başkanı Veyis Güngör ise Başbakan Rutte'ye direkt bir mektup gönderdi. Hem de çok şeyden ders alması için Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte...



Başbakan'ın tam sayfa ilanı ve Veyis Güngör'ün Başbakan tarzındaki cevabı

Sayın Rutte,

Hafta başında, ‘Tüm Hollandalılara’ başlığı ile yayınlanan mektubunuzu büyük bir hayretle gazetelerde okuduk. Bir çok Hollandalı gibi, kullandığınız kelimeler bizi de ürküttü. ‘Ülkemizi temelden ret ediyorsan, ülkemizi terk etmeni isterim’, ‘Normal davran veya çek git’ gibi cümleler, toplumumuz için tehlikeli cümlelerdir. ‘Normal davranmak’tan ne anlaşılacağı da ayrı bir konudur. Kullandığınız kelimeler, göçmen kökenli Hollandalılar'ın toplumsal sorunlar hakkında söz söylemeye hakları yokmuş gibi anlaşılmaktadır. Zira ‘sıradan Hollandalıları ırkçı ilan edemezsiniz’ diyorsunuz.

Gerçekten. Sık sık sorumluluktan bahseden, örnek veren bir Başbakana bu açıklama yakışmadı. Nihai hedef olarak toplumumuzu, 'katılımcı toplum' olarak nitelendirdiniz, ama şimdi bize 'kenarda durun' diyorsunuz. Katılımcı toplumdan anladığımız; birbirini seyretmek değil, tam bir vatandaş olarak katkıda bulunmaktır.

Ama siz diyorsunuz ki, 'Toplumumuzu ilgilendiren tartışmalara katılmayın.'

Bunu yaptığımız zaman da, uyumsuz yeni Hollandalılar olarak kenara itiliyoruz. Cümlelerinizden şunu okuyoruz: ‘Biz ne söylersek yapın, şikayet etmeyin, eğer bunları yaparsanız burada işiniz yok’.

Bu yaklaşım, heterojen Hollanda toplumuna uymamaktadır.

Türkevi Derneği olarak, çeyrek yüzyıldır Hollanda toplumuna olumlu katkılar yapmaya gayret ediyoruz. Somut olarak, siz ister beğenin ister beğenmeyin Hollandalı Türkler'in Hollanda toplumuna entegrasyonuyla uğraşıyoruz. 1992 yılında Amsterdam’ın bir belediyesinde derneğimizi kurduk, şu anda uluslararası bir kuruluş haline geldik. Örnek vermek gerekirse; çeyrek yüzyılda 1300’ü aşan faalliyet ve proje gerçekleştirdik. 111 kitap yayınladık. Zaman zaman çok zor anlar yaşadık. Projelerimiz belediye ve diğer kurumlar tarafından çoğu kez reddedildi. Suçlandık, çamur attılar, hakkımızda asılsız haber yayınladılar. Ancak, hiç bir zaman pes etmedik. Faaliyetlerimize ve hedefimize odaklandık. Hollanda toplumunun gelişmesine olumlu katkıda bulunmaya çalıştık. Bunları yaparken rol modellerimiz Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Ahmed Yesevi oldu. Bu isimler gezgin, Türk mutasavvuflları olup, iç dünyamızın gelişmesi ve İslam anlayışımızı etkilemişlerdir.

Çeyrek yüzyıldır toplumsal faaliyetler yapan bir kuruluş olarak, Hollanda’daki son gelişmelerden endişe duymaktayız. Sizin, ulusa seslenişiniz bizim elimizi kolumuzu bağladı. ‘Normal davran ya da çek git’ cümleniz bizi derinden üzdü. Sanki göçmen kökenli Hollandalılar bu güzel ülkeye her hangi bir katkıda bulunamaz gibi bir durum ortaya çıktı. Başbakanımızın bu söylemi bizi hayretlere düşürdü. Ulusa seslenişiniz, ümit ederiz yeni bölünmelere sebep teşkil etmez.

Rol modellerimize geri dönersek. Yukarıda adı geçen rol modellerimiz, Hollanda ve Avrupa’nın içine düştüğü krizin atlatılmasında ilham kaynağı olabilirler. Özellikle hem Müslüman hem diğer gençlere olumlu katkıda bulunabilirler. Rol modellerimizin görüşlerini anlatan bir iki örnek vermemiz gerekirse: ‘karşındaki kişi senden daha önemlidir’, ‘bir insanın kalbini kırmak tüm insanlığın kalbini kırmaktır’, ‘Kar taneleri ne güzel anlatıyor birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu’.



Birlik, karşılıklı yatırım demektir. Dil, kültür, din hatta milliyet alanında birbirini tanımaktır. Diğerinin kültürüne haklı ve objektif ilgi duymak ve yaklaşmak, kanaatimizce birlik ve hoşgörü anlayışını beraberinde getirir. Birliği ve birleştiriciliği göstermek isteyen bir Başbakan, Hollanda’da herkesin kendini yabancı hisstemediğini hissettiren bir duruş sergilemelilir. Kötülük edenler, Müslüman olsun veya olmasın, toplum tarafından kabul görmediklerini anlamayarak, uyum sağlarlar. Ancak, sizin sözlerinizden Hollanda’daki Müslümanlar kendilerini yabancı hissediyorlar. Bu Hollanda için zarardır.

‘Çoğulculuk başarısızlıktır’anlayışının yansıtıldığı bir yönetim vizyonu yerine, sizi, farklı kültür ve dinler çeşitliliğinin var olduğu gerçekliği yönünde düşünmeye davet ederiz. Çoğulculuk başarısız veya şanssızlık değil, var olandır. Bu gerçekliği konuşmalarınızın çıkış noktası olarak aldığınız takdirde, toplumun ekmek ve su gibi ihtiyacı olan birlik ve hoşgörünün oluşacağını düşünmekteyiz. Homojen olmayan bir toplumda grupların karşılıklı direnmeleri, geçtiğimiz günlerde, De Balie Tartışma Merkezi'nde yaşananları, yani bazı grupların deport edilmesi tartışmalarına sebep olur. Bu tür olayların ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için geçmişe bakmaya gerek yok.

'Bir daha asla!’ söylemi her şeyi anlatmaktadır.

Mektupla birlikte, Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini içeren bir kitap gönderiyoruz. Bir Başbakan, bir VVD lideri ve bir Hollandalı olarak kitabı okuyacağınızı ve Yesevi’nin düşüncelerinden esinlenip, daha birleştirici konuşmalar yapacağınızı ümit ederiz.

Dost ve birleştirici selamlarımla,

Veyis Güngör

Türkevi adına



Veyis Güngör'ün göndermiş olduğu mektup ve kitabın kendilerine ulaştığını email ile bildiren Başbakanlık, mektuba yanıtlarının gecikmeyeceğini belirtti. Bakanlıklar, parlamenterler ve medya üzerinde etki yapan mektubun içeriğinde yer almayan hususları Veyis Güngör'e sordum.

İşte Veyis Güngör'ün verdiği yanıt:

Hollanda’da seçim süreci başladı. Siyasi partiler programlarını açıkladılar. Adaylar netleşti. Tartışmalar başladı. Hafta başında Başbakan Rutte ulusal gazetelere tam sayfa ilan verdi. Liderler ile söyleşiler de artık medyada yer almaya başladı.

Hem Başbakan Rutte’nin gazetelere, ‘Tüm Hollandalılara,’ başlığı ile yayınlanan ulusal çağrısı, hem de diğer partilerin açıklamalarında ilk dikkari çeken, ‘kimlik tartışmaları’ oldu. Biz kimiz?

Hollandalılar kimlerdir?

Hollanda’da neler normaldir?

Adetlerimiz, uygulamalarımız nelerdir? sorularına verilen cevaplar, tüm siyasilerin ortak mesajı olma özelliğini taşıyor. ‘Hollandalılık’, ya da ‘biz böyleyiz’ etrafında şekillenen siyasi demeçler bize ‘kimlik tartışması’nın seçimlere damagasını vuracağını gösteriyor.

Siyasi partilerin seçimlere, böylesi kimlik tartışmalarıyla, Hollandalılığı tanımlamalarıyla başlamaları, ilk etapta, ırkçı parti PVV’nin çok önlerde gitmesine neden olabilir. Hatta partilerin PVV’ye oy verecek seçmeni devşirme, tekrar kazanma çıkışları olarak da izah edilebilir. Seçim döneminde bu ve benzeri tutum ve davranışlar, mantıksal olarak aklımıza gelebilir. Bu yaklaşımda haklılık payı vardır. Irkçı partiye oy verenleri ikna etmek ve oy oranlarını yükseltmeye çalışmak, siyasi partilerin olmazsa olmazlarıdır.

Ancak, seçimlere damgasını vuracak bir kimlik tartışmasının, daha derin ve toplumsal arka planı bulunmaktadır. Zira Hollanda’nın gidişatından memnun olmayanlar, sadece siyasetçiler değildir. Bilim adamları, sosyologlar, tarihçiler de Hollanda’nın gidişatından memnun olmadıklarını açıkca belirtmekteler. Bilimsel çevrelerde yapılan kimlik krizi tartışmasından önce, Başbakan Rutte’nin ulusal çağrısı üzerinde durmak isterim.

Başbakan Rutte, toplumun gidişatından şikayet ediyor. Büyük sessiz çoğunluğun sesinden, vicdanından bahsediyor. Bu ülke için çalışanlara dikkat çekiyor. Sözkonusu huzursuzluğu hak etmediklerini söylüyor. Örnekler veriyor. Toplumda, caddede, halk otobüsünde asosyal davranışların olduğunu, sokaklara çöplerin atıldığını, tramway sürücüsüne tükürüldüğünü ifade ediyor. Doğru. Bu ülkede yaşayan bizler de, bu tür davranışları onaylamıyoruz. Kabul edilir bulmuyoruz. Ahlaki görmüyoruz. Bu sorun hepimizin sorunudur.

Ancak, ulusa çağrının bir bölümünde, ülkelerinde özgürlük olmadığı için Hollanda’ya gelen ve bizim özgürlüğümüzü istismar ederlerden bahsediyor. 'Ya kurallarımıza uyarar ya da ülkeyi terkederler' diyor.

Kim bunlar?

Mülteci olarak Hollanda’ya gelenler mi?

Ülkede yaşayan göçmenler mi?

Rutte, Hollanda toplumunun ne hale geldiğininden yakınıyor ve 'nasıl bir ülke istiyoruz?' diye soruyor. 'Gelin birlikte çalışalarım, birbirimize yardım edelim. Daha iyi bir ülke oluşturalım' diyor.

Biz bunlara asla hayır diyemeyiz. Bu ülkenin sorunu bizim de sorunumuzdur.

Tabii ki, Başbakan Rutte ve diğer siyasilerin bir kaç gündür açıklamaları, aslında Avrupa’da var olan ve tartışılan ‘Biz kimiz’? sorusunun Hollanda’ya yansımalarıdır. Tüm Avrupa’da ırkçı akımlarda bir yükselme gözlemleniyor. Yükselmede kimlik tanımına atıfta bulunma prim yapıyor. 'Biz, önce Holllandalıyız, Fransızız' diyorlar. Avrupalılık tanımı ve kimliği artık bir bunalımı getiriyor.

Sorun daha derin kanaatimce. Siyaset duayenlerinin de ifade ettiği gibi, otuz kırk yıl önce Hollanda toplumu ideoloji veya bir dini inanç etrafında kimliklerini buluyorlardı. Birileri sosyalist, bazıları protestan veya katolik, liberal kimliklerle kendilerini ifade ediyorlardı. İşte bu bölünmüşlük, aslında toplumsal sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Oysa günümüzde, bu kimliklerin belirginliği, ağırlığı hissedilmiyor. Bunun için bireyler: 'Ben neyim' sorusu yenire 'Ben kimim' sorusuna cevap vermekte zorlanıyorlar. Bireysellik ufalanmış kültürler meydana getirdi. Birey ise bu kültürler içinde yerini bulmakta zorlanıyor. Kimlik problemi yaşanıyor. Bu belirsizlik, bu sorun da siyasete yansıyor.

Olaylara böyle baktığımızda, Başbakan Rutte’nin ulusa seslenişi tam bir popülizm olarak değerlendirilmelidir. Kimleri kasdettiği belli olmayan, bir çok insanın üzerine alındığı suçlama, bir Başbakan tarafından yapılmaması gerekirdi. Ama Rutte, bu davranışı ilk kez yapmıyor. Altı ay önce bir televizyon programında da ‘defolun gidin’ lafını etti. Rutte’nin bu çıkışı, 2016 yılının en talihsiz açıklaması olarak tarihe geçti.

Bize gelince. Bu ülkede yaşayan, ülkenin kalkınmamsında ebeveynlerimizin alın terlerinin yer aldığı bu ülke için mutkala sorumluluk almalıyız.

'Nasıl bir Hollanda istiyoruz?' sorusunu bizim de kendimize sormamız ve cevabını bulmamız gerekiyor. Biz Türkler, tarih boyunca gittiğimiz her ülkede hiç bir zaman sorumluktan kaçmadık. Tam aksine insanlığın gelişmesi, topluluğun sorunlarının çözümü için görevler üstlendik. Bu bizim, tarih içinde insanlığa hizmet anlayışımızda vardır. Tekrar hatırlamamız gerekiyor.

