İdil-Ural Türkleri - Derleyen: Yrd. Doç. Dr. Elnur Hasan MİKAİL - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İdil-Ural Türkleri - Derleyen: Yrd. Doç. Dr. Elnur Hasan MİKAİL
Tarih: 31.10.2016 > Kaç kez okundu? 4397

Paylaş


İdil Ural Devleti, 12 Aralık 1917 tarihinde Tatar, Başkırt ve Çuvaş Türk halklarının bir araya gelerek kurdukları devlettir. Kızıl Ordu bölgeye hakim olunca 28 Mart 1918'de yıkılmıştır.[1][2]



Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

^ Commissar and Mullah: Soviet-Muslim Policy from 1917 to 1924, Glenn L. Roberts, Universal-Publishers, 2007, s.178.

^ The New Central Asia: The Creation of Nations, Olivier Roy, I.B.Tauris, 2000, s.44.



***



TÜRK DÜNYASI



İdil-Ural Bölgesinde Yaşayan TÜRKLER



Tertep Türkleri

Başkurtistan ve Tataristan Cumhuriyeti ile bunlara komşu vilâyetlerde yaşamaktadırlar. İdil-Ura! Türk Tatarlarının bir koludur.



Kundur Türkleri



Kafkasya'dan göç ederek İdil (Volga) nehri deltasında ve burada bulunan Astrahan şehrinde yaşamaktadırlar. Nogaylara yakın bir Türk boyu olup, nüfusları bilinmemektedir.



Mişer Türkleri



İdil-Ural Tatarlarının bir kolu olan Mişer Türkleri Tataristan ve Başkurtistan Özerk Cumhuriyeti ile bunlara komşu olan Udmurt, Mari Özerk Cumhuriyeti, Saratov ve Samarra bölgelerinde çoğunlukla yaşamaktadırlar.



Sibirya'da Yaşayan Türkler



Kumandi Türkleri



Tomsk vilâyetinin Bey ırmağı havzasında yaşarlar. Çiftçilik ve hayvancılıkla geçinmektedir. Şaman dininden olup, nüfusları 100.000 civarındadır.



Tobol Türkleri



Güney Sibirya'da İrtiş ve Tobol havzalarında yaşamaktadırlar. Nüfuslan bilinmemektedir. Haklarında bilgi çok azdır.



Batı Sibir Tatarları



Obi nehrinin kolu olan Tobol nehri ile Altay ve Hakas Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu bölgeye kadar olan Güneybatı Sibirya'da yaşamaktadırlar. Özellikle Obi, İrtiş ve Tobol nehri vadilerinde ve bu vadilerde bulunan ToboJ, Tümen, Oms, Tomsk, Novosibir, İrkutsk, Arhangelsk, Çikitinks, Kemerova ve Barabba şehirlerine yerleşmişlerdir. Kazan Tatarları ile yakın akrabadırlar. Nüfuslan 350.000 civarındadır.



Telengit Türkleri



Altay Türklerinin bir kabilesidir. Altay dağlarının güney yamaçlarında Teleski gölü civarında yaşamaktadırlar. Şaman dinine bağlı olup nüfusları 5 bin civarındadır.



Sor Türkleri



Güney Sibirya'da Hakas Türk Cumhuriyeti'nin batısında Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Aynı bölgede yaşayan Televüt Türkleri ile iç içedirler. Nüfusları 16.800 civarındadır. Bunların 12 bini Kemerova şehrinde diğerleri Kemerova'nın kaza ve köylerinde yaşamaktadırlar. Nüfusları gittikçe azalmaktadır.

Yaşadıkları bölge SSCB tarafından bilinçli geri bırakılmış, sosyoekonomik ve kültürel sorunlar çözülmemiştir. Bölgede Türk yerleşim birimleri susuz, elektriksiz ve yolsuz bırakılmıştır. Sor Türklerinin elinden topraklan alınmış, kömür ocaklarında çalışmaya mahkûm edilmiştir.

1917 yılma kadar kendi alfabelerini kullanan Şorlara Ruslar zorla Kiril alfabesini kabul ettirerek kültürlerini yok etmeye çalışmışlardır. Bunun sonucu 16.800 Sor Türkü'nden sadece ana dilini bilen 900 kişi kalmıştır.

Sor Millî Hareketi, özellikle Türk milliyetçiliği ve kültürü muhafaza üzerinde çalışmalar yapmaktadır.

Pedagoji enstitüsünde son yıllarda açılan Sor dili bölümü, Rusya Federasyonu'na rağmen eğitimini sürdürmeye çalışmaktadır.

Semey nükleer poligonunda yapılan nükleer denemeler, kömür ocaklarından çıkan radyoaktivite ve kömür tozları Televütler gibi Şorları da etkilemiş, çok sayıda çocuk hasta ve sakat doğmuş, ölüm oranlan artmıştır.

