İlhan KARAÇAY'ın analizi... CADI KAZANININ KAYNATILDIĞI ÜLKE: HOLLANDA - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









İlhan KARAÇAY'ın analizi... CADI KAZANININ KAYNATILDIĞI ÜLKE: HOLLANDA
Tarih: 09.09.2016 > Kaç kez okundu? 1889

Paylaş




* Erdoğan karşıtlarının en ateşlisi olan Hollanda medyası ve siyasetçiler, Türkler arsında ikilik yaratıyorlar

* 'Gülenciler' diye adlandırılanların karargahı haline gelen Hollanda'da yaşananlar, endişeye yolaçıyor

* Bildiğimiz Gülenciler, Gülen ideolojisini savunma yerine, ilginç bir şekilde 'Biz Gülenci değiliz' diyorlar

* Genel kültürleri çok zayıf olan Hollanda halkı, medya ne sunuyorsa onu yiyor ve yutuyor

* Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb'in yediği nane

* Cadı Kazanı'nda kaynatılmak için başlatılan Cadı Avı

* Şahsımı bile, 'AKP'ye her ay rapor veriyor' diye suçlayan satılık medya, başarılı Türkler'e çamur atıyor

* Hollanda; demokrasisine önceleri övgü yağdırdığım, ama daha sonra şiddetle eleştirdiğim ülke.

* Önceleri; 'ırkçılara yüz vermeyen halk' olarak tanıdığımız Hollandalılar, daha sonra yine şiddetle eleştirdiğim ırkçı bir toplum oldu.

* Varoluşlarını Osmanlıy'a borçlu olan Hollandalılar, şükran borçlarını ödemek için bir yerleşim yerine 'TÜRKİYE' adını verdikleri halde, şimdilerde o şükraniyeti unutarak adeta Türk düşmanı kesildiler.

* Başta lale olmak üzere, 80 çeşit çiçek tohumunu Tükiye'den getirip zengin olan Hollandalılar, şimdilerde Türkiye aleyhtarlığında başı çekiyorlar.

* Seramiği, tütünü, mimariyi, müzik aletlerini ve hatta bir iddiaya göre dillerini Türkiye'den

kazanan Hollandalılar, şimdilerde, içlerinde yaşayan Türkler'i def etmek istiyorlar.

Özellikle, 11 eylülde New York'taki ikiz kuleler saldırısından sonra tüm dünyada hortlayan İslam düşmanlığı, Hollanda'da nedense 'Türk düşmanlığı' olarak kendini gösterdi.

'Hollanda' ve 'Hollandalılar' derken, daha çok medya mensuplarını ve politikacıları kastediyorum. Zira, genel kültürü çok zayıf olan Hollanda halkına, bu aciziyetleri nedeniyle kızamıyorum.

Genel kültürü çok zayıf olan Hollanda halkı, medya kendilerine ne sunuyorsa onu yiyor ve yutuyor. Bu nedenle kızgınlığım, o bilgisiz halka değil, halkı kasıtlı olarak kandıran medya mensuplarına ve politikacılaradır.

Hollanda medyası ve politikacıları ile çeşitli konulardaki anlayış farkı için 50 yıldır sürdürdüğüm mücadele, şimdilerde doruk noktaya ulaştı. Zira Hollanda medyası ve politikacılar, şimdilerde Türk devletinin yıkılmasına yolaçacak girişimleri, körü körüne destekliyorlar.

Sırf Recep Tayyip Erdoğan'a olan antipati ve düşmanlıkları nedeniyle, Türk devletinin ve Türk halkının geleceğini hesap etmeden, aleyhtarlığın başını çekmekte olan Hollanda medyası ve politikacılar, Hollanda'da meydana gelen birkaç münferit olayı büyüterek, 'Hollanda'daki Türkler birbirlerine girdi' havası estiriyorlar ve 'Türkler içişlerimize karışıp tedirginlik yaratıyorlar' iddiaları ile ortalığı karıştırıyorlar.

Peki ne oldu Hollanda'da?

Hollanda'da, özellikle Amsterdam, Zaandam ve Rotterdam kentlerinde, çocuklarını 'Gülen Okulları'na gönderen ailelerden bazıları, hem Gülenciler'in ve hem de medya ile politikacıların hedefi haline getirildiler. Bu da yetmezmiş gibi, Türk aileler 'Okullara zarar veriyorlar' iddiası ile mahkemeye verildiler. Mahkemelerde kendilerini savunan Türk ailelerin, 'Burada bir suçluymuşuz gibi bulunmamız bizi utandırıyor. Bu durumu çocuklarımıza izah edemiyoruz' şeklindeki ifadeleri ilgili haberi altta ayrıca bulacaksınız.

'BİZ GÜLENCİ DEĞİLİZ'

İşin garip tarafı nedir biliyor musunuz?

Burada bizim de 'Gülenci' olarak tanıdığımız bir yığın eski dost, tehdit edildiklerini yazıyorlar ve söylüyorlar ve hatta suç duyurusunda bulunuyorlar. Ama nedense de, özellikle Zaman gazetesi çalışanları, 'Biz Gülenci değilliz, hatta içimizde Gülen'e karşı olanlar bile var' diyecek kadar.............

Bu durumda şu soruluyor: Gülenci olarak bilinenler, bu şekilde savunma yapacaklarına, neden Gülen ideolojisini anlatıp savunma yapmıyorlar?