Bizim tarihi referanslarımız var. Örneğin Hoca Ahmed Yesevi, ki bu yıl UNESCO tarafından ‘Hoca Ahmed Yesevi Yılı’ ilan edilmiştir, bizim için Avrupa’da yaşayanlar için örnek alınacak rehberlerimizdir. Zira içinde bulundukları çağın zor şartlarına rağmen, Hoca Ahmed Yesevi ve öğrencileri, insanları hep hakikate ve birliğe çağırdılar. Başarılı oldular. Bugün, Avrupa’da bizim de içinde yaşadığımız süreç, ırkçılık, islamofobi, yabancı düşmanlığı, önyargılar ve ayırımcılığın gittikçe yaygın hale geldiği bir süreçtir. Biz de kimsenin kalbini kırmadan, incitmeden, kültür ve medeniyet kurucularımız ve taşıyıcılarımızın öğretilerini aktüelleştirmeliyiz. Kendimize ve gençlerimize güven gelmeli. Hal ve davranışlarımızla, çok ama çok çalışarak hak ve hakikati temsil etmeye ve dikkat çekmeye gayret etmeliyiz.

Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” Gönül yıkan değil, gönül kazanan olmalıyız. Bizim bu davranışımız, hem Başbakan Rutte hem diğer siyasi liderleri sevindirmelidir.

HollandaTürkiyeli İşçiler Birliği HTIB'nin tepkisi:

Başbakan ve VVD lideri Mark Rutte gazetelere tam sayfa ilan vermiş: ‘Kurallarımıza uymayanlar ülkeyi terk etsinler’ demiş. Rutte bu iddialı sözleriyle acaba kimleri kastediyor olabilir? Algemene Dagblad’a verdiği demeçte sadece yabancıları veya göçmenleri değil, herkesi kast ettiğini söylüyor.

Acaba öyle mi?

Bir Başbakan ülkesinin yurttaşlarını ülkeyi terk etmeğe davet edebilir mi? Bildiğimiz kadarıyla demokrasinin ve hukukun egemen olduğu ülkelerde bu pek rastlanan bir durum değildir.

Bir kişi ülkesine karşı düşman saflarında yer alırsa veya düşmanca faaliyetlerde bulunursa ve bu kanıtlanırsa vatandaşlıktan çıkarılabilir. Bu hemen hemen bütün ülkelerde genel geçer bir hukuk kuralıdır. Bunun dışında, eğer kendisi herhangi bir nedenle talepte bulunmamışsa, ağır suç işlemiş olsa bile vatandaşlıktan çıkarılamaz ve ülkesini terk etmesi istenemez.

Bunu Rutte bilmiyor mu? Tabiatıyla biliyor.

Hal böyleyken, Rutte acaba bu sözleriyle kimleri kast etmiş olabilir?

Elbette ki ülkeye sonradan gelmiş olan göçmenleri ve yabancıları kast ediyor.

Peki, Rutte’nin derdi ne?

Neden bugün böyle bir açıklama yapmak gereğini duyuyor?

Çünkü önümüzdeki mart ayında genel seçim var. Wilders’in partisi PVV açık ara önde görünüyor. Onun hemen arkasında VVD bulunuyor. PVV, bütün dünyada esen popülizm rüzgarını ardına almış geliyor, VVD ise onunla yarışmak için bu rüzgardan yararlanmak istiyor. Yani bu sözlerin altında politikacıların, özellikle de sağ politikacıların oportünizmi, yararcılığı, fırsatçılığı yatıyor.

Ne yazık ki tablo böyle ve bu tablo sadece Hollanda’da değil, bütün dünyada olan biteni gayet güzel yansıtıyor. Wildersler'in, Putinler'in, Orbanla'rın, Le Penler'in, Trumplar'ın sayısının giderek artmasının nedeni açık ve net popülizmdir. Bir başka deyimle, sağ popülistler toplumun bilinçsiz ve eğitimsiz kesiminin kuyrukçuluğunu yaparak, nabza göre şerbet vererek, kitlelerin memnuniyetsizliğinden yararlanarak iktidara gelmek istiyorlar.

Bütün dünyada küreselleşmeye, gelirlerin adaletsiz bölüşümüne karşı bir tepki var. Dünyanın yüzde onu gelirlerin yüzde doksanına, buna karşılık yüzde doksanı is sadece yüzde onuna sahip. Sadece uluslararası sekiz şirketin dünyadaki gelirlerin yüzde kırkına sahip olduğu birkaç gün önce açıklandı. Bu korkunç gerçek düşük gelirli ve bilinçsiz kitlelerde öfke birikimine neden oluyor. İşte sağ popülistler bu tepkiden yararlanarak güçleniyorlar. Wilders’in yaptığı da budur ve anketlerde birinci parti çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Buna karşı yapılması gereken en doğru yöntem gelir eşitsizliğine karşı somut ve adaletli bir çözüm önerisiyle gelmektir. Sosyal adaletin savunulması, az ve orta gelirli olan ailelerin desteklenmesi mevcut toplumsal sorunlardan tek çıkış yoludur. Ama Rutte bunu yapmak yerine Wilders ile popülizm yarışına giriyor. Yabancılar ve göçmenler üzerinden oy devşirmeye çalışıyor. Son açıklamasının altında yatan neden budur ve bu bir politikacı için utanç verici bir olaydır.

Bir başbakan, kurallara uymadı diye vatandaşlarının ülkeyi terk etmesini isteyebilir mi? Bu, yabancı düşmanlığının daniskasıdır ve kesinlikle kınanması gerekir. Eğer bir başbakan bunları söyleyebiliyorsa, sokaktaki vatandaş neler söylemez ki? Eğer bir Başbakan bunları söyleyebiliyorsa, Wilders gibi tescilli ırkçıların çıkıp, ‘Daha az Faslı anlamında-minder, minder’ diye slogan atmalarının önünü alamazsınız ve ırkçılık sokağa dökülür, toplumsal yaşam altüst olur.

Bu nedenle politikacılara sesleniyoruz: Seçimler yaklaşıyor diye popülizm rüzgarına kapılmayın. Popülizmin sonu acı, gözyaşı, yoksulluk ve savaştır. En yakın örnek İkinci Dünya Savaşı felaketidir. Lütfen biraz tarihe bakın ve ders çıkarın. Bize aynı acıları yaşatmayın.

Şunu unutmamak gerekir ki toplumsal huzursuzluğun önemli nedenlerinden birisi bizzat sağ popülist politikacıların sorumsuz açıklamalarıdır. Eğer toplumsal huzur istiyorsak en başta yapmamız gereken şey sağ popülistleri oylarımızla cezalandırıp, sosyal adaleti savunanları güçlendirmeliyiz.

Bu nedenle bütün yurttaşlara çağrıda bulunuyoruz.

Sağ popülistlere geçit vermeyin.

Her fırsattan yararlanarak onları protesto edin ve gerçekleri dile getirin.

Oylarınıza sahip çıkın ve sandığa gidip sosyal adalet ve eşitlik için oyunuzu kullanın.

Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB)

Veyis Güngör'ün Başbakan Rutte'ye gönderdiği Hollandaca mektup

Mark Rutte

Minister-President

Postbus 20001

2500 EA Den Haag



Amsterdam, 30 januari 2017



Geachte heer Rutte,

Begin deze week hebben wij uw brief ‘aan alle Nederlanders’ in de kranten met grote verbazing gelezen. Net als vele Nederlanders schrokken wij van uw woorden. De woorden “Als je ons land zo fundamenteel afwijst, heb ik liever dat je weggaat. ... Doe normaal of ga weg.” zijn naar ons idee zeer gevaarlijk voor onze maatschappij, nog afgezien van wat onder “normaal doen” wordt verstaan. Uw woorden impliceren dat je je als Nederlander met een migratieachtergrond niet meer mag uitspreken over problemen die in onze samenleving spelen, want je kunt, in uw woorden, “gewone Nederlanders niet uitmaken voor racisten”.

Eerlijk gezegd vinden wij dit niet passen bij een minister-president die vaak over eigen verantwoordelijkheid praat. U heeft nota bene onze maatschappij tot participatiesamenleving verheven en nu vraagt u ons aan de zijlijn te blijven. Participeren betekent naar ons idee niet alleen maar omzien naar elkaar, maar ook meedoen als volwaardige burger. Nu zegt u ons niet te mengen in discussies die van belang zijn voor onze samenleving en worden wij, als nieuwe Nederlanders, weggezet als onaangepast als we dat wel doen. Wij lezen uw woorden als: “doe wat wij zeggen, klaag niet, anders heb je hier niets te zoeken.” Dat doet geen recht aan de heterogeniteit van de Nederlandse samenleving.

Wij, als Vereniging Turks Huis, zijn inmiddels een kwart eeuw bezig om een positieve bijdrage te leveren aan de Nederlandse samenleving. Concreet zijn we bezig met het helpen integreren van Turkse Nederlanders in een maatschappij die ook de hunne is geworden, of u dat nu leuk vindt of niet. Wij zijn in 1992 begonnen in Amsterdam als een stadsdeelorganisatie, maar wij zijn inmiddels uitgegroeid tot een internationale instelling. Om een voorbeeld te geven: de afgelopen decennia hebben wij ruim 1300 activiteiten en projecten uitgevoerd en 111 boeken uitgegeven. Van tijd tot tijd hebben wij moeilijke tijden meegemaakt. Onze projecten werden vaak afgewezen door lokale en nationale overheden. Wij werden zwart gemaakt en beschuldigd met valse berichten in de kranten. Maar wij hebben nooit opgegeven en hebben ons alleen geconcentreerd op ons doel: bijdragen aan een positieve ontwikkeling van de Nederlandse samenleving. Onze rolmodellen zijn o.a. Mevlana Rumi, Yunus Emre en Ahmed Yasawi. Dit waren Turkse mystici en rondreizende geleerden die veel invloed hebben gehad op het tot stand komen en de ontwikkeling van de innerlijke beleving van de İslam.

Wij, als een kwart eeuw maatschappelijk actieve organisatie, maken ons ook zorgen over recente ontwikkelingen in Nederland. Uw oproep aan alle Nederlanders maakt ons kwetsbaar. De uitspraak:

‘Doe normaal of ga weg’ raakt ons pijnlijk, daarmee niet gezegd hebbende dat wij ons ‘ abnormaal’ zouden gedragen. Het lijkt alsof Nederlanders met een migratieachtergrond geen bijdrage hebben geleverd aan dit mooie land. Wij zijn zeer teleurgesteld in ons premier en hopen dat uw uitspraken niet zullen leiden tot meer verdeeldheid, polarisatie of ophitsing, al weten we wel beter.

Terug naar onze rolmodellen. Wij zijn van mening dat de eerder genoemde rolmodellen inspiratie en oplossing zouden kunnen bieden voor de huidige crisis in Nederland en de rest van Europa. Voor moslimjongeren en voor niet-moslimjongeren. Enkele uitspraken die de kern van de leer waar wij het hier over hebben, zijn: ‘de ander belangrijker achten dan je zelf’, ‘het breken van het hart van één mens, heeft tot gevolg dat de harten van alle mensen worden gebroken’, ‘hoe mooi is de beweging van sneeuwvlokken die ons laat zien dat het mogelijk is vooruit te komen zonder elkaar te beschadigen’.

Eenheid betekent investeren in elkaar. Op het gebied van taal, cultuur, religie en zelfs etniciteit moet vermenging plaatsvinden. Oprechte en objectieve interesse in de cultuur van de ander (over en weer) zal volgens ons leiden tot meer begrip, eenheid en harmonie. Het zou een minister-president sieren als hij die eenheid zou uitdragen zodat alle Nederlanders zich welkom voelen in Nederland. Degenen die zich misdragen, of ze nu moslim zijn of niet, voelen zich in een maatschappij die wij voor ogen hebben, niet thuis en zullen zich uiteindelijk moeten aanpassen.

Door uw woorden voelt geen enkele Nederlandse moslim zich thuis in Nederland en dat is kwalijk.

Wij nodigen u uit na te denken over de geleefde realiteit van diversiteit van culturen en religies en niet vanuit een visie die vooral het ‘managen’ van diversiteit als mislukt beschouwt. Die is namelijk niet mislukt of gelukt, die ‘is’ alleen maar. Deze werkelijkheid als uitgangspunt nemen in uitspraken, zal naar ons idee leiden naar eenheid en harmonie in onze samenleving en dat kunnen we allen broodnodig gebruiken. Zich blijven verzetten tegen groepen mensen, die overigens niet homogeen zijn, zal leiden tot debatten zoals in de Balie waar men discussieert over het verminderen van het aantal van een bepaalde groep. U hoeft niet ver terug naar het verleden om te concluderen dat dit een gevaarlijke weg is waarvan we ooit eensgezind hebben geroepen: ‘dat nooit weer!’

In de bijlage sturen wij u een boek over de ideeën van Ahmed Yesevi. Hopelijk leest u het boek en laat zich inspireren zodat u samenbindende uitspraken doet, als minister-president, als fractievoorzitter van de VVD, of gewoon als een ‘normale’ Nederlander.

Met vriendelijke en verenigende groet,

Veyis Güngör

namens Vereniging Turks Huis

*****

Hollandalılar ilk kez KUZU kurban edecekler...

DENK Partisi Lideri Tunahan Kuzu'un, 'Doktorlar yabancı yaşlıların fişini çabuk çekiyorlar' iddiası, her kesimden Hollandalı'yı küplere bindirdi



Son konuşması ile şimşekleri üzerine çeken Tunahan Kuzu, söyleşiyi yaptığı TV programında görülüyor

Haber-Yorum: İlhan KARAÇAY

Hollanda Sosyal Demokrat partilerinden İşçi Partisi (PvdA) milletvekili iken, Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanı Asscher ile ters düştükleri için, fraksiyondan atılan Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk, hiç gecikmeden partiden ayrılmışlar ve kendi siyasi partilerini kurarak Meclis'te kendi gruplarını oluşturmuşlardı.