Bütün bunlara rağmen ata folklorunu, kültürünü ve dilini kanlarında saklayarak, Türk kimliğini unutmadan bugünlere gelmesini başarmışlardır.



Televüt Türkleri



Telengitlerin bir kabilesidir. Güney Sibirya'da Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Bir zamanlar on binlerle ifade edilen sayıları bugün 2.800 kişiye düşmüştür. Bunun 2500'ü Kemerova'da diğerleri ise Kemerova'nın köylerinde yaşamaktadır.

Televüt Türklerinin nüfuslarının bu şekilde azalmasının en büyük sebepleri Rusya Federasyonu'nun uyguladığı asimilâsyon politikası ile birlikte, 1943-53 yılları arasında nükleer denemelerin sıklıkla yapıldığı Seney nükleer poligonunun bölgede bulunmasıdır.

Bu nükleer denemeler sonucu binlerce kişi hastalanmış, ölmüş, çocuklar sakat doğmuştur. Diğer bir sebep Televüt topraklarında bulunan zengin kömür ocaklarıdır.

SSCB zamanında toprakları bu kömür yüzünden elinden alınan Televütler yoksulluğa itilerek kömür ocaklarında çalışmaya mecbur edilmiş, kömürün taşıdığı radyoaktivite ve kömür tozlan ile yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bunun sonucunda kanama hastalığı (hemofili) Televüt Türklerine illet olmuş, yol, su, elektrik, sağlık ocağı olmayan bölge Rusya tarafından ölüme terk edilmiştir.

Nükleer felâket, kömür ve hemofili Televüt Türklerini yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. Televütler Altay Cumhuriyeti'ne göç etme hazırlığı içerisine girmişlerdir.



Dolgan Türkleri



Güney Sibirya'da Sor Türkleri ile komşudurlar. Özellikle Krasnoyask vilâyetine bağlı Dolgan-Nenets muhtar bölgesinde yaşamaktadırlar. Saha Federe Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan birçok Dolgan (Sahalaşmış-Tunguz) Türk'ü bulunmaktadır. Nüfusları tahminen 5 binin üzerindedir.



Tofa Türkleri



Moğolistan Cumhuriyeti kuzeyinde, Baykal gölünün doğusunda bulunan İrkuts vilâyetinde yaşamaktadırlar. Nüfusları kesin olarak bilinmemekle birlikte 2.000 kişilik bir kabile olduktan tahmin edilmektedir. Türkçe konuşmaktadırlar.



Kumarı Türkleri



Şor'da yaşamaktadırlar, nüfusları 6 bin kişi civarındadır.





İDİL-URAL BÖLGESİ TÜRKLERİ TÜRKİYE’DE



Roza KURBAN



Türkiye’de Kuzey Türkleri olarak adlandırılan İdil-Ural bölgesi Türkleri uzak

diyarlardan ortak kökleriyle buluşmak için Türkiye topraklarındaydı. Aralarında demir perde olan ve uzun yıllar bir birine hasret kalan, kavuşamayan kardeşler, 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeniden buluşma fırsatını bulmuştur.



İdil bölgesini Kazan Tatarları, Ural bölgesini ise Başkurtlar kendilerine yurt edinmiştir. Fakat ne yazık ki İdil-Ural bölgesinin sahipleri Kazan Tatarları ve Başkurtlar Türkiye’de pek tanınmamaktadır. Bu bölge hakkında az çok bilgi sahibi olanlar bile, onların kültürleri ile ilgili bilgi sahibi değildir. Bu boşluğu ortadan kaldırmak için son yıllarda Türkiye’de gerçekleşen Başkurdistan ve Tataristan Kültür Günlerinin önemi büyüktür. Bu etkinlikler, 7’den 70’e kadar herkes için Başkurt ve Tatarlarının kültürünü yakından tanıma fırsatı sunmaktadır.

25–26 Mayıs 2012 tarihinde TÜRKSOY tarafından düzenlenen Başkurdistan

Cumhuriyeti Kültür Günleri İstanbul’da yapılmıştır. Başkurdistan Başbakan Yardımcısı Salavat Segiytov başkanlığındaki 60 kişilik heyette Başkurdistan Cumhurbaşkanı Danışmanı Marat Merdenov, Ufa Belediye Başkanı İrek Yalalov, Mostay Kerim Başkurdistan Milli Gençlik Tiyatrosu sanatçıları, “Miras” Folklor Grubu yer almıştır. 25 Mayıs tarihinde Prof. Dr. Zeki Velidi Togan Parkı ve Büstünün açılışı töreninde, Başkurdistan Başbakan Yardımcısı Salavat Segiytov, Cumhurbaşkanı Danışmanı Marat Merdenov, Ufa Belediye Başkanı İrek Yalalov, İstanbul Fatih Belediyesi Başkanı Mustafa Demir, Türkiye Kültür