Değerli okurlarım, dikkat ettiyseniz bu konuda daha önce de yazdığım analiz, yorum ve haberlerde ne isim yazdım ne de FETÖ dedim. Bu konuda hep objektif olmaya çalıştım. Gülenci olarak bildiklerimiz, tıpkı başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AK Partililer'in dostu olduğu gibi, benim de dostlarımdı. Bu eski dostlar şimdilerde beni arıyorlar, 'Gel çay-kahve içelim' diyorlar. Ben de açık açık, 'Şu anda sizinle görünmek çok tehlikeli' diyorum.

Zira daha önce de belirtiğim gibi, bugünkü kavga siyasi bir kavga değil. Siyasi kavgada tarafsız olmak ve arabuluculuğa soyunmak güzel bir tutumdur. Ama bugünkü kavga devletimizin var oluşu ve yok oluşu ile ilgili bir kavgadır. Bir taraf, devletimizin yok oluşunu hazırlamakla suçlanıyor. Şimdi bu suçlananlar ile birlikte görünmek vatan hainliğiyle eşdeğer sayılabilir. Bu nedenle de 'Ben tarafsızım' diyemiyorum ama objektif yazdığımı belirtiyorum.

Cadı Kazanı'nda kaynatılmak için başlatılan Cadı Avı

Hollanda medyası, 'Gülen Okulları' hakkındaki haberleri verirken, aileleri de Recep Tayyip Erdoğan'ın kışkırttığı iddiasını ortaya atmaktalar. Türk ailelerine, başka okul bulmak için yardımcı olan, Şükran İnce adlı bir hukukçuya da 'Erdoğan'ın ajanı' damgasını vurdular.

Bu bayanın çalıştığı devlet dairesinin müdürü, kendisini görüşmeye çağırdı. Bakalım bu görüşme sonunda neler olacak?

SON DAKİKA

Şükran İnce ile, Adalet Bakanlığı'na bağlı olan Daire'nin müdürü arasında yapılan görüşme maalesef kötü bir şekilde sonuçlandı. Zira adaletli olması gereken müdür, 'Biz Erdoğan'ı destekleyenlerle birlikte çalışamayız' dediği Şükran İnce'yi usüllere uygun olmayan bir şekilde işten çıkardı. Şükran İnce, hakkını, içinde bulunduğu adalet dünyası içinde arayacağını belirtti.

Gorinchem şehrinde Yeşil Sol Parti'den Belediye Meclis Üyesi olan İlhan Tekir, 15 Temmuz olayından sonra yapmış olduğu Erdoğan lehindeki konuşması nedeniyle partisinden ihraç edildi. (Yeşil Sol Parti'nin, bir zamanlar AK Pati organları ile yaptığı ortak çalışmayı en altta fotoğraflı olarak göreceksiniz)

Tutuklamalar başladı.

Rotterdam polisi, geçtiğimiz pazartesi günü adı açıklanmayan 42 yaşında bir Türk'ü, kışkırtıcılık, tehdit ve tedhiş suçlaması ile tutukladığını açıkladı. Bu Hollanda polisinin konuyla ilgili ilk tutuklamasıdır. İkinci tutuklama da geçtüğimiz çarşamba günü oldu. Hollanda Başbakanı Rutte, Gülenciler'den Türkler aleyhine 175 suç duyurusu yapıldığını açıklamıştı. Rotterdam Polisi tutuklamaların çoğalacağı açıklaması yaptı.

Türkiye'deki gelişmelerin gerçek yüzünü görmek istemeyen Hollanda medyasının ve politikacıların tutumu şöyle devam ediyor:

Bugün ortaya atılan son yeni haberlerde, gelişmelerin ana hatları yerine, 'Gülenciler'in peşine takılma emri Erdoğan'dan' diyerek, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı'nın kuruluş amacını ve bu kuruluşta görev yapan Hollanda'daki 5 Türk'ün adını açıkladılar. Yurtdışındaki Türkler'in anavatandaki ve yaşadıkları ülkelerdeki sorunları ile ilgilenmeyi amaç edinen Yurtdışı Türkler Akraba Topluluklar Başkanlığı, her ülkeden temsilci Türkler'i bünyesinde toplamıştır. Hollanda medyası, mal bulmuş magribi gibi bu beş Türk'ün isimlerini açıklarken, 'İşte bunlar Erdoğan'ın ispiyoncuları' damgasını vurmuştur.

Hollanda medyası isimleri yazdığına göre, benim de bu Türkler'in isimlerini açıklamamda bir beis olmaz sanırım.

Bu 5 Türk'ten biri, Türk ailelerini Gülen Okulları'nın şikayeti konusunda savunan avukat Ejder Köse. Bir başka isim Osman Elmacı, bir işçi sendikasında görev yapıyor. Osman Elmacı, daha önce de 'Ermeni soykırımını tanımıyor' gerekçesiyle partisi CDA tarafından milletvekilliği aday listesinden çıkarılmıştı.

İslam Okulları'nı çatısı altında toplayan ISBO'nun başkanlığını yapan Yusuf Altuntaş bir başka isim. Danışma Kurulu'ndaki dördüncü isim, İslam Üniversitesi'nde doçentlik yapan Özcan Hıdır. Sonuncu ve beşinci isim ise, Turgut Torunoğulları. DEİK'in Avrupa temsilciliğini yapmış olan Torunoğulları, önce 'Tencere Kralı' şimdi de 'Turizm Kralı' olarak anılıyor.