'Yabancıların umudu' olarak kurulan DENK Partisi'ni daha da güçlendirmek için, diğer yabancı kökenli siyasetçiler ile birleşmeyi amaçlayan Kuzu ve Öztürk, amaçlarına ulaşmışlardı.

Özellikle, Surinam asıllı Sylvana Simons'u partilerine ve aday listelerine ekledikten sonra bir hayli güçlenen DENK Partisi ile Simons'un yolları ayrılınca, partinin popülerliği az da olsa darbe yemişti.

DENK Partisi, 15 Martta yapılacak genel seçimlerde, gerek kendi ölçümlerinde ve gerekse partiye gönül verenlerin nazarında çok başarılı olacaktı.





Surinam asıllı Sylvana Simons'un katılmasıyla çok güçlenen ve ünlenen DENK Partisi, Simons'un ayrılmasından sonra az da olsa güç kaybetmişti



Seçimlerde 4 veya 5 milletvekili çıkaracaklarına inanan partililer, Türkler'den başka Faslılar'dan ve hatta Hollandalılar'dan da oy alacaklarını ileri sürüyorlardı.

Seçim kampanyalarına daha ziyade, yabancı kökenlilerin haklarını savunma politikası sürdüren DENK Partisi, en çok da yabancı düşmanı Gerd Wilders ile karşı karşıya geliyordu.

DENK Partisi, seçimler yaklaştıkça popülaritesini yükseltirken, pek çok kesimde sempati kazanmaya da başlamıştı.

Taaa ki, önceki güne kadar...

Peki sonra ne mi oldu?

DENK Partisi lideri Tunahan Kuzu, partilerinin facebook adreslerinde yayınladıkları bir Livestream'da aynen şunları söyledi: ''Birkaç doktor ve sağlık uzmanlarından duyduğuma göre, doktorlar yabancı kökenli hastaların fişlerini daha çabuk çekiyorlar. Bu da dil bilmemekten kaynaklanıyor. Doktor hastaya birşey soruyor ve 'Anladıysan gözünü kırp' diyor. Buna yanıt alamayınca da fişini çektiriyor.''

İşte, ne olduysa bundan sonra oldu ve bu sözlerin medyada yayınlanmasından sonra, her kesimden Hollandalı'yı küplere bindirdi.

Televizyon programlarından ve gazete yorumlarında şiddetle eleştirilen Tunahan Kuzu, okur mektuplarından da nasibini aldı.

Ülkenin en büyük gazetesi ve aynı zamanda yabancılara sempati duymayan gazetesi De Telegraaf yazarı Rob Hoogland, cumartesi günkü köşe yazısında, Kuzu'ya Türkçe olarak Pislik ve eşek sözcüklerini kullandı ve Kuzu'yu Mr.Bean'ı canlandıran Rowan Atkinson'a benzetti.

Het Parool gazetesi yazarı Thedor Holman, ''Aaah , DENK'in Kuzu'su ah' diye başladığı yorumunda şunları yazdı: '' Bazı doktorlardan duyduğuna göre, Hollandalı doktorlar yaşlı yabancıların fişlerini erken çekiyorlarmış. Demekki bu doktorlar kıyımcı beyaz tenli, popülist, rasist ve faşistlermiş. Daha başka olamaz. Demek ki bu doktorlar Wilders'in çağrısına ayak uyduruyorlar.''

Ülkenin çeşitli gazetelerindeki yorumlar bu şekilde devam ederken, okur mektuplarında da, 'Fişi çekilmesi gereken biri varsa, o da DENK Partisi'dir'' yorumları yapılıyor.

Anlayacağınız, deyim yerindeyse, Hollandalılar ilk defa bir kuzu kurban edecekler. Öyle ya, kurbanlık olarak genelde ya koyun kesilir ya da dana...

Ama bu gidiş gösteriyor ki, Hollandalılar bu defa kuzu kurban edecekler.

Son tepkilerden sonra Tunahan Kuzu'dan henüz bir açıklama gelmedi.

Bültenim yayınlanmadan önce bir yanıt gelirse, haber-yorumuma ekleyeceğim.

Ama 15 mart seçimlerinden önce de bu konudaki şahsi görüşümü genişçe yazacağım.

Altta haberin Hollandacasını bulacaksınız.

DENK: 'Artsen trekken stekker er sneller uit bij allochtone ouderen'

DENK-lijsttrekker Kuzu vindt dat allochtone ouderen gediscrimineerd worden. Dat gaat heel ver, blijkt uit een livestream van de partij op Facebook. Artsen laten zieke allochtone ouderen eerder sterven, suggereert hij.

Kuzu zegt in een livestream, waarin hij vragen van kijkers beantwoordt (zie onderaan) dat de aanpak van islamofobie, discriminatie en racisme een van de grootste uitdagingen is waar Nederland voor staat. Hij komt met voorbeelden.

Zo noemt hij de discriminatie van schoolgaande jongeren, maar wat hem 'echt verdriet doet' is de medische behandeling van ouderen. "Ik heb van een aantal artsen, medisch specialisten gehoord dat ze signalen krijgen en zelf hebben meegemaakt dat bij ouderen die een allochtone achtergrond hebben de stekker er eerder wordt uitgehaald dan bij autochtone ouderen."

Taalachterstand

Volgens de DENK-leider heeft dat vooral te maken met een taalachterstand. "Dan vraagt een arts: knipper met je ogen. En als dat dan niet gebeurt, zegt de arts: het heeft geen zin, trek de stekker er maar uit." Bij Turkse artsen zouden de opdrachten beter worden uitgevoerd.

Kuzu noemt het onbegrijpelijk dat dit anno 2017 in Nederland gebeurt. "Wij gaan hier echt werk van maken." Zo zouden er meer tolken ingezet moeten worden. De DENK-leider gaat er de minister over bevragen, zegt hij in het filmpje (na ruim 10 minuten).

'Herkennen dit niet'

Artsenfederatie KNMG herkent de bewering van DENK-leider zeker niet. "De suggestie van DENK-lijsttrekker Kuzu, dat artsen zieke allochtone ouderen eerder zouden laten overlijden, past duidelijk in de verkiezingscampagne. De gedane bewering herkennen wij zeker niet."

*****



Corendon'dan muhteşem etkinlikler!

'We Love Turkey' sloganı Kapadokya'ya uçulacak, ünlü sanatçılar Aspendos'ta konserler verecek

AMSTERDAM,- Kriz geçirmekte olan turizmimize yeniden hareketlilik getirmek için planlar yapan Corendon Havayolları ve Tur Operatörlüğü, Hollanda ve Türkiy'de muhteşem etkinlikler yapma kararı aldı.

Corendon'un ortaklarından Atilay Uslu, kendi bünyeleri içinde faaliyet gösteren Amsterdam'daki Corendon Vitallity Hotel'de, kahvaltılı bir toplantı yaptı.





Atilay Uslu, kahvaltılı toplantıda konuklara, turizme canlılık kazandırmak için düşündükleri planları anlattı

Türkiye'nin Hollanda'daki resmi temsilcileri, Sivil Toplum Kuruluşları'nın yöneticileri ve medya mensuplarının katıldığı toplantıda, Türk turizmine yeniden can verecek etkinlikler hakkında bilgi verdi.



Gerard Joling - De Toppers - Marco Borsato

Atilay Uslu, Hollandalılardaki Türkiye endişesini unutturmak için planlar hazırladıklarını, bu planlardan birinin de 'We Love Turkey' (Türkiye'yi seviyoruz) sloganı ile yapılacak etkinlikler olduğunu anlattı.

Toplantıya katılan davetlilere, Corendon'un ilginç öyküsünü anlatan Atilay Uslu, geçen yıl Türkiye'ye götürdükleri turist sayısında yüzde 30'luk bir azalma olduğunu, bu yıl ise açığın kapatılması için, gerek Türk devletinin ve gerekse kendilerinin fedakarlılar yapması gerektiğini söyledi.

Dünya'da çarpıcı gelişmeler yaşandığı zaman, seyahata çıkacak olanların Türkiye endişesini unuttuklarını ve hemen rezervasyon yapmaya başladıklarını belirten Atilay Uslu, örnek olarak ABD'deki seçimleri gösterdi. ABD'de Trump'ın seçilmesi ile ekelktriklenen dünyada, Türkiye'ye karşı olan endişenin unutulduğunu ve o günlerde binlerce rezervasyon yaptıklarını belirten Uslu şöyle konuştu: 'Demek oluyor ki, insanlar dikkatlerini başka yerelere verdikleri zaman, beyinlerinde endişeleri unutuyorlar. Biz de bu nedenle, beyinlerdeki endişeleri unutturacak etkinlikler yapmayı planladık. Bu konuda bir ekip kurduk. Ekibimiz, yapacağımız etkinliğe 'We Love Turkey' adını koydu.'

Atilay Uslu'nun anlatımına göre, Hollanda'da ve Türkiye'deki etkinlikler şöyle gelişecek:

Hollanda'daki medya ve iş dünyası ile ortaklaşa yapılacak bir yarışma sonrasında 200 talihli yolcu seçilecek.

Talihli yolcular 9 Nisan akşamı Amsterdam'daki Corendon otelinde buluşacak. Eğlenceli bir akşam yemeğinden sonra sabah Nevşehir'e uçulacak. Kapadokya'da balonlara binilecek ve mağara evler-oteller dolaşılacak. Daha sonra Antalya'ya uçulacak. Binlerce kişilik Aspendos antik tiyatroda, sadece 200 talihli için, çok ünlü sanatçıların katılacağı bir konser verilecek.



ABD'li ünlü sanatçı Lindsay Lohan, bir süre önce ziyaret ettiği Türkiye'de, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Külliye'ye davet edilmişti

Talihliler'in nasıl seçileceği ve ünlü sanatçıların kimler olacağı hakkındaki soruları yanıtlayan Atilay Uslu, talihlilerin bir bilgi yarışması sonunda seçileceğini, sanatçıların da gerçekten Hollanda'nın zirvesinde bulunan isimlerden oluşacağını açıkladı. Marco Borsato, Gerard Joling ve Toppers Grubu ile görüşmeler yapıldığını belirten Uslu, sanatçılar grubuna belki de, bir süre önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuğu olarak Külliye'de ağırlanan Amerikalı Lindsay Lohan'ın da ekleneceğini belirtti.

Atilay Uslu'ya bu konuda soru ve teklifte bulunanlardan biri de ben oldum.

Türkiye'ye karşı endişe duyan Hollandalılar'a Türkiyeyi daha iyi tanıtmak için, Hollanda açısından çok önemli olan tarihi sorular yöneltilmesini teklif ettim.

Osmanlılar'ın, Hollanda'nın kurtuluşunda, kuruluşunda ve gelişmesinde Türkiye'nin büyük rolü olduğunu öğrenecek olan Hollandalılar'ın, böylece Türkiye'ye hayranlık duyacaklarını ve minnet borcu taşıyacaklarını anlattım.



Büyükelçi Haga - Türkiye köyü - Ogier Busbecq

Soru olarak da şunları düşündüğümü belirttim:

Soru 1- 80 Yıl süren İspanya savaşının Hollanda leihine zaferle sonuçlanmasından sonra, Prens Maurits Zeeland'daki bir köye neden

TURKİJE adını verdi?

Soru 2- Hollanda devletini, Avrupalı pek çok devletin itirazına rağmen, dünyada ilk tanıyan ülke Türkiye ( Ottomanen) oldu. Peki, Türkiye'ye

ilk Hollanda büyükelçisi olarak kim gönderilmişti?

Soru 3- Hollanda için büyük bir gelir kaynağı ve sembolik bir obje olan laleyi Türkiye'den Hollanda'ya kim gönderdi ve Leiden'deki Botanik Bahçe'ye kim ekti?

*****

Maastricht Havalimanı'nın patronu İsmail Durmaz

Hollanda’nın Maastricht Havalimanı'nın işletme haklarını İsmail Durmaz’ın sahibi olduğu Türk firması Global GSA Group aldı





İlhan KARAÇAY'ın haberi:

Avrupa'ya çarıklı gelen ve yıllarca en berbat işleri yaparak fedakarlık örneği gösteren Türkler'in, şimdilerde 100 bine yakın işyeri açmaları, kiminin 10, kiminin de yüzlerce işçi çalıştırır hale gelmeleri, hepimiz için yüzakı olurken, Hollanda'nın Maastricht şehrindeki havalimanının işletmesini bir Türk'ün alması, Türkler'in bu konudaki başarılarının doruk noktası oldu.

Kim mi bu Türk?

Hayır hayır, bu Türk, Türkiye'den gelen bir holding sahibi değil.

Bu Türk, bir işçi babanın 1969 doğumlu çocuğudur.

1988 yılında hava kargo lojistik işine giren bu Türk, 1995 yılında kendi firmasını kurdu ve dalında Genel Satış Acentesi oldu.





40 ülkede ve 70 noktada yatırımları ile lojıstik sektörünün kralı olan bu Türk İsmail Durmaz'dan başkası değildi.

İsmail Durmaz'ın sahibi olduğu Global GSA Group, 10+15 olmak üzere 25 yıllığına Maastricht Havalimanı’nın tüm işletme haklarını aldı.