ve Turizm Bakan Yardımcısı Faruk Şahin, Başkurdistan’ın Türkiye Temsilcisi Kauşanbiy Miziyev, Tataristan’ın Türkiye’deki Temsilcisi Radik Gıymatdinov, Zeki Velidi Togan’ınn moğlu Subidey Togan hazır bulunmuştur. TÜRKSOY 2010 yılını “Zeki Velidi Togan Yılı” ilan etmiş ve çeşitli etkinlikler düzenlenmenin dışında, Ankara Keçiören’de Zeki Velidi’nin adı bir parka verilmiştir. Bu sefer, Togan’ın büyük emek verdiği ve bugünün önemli bilim adamlarına eğitim verdiği İstanbul Üniversitesi’nin yanında Zeki Velidi Togan Parkı’nınn baçılması ve Togan’ın Sankt-Petersburg Üniversitesi’ndeki büstünün aynısının bu parka dikilmesi gerçekleştirilmiştir. Bu olayın öneminin büyük olduğunu vurgulayan konuşmacılar

memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Togan’ın öğrencilerinden olan Prof. Dr. NevzatYalçıntaş, Zeki Velidi’ye par k açılışının Togan için bir vefa borcu olduğunu söylemiştir.

Açılış töreninde bir teşekkür konuşması yapan Zeki Velidi Togan’ın oğlu Subidey Togan,babasının vatanı Başkurdistan’ı, Başkurdistan’daki dağları çok özlediğini, bu özlemi gidermek için sık sık Uludağ’a gittiğini söyleyerek herkesi duygulandırmıştır. Söz Zeki Velidi Togan’dan açılmışken, Togan ne hayattayken, ne de ölümünden sonra hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Son yıllarda Zeki Velidi’nin adının tekrar dile getirilmesi, Rusya ve Türkiye’de büstünün dikilmesi, Başkurdistan’da sokaklara, kütüphaneye adının verilmesi, Türkiye’nin İstanbul ve Ankara şehirlerinde park ve sokaklara adının verilmesi, “Hatıralar” kitabının

Başkurt, Rus ve son olarak İngiliz diline çevrilerek Amerika’da yayımlanması - Zeki Velidi Togan’ın, bilimin, Türkçülerin ve Türkçülüğün bir zaferidir. Ural bölgesi denince ilk akla gelen isim Zeki Velidi Togan, bölgedeki tüm Başkurtların babasıdır ki, daha iyilerine layıktır. Onun Türk milletine yaptıkları hiçbir şekilde telafi edilemez. Yeri asla doldurulamayacak olan bu büyük insan tüm Türk Dünyası’nda ebediyen yaşayacak ve yaşatılacaktır.

Park açılışından sonra akşam Reşat Nuri Salonu’nda Mostay Kerim Başkurdistan Milli Gençlik Tiyatrosu “Çiy” (Çık) adlı oyunu sergilemiştir. 26 Mayıs’ta Sultanahmet’te bulunan Mehmet Akif Ersoy Parkı’nda Başkurdistan Saban Tuye (Saban Düğünü) gerçekleştirilmiştir.

Bu yıl Saban Tuye şenliğinin 7.si İstanbul’da yapılmış olup, Başkurt milli dansları, türküleri katılımcılar tarafından büyük beğeni ile karşılanmıştır. Yanı sıra Saban Tuye’nda çeşitli yarışmalar da düzenlenmiştir. Yıl geçtikçe Saban Tuye’na olan ilgi ve talep artmakta, seyirciler Başkurt Kültürü ile daha yakından tanışmaktadır.



Ural bölgesinin bu başarılı çıkartmasından sonra sıra İdil bölgesindeydi. 30–31 Mayıs 2012 tarihinde Tataristan Cumhuriyeti Kültür Günleri için Tataristan Cumhurbaşkanı Röstem Minnehanov başkanlığındaki 200 kişilik heyet Türkiye’ye gelmiştir. Tataristan Cumhurbaşkanı Minnehanov İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, TC.Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, TC. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu, TÜRKSOY Genel Sekreteri Sn. Düsen Kaseinov ile çeşitli görüşmeler yapmıştır. Akşam saatlerinde

Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, TÜRKSOY, RF.

Tatarsistan Kültür Bakanlığı ve Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliği’nin katkılarıyla Tataristan Cumhuriyeti Kültür Günleri kapsamında Tataristan El Sanatları Sergisi açılışı ve Tataristan Gala Konseri gerçekleşecekti. Tataristan Gala Gecesi’ne iştirak edenler arasındaoğlum Erk ve ben de vardım. Büyük bir kalabalık vardı Opera Bale Sahnesi’nin önünde.