ŞAHSIMA DA YAFTA YAPIŞTIRMAK İSTEMİŞLERDİ

Hoş, Hollanda medyası için bu alışılmış bir yafta yapıştırma yöntemidir. Hatırlarsınız, Wikileaks, AK Partiye gönderilen 300 bin email mesajını açıklamıştı. Hollanda medyası bu emailler içinde, Hollanda çıkışlı olarak bir tek benim mesajlarımı yakaladı. Benim mesajlarım neydi biliyor musunuz? Her ay muntazam bir şekilde gönderdiğim aylık haber bültenlerim idi. Bu bültenler, AK Partiye olduğu gibi, tüm partilere gönderiliyordu. Artısı, 5 bin kadarı medya olmak üzere, siyasetçiler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve eş dost olmak üzere tam 25 bin adrese gönderiliyordu.

Ama Hollanda medyası, bunu görmezden gelip adreslerden biri olan Cemil Çiek'i seçerek benim bültenlerimi yakaladılar. Sonra da ne yazdılar biliyor musunuz?

'İspiyoncu Türk, Erdoğan'a her ay rapor dönderdi.'

Bu haberin ardından da medyaya okuyucu mektupları yağdı: 'Kovun bu Müslüman köpeği ülkemizden' diyenler çoğunluktaydı.

İşte böyledir Hollanda medyası.

ROTTERDAM BELEDİYE BAŞKANININ YEDİĞİ NANE:

Hollandalı siyasetçilere gelince: Oy ve koltuk peşinde olan Hollandalı siyasetçiler çok çirkinleşiyorlar. Bunlardan bir örnek vermek istiyorum.

Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız'ı, 'Bana görevimi yapmayı öğretiyor' diye topa tutmuştu. Ebutaleb, Hollanda medyasındaki açıklamalarında Başkonsolosumuza veryansın ediyordu. Sonra da 'Hizaya çekmek' üzere çağırdığını beyan etmişti. Tüm medya organları, 'Başkonsolos bugün Aboutaleb'in ayağına gidecek ve hesap verecek' diye yazmışlardı. Ama olmadı. Zira, Lahey Büyükelçiliğimiz uyanık davranmıştı ve o ziyareti iptal etmişti.



Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Aboutaleb'e, iyi günlerde kitabımı hediye etmiştim



İşçi Partisi'nin liderliğine soyunan ve bu uğurda popülarite arayan Aboutaleb, ne nane yemişti biliyor musnuz?

Ben öğrendim, size anlatayım:

Lahey Büyükelçiliğimizdeki Geçici Maslahatgüzar Kurtuluş Aykan, Rotterdam'da meydana gelenTürk gösterileri hakkındaki medya kargaşasını sağlıklı bir şekilde anlatabilmek için, Rotterdam Belediye Başkanı Fas asıllı Ahmet Aboutaleb ile görüşmek için bir randevu almıştı.

Aboutaleb bu görüşme için gün vermişti. Maslahatgüzar Aykan, bu ziyarete Başkonsolos Ayyıldız ile birlikte gidecekti.

Ne var ki, randevudan iki gün önce, çok yoğun işler nedeniyle çok yorulan Maslahatgüzarımız Aykan, makamında fenalık geçirdi. Bayılan Aykan'ın durumu Büyükelçiliktekileri korkutmuştu. İki ambulans, itfaiye ve polis ekipleri Büyükelçiliğe geldi. Aykan hastaneye pencereden çıkarılarak kaldırıldı. O sırada Aykan'ın sekreteri Belediye Başkanı Ebutaleb'i aradı ve durumu anlatarak randevuyu iptal etti. Çok şükür ki Aykan'ın durumu iyiye gitti ve ertesi gün çalışmamak şartıyla ayağa kalktı.



Rotterdam Başkonsolosumuz Ayyıldız, Maslahatgüzar Aykan'ı ziyaret etti ve 'Uygun görürseniz Belediye Başkanı'na ben gideyim' dedi. Aykan da bu teklifi kabul etti ve Belediye Başkanı yeniden aranarak randevu saati sabit tutuldu.

Şimdi gelelim püf noktasına:

Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız, görüşme talebinden üç hafta önce, Belediye Başkanı Aboutaleb ile birlikte, civardaki Belediye Başkanları'na birer mektup göndermişti. Bu mektupta genellikle şunlar yazılıydı: ''15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Rotterdam'da gösteri yapan Türkler'in tutumu hakkında yaygara koparan Hollanda medyası sizi de etkilemiş görünüyor. Sanırım, yardımcılarınız bu konularda size sağlıklı bilgi vermiyor. Örneğin, sokaklarınızda gösteri yapan PKK'lılar'ın Abdullah Öcalan portresi taşıdıklarını ve PKK bayrağı açtıklarını size intikal ettirmiyorlar. Biliyorsunuz ki, PKK ülkeniz tarafından da bir terör örgütü olarak tanınmış ve her türlü faaliyeti yasaklanmıştır. Bu durumda, bizim vatandaşlarımızın yaptıkları gösterilerin abartılması da şahsınızı yanıltmıştır.''



Belediye Başkanı Aboutaleb, Başkonsolos Ayyıldız'ın bu mektubuna cevap verme zahmetine katılmamıştı. Ama son randevu olayını fırsat bilen Aboutaleb, medyayı kullanarak şu mesajı geçmişti: ''Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosu, bana işimi nasıl yapacağımı öğretmeye çalışarak boyunu aşan bir işe karışmıştır. Bu nedenle kendisini çağırdım. Bugün hizaya çekeceğim.''

Bu haber gerek Büyükelçiliğimiz ve gerekse Ayyıldız'ı çok şaşırtmış ve üzmüştü.

Bunun üzerine Büyükelçilik randevuyu yeniden iptal etti. Belediye Başkanı Aboutaleb'e de, ''Bu konularda bizim muhatabımız Dışişleri Bakanlığı'nızdır. Bu nedenle randevu iptal edilmiştir'' haberi gönderildi.