İsmail Durmaz'ın, Amsterdam'ın Schiphol, Rotterdam'ın Zestienhoven havalimanlarından sonra, Hollanda'nın üçüncü büyük Maastricht Havalimanı'ın işletme hakkını alması, Hollanda iş dünyasında şaşkınlık yarattı.

Maastrich Havalimanı'nın işletme hakkını aldıktan sonra, şimdiki 800 milyonluk cirosunu 2 milyara çıkaracağını belirten İsmail Durmaz, her şeye rağmen bununla yetinmeyeceğini ve grubuna daha pek çok işletmeler katacağını söyledi.

*****

İşçi çocuğundan 'işadamı' çıkardığımız gibi, 'profesör' de çıkarıyoruz

'Uyum, uyum' diye zırvalayanlara 5 profesörden sonra en iyi cevabı 6'ncı profesörümüz Bedir Tekinerdoğan verdi

İlhan KARAÇAY'ın haberi

Hollanda'da genellikle Türk düşmanı ırkçılar, yıllardır 'uyum, uyum' diye zırvalamaya devam ederken, ikinci ve üçüncü nesil Türk çocuklarının başarıları, 'düşman çatlatırcasına' devam ediyor.

Şubat bülteninde yer alan, başarılı işadamımız İsmail Korkmaz'ın Maastricht Havalimanı'nın işletmesini aldığı haberinde belirtildiği gibi, ikinci ve üçüncü nesil çocuklarımız, siyaset ve bilim dallarında da büyük gelişmeler kaydediyorlar.



Bedir Tekinerdoğan'ı, profesörlük ünvanı için ilk kutlayan Deventer Başkonsolosumuz Zafer Ateş oldu

Hollanda'ya bugüne kadar en az 15 milletvekili kazandırdık.

15 de İl Genel Meclisi Üyesi.

Hollanda Belediye Meclisleri'ne kazandırdığımız Türkler'in sayısı ise bini geçti. Eğitim görerek büyük holdinglerin ve bankaların önemli koltuklarını dolduran Türkler'in sayısı da bir hayli çok.

Daha önce 5 de profesör kazandırdık Hollanda'ya...

Şimdi ise 6'ncı profesörümüz ile gurur duyuyoruz.

6 çocuklu bir işçi ailesinin bireyi olarak eğitim gören ve sonunda profesör olan Bedir Tekinerdoğan, Hollanda'daki tüm Türkler'in gurur kaynağı oldu.

Daha önceleri, Delft Üniversitesi’nden Sevil Sarıyıldız, Twente Üniversitesi’nden Mehmet Akşit, Tilburg Üniversitesi’nden Kutlay Yağmur, Rotterdam İnholland Üniversitesi'nden Gürkan Çelik ve Amsterdam VU Üniversitesi'nden Mehmet Tan'ı 'profesör' olarak tanıyorduk. Bu profesörlere şimdi de, Bilgi İşlem Teknoloji profesörü (Information Technology) Bedir Tekinerdoğan katıldı.



Bedir Tekinerdogan, Bölüm Başkanı olarak Wageningen Üniversitesi’ne Profesör olarak atandı.

Bedir Tekinerdoğan'ın diploma törenine,Türkiye’nin Deventer Başkonsolosu Zafer Ateş'in yanısıra, Hollanda bilim çevrelerinden bir çok isim ve Türk toplumu temsilcilerinden de katılım oldu. Daha önce profesör ünvanına sahip olmuş meslektaşlarının da yalnız bırakmadıkları törende yaptığı teşekkür konuşmasında, anne ve babasının, “Yaşamınız boyunca hiç kimseyi incitmeyeceksiniz, herkesi seveceksiniz” tavsiyesi ile büyüdüklerini söyleyen Tekinerdoğan, yaşamı boyunca insanlığa hizmet edeceğini söyledi.

*****

Aaaah içine tükürdüğüm politika ah!

Bölünmenin anatomisi

Ne kadar sevecendik birbirimize karşı...

Ne kadar da saygılıydık...

Gurbete düştüğümüz yıllarda, Türklüğümüzü odak noktası yapmıştık. Ayrı düşmüşlüğümüz hiç olmadı. Olduysa en çok, hemşehrilik ayrımı yaptık. Tabii ki düşmanca değil. Benim aksanım-şivem ile konuşan, benim geleneğim ile yaşayan ve benim komşuluk ve akrabalık bağlarıma düğüm atanlara daha sıcak yaklaşmaktan başka kötü bir tavrımız olmadı.

Birbirimizin yardımına koştuk. Türklüğün verdiği özel bir ruh ile dertlerimize çareler aradık.

İlk yılları ve hatta ilk on yılları hep bu duygularla yaşadık.

Ve ayrılıklar gayrılıklar böylece başladı.

Ama ne olduysa, onyıllardan sonra oldu.

Önce camiye gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz sorgusu başladı.

Daha sonra, sağcı mısın, solcu musun sorgusu...

Biri diğerine, 'Yobaz dinci' veya 'Dinsiz kafir' demeye baladı.

Bir başkası diğer bir başkasına, 'Kominist' veya 'Faşist' damgası vurdu.

Ama, yukarıdakileri uygulayanlar azınlıktaydı.Ne zaman ki siyasi partiler kollarını yurtdışına uzattılar, işte o zamandan sonra durum tamamen değişti ve vahimleşti.

O sevecen insanların, o saygılı insanların çoğu raylarından çıktılar ve bir yerlere tosladılar.

O eski onyıllardan sonra, şimdi tam 50 yıl sonra durum daha da vahimleşti. 'Sosyal medya' denen meret icad olduktan sonra, çirkin siyasetçilerin ektikleri tohumlar yeşerdi ve hatta orman oldu.

Artık, yobazlık, kafirlik, koministlik ve faşistlik damgaları yüz kızartmaz oldu. Şimdilerde 'Vatansever' (!) olanların, diğerlerini 'Vatan hainliği' ile suçlamaları başımıza bela oldu.

Bütün samimiyetim ile ifade ediyorum ki, vatan hainliğini gerçekten üstlenmiş olanların dışında, yukarıdaki tüm damgaları taşıyanlar ile hep diyalog içinde oldum. Kendi siyasi ve dini görüşüm ne olursa olsun, yukarıda belirtilen unsurları taşıyan herkes ile en medeni bir şekilde görüştüm ve tartıştım.

Ama ne yazık ki, pek çoğumuz bu medeni davranışı sergilemekten uzak kaldı.

Bu kanıya nereden vardım biliyor musunuz?

Sosyal medya denen merette okuduklarımdan.

Aman Allahım, o ne biçim sözler, o ne biçim hakaretler ve küfürler...

Bu çirkinliğin bir tek sebebi var. O da politika, yani siyaset.

Şimdi bazılarınız diyecek ki: 'Eeeee, Ankara'daki siyasetçiler böylesi çirkin söylem ve eylemleri sergilerlerse, onları seyreden bizler ne yapalım?'

Doğrudur, üzüm üzüme baka baka kararır ama, bir de sözün gelişi, 'İmamın dediğini yap ama, yaptığını yapma' sözü vardır.

HABER Gazetesi'nin bu ayki ana konusu: 'Partilerimiz farklı olabilir, değerlerimiz ortak kalsın'.

Partilerdeki farklılaşmalardan dolayı, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı olmak yerine, halkımıza bütünleştirici mesaj vermek boyunumuzun borcu olmalıdır. Hem Hollanda'daki ve hem de Türkiye'deki siyasi partiler arasındaki çekişmelere biz sağduyu ile yaklaşmalıyız.

Çünkü, seçimler gelip geçici, ama birliktelik kalıcı olmalıdır.

15 Mart!ta Hollanda'da genel seçimler yapılacak. Bu seçimler öncesinde tartıştığımız ve karara bağlayamadığımız konu şu: Oyumuzu, siyasi partilerin listelerinde yer alan Türk kökenli adaylara mı verelim, yoksa kendilerini soyutlamış olan ve kendi partilerini kurmuş olanlara mı?

İşte bu durum bir kutuplaşma yaratmış durumda. Çok katı olmasa da Türkler arasında bu tartışma sürüp gidiyor.

16 Nisan'da Türkiye'de, Başkanlık sistemini getirecek olan yeni anayasa için referabdum oylaması var. Başkanlık sistemine sıcak bakanlarla, bu sisteme karşı olanların tartışmalarını ibretle izliyoruz.

Ben şahsen, yurtdışında 50 yıldır gazetecilik yapan ve her zaman Türkler'in yanında yer almış olan 'taraflı' bir gazeteci olarak, referandum konusunda tarafsızlığımı ilan ediyorum. Zira, ne 'Vatansever' olarak onurlandırılmaya, ne de 'Vatan haini' olarak damgalanmaya meraklı değilim.

Şimdi bana yine 'Renksiz' diyecekler olacak ama, varsın öyle olsun.

Ben birleştirmekten yanayım.

Gelin siz de öyle yapın.

Gerek Hollanda'da ve gerekse Türkiye'de oyunuzu mutlaka kullanın ve kendi inacınızın doğrultusunda seşim yapın.

Kimin, kime oy verdiği konusunda da meraklı olmayın.

*****

Gurbette meşakkat çeken, birinci nesil Türkler için gözyaşları sel olup taştı

Avrupa'ya Türk işçi göçü 1960'lı yılların başlarında başlamıştı.Önceleri kendi imkanları ile yolculuk yapabilenler düştü yollara...

Daha sonra, ülkelerin devletimiz ile yaptığı ikili anlaşmalar sonrasında akın akın gelmeye başladı Türkler.

Hollanda ile anlaşmamız 1964 yılında imzalanmıştı. Daha önce kendi rizikoları ile Avrupa'ya göçen Türkler'in yerine, sorumlulukları Avrupa devletleri tarafından üstlenen Türkler gelmeye başlamıştı.



Hepsinin buralara geliş amacı, birkaç yıl çalışmak bir traktör, bir ev ve bir tarla parası biriktirmek ve sonra da yuvalarına geri dönmekti.

Ama olmadı. Türkler geldiler ve bir daha geri dönmemek üzere buralara yerleştiler.



Avrupa'ya göç eden Türkler'in, hangi devrelerden ve evrelerden geçtiklerini bu yazımızda sırasıyla okuyacaksınız.

Ama önce, hafta sonunda Amsterdam'da yapılan bir etkinliğe değineyim.

Avrupa'ya gelen birinci nesil Türkler'in çektikleri meşakkatları anmak ve arkalarından gelen ikinci ve üçüncü nesil Türkler'in önlerini nasıl açtıklarını ortaya sermek için çok anlamlı bir etkinlik yapıldı.

'Ahde Vefa' adlı bu etkinliği, İbrahim Çitil'in inisiyatifi ile, Hollanda Sivaslılar Platformu, Hollanda Samsunlular Derneği, Hollanda Karamanlılar Vakfı, Hollanda Konyalılar Vakfı ve Hollanda Türk Müzesi ortaklaşa organize ettiler.



Bu toplantıya, vefa borcu hissedilen birinci nesil Türkler'i temsilen, İbrahim Görmez, Ali Sarı ve naçizane şahsımı konuşmacı olarak davet ettiler.

Amsterdam'daki Hollanda Konyalılar Vakfı salonundaki toplantıya, oturma kapasitesinin üzerinde yüzü aşkın davetli geldi.

Oturumun moderatörlüğünü Hidayet Esenkaya yaptı.

Önce 7 dakikalık bir sinevizyon gösterisi sunuldu. Hedef Medya'dan Ali Andal'ın hazırladığı görüntüler, birici nesil Türkler'in Avrupa'ya göçlerine aitti. Sirkeci garından kalkan kara trenlere doluşan Anadolu'nun genç insanlarının, Münih, Frankfurt, Paris Brüksel ve Amsterdamlar'a nasıl ulaştıklarını, çeşitli şarkılar eşliğinde anlatan görüntüler, katılımcılar üzerinde duygulu anlar yarattı ve hatta gözlerden akan yaşlar sel olup taştı.

Programın yapılması için inisiyatifi ele alan, Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil açış konuşmasını yaptı.



Çitil şöyle konuştu: “ Birinci nesil insanlarımıza şükran borcumuzu bir nebzede olsa ödemek, hayattta olmayanları da rahmetle yad etmek için böyle bir inisiyatif aldık. Teklifi götürdüğümüz diğer dernek ve vakıflar hiç düşünmeden evet dediler. Hollanda’ya ilk gelen nesil için ne yapsak azdır. Onlar ilk teşkilatlanmalardan tutun, dernekleşmeler, vakıflar kurulmasında, camilerimizin açılmasında gece gündüz demeden, çoğu dil bile bilmedikleri halde kendilerinden sonra gelen nesiller için çok çalıştılar. Bize düşen görev onların bu emeklerini unutmadığımızı göstermek, onları onore etmektir”.