Türkiye’nin dört bir yanından konser için Ankara’ya gelen Kazan Tatarları bir birleriyle tanışma-konuşma fırsatını bulmuştu. Herkeste büyük bir heyecan ve aynı zamanda bir gurur vardı. El Sanatlarının Sergisi ve kokteyl için Opera Bale’nin kapıları saat 19.00’da açıldı.Bir birinden güzel tübetey, kalfak, hediyelik eşyaların sergilendiği ve satıldığı El Sanatları Sergisi’nde katılımcılar Kazan Tatarlarının milli kıyafetlerini yakından tanıma ve bilgi edinme imkânını bulmuştu. Kokteyl sırasında Türkiye’de eğitim gören yüksek lisans ve mdoktora öğrencileriyle de konuştuk. Onlar da Tataristan Kültür Günlerinin düzenlenmesinden duydukları memnuniyetlerini dile getirdiler. Türkiye’de Kazan Tatarlarının üniversite çevresinde bile tanınmadığını, konserin Kazan Tatarlarını tanımak ve tanıtmak için bir vesile olacağını söylediler. Haklıydılar, gerçekten de Türkiye’de, “Tatar’ım” dediğinde ilk önce yüzüne bakarlar, sonra da “Kırım Tatarı mı?” diye sorarlar. En azından konser için gelenler de olsa Kazan Tatarları ile ilgili bir bilgi sahibi olacak ve onlar da çevrelerindekilere anlatacaklardı, bu da bir artıdır bizim için.



Tataristan Gala Konseri için büyük bir hazırlık yapılmış, Tataristan Devlet Halk

Dansları Topluluğu, Tataristan Devlet Folklor Müzik Topluluğu, Kazan Devlet La Primavera Orkestrası, “Kazan Yiğitleri” grubu, “Aygöl” çocuk vokal grubu ve sanatçılardan oluşan dev bir kadro Ankara Devlet Opera ve Bale Sahnesi’ndeydi. Bu kadar kalabalık sanatçıyı bir arada görmek Tataristan’da bile imkânsızdır ki, seyretmek isteyenler de ancak tek tek konserlerine gidebilir. Ankara’daki seyirciler şanslıydı. Ve sahne açıldı… Tataristan Devlet Halk Dansları Topluluğu, Tataristan Devlet Folklor Müzik Topluluğu, Kazan Devlet La Primavera Orkestrası sanatçılarının danslı-müzikli “Destan” adlı gösterisiyle muhteşem biraçılış yapıldı. “Destan” gösterisi, tarihte büyük kahramanlıklara imza atan, destan yazan

Kazan Tatarlarını yansıtıyordu. Dans, müzik, milli kıyafetler bir bütün olmuştu, hem göze hem de kulağa hitap eden bu gösteriden sonra açış konuşmalarına geçildi. TÜRKSOY Genel Sekreteri Sn. Düsen Kaseinov, Tataristan’ın 1999 yılından itibaren TÜRKSOY’da temsilci olduğunu, düzenlenen tüm etkinliklerde Tataristan’ın aktif rol aldığını vurguladı. Kaseinov,2011 yılının TÜRKSOY tarafından “Gabdulla Tukay Yılı” ilan edildiğinin altını çizerek, bukapsamda birçok faaliyet yapıldığını söyledi. Tataristan Cumhurbaşkanı Sn. RöstemMinnehanov, “Tarihimizde bir ortaklık vardır, dilimiz dinimiz ortaktır. Amacımız tarihten gelen bu bağları güçlendirmek ve pekiştirmektir.” dedikten sonra, sözlerini “dost olalım, bir birimize yakın duralım” diye sonlandırdı. TC. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu, 2007 yılında Sabantuy vesilesiyle Tataristan’a gittiğini, İdil Nehri boyunda gezerken Sakarya, Yeşilırmak, Kızılırmak, İdil’in kardeşleri Dicle ve Fırat’ı anımsadığını dile getirdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu topraklar bizim yurdumuz, bizim topraklarımız, diye düşündüm… Türkiye bütün Tatarların yurdudur... Kazan büyük medeniyet merkezi, Bulgar büyük bir medeniyetin doğuş merkezidir. Türk ve Tatarlar büyük bir çınarın iki kardeş kollarıdır. Bu iki kol birleşti, bir birine yaklaştı, artık bir birini daha iyi tanıyor.

Birlikteliğimiz ebediyete kadar sürecektir.” dedi. Sn. Davutoğlu çok güzel ve yerinde konuştu, fakat bir terslik vardı… TC. Dışişleri Bakanının konuşmasını yanındaki çevirmen Rusçaya tercüme etti. Bunu kimin için yaptı anlayamadım doğrusu, eğer Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi için yaptıysa bu olay Türkiye için onur kırıcıdır… Protokol kurallarını bilmiyorum ama bir ülkenin Dışişleri Bakanının bir büyükelçi için çevri yaptırmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Salondaki diğer herkes pekâlâ Türkçe biliyor, bilmeyenler de çevirmenini yanında getirmişti. Bu olayı garipsedim doğrusu…