Rotterdam Belediye Başkanı Aboutaleb'in bu tavrı, 32 Türk sivil toplum kuruluşunun ortak imzası ile, nedenleri belirtilerek protesto edildi.

Bakalım, Hollanda'daki gelişmeler bundan sonra neleri getirecek?

Ama öyle görülüyor ki, medya ve politikacıların çanak tutmaları nedeniyle bu olaylar daha bir süre sürüp gidecek.

*****

Yeşil Sol Parti'nin iki yüzlülüğü

Hollanda'da, Sosyal Demokratlar'ı, İşçi Partisi (PvdA), daha solda olanları da Sosyalist Parti (SP) ile Yeşil Sol (Groen Links) temsil etmektedir. Çevreci olan Yeşil Sol'un Meclis Grup Başkanlığını Jesse Klaver adından bir genç yapmaktadır. Önceki gün bir televizyon kanalındaki tartışma programına katılan Jesse Klaver, 15 Temmuz sonrasında Erdoğan'ı destekleyen bir açıklama yapan İlhan Tekir adlı Belediye Meclis Üyesi'nin partiden ihraç kararı için, 'Erdoğan'ı destekleyen birinin partimizde yeri yoktur' dedi.



Şimdi, geçmişin derinliklerini iyi bilen bir gazeteci olarak Jesse Klaver'e soruyorum: Partinizin, Recep Tayyip Erdoğan'ın inisiyatifi ile kurulmuş olan Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD ( Union of European Turkish Democrats) ile birlikte organize ettiği 'Türkiye Demokrasisi' adlı sempozyum için ne diyeceksiniz?

O zaman UETD'nin başkanlığını yapan Veyis Güngör de soruyor: Hollanda nereye gidiyor?

Bu ikiyüzlülüğe bir yanıtınız olacak mı Jesse Klaver?



Partiden ihraç edilen İlhan Tekir ve Parti Grup Başkanı Jesse Klaver

*****

Altta, sözünü ettiğim mahkeme haberini sunuyorum:



İlhan KARAÇAY mahkemedeydi...

'Gülen Okulu' olarak binen De Roos, okul aleyhinde kötü propaganda yaptıkları suçlaması ile 4 Türk ailesinden tazminat ve tekzip talebinde bulundu

Mahkeme, taraflar arasında diyalog kararı verdi. Diyalogda anlaşma olmazsa karar 16 eylülde verilecek

'Erdoğancılar' tutuklanıyor ve işten çıkarılıyor.



HAARLEM,- 15 Temmuz darbe girişiminin Fetullah Gülen tarafından yapıldığı iddiasından sonra, çocuklarını 'Güel Okulu' olarak bilinen Hollanda'nın Zaandam kentindeki De Roos okuluna göndermekte olan Türk aileleri arasında yaşanan panik, bu aileler için pahalıya maloluyordu.

De Roos okulu yöneticileri, Türkiye'deki darbe girişiminin 'Vatana ihanet' ile eşdeğer olduğu görüşünden yola çıkan Türk ebeveynlerin, kendi çocuklarından başka, diğer ailelerin de çocuklarını okula göndermemeleri için kampanya açtıkları ve okullarının adını lekeledikleri suçlaması ile 4 Türk ailesini mahkemeye verdi.

Dün (cuma) Haarlem kentinde yapılan duruşmada, Türk ailelerini avukat Ejder Köse, okulu ise avukat Marcel dekker savundu.

Mahkeme reisi bayan hakim ilk sözü suçlamada bulunan De Roos okulunun avukatına verdi.

Avukat Dekker, mahkeme salonunda bulunan dört Türk ailesinin, okullarına haksız olarak 'Gülen Okulu' yaftasını yapıştırdıklarını, okulun Fetullah Gülen ile ilgisi olmadığını, ailelerin diğer çocukların da okula gönderilmemesi için okul aleyhine kötü propaganda yaptıklarını dile getirerek şöyle devam etti: ''Belirtmiş olduğum 4 Türk ailesi, De Roos okuluna diğer çocukların da gönderilmemesi için, internette bir WhatsApp grubu oluşturdular, ayrıca Facebook'ta da bir sayfa oluşturarak, 'Çocuklarınızı vatan haini ve terörist Gülen'in okuluna göndermeyin' uyarısında bulundular. Bu nednle 411 olan öğrenci sayımızda 151 eksilme oldu. Ayrıca 9 doçentimiz de okuldan ayrıldı. Bu nedenle okulumuz büyük bir maddi zarar gördü.

Mahkemenizden, bu kötü kampanyanın derhal durdurmasını, kampanyanın devam etmesi halinde ailelerden her gün için 5'e bin euro tazminat cezası verilmesini, ve De Telegraaf gazetesine da tam sayfa büyüklüğünde bir özür ilanı konulmasını talep ediyorum.''



Mahkeme resisi daha sonra sözü ailelerin avukatı Ejder Köse'ye verdi. Ejder Köse öncelikle, De Roos okulunun Türk ailelerini Yıldırım Mahkeme'ye veremeyeceğini teknik yönden anlattı. Köse daha sonra şöyle konuştu: ''Burada gördüğünüz 4 Türk ailesi, Türkiye'de yaşananlardan sonra buralara kadar akseden korkunun etkisinde kalarak çocuklarını bu okula göndermeme kararını almışlardır. Türkiye'nin dışında burada yaşananlar da korkuyu artırmıştır. Okulun camlarının kırılması, ailelerdeki korkunun haklılığını ortaya koymaktadır.