Sinevizyon gösterisinden sonra, birinci nesil Türkler'in en şöhretlisi olan İbrahim Görmez konuştu. İbrahim Görmez İzmirliydi. Gömlekçilik yapan bir delikanlıyken İş ve İşçi Bulma Kurumu'na yazıldı ve Almanya'ya gelmek istedi. Ama, Almanya kontenjanının dolu olduğu ve Hollnda'ya bir kişilik kadro olduğunu söylediler. O da Almanya sevdasını bırakıp Hollanda'ya geldi. Deli dolu bir delikanlıydı. Hollanda'da fabrika tezgahlarında ömür tüketmek ona yakışmazdı. Önce kendi işini kurdu, kasaplık ve marketçiliğe başladı. Daha sonra yurttaşların sosyal işleriyle ilgilenmeye başladı. İnançlı yurttaşların namaz kılacak yerleri yoktu. Bu yurttaşlara namaz kılacak mescitler bulmaya başladı. Daha sonra dernekleşme yolunu açtı. Türk İslam Derneği'ni kurdu. Daha sonra dernek sayısı artınca, Hollanda Türk İslam Dernekleri Federasyonu'nu kurdu. Bu federasyona Başkan oldu. Yıllarca verilmiş bir mücadeleden sonra 1986 yılında İslam Yayın Kurumu'nu yaşama geçirdi. Televizyon ve radyo yayınları elde etti. Bu kurumda da başkanlık yapan İbrahim Görmez, daha sonra kendini emekliye ayırdı ama, din hizmetleri konusunda hiç boş durmadı.



ALİ SARI

Toplantının ikinci konuşmacısı Ali Sarı idi. Saçlarına ak düşmüş olan Ali Sarı, Hollanda'ya ilk geldiği zaman bir kablo fabrikasında çalıştı ve Waddixveen'deki Anadolu Kampı'nda barındı. Ali Sarı da, İbrahim Görmez gibi deli dolu bir delikanlıydı. Hollanda macerasında anlatacağı şeyler çoktu. Ama o anlatmadan biz onun neler yaptığını biliyorduk. O da dini hizmet konusunda öncülük yaptı. Dernekleşme sürecinde çok hayırlı işlere imza attı. Şimdilerde, ilerleyen yaşına rağmen sosyal hizmetlerini sürdürmeye devam ediyor.

Üçüncü konuşmacı, naçizane şahsım, kendi yaşam öykümden hiç söz etmedim. Benim yaşam öykümü, az sonra dağıtılacak olan kitabımda okuyabileceklerini bildirdim. Ayrıca ben kendimi vefa borcu hissedilecekler arasında görmediğimi belirttim. Zira ben maaşımı alarak bir görev yapıyordum. Diğerleri ise gönüllü olarak fedakarca çalışıyorlardı.

Hoş, birkaç katılımcı buna itiraz etti ve 'Olur mu İlhan bey, siz Hollanda'da Türkler'e önderlik yaptınız ve her türlü sorunları ile ilgilendiniz' dediler. Sağolsun bu görüşte olanlar.



Ben konuşmamda daha çok, Türkler'in Hollanda'daki yaşamlarından söz ettim.

Türkler'in getirildikleri yerlerde, pansiyonlarda ve kamplarda nasıl üst üste yatırıldıklarını anlattım. Odalara doluşturulan ranza yataklardan söz ettim.

O zamanlar sağlık konusunun çok vahim olduğunu söyledim. Hastalanan Türkler'in evlerine aile doktorlarının değil, işyeri doktorlarının nasıl baskınlar yaptıklarını ve hasta olan Türkleri nasıl cebren işyerine gönderdiklerini anlattım. Bu konu o kadar ciddileşmişti ki, Amsterdam'da NDSM adlı gemi tersanesinde çalışan bir yurttaşımız, evinden geri gönderildiği işyerinde can vermişti.

Aile birleşiminden sonra, iskan sorununun ve çocukların eğitim sorunlarının vahametini anlattım.

Ama ne mutlu ki, çocuklarının refah yaşamı için kendi yaşamlarını cehenneme çevirmiş olan birinci nesil Türkler, fedakarlıklarının semeresini de gördüler. Çocukları iyi eğitim aldılar. Kendi işlerini kurmaya başladılar. İş dünyasında yerlerini aldılar. Daha sonra siyaset dünyasına girdiler ve siyasette yerlerini aldılar.

Şimdilerde de ırkçılık yapılıyor, Türkler yine eskisi gibi horlanıyor ama, çocuklarımız, yani ikinci ve üçüncü nesil Türkler, kendilerini her türlü tehlikeden koruyacak kadar geliştiler.

Program, şair ve yazar Yavuz Nufel,

Gurbetçi’nin destanı, Yıl: 1960

adlı şiirini okuması için davet edildi.

Nufel'in şiirini yazımızın sonunda bulacaksınız.

Daha sonra gerek konuşmacı olarak bizlere ve gerekse salonda bulunan, Türk toplumuna yararı olmuş kişilere plaketler verildi.

Plaket verilenler:

İbrahim Görmez ; (Konyalılar Vakfı Başkanı İsmail Aktaş verdi).

Ali Sarı; (Karamanlılar Federasyon Başkanı Mustafa Duyar verdi)

İlhan Karaçay; (Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil vedi)

Nedim Doruk; (Hollanda Türk Federasyon Genel Sekreteri Saadetti Şimşek verdi)

Abdurrahman Özsoy;(Demircilik Köyü dernek başkanı Nurettin Demir verdi)

Ahmet Evsen; (Türk Evi Başkanı Veyis Güngör verdi)

Necati Koçak; (LAPON Dernek Başkanı Arif Yakışır verdi)

Hasan Gümüş; (Benim Sigortam sahibi Mehmet Keskin verdi)

Nihat Karaman adına HTİB Başkanı Mustafa Ayrancı aldı

Hamit Taş; (Hollanda Samsunlular derneği yönetiminden İsmail Asma verdi)

Şenol Ocaklı; (Hollanda Samsunlular Dernegi Başkanı Mümin Özsoy verdi)

İsmail Biçer; Coşkun Yeğenoğlu verdi

Hollanda Türk Müzesi adına Salih Dadak, Mehmet Tütüncü verdi.)

Ali Andal, (Konyalılar Vakfı Kordinatörü Hidayet Esenkaya verdi).

Bundan sonra yapılacak olan bu tür toplantılara, birinci nesil olarak emeği geçmiş olan isimlerin davet edilmesi dileğiyle toplantı sona erdi.

Ama ben, Hollanda'da birinci nesil Türk olarak emeği geçmiş bazı isimleri burada anmak istiyorum..

Ata Uslu: Hollanda Emirdağlılar Ağası

Nafiz Sungur: (rahmetli) Rotterdam mevlana Camii Başkanı, Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu yöneticisi, İslam Yayın Kurumu yöneticisi

Hamit Taş: Amsterdam Fatih Camii yöneticisi, Federasyon yöneticisi, İslam yayın Kurumu yöneticisi

Şerif Taşdan: Zwolle Camii yöneticisi, Federasyon yöneticisi

Osman Bahadır: Federasyon Başkanı, Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı

İsmet Bicer; Amsterdam Ulu Camii yöneticisi

İbrahim Baygor: Vlaardingen Camii yöneticisi, Federasyon yöneticisi

Cafer Yavuz: (rahmetli) Den Haag Mescid-i Aksa kurucusu, Federasyon kurucu üyesi

Sabri Kenan Bağcı: Hollanda Türk Spor Kulüpleri Federasyonu Başkanı.

Nihat Karaman(rahmetli) Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği HTİB Başkanı

Mehmet Yılmaz:(rahmetli) Den Haag Mescid-i Aksa kurucu üyesi

Şükrü Tetik: (rahmetli)Amsterdam Milliyetçi İşçiler Derneği kurucu üyesi Amsterdam kültür merkezi yöneticisi

Osman Türkmen: Amsterdam Fatih Camii

Osman Çakır: Amsterda Fatih Camii Başkanı

Ramazan Özsoy: Amsterdam Süleymaniye Camii Başkanı

Ömer Korkmaz: Amsterdam kültür merkezi yoneticisi

Abdurrahman Özsoy: Amsterdam İslam Merkezi kurucu üyesi

Sabri Mercümek: Amsterdam Noord Camii yöneticisi

Cemal Emir Mustafa:(rahmetli) Amsterdam Fatih Camii Başkanı

Kazım Gezer: Amsterdam Atatürk Kampı Başkanı

Arif Yüksel: Zaandam. Hoorn ve Medemblik cami yöneticisi

İsmail Polat: Atatürkçüler Derneği kurucu üyesi

Muhittin Biber: (rahmetli)Amsterdam İslam Merkezi kurucu üyesi

Hayrettin Alpagot: (rahmetli) Amsterdam Milliyetçi İşçiler Derneği kurucu Başkanı

Arslan Coskunsu: Hengelo HDV Camii Baskanı.

Mustafa Dokudur: (rahmetli) Milliyetçi İşçiler Derneği üyesi, Ulu Camii Başkanı

Ahmet Aktaş: Amsterdam Selimiye Camii Başkanı

Mürsel Turhal: Amsterdam Ulu Camii, Amsterdam Noord Camii yönetim kurulu üyesi

Metin Eroglu: Zwollo Ulu Camii Başkanı.

Hüseyin Dede Aksar: (rahmetli) Hollanda Türk Federasyon Başkanı

Necati Genç: İlk tercümanlardan.

Hasan Güney: Leiden İslam Derneği Başkanı

Yusuf Küçükşen: Leiden'de tercüman.

Ayrıca, Ahmet Dayan, Gökhan Germeyan, İnanç Kutluer, Talip Demirhan. Orhan Yılman.Kamil Sulu, Hasan Gülşen, Erkan Tapan, Türker Atabek, Emin Ateş, Osman Kuzucuoğlu, Orhan Yılman, Göhan Germeyan, Oktay Mutlu (rahmetli), Erdinç Türkcan (rahmetli),Raman Domaniç. Osman Kuzucuoğlu, Veyis Şenyürek, Şaban Sevinç, Şerif Taşdan , Yılmaz Kahvecioglu, Nuri Bakaryıldız, Korkmaz Ağacık, Veyis Şentürk, Metin Eroğlu, Kamber Uludağ, Cemal Kapıkıran, Veli Çınar (Rahmetli), Mehmet Telli, Memduh kahraman, Arif Kahyaoğlu, Esma Yiğitoğlu, Atiye Hamudoğlu, Arife Kayış, Nuran Turan, Hasip Turan, Ferruh Başaran, gibi isimler de unutulmamalıdır.





YAVUZ NUFEL'DEN Gurbetçi’nin Destanı Yıl: 1960

bir çift öküz, birkaç dönüm tarla

tek düşünce kafalarda

bir gayret ki sorma

demir gibiydiler, çalıştıkça parladılar

Hitler’in dullarına

aç kurt gibi saldırdılar

izin:

ilk fark başındaki tüylü “alaman şapka”

ve giderken sırtına giydiği urba

daha da önemlisi

memurun, öğretmenin boynunda olur

diye bilinen medeniyet yuları kravat

Hasan’ın boğazındaydı bizzat

“Alamanya” diye başlayınca konuşmaya

uçan sinekler bile hazır ola durmakta

“Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat...”

deme fırsatı vermeden köylüye

kasabaya pantolon götürdü

terzi adaşına ütüye

alıp radyosunu kolunun altına

çıktı öğle sonu köy meydanına

her lafın başı

“Alamanya bir başka”

zengin-fakir geliyordu tam gaz aşka

ilk gece beğenmedi yer yatağını

sabaha kadar övdükçe övdü

Alamanya’daki somyasını

yemek yediği çanak

karısı ile Helga’daki yanak

arada dağlar kadar fark

akşam olup hava kararınca

hasretle helaline sarılınca

beline dolanınca

koklayınca, okşayınca

“ah” çekti

için için kızdı köpürdü Hasan

Helga’nın cilvelerini Hatça’da bulamayınca

45’lik plaklarda hasret hasret

susmak bilmezken Yüksel Özkasap

Hasan(lar) da değişmişti

bir yıl önce köyde yapılan hesap



yıl: 2000

usta, bizim ele varınca

de ki “Gördüklerim birer karınca

el-ayak çekilip hava kararınca

sırtlarındaki buğdayları bırakınca

vatana özlem, satana sitem

ezilmişliğe, unutulmuşluğa

yanık bir ezgi ağızlarda

buruk...”

müsaadenle içine karışıyorum biraz

ammâ

buralarda ne ilkbahar gördük, ne de yaz

mevsimlerin hep sonbahar olduğunu yaz

eğer bizi sual eden olursa

“Dönen çarkın dişlisi değil ammâ

dişlilerin arasında yağ olmuşlar;

çarıklarını çıkarmışlar,

karınlarını doyurmuşlar,

paralar kazanmışlar;

yüreklerinin yarısını

geldikleri yerde bırakmışlar;

hallerini anlatacak yâr bir yana,

yazdıracak ‘kâtip’ bile bulamamışlar.”

diye anlat, diye yaz

...

hani o türküye inat

ne buraları mesken tutabildik

ne de sıla’da sevdiğimizi unutabildik

gördün değil mi Usta

insanların “insan”a susamışlarını

duydun değil mi Usta

altın kafes kuşlarının haykırışlarını

“İlle de vatan, ille de vatan”!

ya 20’sinde, 30’unda, 40’ında , 60’ında

çocukların şarkısını

“Orada bir köy var uzakta,

o köy bizim köyümüzdür.”

duymasan da anladın çok iyi biliyorum

“o şarkı”yı artık ben de söylüyorum

ya da “25, 30, 40 yıl oldu geleli”

sözleri dökülürken ağızlardan

ses tonlarındaki hüzün farksız mıydı

“Dönülmez akşamın ufkundayız,

vakit çok geç” mısralarından

ışığı gördün mü Usta

“Hoş geldin”lerde

hasret hasret parlayan

“Güle güle”lerde

gönül deryasında yakamozu andıran

bu hikâye “bir yol hikâyesi” değil Usta

‘60’larda buralara yollanan

yeni, sen-ben henüz doğmadan

70 sent için bir ara hatırlanan

ve yine unutulan

milyonların sesi

bir tas çorbanın hikâyesidir

burası Almanya’dır

Hollanda’dır

Belçika’dır

Fransa’dır, gurbettir

el kapısıdır

“Yâd eller” denen yerdir

Ali’lerin, Veli’lerin

Hasan’ların, Mehmet’lerin

Ayşe’lerin, Fatma’ların

zoraki

ikinci vatanıdır

şikâyet mi

hâşâ, ne hakla

40 yıldır yazılmamış

Gurbetçi ‘nin Destanı’dır



Yavuz Nufel

*****

Böylesi Hollandalı da var!