Konuşmalardan sonra konser kaldığı yerden devam etti. Ünlü Tatar bestecisi Salih Seydeşev’in bestelediği “Vals”ını Gölnara Rahimova seslendirdi. Ünlü Tatar şairi Gabdulla Tukay hakkında yazılan “Şairin Aşkı” (besteci Rezeda Ahiyarova) operasından bir aryayı Ahmet Agadi okudu. Aynı amanda Tukay’ın “Şürele” şiirinden baleye uyarlanmasından bir bölüm seyircilerin beğenisine sunuldu. Tataristan Devlet Halk Dansları Topluluğu’nunsunduğu “Tataristan Gençleri” dansı yaşlı-genç herkesi âdete dansa davet ediyordu. İdris Gaziyev’in seslendirdiği Muhitdinova’nın “Bulgar Cile” (Bulgar Yeli) oratoryosundan “Şehri Biler”, Aygöl Heyri, Elmira Kalimullina ve Elmira Titovaların okuduğu “Tatar şarkılarından potpurisi”, Marsel Vagıyzov ve Tataristan Devlet Folklor Müzik Topluluğunun icra ettiği “Koşlar kebek” (Kuşlar Gibi) şarkısı seyircilerden tam not aldı. Ayrıca Tataristan’da genç yetenek yarışması Yıldızlık finalistleri “Aygöl” çocuk grubu “Dağ Çiçeği” adlı hareketli şarkısıyla tüm salonu neşelendirdi. Konserin sürprizi ise, TC. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Beşlisi’nin Türkçe ve Tatarca müzikleri çalması ve Tataristan Devlet Halk Dansları Topluluğu Korosu’nun solistler Vahitova ve Yıldız’ın (Türkiye) seslendirdiği Türkçe türkü ve halay çekilmesiydi. Salonda gerçek anlamda yer yerinden oynadı. Konserin kapanışı, ünlü Tatar şairi Gabdulla Tukay’ın şiirine bestelenen ve Kazan Tatarlarının milli marşı olarak kabul edilen “Tugan Tel” (Ana Dili) şarkısıyla yapıldı. Şarkıya tüm sanatçıların yanı sıra, salondakiler ayağa kalkarak hep bir ağızdan eşlik etti. Güzel bir kapanış, muhteşem bir konserdi.(Araya sıkıştırılan “Moskova Akşamları” şarkısı ve “Rus Süiti” dansı olan Rus unsurlarını saymazsak… Tataristan Cumhuriyeti Kültür Günü ile ne alakaları varsa artık? Bence hiç alakası yok!) Tataristan Sanatçıları görevlerini hakkıyla tamamlamıştı.

Müzik ruhun gıdasıdır, derler ya, gerçekten de Kazan Tatarlarının konseri Türkiye’deki Tatarlar için ilaç gibi geldi diyebiliriz. Ezgiler, sözler Kazan Tatarlarının ruhundan izler barındırmaktaydı… Uzak diyarlara, memlekete götürdü bu konser bizleri.



31 Mayıs 2012’de Tataristan Cumhurbaşkanı R.Minnehanov, Türkiye-Tataristan Ticaret ve Yatırım Forumu’na katılmış ve TUSKON (Türk Sanayiciler Konfederasyonu) üyesi olan 600 Türk işadamına hitaben bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, Tataristan’a yatırımların artırılmasını gerektiğini vurgulayan Minnehanov, bir sonraki forumun Kazan’da yapılmasını

teklif etmiştir. Tataristan Cumhurbaşkanı Minnehanov başkanlığındaki Tataristan heyetinin bir sonraki durağı Türk Milletleri Parkı olmuştur. Minnehanov ve beraberindekiler Tatar Evi’nin açılışını yaptıktan sonra Eyüp Belediyesi’nde geçen yıl açılan Gabdulla Tukay Parkı’nın yolunu tutmuştur. Burada heykeltıraş Asiye Miñnullina’nin yaptığı ünlü Tatar şairi Tukay heykeli açılışı gerçekleştirilmiştir. Akşamüstü Ayasofya Müzesi yanındaki meydanda Tatar Milli Bayramı Saban Tuye etkinliği düzenlenmiştir. Etkinlikte Tataristan sanatçılarının konseri, oyun ve yarışmalar yapılmıştır. Ayrıca Tataristan Cumhurbaşkanı Röstem Minnehanov, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R.T.Erdoğan ile görüşmüştür.

Görüşmeye gazeteciler alınmamış, yanı görüşme kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmiştir.