Müvekkillerim, okul yönetimi ile konuşmak istemiştir. Ne var ki okul yönetimi aileler ile bir toplantı yapma yerine, öğrencilerin evlerini tek tek ziyaret etmeyi tercih etmiştir. Ayrıca, aileler WhatsApp ve Facebook yazışmalarını kapalı bir ortamda yapmışlardır. Yani bu yazişmalar dışarıya yansımamış ve haliyle okul aleyhinde propaganda aleni olmamıştır. Buna karşın okul yönetimi medyaya gitmiştir. Bu okulun Gülen Okulu olması veya olmaması önemli değil. 9 doçentin okuldan ayrılmış olması da, bu okulun güvenilmez olduğunun bir kanıtı olmalıdır.Bu konuda müvekkillerimin de söyleyecekleri vardır.''

Mahkeme reisi daha sonra Türk ailelerine soru yönelterek konuşturdu. Aileler genel olarak şöyle konuştular: '' Biz Türkiye'de tatil yaparken, çocuklarımızın okulunda ve etrafında tehlikeli durumların yaşandığını öğrendik. Tabii ki çok korktuk. Hollanda'ya dönünce tanıdık aileler bir araya geldik ve çocuklarımızı okuldan ayırma kararı aldık. Bize diğer ailelerden de duyumlar geliyordu. Buluştuk ve bir grup oluşturmaya karar verdik. Belediye Eğitim Dairesine gittik. Bize 'Çocuklarını ayırmak isteyen kaç aile var' diye sordular. Biz de araştıralım dedik ve sonra bir WhatsApp grubu oluşturduk. Çocuklarımızı okuldan ayırmak için form doldurmamız gerekiyordu. Okul bize kapılarını açmıyordu. Daha sonra öğrenciler kanalıyla açılan kapıdan girdik ve formları alıp doldurduk. Bu ara okul yönetimi ile konuşmak istedik. Ama bize düşman gibi davrandılar.''

Mahkeme resinin, ''Peki, siz Facebook'ta 'Bu okul vatan haini ve terörist Gülen'e ait. Bu adamı ve taraftarlarını destekleyenler de vatan hainidir'' diye yazdınız mı?'' şeklindeki sorusuna Türk aileler şu yanıtı verdiler: '' Aslında biz, burada bir suçluymuşuz gibi bulunmaktan utanç duyuyoruz. Bunu çocuklarımıza izahta güçlük çekiyoruz. Türkiye'de yaşananlar korku verici ve üzücüydü. Hergün medyada olayları izliyor ve itirafçıları dinliyorduk. İnsanlar ölüyordu. Ölenler arasında tanıdıklarımız da vardı. Sonuşta biz de insanız, bizim de duygularımız var. O duygular içinde yazdık bunları.''

Verilen 20 dakikalık aradan sonra tekrar başlayan duruşma sonunda mahkeme reisi tarafları diyalog kurmaya çağırdı. Tarafların bir hafta içinde anlaşmaları gerektiğini belirten mahkeme reisi, anlaşamama durumunda kararını 16 eylülde vereceğini açıklandı.

SON DAKİKA

Aileler ile okul yönetimi anlaşamadı

Mahkeme reisinin, 'diyalog kurarak aranızda anlaşın' çağrısı sonrasında toplanan taraflar anlaşamadı. Geçtiğimiz salı günü Zaandam belediye Başkanı Geke Faber başkanlığında toplanan Türk aileler ve okul yönetimi ile avukatlar, bir anlaşma sağlayamadı.

Türk ailelerinin avukatı Ejder Köse, toplantıda konuşulanların dışarı çıkmaması şartını ileri sürdüğü halde, konuşulanlar medyaya sızdırılınca, dün (perşembe) yapılması gereken ikinci toplantı torpido edilmiş oldu. Bu durumda hakim 16 eylülde kararını verecek.



Ayrıca, yapılan son bir araştırmaya göre, Hollanda'da Gülen okullarına giden 588 öğrenci, bu okullar ile ilgisini kesti. 588 öğrencinin çoğu bir başka okula kaydoldu. Öğrencilerin 76'sı henüz okul bulamadı. Okul bulamayan öğrencşlerin 62'si Amsterdam'da, 12'si Arnhem'de, 2!si de Lahey'de bulunuyor. En çok öğrenci kaybeden Zaandam'daki De Roos okulu 405 öğrenciden 179'unu, Amsterdam'daki Witte Tulp okulu 391 öğrenciden 170'ini kaybetti.

Okulların bu ayrılışlar nedeniyle 700 bin euro zarar girecekleri belirtiliyor.

*****

Satılık gazeteciler

Sizlere sürekli Hollanda medyasını yeren yorumlar yazıyorum ya !

Bugün de (7 Eylül Çarşamba) Trouw gazetesinde yorum yazan Lex Oomkes adında biir maskara, bugünkü gelişmeler ile ilgili bir şeyler karalamış.

Bugünden taaa 2006'lara kadar dönüş yapmış olan bu zat, Yeşil Sol Parti'den ihraç edilen İlhan Tekir ile bağlantı kuran bir yorum yazmış. 2006 yılında, sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için partileri tarafından seçim aday listesinden çıkarılan 3 Türk ile ilgili olarak, o zamanki gelişmelere değinen bu dangalak, biz Türkler'in diğer partileri boykot ederek Fatma Koşer Kaya'yı direkt olarak meclise göndermemize çok içerlemiş. Bu konuyu yazarken de şu cümleyi kurmuş: ' Seçim kampanyaları sırasında, Hollanda-Türk gazetesi DÜNYA'nın yayın yönetmeni İlhan Karaçay'ın başı çektiği, fanatik Hollandalı Türkler'in boykot tehdidi sürüyordu. Sonuçta Türkler Fatma Koşer Kaya'yı, partisinin yenilgisine rağmen meclise göndermişlerdi.'