Camiye saldırıyı önlemek için etten duvar ördüler

Kanada’nın Quebec eyaletinde, aynı zamanda cami olarak kullanılan Quebec City İslam Kültür Merkezi’ne, yatsı namazı sırasında yapılan silahlı saldırı sonucu 6 kişinin yaşamını yitirmesine en anlamlı tepki, Rotterdam’da ikamet eden Hıristiyanlar'dan geldi. Rotterdam halkı, Müslümanlar'ın namazlarını güvenli bir şekilde eda etmeleri için Essalam Camisi'nin etrafında el ele tutuşup ‘kalkan’ oldular. Eylem, Hollanda’da 15 mart milletvekilliği seçimleri öncesinde, İslam karşıtı söylemleri ile tepkiler çeken Wilders ve ekibine mesaj olarak yorumlandı.



HERKES DİN KORKUSU OLMADAN YAŞAMA HAKKINA SAHİPTİR

Esselam Camisi'nde namaz öncesi toplanan Hollandalılar, namaz sırasında cami etrafında el ele tutuşarak halka oluşturdular ve namaz bitimine kadar bu duruşlarını korudular. “Herkes din korkusu olmadan yaşama hakkına sahiptir” diyen Roterdamlı Hıristiyanlar'ın bu duruşu ülke çapında büyük taktir gördü.

“MÜSLÜMANLARIN YANINDAYIZ”

Kanada’da yaşanılan talihsiz olayı şiddetle kınadıklarını söyleyen Hollandalı Helana van der Vries, Müslümanlar'ın Rotterdam’da endişeyle yaşamalarına gerek olmadığını, onların yanında olduklarını, destek olmak için bu eylemde bulunduklarını ifade etti. Vries, “Kanada’da bir camiye geçen hafta pazar gecesi yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum. Orada hayatını kaybeden masum 6 kişinin öldürülmesini şiddetle kınıyorum. Biz 200 kişi cami etrafında bir daire yaparak hem bu eylemi kınadık. Hem de Müslümanların inançlarını güven içinde yapmalarını sağlamaya çalıştık. daha doğrusu onların yanında olduklarımızı belirtmek istedik.” dedi.



“BİR KAÇ KENİDİNİ BİLMEZİN IRKÇI SÖYLEMLERİ BİZLERİ ETKİLEMEZ”

Rotterdamlı bir emekli sağlıkçı olan Henk Kruegel ise, “Kesinlikle Müslümanların kendilerini yalnız hissetmemelerini Hollanda’da özgürce dinlerini yaşamaları için, rahat olmalarını istiyoruz. Endişeye gerek yok. Bu camilerde aslında hepimizin. Hollanda’nın bir değerleridir Müslümanlar. Bir kaç kendini bilmezin ırkçı söylemleri bizleri etkilemez.” diye konuştu.

“HOLLANDA VE ROTTERDAM HEPİMİZİN”

Yahudi sinagogları ve kurumların rutin tehdit altında olduğunu, onların yerlerinin sıkı korunduğu gibi camilerin de sıkı bir koruma altında olması gerektiğini belirten eğitimci Jan van Heijden ise şunları söyledi: ''Hollanda’da bütün Yahudi kurumlar korunur. Yahudi mezarlıklarının korumak için çakışmalar olduğunu biliyorum. Benim görüşüme göre bu Yahudi toplumuna karşı dayanışma benzer bir hareket. Rotterdam Esselam Camiinde ibadetlerini yapanları dışarıda el ele tutuşarak korumak sön derece önemli idi. Bu duyarlı eylemin yıl boyunca farklı şehir ve camilerde devam etmesini karşılıklı dayanışmanın artmasını temenni ediyorum. Hollanda ve Rotterdam hepimizin.”

Haber: DOĞUŞ-MURAT KANİ

*****

Amsterdam Tartışmaları'nın 50'ncisinde Türk girişimciliği ele alındı

Türk Girişimciler, sızlanmaktan vazgeçip kendi gücümüzün farkına varmamız gerektiği uyarısında bulundular

AMSTERDAM,- Hollanda'da markalaşan 'Amsterdam Tartışmaları’nın 50'ncisi, “Diaspora, Sivil Diplomasi ve Türk Girişimcilerin Katma Değeri” temasıyla gerçekleştirildi.

Ahmet Suat Arı'nın moderatörlüğünde yapılan tartışmaya, Hollanda’nın tanınmış girişimcilerinden, aynı zamanda da Hollanda Türk İşadamları Derneği (HOTİAD) yöneticileri, Hikmet Gürcüoğlu, Şerif Aktürk veİsmail Üngüç konuşmacı olarak katıldılar.



Tartışma konuşmacıların iş hayatına atılma hikayeleri ile başladı. Konuşmacıların her birinin ayrı ayrı ilginç hikayeleri vardı. Ama hepsinin bu başarılı noktaya gelmelerinin nedeninin, 'Çok çalışmak ve yaptıkları işe inanıp profesyonel yaklaşımları' ile mümkün olduğu anlaşıldı.

Et ürünleri imalatçısı Koç Vleeswaren ortaklarından olan Hikmet Gürcüoğlu, Hollanda’ya okumak amacıyla gelip, Delft Teknik Üniversitesi'nden petrol yüksek mühendisi olarak mezun olmuş. Ancak, eğitimin ardından ağabeyinin başlattığı aile şirketinde çalışma hayatına başlamış.

Peynir üreticisi Kaasmakerij Özgazi sahibi Şerif Aktürk de, Almanya’ya okumak için gelmiş ve Aachen Üniversitesi'nde lisans ve yüksek lisans eğitimi alarak makine yüksek mühendisi olmuş. Akabinde de evlilik yoluyla Hollanda’ya gelmiş. Peynir işine de bir arkadaşının tesadüfen yaşadığı bir tecrübe sayesinde girmiş.

Gıda maddeleri toptancılığı yapan Serhat İmpex’in kurucusu İsmail Üngüç ise, 17 yaşında cebine 100 gulden konarak Hollanda’ya salınmış ve adeta 'ne halin varsa gör' denilmiştir. Her ne kadar İsmail Üngüç, şimdilerde kendini emekliye ayırmış ve işleri oğluna devretmiş.



Gerek Kaasmakerij Özgazi gerekse Koç Vleeswaren, sadece Hollanda ile sınırlı kalmayıp tüm Avrupa’ya yönelik ticaret yapıyorlar. Kaasmakerij Özgazi, yaklaşık 120 milyon avroluk yatırımla, dünyanın en modern beyaz peynir tesislerine sahiptir ve ürünleri 43 ülkeye pazarlanmaktadır. Raflardaki süt ve süt ürünlerinin (beyaz peynir, ayran, yoğurt gibi) neredeyse tamamı Özgazi tarafından üretilip, farklı markalarla müşteriye sunulmaktadır.



Koç Vleeswaren firması da, yine aynı şekilde kendi markaları olan Koç ve Sancak dışında farklı marka adlarıyla et mamülleri satışı yapmaktadır.

Tüm konuşmacıların üzerinde hemfikir oldukları en önemli husus, kendilerinin sadece girişimci olmadıkları, aynı zamanda kendilerini hem yaşadığımız ülke toplumuna hem de Türk toplumuna karşı sorumlu hisseden bireyler olduklarıdır. Bunun getirdiği sorumlulukla da, gerek organize, gerekse ferdi olarak topluma hizmet etmeye çalıştıkları görülmektedir.



HOTIAD ve CPD (Centre for Public Debate) gibi tanınmış oluşumların yanı sıra, inen başka kurumlara da destek vermekte olan Hikmet Gürcüoğlu yaptığı konuşmada, mevcut konjonktür ve Türkler'in konumunu değerlendirirken, Hollanda’da toz duman ve gürültü altında olduğumuzu, ırkçı ve ayrımcı söylemlere gündelik olarak muhatap olduğumuzu, ancak bizim bunlara prim vermeyerek, bardağın dolu tarafına bakmamız gerektiğinin altını çizdi. Madalyonun diğer yüzünün daha parlak olduğunu ve bizim de yılmadan mücadeleye devam etmemiz gerektiğini söyleyen Gürcüoğlu, Türkler'in Hollanda’da iki alanda kabuklarını kırdıklarını söyledi. Bunlardan birisinin girişimcilik, diğerinin de eğitim olduğunu ve 25 bine yakın girişimcinin, yaklaşık 100 bin ailenin ¼’ini oluşurduğunu söyleyen Gürcüoğlu, aynı durumun eğitim için de geçerli olduğunu söyledi. Bunun ciddi bir potansiyel olduğunu ve iyi yönlendirilmesi gerektiğini söyleyen Gürcüoğlu, HOTIAD’ın da bu amaçla ortaya çıktığını sözlerine ekledi. 2004 yılında kurulan ve 30 üyesi olan bu girişimci derneğinin kendisine iki hedef koyduğunu, bunlardan birisinin Hollanda kurum ve kuruluşları nezdinde muhatap kurum olmak, diğeri de Türk toplumunun itici gücü olmak olduğunu söyleyen Gürcüoğlu, HOTIAD’ın bu yolda ciddi kazanımları olduğunun altını çizdi. Gürcüoğlu, kendilerinin artık hem meslek örgütleri tarafından hem de siyasiler tarafından muhatap kabul edildiğini, değişik faaliyetlerle özellikle gençleri farklı alanlarda başarılı olmaya teşvik eden projeler geliştirdiklerini de katılımcılarla paylaştı. Gürcüoğlu, artık sızlanmaktan vazgeçip kendi gücümüzün farkına varmamız gerektiğini ve bunun için de alanında başarılı girişimcileri, gençlerle buluşturmaya çalıştıklarını söyledi. HOTIAD olarak sadece girişimcilere değil aynı zamanda Türk diasporasının konumu ve çıkarlarına yönelik çalışmalara da destek verdiklerini söyleyen Gürcüoğlu, CPD’ye (Centre for Public Debate) hem kendisinin yönetim kurulu üyesi olarak, hem de HOTIAD’ın kurum olarak ciddi maddi destek verdiği söyledi.

Tartışmada 50 yılı aşkın göç sürecinin bu aşamasında, artık sadece kendi etnik grubuna yönelik girişimciliğin yaşama hakkının olmadığına, hem çeşitliliğin hem de profesyonelliğin geliştirilmesinin elzem olduğuna da vurgu yapıldı. Gürcüoğlu’na göre çeşitlilik noktasında ciddi gelişme söz konusuyken, Şerif Aktürk ise, bu alanda anlayış problemlerinin olduğuna dikkat çekti. 25 bine yakın girişimci olmasına rağmen nitelik konusunda ciddi sıkıntılar olduğunu söyleyen Aktürk, ciddi bir işletme planı eksikliği, yanlış bütçe yönlendirmesi ve profesyonelliğe uymayan tavırların da gözlemlendiğini söyledi.

Şerif Aktürk’ün altını çizdiği bir başka önemli husus da, rakiplerin takındıkları tavır oldu. Aktürk, bu büyük işletmelerin ya rekabet yoluyla ya da satın alma yoluyla girişimcilerin önünü kesmeye çalıştıklarını, haliyle onlarla baş edebilmek için de onların sahalarına girilmemesi gerektiğini söyledi.

Üçüncü konuşmacı İsmail Üngüç ise, Türkler'in girişimciliğinin korkusuzca devam ettiğini, Türkler'in girişimcilik cesaretinin Hollandalılarca anlaşılmayacak kadar yüksek olduğunu vurguladı. Üngüç, üçüncü ve dördüncü nesil Türkler'in daha da başarılı olacaklarına inandığını belirtti.

Sonuç olarak da Türk girişimcilerin sadece gelir elde etmek isteyen fertler olmadığı, onların aynı zamanda toplumsal sorumluluk da taşıdıkları ve bu uğurda maddi ve manevi katkı sağlamayı tabii bir tavır olarak gördüklerine vurgu yapılırken, toplumda ayakların yere sağlam basabilmesi için her alanda başarılı olunması gerektiği ve girişimcilerin de bu noktada ciddi sorumlulukları olduğu anlaşıldı.

*****

BAŞBAKAN RUTTE'NİN YÜZ KARASI İLANINA TEPKİMİZE GELEN TEPKİLER!

Başbakan Rutte'nin tam sayfalık yüz karası ilanına gösterdiğimiz tepkiye, pek çok olumlu reaksiyon aldığımız gibi, birkaç da olumsuz tepki aldık.

İsminin açıklanmasını istemeyen bir okurum, da bu konuda bir tepki göndermiş.

Düzeyli bir şekilde kaleme alınmış olan bu yanıtı, tabii ki etikliğe yakışır bir şekilde aynen yayınlamam lazım.

Ne var ki, okurumun itiraz ettiği konuların çoğu benim değil, Veyis Güngör'ün yorumudur. Okurumuzun eleştirisini Veyis Güngör'e gönderdim. Güngör'ün yanıtını aşağıda bulacaksınız. Tabii ki daha sonra ben de nihai görüşümü belirteceğim.