30–31 Mayıs 2012 tarihlerindeki Türkiye’de Tataristan Cumhuriyeti Kültür ve

Ekonomi Günleri dolu dolu geçmiştir. Türkiye Kazan Tatarlarını daha yakından tanıma fırsatı bulmuş, Kazan Tatarları ise tüm baskılara, yasaklara, zulümlere ve zalimlere rağmen dimdik ayakta olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır. Görünen o ki, yüzyıllardır süregelen Rusların Kazan Tatarlarını yok etme, yeryüzünden silme siyaseti pek işe yaramamıştır. Direniş simgesi haline gelen Kazan Tatarları - şarkıları, türküleri, dansları, milli ruhları ve milli şuurları ile bugün de var, yarın da var olacaktır! 04.06.2012



***



Kaybolan bir İslam ümmeti: İdil Ural Türkleri

Ana Sayfa» DÜNYA22.01.2011 11:28

Rus işgalinden kaçarak Japonya ve Kore’ye yerleşen İdil-Ural Türkleri’nin Uzakdoğu’daki var oluş mücadelesi ve yaptıkları İslami çalışmalar yürekleri burkuyor. Uzun yıllar boyunca Tokyo ve Seul’de Müslüman mahalleleri kurarak ce

Kaybolan bir İslam ümmeti: İdil Ural Türkleri

Kaybolan bir İslam ümmeti: İdil Ural Türkleri Kaybolan bir İslam ümmeti: İdil Ural Türkleri Kaybolan bir İslam ümmeti: İdil Ural Türkleri





Rus işgaliyle birlikte daha Doğu’ya doğru göç etmek zorunda kalan İdil-Ural Türkleri’nin Uzakdoğu’daki var oluş mücadelesi yürek burkuyor. Göç ettikleri topraklarda “Mahalle-i İslamiye”ler kurarak gurbette birbirlerine sımsıkı sarılan İdil-Ural Türkleri okullar, camiler ve matbaalar kurmuşlar; kültürel faaliyetlerde bulunarak bir varoluş mücadelesi ortaya koymuşlar. Uzakdoğu’daki Tatar Türklerinin hikayesi ülkemizde pek bilinmemekle birlikte, o devir üzerine pek fazla araştırma da yapılmıyor. İdil-Ural Türklerinin ana yurtlarından dünyanın çeşitli bölgelerine göçleri ve özellikle Japonya’daki varoluş mücadeleleri Yedikıta Dergisinin son sayısında Ekrem Saltık tarafından ele alındı. İşte bütün detayları ile ele alınan Uzakdoğu’daki Tatarların bitmeyen mücadeleleri:



UZAKDOĞU’DA BİTEN HAYATLAR...



Rus devriminin ardından uzun süredir Rus işgali altındaki Asya topraklarında yaşayan İdil-Ural Türkleri Uzakdoğu’ya göç etmişlerdir. 1919’dan sonra da Japonya’ya özellikle de Yokohama, Tokyo, Nagoya ve Kobe’ye taşınan ve 19. yüzyıldan itibaren Tatar aydınlar tarafından temsil edilen İdil Ural Türkleri gittikleri yerlerde okullar, camiler ve matbaalar kurmuşlar; kültürel faaliyetlerde bulunarak bir varoluş mücadelesi ortaya koymuşlardır. Tokyo’nun Fuchu semtinde bulunan Türk-Tatar mezarlığındaki mezar taşları; Seul Belediyesi’nin arka sokağındaki binaların ketumluğu, Türklerin Uzakdoğu’daki geçmişlerinin bilinmeyen sayfalarını mırıldanıyor. “Hayatı nerde başladı, ömrü nerde bitti!” cümlesinden koparak yayılan hüzün, Türklerin başladığı yerden çok uzaklarda, Uzakdoğu’da biten yaşanmışlıklarını anlatan sayfaları açıyor.



ORTA ASYA’DAN UZAKDOĞU’YA GÖÇ ETTİLER



Türklerin Uzakdoğu’daki geçmişleri güvertesinde Halife-i Müslimin Sultan İkinci Abdülhamid’in Güney Asya halklarına gönderdiği selamı dalgalandıran Ertuğrul gemisinin Japonya’ya ulaştığı 1889 yılı ya da Güney Kore’de dünya güçlerinin siyasi hesapları uğruna savaşan Türk askerlerinin Pusan limanından ülkeye ayak bastıkları 1950 yılı ile sınırlı zannedilir. Oysa Türklerin, Uzakdoğu’yla ilk münasebetleri 13. yüzyılda Japonya’yı istila etmek isteyen Moğol ordularının saflarında bulunan Türklerin Japonya’ya gelişleri sırasındaydı. Moğolların Japonya siyasetinden vazgeçerek Çin’e yönelmesiyle Japonya’daki Türk varlığının ortaya çıkışı 19. yüzyıla kadar ertelenmiş olsa da Moğol hâkimiyetine giren Kore’deki Türk varlığı 200 yıl sürmüş, Moğolların ardından bölgede kalan Türk soyları zamanla Korelileşmişti. Türklerin asırlar sonra ikinci defa Uzakdoğu’ya gelişleri ilk önce Ertuğrul gemisinin Yokohama limanına demirlemesiyle gerçekleşecek, ardından Rusya sömürgesi altında yaşayan Orta Asya Türkleri de kalabalık gruplar halinde Uzakdoğu’ya göç etmeye başlayacaklardı. Uzakdoğu’nun birçok ülkesine yerleşen Türklerin Mançurya, Kore ve Japonya gibi ülkelerdeki varlıkları bu defa uzun sürmemiş, bölgedeki siyasi çekişmeler yüzünden dünyanın farklı ülkelerine dağılmışlardı.