Günün sonuna doğru, bu yorumu yazan Lex Oomkes'e aşağıdaki Hollandaca haberi gönderdim. Ama siz öncelikle bu haberin Türkçesini okyunuz. Bu dangalak adama hiçbir şekilde hitap etmedim. Sadece, 'Lex Oomkes'e ithaf olunur' diye yazdım.

O artık, kendisine 'Satılık gazeteci' demek istediğimi anlamıştır.

Ünlü Alman gazeteci Udo Ulfkotte'nin Satılmış Gazeteciler Kitabı.!



Ünlü Alman gazeteci Udo Ulfkotte, Russia Today televizyonuna yaptığı açıklamada, dünya gündemine yön veren önemli tv kanallarının ve gazetelerin yaptığı haberlerin CIA tarafından politik amaçlı nasıl çarpıtılıp, yönlendirildiğini anlattı.

Ünlü Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung’un eski editörü, Kohl Hükümeti’nin danışmanlarından, Ortadoğu uzmanı Udo Ulfkotte, dünya medyasına yönelik gerçekleri, önemli bir tanık olarak ortaya dökerek kanıtlıyor. Ünlü Alman gazeteci bu anlattıklarını, yakın zamanda basılan Satılmış Gazeteciler (Bought Journalists) adlı kitabında da tüm ayrıntılarıyla ele aldığını belirtiyor.

AVRUPA’DA HALKLARI RUSYA’YA KARŞI SAVAŞA KIŞKIRTIYORLAR

“Yaklaşık 25 yıldır gazeteciyim, ve hep yalan söylemeye ve okura doğruyu söylememeye mecbur bırakıldım, ama birkaç aydır Alman ve Amerikan medyasının insanları Avrupa’da Rusya’ya karşı savaşa kışkırtmaya çalıştıklarını gördüğümden beri, kararımı verdim ve ben bu oyunda yokum dedim. Ben insanları bu şekilde manipule etmede ve Rusya’ya karşı propaganda’da yokum dedim. Geçmiş yıllar ben ve meslektaşlarım, okura sadece kendi ülkemde değil, ama tüm Avrupa’da ihanet etmek için kalemimizi sattık. Bu kitabı yazmamın nedeni, Avrupa’da yeni bir büyük savaştan çok korkmamdır, yeniden böyle bir savaş ortamında bulunmak istemiyorum. Savaşlar asla kendi başlarına çıkmazlar, arkalarında hep bu doğrultuda çalışmalar yapan bir grup insan olmuştur, yalnızca politikacılar değil, aynı zamanda gazeteciler de. Geçmiş yıllarda savaşa sürüklemek için okura nasıl ihanet ettiğimizi anlatmak için yazdım bu kitabı. Artık hiçbir şey duymak istemiyorum, ancak muz cumhuriyetlerinde olabilecek propaganda yalanlarıyla gırtlağıma kadar doluyum; özgür habercilik ile insan haklarının olduğu özgür demokratik ülkeler de neymiş!”

ALMAN GAZETECİLERİ, NATO VE AMERİKA SEÇİYOR

“Alman medyasına bakın, meslektaşlarım her gün Rusya’ya karşı gürlüyorlar, gerçekte hepsi de Nato ve Amerika tarafından seçilmiş gazeteciler... Düşünün beni de, Amerika yanlısı haberlar yaptığım için, Oklahoma ‘onur yurttaşı’ yapmıştı. Amerika yanlısı haberlerimde CIA tarafından yardım gördüm, artık gırtlağıma kadar doluyum, artık bu oyunda yer almayacağım. Yazdığım kitap bana ne para ne de itibar getirecek, aksine başıma bir sürü bela açacak, çünkü Alman halkına, Avrupa’ya, tüm dünyaya sahne gerisinde gerçekte neler olduğunu anlatmayı arzuluyorum.”

ZUBAIDAD’TAKİ KÜRT KATLİAMINDA KULLANILAN ALMAN GAZI

“Kitapta pekçok örnek veriyorum. Örneğin, 1988 yılına bakacak olursanız, 1988’in mart ayında Irak’taki kürtler kimyasal gazlarla kitleler halinde öldürüldüler. Ama ben bölgeye, 1988 temmuzunda İran sınırında olan Zubaidad’a gönderildim. İran-Irak savaşı devam ediyordu. Benim görevim katlimda kullanılan sarin gazının Alman üretimi olduğunu fotoğraflar eşliğinde yazmaktı. Ben bu insanların Almanya’da üretilen bir kimyasal gazla öldürüldüğünü göstermeliydim.

Döndükten sonra hazırladığım onca haber, sadece küçük bir fotoğraf ve kısa bir yazıyla Frankfurter Allgemeine’de çıktı. Haberde vermek istediğim tüm insanlıkdışı korkunçluklar tamamıyla çıkarılmıştı, gerçek şu ki, Avrupa’daki savaştan yıllar sonra, yine insanlar Almanların ürettiği kimyasal silahlar tarafından öldürülmüştü, önemliydi bu! Kendimi ihanete uğramış hissettim, tüm dünyaya vahşeti göstermek istemiştim, ama dünyaya haykırmama izin vermemişlerdi. Bugün Almanya’da hala çok az kişi, Zubaidad’ta binlerce kişinin öldürülmüş olduğunu bilir, bu olaya ilişkin benimki gibi diğer haberlerin de hasıraltı edilmesi nedeniyle.”

