MODERN ŞARK MESELESİ VE BALKANLAR’DA TÜRK KÜLTÜRÜ - Kader ÖZLEM - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









MODERN ŞARK MESELESİ VE BALKANLAR’DA TÜRK KÜLTÜRÜ - Kader ÖZLEM
Tarih: 26.01.2010 > Kaç kez okundu? 4768

Paylaş


“Tarih tekerrürden ibarettir” sözüne sıkça atıfta bulunanlar son dönemde Türkiye’de ve yakın çevremizde yaşanan olaylar karşısında kıs kıs gülüyorlardır herhalde… Aktörler başka olsa da senaryolar hep aynı. Her seferinde tongaya düşüyoruz maalesef. Ama biz Türklerin sorunu sanırım daha başka... Şöyle ki, tarih olgusu bizim için hep öğrenci olmuştur. Biraz da öğretmenimiz olsa en güzel olurdu.



Bu konulara ‘açıldık’ mı, boğuluruz maazallah. En iyisi mi, gelin ben sizi Balkanlar’a götüreyim…



İmparatorluk mirası olan bu coğrafyada günümüzde hatırı sayılır oranda Evlâd-ı Fâtihanımız yaşıyor. Bu ne duyarsızlıktır ki; bu bölge ulusal basınımızda genellikle krizler olunca kendisine yer bulabiliyor. Onlar da haklı. Magazin ve paparazzi haberlerinden yer kalmıyordur. Hâlbuki imparatorluğu imparatorluk yapan bölgenin adıydı, Balkanlar… Tarihsel ve güncel açıdan önemi son derece yüksek olan bu bölgeyle haşır neşir olmamız için birazcık Dış Türkler perspektifimiz olsa yeter, sanırım. İlla ki, neo-Osmanlıcı olmamız gerekmez …





Şark Meselesi



Balkanlar’da Türk ve Müslüman kimliğine yönelik makro ölçekli; buna bağlı olarak ülkeden ülkeye göre değişen mikro boyutlu oyunlar oynanıyor. ‘Gene nedir alıp veremedikleri’ diye sormayın. Bildiğiniz tarihsel oyunlar diyeceğim; ama tarih biter, bunlarda oyun bitmez. Ali Cengiz misali… Bu sefer de Şark meselesi’nin ‘modifiye (!)’ edilmiş haliyle meşguller…



Şark Meselesi neydi? Şöyle bir hafızalarımızı yoklayalım… Güncel anlamıyla “Doğu Sorunu”. Kavram olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanıldı. Ama içeriği biraz geniş. Kimileri İslam-Hıristiyan çatışması diyor; kimileri ise Türklerin Viyana’ya kadar ilerlemiş olmasına karşı Batılıların Türk ve Müslüman unsurları Avrupa’dan atma projesi olarak ifade ediyor. Aslında her iki tanımlama da bunun ne kadar büyük ölçekli olduğunu göstermesi açısından önemli.



Peki, Avrupa neresi? Türkiye-İzlanda arası! Projenin amacı, İstanbul-Viyana hattını temizlemek… İşte bu bölgenin adı: ‘Balkanlar’… Pardon, Brüksel kaynakları artık ‘Güneydoğu Avrupa’ diyor buraya.



Adamlar sadece proje olarak bırakmamış uygulamaya da geçirmiş. Epey yol da kat etmişler.



Bakın 1815’ten sonra neler olmuş…



O tarihe kadar bölgede Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışındaki hümanizmi doyasıya yaşayan Balkan milletleri ne hikmetse isyanlara başladılar. 19. yüzyılı isyan bastırmakla, toprak kaybetmekle geçirmişiz. 20. yüzyılın ilk 15 yılı da buna dâhil tabii…



Sonra Cumhuriyet Türkiye’si… Ama bölgede sorunlar bitmedi. Kendi aralarında bile kavga etseler, ana fatura hep Türklere ve Müslümanlara çıktı. Balkan Türkleri, 20. yüzyılı baskıya maruz kalarak, asimilasyona uğrayarak, anavatana göç ederek geçirmek zorunda kaldı. Aslında bunlar 93 Harbi’nden beridir hep yaşanagelen olgular… Ama şunu da net bir biçimde söylemek lazımdır: Dünyada “göçün” ve “göçmenin” ne demek olduğunu Balkan Türklerinden daha iyi bilen bir nüfus kitlesi yoktur. 130 yıldır belli periyotlarla göç etmek… Dile kolay! Bir de buna milyonlarca can kaybımızı eklersek, varın gerisini siz düşünün. Ne var ki, bizi yapmadığımız soykırımlarla itham edenler, bu trajediler karşısında kör, sağır ve dilsiz… Daha düne kadar bölgede yine aynı facialar yaşandı.