KORE VE JAPONYA’YA YERLEŞTİLER



Bolşevik ihtilali Rus sömürgesindeki Müslüman Türk halkları için fevkalade kötü sonuçlar doğurmuştu. Bolşeviklere karşı savaşan ve topraklarından edilen Türk-Tatarlar, Japonya’nın kontrolündeki Mançurya ve dünyanın çeşitli yerlerine göç etmek zorunda kalacaktı. 1920’li yılların başında özellikle Rusya’dan başlayarak Çin’e kadar uzanan bölgedeki liman şehirlerinde binlerce Türk-Tatar ailesi yerleşmiş durumdaydı. Uzakdoğu’daki Türk-Tatar topluluğunun öncüleri olan bu ilk kafileler, Doğu Çin Demiryolu İnşaatı için Mançurya bölgesine gelen işçi ve teknisyenlerden oluşuyordu. 1920’li yıllara gelindiğinde Japon Hükümeti, Mançurya’da bulunan Tatarların Japonya’nın sömürgesi olan Kore’ye yerleşmelerine izin veriyordu. Japon hükümetinin kararı üzerine Mançurya’dan gelen 600 kişilik bir Türk-Tatar topluluğu Japonya’ya iltica ederken 200 kişilik bir başka grup da Kore’ye yerleşecekti.



ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİ DE BURAYA YERLEŞTİ



Birinci Dünya Savaşı sırasında zorla Rus ordusuna alınan ya da esir düşerek sürgüne gönderilen bazı Osmanlı askerlerinin de Sibirya’daki esaretten kurtulduktan sonra Mançurya üzerinden Kore’nin kuzeyindeki Pyongyang, Siniyju, Konan ve diğer şehirlerine yerleştikleri sanılmaktadır.



Sonraki dönemlerde Japonya ve Mançurya’da yaşayan birçok Türk-Tatar ailesi de Kore’ye gelerek ülkenin çeşitli yerlerine yerleşeceklerdi. 1926 yılının Ramazan Bayramı namazı sonrasında Seul’de açılan “Seul Dinî ve Milli Müslüman Cemiyeti”, Müslümanların dinî ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için kurulmuştu. Seul, Taegu ve Pusan şehirlerinde de Mahalle-i İslâmiye toplulukları oluşturulmuştu. Seul Mahalle-i İslâmiye cemaatinin çabaları ve Uzakdoğu Türk-Tatarlarının desteğiyle günümüzde yerinde yüksek binalar inşa edilmiş olan iki katlı bir bina, Türk-Tatar cemaatinin Seul’deki toplantı merkezi haline getirilmişti.



TİCARETLE UĞRAŞTILAR VE ZENGİNLEŞTİLER



Japonların da yaygın bir şekilde ticaretle uğraştığı Kore şehirlerinde yerli halkın pazarlık alışkanlığına rağmen pazarlığa yanaşmayan Japon tüccarların aksine Türk-Tatarlar az bir kâr karşılığında -pazarlıkla- satış yaptıkları için yerli halkın Türk-Tatar mallarına rağbet etmesini sağlamışlardı. Türklerin, Kore şehirlerinde, 69 dükkânı olduğu sanılmaktadır. Resmî rakamlara göre 1930’lu yıllardaki sayıları 70 civarında kaydedilen, ancak bu sayının 200-300 dolaylarında olduğu tahmin edilen, Türk-Tatarlarına ait dükkânlar, çoğu zaman -Baykal, Altay, Nur, Kama, Kazan gibi- dükkân sahibinin adını taşırdı. 1940’lı yıllara gelindiğinde bağımsızlığını yeniden kazanan Kore’nin siyasi ve sosyal hayatında değişiklikler yaşanmış, Türk-Tatar halkı dışlanmaya başlamıştı. 1950’li yıllara gelindiğinde ise Türk-Tatarlar giderek tehdide dönüşen gerginlik sebebiyle başta Türkiye olmak üzere ABD, Kanada ve Avustralya’ya göç etmiş durumdaydı.