GAZETECİLER, GİZLİ SERVİSLERİN “DESTEK GÜÇLERİ”

“Pekçok gazeteci kendisini Avrupalı ya da Amerikalı diye niteliyor ama aslında hepsi, ben dahil, ‘resmi olmayan destek güçleri’yiz, bu şu demek, gerçekte sen işe gizli servisler tarafından alındın, tabii asla bunu kabul etmeyeceklerdir, ola ki açığa çıktın; işte bu nedenle bize ‘resmi olmayan’ diyorlar, yani paravan. Pek çok kez bu role büründüm, bundan utanıyorum, finans çevreleri yani Amerikalılar tarafından satın alındığım halde saygıdeğer Frankfurter Allgemeine için çalıştığım için de utanıyorum. Hepimiz Amerika ve Avrupa Birliği yanlısı haberler yazmaya yönlendiriliyor ya da mecbur ediliyorduk, ama asla Rusya yanlısı yazamazdık.”

ALMANYA, BİR AMERİKAN SÖMÜRGESİ

“Çok üzgünüm, bu, benim için artık demokrasi ve özgür basın demek değil. Almanya bugün hala bir tür Amerikan sömürgesi: örnek vereyim Almanların büyük çoğunluğu toprakları üzerinde nükleer bomba istemiyor, ama onlar burada bulunduruyorlar, hem de nasıl!!!”

HER ŞEY ÖRTÜLÜ BİR HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMASI ALTINDA

“CIA, gazeteciye yanaşıp, bizimle çalışır mısın? diye sormuyor tabii. Genelde gazeteciye nazik bir Amerika’ya ziyaret daveti ulaşıyor, tüm masrafları karşılanmış. Özetle, sizinle arkadaş oluyorlar, ve sonunda tatlılıkla işbirlikçi konumuna kayıyorsunuz, çünkü onlara güvenmişsin, ve sempati duymaya başlamışsın. Bir süre sonra sana şunu ya da bunu rica etmeye başlıyorlar, ve yavaş yavaş beynin yıkanmış ve şartlanmış hale geliyor; bu tabii sadece Alman gazetecilerin başına gelmiyor, bunun daha da fazlası İngiliz gazetecilere oluyor, çünkü Amerika ile daha da sıkı bağları var, sonra İsrailliler, tabii ki Fransızlar ama onlarla biraz daha az diyebilirim, sonra Avusturalyalılar, Yeni Zelandalılar, Taivan ve diğerleri, hatta Arap dünyasında da bu böyle, Ürdünlü gazeteciler, Umman...”

GİZLİ SERVİSLER OFİSLERDE DE GAZETECİLERİ ZİYARET EDİYOR

“Bazen gizli servisler ofise gelip sizden belli bir haberi yazmanızı istiyorlar. Bu olay benim başıma da geldi! Hatırlatmak isterim, Alman Gizli Servisi BND, doğrudan CIA tarafından kurulmuştur. Bu beyler, bana Frankfurt’a Frankfurter Allgemeine’a geldiler bana Kaddafi ve Libya üzerine bir haber yazdırmak için. Kaddafi’ye yönelik benim hiçbir bilgim olmamasına rağmen, ama bana her şeyi onlar verdiler, sonuçta onların hazırladığı haberin altına sadece benim adımın konması gerekiyordu, tamamıyla BND’nin eseri bir haberdi.

Buna gazetecilik diyebilir misiniz? Gizli servislerin haberin tamamını yazdığı bir gazetecilik? Dosyalarım arasında hala durur bu haber, Kaddafi’nin Rabtha’da kimyasal gaz üretimi için fabrika kurmasına yönelik bir haberdi. Bu haber Frankfurter Allgemeine’da çıktıktan sonra tüm dünyanın televizyon ve gazetelerinde de yer aldı. Ama gerçekte benim hakkında hiçbir şey bilmediğim bir olaydı, gizli servis tarafından verilmişti. Tabii bu da özgür gazetecilik olamaz, hangi haberin yer alıp hangi haberin almayacağına gizli servistekiler karar verdikten sonra.”

HAYIR DERSENİZ, BAŞINIZA HOŞ OLMAYAN ŞEYLER GELEBİLİR

“Almanya’da harika bir helikopterle yardım hizmetimiz vardır, trafiktekilere verilir, kendilerine Sarı Melekler denmesini severler. Bir keresinde onların pilotlarından biri, BND ile ‘resmi olmayan’ olarak çalışmayı reddetti. Hemen helikopter servisinden çıkarıldı, başvurduğu hakim de BND’nin teklifini reddetmiş olduğu için onu “güvenilmez” olarak nitelemişti.

Ben de gizli servislerle çalışmazsam başıma neler gelebileceğini çok iyi biliyordum. Düşünün, evim tam altı kez arandı, çünkü bir savcı beni ‘devlet sırlarını yaymakla’ suçlamıştı... Altı kez! Yine de kaba kuvvetle gerçeklerin üstünün örtülemeyeceğine inanıyorum, er ya da geç ortaya çıkacaklardır.

Sonuçlarından korkmuyorum, bugüne dek üç kalp krizi geçirdim, çocuklarım yok, eğer beni mahkeye verirlerse ya da hapse atarlarsa, gerçeklerin zafer kazanması uğruna, değeceğine inanıyorum.”