‘Şark Meselesi’ni Kurtuluş Savaşı’yla bitirdik’ dedik ama biten sadece Anadolu ve Doğu Trakya bölgeleriydi. Yani, şimdiki Türkiye sınırları... Sevr’in yerine Lozan’ı kabul ettirebilmek için ne bedeller ödediğini bu halk iyi bilir! Ama buradan bakınca bir kısmı unutmuş gibi gözüküyor. İşin kötüsü Sevr’i yeniden hortlatmak istiyorlar. Not al çocuk, ben de bu durumu paranoya haline getirmiş bir ulusalcı oldum… Düzeltiyorum: Hayır, hayır olmadım. Daha yaşım genç, hapse girmek istemiyorum...



Soğuk Savaş döneminin sonuna doğru Kızılların artık tehlike olmadığını gören ‘dünyanın gizli ve gerçek efendileri’ (!) kurumsallaşmış örgütleriyle yeni ve uzun soluklu bir düşman yaratmak zorunda kaldı: Yeşil Düşman! Yani İslâm… Geçmişin mirasından önemli ölçüde beslenerek, 1990’lı yıllarda bunun fikirsel temellerini hayli sağlam attılar. Önce ‘Demokratik Barış’ sesleri duyuldu, sonra hayal dünyasında ‘medeniyetleri çatıştırdılar.’ 11 Eylül 2001’den sonra da fiilen çatıştırdılar. Zaten çatıştıranların o dönemki Başkumandanı(!) İslam ülkelerini işgallerinde “Bu bir Haçlı Savaşı’dır” dememiş miydi? Zaten dünden hazır olan Avrupalılar da buna “karikatür” kriziyle yeşil ışık yakmışlardı.



Modern Haçlı Savaşları’nın önünde tıpkı geçmişteki gibi bir tehdit var: Türkiye! Nasıl ki, geçmişte Haçlı orduları Anadolu’dan geçemedilerse; küreselleşen dünyada bölgesel bir aktör olarak istikrarlı ve güçlü bir Türkiye, bu ‘gerçek efendilerin’ oyunları önündeki yine en büyük engel! Son 50 yıldır içeride yaşadığımız kardeş kavgasını bir de bu açıdan değerlendirmek lazım.



Dönelim Şark Meselesi’nin Balkanlar boyutuna…



Avrupa’nın Türklere ve Müslüman kültüre düşmanca bir tavır alması kadar doğal bir şey olmasa gerek. Sen git, onlar için “Tanrı’nın Kırbacı” ol, yüzyıllarca Avrupa’yı yönet; ardından Osmanlı’yla Viyana’ya kadar git, 500 yıl da böyle yönet… Böylesi bir geçmiş, Avrupalılar için onur kırıcı bir durumdur.



İmparatorluğun en uzun yüzyılında Balkanlar’da tam bir ‘soykırım’ yaşandı. Öteki gözüyle bakılan Türk ve Müslümanlara yönelik insanlık dışı her türlü muamele yapıldı.



Balkanlar, Avrupa için psikolojik bir sınır yeridir. 18. yüzyıla kadar Balkanların adı, Goethe’nin şiirlerinde de ifade ettiği gibi ‘Türkiye’ idi. 19. yüzyılda Türk ve Müslümanların atılması gereken bir coğrafya iken; 20. yüzyılda Doğu Bloğu ülkelerinin bulunduğu hasım bir coğrafya idi. Ama yüzyılın başında ve sonunda yaşanan 1913–1993 olayları, Türklerden duyulan rahatsızlığın somut bir göstergesiydi. 21. yüzyılda ise Balkanlar artık Avrupa kıtasındadır. Ancak bu yüzyılda Avrupalılar barbarca kıyımlarla Türk kültürünü içlerinden silemeyeceklerdir. Dolayısıyla, post-modernist tedbirlere başvurulmalıydı.



Balkanlar’daki Türk-İslam Kültürü’ne Yönelik Saldırılar



İnsan hakları, barış, demokrasi gibi kavramların en popüler söylemler haline geldiği bir dünyada, Batılılar fiili temizlemelerle veya bölge içi yaşanan şiddetle ‘içlerindeki ötekiyi’ atamayacaklarını daha iyi anlamışlardır. Bunun yerine, milli hafızaları yok ederek ötekiyi devşirmek daha cazip hale gelmiştir. Milli hafızayı silmek içinse, Türk ve Müslümanların kültürel değerleriyle oynamak gerekliydi.



Kültür, bir milletin devamlılığı için hayati önem taşımaktadır. “Kültür” kavramının tanımı üzerindeki görüş farklılıklarına girmenin anlamı yok. Şöyle bir kültürün öğelerine bakalım: Dil, din ve ortak tarih bilinci… Bu hususlar, bir milleti oluşturan en etkin araçlardır. İşte Batılılar kendi güvenliklerini sağlamak ve tarihsel amaçlarına ulaşmak için buradan hareket edecekti.