MATBAA KURUP, KUR’AN BASTIRDILAR



Kore’deki Müslüman çocuklarının altı yıllık eğitimleri boyunca ihtiyaç duydukları ders kitapları, 1931 yılında Kurbanali tarafından Tokyo’da kurulan Matbaa-i İslamiye’den temin ediliyordu. “Seul Türk Müslüman Cemiyeti”yle “Tokyo Türk Müslüman Cemiyeti” arasındaki dayanışmanın bir sonucu olarak Matbaa-i İslamiye’de Kur’ân-ı Kerîm ve Kur’ân tefsirlerinin de basılması sağlanmış, ilki Arapça yapılan bu baskıdan bütün Uzakdoğu Türk Tatarları ve Müslümanlarına gönderilmişti. Seul’un dış mahallelerinde bulunan boş bir araziyi mezarlık haline getiren Müslümanlar, diğer Kore şehirlerindeki cenazelerinin de buraya gömülmesini sağlamışlardı. Kurulduğu yıllarda Seul dışında kalan Kore Türk-Tatar mezarlığı geçen yarım asrı aşkın sürede büyüyen şehirdeki yüksek binaların ve uğultulu otobanların arasında kaybolacaktı.



Mekteb-i İslamiye’yi inşa ettiler



Türk-Tatarların 1921’den itibaren buluşma yeri olarak kullandıkları Tokyo Oteli’nde, özellikle dinî gün ve bayramlarda toplantılar yapılıyor, otelin salonlarında Cuma namazları kılınıyordu. Bir süre sonra Tokyo’daki az sayıda Müslüman ailenin yaşadığı Shibuya semtinde birbirlerine yakın evler kiralayan Türk-Tatarlar, zamanla bu semtte baskın duruma geleceklerdi. Tokyo’da kurulan Mahalle-i İslâmiye Cemiyeti, Türk-Tatar topluluğunun toplantı ve ibadetlerini yapabilmeleri için 1931 yılında Mekteb-i İslamiye’yi inşa ettirmişti. Sadece bir ibadethane olmayan Mekteb-i İslamiye’de eğitim-öğretim de yapılıyor, Japonya’daki Türk-Tatarların ihtiyaç duyduğu kitaplar, giriş katındaki küçük matbaada basılıyordu. Matbaa-i İslamiye’nin eski harf kalıpları, harf inkılabı yapılan Türkiye’deki bir gazeteden satın alınmış ve Uzakdoğu’daki basın faaliyetleri Arap harfleriyle yapılmıştı. Matbaa-i İslamiye’de Japon Muhbiri adında aylık bir mecmua basılmaktaydı. Çeşitli programlar da düzenlenen Mekteb-i İslamiye’de, Türkçe, Tatarca, İngilizce ve Rusça eğitim alan çocuklar ilkokul müfredatındaki dersleri Japonca okumaktaydılar.



Çeşitli şehirlerde büyük camiler yaptılar



Uzakdoğu’daki Türk-Tatarlar Tokyo’da büyük bir cami yaptırmış olmalarından evvel ilk olarak 1924’te Mançurya’da Minyıl Mescidi’ni inşa etmişler ve ardından Japonya’nın Kobe ve Nagoya gibi şehirlerinde de camiler inşa etmişlerdi. Nagoya Camii sonradan yıkılmış olduğu için yerinde aynı isimle sonradan yaptırılan bir cami inşa edilecekse de, Kobe Camii günümüze kadar ayakta kalmayı başaracaktı. 1935 yılında hizmete açılan ve inşaatı için Hint Müslümanlarının da maddi destek verdiği Kobe Camii, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki hava saldırıları ve sonraki deprem felaketlerinde yerle bir olan Kobe’de ayakta kalmayı başaran nadir yapılardan biriydi. Geleneksel Türk motifleri taşıyan caminin bodrumları 1939 yılında Japon Deniz Kuvvetleri tarafından depo olarak kullanılmıştı. Japonya’nın diğer şehirlerinde yaşanan bu gelişmelerin parantezinde Tokyo Camii’nin Ekim 1937’deki temel atma merasiminde hazır bulunan Türk-Tatarların her biri, temele koyulan tuğlalara adlarını kazıyarak toprağa gömmüşlerdi. Yapımı kısa sürede bitirilen Tokyo Camii’nin açılışı 12 Mayıs 1938 tarihinde gerçekleşmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndaki hava saldırılarında fazla hasar görmeyen Tokyo Camii, 1950’lere kadar Japonya’daki Müslümanların buluşma noktası olmaya devam etmişti. 1950’li yıllardan itibaren başta Türkiye, Amerika ve Avustralya olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine göç eden Türk-Tatarların ardından Japonya’daki hatıraları kendi hallerine terk edildi.



TÜRKİYE, TOKYO CAMİİ’Nİ YENİDEN İNŞA ETTİ



Türkiye’ye hibe edilen ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Tokyo Camii, 1983 yılında ibadete kapatılmış, yenisinin inşa edilebilmesi için Şubat 1986’da yıkılmasına karar verilmişti. İlk yapıldığı yerde, Türk mimarisine uygun ve önceki camiden kalan hatıraların sergilenebildiği bir yapıda Türkiye’nin öncülüğünde inşa edilen Tokyo Camii, 2000 yılı Haziran ayında yeniden ibadete açılmıştı.



Mustafa R. Özgür / Akit