Veyis Güngör'ün yanıtına yer vermeden önce, ben de birkaç söz söylemek istiyorum.

Okur dostumuz, buradaki Türkler'in yaşamı hakkında genel bir yakıştırma yapmış.

Türkler'i adeta asalak yerine koymuş ve kahvehanelerde okey oynayarak vakit kaybeden hiç'ler olarak damgalamış. Aynı Türkler'in dönercilikten öteye gidemediklerini de vurgulamış.

Bu tabii ki doğru bir saptama değil.

Türkler'in dönercilikten öteye gidemedikleri vurgusu çok yanlıştır. Yüzlerce işçi çalıştıran Türkler olduğu gibi, iş dünyasında ve siyasette ileriye gitmiş Türkler'in var olduğu inkar edilemez.

'Sosyal ödenek alıp sabahtan akşama kahvehanelerde okey oynayan Türkler' iddiasına gelince:

Bu konuyu böyle değerlendirmek doğru olmaz. Türkler buraya geldiler, çalıştılar, Hollanda ekonomisinin gelişmesine katkıda bulundular.

Şimdilerde, tıpkı Hollandalılar gibi işleri biten Türkler'in kahvehanelerde dostları ve hemşerileriyle biraraya gelerek okey oynamalarında hiçbir sakınca yok. İşsiz Türkler öyle yaşıyorlarsa, işsiz Hollandalılar da, ya balık tutuyorlardır, ya heteroseksüel veya biseksüel olarak sevgilileri ile beraberdir, ya da evlerinde pinekliyorlardır. Bu durumda kimin ne yaptığı hiç kimseyi ilgilendirmemelidir.

Ama gözü kapalı olarak Türk toplumunu suçlamak doğru değildir.

Şimdi öncelikle anonim kalmak isteyen okurumun yazdıklarına bakalım:

(Okurumuzun satırlarından sonra büyük harf ile yazılanlar, benim anlık yanıtımdır)



''Sayın İlhan bey,

Başbakan Rutte'nin yazısına reaksiyonununzu okudum. Yazınızı hiç beğenmedim. Bunca yıldır Hollanda'da yaşayan biri olan sizden daha mantıklı bir yazı beklerdim.

'İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır' derler.

Yazmışsınız ki:

Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.”

Kimmiş bu kafir Allah aşkına? (Benim yanıtım:VEYİS GÜNGÖR, HİÇBİR HOLLANDALI'YA KAFİR DENİLMEDİĞİNİ, BU SÖZÜN O ZAMANKİ ATMOSFER İÇİNDE SÖYLENDİĞİNİ İFADE ETMİŞ. ASLINDA ARAMIZDA KAFİRLER DE VARDIR. ALLAH'A İNANMAYANLARA KAFİR DENİR Kİ, TÜRKİYE'DE DE VARDIR HOLLANDA'DA DA...)

Okurum devam ediyor: Ben size söyliyeyim kimin kafir olduğunu:

17 aylık bebeğe hem arkadan hem önden defalarca tecavüz eden 60'lık dedeler. Bunlar beş vakit namaz kılıyorlar. (Benim yanıtım:ALLAH BELALARINI VERSİN.BU BENZETME ÇOK ABES OLDU. BİZİM KONUMUZ İLE İLGİSİ YOK))

Malatyada kimsesizler yurdunda çocukları sıcak suyla haşlayan başörtülü öğretmenler. DNA ellerine bulaştı diye Özgecan'ın ellerini kesen beş vakit namaz kılan dini bütün caniler. (Benim yanıtım:BUNLARIN DA ALLAH BELASINI VERSİN. ÖZGECAN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ZAMAN ORADAYDIM. TÖRENLERE KATILDIM VE MEZARINA GİTTİM)

Her gün karısını döven sonra da camiye giden alçaklar.

Çoluğunun, çocuğunun rızkını kumara veren cahiller.

Hollanda'da her türlü ahlaksızlığı yapan, beş vakit namaz kılan camiden çıkmayan müslümanlar.

Karısından boşanıp devletten para sızdıran sonra da evli olmadığı karısı ile zina yapan müslümanlar. (Benim yanıtım:BU AYDIKLARINIZ DA LANETLİK)

Bütün gece kumar oynayıp, sonrada devletten uitkering (ödenek) alanlar.

Vergi sistemindeki açıklardan faydalanıp devleti dolandıranlar

Vesaire, vesaire. (Benim yanıtım:BUNU YAPAN HOLLANDALILAR DA VAR)

Birde siz kalkmışsınız adamlara, kafir diyorsunuz. Buna ekmek teknenize tükürmek derler. (Benim yanıtım:BİZ YEDİĞİMİZ KABA TÜKÜRMEYİZ)

Rutte'nin dediği yalanmı? Ya kendini düzelt, ya da defol diyor adam. Yani yine sana şans veriyor.

Bunun karşılığında sizin söylediğiniz şudur:

Hayır ben her türlü ahlaksızlığı yaparım. Sen ahlaksızlık yapma dersen, sen kafirsin, ırkçısın.

Böyle haksızlık yaparsanız adamlara karşı, o zaman kimse sizi ciddiye almaz.

(Benim yanıtım: HAYIR, BİZ HİÇ BİR ZAMAN AHLAKSIZLIK YAPMAYIZ VE TEŞVİK DE ETMEYİZ. KALDI Kİ BAŞBAKAN RUTTE VE BENZERLERİ BUNU İFADE ETMİYORLAR. ONLAR BİZE, 'SİYASETE KARIŞMAYIN, YÖNETİMDE OLMAYIN, ZENGİNLEŞMEYİN, KÖŞENİZDE SESSİZCE OTURUN' DİYORLAR.)



Okurum devam ediyor: Hatırlıyorum, 20 sene kadar önce bir yazınızı okumuştum. Bir iki Türk gencinin başarılı olduğunu yazmıştınız. Ve 'böyle giderse 20 sene sonra Hollanda'yı ele geçiririz' diye yazmıştınız.

Maalesef sizin vizyonunuz gerçekleşmedi. Birkaç istisnalar haricinde dönercinin oğlu dönerci oldu. Ne doğru dürüst Türkçe, ne de doğru dürüst Hollanda'ca konuşan, ilkokul mezunu Türk gençleri ile doldu ortalık. Yegane gelişme, bir zamanlar € 5 olan döner ekmek, şimdi € 2 oldu.

( Benim yanıtım:20 YIL ÖNCE, TÜRKİYE'Yİ AVRUPA BİRLİĞİ'NE ALIP ALMAMA KONUSU TARTIŞILIYORDU. BEN DE O ZAMAN, 'BOŞ VERİN, BİZ NASIL OLSA AVRUPAYI İSTİLA ETTİK BİLE' GİBİSİNDEN ESPRİLİ ŞEYLER YAZMIŞTIM.)

Okurum devam ediyor: Ben herzaman söylüyorum:

'Hakiki müslümanlar Hollanda'lı Hıristiyanlardır' diye.

Öyle kafir falan diyerek, Hollanda'lılara hakaret etmeye hiç hakkınız olmadığını düşünüyorum.

(Benim yanıtım:SİZE KATILIYORUM. ALLAH VE PEYGAMBERE İNANANLAR, İYİ DİNDARLARDIR.)

Yani Rutte' nin demek istedigi, 'ya adam ol insan gibi yasa, ya da defol git.'

Yani şimdi siz diyorsunuz ki:

'Hayır ben insan gibi yaşamıyacağım, her türlü haltı yapacağım, toplum huzurunu bozacağım ve senin inadına burda kalacağım. Eğer sen bana git dersen sen ırkçısın, kafirsin'.

( Benim yanıtım:HAYIR, BAŞBAKAN RUTTE VE GİBİLERİ, YABANCILARIN İÇTİMAİ DURUMLARININ YÜKSELMESİNİ İSTEMİYORLAR. BAŞINDAN BERİ 'BİZE UYUM SAĞLAYIN'. DİYORLAR. BİZ DE ONLARA UYMAYA ÇALIŞIYORUZ. MEDYADA HER GÜN YÜZLERCE DEFA DUYDUĞUMUZ CİNSEL İLİŞKİ HİKAYELERİNE GÖZ YUMDUK. GAZETELERE İLAN VERİP,

' GELİN SEKS YAPALIM' DİYEN KOMŞU KADINA DA GÖZ YUMDUK. YAVRULARIMIZA TECAVÜZ EDEN VE HATTA ÖLDÜREN PEDOFİLLER'İN SİYASİ PARTİ KURMA İSTEKLERİNE DE GÖZ YUMDUK. HER YERDE ULUORTA UYUŞTURUCU KULLANANLARA VE ONLARI SEYREDEN POLİSLERE DE ALIŞTIK. BİZ KENDİ NORM VE DEĞERLERİMİZDEN ÇOK HOLLANDALILAR'IN NORM VE DEĞERLERİNE DEĞER VERDİK.

O NEDENLE BİZ HİÇBİR ZAMAN, 'BEN İNSAN GİBİ YAŞAMAYACAĞIM, HER TÜRLÜ HALTI YAPACAĞIM, TOPLUM HUZURUNU BOZACAĞIM VE SENİN İNADINA BURADA KALACAĞIM' GİBİ LAFLAR DA ETMEYİZ.

Değerli İlhan bey, buna kargalar bile güler.

(Benim yanıtım:BİZ KARGALARI GÜLDÜRMEK İÇİN DEĞİL, VARLIĞIMIZA VE HAKLARIMIZA İNSAFSIZCA SALDIRANLARI ELEŞTİRMEK VE TOPLUMU AYDINLATMAK İÇİN YAZIYORUZ)

VEYİS GÜNGÖR'ÜN YANITI

Veyis Güngör'ün bu konudaki yanıtından sonra konuya yeniden gireceğim.

Şimdi Güngör'ün yanıtına bir bakalım:

''İsminin açıklanmasını istemeyen okuyucunun iddialarını okudum. Bende ilk oluşan kanaat, sayın okurun, hem bizim Başbakan Rutte’ye verdiğimiz cevabı hem Piri Türkistan Hoca Ahmed'e yaklaşımımızı anlamadığı yönündedir. Yaptığım yorum bir defa daha okununca görülecektir ki, sayın okurun anladığı gibi ‘Biz Hollanda’da her haltı işleriz, ama yine burada kalırız’ gibi bir yorum asla çıkmaz. Aksine, Holllanda’nın şu an içinde bulunduğu çok yönlü krizde, bizim de sorumluluğumuzun olduğunu ve üzerimize düşeni yapmak istediğimizi anlatmaya çalışıyoruz. Hollanda gerçeklerinin, bir çok kültürlü toplum yansıttığını, böyle bir toplumda farklılıkların tehlike değil, tam aksine zenginlik olarak değerlendirilmesini teklif ediyoruz. Ve diyoruz ki, biz Türkler tarih içerisinde çok kültürlü, farklı dinlere mensup insanların birlikte yaşadıkları toplum tecrübesine sahibiz. Tarihte bunun örnekleri var diyoruz. İşte bu örneklerden biri de, Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin Orta Asya’da, öğrencilerinin de Anadolu’da yaşadığı dönemlerdir. Bu dönemlerde de, bugün Avrupa’da radikalimz korkusunun hakim olduğu gibi, Anadolu’da da bir taraftan Moğol istilası, diğer taraftan beyllikler arasındaki kavga ve bunun ortaya çıkardığı korku. Ve böyle çalkantılı süreçte, Hoca Ahmed Yesevi’nin, Mevlana Celaleddin Rumi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin ortaya koydukları birlikte yaşama reçetesi. Ki, bu reçetenin olmazsa olmazı: kalp kırmamak, kafir bile olsa kalp kırmamak. Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevmek prensibi var. Burada bir ölçü ve vizyon var. Bir İslam anlayışı var. Türkler'in İslam dinini yorumlaması var. İşte bu yorumlama Anadolu’da, Balkanlar’da yüz yıllarca farklı etnik, kültür ve dinlere mensup toplulukları bir arada yaşamasını sağladı.

Buradan hareketle bizim önerimiz, Avrupa’nın bizim tarihi tecrübemizden yararlanması yönündedir. Tabii ki ilk önce, bu tecrübeyi ve anlayışı Avrupa’daki Müslümanlar ve hasseten gençler idrak etmeliler, öğrenmeliler. Tarih ve medeniyet refranslarımızı yeniden okuyarak, günümüz şartlarına aktüelize etmeliler.



Evet, bu satırlardan da anlaşılacağı gibi, sayın okurun topladığı en marjinal örnekler, bizim İslam anlayışımıza taban tabana terstir. Tasvip edilemez, savunulamaz. Tabii ki okurun verdiği müslüman örneği asla genellenemez. Ne yazık ki, günümüzde bir kısım müslümanlar beş vakit namazlarını kıldıkları halde, ticarette ve sosyal ilişkilerde bencil, yani acımasız birisi olabiliyorlar. Bu İslam’ın sorunu değil, bu o işi yapan müslümanın sorunudur. Bu anlaşılmaz davranıştan vazgeçilmelidir.''

GENELLEME YANLIŞ OLUR

Veyis Güngör; okurumuzun tepkisine yanıt verirken, okur kardeşimizden birkaç not daha geldi. Bu notlarda, Türk toplumuna, Türkiye'ye, şahsıma ve Osmanlı İmparatorlığu'na da eleştiri devam etti.



Okurum, Veyis Güngör'ün yazdıklarını benim yazdığımı zannetmiş. Hoş, yazıma eklediğim her türlü yorumdan ben de sorumluyumdur ama, değişik görüşleri okuyucunun bilgisine sunmak da boynumuzun borcudur. Tıpkı, okur kardeşimizin görüşünü ve tepkisini aynen yayınlamak gibi...