Onthullend en spraakmakend boek:

‘Gekochte journalisten’

Wie bepaalt de inhoud van het nieuws wereldwijd? Wie bepaalt wat we wel en niet te horen krijgen? Wie is er verantwoordelijk voor het nieuws in de zgn. Meanstream Media (MSM): krant, radio en tv?

De westerse media, met name de Duitse, zijn corrupt en manipuleren het nieuws. Dat stelt de Duitse Journalist Udo Ulfkotte in zijn boek ‘Gekaufte Journalisten’, met als ondertitel: ‘Hoe politici, geheime diensten en de Haute Finance de massamedia aansturen’. Die media houden zich over deze publicatie opvallend stil!

Dr. Udo Ulfkotte (1960 in Lippstadt geboren), studeerde in Freiburg en Londen criminologie, islamitische studies en politiek. Hij werkte 17 jaar als topjournalist een van Duitslands gezaghebbende krant de Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ). Uit schuldgevoel schreef hij een boek dat binnen enkele weken al een bestseller werd. Hij roept andere MSM-journalisten op zich te beraden om naar buiten te treden en hiermee te stoppen, in het belang van de waarheidsvinding.

Oorlog

Ulfkotte, die zichzelf als christen profileert: “Ik ben ongeveer 25 jaar journalist en opgeleid om te liegen en te bedriegen, en niet de waarheid aan het publiek te vertellen. Ik werd hierin financieel ondersteund en gepushed door de CIA. De westerse media proberen momenteel oorlog tegen Rusland aan de man te brengen in Europa. Dit is voor mij het moment om op te staan en te zeggen dat het niet goed is wat ik in het verleden heb gedaan en te waarschuwen voor Westerse manipulatie en propaganda tegen Rusland”.

Twan Huys, die voeger voor de NOS Amerika-correspondent was en tegenwoordig anchorman van Nieuwsuur, heeft het altijd over de ‘kwaliteitsmedia’. Maar als kwaliteit staat voor waarheidsgetrouw, dan is daar nog maar weinig van over. Als we Ulfkotte mogen geloven, zijn het eerder propagandakanalen en lichtdragers van zakelijke en politieke elites. Hij heeft zelf in dat web gezeten en kreeg zelfs een ereburgerschap van de staat Oklahoma vanwege zijn positieve (lees: Westers gezinde) berichtgeving.

Agenten van de CIA

De meeste corporate journalisten in de Verenigde Staten en Europa zijn zogenaamde ‘non official cover agents’. Zij werken in feite voor een inlichtingendienst. “Ik denk dat dit vooral het geval is bij Britse journalisten omdat ze een heel nauwe relatie met de VS hebben. Ook Israëlische, Franse, Australische, Nieuw-Zeelandse en Taiwanese journalisten zijn hier nauw bij betrokken.”

Ulfkotte betuigt spijt: “Het is niet goed te praten wat ik in het verleden heb gedaan en wat mijn collega’s nu nog steeds doen. Ze worden omgekocht om het volk te verraden, niet alléén in Duitsland maar in héél Europa. Ik ben erg bang voor een nieuwe oorlog in Europa en verafschuw het om opnieuw in zo’n situatie terecht te komen. Oorlog ontstaat nooit uit zichzelf. Er zijn altijd mensen die aandringen op oorlog en dat zijn niet alleen de politici, maar óók journalisten. We hebben onze lezers verraden, domweg door hen de bereidheid voor een oorlog door de strot te duwen. Momenteel leven we in een bananenrepubliek, en zeker niet in een democratie waarin de persvrijheid wordt gegarandeerd”.

“Ik ben de eerste die zichzelf beschuldigt en bewijst dat vele anderen medeschuldig zijn!”

Zwart op wit

Het boek van Ulfkotte is mede daarom zo belastend voor zijn collega’s, omdat hij man en paard noemt. Elke uitlating en/of beschuldiging wordt gestaafd met voetnoten, waarin de bronnen zijn vermeld. Iedereen kan zijn beweringen checken. Geen complotfantast dus, alles is onderbouwd.

• Hij vertelt hoe de CIA en andere geheime diensten controle krijgen over vooraanstaande journalisten

• Hij laat zien hoe via de media oorlogen worden voorbereid

• Uit eigen ervaring laat hij zien dat het van journalist naar propagandist maar een kleine stap is

• Hij noemt lobby-organisaties en zegt welke journalisten daarin vertegenwoordigd zijn.

• Hij noemt de namen van mensen en organisaties die achter de schermen invloed uitoefenen op de nieuwsvoorziening. En ook welke omroepen beïnvloed worden door welke politieke partijen.

Het boek bevat vijf hoofdstukken:

1. De schijn van persvrijheid; ervaringen met uitgevers

2. Onze media: eenheidsworst, onderdanig aan overheid en onwillig om te onderzoeken

3. Undercover: Top-journalisten, verlengstukken van de elite

4. Koop voor jezelf een journalist – gekleurde berichtgeving

5. Praktijkvoorbeelden van propaganda

Ulfkotte: “Ik heb er genoeg van. Ik wil het niet meer doen en daarom heb ik dit boek geschreven. Het zal een hoop problemen veroorzaken voor mij maar ik wil de mensen in Duistland, Europa en over de hele wereld een kijkje geven hoe het er werkelijk achter de schermen aan toegaat.”

*****

ELİ CEBİNDE OLAN GÖRGÜSÜZ ASKER



30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlamasının Lahey Büyükelçiliğimizdeki resepsiyonuna katılma zahmetini gösteren ve Askeri ataşemiz ile eşinin elini sıkarken, bir eli cebinde olan bu görgüsüz asker kim biliyor musunuz?

Ben biliyorum. İsrail Askeri Ataşesi.