Kısacası, Balkanlar’da Türk-İslam kültürüne yönelik saldırılar artık bu boyutta yapılıyor. Balkanlar’daki Türk diline ve Müslümanlığa yönelik saldırılar yeni bir husus değil elbette… Ama en azından şekil değiştirdi. Nasıl mı?



Balkan ülkelerine AB üyelik perspektifleri verilerek bu ülkelerin demokratikleşmeleri sağlandı. Bu demokratikleşme hareketi de Balkanlar’daki Türk azınlıklara bazı ‘demokratik haklar’ olarak geri döndü. Örneğin, Türkçe… Romanya’daki Türkler dışında bölgedeki hemen hemen bütün Türkler bu konuda sorun yaşıyorlar. Bulgaristan, Türk azınlığa anadilde eğitimi zorunlu seçmeli ders statüsünde haftada 4 saat olarak veriyor. Yani İngilizceyi seçen bir Türk öğrenci, Türkçe ders alma hakkına sahip değil. Makedonya’da anayasal olarak anadilde eğitim öğretim serbest ama pek çok yerde Türkçe eğitim için yeterli araç ve materyal yok. Batı Trakya’dakiler, Yunanca eğitim veren pedagoji okullarından mezun olduktan sonra Türkçe öğretmenliği yapıyorlar. Kosova’da ise, Türkçe anayasal olarak resmi dil değil; ama belediyeler boyutunda nüfus durumuna göre resmî olabiliyor. Bütün bunların yanında, bölgedeki Türkçe basın-yayın faaliyetleri olması gerekenin çok altında… Balkanlar’da Türkçe için özetle şu söylenebilir: okul var, materyal yok; materyal var, öğrenci yok; öğrenci var, öğretmen yok; öğretmen olsa da diğer unsurlar yok; sermaye var, gazete çıkaracak adam yok; gazetecilik yapacak yetkin kişi varsa, bu sefer de sermaye yok… Türkçe için görünürde her şey var ama icraatta pek bir şey yok! İyi ki, Türk dizileri var da, soydaşlarımız uydudan onları bari izleyebiliyorlar.



Dini açıdan da sorunlar almış başını gitmiş… Katolik ve Ortodoks misyonerler bölgede Müslüman’ın yaşadığı her yerde cirit atıyorlar. Sadece Hıristiyanlar değil tabi… Kendi içimizden de darbe alıyoruz. Vahabiler bölgede aktif olmaya çalışırlarken; İran ise, farklı yatırımların peşinde… Araplarla ortak yönleri, Müslüman öğrencilere hatırı sayılır burslarla yatırım yapmaları… Nur cemaati de Balkanlar’da bulunuyor. Perde arkasında sıkı bir rekabet var. Dedik ya, artık gizli gizli yapıyorlar bu işleri… Cami inşaatlarına bürokratik engeller, müftü seçimlerinde yaşanan sorunlar, Osmanlı’dan kalma vakıf mallarının teslim edilmemesi, dini eğitimde yaşanan sorunlar, İslam dinini bütün sadeliği ve güzelliğiyle anlatacak din adamlarının azlığı, Müslümanlara yönelik psikolojik baskılar ve şüpheli yaklaşımlar…



Bunlar yetmiyormuş gibi, Türk tarihiyle de oynuyorlar. Balkan ülkelerinin okul kitaplarında değişmeyen öcü: Türkler ve Müslümanlar. Tarihimiz de bu kültür erozyonundan nasibini almış. Şöyle bir Balkan ülkelerine bakınız… Ekonomik olarak en geri kalmış olan kırsal yerleşim yerlerinde genellikle Türkler ve Müslümanlar var. Böylece Türkler göç ettirmek isteniyor. Büyük şehirlere göç edince de, entegre olmak suretiyle asimile edilmek isteniyorlar. Beyin yıkama operasyonları da bunlardan geri kalmıyor. Avrupa kültürü ve Avrupalılık en popüler söylemler olarak vitrinde duruyor. Yakında Evlâd-ı Fâtihanlar, Evlâd-ı Avrupalılar olarak karşımıza çıkarlarsa hiç şaşırmak gerek.



En başında dedik ya, büyük bir proje ve buna bağlı olarak, ülkeden ülkeye göre değişen küçük oyunlar var diye… Kendi içimizdeki gereksiz bölünmeler ile bu oyunlara fiili olarak ajanlık yapan aramızdaki köstebekler de bu denklemi içinden çıkılmaz hale getiriyorlar.



Bunlara karşı neler yapılması gerektiği de başka bir yazımızın konusu olsun…