Veyis Güngör, okura verdiği yanıtında, hiçbir Hollandalı'ya kafir demediğini belirtiyor. Doğrudur da. Ahmet Yesevi'nin söylediği o yüce söz, o zamanın şartlarına göre söylenmiş bir sözdür.

Okurumuzun verdiği, 17 aylık bebeğe tecavüz, Özgecan'a saldırı, karısını dövme, kumar oynama gibi örneklerin, konumuzla alakası olmamalıdır. O tür eleştrileri biz de çok yapmışızdır.

İyi bir okurum olduğuna inandığım bu kardeşimizin, 20 yıl önce yayınladığım bir yoruma işaret etmesi aslında sevindiricidir. Ama o yayın için suçlaması iç açıcı değildir.

Yirmi yıl önce ben, gençlerimizin başarıları sonrasında, 'Böyle giderse 20 sene sonra Hollanda'yı ele geçiririz' diye yazmışım ama, benim dediğim olmamış ve dönercinin oğlu dönerci kalmış.

Ben 20 yıl önceki o yazıyı, sanırım Avrupa Birliği'ne alınıp alınmama konusu tartışılırken yazmıştım. Avrupalılar bizi bu Birliğe almayacaklarmış. Ben de o zaman, 'Boş verin almasınlar, 20 yıl sonra biz zaten Avrupa'yı istila etmiş olacağız' diye esprili bir şey yazmışımdır. Öylesi eğlendirici deyimleri bu kadar ciddiye almanın alemi yoktur.

Hem de 20 yıl sonra...

Okur kardeşime şunu da hatırlatmak isterim. Başbakan Rutte'nin tam sayfalık ilanı, pek çok Hollandalı tarafından da tenkit edildi. Siyasetçiler ve yazarlar sert tepki gösterdiler. Başbakan'ın bağlı olduğu VVD Partisi'nin duayeni ve Onursal Başkanı Hans Wiegel, önceki günkü radyo konuşmasında, Başbakan'ın o tam sayfalık ilanının hiç de yararlı olmayacağını, bunun sadece popülizm olduğunu söyledi ve, ırkçı Wilders'in seçmenlerinden hiçbirinin Başbakan'ın partisine bu ilan nedeniyle oy vermeyeceğini irei sürdü.

*****

Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Fatih Okumuş:

Türkiye hep Batı'ya baktı, Doğu'yu hiç dikkate almadı

Türkevi Konuşmaları'nın 5'incisinde konuşan Fatih Okumuş: “Kültür diplomasisi için, bir Gül Babanız, bir Ahmed Yesevi’niz, bir Sarı Saltuk’unuz olmalı. Müzeniz, Ebru’nuz, Ney’iniz, mutfağınız olmalı...”



İlhan KARAÇAY'ın haberi:



Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Fatih Okmuş, Türkevi'nde yapılan söyleşide Veyis Güngör ve Kamil Saygı'nın sorularına ilginç yanıtlar verdi



Amsterdam Türkevi Araşatırmalar Merkezi'nin periyodik olarak düzenlediği, Türkevi Konuşmaları'nın 5'incisinin konuğu, Yunus Emre Enstitüsü'nün Müdürü Fatih Okumuş oldu. Veyis Güngör ve Kamil Saygı'nın sorularını yanıtlayan Okumuş'u dinlemeye gelenler, bugüne kadar hiç gündeme gelmemiş fikirler ile beslendiler.

İşte, Fatih Okumuş'a Veyis Güngör ve Kamil Saygı tarafından yöneltilen sorular ve ilginç cevapları:

Soru: Türk Dış politikasında bir eksen değişimi yaşandı: Türkiye son yıllarda edilgenlikten etkenliğe geçiş süreci yaşıyor. Dış politika da bu yönde yeniden tanımlanıyor. Yunus Emre Enstitüleri'nin kuruluşu değişimle bağlantılı mıdır?



Okumuş: Evet. Bilyorsunuz “Türkiye’nin boyun ağrılar”ndan söz ediyordu üstad Nuri Pakdil, yetmişlerin sonunda seksenlerin başında... Türkiye yıllarca yönünü Batı’ya çevirdi. Yani tek boyutlu bir dış politika izledi. Yönü hep Batı’ya döndüğü için sağındaki ve solundaki ülkelere bakmadı. Seksenlerin ortalarından itibaren, dünyada değişiklikler oldu. Berlin duvarı yıkıldı. Soğuk savaş döneminin çift kutuplu politikası yerini çok yönlü dış politikalara bıraktı. Amerika, Rusya, İran da dış politikalarını değiştirdiler. Mesela İran, bir konuda Rusya ile çalışırken, bir başka konuda Amerika’yla çalışabiliyor. Türkiye de öyle. Çok yönlü dış politikaya geçiş, bizim boyun ağrılarından kurtulmamızı sağladı. Türkiye’nin dış politikası dünyadaki trendlerle uyum içerisinde değişti.



Türkevi'nde Fatih Okumuş ile yapılan söyleşiyi izleyen konuklar ilginç yanıtlar ile beslendiler

Mesela yumuşak güç kullanımında, 2015’te yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye 20. sırada. Bu da modern anlamda kültür ve kamu diplomasisine, nispeten yeni başlayan bir ülke için iyi bir sıra... Bu dönüşüm birdenbire olmadı, AK Parti ile de başlamadı. Özal da böyle bir vizyona sahipti. Sabık dışişleri bakanlarımızdan İsmail Cem de “ortak tarihi paylaştığımız ülkelerle” ilişkileri geliştirme yönünde beyanlarda bulunmuştu. Ancak, AK Parti hükümetleriyle aktif olarak çok yönlü ve çok eksenli bir dış politika dönemine girildi. “Yurtda sulh, cihanda sulh” düsturu yeniden yorumlandı. Ahmet Davutoğlu, Dışişlerine gelince, Türkiye komşularıyla sıfır sorunu hedef alan, bölgesel barış için aktif katkı sağlayan bir dış politika vizyonu ortaya koydu. Barış politikasının devam ettirilmesi demek. Bu yeni bir şey değil Osmanlıda da, Selçukluda da bu böyleydi. , Atatürk’ün 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dış politikasının temel düsturu olarak açıkladığı prensip, yurtta ve dünyada sulh, en azından bin yılını bildiğimiz Türk İslam dış politikasının temelidir. Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına getirilmesi antrenörün sahaya sürülmesi demek olsa da, bu sayede Türkiye, pasif dış politikadan etkin ve aktif dış politikaya geçti.

Türkiye’nin ufku geliştikce, Yunus Emre gibi kurumların oluşması da mümkün oluyor. Bu biraz da geçmişte kültür ve tarih, kader birliği yapmış olduğunuz toplumların da beklentisi, isteği belki de bize yükledikleri misyonla ivme kazanıyor. Mısır’da, öğrencilik yıllarımda, seksenlerin sonu ve doksanların başında çokça şahit olmuşumdur. Selam verdiğiniz her iki kişiden biri, Türk olduğunuzu öğrenince, kendilerinin de kökenlerinin Türk olduğunu, Türkçe öğrenmek istediklerini ısrarla belirtirler. Oysa bu ülkede Fransızların, İngilizlerin, Almanların hatta Tayvanlıların kültür merkezleri vardı, dillerini ve kültürlerini öğretiyorlardı. Ama sizi akraba görenlerin ülkesinde sizin böyle bir kuruluşunuz yoktu.

Kısaca ifade etmemiz gerekirse, hem küresel gelişmeler doğrultusunda dış politikamız hem de tarih bizi Yunus Emre Enstitüleri’ni kurmaya teşvik etti.

*****



Antalya'nın 'Turizm Kurmayları' Almanya ve Hollanda'daydı...

Belediye Başkanı Menderes Türel, Amsterdam başkonsolosluğumuzda yapılan kahvaltılı toplantıda turizmciler, medya mensupları ve Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileriyle buluştu

AMSTERDAM,- Krize giren Türk turizminin yeniden canlanması için harekete geçenler arasında bulunan Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel, beraberinde Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yusuf Hacısüleyman, IC – Fraport Havalimanı Yönetim Kurulu üyesi Yaşar Döngel, Profesyonel Otelciler Derneği Başkanı ve Rixos Downtown Genel Müdürü Hakan Duran, ANSET Genel Müdürü Gaye Doğanoğlu, Antalya Büyükşehir Belediyesi Dış ilişkiler Dairesi Uzmanı Süheyla Karasan, Barut Otelleri Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Barut ve TÜROFED Başkan Yardımcısı ve Serra Palace Hotel sahibi Sururi Çorabatır olduğu halde, önemli Avrupa kentlerine iş ziyaretlerinde bulundu.



Amsterdam Başkonsolosluğumuz'da kahvaltılı bir toplantıda biraraya gelen konuklar toplu halde

’Media Brifing Roadshow Antalya’ kapsamında Frankfurt ve Hamburg’da turizm konusunda gazetecilere Antalya’yı anlatan heyeti, Türkiye’nin Hamburg Başkonsolosumuz Mehmet Fatih Ak, Frankfurt Başkonsolosumuz Burak Karartı ve Franfurt Kültür ve Turizm Ataşemiz Osman Şahin ağırladı.



Heyet, ilk ziyaretin gerçekleştiği Frankfurt’ta, Almanya’nın en etkin gazetelerinden Frankfurter Algemeine Zeitung’un turizm editörü Timo Kotowski ile bir araya gelerek Antalya’yı konuştu.



Almanya’dan gelen turist sayısında yaklaşık yüzde 30’luk düşüş olduğunu, ancak Rusya’dan gelen turistlerle bu kaybın önemli bir bölümünün telafi edildiğini dile getiren Antalya heyeti, Alman turist sayısındaki düşüşün nedenleri ve giderilmesi için yapılması gerekenler üzerinde durdu.



Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi İzleme Komitesi Milli Heyet Başkanlığı görevini de yürüten Menderes Türel, Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi gerilimin, Alman turist sayısındaki düşüşe yol açıp açmadığını soran gazetecilere yanıtlar verdi.

“Alman turistler, Türkiye dışındaki ülkelere giderken bu ülkelerdeki politik durumu göz önüne alıyor mu?” sorusuyla karşılık veren Başkan Türel, şöyle devam etti:

“Örneğin Mısır ve Küba’daki politik gelişmeler turistleri ne kadar etkiliyor? Maalesef Alman toplumu, Türkiye ile ilgili politik olaylar hakkında yanlış bilgilerle donatılıyor. Biz bunu anlatmak için buradayız. Alman televizyonlarında yayınlanan bir programda, Türkiye’deki başarısız darbe girişimini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın durumunu güçlendirmek için kendisinin organize ettiği yönünde akıl almaz iddiaların öne sürüldüğünü duyuyoruz. Böyle bir şey nasıl iddia edilir? Türkiye’de yaşanan olaylar Almanya’da farklı gösteriliyor ve halkın büyük bölümü bunlara inanıyor. Ama biz, siyaset konuşmak için değil turizm konuşmak için buradayız.”



2017 sezonunda Antalya'ya tatile gidecek Alman turist sayısının stabil olmasını, ya da küçük bir artış göstermesini beklediklerini kaydeden Türel, ''Geçtiğimiz birkaç haftada bölgeye dönük reervasyonlar pozitif bir seyir izledi. Ancak rezervasyonların durumuna dair asıl bilgiyi ITB Berlin'de alacağız.'' dedi.

Türkiye'nin iyi bir fiyat-kalite dengesi sunmaya devam ettiğini kaydeden Türel, otellerin çok iyi olduğunu fiyatların ise oldukça düştüğünü ifade etti.



Amsterdam Başkonsolosluğumuzdaki kahvaltılı toplantıya Türk turizmciler de katıldı. Fotoğrafta, Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel ile Başkonsolosumuz Tolga Orkun, Hollanda Türk Turizmciler ve Seyahat Acenteleri Derneği yöneticileri Kamil Saygı ve Durmuş Doğan ile

... VE HOLLANDA

Ahmet Barut ve Sururi Çorabatır haricindeki Antalya heyeti, daha sonra Amsterdam’a geldi. Hollanda medya mensuplarına Levant Restaurant'ta bir akşam yemeği verildi. Ertesi sabah Amterdam'da yeni açılan Başkonsolosluğumuzda kahvaltılı yapılan toplantıya, Hollanda’daki turizmciler, basın mensupları ve çeşitli sivil toplum örgütleri temsilcileriyle bir araya gelindi.

Amsterdam başkonsolosluğumuzdaki toplantıya önemli Türk turizmciler de katıldı.

Bu ziyaretten fazlasıyla memnun kaldığını belirten Menderes Türel, 'Antalya'dan kapı komşum, Amsterdam'da Başkonsolos olarak karşıma çıktı' diyerek memnuniyetini dile getirdi.



Turizmimiz için çok başarılı faaliyetlerde bulunduğuna inandığımız Antalya heyetinin, Avrupa ziyaretinin organizasyonu hakkında bazı sorularımız vardı ama, konunun hassasiyeti nedeniyle bu soruları bir başka sefere bırakıyorum.

*****





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 24
Dün Tekil 865
Bugün Tekil 809
Toplam Tekil 4232883
IP 3.239.3.196






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























30 Rebi 'l-Evvel 1446
Ekim 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31


Ne kadar bilirsen bil; s ylediklerin kar ndakinin anlad kadard r.
(MEVLANA)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 2.098 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu